@ejderhacik
|
Yeni bölümden merhabalar💙 Çok uzatmadan sizi bölümle başbaşa bırakayım ben. *** Lucas buradan deyip kolumu çekiştirmişti. "Nereye gidiyoruz sende bilmiyorsun değil mi?" dedim. Tam bana dönüp cevap verecekken gizemli bir elin Lucas'ın ağzını kapatarak yanından geçtiğimiz bir odaya çektiğini gördüm. Etrafa bakındığımda solumdaki kapının sertçe kapandığını gördüm. Peşimdeki askerlerden göz gezdirdim, neyse ki koridorda hiç asker yoktu. İzimizi kaybettirmeyi başarmış olmalıydık. Kimsenin olmadığına emin olduktan sonra aceleyle solumdaki odaya daldığımda karşımda Roxana'yı ve yerde bir seksen uzanan Lucas'ı gördüm. Roxana Lucas'ı yakalayıp odaya çekmiş olmalıydı. Lucas neler olduğunu anlamaya çalışırken başını ovuşturup yattığı yerden doğruldu. Ayağa kalkmaya çalışınca onun koluna girip onu odadaki bordo renkli koltuklara yönlendirdim ve oturmasına yardımcı oldum. Roxana yüzüme bakmaya ve benimle konuşmaya bile tenezzül etmemişti. Ama en son karşılaştığımız öfkesi de üzerinde yoktu. Galiba o gün tüm öfkesini bana zarar vererek kusmuştu. Odayı inceleme fırsatı bulduğumda burası epey küçük bir odaydı. Sadece odanın köşesinde birkaç çekmeceden oluşan bir çalışma masası, sandalyesi ve odanın orta kısmında bulunan küçük bir sehpa ve bordo koltuklar vardı. Roxana sessiz bir şekilde Lucas'a bakarken sabır dilenir gibi nefes vererek "Orada durup seyretmeyi mi düşünüyorsun? Kolu yaralandı görmüyor musun?" diye çıkıştım sert bir tavırla. Lucas ani çıkışıma karşı "Sorun yok, o kadar da kötü değil," dedi sakinleşmem için. Eminim Roxana'yla kavga etmemem için bu şekilde davranıyordu. Roxana normaldeki sinirli tavrının aksine cevap vermek yerine odadaki çekmeceleri karıştırıp elinde birkaç parça bir şey ile yanımıza geldi. Lucas'ın koluna girmiş buz parçasını eritmek için elini üstüne koyduğunda Lucas acıyla feryat etti. Roxana ise ne yapacağını bilemiyormuş gibi duraksadı. Roxana'yı kenara ittim ve ok şeklindeki buz parçasını birden çekip çıkardım. Lucas acıyla inlemişti ama iyi tarafından bakmak gerekirse en azından kısa sürmüştü. Buzu çektiğimiz kesikten kan adeta çeşme gibi fışkırmaya başladığında Roxana "Çok derin, dikilmesi lazım," dedi kendi kendine. "Buradan bir yere ayrılmayın şifacı çağırayım." "Hey! Bekle..." dememe fırsat bırakmadan odadan buhar olup uçmuştu sanki. Herhangi biri bizim yerimizi öğrenmemeliydi. Lucas'a döndüm. "Lucas gidelim buradan. Eminim sana başka bir yerde şifacı bulabiliriz. Burada kalmak mantıklı bir fikir değil. Ayrıca Roxana isyancılardan biri, unuttun mu?" "Sorun yok Soraya," dedi Lucas hissettiği acıdan dolayı dişlerini sıkarak. Aynı zamanda omzundan akan kanları durdurmak için temiz bir bezle baskı uyguluyordu. Tabii bunu yapması ne kadar doğruydu orası tartışılırdı. "Roxana'ya buraya şifacıları çağırmak yerine Edwin ve Derrick'i veya askerleri çağırsa ne yapacağız? Ya seni öldürmeye çalışırlarsa... o zaman ne yapacağım?" dedim ağlamaklı bir sesle. Kendimi çıkmaza düşmüş gibi hissediyordum. Yine fevri davranıyor ve duygu patlaması yaşıyordum. "Öyle bir şey olmayacak. Roxana öyle bir şey yapmaz." "Roxana'ya gerçekten güveniyor musun? İsyancılar, seni daha önce ölmen için zehirlediler ne çabuk unuttun. Buraya gelmek hiç mantıklı bir fikir değildi," dedim Lucas'ın yanına otururken. Lucas tek kolunu etrafıma sararak beni kendine yakınlaştırdı ve başımı omzuna yaslayarak gözlerimi yumdum. Belki de sadece sakinleşemeye ihtiyacım vardı. "Buraya hiç gelmemeliydik," diye sayıkladım başımı Lucas'ın omzuna daha da gömerek. Tuzlu gözyaşlarımın tadını aldığımda şu an fazla duygusallaştığımı anlamıştım. Lucas'ın ölmesi düşüncesinin beni bu kadar yıpratacağını hiç düşünmemiştim ama Roxana geri gelmeden önce kendimi toparlamalıydım. "Bir şey olmayacak," dedim içimden. Kapı açıldığında içeriye Roxana ve yanında genç bir kız girmişti. Kız elindeki malzemelerini masaya bıraktı ve Lucas'ın yanına gelerek omzunu inceledi. Kaşlarını çatıp Roxana'ya döndü ama çekiniyormuş gibi bir hâli vardı. "Şey... yarası derin görünüyor. Onu şifacı odasına götürsek daha