@ejderhacik
|
Keyifli okumalar dilerim... Yıldızımızı parlatmayı unutmayın. *** Gece boyunca düşünmekten uyuyamamıştım. Lucas benim su asili olduğumu söylemişti ve ayrıca gözcülerin bayıltılmasının nedenini anlatmıştı. Bu durum Roxana'yı da beni de zor duruma sokmuştu. Artık meclisteki herkes meclisin içinde isyancılardan birinin olduğundan şüpheleniyordu. Ve benim gücümün çalınmasının tehlikesi artmıştı. Artık gücümün Agnes tarafından çalınması an meselesiydi. Lucas belki de eskisi gibi benim güvenliğimi ve gücümün çalınıp çalınmamasını umursamıyordu. Bunu düşündükçe midem kasılıyor, boğazıma yutamadığım bir yumru oturuyordu. Neyse ki bunu tüm meclisin önünde söylememeyi akıl etmişti ve sadece Meclis Başı Alador'a söylemişti. Alador'a güvenmesem de zamanı geriye alamaz veya onun hafızasını silemezdim. Belki de sadece kaderime boyun eğmeliydim. Şu anda benim minik sırrımı bilen üç kişi vardı: Kiran, Meclis Başı Alador ve Lucas. Bir de ben. "Soraya hadi uyan! Bize kahvaltıda yemek kalmayacak senin yüzünden. Antrenmana senin yüzünden aç karınla katılmak istemiyorum," dedi Cayena beni omuzlarımda tutmuş bir pozisyonda sarsarken. "Zaten gece boyunca uyuyamadım. Biraz uyumak hakkım değil mi?" diye söylendim. "Çok uykum var..." "Cezaya kalmak istiyorsan sen bilirsin," dedi Cayena ve yorganı üzerimden hızlıca çekti. "Hadi, kalk şu yataktan artık!" "Öff, be!" diye hayıflanarak yumuşacık yatağımdan kalktım ve yorganımı Cayena'dan geri alıp yatağımı düzelttim. Banyoya yürüyüp elimi yüzümü yıkadım ve hızlıca üzerime bir şeyler geçirdim. Sonunda hazırlandığımda Cayena'yı odada bulamadım. Sanırım beni beklemeden gitmişti. Merdivenleri ikişer ikişer zıplayarak indim. En alt kata vardığımda kahvaltıya yetişmeyi başardığım için gülümsedim ve kendime hemen bir tane tepsi kapıp kahvaltımı aldım. Cayena'yı Azura ile birlikte otururken gördüğümde boş sandalyeyi çekip yerleştim. Onlar çoktan tabaklarını bitirmiş, sohbet ediyorlardı. "Günaydın," diye gülümsedi Azura. "Günaydın." Ben kahvaltımı hızlı hızlı yemeye başladım, çünkü hızlı olamazsam idmana yetişemeyecektim. Sonunda bitirdiğimde Cayena ve Azura ile birlikte eğitim alanına doğru yürüdük. Isınma hareketleri, koşu falan derken epey bir zaman geçmişti. Sonrasında Freya herkesi bir sıraya soktu. Yanında diğer Element Liderlerinden birkaçı vardı. Anlaşılan bugün başka bir şey yapacaktık. Merakla beklerken Azura kulağıma doğru fısıldadı: "Mor gözlüler kılıç eğitimine devam edecek. Biz ise güçlerimizi kullanarak dövüşeceğiz." Herkes sıraya girdi. Sıranın en sonundaydım. Tüm öğrenciler dövüşü bittikçe kılıç kullanmak için bu alandan uzaklaşıyordu ve gitgide sayımız azalıyordu. Sıra bana yaklaştıkça midem düğüm düğüm oluyor, kalp atışlarım hızlanıyordu. Sakinleşmeye çalıştım. Keza sakinleşmek yerine her geçen saniye daha da tedirgin oluyordum. Nihayet sıra bana geldiğinde geniş, devasa, kum alana adımımı attım. Bu alanın hemen yanında Büyük Göl vardı. Bu iyiydi, çünkü ben gücümü yeni yeni öğrenmeye başladığım için suyu zihnimde oluşturamıyordum, yalnızca zaten var olan bir su