Yeni Üyelik
18.
Bölüm

17 | Unutulamayacak Sözler

@ejderhacik

Tekrardan merhabalar.


Bölüme geçmeden önce minik yıldızımızı parlatmayı ve bol bol yorum yapmayı unutmayalım.


O zaman sizi bölümle başbaşa bırakayım ben💙


***


Suyun içinde bir karaltı bana doğru yaklaşırken görüşüm iyice buğulanmıştı. Artık hiç kıpırdamıyordum, tamamen bu taşkın okyanusa teslim olmuştum. Zaten bu diyara da her şeye boyun eğdiğim için gelmemiş miydim?..


Konuşmaya çalıştım, hatta bağırmaya. Fakat ağzımdan tek çıkan şey hava kabarcıkları oldu. Her bir kabarcık yüzeye doğru süzülürken bana yaklaşan karaltı neredeyse benim yanıma gelmişti artık.


Beni yakalayıp kendine doğru çekti ve ikimizi de suyun yüzeyine çıkarabilmek için çırpınmaya başladı. Bense hareketsiz bir şekilde sonumu bekliyordum. Belki gücüm belki de umudum kalmamıştı hayata dair.


Ciğerlerime hava dolduğunda artık kıpırdamaya bile mecalim kalmamıştı. Beni kurtaran karaltı ikimizi de suyun yüzeyine çıkarmıştı ve dalgaların bizi etkisi altına almaması için uğraşıyordu.


Başımı onun omzuna yasladım. Devasa bir dalga ikimizi de yuttuğunda bir an için birbirimizi gözden kaybedecek gibi olduk, fakat suyun altında son anda elimi yakalamayı başardı. Tekrardan suyun yüzeyine çıktığımızda bu sefer yeni bir dalga gelmeden önce harekete geçmeliydik.


Lucas, suyun bir kısmını dondurduğunda ikimizde buzun üzerine çıktık. Lucas bir kolunu dizimin, diğer kolunu kollarımın altından geçirerek beni kaldırdı. Artık suyun üzerinde yürüyor sayılırdık. Lucas her adımını attığında yeni bir buz kütlesi bizi karşılıyordu. Karaya vardığımızda Lucas beni bir kayalığın üzerine yatırdı.


"Soraya iyi misin?"


Gözlerimi hafif araladım ve yuttuğum tüm suyu kustum.


"Soraya..." diye mırıldandı Lucas.


"Lucas, Soraya iyi mi?" Bu ses Kiran'a ait olmalıydı.


"Bilmiyorum."


"Ne oldu? Uzun zamandır siz eve dönmeyince bende merak edip sizi aramaya çıkmıştım."


"Biraz yüzmek istedik."


"Bu havada mı? İkinizde hasta olacaksınız. Hem Soraya neden baygın?"


"Boğuldu."


"Boğuldu mu?"


"Ben iyiyim," diyerek doğruldum yattığım kayadan. "Sadece bacağıma kramp girdiği için yüzeye çıkamadım."


"Kendini nasıl hissediyorsun?" diye sordu Kiran ilgiyle yanıma yaklaşarak.


"Az kalsın ölüyordum. Ne diyebilirim ki..."


Kiran kolumdan tutarak benim ayağa kalkmama yardımcı oldu. Kolumu Kiran'ın omzuna atıp boynuna doladım ve eve varana kadar ondan destek alarak yürüdüm. Arkamızdan gelen Lucas sessizce bizi takip ediyordu. Eve vardığımızda ikisine de dinlenmek istediğimi ve beni rahatsız etmemelerini söyleyip bana ayrılan odaya çekildim.


***


Gözlerim yarım yamalak aralandığında yer yatağımın çarşafları temiz olanlarıyla değiştirilmişti. Kıyafetlerim hâlâ ıslak olduğundan değiştirmediklerini varsaydım, ama muhtemelen değiştirselerdi kendimi daha fazla rahatsız hissederdim.


Islak saçlarımdan damlayan su damlacıkları hep yastığımı ıslatmıştı. Umarım hasta olmam, diye düşündüm.


En son ne olmuştu, diye düşünürken hırçın dalgalar hızla zihnime çarptı ve beni anılarıma savurdu. Doğru ya... Lucas beni kurtarmış olmasaydı şu an bu yatakta yatıyor olmayacaktım. Denizin derinliklerine sürüklenmiş ya da kıyıya vurmuş olacaktım.


Kapı hafifçe tıklatıldığında "Müsaidim girebilirsin," diye seslendim.


Kapı aralandığında endişeli mor gözler üzerimde gezindi. "Soraya nasıl hissediyorsun kendini?"


"Bilmiyorum," diye mırıldandım. "Kötü hissetmiyorum. Ama..."


"Ama iyi hissediyorum diyebilecek kadar da iyi sayılmazsın," diye cümlemi tamamladı Kiran.


"Ne düşünüyorsun?" diye sordum birden.


"Ne hakkında?"


"Lucas... Ya da ben," dedim geveleyerek. Ölümden dönmüştüm ve belki de bunu sormanın sırası değildi. Belki de bu soruyu hiç sormamalıydım.


"Lucas iyi biri," dedi kendi kendine. "Sende iyi birisin."


"Lucas ile ben?" diye direttim. "İkimiz?"


