@ejderhacik
|
Tekrardan merhabalarr Fazla uzatmadan bölümde sizi baş başa bırakayım💖 *** Dün yorucu bir gün olmuştu benim için. Gece boyunca Lucas'ın davranışlarındaki dengesizliğin ardında yatan şeyi aradım. Gece boyunca benim hakkımda ne düşündüğünü düşündüm. Çünkü bir sıcak bir soğuk davranması kafa karıştırıcıydı. Bariz bir ihanet söz konusuydu ve Lucas'ın bunu unutmayacağına neredeyse emindim. Cayena ile doğru düzgün hiç konuşamamıştık. Gece geldiğimde Cayena çoktan uyumuştu. Aynı şekilde sabah uyandığımda ise çoktan kahvaltıya inmişti. İyice zayıflamıştım. Halsizdim. Çoğu gün antrenmandan sonra akşam yemeğini es geçip yorgunlukla kendimi yatağa atıyordum. Günde bir öğünle devam edersem durumun daha da beter olacaktı. Aynaya baktığımda göz altlarım geç uyumaktan morarmıştı ve zayıflıktan dolayı parmaklarım bileğimi tamamen sarabiliyordu. Bugün bir sorun çıkmadığı sürece akşam yemeğimi atlamayacağıma dair kendime söz verdim. Paspal görüntümü yok etmek için banyo yaptım ve sabah rutinimi tekrarlayıp kahvaltı alanına inmek için ağır adımlarla merdivenleri indim. Kahvaltı alanında bir sürü öğrenci varken oraya gitmek hiç de cazip bir fikirmiş gibi gelmiyordu, fakat yine de yemek yemeliydim. Elbette, tüm öğrencilerin kaçamak bakışlarını yine üzerimde hissediyordum. Hiç kimseyi umursamadan tepsime yiyeceğimi aldım ve boş bir sandalyeye yerleştim. Cayena ile göz göze geldiğimizde arkadaşlarıyla gülüşüp şen kahkahalar atıyordu. Hiç kimseyi görmemek için başımı eğdim ve sadece yemeğime odaklandım. "Soraya," diye seslendi bir ses. "Senin için çok endişelendim. Dün odana geldiğimde yoktun. Ayrıca antrenmanlara da gelmedin. Neredeydin? İyi misin?" Tüm bunları tek solukta arka arkaya dizmişti. Azura tam karşıma oturduğunda uzun zaman sonra aydınlığa kavuşmuş gibi gülümsedim. "Günaydın," dedim Azura'ya doğru. "Dün geç saatlere kadar neden gelmedim. Uzun bir süre seni odanda bekledim ama gece olunca Cayena beni odadan kovdu," diye sitem etti Azura. Güldüm. "Biraz geç geldiğim doğru." "Neredeydin?" "Boş versene." "Peki..." dedi sormakta kararsız gibi. "Nasıl hissediyorsun?" "Sence?" dedim rahatsız olmuş bir şekilde sanki her şeyden kurtulacakmışım gibi omzumu silkerken. "Odama gelip askerler beni zorla götürüyorlar ve pembe çiçekli geceliğimle geri dönmek zorunda kalıyorum. Harikayım!" Hayır, rezalet durumaydım. Azura tavrım yüzünden şimdi daha da çekimser davranıyordu. "Anlatmak istemezsen sorun değil." Sessiz kaldım. "Hadi gel," dedi Azura masadan kalkarken. "Birlikte eğitim alanına gidelim." Her gün yaptığımız hareketleri tekrarladık ve herkes ikişerli olarak eşleşti. Karşımda hiç tanımadığım biri denk gelmişti. Azura ile olmak istesem de Azula gelip kız kardeşini benden kaçırmıştı. Sarı saçlara ve yeşil gözlere sahip bu adam toprak gücüne sahipti. Herkes kılıç almak için çadıra yöneldiğimde beni kolumdan yakalayarak durdurdu. "Burada bekle," dedi hızlı hızlı. "Ben kılıçları alıp birazdan gelirim." Omuz silkip yere, çimenlerin üzerine oturdum. Kibar biri, diye düşündüm ama daha