kütlesini kontrol edebiliyordum. Alanın dışında Element Liderlerinden Freya, Darius ve Mateus vardı. Sıranın en sonunda olduğum için burada başka öğrenciler kalmamıştı. Eğer burada başka öğrenciler de olsaydı ben rezil olurken seyircilerimizin olması pek de hoşuma gitmezdi. Cayena'da tam karşımda yuvarlak alana girdiğinde hırslı görünüyordu. Sırtını dikleştirerek sağlam adımlarla alanın ortasına yakın bir noktaya doğru yürüdü. Freya başlamamız için düdük öttürdüğünde kalbim küt küt atıyordu. Yanımızdaki Büyük Göle odaklanıp büyük bir su kütlesini gölden ayırmayı başardım. Su kütlesini Cayena'ya doğru yaklaştırırken aslında amacım devasa bir dalgayla Cayena'yı yerle bir etmekti, ancak su kütlesi sadece kocaman bir su baloncuğuymuş gibi havada süzülüyordu. Su kütlesi Cayena'ya doğru yavaşça ilerlerken ayağım altındaki kumun kaymasıyla yer sarsıldı ve odağımı kaybettim. Su kütlesi hedefime ulaşamadan balon patlamış gibi yere döküldü. Toparlanmama fırsat kalmadan yer bir kez daha sarsıldığında sendeleyip geriye doğru düştüm. "Zihnini boşalt Soraya." Freya'nın gür sesi kulaklarıma dolduğunda bunun bir uyarı olduğunu anlamıştım. Yerden güç alarak tekrardan ayağa kalktım. Suya yeniden odaklanmayı denedim ama bu oldukça zordu. Cayena'nın sarmaşıkları bana saldırmak için üzerime doğru gelirken sırtıma yerleştirmiş olduğum bir çift kılıcı kollarımı geriye atarak hızla çektim. Kılıçların keskin sesi kulaklarıma dolduğunda iki elimde duran uzun ve keskin kılıçları sarmaşıklara doğru savurup sarmaşıkların hepsini doğradım. Sarmaşıkların ardı kesilmiyordu. Ben kestikçe sürekli yenileri geliyordu. Sarmaşıkları savuştururken bir yandan da geri geri gidiyordum. İki yanımdan da sarmaşıklar geldiğinde kılıçlarımı önümde çaprazladım ve ikisini de yay çizerek hafif eğimle aşağı doğru savurdum. Bunu o kadar hızlı yapmıştım ki adeta havayı kesmişim gibi bir rüzgâr uğultusu doldu kulaklarıma. Cayena'nın sarmaşıklarından biri beni arkamdan gafil avlayıp kılıç tutan kollarımdan biri yakaladı. Diğer elimdeki kılıçla kendimi dikenli sarmaşıklardan kurtardım. Sinirle Cayena'ya baktığımda o da bana aynı şekilde bakıyordu. Tek farkımız ise o kazanmak istiyordu, bense rezil olmamak. Devasa kalınlıktaki sarmaşıkların arasından Cayena'ya doğru koşmaya başladım. Sarmaşıkların arasından sıyrıla sıyrıla ilerliyordum. Bir sarmaşık önümü kestiğinde elim kadar büyük ve kalın olan dikenini kavrayıp kendimi yukarıya çektim ve ayağımı yanındaki başka bir sarmaşığa basıp ondan destek aldım. Tuttuğum diken elimi kesse de kendimi yukarı çekmeyi başardığımda sarmaşığın üzerine zıpladım. Yerden birkaç metre yukarıdaydım. Sarmaşığın üzerinde Cayena'ya doğru koştum. Sonrasında kılıcımı havaya kaldırıp Cayena'ya doğru sıçradım. Her şey ağır çekimde gibiydi. Ben yere doğru hızla düşerken birkaç saniye içinde keskin kılıcım Cayena'nın omzuyla buluşacaktı. Gözlerimi sımsıkı kapattım. Ama bir sorun vardı. Bir dalga sertçe bana çarptığında buna hazırlıksız yakalanmıştım. Hızla bana çarpan dalga beni köşeye kadar savurdu ve yere sertçe çarpmama sebep oldu. Buz gibi