@ejderhacik
|
Merhabalar tekrardan. Sınav haftam geliyor, bu yüzden önümüzdeki iki hafta bölüm yayımlayamayacağım. Şimdilik bu bölümle idare etmek zorundasınız... Bu bölüm olaylar açısından çok yoğun bir bölüm olmasa da çok mutluyum, çünkü artık İsyancılar ile ilgili sorunları hallettik ve yeraltı şehrinden çıkıyoruz. Artık bu noktadan itibaren Arcadia'nın daha farklı sorunlarıyla yüzleşeceğiz. O zaman şimdiden keyifli okumalar. *** Lucas'ın etrafındaki muhafızlar ona zorla diz çöktürmüşlerdi ve onu zar zor zapt ediyor gibi görünüyorlardı. Kiran ise Lucas'ın aksine çok sakin ve hareketsiz bir şekilde duruyordu. O da aynı şekilde diz çökmüştü. Lucas ayağa kalkmak için hareketlendiğinde muhafızlar onu omzundan iterek tekrardan yere mıhladılar. Edwin ve Derrick görüş alanıma girdiklerinde batabileceğimiz kadar derine battığımızı anlamıştım. Sırtım bir yay gibi gerildiğinde nefesimi tuttuğumun bile farkında değildim. "Konuşmaya başlamak için beklenen kişi de geldi," diye gülümsedi Derrick. Ve böylece Lucas da Kiran da benim varlığımı yeni fark etmişlerdi. Lucas ile gözgöze geldiğimizde hangimizin daha endişeli olduğunu anlayamamıştım. Eğer Lucas endişeliyse ciddi anlamda bir sorun var demekti. "Bizi kandırabilecek kadar kendinizi zeki sanmanız komik," dedi Derrick. Sesi ve tavırları beni o kadar çok rahatsız ediyordu ki, tıpkı çatalın porselen tabağa sürtme sesi gibi bir his uyandırıyordu içimde. Hemen kurtulmak istediğim ve kaçma hissi ile dolup taştığım türden bir his. Bu sırada muhafızlar benim de diz çökmem için beni zorluyorlardı. Bunun için direnmedim ve sakince yere diz çöktüm. Debelenmenin bir manası yoktu. Önünde sonunda olan olacaktı. Lucas'ı incelerken onun da bileğinde benimkiyle aynı mühürün olduğunu gördüm. Yani o da artık güçlerini kullanamazdı. Her şey zaten olabileceği kadar kötü ilerlemişken hiçbir şey artık daha kötü olamaz, diye düşündüm teselli amacıyla. "Buradan buz asiliyle kaçabileceğini mi sandın Soraya?" dedi Edwin. Bunu bir soru sormaktan çok küçümseyici bir ifadeyle söylemişti. Lucas bunu duyunca yüzünde sinsi bir sırıtış oluştu ama Edwin ona bakınca hemen bu sırıtışı gizledi. "Yalan söylediğinizi anlayamayacak kadar aptal olduğumuzu mu düşündün?" diye konuşmaya devam etti Edwin. Kimse ona cevap vermiyordu ama o hâlâ bir şeyler gevelemeye devam ediyordu. "Evet," dedi Lucas hiç beklemediğim bir şekilde ilk defa cevap vererek. Bunu benim uydurup uydurmadığımı anlamak zaman almıştı. Ama hayır, Lucas bunu gerçekten de söylemişti. Derrick hırıltılı bir sesle güldü ve gülüşü yavaş yavaş yine rahatsız edici o hissi uyandırdı içimde. Kalbim sıkışıyormuş gibi hissettim. O günü hatırladım. Derrick'in adamlara işkence yaptığı ve kalplerini sökerek öldürdüğü günü. Elinde tuttuğu kalbin biraz sonra benim kalbim olabileceği fikriyle midem bulandı. Kusma isteğiyle birlikte yutkundum, ama maalesef ki boğazımı tıkayan o yumru asla geçmek bilmedi. Derrick'in aksine Edwin gülmemiş daha çok sinirlenmiş ve hırslanmıştı. "Madem dediklerimi alaya alıyorsun," dedi Edwin. "Madem bir kez daha ayağımıza kadar geldiniz o zaman bize anlatacak bir şeyleriniz olmalı." "Ne öğrenmek istiyorsun?" dedi Lucas askerler onu kollarının arkasından bağlarken. Edwin, "Mesela..." diye uzatarak sahte bir şekilde düşündü. "Meclise hâlâ sadık mısın Lucas?" Edwin bu konuyu yalnızca birkaç saat önce Roxana ile konuşmuştu. Şimdi Lucas'ı da yakaladığına göre istediği cevapları almadan bizi bırakmayacaktı. Lucas bu soru