temiz çalışabilirim ve mikrop kapmaz. Hem de daha deneyimli şifacılarla-" "İşini burada hallet," dedi Roxana ters ters. Kız daha da üstelemeyip Lucas'ın kolunu tedavi etmeye koyuldu. Kolundaki yarayı dikiyor olsa gerek ara sıra ip olduğunu tahmin ettiğim ince şeye makasla müdahale ediyor ve kızın her hareketinde Lucas dişlerini gıcırdatıyordu. "Buraya neden geldiniz?" dedi Roxana. Bir tartışma çıkacağını sezdiğimde ayağa kalkıp koltuğun arkasına geçtim. İkisinin arasında durmak benim her an ölebileceğim anlamına gelirdi. "Bence sen bana bir açıklama borçlusun," dedi Lucas. "Ejderhanın kanını koruman gerekiyordu. İsyancılara vermemeliydin. Neden sana emanet edilen yadigâr onlardaydı?" "Diğer Element Liderlerinin yadigarları daha farklı ve işlevseldi," diye itiraf etti Roxana omuz silkerek. "Ejderhanın pulu her ay kehanet gösteriyor. Ejderhanın boynuzu her üç ayda bir çiçek veriyor. Ejderhanın gözyaşı sürekli olarak kullanılabiliyor. Dişten yapılan kılıç zaten sonsuza kadar kullanılabilir. Ama ejderhanın kanı sınırlı bir şeydi. Küçük bir şişe kan var ve kullandıkça eninde sonunda bitecek. Ben düşündüm ki... isyancılarla laboratuvarlarda çalışırsak bu kanı çoğaltabiliriz." "Ve sonra onu kötü amaçlarınızda kullanabilirsiniz, değil mi?" dedi samimiyetsiz bir tavırla gülerek Lucas. Roxana sessiz kaldı. Ama birazdan onun da bir volkanik dağ gibi patlayacağı belliydi. Sadece kendini tutmaya çalışıyor gibi görünüyordu. O cevap vermeyince Lucas konuşmasına devam etti. "Bazen düşünüyorum acaba meclisin yanında mısın, yoksa isyancıların yanında mı?" "Ben isyancıların yanlış bir şey yaptığını düşünmüyorum," dedi Roxana sonunda konuşmayı başarabildiğinde. "Ama sen yanlış bir şey yapıyorsun. Meclisten öğrendiğin bilgileri hemen koşup isyancılara yetiştiriyorsun." "Ben doğru olduğunu düşündüğüm şeyi yapıyorum," diye sesini yükseltti Roxana. Sonunda o da sinirlenmişti. Kırmızı gözleri pişmanlıkla dolmak yerine öfkeyle dolduğunda ikisinden de bir adım uzaklaştım. Kavgalarına karışmayacaktım, bu benimle ilgili bir şey değildi. Ancak Lucas'a zarar vermeye kalkışırsa elimden geleni ardına koymayacaktım. "Doğru olduğunu düşündüğün şey bu mu, herkese ihanet etmek mi? Ya da sinirlenince hiç düşünmeden etrafında kim varsa herkese zarar verip her yeri yakıp yıkmak mı?" Bunu söylerken benim kolumu yakmasından bahsettiğini biliyordum. Bu konuda Roxana'nın arkadaşı olacağı için onun tarafını tutacağını düşünmüştüm. Ama söylediklerini aksini söylüyordu. Bu beni bile bir an için afallatmıştı. Roxana sinirle bana kısa bir bakış attı. Kolumu yaktığını başkasına söylemememi söylemişti ve Lucas'ın bu olaydan haberdar olması hoşuna gitmemiş olmalıydı. Cevap vermeyip dudak büktüm. "Yaptığım hatayı telafi ettiğimi düşünüyorum. Bu yüzden özür dilemeyeceğim," dedi Roxana tükürürcesine. "Senin için saraya gidip şifalı çiçeği çaldım. Bunu yaptığım öğrenilseydi hayatımın sonuna kadar zindanda kalabilirdim." İçinde bulunduğumuz oda ısınmaya başladığında bu ısının Roxana'nın teninden yayıldığını hissedebiliyordum. İçinde harlanan öfkeyi susturamıyor gibiydi ve çevresini yakmamak için kendisini demir gibi ısıtıyordu. "Senin için bunca şey yaptıktan sonra benimle nasıl böyle konuşursun? Unutma Mecliste de daha az ceza almanı sağlayan bendim. Her zaman arkanı kolladım. Şimdi de gelmiş beni yaptığım şeyden dolayı suçluyorsun. Şu an bile aslında sana yardım ediyorum," dedi Roxana, cümleleri hızlıca ardı ardına sıralayarak. Biraz daha öfkelenirse gözlerinden alev çıkacağına neredeyse emindim. "Şimdi de yaptığın iyilikleri gelip benim yüzüme mi vuracaksın," diye sesini yükseltti Lucas. Artık bu manasız tartışmayı dinleyerek sabrımın son raddesine gelmiştim. "Sizce de bu kadarı yeterli değil mi?" dedim tartışmalarını bölmek adına. Roxana önce bir duraksadı sonra bana hak vermiş olacak ki "Kolun tedavi edildikten sonra bütün bunları konuşuruz," dedi. "Konuşacak bir şey olduğunu sanmıyorum. Kolum tedavi edildikten sonra bizi öldürmeye çalışmak yerine yeraltından çıkaracağını umuyorum. Tabii hâlâ eski arkadaşlığımıza