tanışmamıştık bile. Geri döndüğünde elinde iki tane kör talim kılıcı vardı. Ayağa kalkmam için elini uzattı ve beni kendine doğru çekerken "İsmim Valerian," diye gülümsedi. Yeşil gözleri adeta parlıyordu. Benim ayağa kalkmama yardımcı olduğunda bedenlerimiz çarpışmış gibi birbirine değecek kadar yaklaşmıştı. "Soraya," diye kısa kestim ve yakınlığımızdan rahatsız olduğum için bir adım geri çekildim. Kılıcımı doğrultup ilk darbeyi savurdum ama kolayca karşılayıp "Sabırsızsın," diye gülümsedi Valerian. İri bir vücudu vardı ve yapılıydı. Uzun süredir burada olmalıydı, diye düşündüm içimden. Onu yenme şansım yoktu ama o zaten kazanmaya çabalıyormuş gibi görünmüyordu. Sadece benim savurduğum darbeleri karşılıyor ama asla atak yapmıyordu. "Sen de siniz bozucusun," deyiverdim açık sözlülükle. Güldü ve "Fazla açık sözlüsün," dedi benim öfkeli bakışlarıma karşılık. Onun her bir adım geri çekilişinde bende bir adım ilerliyordum ve onu iyice sıkıştırdığımı hissediyordum. Fakat o oldukça rahat ve eğleniyor gibi görünüyordu. Yüzündeki gülümsemesi o kadar sinirimi bozmuştu ki kılıcımı bırakıp yüzüne bir yumruk geçirmemek için kendimi zor tutuyordum. Kılıcımı savurduğumda sağa doğru bir adım kaçmıştı ve kendi kılıcıyla benim kılıcımı durdurmuştu. Şimdi ikimizde tokuşan kılıçları birbirimize doğru ittirirken tüm gücümü kullanmama rağmen Valerian'ı bir santim bile itemiyordum. Zorlandığım için dişlerimi sıktım. Benim aksine onun yüzünde çok rahat bir ifade vardı ve muhtemelen şu an bana karşı tüm gücünü bile kullanmıyordu. Buna rağmen kolaylıkla ittirip benim geriye doğru sendelememi başarmıştı. Sinirlenerek geriye doğru çekildim. Onun kafasını karıştırabilecek kadar gözü kara olduğumu düşünüyordum. Tam ona saldırmak için ona doğru koşarken kılıcımı yere doğru fırlattım ve kılıcından kaçmak için eğildim. Kollarım onun belini sıkı sıkı sardığında koşmaya devam etmiştim ve sonuç olarak ikimizde yere düşmüştük. Sonuçta istediğimi başarmıştım, onun hiç beklemediği bir hamle yapmıştım ama ne kadar işe yaradığı tartışılırdı. Onun da kılıcı elinden fırladığında ikimizde şaşkın balıklar gibi birbirimize baktık ve hemen ayaklanıp kendi kılıçlarımıza doğru koştuk. Benim kılıcım daha yakındaydı ama onun adımları daha hızlıydı. Kılıcıma ilk ulaşan ben olmuştum ve o kılıcını yeni aldığında onun toparlanmasına izin vermeden kılıcımı havada yay çizerek ona doğru savurdum. Valerian bu sefer tüm gücünü kullanarak benim kılımı savurmama karşılık sert bir darbe vurduğunda kılıcım elimden havaya doğru taklalar atarak uçmuş ve toprağa saplanmıştı. Bir an şaşırarak duraksamıştım ve her nedense bu ifadem onun daha da çok kahkaha atmasına sebep olmuştu. Hemen ifademi toplayıp kaşlarımı çattım ve ona susması için keskin bir bakış attım. Genizden gelen hırıltılı kahkahası kesik kesik bir hâl aldığında Valerian'da uzun bir gülmenin ardından derin derin nefesler almıştı. "Benim gitmem lazım. Başka bir gün devam ederiz," dedim alelacele. Eğitim alanına oldukça yakın olan Büyük Göl'e gitmeliydim, Darius orada beni bekliyor