karşısında sessiz kaldı, tam da beklenildiği gibi... "Sessiz kaldığına göre meclise hâlâ sadıksın ve onların verdiği görevleri yapmaya devam ediyorsun. Hem de Arcadia Meclisi seni hor gördüğü ve istemediği hâlde! Ne kadar acınası..." dedi Edwin. Amacının Lucas'ı kışkırtmak olduğu barizdi. Kiran ufak bir öksürükle Lucas'ın kendisine bakmasını sağlamak için öksürdü. Lucas ona dönünce Kiran kaşlarını çattı ve gözlerini belertti. Bu mimik, anne dilinde uslu dur demekti. Kiran daha fazla tartışmanın çıkmasını önlemek için Lucas'ı sakinleştirmek istiyor gibi görünüyordu. Lucas, Kiran'ı yok sayarak devam etti: "Eğer benden cevap almak istiyorsan önce bu mühürleri yok etmeli sonra da bizi serbest bırakmalısın." "Makul bir anlaşma," diye başını salladı Derrick. "Meclise hâlâ sadık olduğum doğru," dedi Lucas. "Buraya Arcadia Meclisi'nin görevlendirmesi ile mi geldin?" "Belli ki," dedi Lucas. "Meclis tüm asillerin yerini tespit etmek istiyor ve bende bu görevi üstlendim." "Bu görevden kimlerin haberi var?" diye sordu Derrick, Kiran'a manalı bir bakış atarak. Şüphesiz ki bu soruyu Roxana bir Element Lideri olmasına rağmen böyle bir gizli görevden haberdar olmadığı için soruyordu. Çünkü bu görevi Element Liderleri bilseydi Roxana da bilirdi, Roxana bilseydi İsyancılar da bilirdi. "Sadece Meclis Başı Alador ve biz," dedi Lucas. Edwin ve Derrick'in bakışları aynı anda Kiran'a döndü. Kiran'ın bundan rahatsız olduğu her hâlinden belliydi. Kiran genelde sessiz kaldığı için çok dikkat çekmiyordu, fakat bu gizli görevden Element Liderlerinin bile haberleri yokken Kiran'ın bu bilgiyi ayrıntılarıyla bilmesi garip bir durumdu ve önünde sonunda Kiran'ı da sorgulayacakları en başından beri belliydi. Lucas bu garipliği anlamış olacak ki "Herkesin sırlarını paylaştığı bir arkadaşı vardır," diyerek tüm dikkatleri Kiran'ın üzerinden aldı. Bir süre sessizlik oldu. "Askerler," dedi Edwin. "Onları zindanlara götürün." "Hani sorularınızı cevaplamamız karşılığında bizi bırakacaktınız!" dedim itiraz ederek. "Biraz sabredersen Soraya başbaşa konuşmak istiyoruz," dedi Edwin. Sonrasında da en sanki aptalmışım da anlayamıyormuşum gibi "Kendi aramızda. Derrick ve ben. İkimiz," diyerek ekledi. "Eğer sorularınız bu kadarsa mühürleri kaldırın bizde gidelim," dedi Lucas. Derrick söyleyeceği şeyi yeni hatırlamış gibi gülerek "O konuya gelirsek siz ikiniz gidebilirsiniz ama su asili burada kalıyor," dedi. "Dur, ne?" dedim afallayarak. Gerçekten benim ne istediğimin onlar için hiçbir önemi yoktu değil mi? Beni Agnes'ten koruyacaklarını söylüyorlardı ama beni zorla burada tutmaya çalışıyorlardı. Bunun mantıklı ve savunulabilir hiçbir tarafı yoktu. "Şöyle açıklayayım," dedi Edwin dikkatimi çekmek için. "Sonuçta kendi ayaklarınla buraya sen geldin. Kendi isteğinle," dedi üstüne bastıra bastıra. "Ve isyancıların kuralı buraya giren bir daha çıkamaz." "Buraya şu ana kadar kaç kere girip çıktığımı sayamadım bile. O kural her neyse benim üzerimde işe yaramadığı kesin," derken alay ediyormuş gibi gözlerimi devirdim. Lucas ise bana ortalığı karıştırma der gibi bir bakış atıp tekrardan Edwin'e "Anlaşmamız böyle değildi," dedi. Lucas'ın öfkelendiği kırmızı gözlerinden belli oluyordu. "Eğer Soraya ile birlikte üçünüz buradan çıkarsanız mühürlerinizi silmeyeceğim, ama Soraya'nın burada kalırmasına müsaade ederseniz mühürleri sileceğim ve ikinizin gitmesine izin vereceğim. Seçim sizin," dedi Derrick. Rahatsızca yerimde kıpırdandım ve kendimi sakinleştirmeye