"İkinizde iyi birisiniz ama gözlemlediğim kadarıyla pek uyumlu olduğunuz söylenemez," dedi Kiran. "İkinizde dik başlı ve inatçısınız. Belki birazda sinirli ve komik? Birazcık da fevri... Bunlar kötü özellikler değil belki ama ikiniz de böyle olduğunuz için yan yana olduğunuzda tartışmaların çıkmasına sebep oluyor."


Cevabıyla birlikte içimde bir şeylerin kırıldığını hissettim. Neden üzülüyordum ki... Şu an aramızda bir arkadaşlık bile yoktu. Tamamen çıkar ilişkisiydi. Ona buz asilini bulmasında yardım edecektim ve eğer şanslıysa Lucas tekrardan Element Lideri olabilecekti ve bende aileme tekrardan kavuşabilecektim.


İkimizi bir arada tutan tek şey ikimizin istedikleri, çıkarları ve sebepleriydi belki de... Tüm bunlar bittiğinde o istediğini alacak ve bende evime dönecektim.


Ve işte aramızdaki her şey bu kadardı.


Birbirimize ihtiyacımız kalmadığı anda her şey bitecekti.


Derin bir nefes aldım. "Haklısın," dedim. "Peki, Lucas ben bayıldıktan sonra ne yaptı?"


"Senin için çok endişeliydi. Onu biraz sakinleşmesi ve temiz hava alması için zorla evden gönderdim," dedi çarpık bir şekilde gülerek.


İçimde kırılan bir şeylerin tekrardan canlandığını hissettim. Benim için endişelenmişti. Benim için endişelenmişti ve bu benim kalbimin hızlanması için yeterliydi.


Birden aklıma Lucas'ın bana zırh taktığı an geldi. Yanaklarımın pembeleştiğini ve midemde kelebeklerin dolandığını hissettim. İstemsizce gülümsediğimde Kiran'ın hâlâ odada olduğunu fark edip gülümsememi silmeye çalıştım.


Düşüncelerimden kurtulmak için başımı iki yana salladım. Lucas'ı düşünmenin sırası değildi, daha yeni ölümden dönmüştüm. Belki korkup ağlamam gerekiyordu. Ama yine de zihnim her seferinde Lucas'a tutunuyordu.


***


Yaklaşık iki haftadır Kiran'ın evinde kalıyorduk. Ve Lucas bu iki haftadır gerçekten garip davranıyordu. Hatta bana göre biraz da korkutucu.


Ayrıca ara sıra uyandığımda Darius'u özlediğimi fark ettim. Garip bir şekilde onunla geçirdiğim zamanlar en yorucu olan zamanlar olsa bile Darius'un eksikliğini hissediyordum.


En azından Lucas'ın isyancılar yüzünden yaralanan kolu iyileşmişti. Ama ejderhanın kanıyla zehirlenen yarası hâlâ aynıydı. Zehirli damarlanmış yara boynundan koluna doğru ilerlemişti. Bu yüzden özellikle dışarı çıktığında kollarının ve boynunu kapatacak kıyafetler giymeye dikkat ediyordu Lucas.


Ayrıca artık buz asilini bulmak için de bir plana ihtiyacımız vardı. Bu yüzden önce kahvaltı yemiştik. Kahvaltıdaki kırmızı, akışkan şeyi çok sevdiğim için hep ondan yemiştim. Aslında bundan benim dünyamda da vardı ama ismini hatırlayamıyordum. Sanki kendi dünyamla aramdaki bağ kopuyormuş gibi hissediyorum. Kahvaltıdan sonra ise evde boş boş vakit geçirmiştim akşama kadar. Nihayet akşam olduğunda üçümüz de oturma odasında toplanmıştık.


"Peki, bu sefer ki planımız ne? Yani gerçek planımız," dedim. Son söylediklerimi özellikle dikkat ederek Lucas'a söylemiştim.


"Önceki planın neyi varmış? Plan gayet de işlemişti," dedi yarı şakacı yarı alıngan tavırla.


"Yaa... ne demezsin."


"Tamam artık ikiniz de şaka yapmayı bırakın ve ciddi olun," dedi Kiran tüm ciddiliğiyle. Kiran yeri gelince çok eğlenceli ve komik biri olsa da iş ciddileşince Lucas ile benim tartışmalarımdan bıkıyordu.


Kiran böyle dedikten sonra bende Lucas da sustuk. "Şu buz asili nasıl biri biliyor musunuz?" diye devam etti cümlesine Kiran.


"Hayır, nasıl biri bilmiyoruz ve bence işin en zor tarafı da zaten bu," dedim. Ama benden sonra Lucas, "Aslında..." diyerek söze girmeye çalışıyordu. "Ben biliyorum."


Kiran da bende bunu duyduğumuzda şaşırmıştık.


"Bir süredir kâbuslar görüyorum. Ve kâbuslarımda sürekli aynı kızı görüp duruyorum," dedi açıklama yaparak. Bunu bir başkası söylese ciddiye almazdım ve muhtemelen dalga geçerdim. Ama bunu söyleyen Lucas'tı. Lucas da bir asil olduğuna göre rüyaları yol göstericiydi. Ki zaten öteki türlü iki haftadır aynı kâbusu görmesi normal değildi. Demek ki bu yüzden iki haftadır garip davranıyordu.


