@egeninincisiizmiir
|
8. Bölüm: Nikah
21 gün sonra...
Yaklaşık değil, tamam 3 hafta, yani 21 gün oldu. Tenimdeki yeşiller yerlerini sarıya bırakıyordu. Kendimi eskiye dair daha da iyi hissediyorum.
Yani bedenen...
İlaçların ve kremlerin yeri büyüktü tabii.
Bu iyileşme sürecinde her ne kadar özgelerde kalmak istemesem de beni hiçbir yere bırakmamışlardı.
Bu son hafta içerisinde birsürü alışveriş yapıldı. Yeni elbiseler, ayakkabılar, ev gereçleri, nevresim takımları, tabak, çanaklar... Aklınıza gelebilecek ne varsa...
Baba evinde bıraktığım eşyalarım, herseyim Oğuzun evine taşınmış, nikahtan sonra taşınacak beni bekliyorlardı.
Nikah için tüm prosedürleri halletmiştik iki hafta önce ve yarına nikahımız vardı. Evet, evliliğin kutsallığını yerle bir edecek olan nikaha sadece bir gün kaldı!
Evliliğe adım atacaklar çok heyecanlı olmalıydı değil mi? Ama eminim ki ikimizde de o tür bir heyecan yoktu.
Ne kadar heyecanlı olmasam da çoğu kızın hayallerini süsleyen gelinlik konusunda özenli ve heyecanlıydım. Çünkü o benim değil çocukluğumun hayranlığıydı. Üzerime giydiğim her bir gelinlikle kornişlerinden çıkarılan perdeyi; küçük bedenine saran yüzünde güller açan o minik kıza dönüşüyordum. Kimsenin görmediği o kabinde, içimdeki benle; kendi etrafımda dönerek gelinliğimin eteklerinin havalarda uçuşmasını aynada hayranlıkla seyrediyordum. Kendime zar zor yakıştırdığım şeylerden sonra gelindiğimi gerçekten kendime yakıştırıyordum.
Bugün de gelinlik provasındaydık. Daha önce iki kez provaya gelmiştik ve inşallah 3. Son olacaktı. Prova odasında gelinliğimi giyinip aynaya buluşturdum gözlerimi. Saten, kar beyazı gelinliğin her giydiğimde bu kadar beyaz olmasına şaşırıyordum. Balon kolları, dalgalı eteği, uzun boyu ve kuyruğuyla sade ve oldukça zarifti.
Kabinden çıkıp refakatçim olan Özgenin karşısına ilerledim. Gelinligimi her giydiğimde onun da yüzünde oluşan o tarifsiz duyguları görebiliyordum. Seviniyordu ama endişeliydi. Endişesi hayranlığını gizleyemiyordu ama. Dolu gözlerindeki o anaç tavırlar içimi ısıtıyordu ve benim de yüzümde istemsizce gülümsemem yer edindi.
"Çok güzelsin." Ağzından mırıltılar eşliğinde çıkanlar sanki istemsiz dudaklarından dökülmüş gibiydi. Ona cevap vermeyip, gülüşümü büyütmekle yetindim.
"Gelinlikte değiştirilecek bir yer var gibi görünmüyor." Dedi sorumlu kadın. Bu kadın en başından bizimle ilgilenen ve gelinligimle uğraşan kadındı.
"Rahatsız olduğunuz bir husus var mı?"
Kafamı olumsuz anlamda salladım.
"Yok. Herşey için sağolun." Minnettarlığımı belli ederek kurduğum cümle onun da tebessümünü büyütmüştü.
"O halde bugün gelinliğinizi alabilirsiniz."
Gelinliğin ücreti zaten ödenmişti, geriye sadece eksik yanlarını yapmak kalmıştı onu da bugün hallettiğimize göre tamamdı. Gelinliği alıp mağazadan ayrıldık ve günlerce kaldığım Özgenin evine doğru yola çıktık.