çalıştım. Lucas, beni burada bırakıp gitmeyi seçmezdi, değil mi? En başından beri burada kalmak istemiyordum. Lucas ile gözgöze geldik. Bana bakarken kaşları daha da çok çatıldı. Bunun ne anlama geldiğini bilmiyordum ama bende her ne gördüyse hoşuna gitmediğini anlamıştım. Lucas, "O zaman bize müsaade," diyerek ayaklandığında gerildim. Sonra Lucas'ın bakışları tekrardan beni buldu ve "Soraya gel buraya," dediğinde rahatlayarak derin bir nefes verdim. Derrick'in muhafızlara kısa bir bakış atması muhafızların geri çekilmesi için yeterliydi. Muhafızlar geriye çekildiğinde Kiran da ben de ayağa kalkmıştık. Bulunduğumuz odadan çıkarken Lucas; Derrick ve Edwin'e öyle bir bakış atmıştı ki bir an için birbirlerinin üstlerine atlayıp dövüşeceklerini sandım. Ama ne yazık ki mühür yüzünden Lucas da ben de güçlerimizi kullanmazdık. Muhafızlar eşliğinde yeraltından yeryüzüne çıktığımızda muhafızlar tekrardan kendi cehennemlerine dönmüş, bizi yalnız bırakmışlardı. Kimsesizler Ormanı'nın temiz havasını içime çektim. "Sonunda kurtulduk," diyerek sevinç çığlıkları atmaya başladım. Benim aksime Lucas'ın da Kiran'ın da morali oldukça bozuktu. "Bu kadar sevinme," dedi Kiran somurtarak. "Bizi bıraksalar bile senin peşini bırakacaklarını sanmıyorum. Ayrıca artık daha savunmasızsın. İkimizde mühür yüzünden güçlerimizi kullanamayız," dedi Lucas. "Bence biraz sevinmekten kimseye zarar gelmez," diye gülümsedim. Kiran da bana bakıp gülümsedi. Ama Lucas daha da çok somurtmuştu. Lucas yanından asla ayırmadığı gezgin otlarını cebinden çıkardı ve birini bana birini Kiran'a sonuncusunu ise kendine aldı. Darius bana gezgin otunu nasıl kullanmam gerektiğini öğrettiği için yabancılık çekmemiştim. "Arcadia Meclisini hayal et ve orada olduğunu düşle," dedi Lucas, sanki ben gezgin otunu kullanmayı bilmiyormuşum gibi... Lucas, son bir kez Kiran'a bakarak "Sen istersen Fırtına Adası'na geri dönebilirsin. Meclise kadar gelmek zorunda değilsin. Gerisini biz hallederiz," dedi. "Gerisini halledebilecek misiniz?" diye sordu Kiran. "Eh, şu ana kadar neyi halledemedik ki?" dedi Lucas. Ciddi miydi yoksa alay mı ediyordu anlayamamıştım, fakat bu yükü omuzlarında taşımanın zorluğunu anlamıştım. Hepimiz gözlerimizi kapattık. İçimden Arcadia Meclisi diyerek birkaç defa sayıklarken meclisin her bir detayını hayal ediyordum. Fakat sonrasında hiçbir değişiklik hissetmeyince garip bir şeyler olduğunu anlamıştım. Huzursuzlukla yeniden gözlerimi açtığımda kaşlarım çatılmıştı. Lucas'ın da kaşlarını çatarak bana baktığını gördüğümde gözlerim etrafta Kiran'ı aradı. Sorunun ne olduğunu anlamaz olaydım, fakat maalesef ki anlamıştım. "Off!" diyerek gezgin otunu yere fırlattım. Mühür yüzünden gücümüzü kullanamıyorduk, yani dolaylı yoldan gezgin otunu kullanarak ışınlanamıyorduk da... Kimsesizler Ormanı sanki bizi esir almıştı ve bırakmaya niyeti yoktu. Lucas sabır dilenir gibi elini alnına koyup sakinleşmeye çalıştı. Sanki biz her bir zorluğun üstesinden geldikçe hayat bizi daha zor şartlarla sınıyordu. Ta ki biz pes edene kadar. Artık bıkma eşiğime gelmiştim. Yorulmuştum, yumuşak bir yatak istiyordum. Geceleyin kâbus gördüğümde annemle babamın arasında kıvrılıp uyumak istiyordum. "Biz gücümüzü kullanamıyoruz. Kiran'ın da gücü yok. Nasıl olur da o gitti ve biz hâlâ buradayız?" diye sordum. "Mühür sadece kendi gücümüzü kullanmamızı engellemiyor, sanırım aynı zamanda başka kaynaktan ortaya çıkan güçleri de engelliyor. Ve Kiran'ın kendi gücü olmasa da gezgin otuna ait