Yeni Üyelik
3.
Bölüm

2 | Kim Olduğunu Biliyorum

@ejderhacik

Keyifli okumalar💙


***


Gözlerimi açtığımda yine bulutların arasında süzülüyordum. Hissettiğim korku beni anında uyandırıp kendime gelmemi sağlamıştı. Lucas'ın koluna yapışıp dudaklarımın arasından çıkmak üzere olan çığlığı zar zor yuttum.


Hayal kırıklığına uğramıştım. Çünkü uyandığımda bir ejderhanın üzerinde değil, odamda sıcak yorganımın arasında uyanacağımı sanmıştım.


"Bu rüya gerçek olamaz," diye mırıldandım kendi kendime.


Lucas omzunun üstünden tek gözüyle beni görebileceği kadar başını çevirdi ve kırmızı gözünü bana dikti. Yüzü garip hal almıştı, ama söylediğim cümleyi yadırgamış gibi değil, rahatsız olmuş gibiydi.


Benim cümlemi sanki duymamış gibi yapıp yok saydığında bir şey demeyeceğini anlamıştım. Lucas önüne döndüğünde derin bir nefes verdim. Bu çok saçmaydı, yaşadığım her şey çok saçmaydı. Sanki okuduğum fantastik kitapların içine girmişim gibiydi.


Başımı inkâr edercesine iki yana salladım. Belki de uyurken komaya girmiştim ve bu yüzden rüyam bu kadar uzun sürüyordu. Mantıklı bir teoriydi. Yani komadan uyanana kadar bu rüya devam edecekti, eh, en azından canım sıkılmazdı uzun bir uykudayken.


Ya ölürsem, diye bir düşünce zihnime girdiğinde gerildim. Şu an hastanede olmalıydım. Belki de ailem çok üzgündü. Bildiğim kadarıyla bir hastalığım yoktu. Belki gece su içmeye kalmıştım ve yere düşüp kafamı vurmuştum.


Buraya gelmeden önce en son ne olduğunu hatırlamaya çalıştım. Babamla mısır patlatıp film seyretmiştik. Sonrasında ben uyumuştum ve bir rüya görmüştüm. Yaşlı bir hayalet bir ipe dokunuyordu.


Ejderha hızlı bir manevra yaptığında düşmemek için Lucas'a sarılmıştım ve bu sefer çığlığımı yutabilecek kadar şanlı değildim. Dudaklarımdan kısık bir çığlık koptuğunda bütün düşüncelerimden sıyrılmıştım.


"Sakin ol."


Yumuşak ve güven verici sesinden bulduğum cesaretle korkumu bastırıp "Nereye gidiyoruz?" diye sormayı başarabildim.


"Arcadia Meclisine."


Dediği kelimeye cevap veremeden başımın dönmesiyle Lucas'a sıkı sıkı tutundum. Midem düğüm düğüm olmuştu. Bir an için neden haberim olmadan ejderhanın üzerinde uyandığımı sorguladım. "Ben uyurken beni ejderhaya bindirip haberim olmadan istediğin yere götürmenin yanlış olduğunu biliyorsun, değil mi?"


"Tırnaklarını koluma geçirip bana şiddet uygulamanın yanlış olduğunu biliyorsun, değil mi?" diye karşılık verdi yüzünde munzur bir ifadeyle sırıtırken.


Dediğini yok saydım. "Ne zaman Arcadia Meclisine varacağız?"


"Yüksekten korkmayı bıraktığın zaman. Yani asla."


"Haha..." dedim yapmacık bir ses tonuyla. Dediğine bozulmuştum ancak hissettiğim korku arttığında ona verecek okkalı bir cevap düşünmek yerine elimden gelen tek şey, gözlerimi yumup sakinleşmeye çalışmaktı.


Bende öyle yaptım.