saygı duyuyorsan." Şifacı kız, Lucas'ın yarasını sardıktan sonra "İşim bitti Efendim," diyerek Roxana'ya baktı. "Acaba gidebilir miyim?" "Hayır," dedi Roxana kendinden emin bir sesle. Kız tam ne olduğunu anlamak için soru soracakken birden Roxana elini havaya kaldırdı ve birden kızın etrafını alevler sardı. Neler olacağını anladığımda Lucas hızlıca yanıma ulaşıp kızı göremeyeceğim bir şekilde önüme geçti ve kulaklarımı kapattı. Kızın bağırışları ufak ufak kulağıma gelince bu midemi bulandırdı ve başımı Lucas'ın göğsüne yaslayıp gözlerimi yumdum. Roxana'nın işi bittiğinde genç kızdan geriye sadece küller kalmıştı. Kız muhtemelen bizi gördüğü için Roxana ardımızda delil bırakmamak için onu öldürmüştü, ama yine de bu çok acımasızcaydı. Roxana odadaki dolabın kapağını açtı. Gözlerime inanamıyor gibi dolaba bakıyordum. Dolabın içinde bir kapı mı vardı? "İsyancıların yeraltı şehri bir sürü gizli geçitlerle çevrilidir. Eminim benim bile haberdar olmadığım çok eski dehlizler vardır. Bu gizli dehlizden geçip dümdüz yolu takip edin, sizi Kimsesizler Ormanına çıkaracak. Hafif yukarı eğimli olduğu yürürken sizi yorabilir ama bu yolu benim dışımda kimse bilmiyor, bu yüzden oldukça güvenli," dedi Roxana, eliyle bize yolu işaret ederken. Dolabın içinden geçip karanlık bir dehlize girdiğimizde Roxana arkamızdan dolabın kapağını kapattı ve zifiri karanlıkta kaldık. Yürürken düşmemek Lucas'a tutundum ve önümüzü yoklaya yoklaya yavaş yavaş yürüdük. Ne kadar uzun sürdü bilmiyorum ama sessizlik ve karanlık içinde geçen uzun saatler sonucu ufacık bir ışık gözüme çarptığında mutlulukla mağaranın çıkışına doğru koşmaya başladım. Sonunda masmavi gökyüzü ve kuş cıvıltılarıyla karşılaştığım için mutluydum. Lucas ejderhasını her zaman yaptığı gibi bir ıslıkla çağırdı, fakat bu sefer bu melodik ıslığa cevap veren bir kükreme duyulmadı. Etrafıma bakındım ama kocaman ejderha gözümün önünde oldu herhalde görürdüm. Lucas birkaç kez daha ıslık çaldı ama hepsi cevapsız kaldı. "Ne yapacağız?" diye sordum. "Ormandan çıkıp bir kasaba bulana kadar yürüyeceğiz. Oradan da bir at alırız ve sahile kadar gideriz. Sonra da..." "Kayık kiralarız," dedim bir öneride bulunarak. "Fırtına adasına yüzerek gitmek pek de mantıklı bir fikir olmazdı ne de olsa." Lucas gülerek yanıt verdi. "Kürekleri de bana çektireceksin, öyle değil mi?" İşaret parmağıyla hafifçe alnıma dokundu. "Seni gidi uyanık." Ağaçlar seyrekleşmeye başladığında ormandan çıkmak üzere olduğumu anlamıştım. İleride ufak bir köy gözüktüğünde neredeyse mutluluklar zıplayacaktım, fakat yürümekten zıplamaya hâlim kalmamıştı. Kasabaya gittiğimizde yaşlı bir adamla karşılaşmıştık. Atlara artık binmediğini ve satın alabileceğimizi söylemişti. Oradan atları satın almıştık, fakat ihtiyar adam biz yemek yemeden bizi göndermeyeceği konusunda ısrar etmişti. Misafirperver ihtiyarın derme çatma minik evinde yemeğimizi yedikten sonra Fırtına Adasına en yakın olan sahile doğru yola koyulmuştuk. Aradan birkaç gün geçmişti. Çoğunlukla Lucas ya hayvan avlayıp pişirmişti ya da bir köyde mola verip yemek satın almıştık. Bazen bir ağacın dibinde sırayla nöbet tutarak uyumuştuk, bazense bir handa. Neyse ki sonunda incecik kumla kaplı sahile varmıştık. Ara sıra güzel deniz kabuklarını bulup Lucas'a gösteriyordum. Çoğunlukla ilgilenmese de ilgileniyormuş gibi davranmaya özen gösteriyordu. Bu sahilden Fırtına Adası görünüyordu ve burada minik bir köy vardı. Sahil köyüne vardığımızda atları bırakabileceğimiz bir ahır bulmuştuk. Sonrasında ise kayık alabileceğimiz birini. Kayığa bindiğimizde yanımızda yeterli sayıda yiyecek ve su stokumuz vardı. Hırçın dalgalar kayığı sürekli salladığı için midem bulanmaya başlamıştı. Lucas ise kürek çekmekten yorulmuş gibi görünüyordu. Lucas kürek çekmeyi bırakıp alnındaki terleri gömleğinin koluyla sildi. "Yorulduysan ben devam edebilirim Lucas." "Sorun yok. Sadece biraz mola versem iyi olacak," dedi bir şişe suyu tepesine diktikten sonra. "Sen iyi misin?" İstemsizce elimi karnıma götürdüm. "Sadece midem bulanıyor." "Uyusan iyi olur." Geriye doğru