Yeni Üyelik
12.
Bölüm

11 | İhanetle Yüzleşmek

@ejderhacik

Yıldızı bizim için parlatmayı unutmayın✨


***


Aradan üç hafta geçmişti. Tüm sorgulamaların sonucunda Lucas'tan bir şey öğrenemeyen Arcadia Meclisi Lucas'a ceza olarak uzun bir süre sessiz odada durması emrini vermişti. Freya ise mecliste olup Agnes'e hizmet eden bir sürü kişiyi yakalatmıştı, yani kısacası bu aralar mecliste işler karışıktı. Aynı zamanda şifalı çiçeği çalan kişiyi bulmaya çabalıyorlardı. Tabii Roxana, Lucas ve Kiran dışında kimse çiçeği kimin çaldığını bilmiyordu. Bu iki haftalık süreçte bende artık yalnızca su gücünü öğrenmeye odaklanmamıştım, aynı zamanda kılıç ve ok kullanmayı da öğrenmeye çalışıyordum.


Eh, neticede kendimi koruyabilmem lazımdı. Kılıçla veya suyla fark etmez, Agnes benim gücümü çalmaya geldiğinde bir şekilde kendimi koruyabilmeliydim. Ayrıca benim için tek tehdit Eski Meclis Başı Agnes değildi. Roxana, Mateus, Edwin ve Derrick'te kendimi korumam gereken kişiler listesinin başında yer alıyorlardı.


Kılıç kullanmak için genelde Azula ile çalışıyordum. Ancak Azula çoğunlukla beni başından savıyordu. Kısacası kılıç kullanmayı bana öğretmeye pek gönlü yoktu, sadece ara sıra benimle dövüşüyor ve beni yere serip egosunu tatmin ettikten sonra benimle alay edip gidiyordu.


Olsun, bu da bir şeydi. 


Ok kullanmak içinse Azura bana yardımcı oluyordu. Gülümseyen yüzü her daim bana enerji ve mutluluk veriyordu.


Her gün olduğu gibi koşularda ve su kullanmakta Darius yanımdaydı. Yoğun bir tempo içerisinde olduğumdan dolayı ilk hafta bayağı zorlanmıştım, ama şu an Darius'un davranışlarına ve her şeye rağmen tüm bunları iyi idare ettiğimi düşünüyordum.


Bugün Azura'yı veya Darius'u bulmak için meclise gitmiştim. İkisinden birini bulmayı umuyordum. Çünkü eğer onları bulamazsam Azula'nın beni aşağılayan ithamlarına maruz kalacaktım. Ki bunu pek de istediğim söylenemezdi.


Arcadia Meclisine girdiğimde Freya ile karşılaşmıştım. Ona selam verip vermemekte kararsız kaldığım için duraksamıştım, ama neyse ki o benim yanıma gelip konuşmayı başlattığında beni karar vermekten kurtarmıştı.


"Soraya, seni bu aralar burada görmüyorum. Gücünü kullanmada ilerleme kaydedebildin mi?" dedi Freya sakince. Bugün üzerinde her zamankinin aksine bir elbise değil, dövüş kıyafetleri vardı. Dar kıyafetler onun mükemmel fiziğini ortaya çıkarıyordu.


"Fena değil," diye omuz silktim.


"Darius'a bakmaya mı geldin?"


"Evet, ama sanırım o burada değil," dedim gözlerim Darius'u bulmak için her yeri tararken. Ama onu göremeyince üzüntüyle başımı tekrardan Freya'ya çevirdim.


"Darius, Mateus ile birlikte Arcadia Sarayında," dedi Freya. "Bugün boş vakti yok."


"Saray da mı?" dedim şaşkınlıkla kaşlarım havalanırken.


"Şifalı çiçeğin çalındığını eminim duymuşsundur," dedi Freya beni dikkatlice süzerken. "Bu yüzden hırsızın kim olduğunu araştırıyorlar."


İfademi sabit ve şaşkın tutmaya çalıştım. En ufak bir açık verirsem bu zeki kadın çiçeği benim çaldığımı anlardı. Hatta belki de çoktan anlamıştı ve beni deniyordu. Bu düşünce zihnimi kasıp kavururken bu bilgiyi ilk defa öğrenmişim gibi şaşkın gözükmeye çalıştım.


"Duymamıştım," dedim alelacele.


Biraz düşündü ve sonra gülümsedi. "Ben şimdi eğitim alanına gidiyorum, eğer istersen birlikte gidebiliriz. Sana kılıç kullanmanda yardımcı olabilirim." Kıkırdadı. "Azula ile pek iyi anlaşabildiğini sanmıyorum."


"Kılıç kullanmayı sen mi öğreteceksin?" dedim anlamayarak.


Üzerindeki dövüş kıyafetlerini süzdüğümü görünce gururla gülümsedi. "Kılıç kullanamayacak kadar çıt kırıldım mı görünüyorum?"


"Hayır," dedim çabucak. "Sadece seni bu kıyafetlerle göremeye alışık değilim. Genelde seni muhteşem elbiselerinle görüyorum."


Freya iltifatıma karşılık mütevazı bir şekilde gülümsedi.


Freya'nın bana kılıç kullanmayı öğretmesi mi? Bu kesinlikle mantıklı bir teklifti.