"Onun buz asili olduğunu mu düşünüyorsun?" diye sordum.


"Düşünüyorum değil, o olduğuna eminim. Rüyamda onun kanı elimdeki saklı çiçeği solduruyordu," dedi Lucas.


"Nasıl görünüyor?" dedi Kiran.


"Mavi gözleri ve çok açık sarı saçları vardı," dedi hatırlamaya çalışır gibi. Sonra bana baktı ve "Soraya'dan daha uzundu," dedi.


Kaşlarımı çattım. "Bu detayı eklemene gerek yoktu."


"Hiç alınma," dedi Kiran, arkadaşını destekleyerek. "Kısasın."


Elbette arkadaşını destekleyecekti.


"Her neyse, en azından buz asilinin artık neye benzediğini biliyoruz," dedim onlara asıl amacımızı hatırlatmak ve elbette konuyu kapatmak için. "Unuttunuz mu? Plan yapıyorduk," diye de devam ettirdim dediklerimi.


"İsmini biliyor musun?" dedi Kiran bana ayak uydurarak.


"Hayır."


"O zaman ne yapacağız?" dedim. "Yine mi yeraltı şehrine gideceğiz?"


"Evet?" dedi Lucas soru sorar gibi.


"Hayır."


"Evet?"


"Hayır, gitmeyeceğiz."


"Neden?"


"Çünkü gitmek istemiyorum."


Kiran ortak yolu bulmak için "Merak etme Soraya, bu sefer ki plan gayet başarılı olacak. Çünkü bu planı Lucas yapmayacak," dedi.


Kiran bunu söylediğinde kahkaha atmıştım. Lucas ise alınmış gibi ters ters Kiran'a bakmıştı.


Kahkahalarım sona erdiğinde daha ciddi olmaya karar verdim ve "Sorun zaten plan değil. Sorun oraya her gittiğimizde Lucas'ın ölümden dönmesi," dedim neredeyse bağırarak.


Kiran ayağa kalktığında Lucas'ta çoktan ayaklanmıştı. Lucas evden dışarı çıktığında Kiran önce kızgın bakışlarla Lucas'ın çıktığı kapıya sonra daha yumuşak olan mor gözleriyle bana baktı ve "İstersen odana geçip dinlen. Veya istersen adada dolaşabilirsin," dedikten sonra apar topar Lucas'ın peşinden o da çıktı.


Her ne konuşacaklarsa benim yanımda konuşmak istemedikleri her hallerinden belliydi, bu yüzden bir şey söylemedim. Ama ikisinin de tavırlarından dolayı konuşmalarının pek sakin geçeceğini düşünmüyordum.


Tüm günüm zaten evde geçtiğinden dışarıya çıkıp dolaşmayı tercih ederdim. Bu yüzden hiç zaman kaybetmeden sadece yanıma kılıcımı alarak kendimi dışarı atmıştım. Hafif soğuk esen rüzgârlar tenime vurduğunda içim ferahlamıştı. Kiran'ın evinden dışarı çıktığımda Lucas ve Kiran'ı etrafta göremiyordum. Resmen iki dakikada yok olmuşlardı.


Evin arkasındaki ağaçları pek de sık olmayan ormana doğru ilerlemeye koyuldum. Ormanın girişinde ormanın adı yazılı olan küçük ve tatlı bir tabela vardı. Tabela çok eski olduğu için okuyamıyordum. Üzerinde "... Ormanı" yazıyordu.


Tabelanın yanından geçip ormanın içine doğru yürüdüğümde ormanın daha çok sıklaşıp karanlık olmasını bekliyordum ama bunun aksine orman akşam olmasına rağmen oldukça aydınlık ve sakindi. Burada güvende olduğum hissine kapıldım.


Ormanda ilerleyip etrafı incelediğimde ağaçlardan çok etrafta küçük papatya gibi çiçekler vardı. Taç yaprakları bir papatyaya göre daha azdı ve bu yapraklar hafif hafif ışıldıyor, etrafına ateş böceği gibi minik ışıklar saçıyordu. Her bir çiçeğin etrafına saçtığı renk farklı olduğu için yeryüzündeki minik bir gökkuşağı gibi gözüküyordu. Mavi, mor, pembe, turuncu, yeşil, sarı...


Bu renk cümbüşü insanı hayran bırakıyordu. Eğilip fosforlu mor renge sahip çiçeği kopardığımda canlı, minik ışığı hemencecik söndü. Sanırım çiçekler oldukları yerde daha güzeldiler.


Biraz daha ilerlediğimde orman neredeyse bitmişti. Tahmin ettiğimden çok daha küçük bir ormandı. Ormanın sonu sahile çıkmıştı, yani dört tarafı denizlerle çevrili bir adada olduğumdan bu durumu garipsememeliydim. Ormandan gitmek istemesem de yeni bir yere gitmek için de can atıyordum. Bu yüzden fikrim değişmeden önce koşar adımlarla sahile doğru yürüdüm.


Sahilin başladığı noktaya geldiğimde etrafta yine biraz göze gezdirdim. Sahil neredeyse bomboştu. Yalnızca tek bir kişi vardı. Sahilin ince krem rengi kumlarına, denizin tam kıyısına oturmuş ve denizi seyreden biri. Uzaktan kız ya da erkek olduğunu seçemiyordum. Ya da onu tanıyıp tanımadığımı.