yattım. Artık kapkaranlık gökyüzündeki binlerce yıldız görüş açımdaydı. Kendi dünyamda ışık kirliliği ve şehir ışıkları yüzünden yıldızları hiçbir zaman bu kadar net ve parlak görememiştim. Şimdiyse bu koca okyanusun ortasında tek görebildiğim şey yıldızlardı. Gözlerim yavaş yavaş kapandığında vücudumu garip bir his esir almıştı. Küçük siyah saçlı bir kız bir tarlanın ortasında koşturuyordu. Koşarken bir yandan da ara sıra arkasına bakıp bana doğru gelmem için sesleniyor, eliyle işaret ediyordu. Ona yetişmek için önümdeki başakları ite ite koşmaya başladım. Adımlarım süratle birbirini takip ederken bense bu güzelim kızı takip ediyordum. Bir an için deja vu hissetsem de önemsemedim, sanki tüm hayatım boyunca tek amacım o kıza yetişmekmiş gibiydi. Hızlı adımlarla koşarken beline uzanan dalgalı siyah saçları bir o yana bir o yana savruluyor, kalın bukleleri daha da belirginleşiyordu. Kafasının üzerine taktığı papatyadan tacı siyah saçlarının arasına iliştirilmişti. Üzerine giydiği beyaz, çiçekli elbisesinin eteklerini daha rahat koşabilmek adına bir eliyle kavramıştı. Katran karası gözleri neşeyle parlıyordu. Güneşin seyrek hüzmeleriyle yüzüne peyda olan gülümseme oldukça sıcak ve sevecendi. Gökyüzü birden ışığını kaybettiğinde yer sarsılmaya başlamıştı. Kulaklarıma dolan nahif ve berrak ezgiyle birlikte artık mor olan gökyüzünde bir yıldız parlamaya başlamıştı. Bu zifiri karanlıkta bir mum ışığıyla yürümeye çalışmaya benziyordu. Karanlık yüzünden kızı artık göremiyordum. Birden etrafımdaki görüntüler değişmeye başladığında gökyüzü yeniden sonsuz maviliğine ve kavurucu sıcak güneşine kavuşmuştu. Artık her şey eskisi gibiydi. Bir şey hariç. Yerde yatan bedeni gördüğümde adımlarım yavaşladı. Ağzından kanlar akan bu ceset az önce gülümseyen kızdan başkası değildi. Kollarında kavrulmuş kırmızı yanıklar vardı. Ayaklarını sarmaşıklar sarmıştı. Boynunu bir kılıç boylu boyunca çizmişti. Beyaz elbisesi kırmızıya bürünmüştü, elbisenin üzerindeki çiçekler solmuştu. Kafasındaki papatya tacındaki tüm çiçekler yanmış ve küle dönmüştü. Mide bulantısıyla geriye çekildim. Bu korkunç bir görüntüydü. Sıçrayarak uyandığımda Lucas kürek çekmeyi bırakmış, çoktan başımda dikilmişti. Havanın hâlâ karanlık olmasından ve yıldızlı bir çatının altında olmamızdan dolayı en fazla birkaç saat uyuduğumu tahmin ettim. "Kâbus mu gördün?" "Çok gerçekçiydi," diye mırıldandım. "Bu rüyayı üçüncü kez görüşüm..." "Asillerin rüyaların gerçek olabileceğini söylediğimi hatırlıyor musun?" dedi Lucas, bana bazı şeyleri hatırlatmak ister gibi. "Hatırlıyorum," dedim. "Lucas sende bir asilsin, yani senin daha önce bu tarz bir rüya gördüğün oldu mu hiç?" Başını ağır ağır sallayarak beni onayladı. "Fırtına adasına çok az kaldı zaten, daha da uyuma," diye de ekledi. "Saatlerdir sen kürek çekiyorsun. Zaten kolun yaralı. Bırak da ben devam edeyim," dedim ısrarcı bir tavırla. "Hayır, dersem bile pes etmeyeceksin, öyle değil mi?" dedi ve kürek çekmeyi bıraktı. Hayır anlamında kafamı salladım ve kürekleri ben elime aldım. Başta biraz zorlansam da biraz süre geçtikten sonra alışmıştım. Hava aydınlanıp güneş doğduğunda sonunda Fırtına Adasına ayak basmayı başarmıştık. Lucas kayığı bir yere bağladıktan sonra kayığın içindeki çantalarımızı ve eşyalarımızı aldık. Çantamı sırtıma taktıktan sonra artık Kiran'ın evine gitmeye hazırdım. Ne yazık ki Kiran'ın evi adanın öbür ucunda olduğundan birazcık yürümemiz gerekecekti. Biz yürümeye devam ederken bu adanın sakinliği bana huzur vermişti. Tuzlu su kokusuyla bezenmiş ada, gelen misafirlerini büyülüyordu sanki. "Lucas bana gördüğün rüyalardan bahseder misin?" dedim küçük bir ricada bulunarak. Bunu hem merak etmiştim hem de yolda yürürken zaman geçsin istiyordum "Çok sevdiğim bir arkadaşımın ölümünü görmüştüm. Uyandığımda ise bana onun ölüm haberini vermişlerdi. Belki o rüyayı daha erken görseydim bazı şeylere engel olabilirdim," dedi. "Bahsettiğin kişi Lily mi?" dedim sorarcasına ama o olduğuna emindim. "Ah, Darius sana Lily'den bahsetmiş demek," dedi Lucas. "Tabi bu rüyayı göreli epey