Yeni Üyelik
14.
Bölüm

13 | Ejderha İninde Saklı Çiçek

@ejderhacik

Tekrardan merhabaa


Nasılsınız?? 


Minik yıldızımızı parlatmayı unutmayın✨


***


Kapı çaldığında Cayena'nın kapıya bakacağını düşünerek yataktan kalkmaya tenezzül etmedim ve birkaç saniye içinde tekrardan derin uykuma daldım. Cayena beni omzumdan tutup sarstığında bana rahat vermeyeceğini anladığım için "Ne oldu?" dedim sinirle.


"Kapıda askerler var. Seni çağırıyorlar," dedi Cayena endişeyle.


Korkuyla yataktan sıçradım. Pencereye baktığımda güneşin çoktan doğduğunu gördüm. Muhtemelen öğrencilerin bir kısmı kahvaltıya inmişti, bir kısmı ise uykuyu sevdiği için kahvaltıya bir tık daha geç inmeyi planlıyordu.


Sabah sabah burada ne işleri olabilirdi ki? Yoksa şifalı çiçeği benim çaldığımı mı öğrenmişlerdi? Beni götürüp zindana mı tıkacaklardı? Acaba üçüncü katın penceresinden atlasam bir yerlerim kırılmadan kurtulup buradan kaçabilir miydim?


Cayena beni kapıya götürdüğünde kapıda dikilmiş beş tane askerle karşılaşmak benim tedirginliğim arttırmıştı. Askerlerden ikisi koluma girdiğinde geri çekilmeye çalışmıştım ama beni yakalamaları çok da zor olmamıştı. Cayena endişeyle beni seyrederken bir adım geriye çekilmişti.


"Hey, ne yapıyorsunuz!" diye bağırdım, yan odalardan hatta üçüncü katın tamamından duyulabilecek kadar yüksek bir tonla.


"Lütfen, zorluk çıkarmayın," dedi askerlerden birisi.


Askerler beni merdivenlere doğru sürüklerlerken askerleri fark eden öğrenciler, şaşkınlık ve korku içerisinde bana bakıyorlardı ama kimseden ses çıkmıyordu.


Daha üstümü değiştirmeye bile vaktim olmamıştı!


En alt kata indiğimizde kahvaltı yapan öğrencilerin oturduğu masaların arasından ilerliyorduk. Ve elbette tüm öğrencilerin gözleri bize dönmüştü. Önce bana sonra beni sürükleyen askerlere bakıyorlardı.


Utancımdan ölüyordum!


"Nereye götürüyorsunuz beni!" diye bağırdım direnmeye çalışırken. Ancak benim çırpınmalarım onları ufacık bile etkilemiyordu. Benim iki katım olan askerlere karşı koymak benim için neredeyse imkansızdı.


"Bırakın beni!" 


"Cevap versenize!"


"Ah... çıldıracağım!"


Eğitim alanını yürüyerek geçtik ve ahıra vardığımızda beni serbest bıraktılar. Askerlere dönüp bağırdım. "Sonunda bıraktınız!" Ama bunun için teşekkür etmeyecektim.


"Gidebilirsiniz." Ahırın içinden gelen kalın, tok ses askerleri harekete geçirmeye yetmişti. Askerler buradan uzaklaşırken sesin sahibini görmek için ahırın içinde bakındım ve sesin sahibiyle gözlerimiz keşişti.


Lucas'ı görünce sinirlerim iyice tepeme çıkmıştı. "Deli misin!" diye bağırdım gözüm dönmüş bir tavırla. "Beni çağırsaydın gelirdim, buna gerek yoktu."


Üzerimdeki pembe geceliğimi süzdü. "Üzerini değiştirip gel. Ejderha İnine gideceğiz," dedi soğuk bir sesle. Ah, doğru ya üzerimde gecelik olarak kullandığım kısacık bir elbise ve altında da şort vardı...


"Eğer beni askerlerle getirtmek yerine nazik bir mektup yollasaydın hazırlanıp gelebilirdim," diye patladım. "Kusura bakma, şimdi hiç geri dönüp üstümü giyip tekrardan gelemem." Bunu söylerken "hiç" kelimesini uzatarak ve bastıra bastıra söylemiştim.