olmalıydı. Arkamı dönüp yürümeye başladığımda birbirine kılıç savuran öğrencilerin arasından kurtulmak için can atıyordum. Valerian peşimden gelmeye devam ettiği görünce duraksadım. "Neden geliyorsun?" "Orası çok sıkıcı," diye sızlandı. Göz devirdim. "Bu neden peşimden geldiğini açıklamıyor." "Çünkü eğlencelisin," dedi yeşil gözlerini bana çevirerek. "Eğlenceli?" dedim anlamayarak. Ne saçmalıyordu, daha yeni tanışmıştık! "Pervane gibi benim etrafımda dolanmıyorsun mesela..." derken yine sırıttı. Birazdan yüzüne yumruk atarsam yemin ederim ki suçlusu oydu. "Neden pervane gibi etrafında dolanayım ki?" dedim kaşlarımı çatıp. "Ne de olsa ben bir asilim ve bu herkesin ilgisini çekiyor," dediğinde neredeyse şaşırmıştım. Demek toprak asili oydu... Gerçi Lucas bana toprak asilinin meclis tarafından koruma altına alındığından bahsetmişti, ama onunla burada tanışacağımı hiç düşünmemiştim. Tam konuşmak için dudaklarımı araladığımda bakışlarım gölün kenarına oturmuş olan Darius'a kaydı. Gözleri tam bizim üzerimizdeydi ve sert bakan gözleri yanlış bir şey yapıyormuşum gibi hissettiriyordu. Ama yanlış bir şey yaptığım falan yoktu, alt tarafı bir arkadaşımla sohbet ediyordum. Şu anda Darius'un yanına mı gitmeliydim yoksa Valerian ile konuşmaya devam mı etmeliydim? Valerian benim baktığım yere bakmak için arkasını döndüğünde sıkılmış bir ifadeyle bizi seyreden Darius'u fark etti ve Darius'a doğru yürümeye koyuldu. Bende peşine takıldım. Darius'un yanına vardığımızda Darius'un küçümseyici bakışları Valerian'da dolaştı. "Merhaba," diye gülümsedi Valerian ve el sıkışmak için elini uzattı. Darius onun uzattığı eli ve söylediğini yok sayarak siyah alaca bakışlarını bana çevirdi. "Dün tüm gün boyunca neredeydin?" Valerian ona olan ilginin yok olmasından rahatsızlık duymuş gibi kaşlarını çatmıştı. "Aslında bende Agnes'in yakalanıp yakalanmadığını soracaktım. Sonuçta hâlâ tehlikedeyim," dedi Valerian küstah bir tavırla ilgileri tekrardan üzerine çekmek için. Darius ona kısa ve resmi bir bakış attı. "Önemli bir şey olsaydı sana haber verirdik. Şimdi gidip antrenmanlarına devam et." Dudaklarım büyük bir "o" şekli almıştı. Bu ikisi birbirini sevmiyor olmalıydı. Valerian arkasını dönüp hızlı adımlarla diğer öğrencilerin arasına döndüğünde onun etrafında bir sürü öğrenci toplaşmıştı. Darius benim ona olan bakışlarımı görünce kendini açıklamak zorundaymış gibi "Bir asil olduğu için kendini çok değerli sanıyor," dedi bıkmış gibi. "Ve bir asil olduğu için benimle arkadaş olabilirmiş gibi beni her gördüğünde selam veriyor." Darius'un bıkmış suratına bakarak kıkırdadım. "Ama yine de bu kadar sert olmana gerek yoktu." Darius tam karşıma geçtiğinde şakayı kaldıracak durumda olmadığını ve hemen resmileşmem gerektiğini anlamıştım. "Ben sana su dalgalarını yönlendireceğim sende onları durduracaksın," diye bilgilendirdi beni ve hemen ardından Büyük Gölün üstünden üzerime doğru gelen küçük bir dalga gördüm. Hazırlıksız yakalansam da bu küçük dalganın kontrolünü Darius'tan alıp kendim yönlendirdim ve o dalgayı