Gözlerimi tekrardan açtığımda artık yerleşim yerlerinin üzerinden geçiyorduk. Her yer yıkılmış, harap olmuştu. Şehir terkedilmiş gibi boşaltılmıştı.


Biraz daha ilerledikten sonra boş bir araziye gelmiştik. Arazinin ortasında gösterişli iki yapı vardı, ikiz bina şeklinde tasarlanmışlardı ve aralarındaki bir köprüyle birbirlerine bağlanıyorlardı. Yapının çevresinde belirli uzaklıklarda gözcü kuleleri vardı. Aynı gözcü kulelerini kasabanın yakınlarında da görmüştüm. Gözcü kuleleri varsa ejderhaların geldiğini neden Lucas geç öğrenmişti?


"Neden Arcadia Meclisine gidiyoruz? Meclise sadece suçluların gittiğini sanıyordum..."


"Meclis Başı bizi sorgulayacak," diye yanıtladı kısaca.


"Meclis Başı mı?"


"Evet, Meclis Başı. İsmi Alador. ArcadiaMeclisinin sekiz yöneticisi vardır. Birincisi Arcadia İmparatorluğunun İmparatordur. İkincisi Meclis Başı'dır. Ve son olarak diğer altı kişi de Element Lideri'dir. Ben ise buz elementinin lideriyim."


"Bizi neden sorgulayacaklar?" diye sorma gereği duydum ama Lucas sorumu cevaplama gereği duymadı.


Büyük yapının tam yanına mor ejderhayla iniş yaptığımızda kapıda bizi oldukça ciddi olan bir adam bekliyordu. Hemen hemen siyah diyebileceğiniz kadar koyu gözleri öfkeyle Lucas'ın üzerinde geziyordu. Siyah dalgalı saçlarının arasına serpiştirilmiş parlayan, koyu mavi tutamlar oldukça havalı ve sıra dışı görünüyordu. Dalgalı kısa saçlarının buklelerini gözünün önünden çekip konuştu. "Nerede kaldın?"


Lucas cevap vermek yerine omuz silkti ve beni de peşinde sürükleyerek o adamın yanından geçip kapıdan içeri girmeyi denedi. Ama karşımızdaki adam tekrardan yolumuzu kesti ve içeri geçmemize izin vermedi.


"Sana açıklama yapmak zorunda değilim Darius," diye çıkıştı Lucas sinirlenerek.


"Şimdi hesap vermesen bile mecliste her şeyi anlatmak zorundasın," dedi isminin Darius olduğunu öğrendiğim adam. Yüz ifadesi donuk ve duygusuzdu. Bakışları bana döndüğünde birkaç saniye beni baştan aşağı süzdü. "Onu daha önce mecliste gördüğümü sanmıyorum. Bu kim?"


"Ne tesadüf... Aynısını bende sorguluyorum," dedi hayıflanarak Lucas.


Darius sıkıntıyla derin bir nefes aldı. "Tanımadığın birini neden meclise getiriyorsun, her zaman çocuk gibi davranmak zorunda mısın Lucas?" Darius'un kalın siyah kaşları iyice çatıldığında kaşlarının ortasında öfkenin emaresi olan derin bir çukur oluştu.


"Her zaman böyle sıkıcı olmak zorunda mısın Darius..." dedi Lucas, Darius'u taklit ederek ve Darius'u umursamadan onun yanından geçip içeri girdi. Ben de Lucas'ın peşinden meclisin içine daldım.


Yolumuz uzun bir koridora çıkmıştı. Koridorda karşılıklı dizilmiş sekiz odanın yanından geçtik ve hiçbirine girmedik. Uzun koridorun en sonunda gösterişli bir kapı ve iki yanından üst kata çıkan, altın tırabzanlara sahip, sarmal merdivenler vardı. Ama biz merdivenlerden çıkmak yerine iki merdivenin ortasında ve koridorun sonunda yer alan gösterişli, iki kanatlı kapının önüne kadar yürüdük.


