Yeni Üyelik
20.
Bölüm

19 | Buz Asili

@ejderhacik

Merhabalar tekrardan.


Uzun bir ara vermiş gibi hissediyorum. Ama sonunda tekrardan buralardayım. Öncelikle beni rahatsız eden birkaç şeyden bahsetmek istiyorum. Konumuz, hayalet okuyucular. Mesela en basitinden kitabımın bir okuma listesine eklendiğine dair bana bildirim geliyor ama o kişilerden ne bir oy ne bir yorum geliyor. Haliyle bu da yeni yazarların moralini bozuyor. Bu yüzden destek olmak için bir oy verseniz bile o kadar mutlu oluyoruz ki... Güzel güzel yorumlarınızı okudukça gerçekten yazma şevkim tekrardan harlanıyor, yazmak için tüm bu yoğunluğun arasında bir motivem oluyor.


Bu yüzden rica ediyorum hayalet okuyucu olmayın. Çünkü kitabımız etkileşim aldıkça mutlu oluyoruz.


O zaman şimdiden keyifli okumalar💙


***


Uyandığımda yumuşak bir yatağın üzerinde, cenin pozisyonundaydım. Derrick'in hâlâ yanımda olup olmadığını kontrol etmek için etrafıma bakındım, neyse ki yalnızdım. Hem de bu küçük hücrede.


Derrick ciğerlerimdeki tüm havayı çekip beni bayıltmadan önce geldiğimiz hücreydi bu. İçinde bulunduğum bu küçük hücrede sadece bir yatak bir de ben vardım. Ve serseri duvarlar.


Yataktan kalkıp demir parmaklıklara koştum. Sağlam görünüyorlardı. Kırmam imkansızdı. Etrafıma bakındım. Koridorun başında uyuklayan bir muhafız vardı ve cebinden anahtarlar sarkıyordu.


Tereddüt ettim. Burada durup uslu uslu beklemeli miydim? Ama beklersem asla buz asilini bulamazdım.


Koridorun başındaki muhafızla aramda yaklaşık on beş yirmi adım vardı. Gücümü kullanarak suyla anahtarları buraya kadar sürükleyebilirdim. Suyun anahtarları bana getirdiğini hayal ettim, zihnimi zorladım ve olmayınca kaşlarımı çatıp pes ettim.


Bileğimde hafif bir sızı hissettiğimde nazarlarım elimle kolumu bağlayan yeşil damarlarımın olduğu bileğime kaydı. Dövme benzeri bir resim vardı derimin üzerinde. Kar tanesine benziyordu ama güzel bir çiçeği de andırıyordu.


Bu da neydi böyle?


Parmaklarımı bu garip şeklin üzerinde gezdirdim. Arcadia Meclisi'ndeyken yalan söylememi engelleyen "x" mührüne benziyordu. Şekil olarak değil, sadece tenimin üzerinde olması ve dokusu benziyordu.


Biz Arcadia Meclisi'nden kaçarken Lucas'ın o mührü sildiği anı hatırlamak için zihnimi zorladım. Lucas parmaklarını mührün üzerinde gezdirdiğinde silinmişlerdi. Bir umutla parmaklarımı bileğimin üstünde gezdirdim. Elbette bir şey olmadı.


Bu mührün nasıl silineceğini bilmiyordum ama bu mührün gücümü kullanmamı engellediğini anlayacak kadar bilinçliydim.


Az önce uyuklayan muhafızlardan birinin hücremin önüne geldiğini fark ettiğimde irkilmiştim. Gardiyan veya muhafız her neyse artık, o kişi hiçbir şey demeden alttaki incecik boşluktan hücremin içinde elindeki tabldotu ittiğinde tabldottu kucağıma alıp yatağıma oturdum.


Tabldotun bir bölmesinde çorba, diğer bölmesinde haşlanmış patates ve patatesin üzerinde de bir bayat ekmek parçası vardı.


***


Ve belki saatlerim belki günlerim belki de haftalarım böyle geçmişti. Yeraltında olduğumuz için güneşin batıp batmadığına bakabileceğim bir pencerem yoktu. Oda da bir saatte olmadığı için zaman algım tamamen yok olmuştu.


