@ejderhacik
|
Bölüm hakkındaki düşüncelerinizi yorumlara yazarsanız sevinirim. Minik yıldızı parlatmaı unutmayın. Keyifli okumalar💙 *** Sabahın ilk ışıklarında uyanmıştım. İkindi vakti gibi kapıma Darius dikilmişti. En azından bugün "Merhaba," deme nezaketi gösterebilmişti geçen günün aksine. Birlikte eğitim alanına gittik. Darius normalde alışık olduğum resmi gömleğinin aksine rahat bir şeyler giydiği için onun da bu sefer benimle birlikte koşacağını tahmin ettim. "Yedi tur unutma," diye hatırlattı. "Ciddi misin?" dedim dalga geçerek. "O zaman ben de bir tane ekleyeyim sekiz olsun." "Bana uyar," diyerek muzırca gülümsedi. Onun ilk defa haylaz bir çocuk gibi gülümsediğini görüyordum. Elimle alnıma vurdum. Bu sefer o da koşacağı için sayıyı düşürür diye tahmin etmiştim, ama o sınırları zorlamaya kararlı görünüyordu. Ben ne kadar tersine gidersem gideyim yaptığım her şey daha kötü bir şekilde bana geri dönüyordu. "Vazgeçtim," dedim ellerimi dur işareti şeklinde Darius'a uzatarak. "Aslında yedi tur gayet yeterli." Koşmaya başladığımızda onu bir süre seyredip onu taklit ettim. Hızlı koşmak için çabalamıyordu, ama yine de benden hızlıydı. Karınca gibi görünmeye başladığında benden yarım tur öndeydi. Ona yetişmek için hızlı koşmak gibi bir hata yaptım ve bu daha çabuk yorulmama neden oldu. Önümde olmasına rağmen arkamdan bana yetişip yanımdan geçip gitmişti. Benden kaç tur önde olduğunu sayamamıştım bile... Dördüncü turum bittiğinde dayanamayıp kendimi yere attım ama o hâlâ koşmaya devam ediyordu. Su matarasını tepeme diktim. Darius koşarken benim olduğum yere yaklaştığında benim devam edecek hâlim yoktu. Yanıma oturup o da matarasında birkaç yudum su içtiğinde "Ben yedi turumu bitirdim, ama senin daha koşacak üç turun var," dedi. Hem kendi turlarını hem benim turlarımı mı saymıştı cidden? Kafayı yemiş olmalıydı! Kendimi yorgunlukla çimenlerin üzerine bıraktığımda güneşin batmakta olduğunu yeni fark etmiştim. Zaman ne kadar da hızlı geçmişti. Darius başımda dikilip ayağıyla beni dürttüğünde "Yoruldum!" diyerek isyan ettim. "Ayaklarıma kara sular indi." "Eh," dedi kayıtsız bir ifadeyle. "Bu kadar çabuk yoruluyorsan güçlerini kullanmayı da unutabilirsin." Duyduğum cümlelerle soluk soluğa ayaklandım. "Yorulmadım, yorumladım," dedim hızlı hızlı. Geriye sendelediğimde güldü. "Öğrenmek istiyorum. Ama... koşmak istemiyorum." Arkasını dönüp yürümeye başladığında içimden söverek ona yetişmeye çalıştım. Ayaklarımı sürüyerek onu takip ederken ne kadar yorulduğumu bir kere daha fark etmiştim. Nefes nefese kaldığımda onun durup kurumakta olan bir çiçeğe baktığını gördüm. "Çiçeği sulayabilir misin?" diye sordu Darius. "Bu kadar basit miydi?" diye omuz silktim. Kibirlendiğimi görünce buyur yap, der gibi kenara çekildi. Ufacık bir çiçeği sulayacaktım ne kadar zor olabilirdi ki? Çiçeğin yanına çimlerin üstüne oturup elimi toprağa yaklaştırdım. Odaklandım ve parmaklarımın arasından suyun akıp toprağı ıslattığını hayal ettim. Ama sadece hayal olmakla kaldı. Bir kere daha denedim, yine başarısızlık. Arkamdan bir hareketlilik hissettiğimde Darius'un alaycı bakışlarını görmemek için bakışlarımı çiçeğe sabitledim. Şu an beni küçümseyerek sırıttığına ya da içinden benimle alay ettiğine