yatıştırıp gölü eskisi gibi dümdüz hâline getirdim. Dalga yok olduğunda rahatlamıştım. Darius bana dinlenme fırsatı vermeden ikinci bir dalgayı savurduğunda bu sefer daha büyük ve daha hızlıydı. Dalga Darius'un yanından geçerken saç tutamlarının birkaçını ıslatmıştı, fakat Darius gücü vasıtasıyla saçındaki su damlacıklarını parmaklarına doğru çekerek hızlıca kurutmuştu. Şiddetli dalga tam bana çarpmak üzereyken elimi dalgaya doğru uzattım ve dalganın her bir baloncuğu bana itaat etti. Bu kontrolün zevki tüm vücudumu ele geçirirken gülümsemiştim. Omurgamdan aşağı doğru bir heyecan aktı. Şu anda kendimle gurur duyuyordum. Sanki seyrettiğim bir videoyu durdurmuşum gibi dalga durmuştu ve karşımda dikiliyordu. Karşımda duran dalga benim boyumu geçiyordu. Olduğu yerde duran bu dalga her an tekrardan harekete geçip beni yutacakmış gibi hissetsem de kokmuyordum, çünkü kontrolün bende olduğunu biliyordum. Suyu elime doğru çekip onu yok ettiğimde Darius ile göz göze geldik. Ona meydan okuyarak omuz silktim. Darius'un dalgaları sıra sıra gelirken her bir dalga daha da büyüyor ve daha da hızlanıyordu. Kendimi epey geliştirmiştim. Sonunda ikimizde yorgun düştüğümüzde gururla gülümseyerek Darius'a baktım. "Nasılım?" "Bayağı yol kat ettik," dedi Darius. "Ama dinlenmek yok. Devam etmeliyiz." Başımı iki yana salladım ve kendimi yere bıraktım. "Darius... çok yoruldum. Bence bugünlük bu kadar yeterli." Cevap vermesini bekledim ama bir süre sessizlik oldu. Nihayet sessizlik tekrardan bozulduğunda "Aslında... birlikte kasabadaki panayıra gideriz diye düşünmüştüm," dedi Darius sahte bir üzgünlükle. "Ama tabii yorgunsan..." Cümlesini bitirmesine fırsat vermeden oturduğum yerden doğruldum ve "Hayır, hayır... Gidelim!" derken sevinçle el çırparak ayaklandığımı görünce yorgunluk konusunda rol yaptığımı anlasa da pek bir şey söylemedi. Cebinden daha önce Lucas'ta gördüğüm gezgin otunu çıkardığında zaten hazırlıklı geldiğini fark ettim. Lucas bu otlarla uzakta olan sırt çantasını yanına getirmişti. Elime gezgin otunu tutuşturup "Gözlerini kapat ve gideceğin yeri düşün," diye tembihledi. "Veya gideceğimiz yeri daha önce hiç görmediysen ismini aklından geçir. Gideceğimiz yer Vadi Kasabası." Gözlerimi sıkı sıkı yumdum ve gideceğimiz kasabanın ismini düşündüm. Vadi Kasabası, Vadi Kasabası, Vadi Kasabası... Gözlerimi açtığımda bambaşka bir yerdeydim ve ilk karşılaştığım şey Darius'un gururlu bakışlarıydı. Kasabanın geniş kalabalık sokaklarına bakarken bir yandan da insanların arasına karışıyordum. Çok kalabalık olmasına rağmen arkama bakmama gerek yoktu, çünkü Darius'un tam arkamda olduğunu biliyordum. Sokaklar belli aralıklarla yerleştirilmiş meşalelerle aydınlatılmıştı. Arkamdan gelen Darius, "Vadi Kasabasının en neşeli gecesine denk geldiğin için şanslısın. Çünkü bu gece panayır gecesi," diye bilgilendirdi beni. "Panayır gecesini sever misin?" diye sordum. "Açıkçası en son Lily ile gelmiştim, ondan sonra da bir daha gelmedim. Çok fazla hatırlamıyorum," diye cevapladı. Sevdiğin biriyle olan anılarını