***


Atlarımızdan indiğimizde eğitim alanındaki küçük çadırlardan birine girdik. Bu çadırda genel olarak keskin kılıçlar vardı. Diğer masanın üzerine ise çok fazla keskin olmayan kör talim kılıçları yığılmıştı. Yani istesem de birine çok fazla zarar vermem mümkün değildi. Freya eline orta boy iki tane kılıç aldı ve birini bana uzattı.


Çadırdan çıktığımızda kendimize boş bir köşe bulduk. Freya benim doğru pozisyonu almam ve kılıcı doğru tutabilmem için bir süre bana nasıl durmam gerektiğini gösterdi. Sonrasında tam karşıma geçip o da pozisyon aldı.


"Saldır," diyerek bana emir verdi.


Azula'dan öğrendiğim kadarıyla kılıcımı rastgele havada Freya'ya doğru savurdum. Çok kolay bir şekilde saldırımı karşıladı ve bende ardı ardına darbeler yağdırmaya başladım. Sadece benim darbelerimden kaçıp onları savuşturuyordu, fakat hiçbir şekilde direkt bana yönelik bir saldırıda bulunmuyordu.


Onun bir sağa bir sola kaçması beni yormuştu. Ama o hâlâ dinç ve zindeydi. Ayrıca benim darbelerimi karşılarken çok fazla bir güçte kullanmıyordu. Bu durum beni rahatsız etmeye başladığında kılıcımın kabzasını sıkı sıkı tuttum ve tüm gücümle kılıcımı salladım. Kılıcımı sallayınca sanki rüzgârı ortadan ikiye yarmışım gibi hızlı ve sert bir uğultu kulağımın dibinde çınladı.


Freya gülümseyerek sert vuruşumu karşıladı ve ikimizde birbirimizin kılıcını ittirmeye başladık. İkimizde birbirimizin kılıcını ittirirken ikimizin de geri çekilmeye niyeti olduğunu sanmıyordum. Freya sertçe beni ittirdiğinde bir adım geri kaymak zorunda kalmıştım ve zar zor koruduğum dengemi kaybetmiştim. Kılıcım elimden uçtuğunda taklalar atarak toprağa saplandı.


Dengemi sağlayıp yere düşmekten kurtulduğumda omuzlarım düşmüş ve duruşum bir hayal kırıklığıyla kamburlaşmıştı. "Umutsuz vakayım, değil mi?" dedim somurtarak.


Kılıcını kınına soktu ve bir elini omzuma yerleştirdi. "Aslında Azula ile yaptığın çalışmalar biraz işe yaramış. Beklediğimden daha iyi durumdasın."


"Öyle mi?" dedim heyecanla.


Başını sallayarak onayladı. "Öyle, ama benim mecliste yeterince fazla işim var. Sürekli boş vaktim olmuyor. Genelde boş vakitlerimde de öğrencileri kılıç kullanma konusunda eğitiyorum. Sana yardımcı olması için Azula ile konuşurum. Biraz isteksiz olsa da ben konuşunca sana yardım edeceğine eminim," dedi Freya. "Ayrıca bundan sonra öğrenciler nasıl muamele görüyorsa sende öyle muamele göreceksin. O ferah evinde bundan sonra kalmayacaksın. Öğrencilerin kaldığı yurtlarda kalacaksın. Onlarla her gün eğitimlere katılacaksın. Tek farkın Darius ile baş başa çalışmaya devam etmen olacak."


Duyduğum sözler beni dumura uğratmıştı. Ben yalnız yaşadığım evimden memnundum. Bir de öğrenci yurdu çıkmıştı başıma. "Ama..."


"İtiraz istemiyorum," dedi kollarını birbirine kenetleyerek Freya. "Zaten senin ne durumda olduğuna bakmak için bugün buraya geldim. Öğrencilerin temposuna uyum sağlayabileceğini düşünüyorum. Umarım beni hayal kırıklığına uğratmazsın. Ben eşyalarının kalacağın yere taşınmasını söylemiştim. Çoktan halletmişlerdir. İstersen gideceğin yere kadar sana eşlik edebilirim."


Eğitim alanının uzak bir köşesine doğru yürüdük. Saray gibi olan, ama gösterişsiz büyük bir bina vardı. İçine girdiğimizde bir sürü oda olduğunu fark ettim. Benim kalacağım oda üçüncü kattaydı. Odamın önüne durduğumuzda derin bir nefes aldım.


"Oda arkadaşınla tanışma işini senin halledebileceğini umuyorum," dedi Freya.


Kirpiklerimi kırpıştırdım. "Oda arkadaşı mı?"


"Evet," derken kapıyı tıklayıp kaçtı Freya.


"Hey, nereye..." diye seslenirken odanın kapısı açıldı. Hemen kendimi toparladım. "Merhaba... Ben Soraya."