Biz kapının önünde durduğumuzda çift kanatlı kapının iki yanında duran zırhlı askerler kapıyı ardına kadar açtılar ve içeriye girdik. Yüksek tavan kubbe şeklindeydi. Oldukça büyük bu alandı tahminimce yüz kişiden fazla insan vardı. Bir sürü koltuk odanın ortasındaki dairesel alanı sorgulanarak kişinin yerleşeceği koltuğu açıkta bırakacak biçimde yerleştirilmişti.


Ama tüm koltuklardan büyük bir masayla ayrılan yedi koltuk vardı. En ortadaki en yüksekte bulunan koltuk en gösterişlisiydi. Orada oturan kırklı yaşlarının sonunda olan adamın Meclis Başı Alador olduğunu tahmin ettim.


Bu alanın merkezinde tek başına duran sandalyeye Lucas oturduğunda ne yapacağımı bilemediğim için etrafıma bakındım. Görevlilerinden biri Lucas'ın sol çaprazı, arkasına bir sandalye koyduğunda nazikçe teşekkür edip oturdum. Kalabalıktaki tüm uğultu kesildiğinde kendimi çıplak hissetmiştim. Herkesin gözünün üzerimizde olması zaten yeterince gericiydi.


Başka bir görevli önce Lucas'ın yanına gidip koluna dokundu. Sonra benim yanıma geldi ve kolumdaki kıyafeti yukarı kıvırarak sol koluma dokunduğunda "x" şeklinde bir iz belirdi tenimin üzerinde. Bu izin ne anlama geldiğini veya ne işe yaradığını bilmiyordum. Zaten bilmek istediğimi de sanmıyordum. Kafam, yaşadıklarımla yeterince karışmıştı.


Tam karşımızdaki yedi sandalyeden ikisi boştu. En ortada Meclis Başı oturuyordu. Diğer altı koltuk ise sanırım Lucas'ın bahsettiği gibi Element Liderlerinin koltuklarıydı. İçeriye Darius girdiğinde dümdüz ilerleyip Meclis Başı Alador'un hemen yanında yerini aldı ve artık sadece bir koltuk boştu. O koltuk sanırsam normalde Lucas'a aitti.


En yüksek sandalyede oturan Meclis Başı, sanki Darius'un gelmesini bekliyormuş gibi o yerleştiği anda "Evet, şimdi sorgulama başlamıştır," dedi net ve tok sesiyle. "Önce senden başlayalım mı Lucas? Doğrusu beni hayal kırıklığına uğrattın."


"Bu kadar basit bir şey için yüz kişinin önünde sorgulanmak istemiyorum," diye mızmızlanarak itiraz etti Lucas.


"Bir sürü kişinin ölmesi senin için bu kadar basit mi?" dedi öfkeyle Meclis Başı Alador. Hafiften ağarmış saçları vardı. Büyümenin getirdiği kırışıklıklar, sinirlenince alnında belirginleşti. "Meclis senin çocukça davranışlarından sıkıldı Lucas. Seni Element Lideri olarak seçtim ve bunun bir getirisi olarak yapmak zorunda olduğun sorumlulukların var. Eğer kendine çeki düzen vermezsen benim verdiğim yetkiyi, tekrardan benim geri alacağıma emin olabilirsin."


O an Lucas'ı tanıştığımdan beri ilk defa bu kadar ciddi görmüştüm.


"Ejderhalar Erymna'ya saldırıyorlar ve sen ortalıkta yoksun!" Meclis Başı'nın gür sesi yüksek kubbede yankılandı. Burada bulunan yüz kişi de konuşmaya cesaret edemeyecek kadar korkmuş görünüyordu.


Erymna denilen yer saldırı olan başkentti yanlış hatırlamıyorsam. Yani Lucas'a saldırının olduğunu haber veren çocuk öyle demişti en azından.