olan bir gücü kullanabilir," dedi Lucas. "Anladım... Peki biz şimdi ne yapacağız?" diye sordum. "Bunu bana sormak yerine tahmin etmeye ne dersin?" Meclise gitmek için bir çözüm düşünürken gözlerim iri iri açıldı ve Lucas'ın konuşmasına fırsat bırakmadan "Meclise kadar beni yürütmeyi düşünmüyorsundur umarım. Oraya kadar hayatta yürümem!" diye bağırdım. Lucas güldü. "Yok artık... Abartma Soraya. Meclise kadar yürüyemeyiz zaten." Doğru, meclise kadar yürümemiz benim dünyamda bir şehirden iki şehir ötesine yürümek gibi bir şeydi. Oraya yürüyene kadar açlıktan susuzluktan bayılırdık. Atlarla dönem fikri aklıma gelmişti, ama atı nereden bulacaktık? En yakın köye gitmeyi geçtim bu ormandan çıkmak saatlerimizi alırdı ve hava kararmış olurdu. Belli ki tek bir seçeneğimiz kalmıştı. O da ejderhayla gitmekti. Bunu söyleyeceğim hiç aklıma gelmezdi ama Lucas'a dönüp "Ejderhayla dönsek?" diye sordum. Yüksekten korksam da geceyi ormanda geçirmek yerine ejderhaları tercih ederdim. "Ejderha Meclis'e geri dönmüştür," dedi Lucas. Benim öfkelenen bakışlarımı gördüğünde bir açıklama yapma zahmetine girdi beyefendi. "Sonuçta o da bir canlı. Benim özel aracım değil." "Ne yani buraya gelirken nasıl geri döneceğimizi hiç düşünmedin mi?" diye kızdım Lucas'a. "Belli ki sende düşünmemişsin." "Okları bana çevirme!" "Sende bana kızma." "Planlarım mükemmel olur diye övünüp nasıl geri döneceğimizi planlamazsın!" "Açıkçası gezgin otuyla geri döneriz, diye düşünmüştüm." "Gezgin otu işe yaramadığına göre?" "Plan suya düştü demektir." İkimizde birbirimize bön bön baktık ve ardından kahkaha attık. Hep bir şeyler ters gidiyordu ama sonunda yine birlikteydik. "Dönmenin bir yolunu illaki buluruz. Asıl sorun buz asili," diye mırıldandı Lucas. "Ha, o mu? Ben o konuyu hallettim," diye sırıttım önemli değil der gibi omuz silkerek. "Nasıl?" "Basbayağı hallettim işte." "Nasıl hallettin onu soruyorum Soraya." "Buz asilini buldum, onunla konuştum ve o gelmeyi kabul etmedi," diye dudak büktüm. "Hatta buz asili askerleri çağırıp beni askerlere bile yakalattı..." Lucas da beni taklit ederek dudak büktü ama daha çok eğleniyor gibiydi. "Buz asili çok ayıp etmiş." "Evet, çok ayıp etti," diye mırıldandım. "Buz asili aslında Fırtına Adası'nda tanıştığımız şu Rowena'nın ablasıymış. İsmi Elowen." Lucas büyük bir sorundan kurtulmuş gibi gülümsedi ve "Bu bilgiler Alador için yeterli. Aferin!" diyerek sırtıma vurdu. Minik bir deprem yaşayıp olduğum yerde sallandığımda yüzümü buruşturmuştum. Lucas ise daha çok güldü. Bu kadar şamata yeterliydi, bu yüzden ciddi halime tekrardan bürünüp olanları detaylıca anlatmaya başladım. "Siz yanımdan gittiğinizde koridora Edwin ve Roxana geldi. Senin neden hâlâ mecliste olduğun hakkında tartıştılar biraz. Onlar gidince buz asilinin yanına gittim. Onu Arcadia Meclisine gitmeye ikna etmeye çalıştım, resmen dilimde tüy bitti, ama o yine de kabul etmedi. Üstüne üstük beni yakalattı." "Demek bu yüzden yakalandığımızda meclisle ilgili sorular sorup cevap almak için direttiler. Roxana'nın Element Lideri olmasına rağmen bütün bunları bilmemesi canını sıkmıştır," dedi Lucas. "Onu bunu geç de biz ormanın ortasında kaldık. Acaba biraz da bu konu hakkında mı konuşsak?" dedim. "Geceyi geçirecek bir yer bulalım, ama önce elimizde neler var, bir bakalım," dedi Lucas. Kemerindeki kesici silahları çıkardı. "Bir kılıç ve iki hançer." Hançerlerden birini bana uzattı, kılıcını ve öbür hançeri tekrardan kemerine yerleştirdi. "Bu kadar mı?" "Evet, bu