~
Sabah erkenden baba evine geldik. Evine diyorum çünkü orası hiçbir zaman evim olamadı. Babam ortalarda görünmüyordu ve bu benim işime yarıyordu. Üç haftadır yüzünü bile görmüyordum. İkindiye doğru gerçekleşecek olan nikah için hazırlıklar yapılıyordu. Ev hiçbir zaman anlaşamadığım akrabalar tarafından sarılmıştı. Gereksiz akrabaların yaptığı kalabalıktan sıyrılıp kar beyazı gelinliğime girmek için odama attım kendimi. İçeriden gelen sesleri en aza indirerek kapıyı kapattım. Yatağımın üzerinde açılmak için beni bekleyen kutunun içinde gelinliğim vardı. Kutuya yavaş adımlarla yaklaşıp kapağını açtım, saten gelinlik tüm zarifliğiyle karşımdaydı. Kutudan çıkartıp nazik hareketlerle yatağıma serdim. Üzerimdeki günlük kıyafetlerden kurtulup lekesiz beyazı giyindim. Zar zor arkamdaki fermuarı da kapattım. Beyazı her zaman için sevmiştim, kolay kirlense de...
Kapımın nazikçe çalınmasıyla biraz önce çıkarttığım baş örtümü örtüp kapıyı açtım. Ablam: açık mavi, hafif yerleri süpüren elbisesiyle ve Özge: gümüş rengi dizlerinde biten elbisesiyle karşımdaydı. içeriye girdiğinde tekrar kapıyı kapatıp kilitledim. Arkamı döndüğümde ablamın dolu gözlerini elbette ki bekliyordum.
"Ablacım..." Sesinin titremesi ve dolu gözleri biraz daha yüreğimi titretti. Titreyen dudakları tekrar açıldı.
"Çok özür dilerim." Titrek dudaklarından bir hıçkırık kaçınca dolu gözlerimden yaşlar akmaya başladı. Kollarımı aceleyle sardım ona.
"Özür dilerim." Dedi tekrar.
"Koruyamadım seni. Çok özür dilerim." Bedeni hıçkırıklara içinde sarsılırken sardı kollarını bana.
"Ablalar kardeşlerini korurlar ama ben beceremedim."
"Şştt! Senin suçun değildi abla." Dedim ağlamamaya zorlayarak kendimi.
"Senin suçun değildi." Ne senin suçundu ne de benim suçumdu diyemedim...
Biraz daha böyle kaldıktan sonra bizi ayıran kapının zil sesiydi. Soran gözlerle onlara baktığımda Özgenin cevap vermek için kıpırdandığını gördüm.
"Şalını yaptırmak için kuaför arkadaşımı çağırmıştım da, o gelmiştir." Ağlamamak için kıvrandığı çok belli olurken kapının çalmasını fırsat bilerek hemen odadan çıktı. Çok geçmeden geri geldiğinde yanında çıtı pıtı, benden bile kısa, kumral bir kızla geldi. İşi gereği yüzündeki gülümsemesi tamdı.
"Hoşgeldiniz. " Ablamla bir ağızdan karşıladık kadını.
"Hoşbulduk, hayırlı olsun." Zoraki ama gerçekçi olmasına gayret ederek gülümsedim.
"Dilerseniz hemen başlayalım." Dediğinde kafamı sallayarak aynanın önündeki sandalyeye oturdum. Kendime ve Özgeye ait olan makyaj malzemeleriyle abartı olmayan, sade bir makyajdan sonra gelinliğin kutusundaki saten şalı büyük bir dikkat ve özenle yaptığında işi bitmişti. Birkaç saattir oturduğum sandalye ile bütünleşmiş gibiydim ve ilk kalktığımda kalçamda hafif bir ağrı kol gezmişti. Birkaç saattir burada oturduğuma bakılırsa saat nikah saatine yaklaşmıştı.
Ayağıma tek eksik bıraktığım topuklu ayakkabıları da geçirip gardırobumun büyük boy aynasında kendimi süzmeye başladım. Ayakkabıyı da giydiğimde gelinliğim üzerime tam oturmuştu, uzun boyu kısa boyumda sırıtmıyordu. Kuaförün binbir iğneyle şekil verdiği şalımın gün boyu kaymayacağına emindim.
Gitmek için toparlanan kadına teşekkür etmek için aynada kendimi süzmeyi bıraktım.
"Çok teşekkür ederim." Birkaç saniye etrafı toparlamayı bıraktı.
"Ne demek." Yüzündeki sahici gülümsemeye artık inanmaya vaşlamıştım.
Zaten herseye inandığımız, güvendiğimiz için başımıza gelmedi mi bunlar Suaycım? He?!