"Sonra da yanında meclisten olmayan bir kızla geri dönüyorsun," dedi Meclis Başı Alador, öfkeyle kaşları çatılırken çenesiyle beni işaret etti. "Bu kız kim?"


"Bilmiyorum," dedi Lucas pişkin pişkin.


Tüm gözler bana döndüğünde görünmez olmayı o kadar isterdim ki...


"Neden şehri korumak ve ejderhalarla savaşmak yerine gittin?"


"Ejderhalardan biri ona saldırıyordu ve yaralanmıştı. Bende onu korumak için önce onu kurtardım sonra onu başka bir yere götürdüm ve yaralarını tedavi ettim," diyerek cevapladı Lucas.


"Aferin, iyi halt ettin!" diye bağırdı öfkeyle Meclis Başı Alador. Lucas konuştukça daha da öfkeleniyordu. "Yani bir kız için tüm şehri, başkenti korumayı bıraktın. Bir kız için görev yerini terk ettin. Bir kız için bir sürü kayıp verdik. Öyle mi?" Öfkeden kızardığında daha da korkunç görünüyordu. "Peki, onu nereye götürdün?"


Lucas'ın cevap vermek ve herkesin önünde sorgulanmak istemediği yüzündeki sıkıntılı ifadeden belli oluyordu. "Batıdaki Kayıp Mağaralardan birine," dedi isteksiz bir tavırla.


"Orada ne yaptınız?"


"Onun yarasını tedavi etmek ve balık tutmak dışında hiçbir şey." Omuzlarını kaldırıp indirdi. "Onun yarasını temizledikten sonra iyi durumda olmadığı için buraya getirdim. Ama görüyorum ki buraya getirmek hataymış..."


Meclis Başı, Lucas'ın dediklerini umursamadı. "Sadece bir kişi için Erymna'yı tehlikede bıraktın," dedi tükürürcesine Meclis Başı. "Bunun açıklamasını istiyorum. Umarım mantıklı bir sebebin vardır." Alayla gülümsedi. "Seni çocukluğundan beri tanıyorum Lucas. Seni ben büyüttüm. Hırslısın, istediğini elde eden birisin. Bir çıkarın olmadığı sürece görev ve sorumluluklarını terk etmezsin." Beni işaret etti. "Ne yapacaksın onunla? Bunu yaparak ne çıkarın vardı?"


Meclis Başı Alador'un dediklerinden yola çıkarak Alador'un aslında Lucas'ın babası olduğunu tahmin ettim.


Lucas söylenen hiçbir şeye tepki vermedi ve duygularını belli etmemek için oldukça çaba sarf ediyormuş gibi görünüyordu.


Meclistekilerden biri ayağa kalkıp Meclis Başı'nın yanına gitti. Saldırıya uğradığım gün yeşil ejderhanın üzerinde gördüğüm kahverengi saçlı, yeşil gözlü kız yani Cayena'ydı bu. Meclis Başı'ndan izin aldıktan sonra konuştu. "Saldırı günü bende oradaydım. Lucas o kızı gördüğü anda ordudaki ejderhalardan birini haber vermeden çalıp kızı da yanına aldı ve kimseye haber vermeden gitti. Onun yüzünden bir sürü kayıp verdik."


Lucas kendisi hakkında söylenen her şeye karşı sessiz kaldı ve böyle bir tutum gösterip sessiz kalması onu daha da suçlu gösteriyordu. Ama zaten suçluysa kendini nasıl savunacaktı ki, belki de zaten bu yüzden sessiz kalmayı tercih ediyordu.


Meclis Başı'nın gözleri bana döndüğünde "Adın nedir?" diye sordu çatık kaşlar eşliğinde.


"Soraya," derken sesim heyecandan titreyerek çıkmıştı. "İsmim Soraya."


"Nerede yaşıyorsun Soraya?"