Onu korkutmamak için sakin adımlarla yanına yaklaştım. Yanına vardığımda "Selam," diye seslendim Sesim oldukça alçak çıkmıştı. Hatta o kadar alçak çıkmıştı ki onun beni duyduğundan bile emin değildim.


O da sessiz bir şekilde "Selam," dedi. Duyduğum sesten kız olduğunu anlamıştım.


"Yanına oturabilir miyim?" diye sordum nazikçe.


Bakışları bana dönmese de evet anlamında başını salladı. Yanına oturduğumda onun yüzünü daha iyi inceleme fırsatı bulmuştum. Kumral olan çok hafif dalgalı saçları denizin rüzgârı yüzünden dalgalanıyordu. Yeşil olan gözleri ise adeta beni içine çekiyordu.


"Buraya sık sık gelir misin?" diye sordum.


"Neredeyse her gece," dedi derin bir nefes alarak. "Peki ya sen? Seni ilk defa burada görüyorum."


"Ben bu adada yaşamıyorum. Buraya kısa bir süreliğine geldim. Bu arada sanırım tanışmadık. İsmim Soraya."


"Bende Rowena," diye gülümsedi, nihayet o hüzünlü bakan yeşil gözlerini denizden alıp bana çevirerek.


"Üzgün görünüyorsun," dedim her zamanki gibi düşüncelerimi içimde tutmayı beceremeyerek.


Güldü. Ama gülümsemesi neşeli bir kahkaha gibi değildi, soğuktu. Daha çok verdiği izlenimden rahatsız olmuş gibiydi.


"Kusura bakma," dedim hemen.


"Sorun değil," dedi anlayışla. "İsyancılar sadece bu aralar beni tedirgin ediyor."


"Kimi etmiyor ki?" diye espri yapmaya çalıştım.


"Fırtına Adası eskiden daha huzurlu bir yerdi. Sonra isyancılar geldi, buradan yaşayan insanların elinde ne var ne yok hepsini sömürdüler. Burada ticaret yapmaya başladılar ama illegal yollarla... Meclisin buraya doğru düzgün yardım ettiği yok, meclis sadece başkentle ve zengin olan liman şehirleriyle ilgileniyor. Şimdi ise burada yaşayan herkes ailesini korumak zorunda."


Bunları duymak beni şaşırtmıştı.


"Kusura bakma, kafanı şişirdim. Sadece içimi dökmek iyi geldi," dedi tekrardan denizi seyre daldığında.


"Meclis burayla ilgilenmiyor mu?"


"Sadece burada Fırtına Adası'nın yerlileri var. Biz kendimizi bir şekilde korumaya çalışıyoruz ama..." Yapacak bir şey yok, der gibi dudak büktü. "Elbette yeterli değil."


Sessiz kaldım.


"Sen nereden geldin?"


"Öğrenci yurdundan geliyorum," dedim.


"Anladım."


"Meclisten tanıdığım birileri var. Belki onlarla konuşmayı deneyebilirim," dedim. Darius ile konuşmak belki bu işe bir çözüm olurdu. Ama benim sözlerimi ne kadar dikkate alırlardı, orası tamamen bir bilinmezlik.


Cevap vermedi.


Çalıların arasından bir çıtırtı duyduğumda elim direkt kılıcıma gitmişti. Rowena'ya baktığımda onun da direkt ayaklanarak kılıcını çektiğini görmüştüm.


Ayağa kalktım ve onun yanına geçtim. Hava karanlık olduğundan dolayı doğru düzgün bir şey görünmüyordu. Belki de sadece bir hayvan sesiydi, diye düşündüm kendimi rahatlatmak için.


Çalıların arasından birkaç kişi çıktığında gözlerim onlara sabitlendi. Sanırsam iki kişilerdi. Soğuk ter içimi titrettiğinde kılıcımı sıkıca tutuyordum. Önümüzde duran iki kişi yanımıza yaklaştığında arkalarından daha fazlasının geldiğini gördüm.


"İddiaya girerim," dedi içlerinden biri. "İkiye iki saldırsak iki dakikada işleri biter."


Adamlardan birkaçı kahkaha attı. Yüzlerini kaplayan tehditkâr ve küçümseyici gülümsemeler beni bir adım geriye çıkmaya zorlamıştı. Etrafımızı sardıklarında sırtımı Rowena'nın sırtına yasladım.


"Gidin buradan," dedi Rowena.


Adamlar yine güldü.


Yaklaşık on tane adam etrafımızda daire oluşturmalarına rağmen az önce konuşan adam ve bir başkası dairenin içine girmişlerdi. Birden, az önce konuşan adam hızla bana doğru atıldı. Refleksle kılıcımı kaldırdım ve kılıçlarımız tokuştu. Etrafa rahatsız edici, metalimsi bir tını yayıldığında bulutların arasından sızan ay ışığı kılıcımın demirine çarparak parlatıyordu.


Korkuyla gözlerim büyüdüğünde etrafımızı çevreleyen bu iddiayı kimin kazanacağını seyreden adamlardan birkaç tanesini güldü.


Düşmanımın her darbesini savunmaya çalışıyordum, nefes alışverişlerim düzensiz bir hâl aldığında korku her bir hücreme yayılmıştı. Etrafımızı saran tezahüratların hiçbirini anlamıyordum, çünkü tek odaklandığım şey karşımdaki kişinin hamleleriydi.