unutmak ne kadar da acı verici bir şey olmalıydı. Hem de o kişiyle bir daha vakit geçiremeyeceğini bilirken... "Büyüleyici görünüyor..." diye fısıldadım rengarenk şekerlemelere bakarken. Bazı insanlar küçük dükkancıklara benzeyen stantlar kurmuştu. Kimileri standında renk renk şekerlemeler satıyor, kimileri eğlenceli yarışmalar düzenleyip kazananları küçük hediyelik eşyalar veriyordu. Bazıları ise anı kalacak minik eşyalar satıyordu. Aynı zamanda mücevher ve kumaş satan bir sürü tüccarda toplanmıştı. Bir standın yanına gittiğimizde hedefi ok ile vurmaya çalışıyordun ve eğer vurmayı başarabilirsen sana hediye veriyorlardı. Darius bunu deneyimlemem için standın başında duran adama birkaç tane altın verdi ve ikimizin de üçer ok atacağımızı söyledi. Darius bana üç ok ve bir yay uzattı. Karşımda bir hedef tahtası vardı. Ben ok atmayı bile bilmiyordum. Darius bana nasıl tutacağımı gösterdiğinde onu taklit ettim. Yayı biraz çekiştirdim ve oku serbest bıraktım, ama ok fırlamak yerine yere düşmüştü. Azura ile birkaç defa çalışmıştım ama hiçbirinde başarılı bir sonuç elde edememiştim. Öğrenci Yurduna döndüğümde Azura'dan bana ok kullanmayı öğretmesini kafamın bir köşesine not ettim. Çevremize toplanan insanlar bu manzaraya güldüğünde Darius'ta gülüyordu. Ona ters bir bakış atıp ikinci oku atmayı denedim. Yine başarısızlık... Üçüncüyü denediğimde de maalesef farklı bir sonuç elde edememiştim. Somurtarak yayı Darius'a uzattım. Büyük bir profesyonellikle hedefe odaklandı ve ok yaydan fırlayarak hızlıca hedef tahtasını tam ortasından deldi. İkinci ok vakit kaybetmeden arkasından uçtu ve o da diğer okun tam yanına gömüldü. Üçüncü oku atmasını nefesimi tutarak bekledim ama bir süre geçmesine rağmen hedef tahtasını delen üçüncü ok gelmeyince bakışlarım merakla Darius'a döndü. Hiç beklemediğim bir şekilde ben ona baktığımda o zaten bana bakıyordu. Bileğimden yakalayıp beni yanına çekti ve beni tam önüne aldı. Yayı elime verdiğinde doğru tutmam için kendi elleriyle benim ellerimin dışını kavramıştı. Onun kollarının arasında olmak beni heyecanlandırırken o gayet sakindi. Oku yaya yerleştirdi ve birlikte oku birazcık geriye çekip serbest bıraktık. Tam orta yere isabet eden ok ikiye yarıldığında birlikte attığımız okun diğer okun tam üzerine isabet ettiğini anlamıştım. Şaşkınlıkla Darius'a döndüm ama yüzümde saklayamayacağım kadar büyük bir gülümseme vardı. O da sıkıcı yüz ifadesinin aksine benimle birlikte gülümsüyordu. Hiç unutamayacağım kadar güzel gülümsüyordu... Satıcı adam Darius'a küçük bir hediye paketi uzattığında Darius içindeki şeye bir göz atıp yanıma geldi. "Sana ne hediye verdi?" diye sordum. Hediye paketini bana uzattı. Paketi açtım ve içinden bir kolye çıktı. Gümüş zincirli bu kolyenin tam ortasında küçük bir yuvarlak vardı ve bu yuvarlağı tırnağımla açtığımda içinden bir saat çıkmıştı. Kolye şeklinde küçük bir cep saatine benziyordu. "Senin olsun," dedi Darius umursamaz bir tavır sergilemeye çalışarak. Ama gülümsemesini saklamak için başını yere eğdiğinde boyu benden uzun olduğu