"O zaman insanların içine böyle çıkmayı mı tercih edersin," dedi eliyle geceliğimi işaret ederek. Sonrasında kollarını birbirine bağlayarak omuz silkti. "Sen bilirsin."


"Ruh hastası!" diye bağırdım şuursuzca. Ve atlar korkarak bizden uzaklaştılar. Seyircilerimizin iki saattir bizi izlediğini unutmuştum.


"Bunu senden duymak ne hoş... Çok kibarsın," diye gülümsedi Lucas.


"Burada bekle," dedim ahırdan çıkarken. "Birazdan dönerim."


Eğitim alanını geçtiğimde yurda varmıştım. Merdivenlerden üçüncü kata çıkmak için en alt kattaki kahvaltı yapılan alanın ortasından geçmek zorundaydım... Bu da tüm öğrencilerin beni geceliğimle tekrardan göreceği anlamına geliyordu. Kalpli pembe geceliğim...


Kahvaltı masalarının arasında hızlı adımlarla yürürken utandığım için başımı eğerek yürüyordum. Ama yine de benim hakkımda söylenenler duyuyordum.


"Bu az önce askerlerin zorla götürdüğü kız değil mi?"


"İsmi Soraya'ydı sanırsam."


"Doğru düzgün eğitim bile almamasına rağmen bunca sene sonra nasıl birden buraya geldi dersiniz?"


"Bence torpilli."


"Bizim gibi yetenekli öğrencilerin hakkı yeniyor..."


"Artık ne gibi bir suç işlediyse askerler geceliğini bile değiştirmesine fırsat vermeden götürmüş."


"O zaman neden geri döndü ki?"


"Sicili pek de iyi sayılmaz. Daha önce tüm meclisin önünde sorgulanmış ve uzun bir süre kaçak olarak saklanmış."


"Sonra da yakalanmıştı, değil mi?"


Ve gülüşme sesleri...


Tüm bunları duymamak için başımı iki yana salladım. Tam birine çarptığımda "Soraya, ne oldu?" dedi karşımdaki kişi. Bu kişi Azura'ydı ve beni bu halde görünce "İyi misin?" diye ekledi.


Kimseyle konuşmak istemiyordum. Bu sadece beni utandırıyordu. Onu itip yanından geçtim ve koşmaya başladım. Merdivenleri ikişer ikişer çıkıp üçüncü kata vardığımda hemen odama girip kapıyı örttüm. Göz yaşlarım göz pınarlarımdan süzülürken kendimi yere bıraktım ve kapıya yaslandım. Kendimi oldukça rahatsız hissediyordum.


Odada Cayena yoktu, bu güzeldi. En azından birine daha rezil olmadan günü atlatabilirdim. Bence Cayena'da beni sümüklü bir şekilde görmek istemezdi. Kendimi yatağa atıp yumuşacık yorganıma sarıldım ve bir peçete alıp göz yaşlarımı sildim.


Lucas'ın canı cehennemeydi! İsterse akşama kadar beklesin o ahırda. Hem oradaki atlarla arkadaşlık ederdi. Kimsenin Lucas'ı ahırda görünce yadırgayacağını sanmıyordum.


Darius ile konuştuğumda Lucas'a üzülmüş, hatta ona yaptıklarımdan dolayı pişmanlık duymuştum. Özür dilemeyi bile düşünmüştüm ve aslında bugün gidip özür dileyecektim. Ancak şimdi bir anda tüm düşüncelerim değişmişti ve ona karşı bir nefret hissetmeye başlamıştım.


Beni askerlerle zorla getirtince eline ne geçiyordu ki? Davranışları çocukçaydı. Saçmaydı. Dengesizdi. Ve dahası bunlardan pişmanlık duyuyor gibi görünmüyordu. Biz özrü bile hakkettiğini düşünmüyordum.


Narsist bir manyaktı.


Yatağımdan hemen kalkıp üzerime rahat bir şeyler giydim ve saçlarımı at kuyruğu şeklinde topladım.


Gidip o şerefsizi tokatlamazsam içimde kalacaktı.


Sonra durdum. 