Rakibimle göz göze geldik. Yeşil gözleri ay ışığıyla ve öfkeyle parladı. Demek toprak gücüne sahipti.


İnce kumların ayaklarımın altından kaydığını hissettiğimde sendeledim. Diz kapağıma kadar kuma battığında ne yapacağımı şaşırmıştım. Karşımdaki toprak gücüne sahip rakibim bana kılıcını savurduğunda kumların arasından bana kalkan oluşturacak bir kaya fırlamıştı.


Rowena'nın yeşil gözleriyle göz göze geldik. Beni koruyan kişi oydu. Bana kısa bir göz kırptıktan sonra tekrardan kendi rakibine döndü.


Kendimi battığım kumdan kurtardım. Karşımdaki rakibimin devasa kayalar fırlatarak beni koruyan bariyeri yok etmek üzere olduğunu fark edince bir iki adım geriye kaçtım. Düşmanım daha da sinirlenmiş görünüyordu.


Karanlık gökyüzünü aydınlatan yıldırımlar paralamaya başladığında Rowena'nın dövüştüğü adamın hava gücüne sahip olduğunu anlamıştım.


Çevremizdeki rüzgâr hızlandı ve mor tanecikler toplanmaya başladı. Rowena beni kendine doğru çekti ve bizi içine alacak kayadan bir bariyer oluşturdu. Mor patlama kalkanla buluştuğunda kalkanımız çatladı ve yüksek hasar bizi içeride sarsarak yere düşürdü.


Kalkanın üstümüze yıkılacağını anladığımda Rowena ile ikimizi zar zor kalkandan dışarıya attım. Kılıcımın nerede olduğunu göremiyordum bile.


Su gücünü çağırdığımda buna yeterli vaktim olmadığını fark etmiştim. Çünkü karşımızdaki kişi toprak elementini kullanarak devasa kayaları havada hareket ettirmeye başlamıştı. Devasa kaya üzerime doğru uçarken bir ses beni kendime getirdi.


"Ondan uzak dur." 


Ve yerden yükselen keskin bir buz kütlesiyle kaya paramparça olup patladı.


Sesin geldiği yöne baktım. Karanlıkta parlayan kırmızı gözler beni göz hapsine almışlardı.


"Lucas," diye fısıldadım mutlulukla.


Lucas fildişi rengindeki kılıcını çekti ve yatay bir şekilde yay çizerek savurdu. O savurduğu anda kılıcından adeta ok şeklinde buzlar savruldu. İlk bakışta bu kılıcın ne olduğunu anlamıştım. Ejderhaların yadigarlarından bir tanesiydi bu kılıç. Buz asiline bırakılan ejderhanın dişiydi. Fakat yontularak kılıç yapılmıştı ve özelliği etrafa buz saçmasıydı. Tabii ki bu kılıcın Lucas'ta değil, buz elementinin liderinde yani Kai'da olması gerekiyordu. Fakat konu Lucas olunca artık sorgulamayı bırakmıştım.


Savrulan buzlar bizi çevreleyen bazı kişileri yaralarken Rowena ile bize yaklaşmamıştı bile. Lucas'ın arkasından Kiran çıkageldiğinde o da elinde kılıç tutuyordu ama muhtemelen normal bir kılıçtı.


Lucas geldiği anda çevremizdeki tüm elementler sakinleşmiş ve buz elementi üstünlük kurmuştu.


Kiran bir adama kılıcını savurduğunda kılıcı bir yıldırım kadar hızlı ve çevikti. Kılıçların buluşma anıyla kıvılcım çıktığını gördüğüme etrafa kıvılcım saçıldığına yemin bile edebilirdim. Kiran kılıcını salladı ve karşısındaki adam güçlükle darbeleri savuşturdu. Kiran, adamın açığını hızlıca yakaladı ve işini bitirdi.


Kiran hızını kaybetmeden bir başkasına geçtiğinde benim gözlerim tekrardan Lucas'ı bulmuştu. Arada sırada buz saçan kılıcıyla keskin kavisler çiziyor ve Kiran'a göre daha atılgan davranıyordu. Dövüşü bir dans gibiydi, fakat o kadarda tutkulu değildi.


Kılıçlar çarpıştıkça yankılanan metalin sesleri birbirine karışıyordu. Lucas, düşmanının savunmasını delip geçtiğinde fışkıran kan yüzüne bulaşmıştı. Düşmanın verdiği anlık bir açık onun ölümü olmuştu.


Adamların hepsi yerde kıvranırken Lucas nefes nefese kılıcını indirdi ve kınına soktu. Yerde oturan beni fark ettiğinde birkaç büyük adımla yanıma ulaşmıştı. Eğilerek elini bana uzattı ve bunu geri çevirmeyerek elini tuttum. Beni ayağa kaldırmak için kendine doğru çektiğinde resmen burun buruna gelmiştik. Bir adım geri çekildim ve o da duruşunu dikleştirdi. Yine boy farkımız artmıştı.


Lucas'ın gözleri üzerimde dolaştıktan sonra Rowena'ya dönmüştü. Sanırım kendince onun tehlike arz edip etmediğini düşünüyordu. Tehlike içinde olmadığımıza kendi kendine kanaat getirdiğinde tekrardan bana baktı.