Yardım dilenircesine Lucas'a baktım, ancak o da benden farklı durumda değildi. Hızlıca bir yalan uydurmalıydım. Bir şeyler uydurmak için uzun uzadıya düşündükten sonra Lucas'ın Batıdaki Kayıp Mağaralardan bahsettiğini hatırladım. "Kayıp Mağaralara yakın bir yerde yaşıyor-"


Sözümü bitiremeden sol kolumdaki çarpı şeklinde olan izden kan sızmaya başladı. Lucas omzunun üzerinden başını çevirip bana baktığında kırmızı gözleri yere damlayan kanlara odaklanmıştı. Kaşlarını çattı.


Başımı kaldırdığımda karşımdaki yüksek yedi sandalyelerden birinde oturan kırmızı gözlü kızın bana bakarak keyifle sırıttığını gördüm. Kırmızı gözlerinden dolayı ateş elementinin lideri olduğunu anlamıştım. Ama Lucas'a baktığında yüz ifadesi endişeli bir hâl almıştı. Sarı saçları dalgalıydı ve omuzlarından aşağı şelale gibi lüle lüle akıyordu.


Darius gür sesiyle "Sol kolundaki iz yalan söyleyenleri cezalandıran bir izdir," diye açıklarken yüzünde ne alaycı ne de acıma ifadesi vardı. Donuk bakışları ciddi, yüz ifadesi vakurdu. Ne düşündüğünü asla belli etmiyordu.


Kolumdan akan ve durmak bilmeyen kanlara baktığımda zaten yaralı olan kolumun daha da beter hale geldiğini görmüştüm. Acıyla dişlerimi sıktığımda buna daha fazla katlanabileceğimi sanmıyordum.


"Freya," dedi Meclis Başı, seslendiği kadının dikkatini çekmek için. Freya ismini duyduğu gibi oturduğu sandalyeden kalktı. Oturduğu sandalyeden dolayı onun bir Element Lideri olduğunu anlamıştım. "Soraya'yı sana bırakıyorum, onu şifacılara götür. Darius sende Lucas'la ilgilen. Kollarındaki izleri silmeyin. İkisini de sonra tekrardan sorgulamak için burada toplanacağız. Umarım bir dahaki sefere yalan söylediklerinde cezalandırılacaklarını unutmazlar."


Darius ayaklanıp kapıya yöneldiğinde Lucas onun peşine takılmıştı. Onların gidişini seyrederken o kadar çok odaklanmıştım ki Freya'nın yanıma geldiğini bana seslenene kadar fark etmemiştim. "Merhaba."


Korkuyla yerimden birkaç santim sıçradığımda gülümsedi ama gülümsemesi oldukça olgun ve mütevazıydı. Freya'nın simsiyah teninden asalet akıyordu. Siyah zaten o kadar asil bir renkti ki parlayan mor gözleriyle birlikte daha da zarif ve güzel görünüyordu. Mor bakışları sizi içine çekiyordu. Büyüleyiciydi. Afro kıvırcık saçları örülmüş, kalın ve uzun teller halinde omzundan sarkıyordu. Yüzündeki kıvırcık bebek saçlar alnına yapıştırılmıştı.


"Kolunu tedavi etmeliyiz. Beni takip et," dediğinde kapıya doğru yürüdük. Meclis dağıldığı için kapının girişi kalabalıktı. Sarmal merdivenlerden ikinci kata çıktığımızda tasarımı ilk kattan çok farklı olmayan ikinci katın tek farkı daha sessiz ve sakin olmasıydı.


Freya, "Buradan," dediğinde ilk kapıdan içeri girmiştik. Hastane odasına benziyordu. Şifacı kolumu gördüğünde önce pansuman yapacağını sonra da sargı beziyle saracağını söylemişti. Koltuğa oturduğumda kolumdaki acıyı tekrardan hatırlamıştım. Şifacı, Lucas'ın mağarada yaptığı gibi kolumdaki yarayı önce temizledi, sonra merhem sürerek yargıyı sardı.