"Borcumuz nedir?" Ablamın yerinde araya girmesiyle bu soruyu sormaktan kurtuldum.
"Özge rica etti ben o yüzden buradayım. Ücret talep etmiyorum."
"Olmaz öyle." Ablamla kız arasında ciddi olamayan tartışmalar sonucunda ablam kazanmış ve kadının kabul ettiği bir miktarda ödeme yapmıştı.
Ablamın ve Özgenin makyaj hazırlığı bittikten biraz sonra erkek tarafının gelmesiyle gelin çiçeğini alıp odamdan çıktık. Herkes oturma odasındaydı. Babam da nihayet eve gelmiş oturma odasında elinde kırmızı kuşakla beni bekliyordu. Kalabalığın arası geçmem için açılınca ortaya, babamın karşısında geçip durdum. Yüzünde hiçbir duygu kırıntısı yoktu, tıpkı ona bakarkenki ben gibi...
Babama olan kırgınlığım zaman içerisinde nefretten başka birşeye evrilmedi ama içimde yine de iğne ucu kadar bir sızı belirmiyor değildi.
Kırmızı kuşağı üç kere belime doladıktan sonra bağladı. İşini bitirdikten sonra büyük bir soğuklukta benden ayrıldığında Nikah yerine gitmek için evden büyük bir curcunayla evden ayrıldık. Apartmandan dışarıya çıktığımızda sokakta birbirini kovalayan çocuklar arasındaki kalabalıkta onu gördüm. Her zamanki o yorgunluk yüzünde yer edinmişti. Kumral saçları özenle taranmıştı. Sırf siyah takımının içindeki beyaz gömleği aslında oldukça sıradandı ama ona çok yakışmıştı. Beni gördüğünde bana doğru yürüyerek önümde yan durdu. Sağ kolunu koluna girmem için karnına doğru kırdı. Elbette ki gösteriş için gösterdiği bu nezaketi geri çeviremezdim. Sol kolumu ürkekçe koluna geçirdim. Kolumu koluna geçirdiğimde heyecanıma yeni bir heyecan eklenmişti. İlk kez birine bu denli yakındım.
Arabasına doğru ilerledik. Arabasına geldiğimizde benim için ön kapıyı açtığında kolundan çıkıp dikkatlice koltuğa oturdum. Gelinliğin uzun eteğini onun da yardımıyla içeriye aldığımda kapımı kapatıp sürücü koltuğuna geçti.
Mahalleden ayrılan birkaç arabanın peşinden biz de yola koyulduk. Arabanın sessizliğini bozan tek şey dışarıdaki birkaç arabanın oluşturduğu konvoy sesiydi. Gaz pedalına basmasıyla araba yeni hayatıma doğru yol almıştı. Kararımı çoktan vermiştim evet ama yine de olacak olanlardan korkuyordum. Alışma sürecinin sancılı geçmesinden korkuyordum. Alışamamaktan korkuyordum ama beni tek rahatlatan şey ise kıldığım istihare namazıydı. Bu bana ümit veriyordu.
Kornalar eşliğinde geçen yaklaşık 15 dakikalık yolculuğun sonunda olmamız gereken yere geldik. Emniyet kemerinin bana sağladığı güvenin esaretinden kurtulmak için kırmızı düğmeye bastım. Kapıyı açmak için yeltendiğimde dışarıdan bir güç sayesinde çoktan açılmıştı. Açan kişiye baktığımda onu gördüm, ne ara yanıma koltuktan indiğini bile anlayamamışken benim kapımı açıyordu. Her şey, her şeyi fazlaca düşünmemden kaynaklanıyordu. Onu çok bekletmeden arabadan indim. Kapıyı kapatıp arabayı kilitlediğinde koluna girmem için uzattığı koluna tekrar girdim. Göğüs kafesimde başlayan sıcaklık hissi yine ilk seferkinden farksız olan heyecanımı tasdikliyordu.
Henüz kalabalıklaşmayan etrafa ayak uydurup bize ayrılan yere ilerledik.