"Yaralandın mı?" diye sordu dişlerinin arasından. Sesi ne kadar yorgun olduğunu gösteriyordu.


"Yaralanmadım."


Duyduğu cevapla rahatlamış gibi çatık olan kaşları normale döndü. Sonrasında yere yığılan adamlara baktı. Adamlardan birini yakasını yakaladığında "İsyancılardan mısınız?" diye sordu.


Adam cevap vermeyecek gibi olduğunda Lucas adamı biraz sarstı. Adam zoraki kekeleyerek "Evet," dedi hırıltılı bir sesle.


Lucas adamın yakasını bıraktı. "Burada ne yapıyorsunuz?"


Adam bu defa cevap vermedi.


Lucas adamın üstüne doğru eğilerek nabzını kontrol etti ve sonra tekrardan ayağa kalkarak derin bir nefes aldı. Şüphesiz ki o adam ölmüştü. Sonrasında Lucas etrafındaki kan gölünde göz gezdirdi, kendi yarattığı kan gölünde...


"Rowena," diye dürttüm şok geçiren kızı. "İyi misin?"


"İyiyim," dedi bir anda kendine gelip. Kılıcını yerden alıp ayağa kalktı. Bakışları yerde yatan adamlarla dolandıktan sonra derin bir nefes aldı.


"Hadi gidiyoruz," dedi Lucas kaşlarını çatıp.


Önce Lucas'a baktım sonrasında Rowena'nın yanına yaklaşıp nazikçe koluna dokundum. "İstersen sende bizimle gelebilirsin," dedim olabildiğince güvenilir gözükmeye çalışarak. Ama bu teklifimi duyan Lucas ve Kiran aynı anda somurtmuşlardı. Yine de onları yok saydım.


"Gerek yok," diyerek başını iki yana salladı Rowena. "Zaten arkadaşlarım beni bekliyorlardır, ben onları daha fazla endişelendiremeyeyim."


Her şey bittiğinde yeniden Kiran'ın evine gitmek için yola koyulduk. Sahili geçtikten sonra adını bilmediğim ormanın içine girdik. Orman saatler ilerlemesine rağmen hâlâ aynıydı. Sessiz, sakin ve parlayan çiçekler sayesinde epey aydınlık.


"Beni nasıl buldunuz?" diye sordum. Bu soruyu aslında Kiran'dan çok Lucas'a soruyordum. Çünkü ne zaman dara düşsem Lucas her defasında beni bir şekilde buluyor ve kurtarıyordu.


"Kavga seslerini duymak pek zor olmadı," diye kıvırdı Lucas.


"Aslında sizin gelmenize pek gerek yoktu."


"Yine kibirli olmaya başladın," dedi bıkmış bir şekilde Lucas.


Onu sözünü keserek "Hayır, ciddiyim. Ben kendimde hallediyordum," dedim. Artık ona kendimi kanıtlamak ve ona ihtiyacım olmadığını göstermek istiyordum.


"Su gücünü kullanabilmen savaş tecrüben olduğu anlamına gelmez," diyerek araya girdi Kiran.


"Ama kendimi koruyabilecek kadar iyiydim," dedim.


"Bu yeterli değil," dedi Lucas. Bunun tartışmasına devam etmek istemiyordum. Çünkü bu konu hakkında ne kadar konuşursak konuşalım benim yeterli olduğumu asla kabul etmeyeceklerdi.


"Yine başını belaya sokman bir yana o kız hiç içime sinmedi," dedi Lucas düşünceli düşünceli.


Bunu duyduğuma cidden şaşırmıştım. Oysa Rowena oldukça nazik ve tatlı biriydi. Şaşkınlığımı daha üzerimden atmadan "Sen iyice paranoyak olmuşsun. Eğer Rowena ile tanışsaydın böyle düşünmezdin."


"Demek ismi Rowena," dedi elini çenesine koyup düşünmeye devam ederek. "O kız da isyancıların planının bir parçası olabilir," diye devam etti. "Ayrıca o kızdan hiç hazzetmedim."


"Savaşırken kafana darbe almadığına emin misin?" bu soruyu şakasına sormuyordum gayet ciddiydim.


Kiran buna kahkahalarla güldü ama her nedense Lucas'ın suratına bile bakmamıştı. Lucas ise alıngan bir tavırla "Sadece seni korumaya çalışıyorum," dedi. Biz bunları konuşurken Parlayan ormanın sonuna ulaşmıştık. Ormandan çıktığımızda Kiran'ın evi gözüküyordu.


"Ayrıca," diye söze başladı Kiran. "Evime kim olduğunu bilmediğimiz yabancıları rastgele davet edemezsin."


"Teknik olarak Lucas beni ilk kez senin evine getirdiğinde bende kim olduğunu bilmediğin bir yabancıydım," dedim göz devirerek.


"O farklı bir konu."


Eve vardığımızda ben acıktığım için yer sofrası hazırlamıştık. Sofrada göz gezdirip kaşlarımı çattım. "Hani geçen gün kahvaltı da bir tane kırmızı... ve akışkan bir şey vardı. O nerede?"


"Reçel mi?" dedi Kiran gülerek. "Reçel kahvaltıda yenir."


"Akşam yemeğinde yenmez mi?" dedim.