emindim. "Ne oldu?" diye sordu Darius. "Bu çiçek bozuk," dedim kollarımı birbirine kavuşturarak. Yanıma oturdu ve parmaklarını çiçeğe uzattı. Su akıp minik bir dere gibi bir yol çizdi ve sonunda çiçeğin köklerine ulaştı. Sorunun çiçekte olmadığını kanıtlayıp kendini beğenmiş bir ifadeyle bana döndü. Darius'un çiçeği sulamayı başarmasına karşı "Acemi şansı," diyerek burun kıvırdım. "İkinci bir Lucas ile uğraşmak istemiyorum," dedi Darius onaylamaz bir şekilde başını iki yana sallarken. "Her neyse," deyip çiçeğe yeniden odaklandım. Ama aklım Darius ve sözlerinde kaldığı için yanlış kişiyi sulamış olabilirdim. Yanlışlıkla çiçeği sulamak yerine Darius'u sulamıştım. Büyük bir su kütlesi Darius'u boylu boyunca ıslattığında ağzım yarım açık kalmıştı. Darius tehdit edercesine bana baktı ve "Umarım bunu istemeyerek yapmışsındır," dedi ayağa kalkarken. Gülmemek için dilimi ısırmak zorunda kalmıştım. Her ne kadar onu yanlışlıkla ıslatsam da bu durum beni eğlendirmişti. "Darius gerçekten amacım bu değildi," derken sözümü kesti ve "Bu kadar yeter. Beni burada bekle," dedi gözden kaybolurken. Bende kendimi yorgunlukla geriye bırakıp gökyüzünü görebilecek şekilde sırt üstü çimenlere uzandım. Darius gelene kadar hava çoktan kararmıştı. Ayak seslerini duyduğumda onun geldiğini anlamıştım. Onun konuşmasına fırsat bırakmadan konuşmaya başladım. "Darius... gerçekten yorgunum. Bence bugünlük bu kadar yeter." Cevap vermesini bekledim ama bir süre sessizlik oldu. Nihayet sessizlik tekrardan bozulduğunda "Evine dönebilirsin," dedi. Tam sevinçle ayağa kalkıp kaçmaya hazırlandığımda beni durdurdu. "Ama bana bir daha ismimle hitap edersen bir dahakine on tur koşarsın." "Ne diye seslenmemi istersin? Öğretmenim olur mu?" "Olmaz." "Liderim?" Cevap vermedi, bende bu sessizliğini evet olarak kabul ettim. *** Günlerim koşarak geçtikçe vücudumun iyice güçlendiğini hissedebiliyordum. Darius genelde meclisteki işleri yoğun olduğu günler gelmiyordu, bu yüzden askerler eşliğinde eğitim alanına gidip kendi kendime çalışıyordum. Genelde yoğun olmadığı günler sabah işlerini halledip ikindi vakti gibi geliyor ve beni eğitim alanına götürüyordu. Bugün de Darius'un olmadığı günlerden biriydi. O burada olmadığı için koşmaktan kaçamak yapmıştım ve direkt Büyük Gölün yanına gitmiştim. Çoğunlukla Darius'a veya herhangi bir şeye sinirlendiğimde gücümü kullanabiliyordum ve hiçbiri kendi isteğimle olmuyordu. Buna bir çare bulmam gerekiyordu. "Sen Soraya olmalısın." Arkamdan duyduğum neşeli sesle yerimden zıpladım. Arkama baktığımda sarı saçlı, yeşil gözlü ve boy konusunda benden daha minik olan nadir kişilerden biriyle karşılaştım. Yeşil gözlü olduğuna göre toprak elementine sahipti. "Sen kimsin?" diye sordum. "Ben Azura," dedi gülümseyerek. "Meclis Başı Alador'un kızıyım." Lucas'ın kız kardeşi mi, diye düşündüm içimden. Ne şaşırtıcı! Roxana'dan yeterince azar işittiğim yetmemiş gibi kız kardeşi de başıma üşüşmüştü. Sinirle derin bir nefes aldım. "Ne istiyorsun?" diye sordum kaşlarımı çatıp. Bir an için gülümsemesi soldu. "Rahatsız ettiysem kusura bakma," dedi çekinerek. "Yanlış bir şey mi dedim acaba?" "Yine kimden özür diliyorsun sen?" dedi kalın bir kız sesi. Düz, siyah saçları omzuna kadar uzanıyordu ve koyu