Onu tokatlarsam beni öldürür müydü ki?


Neyse ne, dedim içimden. Korkunun ecele faydası yoktu!


Sonra yine duraksadım. 


Burada durup ne saçmalıyordum ben?


İyice kafayı sıyırmış olmalıydım. Sakinleşmek için birkaç derin nefes aldım. Tam kapıdan çıkacakken aynayla karşılaştım. Şişmiş gözlerim, ağlamaktan ıslanmış kirpiklerim ve utançtan kızarmış yanaklarım. Bu görüntü hoşuma gitmemişti. At kuyruğu şeklinde topladığım kahverengi saçlarımı açtım ve kimsenin görmemesi için yüzümü iki yandan koruyacak bir perde gibi kullandım.


En alt kata indiğimde kendime bir tepsi alıp kahvaltılıklardan aldım. Lucas'ın yanına gitmem gerekiyordu ama midemin guruldaması bunu engellemişti. Herkes beni seyrederken ben kimseyi önemsemedim ve boş bir masaya geçip yerleştim.


Kahvaltımı bitirdiğimde tepsiyi bırakıp yurttan çıktım ve eğitim alanını arşınlayıp ahıra doğru ilerledim. Ahırın içindeki samanların üzerinde pinekleyen Lucas'ı gördüğümde istemsizce güldüm. Beni uzun süredir beklediği için sıkıntıdan patlamış olmalıydı.


Sonrasında gülümseyen yüz ifademi toplayıp ciddi bir ifade takınmaya özen gösterdim. Ona karşı tavrımı ve nefretimi ortaya koyacaktım.


Beni gördüğünde ayağa kalktı. "Neden bu kadar uzun sürdü?"


"Kahvaltı ettim," dedim umursamazca. Sonrasında yapmacık olduğu belli olan bir şaşkınlık ifadesiyle "Fazla mı beklettim seni?" diye sordum aradan kaç saat geçtiğinden habersizmiş gibi esneyerek.


Kaşlarını çattı.


Onu taklit ettim.


***


Ejderhayla gökyüzünde süzülürken Lucas'ın beni nereye götürdüğü hakkında ne ufak bir fikrim yoktu.


"Bugün eğitim alanında çalışacaktık," dedim söylenerek.


Bana kısa ve net bir tavırla "Oysa buz asilini bulma konusunda benden çok daha istekliydin..." dedi son heceyi uzatarak.


Ona verebilecek bir cevabım yoktu. Bu yüzden ikimiz de yolun geri kalanında sessizdik. Sonunda ayaklarım yeniden yeryüzüyle kavuştuğunda rahatlamıştım.


"Peki, Edwin'in gerçekten bir buz asili olduğunu nasıl anlayacağız? Onun sözüne mi güveneceğiz?" diye sordum.


"Bu yüzden buraya geldik. Burada saklı çiçeği bulacağız ve Edwin'in kanını çiçeğe damlatacağız. Eğer çiçek soluyorsa o gerçekten bir buz asilidir. Senin su asili olduğunu da saklı çiçeğin yardımıyla öğrenmiştim."


"Diyelim ki çiçeği bulduk. Edwin'in kanını nasıl çiçeğe damlatacağız?"


"Bak ne güzel bir soru sordun. Şimdi de bu problem için bir çözüm düşünebilirsin. Ben de bu sırada rahatça çiçeği arayabilirim," diyerek beni başından savdı.


Zaten yeterince bozuk olan moralimi daha çok bozmak için Lucas elinden geleni yapıyordu. Ondan bazen nefret ediyordum. Lucas daha çok engebeli ve dağlık olan alana ilerlerken bense tam zıttı patika bir yoldan gitmeyi tercih ettim. İkimizin de yolları ayrıldığında patika olan yolu takip edip amaçsızca yürüdüm. İçimden hiçbir şey yapmak gelmiyordu. Zaten çiçeğin nasıl göründüğünü bile bilmiyordum. Keşke yurt odasından hiç çıkmasaydım, diye düşündüm. Havada çok sıcaktı.