Şifacı kadın, "Bir süre burada kalıp dinlenmelisin," dediğinde itiraz etmedim. Sorgulanmaktansa burada kalmayı yeğlerdim. Şifacı işini bitirdiğinde içeri Darius ve Lucas girmişti. Lucas kayıtsız yüz ifadesiyle yanıma oturdu. Yüz ifadesinin aksine yumrukları sıkmış ve kendini kasmıştı. Darius ise oldukça sakindi.


Şifacı Lucas'a baktığında benim dün tırnaklarımı geçirerek kanattığım kolunu görmüştü. Elindeki birkaç malzemeyle Lucas'a yaklaştığında Lucas elini kaldırarak onu durdurdu. "Gerek yok, ben iyiyim."


Şifacı inatla Lucas'a tedavi etmesi gerektiğini anlatmaya çalışıyordu. Lucas ise çocuk gibi mızmızlanıyordu. Darius ikisinin tartışmasını izlemekten sıkıldığını belli edercesine sıkıntılı bir nefes verdi.


Lucas ona ters ters baktı.


"Ne oldu yoksa şifacılardan korkuyor musun sahte buz ustası?" diye alay etti Darius. İma dolu cümleleri sert bir dalga gibi önce Lucas'a sonra Freya'ya çarpmıştı. Freya kaşlarını çattığında Lucas tepki vermemek için sakinleşmeye çalışıyordu. Şifacı ise ortamın gerginliğini fark ettiğinde daha fazla ısrar etmeden bir bahane bulup sıyrılmayı başardı.


Lucas'ın tehdit eden bakışlarını yok saydı. "Zaten hep sorumluluklarını bilmeyen küçük bir çocuk gibi davranıyordun. Sana mecliste yerin olmadığını söylemiştim," diye Darius, Lucas'ı kışkırtmaya devam ediyordu. "Eğer sen korkup kaçtıktan hemen sonra biz başkente gelmeseydik ejderhaları durdurmak için kimse olmayacaktı."


Lucas sessiz kaldı.


"Ve eğer küçük bir çocuk gibi şifacıdan korkmaya devam edeceksen buradan gidelim," dedi Darius. Ama artık alay etmiyordu. Sesi buz gibiydi, sertti. Ciddiydi.


Lucas hışımla doğrulup odayı terk etti. Darius da elbette onu yalnız bırakmayarak peşinden giderken kapıdan çıkmadan önce son bir kez ardına baktı ve göz göze geldik. Bir şey demesini bekledim ama umursamayıp gitti.


Lucas ve Darius'un nereye gittiği umurumda değildi. Lucas zaten anladığım kadarıyla kendi başının çaresine bakabilecek kadar güçlü biriydi. Tek umurumda olan uyuyabileceğim rahat bir yatak ve sıcak bir tabak yemekti.


Freya yanıma oturdu. Dimdik duran sırtı gerim gerim gerilmişti. Ellerini bacak bacak üstüne attığı dizlerine koyduğunda hafif yırtmaçlı açık gümüş renkli, zarif elbisesinin kenarından pürüzsüz simsiyah ince bacağının bir kısmı görünüyordu.


Dudağında hafif bir tebessümle bana döndü. Soğuk ve itici davranmıyordu ama zarafetinden ödün verip aramızdaki mesafeleri aşmaya da yeltendiği söylenemezdi. "Bakışlarından söylemek istediğin bir şeyler olduğunu varsayıyorum?"


Kısa süreliğine duraksadım. "Açıkçası Arcadia Meclisinin nasıl işlediğini tam olarak anlamadım," diye itiraf ettim utana çekine. "Acaba...?"