gri gözlerini Azura'ya dikmişti. Gri gözleri siyah saçlarının arasında en karanlık gecede parlayan bir ay gibiydi. Kalın sesli kızın gri gözleri Azura ile benim aramda bir süre dolandı. "Sen şu meşhur Soraya olmalısın." Bunu küçümseyerek söylemişti. Yüz hatlarının güzelliğine rağmen davranışları ve koyu gri gözleri onu olduğundan daha sinirli ve cüretkâr gösteriyordu. "Azula!" diyerek onu itti Azura. "Beni rahat bıraksana." "Aman," dedi isminin Azula olduğunu öğrendiğim gri gözlü kız. "Ne istiyorsan onu yap sonra başını belaya sokunca gelip bana zırlama." Arkasını dönüp gittiğinde şaşkınlıkla ona bakıyordum. "Kusura bakma," dedi tekrardan Azura. "Kardeş kavgaları her zaman olur. O benim ikizim Azula." Gülümsedi. İsimleri benzer olduğu için ufak bir kafa karışıklığının ardından "Ama pek de benzediğiniz söylenemez," dedim. Hem görünüş olarak çok zıtlardı hem de davranış olarak. Azura sarı saçlı, yeşil gözlü ve güleç bir kızdı. Azula ise kalın sesli, siyah saçlı, gri gözlü ve kaba bir kızdı. Azura bu dediğime güldü. "Evet, biz güneş ve ay gibiyiz. O hep böyle aksidir." Azura'nın enerjisi içime bir güneş gibi doğmuş ve beni neşelendirmişti. Gerçekten de ikizi Azula'nın aksine Azura, tatlı bir kızdı. Ve böyle biriyle konuşmak beni sonunda normal biriyle konuşuyormuşum gibi hissettirmişti. Bu diyara geldiğimden beri sürekli garip insanlarla karşılaşmıştım. Lucas, Darius, Derrick... Hepsi de birbirinden beterdi. "Bu arada sana ilk geldiğinde bağırdığım için özür dilerim. O an birazcık gergindim," dedim. Bana nazikçe gülümsedi ve "Sorun değil sanırım çalışmanı böldüm. Ben gideyim de rahat rahat çalış," dedi anlayışla. Yanımdan ayrılırken de "Eğer bir şeye ihtiyacın olursa yardımcı olmaktan onur duyarım, görüşürüz," diye seslendi sevecenlikte. "Beni mecliste veya buralarda bulabilirsin." Bende ona karşı "Görüşürüz," dedim minnetle gülümseyip. Lucas'ın kız kardeşinin bana sinirli ve öfkeli olacağını düşünmüş ve yanılmıştım. Önyargı insana neler yaptırıyordu böyle... Gölün kenarına tekrardan oturdum. Ama arkamdan ayak sesi duyduğumda Azula'nın geldiğini tahmin ettiğim için onu görmezden geldim ve o kişi her kimse onu yok sayıp gücümü kullanmayı denemeye devam ettim. Yanıma yine biri oturup çalışmamı böldüğünde iyice sabrım taşmıştı. "Ne istiyorsun?" diyerek ona döndüm sinirle. Yanımdaki kişiye döndüğümde karşılaştığım aralarında koyu mavi tutamlar olan simsiyah saçlar ve duygusuz bakan kapkara siyah gözler beni gafil avlamıştı. "Ne mi istiyorum?" dedi Darius. "Kusura bakma. Seni başkası sandım," dedim birden. Başını anlamış gibi salladı. "Umarım beş tur koşunu yapmışsındır," dediğinde bakışlarımı kaçırdım. Kaçamak yaptığımı anlamış olacak ki "Bu seferlik bunu görmezden geleceğim. Ama bir daha böyle bir şey olmasın," dedi. "Yoksa yakında ceza olarak şınav ve mekiğe de başlarsın." Asker miyim ben! Neyse ki bunu içimden söylemek gibi bir akıllılık yapmıştım. "Su gücünü kontrol etmekte zorluk çektiğini görüyorum. Bunun için sana öncelikle birkaç temel hareket göstereceğim, bu su gücünü kontrol etmekte sana yardımcı olacaktır," diye devam etti konuşmasına ve iki elini karşılıklı olarak gölün üstünde tutup ellerinin arasını yavaşça suyla doldurdu. Su avuçlarının arasında bir