Sanırım delirecektim. 


Lucas'a ulaşmanın bir yolunu aramıştım ama benim dünyamın aksine Arcadia İmparatorluğu telefon kullanabilecek kadar gelişmemişti. Ayrıca bu hücreye düştüğümden beri ne Roxana'yı ne Edwin'i ne de Derrick'i görmüştüm. Bence bu duruma sevinebilirdim.


İnce yorganıma iyice sarınıp uyumaya çalıştım. Zaten yapacak başka da bir şey yoktu. Günlerdir tek yaptığım yemek yedikten sonra yorulana kadar küçük hücremin içinde volta atıp sürekli uyumaktı. Hepsi bu kadar.


İki çift ayak sesi duyduğumda sonunda yemek geldiği için sevinerek yatağımın içinde kıpırdandım. "Soraya," diye fısıldadı tanıdık bir ses.


Yorganımın içinden başımı uzatıp sesin sahibiyle göz göze geldim. Yatağımdan hızla çıkıp hoplaya zıplaya demir parmaklıklara koştum. "Lucas! Kiran! Sonunda!"


"Şşş... Sessiz ol baş belası," diye güldü Lucas.


"Kaç gündür neredesiniz? Can sıkıntısından patladım..." dedim başımı demir parmaklıkların arasından dışarı çıkararak.


"Buraya gelmek tehlikeliydi, bizde uygun zamanı bekledik," dedi Kiran.


"Burada olduğumu nasıl bildiniz?" dedim şaşkınlıkla.


Lucas ve Kiran bakıştılar. Onların bu tavrı karşısında güldüm ama yine de içime bir kurt düşürmüştü bu tavırları. Başım ne zaman belaya girse Lucas beni buluyordu, asıl sorun şu ki: her seferinde beni nasıl bulmayı başarıyordu?


"Beni buradan çıkarın," diye mızmızlandım sonrasında onlara konuşma fırsatı vermeyerek.


"Kendin çıkmayı beceremedin mi?" dedi Kiran dalga geçip kıkırdarken. "Senin uslu uslu burada durup bekleyeceğini asla tahmin etmezdim. Beni şaşırtıyorsun Soraya."


Yüzüm asıldı. "Normalde asla uslu durmaz ve kesinlikle buradan çıkardım. Ama gücümü kullanamıyorum ki..."


"Gücünü kullanamıyor musun?" dedi Lucas açıklamamı bekleyerek.


Ona bileğimi gösterdim ve bir şeylerin yolunda benim için gitmediğini Lucas'ın yüz ifadesinden anladım. Lucas bu sorunu nasıl çözmesi gerektiğini düşünmeye dalmıştı. Birkaç dakikalık sessizlikten sonra Kiran mantıklı davranarak "Bu sorunu daha sonra çözeriz. Önce seni şu hücreden çıkaralım," dedi.


"Peki ama nasıl çıkaracaksınız? Ben gücümü kullanamıyorum ve Lucas'ın buz gücünün de beni hücreden çıkarmak için işe yarayacağını sanmıyorum," derken ikisinin de beni dinliyormuş gibi bir halleri yoktu.


Konuşmaya devam edecekken Lucas'ın cebinden anahtar çıkardığını gördüm. Anahtarı gözümün önünde salladı. "Seni çıkarmamı istiyor musun?" dedi haylaz çocuk gülümsemesiyle.


"Benimle oynama!" diye kızdım. "Aç şu kapıyı!"


"Açmayacağım." Lucas bunu dediği anda Kiran somurtup elini yüzüne vurdu ve "Bir kere de işleri zorlaştırmasanız olmuyor, değil mi?" diye hayıflandı.


Anahtarı kapmak için demir parmaklıkların dışına uzandım ama Lucas geriye kaçtı. "Bir şartım var," dedi Lucas.


"Neymiş?" Bunu sorarken hevesliydim, çünkü buradan çıkmazsam can sıkıntısında patlayacaktım.