için sırıtışını hâlâ görebiliyordum. "Teşekkür ederim," dedim gülümseyerek. Darius kolyeyi elimden kapıp nazikçe boynuma taktığında kolyenin ucundaki minik saati hemen tişörtümün içine saklamıştım. Güzel bir hediye, diye düşündüm. Hiç yanımdan ayırmayacağım hediye. Ve bu diyarda ilk defa Lucas dışında birinden aldığım bir hediye. İki çocuk, kalabalığı yararak koşarken neşeli cıvıltıları kulağıma doldu. "Hikâye zamanına geç kalacağız. Koş!" Ve yanımızdan fırtına gibi esip gittiler. Heyecanla arkama dönüp ışıl ışıl parlayan gözlerle Darius'a baktım. Daha ben söylemeden ne isteyeceğimi anlamış olacak ki "Sende mi gitmek istiyorsun?" diye sordu. "Hı-hı..." Başımı hızlı hızlı salladım. Darius yolu biliyormuş gibi önüme geçmişti ve hikâye anlatılacak yerin yolunu tutmuştuk. Biz hikâyeye yetişmek için hızlı hızlı yürürken aynı zamanda her yeri, herkesi ve her şeyi en ince ayrıntısına kadar dikkatle inceliyordum. Sokağın sonunda geldiğimizde kalabalık bayağı azalmıştı. İlerde evlerden uzak bir yerde gözden ırak bir kamp ateşi yanıyordu. Ateşin etrafına da küçük çocuklar dizilmiş, heyecanla hikâyenin anlatılmasını bekliyorlardı. Darius ile çocukların arasına girip boş bir yere yerleştik. Darius, çocukların kısa boyu yüzünden onların arasında fazla iri durdurduğu için dikkat çekse de belli ki bunu önemsemiyordu. İhtiyar bir adam ayağa kalkıp çocukların oluşturduğu dairenin merkezine geçtiğine çocuklar heyecanla nefesini tutmuştu. Adam tam ateşin yanında durduğundan kırlaşmış saçlarına vuran ateş onları turuncumsu gösteriyordu. İhtiyar adam, "Bu geceki hikayemizin adı Ludo Yıldızının Laneti," diye başladı söze. Çocuklarının heyecanlarının yerini meraklı bakışlar aldığında herkes pür dikkat adamı dinliyordu. "Bir varmış, bir yokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde. İnsanlar yeryüzünde yokken sirenler ve ejderhalar barış içinde yaşarmış." İhtiyar adam yavaş yavaş anlatırken sesindeki hoş tını içimi sıcacık etmişti. Hırıltılı sesi ne kadar yaşlandığını damgalıyordu sanki. Bir taraftan ateşin etrafında yürüyor bir taraftan da jest ve mimikleriyle hikâye anlatımını destekliyordu. Derin bir nefes alıp hikâyesine devam etti. "Büyük okyanuslarda üç tane su ejderhası yaşarmış. İçlerinden biri devasaymış ve çok ama çok güçlüymüş..." Çocuklardan bir "Oo..." nidası yükseldi. "Bu üç büyük su ejderhasından en güçlü olanı tüm ejderhaların kralıymış. Sirenler güçlü olan bu su ejderhasını çok severlermiş ve ona hürmet ederlermiş. Ta ki insanlar yer yüzüne adımını atana kadar..." İhtiyar duraksadı ve sevecen bir ifadeyle gülümsedi. "İnsanlar yeryüzüne geldiklerinde ilk yaptıkları şey ellerini kana bulamak olmuş. İnsanların kılıçları çok keskinmiş. Ejderhalar öfkeyle, sirenler büyüleyici şarkılarıyla karşılık vermiş..." İhtiyar adam son kelimeyi hüzünlü bir ses tonuyla uzatabildiği kadar uzattı. Bir süre sessizlik oldu ve sessizliğin yerini dolduran bir arp sesi herkesin etrafına bakınmasına neden oldu. Genç bir kadın tarafından çalınan arpın sesi huzur verici ve berraktı. Kadının