"Kim olduğunu biliyorum," dedi kız yeşil gözleriyle beni süzerken. "Ama sanırım sende benim kim olduğumu biliyorsun?" Kahverengi saçları ve yeşil gözleriyle gözüm onu bir yerlerden ısırıyordu. O Cayena olmalıydı. Lucas bana onun öğrenci olduğundan bahsetmişti. Mecliste biz sorgulanırken o da konuşmuştu, bunu hatırlıyordum. Ayrıca devasa bir ejderhası vardı. Kasaba ejderha saldırısına uğradığında devasa ejderhasıyla kasabaya geldiğini görmüştüm. Ama çok kısa sürmüştü, çünkü hemen sonrasında bir ejderha saldırısına uğrayıp hortumla birlikte gökyüzüne uçmuştum.


Kapıda duraksadığımı görünce davetkâr bir şekilde kapıyı sonuna kadar açtı. "Akşama kadar orada durmayı mı planlıyorsun?"


İçeri girdim. 


Küçücük bir odaydı. Duvarlar soğuk bir beyazdı. İki yatak, iki komodin, bir dolap, bir lambader, bir çalışma masası ve iki sandalyeden ibaretti bu oda. Ve odanın içinde banyoya açılan başka bir kapı daha vardı. Odayı aydınlatan tek şey kocaman bir pencereydi. Bu pencerenin pervazı oldukça geniş olduğun oraya bir tane yünlü örtü ve kırlenti tüylü olan yastık koymuşlardı. Tam bir kitap okuma köşesi gibiydi.


Cayena'nın yatağını olduğu yerler sarmaşıklarla çevrelenmişti. Yatağın baza başlığındaki demirleri bile çiçek açmış sarmaşıklar sarmışlardı. Yatağındaki çarşaflar ise açık kahverengiydi. Yatağının hemen yanındaki komodinin üzerinde bir sürü saksı ve fazlasıyla çiçekler vardı.


Benim yatağımın örtüleri ise açık mavi renkti. Hemen yanındaki komodinde ufak bir fanus ve içinde de küçük bir turuncu balık vardı. Dolabı açtığımda dolabın sağ gözüne benim eşyalarımın yerleştirilmiş olduğunu gördüm. Sol kısımda ise muhtemelen Cayena'nın eşyaları vardı.


Cayena yatağına oturmuş, benim hareketlerimi inceliyordu. "Yarın sabah erken kalkmalısın," dedi birden. "Önce kahvaltı yapacağız. Sonra antrenmanlar başlayacak. Ve senin buraya alışman için yardımcı olma görevini bana verdiler."


"Buradaki öğrencilerin hepsi asker olmayı mı hedefliyor?" diye sordum.


"Hayır, hepsi değil," dedi Cayena. "Bazı öğrenciler meclisin ikiz binası olan binada normal dersleri öğrenirken, bazı öğrenciler ise eğitim alanında dövüş ve güç kullanımı konusunda uzmanlaşır." Normal derslerden kastının bizim dünyamızdaki matematik ve fizik gibi dersler olduğunu varsaydım.


"Sen ne olmak istiyorsun?"


"Ben toprak elementinin lideri olmak istiyorum," dedi kararlılıkla gözleri parıldayan Cayena. "Eğer o olmazsa da yüksek rütbeli bir komutan olabilirim."


"Güzelmiş," diye mırıldandım.


"Sen ne istiyorsun?"


"Hayatta kalmak?" dedim ve hemen ardından düşüncelerimi sesli bir şekilde söylediğimi fark edip elimi dudağımın üstüne götürdüm.


"İyiymiş," dedi gülerek.


Hava iyice karardığında Cayena erkenden uyumuştu. Dolabımdan merhem bulup yanığıma sürdüm ve balığa yem attım. Sonrasında kendimi mavi yorganımın içine bıraktım.


***


Cayena beni dürterek uyandırdı.


Güneş bile yeni doğuyordu ve benden dışarıya çıkıp koşmamı mı bekliyorlardı? Şaka gibi...


Yavaşça yataktan doğruldum. Saçlarımı önüme gelmeyecek şekilde topladım ve üstüme bana antrenmanda giymem için verdikleri kıyafetleri geçirdim. Ayakkabılarımı giyerken Cayena sıkılmış bir yüz ifadesiyle beni bekliyordu. O çoktan hazırdı.


Odadan çıkmadan önce küçük balığımın fanusuna bir yem attım ve Caye4na ile birlikte en alt kata indik. Herkes yemek almak için sıraya girmişti. Onları taklit ederek elime bir tepsi aldım ve sıra bana geldiğinde kahvaltılık tabağımı alıp masalardan biri oturdum. Cayena beni yalnız bırakarak kendi arkadaşlarının yanına gitmişti ve en azından ekmek vereceklerini ummuştum ama tabağıma koyulan kahvaltılıklarla bir bebek bile doymazdı...


Şa-ha-ne...


Kahvaltı bittiğinde bütün öğrencileri yirmişer gruplar hâlinde ayırmışlardı. Gruplar kendi aralarında koşu ve kuvvet çalışmaları yapıyorlardı. Bir süre çalıştıktan sonra herkes çadırlara ilerleyip kendisi için kör talim kılıcı aldı.


Herkesi bu sefer ikişer ikişer eşleştirdiler. Ne yazık ki benim eşim olan kişi sürekli somurtan gri gözlü, siyah saçlı Azula'ydı. O da benim gibi benimle eşleştiği için mutlu görünmüyordu.


Karşılıklı pozisyon aldığımızda "Beni neden senin gibi güçsüz biriyle eşleştirdiler ki?" diye söylendi Azula.