kadar," dedi Lucas. "Su, yemek, reçel... Hiçbir şey yok mu?" derken soğuk bir esinti çarptı ve kollarımı etrafıma doladım. "Başka bir şey yok," dedi Lucas etrafına bakınarak. Soğuğu hissettiğinde "Ve gece soğuk olacak gibi," dedi endişeyle. "Lütfen, bana bilmediğim bir şey söyle Lucas," dedim gözlerimi devirerek. Lucas derin bir nefes aldı. "Ormanda kalmayacağız herhalde," dedim Lucas'tan onay bekleyerek. Bakışlarını kaçırdı. "Ciddi olamazsın! Ormanda kalmayacağız de," dedim durumun ciddiyetinin farkına vararak. Lucas homurdandı. "Başka çaremiz varsa söyle. Özgün fikirlere açığım." "Ya gece bize bir şey saldırırsa kendimizi nasıl koruyacağız? Gücümüzü kullanamıyoruz bile. Yırtıcı bir hayvan olabilir, ejderha olabilir, isyancılardan biri olabilir..." derken gerçekten korkmuştum. Lucas alınmış gibi başını yana yatırarak "Güçlerim artık benimle olmasa da kılıç kullanmayı biliyorum Soraya," dedi. Bir barınak yapmak için vaktimiz yoktu. Ormanda bir süre aylak aylak gezindikten sonra geceyi bir ağacın tepesinde geçirmeye karar vermiştik. Bu şekilde yırtıcılardan korunabilirdik, en azından kendimizi böyle avutuyorduk. Çıkmayı kararlaştığımız ağacın gövdesi üç insandan daha kalındı, yani ağaca sarılmaya çalışsam ağacın gövdesini tamamen kavrayamazdım. Ağacın dalları da gövdesi gibi epeyce kalındı. Dalın üstünde istediğiniz gibi yürüyebileceğiniz kadar geniş ve sağlamdı. Hatta üzerinde uyuyabilirdiniz bile. Ağaçların devasalığı benim dünyamdan farklı olduğu için ilk başta bana korkutucu gelmişti, fakat yavaş yavaş alışmıştım. Dalların anormal yüksekliğinde dolayı "Ben oraya kesinlikle çıkamam," diyerek isyan ediyordum. "O zaman kurtlara yem olursun," dedi Lucas beni ikna etmeye çalışarak. "Beni korkutma!" Lucas az önce bana verdiği hançeri elimden aldı. Şu an kendi hançeri ve benim hançerim ile birlikte iki elinde de birer hançer tutuyordu. "Gel buraya baş belası," diye mırıldandı Lucas eğilerek. Onun sırtına zıplayıp bacaklarımı karnına, kollarımı boynuna doladım. Lucas derin bir nefes alıp hançerden birini ağaca geçirdi ve bu şekilde tırmanmaya başladık. "Dikkatli ol, yere düşmek istemiyorum," diye uyardım Lucas'ı. Lucas hançerlerini ağaca saplayıp kendini yukarı çekiyor ve aşağıda kalan hançeri daha da yukarı saplayıp daha da yukarı ilerliyordu. Ama sırtında beni taşıdığı için zorlandığını biliyordum. Sıklaşan nefes alışverişleri de bunu kanıtlar nitelikteydi. Ara sıra dişlerini sıkarak mola veriyor, sonra tırmanmaya devam ediyordu. Bir anda sarsıldığımızda ben çığlık atmıştım, Lucas ise kahkaha atmıştı. Hep beni korkutmak için bilerek yapıyordu bunları! "Lucas!" Lucas aynı sarsılmayı bir daha yaptığında beni korkutmak için yaptığının bilincinde olsam dahi maalesef çığlık atmaktan kendimi alıkoyamamıştım. "Tüm hayvanları rahatsız ediyorsun Soraya, biraz sessiz ol," diyerek takıldı bana. Elbette dalga geçiyordu, tabii geçerdi, daha çok dalga geçerdi. Ama bunların hepsinin intikamını alacağımı kafamın bir köşesine not ettim. Evet, biraz kindar biri olduğum doğruydu. Ne yapayım huyum böyle. Sonunda kalın ve büyük dalın üstüne çıktığımızda Lucas benim rahat etmem için dalın ucuna yerleşmiş ve bende ağacın gövdesine yaslanarak bacaklarımı uzatır pozisyonda oturmuştum. Lucas ellerini başının altına yerleştirip dalın üstünde uzandı. Düşeceğinden endişe etmiyordum, çünkü dal oldukça genişti. Hava ise kararmış, ormanı aydınlatan tek ışık dolunaya aitti. Artık gözlerim karanlığa alıştığı için bazı şeyleri