~
Nikah vakti henüz gelmemişti, hatta dakikalar vardı. Yanlarından lavaboya gitmek için ayrıldım. Aynadan kızarmış suratımı izledim bir süre. Yüzümdeki makyaj yüzünden su bile vuramıyordum. Aynadaki yansımama baktım sessizce. Titreyen ellerimi kaldırıp soğuk suyun altına tuttum. Bedenimin zıttı olan soğuk su ellerimi yalayıp geçerken rahatlamama yönelik hiçbir lütufta bulunmuyordu. Ellerimi suyun altından çektiğimde su da otomatik olarak kesilmişti.
Tekrar aynadaki yansımamla yüzleştiğimde acı bir gülümseme yayıldı dudaklarıma.
Herşey farklı olabilirdi.
Herkes mutlu olabilirdi!
Belirsizlikten değil, heyecandan titriyor olabilirdim!
Sevebilirdim!
Severek evleniyor olabilirdim!
Ve bunları sağlayacak tek şey babamın bana vereceği sevgiyle olabilecekti.
Ben sevilebilecektim!
Ama olmadı...
Acı gülümsememin yansıdığı ayna bulanıklaşmaya başladığında başımı yukarıya kaldırıp gözlerimi hızla kırpıştırarak olası damlaları geçiştirdim.
Ellerimi lavabonun soğuk mermerine dayayıp derin bir nefes verdim. Gözlerimi kapattım ve sakinleştiğimi düşündüğümden saniyeler sonra tekrar açtım.
Nikah saatine çok daha az zaman kalmıştı. Bize ayrılan salona gitmek için tuvaletten çıktım.
Topuklu ayakkabının fayansa yaydığı tok sese tanıdık bir erkek sesi ile karışınca olduğum yerde durdum.
"Hiçbir şey için geç değil Suay." Aceleci ama sakin ses kulaklarıma ulaştığında sesin sahibini elbette tanıyordum.
Arkamı dönüp Anıla baktım ve cevap vermek için açıldı dudaklarım.
"Son yaptığın terbiyesizlikten sonra karşıma çıkacak yüzü nereden buldun?" Sinirimi saklamayarak cümlelerimi ona ulaştırdım. Yüzünde anlaşılan mutsuzluk katlanarak arttı.
"Ben, sarhoştum. Kendimde değildim." Dedi, sesi suçluluk doluydu.
"Ben kendimdeydim ve çok iyi hatırlıyorum!" Keskin sesim sadece ikimizin olduğu koridorun duvarlarına çarpıp tekrar baba geri döndü. Hatasını kabul etmeyip pişkince kendini savunması beni daha da sinirlendirmişti.
"Bir daha senden böyle cümleler duymak istemiyorum. Ben bir karar verdim ve bugün kararımı değiştirmeyeceğim. Sen de ya buna saygı duyarsın ya da duyarsın. İkinci bir seçeneğin yok. Bir daha da benimle muhatap olma!" Söylediklerim onu belki paramparça etmişti ama ben ne söylemek istediysem, ne duyması gerekiyorsa ona onları söyledim. Elbette ki ondan bir cevap beklemiyordum bu yüzden zaman kaybetmeden oradan ayrılıp bize ayrılan nikah salonunu kapısının önüne ilerledim. Herkes burada sıramızı bekliyordu. Benim gelmemi fırsat bilen çiftler elinde nikah çüzdanı ile mutlu mesut çıkmışlardı.
"Ne bu halin, sinirli gibisin." Özgenin fısıltılı çıkan sesiyle ona döndüm.
"Birşey mi oldu?"
"Sonra anlatırım, önemli birsey değil." Onaylar gibi başını salladığında salondaki herkes boşalmış ve görevli ismimizi söyleyerek sıramızın geldiğini haber veriyordu.
~
Nikah ve fotoğraf çekimi hallolmuştu. İleride bakıp bakıp bu güzel günümüzü hatırlayacağımız fotoğraf çekiminden bahsediyorum! Öyle çok ta özenli olmayan birkaç fotoğraf çekilmiştik. Buna fotoğraf çekimi denmesine bin hacet.
Eve gidiyorduk, onun evine...
Nikâha yakın akrabalar, Özge ve Anıl dışında pek kimse gelmemişti. Anıl bir köşede oturmuş memnuniyetsizce nikahı izlemişti ve bu son derece rahatsız ediciydi. Ona söylediklerimden sonra hangi yüzle bunu yapmıştı bilemiyorum.