küre şeklini oluşturduğunda suyu elleriyle istediği yöne hareket ettirmeye başlamıştı. Bana doğru "İşte böyle yapacaksın, dediğim gibi yavaş ve sakin ol," dedi. Bende Darius gibi ellerimi karşılıklı olarak gölün üzerinde tuttuğumda suyun avuçlarımın arasında küre biçiminde kaldığını hayal etmeye başladım. Suyun avcumun ortasında yavaş yavaş küre biçiminde büyüdüğü hissedebiliyordum. İlk denememde başarmama hem şaşırmış hem de mutlu olmuştum. Su küresini hareket ettirmek için ellerimi sağa sola götürdüğüm sırada yanık izim acımıştı. Bunun üstüne hem dikkatim dağılmıştı hem de dudaklarımın arasında bir "Ah!" nidası yükselmişti. Acıyla yüzümü buruşturdum. Tabii ki su küresi de bozulmuş ve su damlaları yeniden göle kavuşmuştu. Darius "iyi misin?" diye sorduğunda kafamı sallamıştım. Kolumdaki yanık olan yaranın bir kısmını görmüş olacak ki ben daha tişörtümün kolunu indirip yarayı kapatmadan üzerimdeki kıyafetin kolunu yukarıya doğru sıyırıp yaraya bakmıştı. "Koluna ne oldu?" diye sordu Darius kaşlarını çatarak. Bir süre cevap verecek bir şey bulamayıp sessiz kaldım. Darius'un bakışlarını üzerimde hissedince kendimi cevap vermek zorunda hissetmiştim ve sonra da "Dün akşam evde yemek pişirirken oldu, sanırım yemek yapma konusunda pek yetenekli sayılmam," dedim sahte bir şekilde sırıtarak. "Zaten yakında iyileşir." Bahaneme pek de inanmış görünmüyordu. "Kim yaptı sana bunu?" diye sordu net bir şekilde ilk defa bana bu kadar ilgili davranarak. Ona ve sorusuna karşı tepkisiz kaldım. Ama içimden beni anlaması için ümit ettim. "Bugünlük bu kadar yeter. Tedavi olmak için meclisteki şifacıların yanına git," diyerek emir buyurdu ve ayağa kalktı. Roxana'nın yaptığını anlamamıştı... Roxana mecliste beni şifacıların yanında görürse onun bunu yaptığını birilerine söylediğimi düşünebilirdi. Ve bir daha bana zarar vermeye kalkarsa beni korumaya gönüllü olacak birinin olduğunu sanmıyordum, bende zaten kendimi bir element liderine karşı koruyabilecek kadar güçlü sayılmazdım. Lucas burada olsaydı diye düşündüm, o zaman Roxana bunları yapamazdı. "Tamam." Birlikte eğitim alanında olan ahırlara kadar yürüdük. Atlarımıza atlayıp meclise vardığımızda Darius, "Benim bir yere gitmem lazım. Şifacıların odasının yerini bildiğini varsayıyorum?" dedi soru sorar gibi. Evet anlamında başımı salladım ve tek başıma meclise girdim. Koridorun sonundaki merdivenlere kadar yürüyüp üst kata çıkmam gerekiyordu şifacıları bulmak için. Buraya ilk geldiğimde orada kaldığım için çok net hatırlıyordum. Tam Raine'nin odasının önünden geçerken kapı açıldı. Sanki zaten beni görmeyi bekliyormuş gibi hiç şaşırmamıştı. Beyaz saçları son derece düzenliydi ve gözleri grinin en açık, en sakin, en uysal tonuydu. Benimle konuşmak için duraksar gibi olduğunda sanki onu hiç görmemişim gibi adımlarımı hızlandırıp merdivenlere yöneldim. Bakışlarını sırtımda hissetsem de dönüp ona doğru bakmadım. Roxana ve Mateus'tan elde ettiğim deneyimlere göre Element Liderleri oldukça acımasızdı. Ayrıca Darius'ta canım çıkana kadar beni koşturuyordu. Bir Element Lideri vakası daha yaşamak istemiyordum. Şifacıların odasına çıktığımda şifacılardan birkaçı başıma üşüşmüştü. Yanığın çok kötü durumda olduğu yüz ifadelerinden belliydi. Neyse ki