Ne kadar süredir yürüdüğümden bir haberdim. Güneş artık en tepeden inmiş ufuk çizgisine yaklaşmıştı, batmak üzereydi. Zaman ne kadar hızlı geçiyordu. Yorgunluktan ve açlıktan kendimi gördüğümün ilk kayanın üstüne attım ve biraz dinlendim.


Lucas neredeydi acaba?


Ters yöne doğru yürümüştük. Şu an ondan epey uzak olmalıydım. Artık yönümü Lucas'a çevirmeliydim. Eğer onu bulmakta gecikirsem beni burada bırakıp gidebileceğinden korkuyordum.


Şu an ejderha inindeydik. Bu alanı çevreleyen yüksek dağlar vardı ve ortasında da ufak bir orman. Ara sıra kulağıma ulaşan ejderha kükremeleri beni korkuttuğu içim adımlarımı hızlandırdım.


Çam ağaçları oldukça seyrekleştiğinde ormandan çıktığımı anlamıştım. Acaba yanlış yöne mi yürüyordum? İçimi bir korku sardığında yönümü değiştirip tekrar ormanın içine doğru yürüdüm. Lucas'ın mavi ejderhası ağaçlardan uzun olduğu onu bulmamın kolay olacağını düşünmüştüm. Yanılmıştım...


Ya da belki de onu bulmak için ormanın içine doğru yürümek yerine bu ormanı çepeçevre saran dağlardan birine çıkmalıydım. Bu şekilde Lucas'ın ejderhasını yukarıdan daha rahat görebilirdim. Bu fikri kafamın içinde tartıp mantıklı olduğunu kanaat getirince bana en yakında bulunan dağa doğru yürüdüm, fakat yokuş çıkmak oldukça zordu. Engebeli ve kayalıklı dik yamaçlara tırmanıyordum. Ara sıra tepemden ejderhalar geçiyordu, ama muhtemelen onların gözünde bir karınca kadar küçük olduğum için beni görmüyorlardı. Ejderhalarla karşılaşmadan yürürken şansım yaver gittiği için sevinmiştim.


Yeterince yükseğe çıkmayı başaramadığım için yokuş yukarı yürümeye devam ettim. Bitap düşmüş bir şekilde kendimi yere attığımda hava da iyice kararmıştı ve ben bugün sadece kahvaltı yapmıştım. Bacaklarım ağrıyordu. Karnım gurulduyordu. Ayrıca tüm ormanı bu yükseklikten görebilsem de Lucas'ın ejderhasını göremiyordum. Belki Lucas beni beklemeden gitmişti. Belki de hava karanlık olduğu için göremiyordum. Gökyüzüne baktığımda yıldızlar kendi dünyamda olduğundan daha parlaktı, ancak bu yeryüzünü aydınlatmak için yeterli değildi.


Rüyamda gördüğüm hâkî yeşili karanlık gökyüzünü düşündüm. Gökyüzünde bir tane yıldız vardı. Pas parlaktı. Ve gökyüzü sanki şarkı söylüyormuş gibi tatlı bir kadın sesi yankılanıyordu. Rüyam gerçekten güzeldi, o siyah saçlı kızın cesediyle karşılaşana kadar...


Lucas bana asil olduğumu söylediğinde asillerin rüyalarının yol gösterici olduğunu söylemişti. Bu rüyanın gerçek hayatla bağlantısı var mıydı? O siyah saçlı kız kimdi? Hâkî yeşili gökyüzü, yer sarsılması, tek başına parlayan yıldız ve ruhumu dinlendiren bir melodi...


Bütün bunlar ne anlama geliyordu?


Hava soğumaya başlamıştı. Soğuk rüzgâr tenime çarptığında kollarımı birbirine doladım. Kara kara bu geceyi ölmeden nasıl atlatacağımı düşünürken sert bir rüzgâr beni savurdu. Rüzgâr ejderhası...


Korkuyla saklanacak bir yer aradım.


Dağın tepesinde saklanabileceğim güvenli bir yer var mıydı ki?


Sanmam.


Dağın tepesini bırak Ejderha İninde güvenli bir yer yoktu. Ejderhaların yaşam alanında Lucas'a inat edip onun zıt yönüne yürürken aklımdan ne geçiyordu ki sanki? Ejderhalara yem olmak mı?