"Merak etme," dedim özgüvenle. "Seni hemen yenip konuşmamızı olabildiğince kısa tutacağım."


Ani çıkışım hoşuna gitmiş olacak ki güldü ve ilk darbeyi tüm kuvvetiyle savurdu. Kılıçlarımız birbiriyle buluştuğunda çınlamıştı. Darbeleri fevri ve sertti. Benden hızlıca kurtulmak ister gibi düşünmeden hareket ediyor, kılıcını rastgele savuruyordu. Adımları yere sağlam basmıyordu. Beni o kadar çok küçümsüyordu ki kazanacağına tamamen emin bir şekilde benim hareketlerime hiç dikkat etmeden sadece saldırı yapıyordu.


Savurduğum darbeyle Azula'nın kılıcı elinden düştü ve gözleri şaşkınlıkla iri iri açıldı. Tam zaferimi kutlayacakken beni bileğimden yakalayıp ufak bir hareketle kılıcımın elimden düşmesini sağlamıştı. Artık şaşkın gözlerle ona bakma sırası bendeydi.


Bir eliyle bileğimi tutarken diğer eliyle kolumu yakalayıp kolumu döndürerek beni kendi etrafımda dönmemi sağladı ve kollarımı sırtımda birleştirip beni diz çökmeye zorladı. Azula bunu yaparken koluma saplanan ağrıyla dudaklarımdan bir inilti kaçmıştı.


Azula'nın dudaklarını hazin bir sırıtış kapladığında "Ne demiştin?" diye sordu alaycı bir ses tonuyla. "Beni kısa sürede yenecek miydin?"


"Teknik olarak kısa sürdü," diye gülümsemeye çalıştım.


Sabır dilenir gibi nefes aldı ve "Bugünlük benden bu kadar," deyip uzaklaştı. Benim de burada yapacak bir şeyim kalmadığında kılıçla dövüşen öğrencilerin arasından sıyrılarak Büyük Göl'e doğru ilerledim.


Gölün yanında oturan Darius'u gördüğümde bozulan moralim hemen düzelmişti. Yanına oturduğumda Darius bakışlarını bana çevirmeden konuştu: "Öğrencilerin temposunda çalıştığın ilk günün nasıl geçiyor?"


"Yorucu," diye cevapladım.


"Birazdan öğrenciler güçlerini kullanmaya başlayacaklar. O yüzden buraya gelmen iyi oldu. Hepsi seni çiğ çiğ yerlerdi," dedi hafifçe gülümseyerek. Demek gülümseyebiliyordu diye düşündüm içimden, güzel bir gülümsemesi vardı.


"Freya öğrencilere kılıç kullanmayı öğrettiğini söylemişti. Sende su gücü olan öğrencilere güç kullanmayı öğretiyor musun?" diye sordum.


"Element Liderleri aslında birer öğretmen sayılırlar," diye cevapladı Darius.


"O zaman Lucas neden öğretmen değildi?" diye sordum. Bana güç öğretirken onun ilk öğrencisi olduğumu söylemişti Lucas.


"Lucas'a öğrenci mi emanet edilir?" dedi Darius gayet bariz bir şeymiş gibi. İlk defa gülünç bir şey söylemişti. Şimdiden aramızdaki buzların eridiğini hissedebiliyordum. Bu beni mutlu ediyordu, çünkü bu diyarda Lucas dışında kimse bana yakın davranmamıştı. Ve şu an kendimi yalnız hissetmemek en çok istediğim şeylerden sadece biriydi.


Gölden bir parça su yukarıya doğru havalandığında Darius aynısını benim de yapmam için göz ucuyla bana baktı. Sonrasında su kütlesi hızlanıp kendi etrafında bir girdap oluşturdu. Girdap yavaşça yok olduğunda bunu benim de yapabileceğimden emin değildim.


Derin nefes aldım. Tek yapmam gereken Darius'u taklit etmekti.


Gölün yanında suyu etrafımda istediğim gibi hareket ettirmeye çalışıyordum. İlk güne göre oldukça gelişmiştim. Ama Darius'a göre öğreneceğim daha çok şey vardı. Bana hatalarımı söylüyordu ve bende hatalarımı düzeltmeye çalışıyordum. Fakat bir hatamı düzeltsem de onun yerini başka bir hatayla dolduruyordum. Resmen kısır döngünün içine girmiştim.


"Odaklan," diye uyarıyordu ara sıra beni.


Çalışmamızın ortasındayken yanımıza Freya'nın geldiğini gördüğümde tüm dikkatim yerle bir olmuştu ve etrafımdaki sular çimenlere dökülmüştü. En azından çimenler sulanmıştı, diye düşündüm kendimi avutmak için.


Freya yanımıza vardığında Darius'a doğru "Şimdi sorgulanacak biri daha var, meclise bekleniyorsun," dedi.


"Bugün başka kimsenin sorgulanmayacağını sanıyordum," dedi Darius soru sorarcasına. Kafasında oturttuğu titiz planlarındaki değişiklik o ruh hatası ve düzen takıntısı olan Darius'u rahatsız etmiş olmalıydı.