bir zaman oldu. Eskiden sık sık bu tarz rüyalar görüyordum. O zamanlar asillerin rüyalarının gerçek olduğunu bile bilmiyordum. Şu sıralar ise normal rüya dahi görmüyorum." Lily'nin ölümünde dolayı Darius'ta Lucas'ta pişmanlık ve suçluluk duygusu hissediyorlardı. Bu ikisini de yıpratıyordu. Lucas çektiği suçluluk duygusu yüzünden Darius'u suçlamayı tercih etmişti. Darius ise kendini... "Peki, senin gördüğün şu kâbus neydi? Anlatmak ister misin?" dedi Lucas, muhtemelen konuyu değiştirmek amacıyla. Yüzümü buruşturdum. "Pek de anlatmak isteyeceğim bir şey değil." Ve sessizce yürümeye devam ettik. Kiran'ın evine bir kez daha geldiğimizde Lucas kapıyı çaldı. Kiran kapıyı açtığında bizi gördüğü için şaşırmışa benziyordu. Ama hemen kenara çekilip eve girmemiz için bize yol verdi. Kapıyı arkamızdan örttükten sonra "İkiniz de berbat halde gözüküyorsunuz," dedi Kiran. İkimiz de gerçekten berbat haldeydik. Çok yorulmuştuk ve her tarafımız kan ter içindeydi. Ancak oturma odasına gidip koltuğa oturduğunda ona karşılık verebildi Lucas. " Evet, farkındayız," dedi yorgunlukla. Bende kendimi gördüğüm ilk koltuğa attığımda derin bir nefes verebildim. Kiran da peşimizden gelip bir koltuğa oturduğunda Lucas kelimeleri ardı ardına sıralamaya başlamıştı. "İsyancıların inindeydik. Sonunda saklı çiçeği son defa kullanıp bu aptal görevi bitireceğim için çok hevesliydim. Ama şu yaşananlara bir bak! Edwin aslında buz asili olduğu hakkında yalan söylemiş. Bunu nasıl hiç düşünemedim bilmiyorum bile... Sonrasında odaya Derrick daldı. Bizde odadan kaçtık. Kaçarken Roxana'yla karşılaştık. Roxana'yla konuştuktan sonra aklıma gidebileceğim ilk yer olarak senin evin geldi. Şimdiyse en başa döndüm. Ve buz asili hakkında hiçbir şey bilmiyorum," diye üzüntüyle bitirdi son sözünü. Sanırım Lucas'ın ilk defa hiç inat etmeden böyle konuştuğunu görebiliyordum ve bir daha da görebileceğimi sanmıyordum. "Tamam sakin ol. Önce bi' dinlen ve kendine gel. Sonrasında ne yapacağını birlikte de düşünürüz," dedi Kiran sevecenlikle. İkimizi de inceledikten sonra Lucas'ın yaralı kolunu gösterip, "Yaralanmışsın, sence de önce gelip bunu söylemen gerekmez miydi? Zaten zehirlendikten sonra daha yeni iyileşmeye başlamıştın, kendine dikkat etmen gerekiyor," diye de ekledi Kiran. Sesi bu sefer öncekinden biraz daha sert çıkmıştı. Kiran Lucas'a tam bir ağabey gibi davranıyordu. "İkiniz de gidip önce güzel bir duş alın, duştan sonra da güzelce karnınızı doyurup uyuyun zaten akşam olmak üzere," diye konuşmaya devam etti Kiran. Ve biz cevap bile veremeden mutfağa doğru gitti. Lucas'la oturma odasında tek kaldığımızda "Önce sen banyo yap, senin daha çok ihtiyacın var," dedim. Bunu nezaketen söylemiyordum. Gerçekten de öyleydi. " "Hayır, Soraya ciddiyim önce sen duşa gir," dedi Lucas. Bunun tartışmasına giremeyecek kadar yorgundum. Bu yüzden pek sorgulamadan banyoya doğru gitmeye başladım. Zaten daha önce de Kiran'ın evinde kaldığımdan banyonun yerini biliyordum. Kendim için havluları hazırladıktan sonra kısa ama rahatlatıcı bir banyo yaptım. Bir an önce yatıp uyumak istediğimden banyoyu elimden geldiğince kısa tutmuştum. Havluma sarınıp önceki kaldığım odaya doğru gittim ve Kiran'ın benim için çıkardığı temiz kıyafetleri giydim. Biraz kestirmek için odadaki yatağa uzandığımda birkaç saniyede içinde göz kapaklarım ağırlaşmış ve yavaş yavaş kapanmıştı. Birinin beni sarsmasıyla uyandım. Sarsılarak uyandığımdan hemen yerimden irkilip etrafa göz attığımda beni Lucas'ın uyandırdığı gördüm. "Hadi uyan, akşam yemeği yiyeceğiz," dedi. "Geceleyin acıktım diye ağlayıp beni uyandırmanı istemem." Yerimden doğrulup oturma odasına doğru gittim. Kiran yere yemek sofrası kurmuştu. Banyodan sonra uyuyakaldığımı yeni anlamıştım. Lucas ve ben sofraya oturduktan sonra sessiz bir akşam yemeği yedik. Akşam yemeğini yememiz kısa sürmüştü. Sanırım bu akşam hiçbirimizin iştahı yoktu. Sofrayı hızlıca üç elden toplayıp hep birlikte oturma odasında oturduk. "Şimdiki planınız ne?" dedi Kiran mor gözlerini ikimizin arasında dolaştırarak. Sarı saçları alnına