Korkuyla geriye çekildim. Gecede ay ışığı gibi parlayan beyaz ejderha kanatlarını savurduğunda ikinci şiddetli rüzgâra maruz kalmıştım. Ejderha ağzını kocaman açtığında mor şimşekler üzerime doğru uçtu.


Gücümü kullanmalıydım.


Ama burada su yoktu!


Ve ben suyu kendim oluşturabileceğim kadar kendimi geliştirmemiştim.


Belimdeki kılıcı çıkardım ve mor şimşekle kılıcım büyük bir ışık patlamasıyla çarpıştı. Şimşek bana çarpmasa da kılıcıma etki etmesi beni hızla geriye savurmuştu.


Arkam uçurumdu.


Gökyüzünden aşağı savurulurken kılıç elimden düşmüştü.


Birkaç saniye içinde yere çarpacaktım.


Gözlerimi sımsıkı kapattım.


Beş.


Midem bulanıyordu.


Dört. 


Tenimin karıncalandığını hissediyordum.


Üç.


Tıpkı Lucas ile ilk karşılaştığımız gün elini alnıma koyduğunda hissettiğim hisler gibi bir sıcaklık hissediyordum tüm bedenimde.


İki. 


Mayıştığımı hissediyordum, gözlerim kararıyordu.


Ve... bir.


Yere çarptım. Canımın yanmasını beklemiştim, ama hiçbir şey olmamıştı. Kim bilir, belki de yere çarptığım anda ölmüştüm.


"Hey! Neden gözlerini kapatıyorsun?"


Bu ses de neydi böyle?


"Soraya, yoksa bayıldın mı?"


Gözlerimi açtım.


Lucas ve ejderhası ben yere düşmeden beni yakalamış olmalıydılar. Gökyüzünde bizi kovalayan devasa beyaz ejderhadan kaçarken pike yaparak havalandık ve kısrak dönüşlerle beyaz ejderhayı geride bıraktık.


Lucas az önce yaşananları umursamadan "Saklı çiçeği bulabildin mi?" diye sordu bana. Hayır anlamında kafamı salladım sakinleşmeye çalışırken. Zaten şu ana kadar saklı çiçeği gördüysem bile neye benzediğini bilmediğimden yanından çekip gitmiş olabilirdim.


"Bunu sorduğuna göre sende bulamamışsın, sayende tüm günüm boşa gitti," diye söylendim ama sesim kısık çıkmıştı. Hâlâ az önce yaşadıklarımı sindirmeye çalışıyordum ve Lucas bunu asla umursamıyordu. Şimdi bir de Freya ve Darius'a nasıl bir açıklama yapacağımın derdine düşmüştüm.


Lucas'ın tam arkasındaydım. Ona mesafeli duruyordum ancak ejderhanın üzerinden düşmemek için onu omuzlarından kavramıştım. Onun yüzünü görmeye çalışırken "Benim burada olduğumu nereden bildin?" diye sordum merakla.


Cevaplamadı. Her zamanki gibi.


Bir anda aramızdaki sessizlik kasvetli bir havaya büründü.


"Nereye gidiyoruz?" diye sordum bu kaotik ortamı dağıtmak için.


"Seni öğrenci yurduna götürüyorum. Ama ormanda ejderhalarla uyumak istersen seni burada bırakabilirim," diye takıldı öylesine.


"Ona ne şüphe..." İlk tanıştığımız zamanki arkadaşlığımızı ona hatırlatmak için onun bir keresinde kullandığı cümleyi kullanmıştım. Tabii o günleri önemseyip detaylı bir şekilde hatırlayıp hatırlamadığını bilmiyordum. Çünkü ben aramızda geçen her cümleyi bir bir hatırlıyor ve asla unutmuyordum.


Hiç tepki vermediği için hatırlamadığını düşündüm ve bu kalbimde buruk bir his yarattı. Bunun bu kadar acı verici olacağını düşünmemiştim. Ama öyleydi. Ağzımda kötü bir tat yeşerdiğinde yutkunmak zorunda kalmıştım. Onunla eskisi gibi takışıp kavga etmeyi özlüyordum. Artık aramıza bir soğukluk girmiş ve bizi birbirimizden uzaklaştırmıştı.