"Evet, ama ani alınan bir karar oldu," dedi Freya. "Bu yüzden gelmen lazım."


"Peki kim sorgulanacak?" dedi Darius bıkkın bir nefes verip.


"Lucas."


Lucas'ın adını duyduğumda gözlerim istemsizce büyüdü. Onu görmeyeli uzun zaman olmuştu. Freya ve Darius'un konuşmasının arasına dalıp "Acaba sorgulama odasına bende gelebilir miyim?" diye sordum onları ikna etmek için tatlı, yavru köpek bakışımı yaparak. "Sonuçta Lucas ve ben sorgulanırken odada yüzlerce insan vardı öyle değil mi?"


Darius, "Sorgulamaya mecliste çalışanların ve öğrencilerin katılma hakkı var," dedi.


"Eh, teknik olarak ben de bir öğrenciyim," dedim.


İkisi de birbirine bakıp biraz tereddüt ettikten sonra "Bence gelmesinde bir sakınca yok," dedi Freya ve eğitim alanından çıkıp atına bindi. Darius ve ben de kendimiz için bir tane at alıp meclisin yolunu tuttuk.


Meclise girdiğimizde atları görevlilere teslim etmiştik. Meclise girdiğimizde dosdoğru sorgulama odasına yürüdük. Yüksek kubbeli geniş odaya adımımızı attığımız anda tüm gözler bize döndü. Darius ve Freya, Meclis Başı Alador'un yanında yerlerini alırken ben Cayena'nın yanındaki boş olan öğrencilerin oturduğu kısımda bulunan sandalyelerden birine yerleşmiştim. Cayena'yı gördüğüme gerçekten sevinmiştim.


Kapılar sonuna kadar açıldığında Lucas içeri girmişti. Sararmış teniyle oldukça hasta ve hâlsiz görünüyordu. Kolundaki "x" işaretli mührü gördüğüm anda artık yalan söyleyemeyeceğini biliyordum. Çünkü aynısını bende buraya ilk geldiğimde yaşamıştım.


Lucas'ın kollarını ve ayak bileklerini zincirler sarmalıyordu. Çevresinde yedi, sekiz tane iri yarı adam vardı. Lucas'ı en merkezdeki sorgulanacak kişinin oturduğu koltuğa yerleştirdiler. Lucas'ın kollarını sandalyenin kollarına zincirlediler. Mateus'un sarmaşıkları Lucas'ı tamamen sandalyeye bağladığında Lucas'ın kaçması artık mümkün görünmüyordu.


Onu bu hâlde görünce içim sızlamıştı.


Lucas'ın gözleri etrafı taradıktan sonra benim gözlerimle buluştuğunda keskin, kırmızı gözleri adeta beni delip geçecekmiş gibi bakıyordu. Utançla bakışlarımı onun öfkeli, kırmızı gözlerinden kaçırdım.


Meclis Başı Alador yine her zamanki gibi en başta yerini almıştı. Alador'un sağında Freya, Darius ve Roxana vardı. Solunda ise Kai, Raine ve Mateus oturuyordu.


Tüm uğultular kesilip sessizlik sağlandığında "Bence sohbetimize gözcü kulesini neden yaktığından başlayabiliriz," dedi Meclis Başı Alador.


Şu an kendimi oldukça kötü hissediyordum. Gözcü kulesini yakan bendim fakat Lucas'ın yerini söylediğim için sanki günahlarımdan arınmışım gibi benim işlediğim her suçu Lucas'a yıkmışlardı ve kimse benden hesap sormayacaktı. Çünkü benim yerime Lucas'tan hesap soracaklardı.


Buraya gelmek kesinlikle kötü bir fikirdi.


Pişmanlığı her zerremde hissediyordum.


Ama yaptığım hiçbir şeyi geri alamazdım.


Hem de hiçbirini.


"Bence benim neden gözcü kulesini araştırmak istediğim hakkında konuşmaya başlayabiliriz," dedi Lucas buz gibi soğuk bir sesle. Pürüzlü sesi canının yandığının bir göstergesiydi. Acaba Mateus'un dikenli sarmaşıkları onun canını mı yakıyordu, diye endişelenmeden edemedim.


"Bugün konuşmaya pek bir heveslisin," dedi Meclis Başı Alador gülerek. Yaptığı kinaye ve iğneleyici sözleri herkesin dikkatini çekmişti.


"Başkente ejderha saldırısının olduğu gün gözcülerin neden ve kim tarafından bayıltıldığını araştırdım," diye söze başladı Lucas. Burada bulunan herkesin dikkatini çekmeyi ve herkesi meraklandırmayı başarmıştı. "O gün başkente Eski Meclis Başı Agnes gizli gizli girecekmiş. İsyancılar onu yakalamak ve onun başkente girişini önlemek istemişler. Fakat isyancılar meclise anlaşamadığı için meclisin bu işe karışmasını istememişler ve meclisi o sırada başka bir şeyle oyalamak için gözcüleri bayıltıp ejderhaları başkent Erymna'ya salmışlar. Yine de tüm çabalarına rağmen Agnes'i yakalamayı başaramamışlar."