su beni ıslatıp hızla ilerlediğinde kılıçlarımı da beraberinde götürmüştü. Şimdi hem sırılsıklamdım hem de üşüyordum. Neler olduğunu anlamaya çalışırken dalgayı yöneten Darius ile göz göze geldim. Siyah gözleri ne düşündüğü hakkında en ufak bir açık vermiyordu her zamanki gibi. "Kılıcını bırak ve kendini korumak için suyu kullan," diye seslendi Freya. "Bu güçlerinizi kullanman gereken bir dövüş. Kılıçlarınızı kullanmaya yeltenmeniz durumunda buna engel olacağıma emin olabilirsiniz," diye devam etti Darius. Mateus ise sırılsıklam hâlime bu durumdan oldukça zevk alıyormuş gibi sırıtarak bakıyordu. Ona sırıtarak bana bakmaması için ters bir bakış attım ve onu yok saymaya karar vererek önüme döndüm. Mateus'un varlığı moralimi bozmaktan başka bir işe yaramıyordu. Sarmaşıklar bacaklarıma dolanıp vücuduma doğru ilerledi. Sonunda tüm vücudumu kapladığında kıpırdayamıyordum. Ve birden yer yüzüyle bağımın kesildiğini hissettim. Cayena'nın sarmaşıkları beni havaya kaldırmıştı. Vücudumu sıkan sarmaşıklar canımı yakmaya başladığında bir umut Darius'a baktım. Darius, Freya'ya doğru bir şeyler fısıldadığında Freya bir kez daha düdük öttürdü ve Cayena'nın sarmaşıkları beni nazikçe yere bıraktı. Cayena, Mateus'un yanına ilerlerken bense Darius'a ve Freya'ya doğru adımladım. Freya bir elini omzuma yerleştirdi ve "Cayena profesyonel bir savaşçı. Senden kimse kazanmanı beklemiyordu. Ama yine de kılıç kullanmakta kendini geliştirdiğini itiraf etmem gerek sanırım," diyerek beni teselli etti. Freya, Cayena ile de konuşmak için yanımızdan ayrıldığında Darius ile baş başa kalmıştık. O gıcık kafasının içinde ne düşündüğünü anlamak için Darius'a uzun uzun baktım. Yüz ifadesi o kadar tepkisizdi ki ne düşündüğü asla anlaşılmıyordu. Mataramdan birkaç yudum su içtim. Cayena çoktan Mateus ile eğitim alanından birlikte gitmişti. Şimdi onun yerine sahaya Azula çıkmıştı. Hava elementinin lideri olan Raine'de Darius'un yanında yerini almıştı. Bu kadar mola yeterliydi. Artık benim de sahaya girmemin zamanı gelmişti. Sahaya doğru yürürken Darius ardımdan sessizce birkaç kelime mırıldandı: "Odaklanmaya çalış, başaracağını biliyorum." Sahada Azula ile karşı karşıya geldiğimde onun koyu gri gözlerinden hava elementine sahip olduğunu anlayabiliyordum. Azula beklemeye takati yokmuş gibi hemen sabırsızca ilk saldırıyı yaptı. Havayı kontrol ederek ayaklarımı yerden kestiğinde havada öylece asılı kalmıştım. Ben yüksekten korkuyordum! Sakinleşip suya odaklandığımda büyük su kütlesi oluşturmayı başarmıştım. Azula sol eliyle hala beni havada tutarken sağ elini havaya kaldırdığında elinde toplanan mor ışığın yıldırım enerjisinin oluştuğunu görebiliyordum. Ama hava elementine sahip olanların yıldırımı da kontrol edebildiğini bilmiyordum. Bunu düşünmeye pek fırsatım kalmadan Azula sağ elini bana doğru uzattığında elindeki mor yıldırım enerjisi bana doğru hızla geliyordu. Refleks olarak kontrol ettiğim su kütlesini kalkan olarak kullanıp önüme getirmiştim. Azula'nın bana gönderdiği yıldırım benim kontrol ettiğim su kütlesiyle buluşunca küçük bir enerji