dökülürken saç renginden daha koyu olan kaşları çatılmıştı. "Bir süreliğine toparlanmak ve iyileşmek için burada dinlenmeyi düşünüyorum. Şu anlık bir planım yok," dedi Lucas kolundaki yarayı işaret ederek. "Burada istediğiniz kadar kalabilirsiniz," dedi Kiran gayet samimi bir şekilde. "Fakat Agnes harekete geçmek için sizin toparlanmanızı beklemeyecek. İsyancılar Soraya'nın su asili olduğunu öğrendiğine göre yakında bunu Agnes'te öğrenecektir ve artık Agnes'in Soraya için kapıyı çalması an meselesi." Lucas sıkıntıyla iç çekti. "Ne yapacağımı bilmiyorum." "Meclisten yardım almak istemediğini ve onlara güvenmediğini biliyorum. Ama... Darius senin çocukluk arkadaşın ve belki de şu anda tek güvenebileceğin kişi o. Ayrıca sana yardım edebilir," dedi Kiran oldukça nazik olmaya çalışarak. Lucas bir anda ciddileşip kaşlarını çattı. "Olmaz." "Bu kadar gururlu davranmana gerek yok," dedim Lucas'a doğru. "Bu gurur meselesi değil, ayrıca seni ilgilendiren bir mesele de değil Soraya," dedi ters ters Lucas. Darius'un ismi geçince bir anda ateş püskürten ejderhaya dönmüştü. "Soraya bu arada..." Lucas'ın cümlesini tamamlamasına izin vermeden, "Neyse ben uyumaya gidiyorum," dedim ayağa kalkarak. Lucas'ın sinirli hâliyle hiç mi hiç uğraşamayacaktım. "İyi geceler," diye seslendi arkamdan Kiran. Odama girdiğim anda günün yorgunluğuyla kendimi yer yatağına bırakmıştım. Kaç gündür yolculukta olduğumuz için doğru düzgün uyuyamamıştım. *** Güneşin ilk ışıkları yüzüme vurduğunda uyanmıştım. Esneyerek yataktan kalktım. Kapıyı açtığımda odamın önünde, kafasının altına bir tane yastık alıp parkenin üzerine uzanmış bir Lucas görmek benim için sürpriz olmuştu. Uyanması için onu ayağımla dürttüğümde irkilerek uyandı. Bir şey arıyormuş gibi etrafına bakındı ve beni gördüğünde rahatlamış gibi derin bir nefes verdi. "Kapımın önünde ne yapıyorsun?" dedim yarı kızarak yarı gülerek. Eğer orada durmaya devam ederse banyoya ulaşmak ve odamdan çıkabilmek için Lucas'ın üzerinden atlamak zorunda kalabilirdim. "Uyuyorum, görmüyor musun?" dedi gözlerini ovuştururken. Bayık bakışlarla tekrardan bana baktığında onu hafifçe tekmeledim. "Ne oldu Kiran seni odadan mı kovdu, gidip odanda uyusana." Kiran ile aynı odada kalıyorlardı, yeterli sayıda oda olmadığı için. "Aslında önce biraz konuşuruz, diye düşünmüştüm." "Ne konuşacağız?" dedim sıkılmış bir edayla. Hızlıca konuşmasını bitirip beni rahat bırakmasını istiyordum. "Meclise gitmek istiyorsan haber vermeden kaçmana gerek yok. Buz asili konusunu hallettiğimizde geri döneceğiz zaten. Bunu haber vereyim dedim. Dün diyecektim ama fırsat bırakmadın." Karın ağrısı şimdi anlaşılmıştı. "Ne yani sana haber vermeden kaçacağımı düşündüğün için mi gece kapımda yattın?" dedim ama artık gülümsemiyordum. "Daha önce yapmadığın bir şey değil," dedi sakince. "Sadece önlem alayım dedim." "Haber vermeden gitmek için gerekçelerim vardı ve buna pişman değilim," diyerek kendimi savundum, kesin bir tavırla. "Bence sen çok abartıyorsun." "Abartıyor muyum?" dedi Lucas ayağa kalkarken. Şimdi onun yüzünü görebilmek için yukarıya bakmam gerekiyordu. "Evet, her şeyi abartıyorsun," dedim geri adım atmamaya kararlı bir şekilde. "Öyle mi? Sen haber vermeden gittiğinde saatlerce seni aradım. Agnes'in gücünü çalmak için seni götürdüğünü sandım!" dedi yüzünü iğrenir gibi buruşturarak. "Lucas..." "Agnes'in seni kaçırdığı korkusuyla her yerde seni ararken senin haber vermeden kaçacağına hiç ihtimal bile vermemiştim! Kiran bana senin kaçmış olabileceğini söylemişti." Bağırma seslerine uyanan Kiran koridorun başında belirdiğinde gözleri Lucas'la ikimiz arasında dolandı. Lucas onun geldiğini fark etmemiş olacak ki hâlâ sinirle konuşmaya devam ediyordu. "Kiran senin kaçmış olabileceğini söylediğinde senin asla öyle bir şey yapmayacağını söylemiştim ona. Çünkü yapmak için bir nedenin olmadığını sanıyordum. Bir sıkıntı varsa bana anlatabilirdin." Artık sesi kızgın değil daha çok kırgın gibi çıkıyordu. Belki de içinde hissettiği her şeyi bana kusmuş ve rahatlamıştı. Ya da daha fazla üzerime gelmemek için