Lucas'ın sarf ettiği sözler herkesin sessizleşmesi için yeterliydi. Freya bile kendi düşüncelerine gömülmüş bir şekilde oturuyordu. Darius her zamanki ciddi ve sert yüz ifadesine ek olarak çatık kaşlar eklemişti. Mateus'un ne düşündüğünü anlayamıyordum, fakat herkesin aksine üzgün görünmüyordu. Raine hiçbir şekilde duygularını belli etmiyordu. Roxana ise isyancılardan biri olduğu için olsa gerek epey bir gergin görünüyordu ve omurgası yay gibi gerildiğinden dolayı sandalyede kaskatı kesilmiş bir heykel gibi oturuyordu. Kai ise herkesi teker teker inceliyordu. Herkesi inceliyor ve kimsenin dikkat etmediği detayları bulmaya çalışıyordu.


Freya birden ayağa kalktı. "Müsaade ederseniz sorgulamanın geri kalanı bizzat Meclis Başı Alador tarafından devam ettirilecektir ve seyirci hakkı yasaklanmıştır. Lütfen, herkes burayı terk etsin."


Söylediği tek cümle buydu ama bu herkesin Freya'ya itaat edip sorgulama odasını terk etmesi için yetmişti. Sorgulama odasından herkes gibi çıkarken son kez arkama dönüp Lucas'a baktım. "Özür dilerim," diye fısıldadım kendi kendime ve odadan çıktım. Şimdi geride sadece Lucas, Element Liderleri ve Meclis Başı kalmıştı.


Darius veya Freya ile konuşmak istediğim için sorgulama odasının kapısında beklemiştim. Kısa bir süre sonra Element Liderlerinin hepsi odadan bozarmış yüz ifadeleriyle çıktı. Mateus, "Alador, Lucas ile niye baş başa konuşmak istesin ki?" diye söyleniyordu. "Hem biz Element Liderleriyiz." Sonra durdu ve öfkelenerek bir çocuk gibi bağırdı. "Bizi resmen kovdular!"


Element Liderlerinin hiçbiri Mateus'a cevap vermek için ağzını açmaya tenezzül etmedi. Freya ve Darius derin bir sohbete dalmıştı, benim varlığımı fark etmeden yanımdan geçip gittiler. Roxana gıcık bakışlarıyla hiç çekinmeden beni süzdü ve gözlerini devirerek uzaklaştı. Mateus ise hâlâ söylenmeye devam ediyordu.


Raine ve Kai beni görünce duraksadı. Darius ve Freya ile konuşmak için burada beklemiştim ama daha çok ne umdum ne buldum gibi olmuştu. İkisi de kaçamak bakışlarıyla beni cendereye sokmuşlardı.


Onlarla ne konuşabilirdim ki? Derin bir nefes verdim. Bu sefer kaçışın yoktu Soraya...


"Burada durmuş neyi bekliyorsun?" dedi sorgulayıcı bakışlar eşliğinde Raine. "Çoktan gitmiş olursun diye düşünmüştüm."


"Bende aslında tam öğrenci yurduna dönüyordum..." dedim kaçmak için arkamı dönerken.


"Dur," diye seslendi arkamdan Raine. "Burada neden beklediğini sordum."


Geniş arşivimden eşsiz bir küfür ederek duraksadım ve yavaşça vücudumu tekrardan Raine'e döndüm. Raine'nin arkasında duran Kai neler olduğunu anlamaya çalışıyormuş gibi bir Raine'e bir bana bakıyordu.


"Aslında Darius veya Freya ile konuşabilirim, diye düşündüğüm için burada beklemiştim," diye itiraf ettim.


"Her fırsatta onlarla konuşmaya çalışma," diye beni azarladı Raine. "Sürekli onların peşinde dolanıyorsun, fakat onların halktan biri olmadığını anlamalısın. Tek işleri sana güç öğretmek veya senin sorularını cevaplamak değil. Ayrıca mecliste istediğin gibi vakit geçiremezsin. Sorgulama için öğrencileri dışarı çıkardık, bu kapıda bekleyebileceğin ya da burada takılabileceğin anlamına gelmez. Bundan sonra kafana göre iş yapma, sadece sana verilen talimatlara uy. Bir Element Lideriyle konuşmak istiyorsan da görüşme ayarlamak için müsait zamanları bekle, tabii konuşman gereken önemli bir şey varsa."


Cevap vermeme fırsat vermeden sert adımlarla uzaklaştı ve kendi çalışma odasına girip kapıyı örttü. Sıkıntıyla iç çektiğimi gören Kai gülümsedi. "Buraya alışmakta zorlanıyor gibi görünüyorsun."


Kai buz elementinin yeni lideriydi.


Kai'nin benim üzerimdeki izlenimi hemen hemen doğru sayılırdı. "İnsanları incelemeyi seviyorsun?" dedim bende kendi düşüncelerimi söyleyerek.


"Kısmen..." diye gülümsedi utangaç bir şekilde Kai.


Tam ağzımı açıp konuşmaya devam edecekken omzuma dokunan el buna engel oldu. "Meclis Başı seni çağırıyor." Duyduğum ses Azura'ya aitti. Babasına "Meclis Başı" diye hitap etmesi garip gelse de umursamadım.


"Beni mi, şimdi mi?" dedim şaşkınlıkla. Ben ne kadar şaşırdıysam Kai'de o kadar şaşırmıştı.