seçebiliyordum ama yine de görüşüm o kadar iyi değildi. Karanlık beni yutuyor gibi hissediyordum, kayboluyor gibi hissediyordum. Çünkü ailemden uzakta bir başımaydım. Yanımda duran Lucas'a baktım. Sonra ailemi düşündüm. Lucas bana bazen babamı hatırlatıyordu. Babam da Lucas gibi şakacı, eğlenceli ve komik biriydi. Sanırım Lucas, beni kendi zihnimden koruyordu. Zihnimdeki korkutucu düşünceleri neşesiyle dağıtıyor, beni hep güvende hissettiriyordu. Ama bu daha ne kadar böyle devam edebilirdi? "Ben uyursam kesin buradan düşerim," dedim yere bakarak. Fazla yüksekteydik ve benim yükseklik korkum bana hiç yardımcı olmuyordu. Hatta yükseklik korkum içimde büyüyüp halay çekmeye başlamıştı. "Sana bir hikâye anlatmamı ister misin?" "Evet!" "Bu ormanda geceleri ortaya çıkan yaratıklar varmış." Nefesimi tutmuş pür dikkat Lucas'ı dinliyordum. Lucas'ın karanlıkta parlayan kırmızı gözleri korkutucu görünüyordu. Korkutucu güzelliği karşısında büyülenmeli miydim yoksa korkmalı mıydım? Kaçmalı mıydım yoksa yanında mı kalmalıydım? "Bu yaratıklar oldukça vahşilermiş ve insanları yerlermiş," dedi Lucas. Sonra göz kırpıp ekledi: "Özellikle güzel olan insanları." Utangaç bir gülümsemeyle karşılık verdim, Ancak kendimi güzel bulmuyordum. Ama bunu ona anlatsam da, Anlayacağını sanmıyordum. Çünkü o çok güzeldi, Ben değildim. "Ee devamını anlatmayacak mısın?" dedim. Lucas beni korkutacak bir şeyler uydurmak için bir süre düşündü. Sonra tam ağzını açıp bir şey söyleyecekken birden bana yaklaşıp korkutucu bir ses çıkardı. Bu hareketi o kadar aniydi ki boşluğuma gelmiş ve beni epeyce korkutmuştu. Geriye çekildiğimde aşağı düşeceğimi sanmıştım, fakat Lucas beni kolumdan yakalamayı başarmıştı. Beni yanına doğru çektiğinde sırıtıyordu, tabii ki sırıtırdı. Sırıtmaya devam et sen, ben intikamımı aldığımda da sırıtabilecek misin acaba? Lucas'ı omzundan ittirip "Bir kere de şöyle şeyler yapmasan olmuyor, değil mi?" dedim kızarak. "Olmuyor," dedi Lucas gülmemek için kendini zor tutarken. "Aşağı düşebilirdim," dedim ama onun bunu ciddiye almayacağını düşünerek "Neyse ne! Ben uyuyorum ve sende ceza olarak nöbet tutuyorsun anlaşıldı mı?" diyerek emrivaki yaptım ve cevabını bile beklemeden ağaca yaslanıp gözleri kapattım. Ağacın kavuğuna sırtıma batan çıkıntılarına rağmen yasladım ve gözlerimi kapattım. Tüm orman sessizliğe bürünmüştü. Yırtıcı avcılar, avlarını ararken. Avlar kendilerine uyumak için güvenli bir yeri seçmiş olmalılardı. Aradan ne kadar süre geçti, tahmin edemiyordum. Ancak bazı inatçı keçiler beni uyutmamaya kararlı görünüyordu. Lucas'ın beni korkutması ve ormanın kasveti yüzünden ürperti hissi damarlarımda dolanırken Lucas'ın sesini duymamla birlikte yerimden sıçramıştım. "Soraya..." "Hım?" diye mırıldandım uykunun soğuk kollarının arasında mayışmış bir şekilde. Bu sesi çıkarırken gözlerimi hâlâ daha açmamıştım. Ne kadar süre geçmişti, bilmiyordum. Ama gece yarısını geçtiği kesindi. "Bir şeyi merak ediyorum," dedi Lucas. Gözlerimi araladım. Karanlıktan dolayı Lucas'ı net göremesem de Lucas'ın oluşturduğu karaltıyı görebiliyordum. Kalın dala uzanmış ve gökyüzünü seyrediyordu. Bende onu baktığı gibi başımı gökyüzüne çevirdim. Dalların arasından görebildiğim kadarıyla parlayan yıldızlar burada ışık kirliliği olmadığı için pasparlaktı. Keşke benim dünyamda da böyle olsaydı, diye geçirdim içimden. "Bende Edwin ve Derrick ile konuştuğumuzdan beri seni neyin rahatsız ettiğini merak ediyordum. Çıkar ağzındaki baklayı," dedim kısık