Kiran ne demesi gerektiğini bilemiyormuş gibi Lucas'a bir bakış attı.


Lucas, "Reçel mi yemek istiyorsun?" diye sordu küçük bir çocukla oyun oynuyormuş gibi bir tavırla.


"Evet!"


Ayağa kalktı ve mutfağa ilerledi. Geri döndüğünde elinde reçel kavanozu vardı. Kavanozun içinden birazcığını küçük bir tabağa koydu.


***


Yemekten sonra plan yapmak için hep birlikte oturma odasındaki koltuklara yerleşmiştik. Kiran ve Lucas benimle sohbet etse de direkt olarak birbirleriyle iletişime geçmekten kaçınıyorlardı. Dışarı çıkıp baş başa konuştuklarında bir tartışma çıkmış olabileceği üzerine tahmin yürüttüm.


"Yine yeraltı şehrine inmeyeceğiz, değil mi?" diye sordum hayıflanarak.


"Doğru sana kargaşadan planı anlatamadık," dedi Kiran.


"Ne ara planı kurdunuz? Hem de bensiz!" dedim.


Lucas ve Kiran konuşma başladığında beri ilk defa birbirlerine baktılar. Bu davranışları yüzünden apar topar dışarı konuşmaya çıktıklarında kavga ettiklerine artık tamamen emindim. Ve artık hangi konu yüzünden kavga ettiklerini de anlamıştım. Buz asili, isyancılar ve elbette yeraltı şehri.


"Siz tartıştınız mı?" deyiverdim.


"Düşüncelerimiz biraz zıt düştü diyelim," dedi Lucas anlayışla başını sallayarak. Sonrasında bakışlarını Kiran'a çevirdi ve konuşmasına bir cümle daha ekledi. "Neyse ki Kiran istemese bile ortak yolu bulup doğru düzgün bir plan kurmayı başardık."


Kiran'ın istemediği bir plan olduğuna göre yeraltı şehrine inip hayatımızı tehlikeye atacağımız bir plan olmalıydı bu. Kiran ne de olsa mantıklı biri sayılırdı.


İsyancıların yeraltı şehrine inme fikri yüzünden oflayarak kollarımı birbirine bağladım ve somurttum.


"Hemen somurtma," dedi Lucas onaylamaz bir biçimde dilini damağında şaklatarak.


"Tamam, o zaman o müthiş planınız nedir?"


"Sen teslim oluyormuş gibi yapıp yeraltı şehrine gideceksin ve bir asil olduğun için isyancılar seni koruma altına alacak. Ve orada buz asilini bulacağını umuyorum," diyerek planını anlattı Lucas.


"Yani beni ateşe atacaksınız?" dedim tekrardan somurtarak.


"Hayır, yeraltına," diye gülümsedi Lucas.


"Ben yeraltında üç tane manyakla cebelleşirken siz de burada keyif mi yapacaksınız?" dedim ikisine de ters bakışlar atarak. Açıklamak gerekirse o üç manyak Edwin, Derrick ve Roxana oluyırdu.


"Hayır," dedi Kiran sonunda inadını kırıp. "Biz de muhafız kılığında içeri sızacağız."


"Benim muhafızlarım olacaksınız yani... Peki, size emir verebilecek miyim?" dedim keyifle.


Lucas ve Kiran önce birbirlerine baktılar sonra aynı anda göz devirdiler.


"Aslında daha çok sen benim emirlerime uyacaksın," dedi Lucas her zamanki şakacı tavrıyla.


Bu sefer göz deviren ben oldum. "Nedenmiş o?"


"Çünkü," dedi Kiran, Lucas'ın yerine cevap vererek. "Bu plan tehlikeli olduğu için ben kabul etmek istemedim ve Lucas bütün sorumluluğu üzerine alacağını söyledi." Demek bu yüzden tartışmışlardı... Ama neyse ki sorunu çözmüşlerdi ve onların arasında olan sorunlar beni ilgilendirmiyordu.


"Peki, bu planı ne zaman uygulayacağız?" diye sordum.


"Yarın," dedi Lucas, soruma hızlıca cevap vererek.


"Dur, ne?"


"Evet, yanlış duymadın. Yarın gideceğiz."


"Ama daha çok erken," dedim. Kendimi hâlâ yeterli hissetmiyordum böyle işe girişmek için.


"Hayır, değil," diye itiraz etti inatçı keçim.


"Özellikle bugün yaşananlardan sonra daha fazla bekleyemeyiz," dedi Kiran. "İsyancılar senin su asili olduğunu biliyorlar ve seni bulmak için harekete çoktan geçtiler. Agnes'te her an harekete geçebilir. Veya belki de çoktan harekete geçmiştir."


Mızmızlanırken "Ben yarın gitmek istemiyorum," dedim son heceyi uzatarak.


"Benimle bunun tartışmasına girme Soraya," dedi Lucas karşı çıkarak.


"Madem bu planda varım. O zaman benim de söz hakkım olmalı, öyle değil mi?" dedim.


"Peki," dedi Lucas elini alnına koyup. "Sence ne zaman gitmeliyiz?"


Lucas'ın bu tavırları beni şaşırtıyordu. Normalde benimle sonuna kadar inatlaşır ve kavga ederdi. Ama belki de inatlaşmadığı konusunda bir çıkarımda bulunmak için çok erkendi.