"Seni buradan çıkarırım ama karşılığında buradan çıktığımızda bir haftalığına Aspera'nın bakımını üstlenirsin."


"Bunu kabul etme bence Soraya," dedi Kiran. "Aspera yaramaz çocuklar gibidir. Oldukça haylaz bir şahin kendisi."


"Eminim bu hücrede kalmaktan daha iyidir. Kabul ediyorum," dedim ve Lucas hücremin kapısını açtı. "Şimdi ne yapacağız? Uzun zamandır burada olduğum için buz asiline dair hiçbir şey bulamadım," dedim.


"Biz de günlerdir bir şey bulamadık," dedi Kiran.


"Sahi kaç gün oldu?"


"Beş" dedi Kiran.


Demek ki beş gündür bu hücrede tıkılı kalmıştım. Birkaç ayak sesi işittiğimde Lucas beni tekrardan hücrenin içine itmişti. "Ne yapıyorsun?" dedim şaşkınlıkla. Lucas demir parmaklıklı kapıyı suratıma kapattı.


"Lucas!" 


Kiran koşar adımlarla uzaklaşırken Lucas ta tek bir açıklama yapmadan Kiran'ın peşinden gitti. "Nereye gidiyorsunuz?" diye bağırdım. "Siz ikiniz- Ah!" Sinirden nevrim dönmüştü resmen. Beni burada bırakıp kaçmışlardı! O ikisine bunu hesabını vakti geldiğinde kesinlikle soracaktım.


Ayak sesleri yaklaştığında gelenin kim olduğunu görmek için demir parmaklıkların arasından başımı uzatmamla geri çekmem bir oldu. Beni görmüşler miydi? Ayak sesleri durduğunda bir hücrenin önünde durduklarını tahmin ettim.


Roxana'nın gaddar sesi konuştu: "Agnes çoktan adamlarını Arcadia Meclisine sokmayı başardı, Meclisin her hareketinden haberdar olmalı."


Agnes... Arcadia Meclisi'nin en büyük sorunlarından olan Agnes şaşırtıcı bir biçimde İsyancılarında sorunuydu. İsyancılar ve Meclis düşman sayılsa da ortak bir düşmanları daha vardı.


"Bu toprak asilinin gücünün çalınmasının an meselesi olduğu anlamına geliyor, değil mi?" dedi Edwin.


"Neyse ki buz asili ve su asili buradalar, güvendeler," dedi Roxana.


Bir tane hücrenin kapısının açılma sesi kulağıma ilişti. "Bu kim?" diye sordu Edwin ama sesinde merak duygusu hissedememiştim.


"Buz asilinin kardeşi," diye konuştu muzip bir ses tonuyla Roxana.


"Siz iğrençsiniz!" diye bağırdı tanıdık bir kız sesi. Hücrenin içinden geliyordu. Bu tanıdık seste kimin sesiydi böyle?


"Ablan seni bekliyor" dedi Roxana kıkırdayarak. Resmen karşısındaki kızın korkusundan besleniyordu, resmen bundan zevk duyuyordu. "Bu kızı götürün."


"Emredersiniz," dedi birkaç asker hep bir ağızdan.


Adım sesleri uzaklaşırken askerlerin o kızı götürdüğünü tahmin ettim. Roxana ve Edwin nihayet baş başa kaldıklarını düşündüklerinde Edwin, "Lucas ne olacak?" diye sordu. Lucas'ın ismini duyduğum anda kulaklarımı dikip pür dikkat konuşulanlara odaklandım.


"Kime ne? Artık bizim için bir tehdit bile değil," dedi Roxana umursamaz bir tavırla.


"Öyleyse Lucas artık bir element lideri olmamasına rağmen neden Meclis başı Alador hâlâ onu yanında tutuyor?" dedi Edwin. Bu durumdan hoşnutsuz gibiydi.


Roxana derin bir nefes alıp konuşmasına hazırlandı: "Bu konu hakkında benim bir bilgim yok. Mecliste artık Element Liderlerine bile güven azaldı. Eskiden istediğim her şeye erişebiliyordum ama artık öyle değil. Artık Freya bilgi sızdırılmaması için her konu da çok titiz davranıyor. Gücü olmayanların Lideri..." Son cümlesini küçümseyerek söylemişti. Resmen Freya'nın mor gözlü olması ve gücü olmamasıyla dalga geçiyordu.