ve uykulu bir ses tonuyla. Lucas, "Ama alacağım cevaptan korkuyorum," dediğinde ciddi olup olmadığını anlamak için gözlerimi yıldızlardan tekrar Lucas'a çevirmiştim. Onun ciddi yüz ifadesi karşısında kahkaha atmıştım. "Korkuyor musun?" dedim dalga geçerek. "Benden korkma fikrin hoşuma gitti." "Soraya..." dedi Lucas bıkmış bir sesle. "İşte sorsana aya," dedim bir kahkaha patlatarak. Lucas ofladı. "Tamam, tamam," dedim gülmeyi keserek. "Aklında her ne kuruyorsan düşüne düşüne çıldıracağına merak ettiğin şeyi bana sor ve cevabımla yüzleş." Ses tonum alaylıydı. Soracağı şeyin ciddi bir şey olduğunun farkında olsam da Lucas'ın gerilmemesi için şakaya vuruyordum işi. Lucas derin bir nefes aldı. "Gerçekten seni orada bırakıp gideceğimi hiç düşündün mü?" İtiraf etmek gerekirse bu soruyu beklemiyordum. Edwin ya mührü silerim ve Soraya burada kalır ya da mührü silmem Soraya sizinle gelir diye iki seçenek sunduğunda Lucas'ın güçlerinden vazgeçemeyeceğini düşündüğüm için beni İsyancıların yanına bırakıp terk edeceğini gerçekten ne yazık ki düşünmüştüm. Lucas'ın hissettiklerimi görebileceğini hiç düşünmemiştim, içimde hissettiklerimi görse de bunu kafaya takacağını... "Beni bıraksaydın da ben yine de bir şekilde kaçar senin peşine takılırdım Lucas," dedim cevap vermekten kaçarak. Lucas cevabımı yok sayarak, "Soraya seni bırakıp gideceğimi gerçekten düşündün mü?" diye yineledi sorusunu. Sorusuna cevap veremedim. Lucas benim bu sessizliğime karşılık tuttuğunu nefesini geri verdi ve "Yani düşünmüşsün," dedi. "Sadece anlık bir düşünceydi," diye itiraf etmek zorunda kaldım. "Sana yeterince güven veremedim mi, hâlâ mı?" dedi Lucas hayal kırıklığıyla. Bana kızmaktan çok kendine kızıyor gibiydi. Sessiz kaldım. O sırada duyduğumuz hırıltılı vahşi bir ses Lucas ile aramızdaki karmaşık duyguları dağıttı ve ikimizin de dikkatini kendine çekti. Ağacın dibinden bir hayvan sürüsü geçiyordu. İlk başta kurt sanmıştım, fakat kurttan çok daha iri ve daha vahşi görünüyorlardı. Gümüşi tüyleri karanlıkta adeta parlıyordu ve kan kırmızısı yakut gözleri ise ağaçların arasında dolanıyor kendine bir av arıyordu. Kana susamış bu varlıkların ağzının kenarlarında ve gümüşi tüylerinin üzerinde kurumuş kanlar vardı. Tam Lucas'a seslenecekken Lucas elini dudaklarımın üstüne örttü ve diğer elinin işaret parmağını kendi dudaklarının üstüne yerleştirdi. Ormanın uzaklarından bir uluma duyulduğunda bu vahşi sürü sesin geldiği yöne doğru koşmaya başladı ve sık ağaçların arasında gözden kayboldular. Lucas elini benim dudaklarımın üstünden çektiğinde "Onlar da neydi?" dedim korkuyla. "Onlar Gece Uluyanlar, Kimsesizler Ormanı'nın sahipleri." "Nasıl yani?" diye sordum. "Bu ormanda kimsenin yaşamamasının ve herkesin buradan uzak durmasının nedeni Gece Uluyanlar. Bir tür canavar gibi düşünebilirsin. Oldukça güçlü ve vahşilerdir. Genelde sürü hâlinde dolaşırlar. Onları kimse gündüz görmemiştir ama her gece bu ormanın asıl sahibinin kim olduğunu gösterirler." "Ama İsyancılar?" "Zaten Gece Uluyanlar, İsyancılar yüzünden varlar. İsyancılar zamanında kurtların üzerinde deney yapıyorlardı ve ortaya böyle bir tür canavar çıkarttılar. Zamanla Gece Uluyanları kontrol edememeye başladılar ve Gece Uluyanlar Kimsesizler Ormanını ele geçirdi. Kimsesizler Ormanı'na halk uğramaz oldu." "İsyancılar neden burada kaldı?" "Bu ormanda halktan kimsenin yaşamaması isyancılar işine geldi. Sonuçta Arcadia Meclisi'nin onları bulması an meselesiyken Kimsesizler Ormanı'nın tehlikeli