hiçbiri yanığın nasıl olduğunu sorma cesareti göstermedi ve beni bahane üretme işinden kurtardılar. İşleri bittiğinde yanığa sürmem için bana bir kutu merhem vermişlerdi. Şifacı odasında birden fazla yatak, hasta ve şifacı vardı. Oldukça kalabalık ve büyük bir yer olmasına kıyasla fazlasıyla sessizdi. Tam şifacı odasından çıkacaktım ki kapı hızlıca açıldı ve herkes yaptığı işi bırakıp içeri giren kişiye döndü. Odaya Freya daldığında onu ilk defa bu kadar sinirli görüyordum. Üzerine giydiği hâkî yeşili, saten elbisesi yumuşacık görünüyordu. Normalde kabarık ve kıvırcık olan saçlarını ise ince tutamlarla örmüştü. "Ellerinizi uzatın," dedi Freya odada bulunan bütün hastalara, askerlere ve şifacılara. Peşinden Darius odaya girdiğinde neler olduğunu anlamaya çalışır gibi etrafına bakındı, ama herhangi bir şey söylemedi. Herkes ellerini uzattı. Freya herkesin ellerini teker teker inceledi ve bunu yaparken sıra bana geldiğinde beni de es geçmemişti. Sonunda bir adamın ellerini inceledikten sonra askerlere döndü. "Onu götürün," diye emir verdi korkutucu bir ses tonuyla. Ben bile ondan korkup geri çekilmiştim. "O olduğuna emin misin?" diye sordu Darius. "Evet, çok eminim," dedi Freya adeta Darius'a kızarak. "Geçen gün odamda dosyalarımdan birinin yeri değişmişti. O günden beri mecliste bir köstebek olduğundan şüpheleniyordum. Şüphelerim doğruymuş." "İyi de onun olduğunu nereden anladın?" diye sordu Darius. "Ellerine bak," dedi Freya. "Odamı birilerinin kurcaladığını anlayınca odamın her köşesine zehirli bir bitki sürdüm. Tenine değince kabartıyor ve kızartıyor. Bu yüzden şu anda mecliste olan herkesin ellerine bakacağım. Kimsenin meclisten çıkmasına izin vermeyin." Birkaç asker bu emri duyunca hemen odadan dışarıya koştular. "Kim için çalışıyorsun?" dedi Freya sinirle. Askerler adamın iki koluna girdi ve diz çökmeye zorladılar. Adam ise Freya'nın sorusunu cevaplamak yerine yalvarıp, kendisinin yapmadığı söylüyor ve özür dileyip duruyordu. Hatta askerler onu tutmasa Freya'nın ayaklarına bile kapanabilirdi. "Ben yapmadım," diye feryat etti adam. Darius tüm kontrolü Freya'ya bırakmış bir şekilde geriye çekilmişti. Freya eline bir eldiven takıp zehirli diye bahsettiği bitkiyi eline aldı. Kırmızı yapraklara sahip bu bitkiyi adamın eline sürdüğünde sürdüğü bölge hemen kızarmış ve kabarmıştı. Freya adamın elindeki kabarıkla az önce kabaran yeri yan yana tuttu. "Hâlâ odamı karıştırmadığını mı savunuyorsun?" dedi zaferle gülümserken. "Yalan söylemeye devam edersen seni bana yalan söylemenden dolayı öldürebilirim bile." "Agnes," dedi korkuyla adam. "Paraya çok ihtiyacım vardı. Para alma karşılığında Agnes için yaptım. Benden gizli bilgiler bulmamı istedi. Kötü bir niyetim yoktu." Adamın bu kadar çabuk dökülmesi beni epey şaşırtmıştı. Lucas'la uzun bir süre vakit geçirince soruların hemen cevaplamasını anormal bulmaya başlamıştım sanırım. Freya bir süre düşündü. "Onu zindanlara götürün," dedi askerlere. Sonrasında memnuniyetle gülümseyerek Darius'a baktı. "Meclisteki herkesin elini kontrol etmen için sana güvenebileceğimi umuyorum." Darius başını salladı. "Bunu benim halledeceğime emin olabilirsin." Freya eteklerini kavradı ve hızla savurarak odadan çıktı. Aynı şekilde Darius'ta