"O zaman öğrenmek için çabala," dedi Edwin öfkeyle tıslayarak. "Meclise girip Element Lideri olmanın amacını unutuyorsun."


"Benden şüpheleniyor musun?" dedi Roxana inanmaz gibi sinirleri bozulmuş bir şekilde gülerek.


"Sadece Lucas'ı koruduğunu düşünüyorum," dedi Edwin.


Roxana iğrenir gibi yüzünü buruşturdu. "Eh, bir zamanlar öyleydi."


"Lucas'ın neler karıştırdığını da onu korumak için saklamıyorsun, öyle değil mi?"


"Saçmalama," dedi Roxana. "İsyancılara sonsuz bir sadakatim var. İsyancılar benim önceliğimdir. Evime karşılık aptal bir oğlanı savunacak değilim."


Sesler giderek azaldığında konuşmalarını artık duyamıyordum. Yürürken yavaş yavaş buradan uzaklaşmışlardı. Onlar gidince derin bir "Oh," çektim. Roxana, Edwin ya da Derrick'in yanında iyice geriliyordum.


Demek Arcadia Meclisinin içinde Agnes'in adamları da vardı, diye düşündüm. Ama ben bunu zaten biliyordum. Bunu Edwin'in benden daha geç öğrenmesi garip gelmişti. Sonuçta Edwin'in birçok kişiyle bağlantıları vardı.


Ayrıca bir de Lucas konusu vardı. Aslında Lucas'ın asilleri koruma görevini Element Liderleri bilmediği için Roxana'nın ve dolaylı yoldan isyancılarında bilmemesi normaldi. Bu minik sırrı sadece Lucas, Kiran, ben ve Meclis Başı Alador biliyorduk.


Aklıma o tanıdık kızın sesi geldiğinde zihnimdeki bilinmezlik büyük bir boşluk kaplamıştı. O sesi daha önce nereden duyduğumu ve sesin sahibinin kim olduğunu hatırlamaya çalıştım. Belki de ben yanılıyordum.


O kızın kim olduğunu hatırlayamasam bile nereye götürüldüğünü biliyordum. Ablasını yani buz asilinin yanına. İşte benim için önemli nokta buydu. Eğer bir şekilde buradan çıkıp onları takip edebilirsem amacımıza ulaşmış olacaktım, çünkü buz asilini bulmuş olacaktım.


Ancak buradan nasıl çıkacaktım?


Umutsuzlukla iç çekip demir parmaklıklı kapıya yaslandığında geriye doğru düşmem bir oldu. Acıyla kalçamı ovarken aslında Lucas'ın beni burada kilitlemediğini fark ettim. Sadece kapıyı kapatıp gitmiş olmalıydı.


Sevinçle ayağa kalktığımda artık tamamen özgürdüm.


Askerlerin kızı götürdüğü yöne doğru ilerlemeye başladım onlara yetişmek için. Zindanları geride bıraktığımda onu götüren askerleri yakalamayı başarmıştım. Biraz şans eseriydi ama yine başarmıştım. Şimdi tek yapmam gereken buz asilini bulana kadar onları takip etmekti.


Bir süre yeraltı şehrinin sonsuz merdivenlerini çıktıktan sonra dar bir koridora sapmıştık. Yakalanmamak için onlar bir sapaktan dönmeden onların geçtiği koridorlara girmemeye dikkat ediyordum.


Bana tanıdık gelen bu kızın yüzünü görmeye çalışsam da onu sadece arkadan görebiliyordum. Son sapaktan da döndüğümüzde kapısı açık olan devasa bir odaya gelmiştik. Elbette ki odaya girmemiştim, sadece kapı ağzından görüyordum.