ince uzun parmakları tellerle buluştuğunda sesi daha net yakalamak için herkes sessizliğe bürünmüştü. Kadının parmaklara tele her değişinde yas dolu notalarla birlikte içimi bir buhran kaplıyordu. Melodi ara sıra yükseliyor ara sıra sessizleşiyordu ve teller kadını elinde kıvranıyordu. Yavaş ve herkesi rahatlatan bu melodiyle birlikte ihtiyar hikayesini anlatmaya devam etti. "Genç bir ozan çıkagelmiş ve diğer insanların aksine kılıç kullanmak yerine öfkeli su ejderhasına en güzel şarkılarını söylemiş. Su ejderhası onu sakinleştiren şarkılar eşliğinde öfkesi yavaş yavaş azalmış ve bir fısıltıya dönüşmüş. Sonra da derin bir uykuya dalmış..." İhtiyar ardı ardına dizdiği cümlelere bir nefes alma arası verdi. "Sirenler bir daha göremediklerini efendilerini özlerken, insanlar bu ozana kahraman ismini vermişler. Ama insanlar bilmiyorlarmış ki Ludo Yıldızının mor gökyüzünde parladığı gece sirenlerin özledikleri güçlü su ejderhası için yılların intikamını almaya geleceklerini..." Birden arp sustu ve ortamı aydınlatan tek ışık olan ateş söndü. Ateşten geriye kalan korların ufak parıltısı yüzüne yansırken ihtiyar ak sakallarını düzelti. Bir anda oluşan sessizlik ve karanlık hikâyenin etkisiyle birlikte içimi ürpertmişti. Darius'a baktım. O benim kadar etkilenmiş görünmüyordu. Çocuklardan biri, "Peki, sirenler nasıl intikam alacaklar?" diye sordu çocuksu sesiyle. İhtiyar derinden gelen hırıltılı sesiyle yeniden konuşmaya başladı. "Bazı kaynaklara göre sirenler kulak tırmalayan şarkılarıyla uyuyan su ejderhasını yeniden uyandıracaklar ve efendilerinin intikamını insanlardan alacaklar. Bazı insanlarsa Ludo Yıldızının gökyüzünde yükselip gökyüzünü mora boyayacağı gece, Ludo Yıldızının ışığının uyuyan ejderhayı uyandıracağını ve böylece sirenlerin tekrardan uyuyan efendilerini kavuşacağını söyler. Tabii bunlar sadece birer efsaneden ibaret," diyerek sözlerini bitirdi ihtiyar. Herkes ayaklanıp dağılmaya başladığında "Bu sadece bir efsane, değil mi?" diye sordum Darius'a doğru fısıltıyla konuşarak. "Bazıları sadece bir efsaneden ibaret olduğunu söylese de ben bu hikâyenin yalnızca efsaneden ibaret olduğunu düşünmüyordum. Gerçek olduğuna inanıyorum," dedi her zamanki ciddi ifadesini takınarak Darius. Kendimi tutmaya çalışsam da dudaklarımdan ufak bir kıkırtı firar etmişti. Darius, "Komik buldun sanırım," dedi bana yandan yandan bakarak. "Kusura bakma, sadece..." "Sadece?" "Sadece senin gibi birinin bir çocuk hikayesine inanması garip geldi," diye itiraf ettim, ayağa kalkarken. Artık hikâye zamanı sona ermiş, tüm çocuklar dağılmıştı. *** Bölümü nasıl buldunuz?? Ludo Yıldızının Laneti isimli hikaye hakkında ne düşünüyorsunuz?? Bu bölümden sonra artık asıl olaylara giriş yapıyoruz. Yani Arcadia ülkesi için en önemli olaylar. Aslında önceki bölümlerde bu sorunlarla ilgili ufak ufak bilgiler edindik ama hiçbirinin kargaşasını bizzat yaşamadık. Çünkü önceki bölümlerde Lucas'ın oluşturduğu kargaşa Soraya için fazlaydı bile hsşckcşv Neyse bir dahaki bölümde görüşmek üzere, sağlıcakla kalın🤍 |
0% |