"Sevgilin miydi?" Sol tarafımda sürücü koltuğundan gelen ses sadece ikimizin olduğu arabada yayılınca ona döndüm. Oldukça düz bir ifadeyle yola bakıyordu. Kaşlarım çatıldı, kimden bahsettiğini anlamadım, bugün benimle konuşmak için kurduğu ilk cümleydi bu ve ben bunu anlamamıştım.
"Anlamadım." Dedim kısık sesimle, kaşlarım istemsizce aşağı doğru gerildi.
"Nikahtaki seni izleyen adam, sarhoş sarhoş seni rahatsız eden adam," dedi ve bana döndü."Sevgilin miydi?"
Elbette kimden bahsettiğini anlamıştım, anlamadığım şey daha önce de bunu sorması ve benim ona olumsuz cevap vermemin ardından tekrar sormasını anlamıyordum.
Kısık gözlerinin parlaklığını sokak lambalarının aydınlattığı arabadanın içerisinde zar zor görüyordum.
"Öyle birşey olmadığını söylemiştim." Sesim bir o kadar soğuk, şaşkın ve sinirli çıkmıştı.
Önüme döndüğümde araba biraz daha ilerleyip durdu, gelmiştik. İçimde saklanan korku yavaş yavaş meydana çıktığında arabadan indim. Soğuk hava açıkta kalan yüzüme sertçe çarptığından arabanın kapısını kapattım. O arabayı kilitleyip önden giderken içimde bütün vücudumu titreten korkuyla beraber peşinden evin kapısına yürüdüm. Titreyen bacaklarım o yönde gitmek istemezken ben yine de mecburiyetten onları zorladım. Kalbimin sesi duyulacak diye korkuyordum, bana yaklaşmayacağını söylüyordu ama yine de korkuyordum.
Birkaç saniyelik kilit açma mücadelesinden sonra kapı ardına kadar açıldı. Elini içeriye doğru girmem için uzattığında içeri girdim. Evin serinliği yüzüme vururken, utançtan alev alan bedenim biraz olsun rahatlamıştı.
Işıklar hâlâ açık değildi, bu benim işime geliyordu. Yüzümün kızarıklığını görmesini istemezdim. Ki beni duymuş gibi ışıkları açtığında girişteki koridor tamamen aydınlandı. Yüzümü göremiyordu çünkü arkamdaydı.
Eğilip ayağımdaki topuklu ayakkabıları çıkartıp ayakkabılığa koydum. Ayaklarım soğuk zeminle buluştuğunda içimdeki ürperti katlanarak artıyordu. Girişten çıkıp koridor boyunca ilerledikten sonra merdivenin önünde durmamı sağlayan sözleri olmuştu.
"Sen eşyalarının olduğu odada kal. Ben başka odada kalırım." Bendeki gerginliği fark etmiş olmalıydı.
Fark edilmeyecek gibi değil ki! Elektrik santrali mübarek.
Kafamı çevirip başımı salladıktsn sonra seri adımlarla üst kata çıkıp odasına girdim. Eşyalarım onun odasındaydı ve bu oda artık benimdi.
Üzerimdeki yorgunluğun tarifi yoktu, bütün gün yüksek topukluların Üzerinde olmak ayaklarımı ağrıtmıştı ve bunu üzerimdeki gerginlik kalktıktan sonra yeni yeni fark ediyordum. Aynalı şifonyerin minik pufuna oturduktan sonra başımdaki iğneleri çıkartmaya başladım. Çıkarttığım her bir iğneyi iğne yastığına batırdım.
İğneyi her batırdığımda içimdeki gerginlik birer birer beni terk ediyordu. Saymaya bile uğraşamayacağım onca iğneden sonra nihayet başımdaki şaldan kurtuldum.
Gardıroptan duştan giymek için pijama aramaya koyuldum. En alt rafı karıştırmaya konulduğumda saten kumaşlar bana göz kırpıyordu. Yüzümü buruşturup saklanabilecek en ücra köşeye sıkıştırdım onları. Düğün alışverişinde alışmışlardı ama onları asla giymeyecektim.
Büyük konuşuyorsun!
Evet, büyük konuşuyorum! Bunları asla giymem!
Biraz daha dolabı karıştırdıktan sonra pamuklu pijama takımımı alıp banyoya girdim.