"Evet," diye onayladı beni Azura yeşil gözleriyle beni süzerken. Sarı saçlarını tek omzunun üzerine toplamıştı. "Sorgulama odasında seni bekliyor."


Yutkundum. Koridorun sonundaki çift kanatlı kapıya yöneldim ve tekini hafifçe aralayıp içeri girdim. Devasa büyüklükteki odada yalnızca Meclis Başı Alador ve Lucas vardı. İçeri girdiğimde ikisinin de gözleri bana dönmüştü. Alador sevecen bir şekilde gülümseyerek bakarken gözlerinin kenarındaki kırışıklar normalinin aksine daha da belirginleşmişti. Lucas ise kaşlarını çatmıştı ama bakışları hissizdi.


Alador ihtişamlı sandalyesinde oturmak yerine Lucas'ın tam karşısında ayakta dikilmeyi tercih etmişti. Lucas'ın bedenini sarmaşıklar terk etmiş olsa da kollarındaki zincirler ve "x" işaretli mührü hâlâ duruyordu. Lucas'ın bir mahkûm belli edercesine bana göz kırpıyorlardı.


"Bu kadar çabuk geleceğini düşünmemiştim," dedi Alador gülerek. "Sana birkaç önemli konudan bahsetmek için seni buraya çağırdım."


Hiçbir şeyden haberim olmadığı için anlamayarak ona baktım. Aynı zamanda mahcup bakışlarımı Lucas'tan saklamaya çalışıyordum. Ancak Lucas beni çoktan göz hapsine almıştı ve bu oldukça rahatsız ediciydi. Yine de onu yok saydım.


"Lucas'ın gizli görevi tüm asillere ulaşmaktı. Bunun gizli olmasının sebebi ise meclisteki herkese bunu duyurmanın tehlikeli olacağıydı."


"O zaman neden bana bunu anlatıyorsun?"


"Bir asilin gücünün çalınacağını bile bile gidip de Agnes'e yardım edeceğini sanmam. Agnes senin en çok korkman gereken kişiyken neden ona yardım edesin ki?" dedi düşüncelerini kuvvetlendirmek için soru sorarak. "Bu yüzden bunları sana söylemekte bir sakınca göremiyorum."


Lucas, Meclis Başı Alador'a benim su asili olduğumu yumurtlamış mıydı? Bu kadar çabuk mu? Kaşlarımı çatarak Lucas'a baktım. Sinirli bakışlarıma verdiği tek cevap sende benim yerimi onlara söyledin, yani ödeştik der gibi omuz silkmek oldu.


Önce Lucas'a sonra bana bakarak "Tüm asilleri bulup onları koruma görevi Lucas'taydı. Ve bu göreve artık sende dahilsin Soraya. Sen de Lucas ile birlikte kalan son buz asilini bulup buraya getireceksiniz. Ama bu görev hâlâ gizli bir görev olarak kalacak," dedi Meclis Başı Alador her şeyi tane tane açıklarken. "Çünkü bu gözcülerin hepsinin bayıltılması büyük bir olay ve bunu herkes elini kolunu sallaya sallaya yapamaz. Nedense bu olayın ardında sadece isyancıların olduğunu düşünmüyorum. İsyancıların çoktan meclisin içine sızmayı başardığını düşünüyorum. Artık meclisteki kimseye, Element Liderlerine bile güvenemem."


İçimden Roxana'yı düşündüm. Onun sırrı ortaya çıkmak üzereydi. Ve Kiran'ı düşündüm. Meclis Başı Alador bunun gizli görev olduğunu söylemesine rağmen Kiran en başından beri her şeyi biliyordu. Belki de Lucas'ın çok yakın bir arkadaşıdır, diye düşündüm.


Lucas'ın bu durumdan memnun olmaması yüz ifadesinden belli oluyordu. Bense Edwin gibi bir keçiyi nasıl buraya getireceğimizi düşünüp kendi kendime dert yanıyordum.


"Lucas artık buz elementinin lideri olmayacak mı?" diye sordum.


Lucas bu soruma karşılık olarak histerik bir şekilde kahkaha atmıştı. Onu ve rahatsız edici bakışlarını yok saydım.


"Element Lider'lerinin bir haysiyeti ve itibarı vardır Soraya," dedi Meclis Başı Alador. "Ne kadar güvenilir ve iyi biri olursan ol halkın gözünde bir onurun yoksa bu görevi elde edemezsin. Aynı şekilde element liderlerinin ismini kirletirsen bu görevden alınırsın."


Bu cümlelerden sonra sessizlik ve sükûnete bürünmüştüm.


"O zaman görevin detaylarını kendi aranızda konuşmanız için sizi yalnız bırakıyorum," dedi Meclis Başı Alador. "Yakala."


Ben ne olduğunu anlamadan Alador elindeki anahtarları bana doğru fırlattı. Anahtarları yere düşmeden yakalamayı başarmıştım, ama bu anahtarlarla ne yapacağımı çözememiştim. Meclis Başı Alador burayı terk etmesine rağmen ben etrafıma bakınıyor ve bu anahtarlarla ne yapacağımı çözmeye çalışıyordum.