patlaması oluştu. Benim havada asılı kalmama sebep olan Azula ile beni ayıran su kalkanı yüzünden Azula üzerimdeki kontrolünü kaybettiği için artık beni havada tutan bir rüzgâr gücü yoktu. Yere düşerken beni yakalayan bir su kütlesi hayal ettim. Ya da umut ettim. Sertçe yere çarpmayı ve canımın yanmasını beklerken yumuşak bir şeyin içine daldığımda yere düşmekten son anda kurtulmuştum. Suyun içinde nefesimi tutarken Darius'un bakışlarını hissedebiliyordum. Beni yere son anda çarpmaktan kurtaran kişi Darius'tu. Sürekli bir ağabey gibi arkamda durup beni kollaması güven vericiydi. Artık birilerinden kaçmama gerek yoktu. Şu anda güvenli sulardaydım. Beni üşütüp öldürmeyecek kadar ılık ve dibinde bulunan kayalara çarpmayacağım kadar derindi. Nefesim tükenmeye başladığında su kütlesi beni yavaşça yere bıraktı. Darius da artık suyu kontrol etmeyi bırakmış, su kütlesini sahanın ortasından yok etmişti. Yerden destek alıp yeniden ayağa kalktığımda Azula bana yeniden saldırmak için hazırlanıyordu. Azula soluklanmam için ufacık bir fırsat bile bırakmadan bana şiddetli bir fırtına dalgası gönderdiğinde ne yapacağımı bilemeyip şiddetli rüzgarlar saçlarımı savururken olduğum yerde donakalmıştım. Azula'nın az önceki saldırısını zar zor engelleyebilmişken ve güçlerimi daha doğru düzgün kullanamıyorken bunu nasıl durduracağımı düşünüyordum. Aklıma kendimi korumak için bir şeyler gelse bile şu an olduğum yerde kitlenip kaldığım için düşüncelerimin hiçbirini somutlaştıramıyordum. Freya ne durumda olduğumu anlamış olacak ki düdüğünü öttürdüğünde Azula şiddetli fırtınasını yok etmişti. Bense hâlâ daha deminki olayın etkisinden çıkamamıştım. Raine'nin gururlu bakışları Azula'nın üzerinde dolanırken Azula'ya eksiklerini ve yaptığı hataları anlatıyordu. Darius'un yanına gittim ve biraz daha su içtim. En azından kendimi şöyle avutabilirdim: Bu sıcak havada buz gibi suyla ıslanmış ve ferahlamıştım. Darius'a doğru dönüp "Orada öylece donakaldım. Hiçbir şey yapamadım," dedim umutsuzlukla. "Savaş anında sakin kalıp mantıklı düşünmelisin. Ama yine de bu senin ilk deneyimindi. Her şeye rağmen iyiydin," diye teselli etti beni. Darius'tan bana karşı böyle şefkat dolu sözler beklemezdim. "Elbette iyiydim, çünkü sen beni korumak için müdahale ettin," dedim sıkıntıyla. "İki tarafında hasar almaması için her dövüşte dışarıdan müdahale olur," dedi Darius. "Ama aynısını gerçek bir savaş için söyleyemem." "Ne savaşı?" "Bunun çok seni ilgilendirdiğini sanmıyorum," dedi Darius. "Arcadia'nın kendi içinde bölünmeler ve sıkıntılar olduğu gibi dışarıdaki hükümdarlıklarla da sıkıntılar yaşanıyor. Savaş kapıda. Ama her şeyden önce iç sıkıntıları halletmeliyiz. Eski Meclis Başı Agnes ve İsyancılar mesela." Sıkıntıyla ofladım. "Yurda geri dönsem iyi olur." "Odana mı gideceksin?" "Evet, bugün çok yoruldum." Düşünmek için duraksadı. Sanki ne söyleyeceğini bilemiyormuş gibi davranıyordu. "İstersen daha sessiz sakin bir yere gidebiliriz." "Gidebiliriz? İkimiz mi?" Başını onaylayarak tatlı tatlı salladı. Onun bu tatlı ve çocuksu hâline kahkaha atmıştım. O ise utanmış