kusmuğunu yutmaya çalışıyordu. Kim bilir. Olaylara hep kendi açımdan bakıp hiç onun gözünden bakmadığım için ne cevap vereceğimi bilemeyip bocaladım. Ama sinirini istediği gibi çıkarması için sessiz kaldım. Bu konunun bugün konuşulup bir daha açılmayacak şekilde en ücra köşelerdeki tozlu raflara kaldırılmasını istiyordum. Lucas'ın kendi gücü daha önceden çalındığı için bu konuda ayrı bir hassasiyeti vardı ve benim için bu kadar endişelenirken onu ardımda bırakıp haber vermeden kaçtığım için bir kez daha pişman olmuştum. Lucas benim baktığım yöne baktığında sessizce köşeye sinmiş Kiran ile göz göze geldi ve onun varlığını fark etti. "Sakin olmalısın," diyerek ağzında birkaç kelime geveledi Kiran, kendini bir şeyler söylemek zorunda hissederek. "Kusura bakmayın, ben sizi yalnız bırakayım." Ancak daha fazla da bir şey söylemeye cesaret edemedi ve odasına tekrardan kapandı. "Biraz dışarı çıkıp hava almak ister misin?" dedim Lucas'ın omzuna dokunup. Ve birazcık onu itekleyip yürümeye teşvik ettim. Evden dışarı çıktığımızda burnuma buram buram deniz kokusu dolmuştu. Denizin kıyısına vardığımızda dalgalar ayaklarıma vurup geri kaçıyorlardı, ancak hangisinin kıyıya ulaşabileceğini sonunu görmeden anlayamıyordunuz. Bazıları kayalara çarpıp geri dönüyordu. Bazıları ise daha şanslıydı. Bizi gören minik bir yengeç kayaların arasına sakladı. Büyük bir kayaya çarpan dalga beni biraz ıslatmıştı ama yine de ilerleyip bir kayanın üzerine oturdum. Bugün deniz fazlasıyla dalgalıydı ve hava kızarmış bulutlarla kaplıydı. Kırmızı bulutlar ve denizin buluştuğu ufuk çizgisine baktım. Korkutucuydu ve sonsuzdu. Bu diyarda sanırım en sevdiğim şey bizim dünyamızın aksine yağmur bulutlarının kırmızı olmasıydı. Her ne kadar yağmurdan hoşlanmasam da... Omzumun üzerinden arkama bakıp Lucas ile göz göze geldim. Kırmızı bakışlarının beni içine çekmesine izin vermeyecektim. Bu sefer izin vermeyecektim. Oturduğum kayada boşluk kalan kısma elimle iki kere yavaşça dokundum. Lucas az önce elimle işaret ettiğim yere gelip tam yanıma oturdu. Kırmızı bakışları denizde dolaştığında kafasının ne kadar dolu ve karmaşık olduğunu herkes anlayabilirdi. Dalga sesleri bugün bana huzur vermiyordu. Kırmızı bulutlar ağlamaya başladığında üzerime çiseleyen yağmuru sevmiyordum. Bana yağmursan kaçmaya çalışan kimsesiz bir sokak kedisi gibi hissettiriyordu. Ama bugün kaçmıyordum. Bugün tam şu anda hiçbir şeyden kaçmayıp her şeyi dürüstçe konuşacaktım. "Bir asil olduğundan bahsetmemiştin," dedim dalga sesleri benim sesimi bastırırken. "Konuşmaktan hoşlandığım bir konu değil," diye itiraf etti. "Bu yüzden mi gücümün çalınıp çalınmasına bu kadar takıntılısın?" Yüzünü hatırlamaktan iğrenirmiş gibi ekşitti. "Eminim gücünün senden koparılmasını hissetmek istemezsin." "Ama buz gücün var," dedim teselli etmek için. "Evet," dedi. "Birinin hayatını kurtardığımda Meclis Başı bana bu ödülü layık gördü. Zaten gücünü kullanamayacak kadar yaşlı olan birinin gücünü bana verdiler." "Ama sonuçta hâlâ gücün var." "Anlamıyorsun," diye mırıldandı. "Gücümün çalındığı ve gücümün olmadığı o süreçte neler yaşadığımı anlamıyorsun. Hayali mecliste çalışmak olan bir çocuktum. Gücüm benden alındığında bunu asla başaramayacağımı düşünmüştüm." "Ama başardın." "Başardım ama... başarıma sevinemeyecek kadar çok kaybım oldu," dedi burnunu kırıştırarak. "Başarıma sevinemeyecek kadar üzerime geldiler." Meclisteki herkes onu küçük görüyordu. Belki de bunu umursamıyormuş gibi görünmek için bu kadar alaycı, umursamaz ve çocuksu davranıyordu. "Ben... üzgünüm." Sessiz kaldı. "Özür dilerim," dedim sonunda gururumdan vazgeçerek. "Neden özür diliyorsun?" "O gün gözcü kulesini yaktığım için özür dilerim. Babanın ve kardeşinin gözcü kulesinde çıkan bir yangında..." Yutkundum. "...bir yangında bu dünyadan göçüp gittiklerini bilmiyordum. Bunun seni bu kadar etkileyeceğini düşünmemiştim." Yüzünde acı dolu bir gülümseme peyda oldu. Sanki acılarını o gülümsemeye sığdırıp hayata karşı meydan okuyordu, fakat hayatın çoktan ikimizi de bertaraf ettiğinden habersizdi. Gözleri