Şu an yanımdaydı ama neden ona çok uzakmışım gibi hissediyordum? Şu an ona sarılıyordum ama neden her zamanki sıcaklığını ve neşesini hissedemiyordum? Şu an neden kendimi bu kadar kötü hissediyordum?


"Bugün Darius'tan ders almam gerekiyordu ama tüm gün boyunca seninle ormandaydım. Bana bu kadar uzun süreceğini söylememiştin. Ve uzun saatler boyunca ormanda seni aradım," diye diklendim buruk kalbimin hıncını ondan çıkarmak için. Ancak cümlemi bitirdiğimde ne kadar yanlış bir cümle kurduğumu fark ettim ve bunun için pişman oldum. Darius'tan onun yerini söylediğim için ders alabiliyordum.


Cevap vermedi.


Duvarla konuşsam daha iyiydi.


"Ormanda kayboldum," diye itiraf ettim. "Neredeydin, seni bulamadım. Ama tehlikeye girip sana ihtiyacım olduğu anda sen beni kolayca bulabildin?" Sorgulayıcı bir ifadeyle gözlerimi kıstım. Bu komik ifademin onu güldüreceğini düşünmüştüm.


Ama gülmesi için önce yüzüme bakması gerekirdi...


"Bana ihtiyacın olduğunda mı?" dedi oldukça sakin ama buz gibi soğuk bir sesle. "Darius'a ihtiyacın olduğunu sanıyordum."


Sanırım bağırıp çağırsa daha az canım yanardı.


Bu tavrı içimi sızlatmıştı.


Yağmur çiselemeye başladığında ıslak saç tutamlarım alnıma yapışmıştı. Elimle tüm saçımı tek bir omzumda topladım, ancak birkaç saniye içinde saçlarım tekrardan sırtıma döküldü. Perçemlerim yüzümü çevrelerken Lucas'ın yüz ifademi görmemesinden dolayı perçemlerimden memnundum.


Güzel haber, öğrenci yurdunun tam önünde yere iniş yaptığımızda tüm öğrenciler çoktan odalarına çekilmişti. Kötü haber, her yer yağmur yüzünden çamur olmuştu. Çamurlara basmamaya çalışarak ejderhadan indim, ama çabalarım nafile... En rahat kıyafetim çamurlarla kaplanmıştı.


Yurda girmek üzere yürümeye yeltendiğimde Lucas dirseğimi kavrayarak beni durdurdu. Ve yüzünde bir sırıtışla arkasından beyaz çiçekleri çıkardı. Bunlar saklı çiçek dediği çiçeklerden olmalıydı.


"Çiçeği bulduğunu bana söylememiştin!" diye gafletle konuştum. Beni bir kez daha üzüp sindirmesine izin vermeyecektim.


Başını yana yatırırken üstten üstten bakan gözleri haylazca parıldadı. "Ama bulamadığımı da söylemedim."


İnanamazmış gibi başımı iki yana salladım.


Öfkeli bakışlarım onu eğlendirmişti. Öğrenci yurdunun duvarına yaslanıp bir ayağını diğerinin önüne kırdı. Çenesini avucunun içine alıp manider bir şekilde konuştu. "Ee... gücünü artık kullanabiliyor musun bari? Ne de olsa Darius'tan ders alıyorsun."


Ne yapmaya çalıştığını anlamıyordum. Az önce bana soğuk davranırken şimdi havadan sudan konuşuyordu, hem de yağmurun altında. Dengesizliği karşısında nasıl tepki vereceğimi şaşırmıştım. "Sanki umurunda," diye homurdandım.


Az önceki rahat duruşunun aksine omuzları dikleşti. "Gitmem lazım." Hızlıca konuyu değiştirirken sesi birden buğulanmıştı. Ejderhasına atlayıp gözden kaybolduğunda bende ısınmak için yurda girip doğruca üçüncü kata koştum ve odama girdim.


***


Bölüm sonu geldi💖


Bölüm hakkındaki düşünceleriniz neler?


Bir dahaki bölümde görüşürüzz

Loading...
0%