gibi elini ensesine götürüp ensesini kaşıdı ve gözlerin kaçırıyordu. Ne kadar yorgun olsam da onun bu tatlı hallerini görmeyi kaçırmak istemediğim için teklifini reddedemezdim. "Olur, nereye gidiyoruz?" Kabul ettiğimi duyunca Darius'un yüzünde küçük ama huzurlu bir gülümseme peyda oldu. Ve ben bu manzarayı seyretmeye doyamadım. "Gideceğimiz yer Saklı Göl." *** Geldiğimiz yer Kayıp Mağaralar'ın olduğu bölgedeki iki dağın arasından akan bir şelalenin yanındaydı. Yemyeşil ağaçların içindeki bu Saklı Göl'e dökülen şelalenin çıkardığı şırıl şırıl ses içimi huzurla doldururken gölün yakınına, çimenlerin üstüne oturduk. Bir yanımızdan şelalenin sesi öbür yanımızdan kuş cıvıltıları geliyordu. Ağaçların gölgelerinden dolayı güneş bize erişemiyor, yalnızca minik ışık hüzmeleri gönderebiliyordu. Altında bulunduğumuz salkım söğüt ağacının gölgesinde hiçbir yerde bulamayacağınız ferahlık ve huzur vardı. Darius bana bu şelalenin döküldüğü gölün ağaçların ve dağların arasında gizli olduğu için isminin Saklı Göl olduğunu söylemişti. Dediğine göre burayı bilen çok az sayıda insan varmış. Burada hiç insan görmememde Darius'un bu dediğini onaylıyordu. Çantadan sandviçlerimizi çıkardığımızda piknik yapmayı ne kadar özlediğimi fark ettim. Sonra Darius'a baktım. O da meclisin o kaotik ortamından uzaklaştığı için rahatlamış olmalıydı. Onun gözleri benimle buluşana kadar gülümsediğimi fark etmemiştim. Sandviçim bittiğinde çimenlerin üzerine uzandım. Darius ise yanımda oturuyordu. "İlk tanıştığımızda senin çok sıkıcı ve duygusuz biri olduğunu düşünmüştüm," diye itiraf ettim. Bunu dediğime kendim bile şaşırmıştım. "Ayrıca acımasız ve ciddi." Gülümsemesi bir anda soldu ama bunu gizlemeye çalıştığı barizdi. Kendimi toparlamayı başardığında çarpık bir şekilde gülümsedi. "Doğru düşünmüşsün." Güldüm. "Ama şu an hiç duygusuz ve sıkıcıymış gibi görünmüyorsun." "Nasıl görünüyorum?" Biraz düşündüm ve elimle gölü işaret ettim. "Göl gibi." Durgun, sessiz ve sakin bir göl gibiydi. Gerçek benliği ağaçların arasında gizli, kimsenin bilmediği. Ruhu durgun ve dingin. Ama onu hareketlendiren bir şelaleye ihtiyacı vardı, onu mutlu edecek ve hayatına renk katacak birine. "Göl gibi mi?" diye sordu, muhtemelen dediğim şeyi saçma bularak. Elbette hiçbir şey anlamamıştı. Ama ben düşüncelerimi ona açıklamak istemiyordum. "Çocukken de böyle miydin?" Onun komik bir taklidini yapmak için kaşlarımı çattım. Yaptığım taklide kendi kendime güldüm. Sonrasında bir şeyleri hatırlamaya çalışıyormuş gibi derin bir nefes aldı. Yanıma yani çimenlerin üzerine uzandığında konuşmaya başladı. "Çocukken bir kız kardeşim vardı." Bu konu ilgimi çektiği için ağaç dallarını seyretmek yerine başımı çevirip Darius'a baktım ve yattığım yerde ona daha rahat bakabilmek için yan döndüm. Yüzünün yarısını görebiliyordum ve yüzünde acı bir ifade vardı. Siyah ve donuk gözleri cansız bakışlar eşliğinde ağaç dallarında seken kuşlarda ve sincaplarda geziyordu. Siyah saçları kısaydı ama alnını örtebilecek kadar uzun sayılırdı. Aralara karışmış mavi tutamlar resmen parlıyordu. "İsmi Lily'di." Bunu