dolduğunda ıslak kirpiklerinden bir damla yaş düştü çenesine doğru. "Bakıyorum da başkalarıyla dedikodumu yapmışsın," diye espri yapmaya çalışınca sesi titredi. "Darius ile konuşmuştuk." "Anlıyorum." Terliğimi ayağımdan çıkarıp denizin ulaşamadığı kayalıkların üzerine attım. Üzerimde şortum ve tişörtüm vardı. Ama sorun değildi. Kayalıklar ayağıma batsa da denize doğru yürüdüm. Deniz ilk başta sadece bileklerime kadar geliyordu. Sonra diz kapağıma kadar yükseldi. Sonra belime. Ama yeterli değildi. Ayağıma batan keskin kayalıklardan kurtulmak için daha derine gitmeliydim. Düşüncelerimden kurtulmak için denizin beni yutmasına izin vermeliydim. Bazen bir acıdan kurtulmak için daha büyük bir acıyla kendimizi oyalardık. Tıpkı ayağımızı kesen kayalıklardan kaçmak için derinlere, ayağımızın kayalıklara değmediği yerlere gidip boğulmak gibi. Deniz seviyesi omuzlarıma yükseldiğinde kayalıklar yüzünden oluşan ayağımdaki kesikler sızlıyordu. Kulaç atarak yanıma gelen Lucas sudan kafasını çıkardığında ıslak siyah saçlarının içinden elini geçirip alnına düşen saçlarını düzeltmeye çalıştı. Dalgaların akıntısı artık beni daha da derinlere çekerken deniz beni git gide daha da yutuyor, içine çekiyordu. "Soraya," dedi ne olursa olsun peşimden gelen ses. "Denize girmek için uygun bir hava olduğunu sanmıyorum. Hasta olacağız." Yağmur damlaları denize damlarken başımı geriye atıp gökyüzündeki kırmızı bulutlara baktım. Artık ayaklarım yere değmiyordu. Deniz beni yukarı kaldırdı ve denizin üzerinde deniz yıldızı pozisyonunda yatarken dalgaların beni istediği yere götürmesine izin verdim. "Soraya," dedi yine aynı ses. "Deniz fazla dalgalı ve tehlikeli. Geri dönelim." Lucas beni kendine doğru çekip kıyıya doğru yüzmeye çalıştı. Onu durdurdum. Bana dönüp konuşmak için ağzını açtığında bizi sertçe vuran dalgayla Lucas su yutmuştu ve bu onu susturmaya yetmişti. "Senin kendi acıların var, benim kendi acılarım var," dedim mantığım yok olmuş gibi. "Soraya çıkalım denizden." "Neden sadece kendin acı çekiyormuş gibi davranıyorsun?" dedim ağlamaklı bir sesle. Anlamıyormuş gibi bana baktı. "Evime dönmek istiyorum. Ailemi görmek istiyorum," diye sızlandım. "Bende," dedi Lucas. "Bende ailemi görmek istiyorum ama onlar artık ölü. Senin de ailen buraya ait değil. Onları göremezsin." "Beni kandırıyorsun," dedim. "Ne yaparsam yapayım evime dönmemin yolunu bana söylemeyeceksin, değil mi?" "Söylemeyeceğim. Çünkü sen buraya aitsin. Sen su asilisin. Ailen ise kendi dünyalarına aitler. Artık onları öldü olarak kabul etmelisin. Artık onları bir daha göremeyeceğin gerçeğini kabullenmelisin Soraya." "Bunu istemiyorum," dedim titreyen sesimle. Ancak sesimin titremesinin nedeni denizin soğukluğundan mıydı, yoksa benim içime dolan yalnızlıktan mıydı? Ailemi bir daha göremeyeceğim gerçeği suratıma çarptığında su yutmuş gibi hissettim kendimi. Hayır, gerçekten su yutmuştum. Beni savuran dalgalardan uzaklaşmak için suyun içine daldım ve suyun beni hapsetmesine izin verdim. Suyun dibine doğru ağır ağır yüzerken suyun dibindeki balıklar beni görünce kayalıkların içindeki yuvalarına kaçıştılar. Nefesim tükeniyordu. Denizin altından son bir kez gökyüzüne baktım. Her şey çok bulanıktı. Ama denizin dibinden kızıl gökyüzünü görebiliyordum. Suyun dibinden ayağımla kendimi yukarı doğru ittim ama birden yüzememeye başladım. Nefesim tükenmeye, ciğerlerim yanmaya başlamıştı. Sorunun ne olduğunu çözmeye çalışırken bacağıma giren krampla ağrı tüm bacağımı ele geçirdi. Birden panikle çırpınmaya çalıştım. Tek bir nefese muhtaçtım. Ciğerlerimdeki yanma arttı, göz kapaklarım kapandı. Sırtım suyun dibine temas ettiğinde gökyüzüne ne kadar da uzaktım öyle. Nefes almakla aramda sadece yedi sekiz metre vardı ama bu yolu katetmek bir an için bana imkânsız gibi göründü. Bir an için öleceğimi düşündüm. *** Bölüm sonuu Bölüm hakkındaki düşünceleriniz neler? Sizce Lucas ve Roxana'nın arasındaki dostluk devam edecek mi? Sizce Soraya'nın rüyalarında gördüğü kız kim? Sizce devamında neler olacak? Bir dahaki bölümde görüşmek üzere, sağlıcakla kalın💙 |
0% |