Kapının dışında bir duvara yaklaşıp köşeye sindim ve iyice gizlendiğimi umdum. Başımı uzatıp içeride neler olup bittiğine baktım. Bu tanıdık kız, onu tutan askerler, Roxana ve buz asili olduğunu tahmin ettiğim başka bir kız vardı. Neyse ki Edwin ortalarda gözükmüyordu, ancak düşününce bu durum beni güvensiz hissettirmişti. Belki de gözümün önünde durması daha iyi olurdu.


Buz asili Lucas'ın rüyasında gördüğü gibi sarı saçlı ve mavi gözlüydü. İnce ve soğuk yüz hatları, hafif çekik gözleriyle oldukça güzeldi. Kardeşi ise kahverengi saçlı ve yeşil gözlüydü. Bir dakika ne? Gözlerimi kısıp daha dikkatli baktım. Yeşil gözlü... Fırtına adasında gördüğüm o kız... Rowena!


Rowena gerçekten de bu asilinin kardeşi miydi?


Şaşkınlıktan ağzımın bir karış açıldığını hissettim.


"Elowen," diye fısıldadı Rowena. O kadar kısık bir sesle konuşmuştu ki ne dediğini anlamak için dudak okumak zorunda kalmıştım. Elowen buz asili olan bu kızın ismi olmalıydı.


Buz asili, "Kardeşim," diyerek Rowena'ya sarıldı. Buz asili isyancılardan biri olmasına rağmen çok içten sarıldığını gözlemlemiştim.


Böylesine biri nasıl olurda isyancılardan biri olur, diye düşündüm. Sonradan bu düşüncem yok oldu. İsyancılardan olan kimse iyi biri olamazdı.


Rowena ablasıyla olan sarılmalarını kısa kesip soğuk bir tavırla geriye çekildi ve "Beni neden yine buraya çağırdın, yoksa zorla mı getirdin demeliydim?" dedi.


"Senin kötülüğünü asla istemem, biliyorsun," dedi adının Elowen olduğunu daha yeni öğrendiğim buz asili.


Rowena sanki kırılmış gibi derin bir nefes aldı. "Yine mi aynı konu? Eğer yine aynı konuysa bil diye söylüyorum cevabım hâlâ değişmedi ve değişmeyecekte."


"Hayır, sakin ol. Seni bu sefer farklı bir şey için çağırdım," dedi Elowen yatıştırıcı bir ses tonuyla.


Rowena yarı bezgin bir ifadeyle "Ne için?" diye sordu.


"Seni burada kalman için zorlamayacağım, bunu her ne kadar çok istesem de..." dedi Elowen kırgın gözlerle kardeşini seyrederken.


Kardeşler duygusal bir konuşma yaparken Roxana konuşmalarla hiç ilgilenmiyor gibi görünüyordu, ta ki Agnes konusu açılana kadar.


"Aslında daha çok bir uyarı niteliğinde," diyerek söze girdi Elowen. "Ortalık eskisi gibi tekin değil Rowena. Artık Agnes eskisinden daha güçlü, isyancılara katılmak istemediğini biliyorum ama ne kadar erken katılırsan o kadar güvende olursun," diyerek bitirdi sözlerini.


"İsyancıların neler yaptığının farkında değil misin? Neden hâlâ onların yanındasın?" dedi Rowena anlamıyormuş gibi. "Daha geçen gün Fırtına Adasında bana saldırdılar. Köyleri yağmalıyorlar, insanları öldürüyorlar."


"Çünkü ben bir asilim! Ve sen benim hiçbir zaman tehlikede olup olmadığımı umursamadın," dedi Elowen yeis içinde. "Ben buradayken Agnes bana ulaşamaz. İsyancılar güvenli bir yuva gibi bir yer."


Rowena konuşmak için ağzını açtığında Roxana araya girerek "Yeter," dedi Roxana konuşmanın uzamasından sıkılmış gibi. Anladığım kadarıyla Elowen, bu konuşma için sürekli Rowena'yı buraya çağırıyordu. Ve Rowena da Roxana da artık bu konudan artık sıkılmıştı.


"Roxana haklı," dedi Elowen. "Artık odamdan çıkabilirsiniz."