söylediğinde az önce donuk bakan gözleri parıl parıl parlamıştı. "Ona uçurtma yapardım. Uçurtmaları çok sever ve onları seyrederken kendini özgür hissettiğini söylerdi." O da benim gibi bana doğru dönerek yüzünü tamamen görmemi sağladı. Gözünden bir yaş düşüp çimenlere karıştığında gözlerini sımsıkı yumdu. Elimi göz yaşını silmek için yüzüne doğru uzattım ama tereddüt ettiğim için durdum. Bunu yapmam doğru olur muydu ki, diye düşünmeden edemedim. Darius yavaşça gözlerini açtığında yüzünün dibinde olan elimle karşılaşınca bir anlığına korksa da bir şey söylemedi. İşaret parmağımla gözünün altını ıslatan gözyaşını sildim. Ben onun gözyaşını silerken siyah gözlerini gözlerime sabitlemişti ama hiç sesi çıkmıyordu. Bundan rahatsız mı olmuştu yoksa hoşuna mı gitmişti çözememiştim ama bir şey demediği için onun hareketlerini olumlu olarak yorumladım. Elimi kendime doğru çekip iki elimi de yastık olarak başımın altına koydum ve Darius'un anlatmaya devam etmesini bekledim. "Lily, Lucas ve ben sürekli üçümüz birlikte oyunlar oynardık. Çocukken hep birbirimizin sırdaşı olmuşuzdur." "Lucas mı?" Buna şaşırmıştım. "Çocukken yakın arkadaştınız demek ha... Ama şu anda Lucas ile hiç birbirinizi seviyormuş gibi davranmıyorsunuz." "Lily öldükten sonra Lucas ile hiç eskisi gibi olamadık." Darius bunu birden pat diye söylediğinde karnıma sert bir yumruk yemişim gibi hissetmiştim. "Aramıza bir tür mesafe girdi. Belki de en başından beri bizi bir arada tutan da Lily'di." "Şey..." dedim kararsızlıkla. Lily'nin nasıl öldüğünü sorabilir miydim bilmiyorum. "Acaba..." "Sormaktan çekinmene gerek yok," dedi neredeyse fısıldayarak. Sesi kesik kesik ve boğuk çıkıyordu. "Lily ve Lucas öğrenciydi o zamanlar. Bense Element Lideri oluşumun ilk yılındaydım ve o zamanlar yeni olduğum için çok fazla çalışırdım. Lily bir gün acil bir şey söylemesi gerekiyormuş gibi yanıma koşmuştu. Ama ben işimin olduğunu ve onunla o an konuşamayacağımı söylemiştim. Yarım saat sonra bir ejderha saldırısı oldu ve bana Lily'nin ejderha saldırısında öldüğünü söylediler." Nefes almakta zorluk çekiyormuş gibi yüzünü buruşturdu. "Lucas bu haberi aldığında deliye dönmüştü. Her şeyin benim suçum olduğunu söylemişti. Bazen hâlâ Lily'nin o gün bana ne söyleyeceğini merak ederim. Ve..." Bunu sesli söyleyemeye cesareti olmasa da ne diyeceğini anlamıştım. Ve kendimi suçlarım... Eğer sesi kesilmeseydi aynen böyle diyecekti. Olayları az çok anlayabiliyordum. Darius o gün Lily ile konuşmadığı için pişmanlık duyarken bir teselliye ihtiyacı vardı. Lucas ise onu teselli etmek yerine tüm suçu Darius'un başına yıkmıştı. Darius'un bu yük altında nasıl ezildiğini düşündükçe kalbim sıkıştı. İkisi de üzgün olmalıydı. İkisi de sinirli olmalıydı. Ve ikisi de kendince haklıydı. "Lucas'a kızgın olmalısın." Çimenlerin üzerine doğrulduğunda oturur pozisyona geçmişti, bende onu taklit ettim ve pantolonumu sıvayıp ayaklarımı gölge uzattım. Buz gibi su tenime çarptığında içim titremişti. "Lucas zor bir çocuklu geçirdi. Aslında özünde iyi biri." "Ama onun iyi biri olması ona sinirli olmaya