Lucas sıkılmış bir şekilde derin bir nefes aldı. "Beni çözmeyi düşünmüyor musun?" Kollarını ve ayaklarını saran zincirleri sallayarak kulak tırmalayıcı bir ses çıkardı.


Ah, demek anahtarlar Lucas'ın tekrardan özgürlüğüne kavuşabilmesi içindi.


Mateus'un sarmaşıkları Mateus sorgulama odasından çıktıktan sonra Lucas'ı rahat bırakmış olmalıydı. Ama sarmaşıkların altında bir de zincirlerin olduğunu nereden bilebilirdim?


Lucas yorgun bir ifadeyle sandalyesine iyice yaslandı. Lucas'ın önünde tek dizimin üzerine çöküp ayaklarını sımsıkı saran zincirleri anahtarla çözdüm. Sonrasında ayağa kalkıp Lucas'ın üzerine doğru eğildim ve sol kolunu sandalyeye bağlayan zincire uzandım.


Lucas'ın sol koluna bağlı olan zinciri elimdeki anahtarla açtığımda Lucas, elimdeki anahtarı bir çırpıda alıp "Gerisini ben hallederim," deyip sol eliyle sağ elindeki zinciri açmaya çalıştı. Tek eliyle anahtarı yuvasına sokmakta zorlansa da kendi başına halletmişti. Rahatlayarak ayağa kalktı ve arkasını dönüp yürümeye başladı.


"Hey!" diye seslendim durması için. Onunla konuşmaya hevesli olmasam da zorundaydım. "Buz asiliyle ilgili ne yapacağımızı konuşmamız gerekmiyor mu?"


Hiç durmadan yürümeye devam etti ve bana bakma gereği duymadan konuştu. "Gerçekten seninle iş birliği yapacağımı mı düşündün?" diye geçiştirdi beni. Fakat vurgusu öylesine net çıkmıştı ki bir an için onun düşüncelerini değiştiremeyeceğimi düşündüm.


Onun dirseğini sıkıca kavrayarak onu durdurdum. "Evet, öyle düşündüm," dedim dudaklarımı birbirine bastırarak.


Benden tiksinircesine kolunu elimden kurtardı ve "Yine bir şeyleri yanlış düşünüyorsun," dedi kırmızı gözlerini siyah gözlerime sabitleyerek.


"Benim hakkımda ne düşündüğün umurumda değil, ama sonuç olarak bu benim de içinde olduğum bir görev. Beni bu şekilde dışarıda bırakamazsın," dedim.


"Umurunda değil öyle mi?" dedi neredeyse kızarak. Vücudu sinirden kasılmış ve çenesi gerilmişti. Şu an taşı sıksa suyunu çıkarabilirdi.


Tepkisi beni ürküttüğü için bir adım geri çekilmiştim. "Evet, öyle." Olabildiğinde korkusuz ve kendimden emin görünmeye çalışıyordum. Bakışlarımı sinirle ona dikmiştim ama beni delip geçen kırmızı gözleri öfkeyle bana baktığı için bir süre sonra gözlerimi kaçırmak orunda kalmıştım.


"Ayrıca baban ile arandaki sorun her neyse beni buna karıştırma," diye çıkıştım bir anda.


Şaşırmış bir şekilde gözleri fal taşı gibi iri iri açıldı. "Babam mı?"


İrkilmiştim ama gözlerimi kaçırmadan "Evet, şu an ne kadar mantıksız davrandığının farkında mısın?" dedim. Tüylerimi diken diken eden irite edici bir his bedenimi sarmaladı. Bu hissi anlatmak için kelimeler kifayetsiz kalıyordu.


Dediklerimi duymuyormuş gibi bana bakmaya devam ediyordu. Bana doğru birkaç adım atıp sinirle soluyarak sordu. "Ne saçmalıyorsun sen?"


Kesinlikle bir sorun vardı. Onun damarına söylediğim hangi sözün bastığını bilmiyordum ama kesinlikle şu an delirmiş gibi görünüyordu. "Meclis Başı Alador senin baban değil mi?" dedim onun neden böyle davrandığını anlamayarak.


Sanki bu işten hemen sıyrılıp kurtulmak istiyormuş gibi "Sana haber yollarım," diye kestirip attı ve kısa bir süreliğine gözlerinden ihtiyatlı bir ifade geçse de arkasını dönüp şimşek hızıyla kapıdan çıkıp gitti.


Lucas öfkesini benden değil de başka birinden ya da bir şeyden çıkarmaya giderken bende öfkeleniyordum. O arkasını dönüp giderken "İyi, yine her zamanki gibi bana hiçbir şey anlatma," dedim. Benim dediklerimi duysa da cevap vermeye dahi yeltenmeden yürümeye devam etti.


***


Bölüm hakkındaki düşünceleriniz neler?


Roxana'yı seviyor musunuz?


En sevdiğiniz karakter hangisi?


Darius mu Lucas mı?


Bölümün sonundaki tartışma da Soraya mı haklı Lucas mı?


En sevmediğiniz karakter hangisi?


Hikaye'de anlamadığınız veya anlamakta zorlandığınız bir şey var mı?


Sizce hikayenin devamında neler olacak? Teorileriniz neler?


Bir dahaki bölümde görüşürüzz🤍

Loading...
0%