"Haftaya gidebiliriz mesela?" dedim mükemmel bir öneride bulunarak.


Şimdi Kiran'da Lucas'ta bana garip garip bakıyorlardı. "Kesinlikle olmaz," dedi ikisi aynı anda.


"Ayrıca Soraya senin yeraltı şehrinden de kaçmayacağına emin olmamız lazım planımızın batmaması için," dedi Lucas.


"Lucas," diye uyardı onu Kiran.


Lucas ona ters bir bakış attı ve Kiran pes edercesine sıkıntıyla iç çekip odadan çıktı, Lucas'la bizi baş başa bıraktı.


Bir anda bu konuyu açtığında şaşırmıştım. "Bu konuyu hallettiğimizi sanıyordum," diyerek tartışmaya girmemek için konuyu kapatmaya çalıştım.


"Ama ortak bir plan yapıyorsak içimizden birinin ihanet edip kaçmayacağına emin olmalıyız, değil mi?" dedi Lucas yan yan bana bakarak. Elbette o gün meclise kaçıp onun yerini söylediğim için hâlâ bana kızgındı.


"Ortak bir plan yapıyorsak içimizden kimsenin bir şeyler saklamayacağına da emin olmalıyız, değil mi?" dedim bende onun ilk zamanlarda her şeyi benden saklamasına atıfta bulunarak.


"Ne yani geçmişimi ve bir asil olduğumu ilk tanıştığımız bir yabancıya söylemediğim için bana kızgın mısın?" dedi Lucas inanamayarak. Onun gelişi güzel söylediği "yabancı" kelimesi kalbimi paramparça etmeye yetmişti.


"Önce arkadaşlığımızı hiçe sayıp benim yanımda durmanın tek sebebinin benim bir asil olduğum için ve asilleri koruma görevi senin olduğu için olduğu söylemiştin," dedim, ben kaçmadan önceki gece bana söylediklerini hatırlatarak. "Şimdi de bir yabancı mı oldum senin gözünde?" derken sesimi yükseltmiş ve kırılmıştım.


Sıkılmış gibi bir yüz ifadesiyle "Öyle demek istemediğimi biliyorsun," dedi Lucas.


"Ne demek istedin? Bana güvenmediğini mi?" diye çıkıştım ani bir öfke patlamasıyla.


"Sana güvenmemek için sebeplerim olduğunu ve haklı olduğumu kabul etmelisin Soraya," dedi Lucas. Ve kalbimin çoktan kırılmış olan her bir parçası kavrulup kül oldu.


Ne diyeceğimi bilemeyip hayal kırıklığı hissiyle dolu dolu olmuş gözlerim, boş bakışlar eşliğinde Lucas'a baktı. Ona baktım ama aslında onu görmedim. Birlikte ilk tanıştığımız zamanları ve eğlenceli anılarımızı gördüm. Bu kadar kısa sürede ona ne kadar fazla bağlandığımı gördüm. Sonrasında ise bir anda her şeyi nasıl batırdığımı ve onun bana olan güvenini nasıl yok ettiğimi gördüm.


Artık geri dönüşü yoktu.


Ona bakınca hiçbir zaman aslında onu göremeyecektim.


Hep pişmanlık görecektim.


Gözlerine baktığımda hep güvensizlik görecektim.


Ve en önemlisi aynaya baktığımda ihanetten başka bir şey görmeyecektim.


Çünkü Lucas'ın içindeki kini hiçbir zaman sönmeyecekti.


"Soraya," dedi Lucas ne demesi gerektiğini düşünürken. Bana yaklaşıp kollarını beni her şeyden koruyabilecek koruyucu bir bariyer gibi etrafıma sardı, ama beni kalbimi kıran dikenli cümlelerinden bile koruyamamıştı.


Burnumu çekip başımı Lucas'ın omzuna yasladım. O benim bu diyardaki ailem olmuştu benim haberim bile yoktu. Tıpkı şey gibiydi... Ağabeyiniz size ne kadar kızarsa kızsın, sizi ne kadar kırarsa kırsın ailenizden bir parça olduğu için ona olan sevginizden asla vazgeçemeyip aranızdaki o büyülü bağın asla kopmaması gibiydi.


"Konuyu kapatmışken boşu boşuna açtığım için özür dilerim," diye fısıldadı ve eli saçlarımda dolaşmaya başladı.


Geri çekilip gözyaşlarımı sildim ve ıslak kirpiklerimi kırpıştırdım. "Vay canına..."


"Ne oldu?" dedi o da aynı şekilde geri çekilirken. Şaşkın gözleri bana bakarken benim neye bu kadar şaşırdığımı anlamaya çalışıyor olmalıydı.


"Özür diliyorsun!" dedim.


"Ne?"


"Seni affetmemi o kadar istiyorsun ki özür diliyorsun," dedim tek elimle saçlarımı savurarak. "Ama merak etme o kadar iyi biriyim ki elbette seni affediyorum."


Başını iki yana sallayarak güldü. Ama benim böyle tepki vermemin sebebinin konuyu kapatmak olduğunu anlamadı.


***


Bölüm sonu.


Rowena hakkında ne düşünüyorsunuz?


Sizce devamında neler olacak?


Bölüm hakkındaki düşünceleriniz?


Görüşmek üzere...

Loading...
0%