"Anlatırım," dedi cümlemi tamamlayarak. Sesi sakin ve huzurluydu. Bir yere yetişmeye çalışmıyordu. Berrak mor gözleri tekrardan beni yakaladığında sanki zihnimi okuyabiliyormuş gibi beni süzdü. "Mecliste toplamda sekiz yönetici olacak şekilde üç tür yönetici vardır. Birincisi imparatordur ama o önemli toplantılar dışında meclisle ilgilenmez. İkinci en yetkili kişi Meclis Başıdır. Son kararı o verir ve Element Liderlerini o seçer. Ve son olarak diğer altı kişi de Element Liderleridir. Mor, buz, su, ateş, hava, toprak. Hepsinden birer tane. Ve ben mor olanları temsil ederim.


Arcadia Meclisinde suçlular sorgulanır, toplum için önemli kararlar alınır. Aynı zamanda meclis üyeleri yani öğretmenler, şifacılar, öğrenciler, askerler tarafından oylama yapılır.


Bir de imparatorluğun orduları vardır. Her element için ayrı ordular bulunsa da suya sahip olanların sayısı az olduğu ve mor güce sahip olanların askerlik tercih etmemesinden dolayıp bu iki grup birleştirilmiştir."


Grimsi bir tonla parlayan açık mor gözlerine baktım. "Ne yani sen mor olanların Element Lideri misin?"


Başıyla onayladı.


"Senin gücün yok o zaman," deyiverdim sivri dilimi tutamayarak.


"Zekâ, benim için en büyük güçtür," diye gülümsedi. Söylediklerime alınmışa benzemiyordu. Aksine bundan gurur duyuyordu.


Bana bakarak alayla gülen kız, aklıma geldiğinde merakla sordum. "Kırmızı gözlü, sarı saçlı olan ve Meclis Başı'nın hemen yanında oturan kızda kimdi?"


"O Roxana. Ateş elementinin lideri."


Bir süre düşündüm. Lucas ile ilgili bir şey sormamak için ne kadar kendimi tutmaya çalışsam da başarısız olmuştum. "Lucas'ı görebilir miyim?"


Önce kaşlarını çatıp biraz düşündü. Endişeli görünüyordu. "Eğer izin alabilirsem bu akşam seni Lucas'ın yanına götürürüm," diye beni temin etti. Şimdiden güvenimi kazanmıştı. Asilliğine hayran olmamak elde değildi. Çok bilgili ve mütevazı görünüyordu. Zarafet kelimesinin somut hâli gibiydi. Kaç yaşında olduğunu sormaya çekiniyordum ama olgun görünüyordu. Tahminimce otuzlu yaşlardaydı.


***


Freya'nın isteğimi geri çevirdiğini düşünmüştüm. Ancak akşam olduğunda Freya'nın yanında gardiyanlarla yanıma gelip beni Lucas'ın yanına götüreceğini söylemesi, düşüncemin aksini söylüyordu.


Gardiyanlar ve Freya'yla birlikte zindanların olduğu bodrum kata inmiştik. Burası çok az ışık alıyordu. Zindanların çoğu doluydu. Gözlerindeki intikam dolu bakışlarla buradan çıkacakları günü bekliyorlardı.


Koridorun sonuna ilerlediğimizde en sondaki zindanın önünde durmuştuk. Demir parmaklıkların ardındaki Lucas'ı fark ettiğimde şaşkınlıkla demir parmaklıklara yaklaştım ve parmaklıkları elimle sıkı sıkı kavradım.


"O neden burada?" diye sordum şaşkınlığımı gizleyemeden.


"Sorgulanma gününe kadar kaçmaması için burada kalması elimizdeki en iyi seçenekti" diye açıkladı Freya. "Malum Lucas'ın ne zaman ne yapacağına pek güven olmuyor."


Lucas sesimizi duyduğunda başını kaldırıp bize baktı. Şaşırdıysa da belli etmeyip kayıtsız kaldı. "Freya," dedi Lucas. "Bizi yalnız bırakabilir misin?" Lucas'ın isteğine karşı Freya kaşlarını çatınca Lucas açıklayarak ekledi: "Tabii ki gardiyanlarla birlikte."