hakkın olmadığı anlamına gelmez," dedim. Ruhuma bir ağırlık çökmüştü. Kendimi oldukça sakin ve dingin hissediyordum. Uzun uzun bana baktı. Siyah gözleri alaca bir hâl almıştı. Karanlık ve engin okyanusları anımsatıyor, beni daha da derinlere çekiyordu. Anlaşılmaya belki de en çok ihtiyacı olan kişi oydu. Bir süre düşündü ve ne kadar haklı olduğumu gördü. Bir süre daha düşündü ve bana derin derin baktıkça onu ne kadar iyi anladığımı gördü. Anlaşıldığını gördü. Ve eğer ben halüsinasyon görmüyorsam yüzünde bir tebessüm oluştu. "Lucas zor bir çocukluk geçirdi derken neyi kastettiğini anlamadım. Onunla vakit geçirdiğim zamanlarda gayet neşeli ve hatta biraz da olayları ciddiye almayan biri. Gamsız ve vurdumduymaz," dedim. Bu konuyu irdelemeye kararlıydım. "Lucas'a hep onun ağabeyi gibi davranmaya çalıştım, o bunu her ne kadar anlamak istemese de. Lucas daha sekiz yaşındayken ateş gücü eski Meclis Başı Agnes tarafından çalındı," diye açıkladı Darius. Bu söylediklerine şaşırmamıştım. Sadece kırılmıştım. Bu açıklama Lucas'ın neden kırmızı gözlü olup ateş gücünün olmadığını açıklıyordu. Demek ki ateş asili Lucas'tı. Fakat bana bundan neden daha önce bahsetmemişti. Belki de birlikte geçirdiğimiz tüm o güzel zamanların hiçbirinde bana güvenmiyordu... "O zamanlar Lucas, güçlerini yeni yeni öğrenmeye başlıyordu. Fakat Agnes gücünü çalınca bu çok kısa sürdü. Bu olaydan kısa bir süre sonra da babası ve erkek kardeşi gözcü kulesinde ortaya çıkan bir yangında vefat ettiler. Annesi de bu olaylardan sonra hastalandı ve o da... Tüm ailesi bir bir onu terk ettikten sonra Lucas'a Meclis Başı Alador bakmaya başladı. Yani Lucas'ın epey zor bir çocukluk geçirdi." Kısa bir süreliğine hayatımın şokunu yaşamıştım. Babası ve erkek kardeşi gözcü kulesindeki bir yangında ölmüştü. Ve bende gözcü kulesinde bir yangın çıkarmıştım. O gün gözcü kulesi yanarken neden öyle donup kaldığını anlamamıştım ama şimdi daha anlıyordum. Belki de çocukluğunda kurtaramadığı ailesi aklına düşmüştü. Pişmanlıkla midem düğüm düğüm oldu ve boğazıma yutmaya cesaret edemediğim büyük bir yumru oturdu. Sanki onu yutup bu rahatsızlıktan kurtulursam yaptıklarımın kefaretini asla ödeyemeyecekmişim gibi geliyordu. Sanki onu yutarsam ve rahatlığa erişirsem Lucas'a yaptıklarımı unutup cezasını çekmemiş olacaktım. O gün Lucas'ın eski evine gittiğimizde duvarlara çizilen resimleri belki de erkek kardeşiyle çizmişti. Belki de onunla ranzanın üstünde yatmak için kavga ederken erkek kardeşini hatırlamıştı. Belki de ben onun erkek kardeşinin yatağında yatmıştım. Şimdi gerçekten kusacak gibi hissediyordum. Bütün bunları duyunca her şey kafamda daha çok oturmuştu. "Bana bunların hiçbirini anlatmamıştı..." "Eh," dedi kaygısız bir tonda "Sonuçta bahsettiğimiz kişi Lucas, ondan istemediği sürece ağzından tek bir laf alamazsın." "Peki, Lucas nasıl buz gücüne sahip oldu?" "Lucas, öğrenciliğinin son yılında kasabada yaşanan savaşta bir sürü kişinin hayatını kurtarmıştı. Meclisten emekli olmak üzere olan ihtiyar bir adamda artık gücü ona bir fayda sağlamadığından kendi buz güçlerini