peşinden gittiğinde odadaki herkes korkuyla sessizliğe gömülmüştü. Sonraki birkaç saat boyunca mecliste kaotik bir ortam hakimdi. Herkes çok gergin ve çok tedirgindi. İki üç saat boyunca meclisin kapıları kapalı kaldı ve kimsenin çıkmasına izin vermediler. Sonrasında Freya'nın emriyle isteyenlerin çıkmasına izin verildi. Uzun bir süreyi mecliste geçirmek zorunda kaldığım için çoktan akşam olmuştu. Atıma atlayıp evime geri döndüm. Artık kapımda askerlerin dikilmemesi güzel bir histi. Öbür türlü mahremiyetim yokmuş gibi hissediyordum. Uyumadan hemen önce şifacıların verdiği merhemi Roxana yüzünden oluşan kolumdaki yanığıma uygulamıştım. Yatağın içine iyice yerleştim ve artık uyumaya tamamen hazırdım. Gece derin ve nahoş uykumun ortasındayken uykum bir kabusla kesilmişti. Küçük siyah saçlı bir kız bir tarlanın ortasında koşturuyordu. Koşarken bir yandan da ara sıra arkasına bakıp bana doğru gelmem için sesleniyor, eliyle işaret ediyordu. Ona yetişmek için önümdeki başakları ite ite koşmaya başladım. Adımlarım süratle birbirini takip ederken bense bu güzelim kızı takip ediyordum. Hızlı adımlarla koşarken beline kadar uzanan dalgalı siyah saçları bir o yana bir bu yana savruluyor, kalın bukleleri daha da belirginleşiyordu. Kafasının üzerine taktığı papatyadan tacı siyah saçlarının arasına iliştirilmişti. Üzerine giydiği beyaz, çiçekli elbisesinin eteklerini daha rahat koşabilmek adına bir eliyle kavramıştı. Katran karası gözleri neşeyle parlıyordu. Güneşin seyrek hüzmeleriyle yüzüne peyda olan gülümseme oldukça sıcak ve sevecendi. Gökyüzü birden ışığını kaybettiğinde yer sarsılmaya başlamıştı. Kulaklarıma dolan nahif ve berrak ezgiyle birlikte artık mor olan gökyüzünde bir yıldız parlamaya başlamıştı. Bu zifiri karanlıkta bir mum ışığıyla yürümeye çalışmaya benziyordu. Karanlık yüzünden kızı artık göremiyordum. Birden etrafımdaki görüntüler değişmeye başladığında gökyüzü yeniden sonsuz maviliğine ve kavurucu sıcak güneşine kavuşmuştu. Artık her şey eskisi gibiydi. Bir şey hariç. Yerde yatan bedeni gördüğümde adımlarım yavaşladı. Ağzından kanlar akan bu ceset az önce gülümseyen kızdan başkası değildi. Kollarında kavrulmuş kırmızı yanıklar vardı. Ayaklarını sarmaşıklar sarmıştı. Boynunu bir kılıç boylu boyunca çizmişti. Beyaz elbisesi kırmızıya bürünmüştü, elbisenin üzerindeki çiçekler solmuştu. Kafasındaki papatya tacındaki tüm çiçekler yanmış ve küle dönmüştü. Mide bulantısıyla geriye çekildim. Bu korkunç bir görüntüydü. Nefes nefese uyandığımda yataktan dışarı fırladım. Yüzüme soğuk su çarpıp kendime gelmeye çalıştım. Mide bulantısıyla ne zaman gözümü kapatsam aklımda beliren görüntü aynıydı. Rüyamda gördüğüm kız bir türlü aklımdan çıkmıyordu. Elimi tezgâha yaslayarak ayakta durmaya çalıştım. Diğer elim ise içgüdüyle başıma gitmişti. Şakaklarımı ovarken baş dönmem iyice artmıştı. Daha fazla ayakta duramayacağımı anladığımda pes ederek kendimi sandalyeye bırakmıştım. Rüyamdayken kulağıma dolan hoş ezgi, artık kulaklarımı tırmalamaktan başka bir işe yaramıyordu. Elimi saçlarımın arasından geçirirken beni rahatlatacak bir şeyler düşünmeye çalıştım. *** Bölüm nasıldı? Bir dahaki bölüm haftaya cumartesi gelecek, bir aksaklık olmadığı sürece. Şimdilik görüşürüz✨ |
0% |