Freya anlayışla başını sallayıp bizden uzaklaştı.


"Neden buraya geldin?" diye sordu Lucas kaşlarını çatarak. Sorusuyla afallamıştım ve bir an için buraya neden geldiğimi unutmuştum. Buraya gelerek ne bekliyordum ki sanki, beni gördüğüne sevinmesini falan mı?


"Sana bazı sorularım var." Kafamın içinde soracağım sorularımı tartarken beni durdurdu. "Peki, senin sorularını cevaplayacağımı nereden çıkardın?" Bilmiş bir edayla konuşmuştu ve alay ederek sırıtmaktan çekinmemişti.


Hızlıca cevapladım. "Çünkü sende sorgulanmayı istemiyorsun ve eğer sorularıma cevap verirsen seni buradan çıkarabilirim." İstediğim cevapları alabilmek için blöf yapıyordum. Sadece yalan söylediğimi anlamamasını umuyordum. Yalan söyleyince cezalandıran izim yüzünden kolumdan sızan kanı saklamaya çalıştım ama gözleri koluma odaklanınca bunun işe yaramadığını anlamıştım.


Dudağının kenarı yukarı kıvrılırken öyle miymiş der gibi kaşlarını havaya kaldırıp başını omzuna doğru yana yatırdı ve bana baktı. "O zaman nasıl beni kurtarmayı düşünüyorsun Soraya," dedi gözlerini kısmış bir şekilde kolumdaki kana bakarken.


Bir anda donakaldım. İşte bunu gerçekten hiç düşünmemiştim. Benim hâlâ olduğum yerde duraksayıp ona cevap vermediğimi görünce psikopat bir deli gibi alayla büyük bir kahkaha patlattı. Kahkahaları kesildiğinde birden ayaklanıp benim olduğum demir parmaklıklara doğru yaklaştı. Aramızda kalan tek mesafe demir parmaklıklar olduğunda daha fazla üzerime gelemeyip durmak zorunda kalmıştı.


Bizi ayıran demir parmaklıklar olsa da yakınlığımızdan rahatsız olup bir adım geriledim. Parmaklıkların arasından kolunu uzatıp sol bileğimi yakaladı ve beni tekrardan kendine yakınlaştırdı. Şaşkınlıkla kirpiklerimi kırpıştırdım.


Lucas gardiyanlara kısa süreli bir bakış atıp parmaklıkların arasından başını uzattı ama boy farkımızdan dolayı biraz eğilmek zorunda kalmıştı. Ve kulağıma doğru fısıldadı. "Buraya ait olmadığını biliyorum."


Kolumu ondan kurtarıp şaşkınlıkla geriye çekildim. Neyse ki gardiyanlar hiçbir şey duymamıştı. İkisi de kendi aralarında ufak bir sohbete dalmış gülüşüp eğleniyorlardı. Bu kadar gevşek olduklarını Darius göre muhtemelen onlara uzun bir nutuk çekerdi, diye düşündüm davranışlarını görünce.


"Sen! Ne?"


"Hayal olduğunu sanıyorsun ama yanılıyorsun. Rüya gördüğünü sanıyorsun ama böyle düşünmenin aksine her şeyi irdeliyorsun." Ellerini kalın kumaşlı parkasının ceplerine soktu ve donuk bakışlarını üzerime dikti. Onu ilk defa böyle bir yüz ifadesiyle görüyordum, şu ana kadar her şeyi dalgaya alan biri olmuştu hep. "Uyanacağını sanıyorsun lakin ruhun buraya çoktan mahkûm kalmış, ama bundan haberin bile yok."


***


Hikayenin daha çok başındayız biliyorum ama sık sık bölümlerin gelmesi ve bizim motive olmamız için bol bol yorum gelmesi gerekiyor... Bir dahaki bölümü en kısa sürede yayımlayacağız.


Şimdilik görüşürüzzz✨

Loading...
0%