Muhafızlar, Rowena ve Roxana beni görmeden önce bir yere saklanmam gerekiyordu. Çevreme göz gezdirdim. Biraz ileride, buraya gelirken gördüğüm taş bir koridoru gözüme kestirdim. Eğer oraya gidersem beni göremeyeceklerdi.


Beni göremeyecekleri o köşeye hızlıca gidip saklandım ve sessizce gitmelerini bekledim. Roxana ve askerlerin sürüklediği Rowena uzaklaştığında ve koridor boşaldığında saklandığım yerden çıkıp buz asili Elowen'in odasının kapısına yaklaştım. Hafif aralık kapıdan içeri tüydüğümde beni gören Elowen önce şaşırdı sonra buzdan oklarını bana doğrulttu.


Önce beni süzdü, üzerimde askeri bir üniforma olmadığını farketti. İsyancılardan olmadığımı ve bir yabancı olduğumu anladı. "Sen de kimsin?"


"Ben Soraya," dedim hızlıca. "Su asiliyim."


Elowen'in ifadesi yumuşadığında buzdan oklar uzaklaştı fakat beni hedef alacak biçimde havada asılı durmaya devam ettiler. Şimdi Elowen'i daha yakından görüyordum. Lucas'ın anlattığı sarı saçlı ve mavi gözlü kız gibiydi. Yani doğru kişiydi.


"Demek bahsi geçen su asili sensin" dedi. Ama şu an Rowena'ya davrandığı gibi sıcak davranmıyordu. Aksine buz gibi oldukça soğuk ve tehditkâr davranıyordu. Oysa onu kardeşini özleyen ve Agnes'ten saklanmaya çalışan mağdur biri sanmıştım.


"Benimle gelmelisin. İsyancıların ininde kalmak iyi bir fikir gibi gözükmüyor," dedim ve onun konuşmasına fırsat vermeden devam ettim. "Arcadia Meclisi seni isyancılardan çok daha iyi koruyabilir. Hem de daha güvenli."


"Meclis mi?" derken dalga geçiyormuşum gibi kahkaha attı. "Meclisin gerçekten de beni koruyabileceğini mi düşünüyorsun?"


"Elbette."


"İsyancılar kendilerinden olanları korur ve kollar," dedi Elowen.


"Nasıl korurlar? Başkent, Erymna'ya ejderhaları salarak mı? Onlarca insanı öldürerek mi?" diye çıkıştım. "Kendilerinden olanları korurlarmış! Kendilerinden olmayanları da öldürürler mi?" Elowen'ın suratına tükürmemek için kendimi zor tutmuştum. "Böyle koruyacaklarsa hiç korumasınlar daha iyi!" diyerek de devam ettim.


Kısa bir nefes alma molasından sonra Elowen söylediklerimden hoşnutsuz olmuştu ki kaşları çatıldı. Buz mavisi gözleri hırsla dolmuştu. "Gücünü kullanamayan birine göre fazla hırslı davranıyorsun Soraya," derken onun buz okları beni yeniden hedef almıştı.


Gücünü kullanamayan biri... Gücümü şu anda kullanamadığımı biliyordu! İsyancılar benim gücümü kullanmamı engelliyorlardı. Bu mühür yüzünden kullanamıyordum gücümü. Yaşadığım aydınlanma beni bozguna uğratmıştı.


Beklenmedik bir anda "Muhafızlar," diye seslendi Elowen. Muhafızlar odaya daldığında Elowen'e son kez sinirli bir bakış attım. Muhafızlar koluma girip etrafımı çevrelediğinde beni zorla odadan çıkartmaya çalışıyorlardı.


Direnmeyi bıraktığımda Lucas'a nasıl ulaşacağımı düşünüyordum. Ama zindanlara indiğimde karşımda Lucas'ı bulacağımı bilmiyordum.


***


Bölüm sonu geldi.


Buz asili Elowen hakkında ne düşünüyorsunuz?


Rowena hakkında ne düşünüyorsunuz?


Sizce ilerleyen bölümlerde neler olacak, teorileriniz neler?


Şimdilik görüşmek üzere, mutlu kalın💖

Loading...
0%