ödül olarak Lucas'a vermişti," diye sorularıma bir bir yanıt verdi Darius, Lucas'ın aksine. "Demek bu yüzden Lucas'la şifacı odasına geldiğimizde ona sahte buz ustası demiştin," dedim düşünerek. İkimiz de bir süre sessizleştik. Acaba ona söylediği için pişman olduğu bir şeyi mi söylemiştim, diye düşününce konuştuğum için bir tık pişman olmuştum. Konuyu biraz daha farklı bir yöne çekmek için "Umarım bir gün birbirinizi affedebilirsiniz. Lily'e yani kız kardeşine her ne olduysa bu ikinizin de suçu değildi," dedim ona moral vermeye çalışarak. Sonra da kendi kendime fısıltıyla "Ve umarım bir gün o da beni affeder," dedim pişmanlık içinde. Lucas'ın yeterince kötü bir geçmişi varken ona yaptığım şeyin pişmanlığı altında eziliyordum ve Lucas beni ne kadar erken affederse bu yükün altından o kadar erken kalkacağımı umuyordum ya da ben öyle sanıyordum. Bir yanım ona acıyordu. Yaptığım her şey için pişmanlık duyuyordum. Bir yanım ise eğer bana geçmişini anlatmış olsaydı bunların hiçbirini yapmayacağım gerçeğiyle savaşıyordu. Lucas'ı bana hiçbir şey anlatmadığı için suçlu bulan belki de kendimi affetmeye çalışmak için Lucas'ı suçlayan yanımdı. Ben daha kendimi affedememişken onun beni affetmesini ummak komikti. İkimizde bir süre sadece ağaçların yapraklarının rüzgarla hışırdama seslerini ve gölün şırıltısını dinledik. Belki de içimizdeki fırtınaları burada dinginleştirmeye çalışıyorduk. Garip olan yanı şu ki burası gerçekten de içimde dinginlik oluşturuyordu. Güneş yerini aya bırakırken buradaki zamanımızın da dolduğunu artık geri dönmemiz gerektiği haber veriyordu. Bakışlarımı Darius'a çevirdiğimde o uyuyakalmıştı. Yüzünde rahatsız olmuş gibi bir ifade vardı, gözleri sımsıkı kapalıydı. Ara sıra dişlerini gıcırdatıyordu. Çekimser adımlarla yanına yaklaştım. Gölden bir su kütlesini dalgaya dönüştürerek hızla Darius'a doğru savurdum. Soğuk su kütlesi Darius ile çarpışınca Darius yerinden sıçrayarak uyandı. Ne olduğunu anlamaya çalışırken gözleri beni buldu ve aslında ne olduğunu anladı. Anladı ve bunu yapmaya nasıl cesaret edersin der gibi kaşlarını havaya kaldırdı. "Bu yaptığımı beni ıslatmanın intikamı olarak say," diye omuz silktim, gülümsememi saklamaya çalışarak. Ellerini ıslanmış saçlarının arasından geçirip şekil vermeye çalıştı ve sonrasında ıslaklık yüzünden başını iki yana salladı. Benim güldüğümü görünce kaşlarını kızgınmış gibi çatarak işaret parmağını bana doğru salladı. Ama nedense bundan keyif aldığını hissediyordum. Eskisi gibi değildi. Artık herkese baktığı gibi bana da ciddi bakmıyordu. Evet, hâlâ inat edip ciddi olmaya çalışıyordu, fakat gözlerindeki parıltı ve dudaklarına yayılan gülümseme bunun aksini söylüyordu. Birlikte eğlenmemizden veya yaptığımız saçma ama komik konuşmalardan zevk aldığını düşünüyordum. Onun inadını kırmaya yaklaşmıştı. Onu bu bataklıktan kurtarmaya yaklaşmıştım. Onun gökyüzünü tekrardan maviye boyamaya hazırdım. *** Lily hakkında ne düşünüyorsunuz? Sizce Lucas mı haklı yoksa Darius mu? Bölüm hakkındaki düşünceleriniz neler? Bir dahaki bölümde görüşmek üzere, mutlu kalın. |
0% |