Zar zor kapattığım fermuarımı zar zor açıp gelinlikten kurulduktan sonra ılık suyun altına girdim. Bir nebze olsun yorgunluğumu alırdı.
Ilık suyun altından çıkıp pamuklu pijama takımımı giyindim. Uzun saçlarımı da kurutma makinesiyle nemli kalacak şekilde kuruttuktan sonra banyodan çıktım. Saçlarımı toplamadan çift kişilik yatağa giridim. Bu bende bir nevi alışkanlık olmuştu, yatarken saçlarımı açardım. İnce örtüyü üzerime aldıktan yaklaşık beş dakika sonra uyku yakın sularımda gezinmeye başlamıştı bile.
~
2 hafta sonra...
Evleneli iki hafta olmuştu. Bu iki hafta içerisinde doğru düzgün birbirimizin yüzünü bile görmemiştik. Bu iki haftada Oğuz evden çıkıyor ve eve girdiğinde ise odasından çıkmıyordu. Arada bie mutfağa inip su içiyor sonra geri odasına dönüyordu. Varlığı ve yokluğu birdi yani. Bu nereye kadar böyle devam eder, ne zaman alışırız hiçbir fikrim yoktu.
Belki de alışmazdık.
İşten bir haftalık izin almıştım. Daha doğrusu evlendiğimi öğrenen restoran sahibi bana böyle bir jest yapmak istemişti. Bu zamana kadar hiç bu kadar uzun izin almamıştım, izin alsam da ne yapacaktım ki?! Babamla tatil mi? Kendi düşüncelerime göz devirmeden edemedim.
Günlerim televizyon izleyip yemek yapıp, yemekle, temizlik yapmakla geçiyordu. Ev hanımları gerçekten sıkıcıydı ve bu su götürmez bir gerçek!
Oğuz yukarıda uyuyordu ve ben salonda televizyon izliyordum. Sıkıntıyla televizyon kumandasına basıp yeni bir kanal açtım. Ve yenisini... Son değiştirdiğim kanalda ekrana aniden düşen yaratık ve çığlığı kalp atışlarımı tavan yaptırırken aceleyle kanalı değiştirdim. Elim kalbime gitti istemsizce. Korku filmlerini izleyemezdim ve nefret de ederdim. Bir de oturma odasının ışıklarının kapalı olması da tuzu biberi olmuştu. Kulaklarımda yankılanan kalp sesim eşliğinde koltuktan kalktım. Televizyonu kapatmadan mutfağa doğru ilerledim, televizyonun etrafa yaydığı loş ışık sayesinde rahatça ilerleyebiliyordum.
Mutfağa vardığımda mutfağın ışığını açtım, bu korku filminin etkisi yüzünden olmuş olabilirdi tabii. Mutfak dolabından bardak alıp birkaç yudumluk su doldurdum. Susamadığım için su içme minik bir işkence gibiydi ama rahatlamak için birkaç yudum içtim.
Geri yerime döneceğim sırada ışığın kapanmasıyla olduğum yerde çakıldım. Televizyonun ışığı da artık aydınlatmıyordu çünkü kapanmıştı. Biraz önce televizyonda gördüm görüntü gözlerimin önüne gelince saçma da olsa telaşlanmıştım. Koltukta bıraktığım telefonuma ulaşmak için karanlıkta temkinli adımlar atarak ilerliyordum. Telefona ulaşmama birkaç adım kaldığında adımlarım kesildi, dış kapıdan gelen tıkırtıları dinlemeye başladım. Bir metalin, metale sürtünme sesi gibiydi.
Oğuzdur diye düşünerek telefonuma ilerledim. Birkaç adım sonra nihayet telefonumu bulduğumda Oğuz da içeriye girmişti, ardından kapıyı kapattı.
Bir saniye...
Oğuz...
Yukarıdaydı...
Yaşadığım farkındalıkla elimdeki telefon yeri boyladığında yaşadığım şoku üzerimden atamazken olduğum yerden kıpırdamam şu anda mümkün değildi. Bağırmak için ağzımı açtım ama bağıramıyordum. Sesim içime kaçmış gibiydi, daha kim olduğunu bile bilmediğim kişinin adım sesleri yakınlaşırken ben hareket bile edemiyordum.
|
0% |