bir haline gelmesi onların saklanma yeri haline dönüştü ve burada yeraltı şehrini inşa ettiler. Çünkü Meclis bile Gece Uluyanlarla baş edemediği için bu ormana giremiyor. Yani sadece geceleri giremiyorlar." "İyi de Meclis tüm bunları bilmiyorken sen nasıl biliyorsun?" dedim sorgulayıcı bir tavırla. "Roxana anlatmıştı." "Yine mi Roxana..." Her şeyin altından Roxana'nın çıkmasından bıkmıştım. Hayır, ben tüm bu maceralardan bıkmıştım. Artık tek isteğim aileme, huzura kavuşmaktı. Gece Uluyanlar mutasyon bir kurt türü gibiydi. Kurtlara deney yapılması... Sanırım midem bulanmaya başlamıştı. Arcadia... Geldiğimden beri başımın beladan kurtulmadığı bir yerdi ve iyi kalpli ama bir o kadarda yaralanmış birinin başına bela olduğum bir yerdi. Lucas'ın bana "baş belası" demesi her ne kadar tatlı olsa da barındırdığı anlamlar hoşuma gitmiyordu. Tüm bunları düşünmemeye çalışarak uyumaya odaklandım. *** Güneşin parlak ışınları gözüme vurduğunda gözlerimi açtım. Lucas hâlâ mışıl mışıl uyuyordu. Muhtemelen gerçekten de gece geç saatlere kadar nöbet tutmuştu ve sabaha karşı uyuyakalmıştı. Karnımın guruldamasıyla birlikte yemek derdine düşmüştüm. Lucas'ı uyandırmamaya karar vermiştim. Gece boyunca nöbet tutmuştu bu yüzden dinlenmeye hakkı vardı. Yemek bulmak için ağaçtan inmeyi düşündüm ama yüksekliği görünce ağaçtan inebilmek gözüme imkânsız göründü. Aşağı atlasam muhtemelen bir yerlerimi kırardım. Ağacın gövdesine bacaklarımı ve kollarımı sıkı sıkı sardım. Yavaşça kendimi bıraktığımda itfaiyecilerin borulardan indiği gibi hızlıca inmiştim. Ama ağacın çıkıntıları ve kabukları canımı yakmış, kıyafetimin bazı kısımlarını delmişti. Şimdi sıra yiyecek bir şeyler bulmaktaydı. Ormanda tavuk bulabilir miydim? Etrafıma bakınca yemeği nasıl bulacağımı, bulsam bile nasıl yapacağımı hiç düşünmediğini fark ettim. Bu yüzden en mantıklı seçenek meyve bulmaktı. Koskoca ormanda illaki bir meyve ağacı vardır diye düşündüm ve meyve ağacı aramaya karar verdim. Kaybolmamak için uyuduğumuz ağaçtan pek uzaklaşmıyordum ve çevreye dikkatlice bakıp gördüğüm her şeyi aklıma kazıyordum. Bir süre ortalıkta dolandıktan sonra hiçbir şey bulamadım ve bu yüzden ormanda daha da ilerlemeye başladım. Uyuduğumuz ağaca kolay ulaşabilmek için hep aynı yöne doğru yürüdüm. Karşıma dikenli ve yabani bir böğürtlen çalısı çıktığında dikenlere bulaşmadan böğürtlen toplayabilmek için çalının en dikensiz kısmını aradım. Çalının etrafında dönüp birkaç böğürtleni ağzıma attığımda hangi yönden geldiğimi karıştırdığımı fark ettim. Böğürtlenleri ceplerime doldurup nereden geldiğimi hatırlamaya çalıştım. Kendi etrafımda dönüp duruyordum, ama her yer birbirine benzediğinden nereden geldiğimi ayırt edemiyordum. Paniğe kapılırken şu anda Lucas'ın beni arayıp aramadığını merak ettim. Eğer beni arıyorsa bulması için "Lucas!" diye bağırdım tüm gücümle. Ama ormanın bana verdiği tek cevap koca bir sessizlik oldu. Bir kere daha "Lucas!" diye seslendiğimde ağaca tünemiş olan kuşlar uçuşup kaçtılar. Ama hâlâ Lucas'tan tık yoktu. Umarım Lucas her zaman bulduğu gibi beni bulurdu. Kimsesizler ormanının içinde nereye olduğunu bilmeden rastgele bir yöne doğru yürümeye koyuldum. Bir yandan da bu kocaman ve korkutucu ormanda Lucas'ı nasıl bulacağımı düşünüyor, düşündükçe umutsuzluğa kapılıyordum. Yürümeye devam etmem ne kadar doğruydu? Ya Lucas'tan daha fazla uzaklaşıyorsam... Ama bunu bilemezdim. Belki de yürüdükçe Lucas'a yaklaşıyordum. Gece Uluyanlarla karşılaşmak en çok korktuğum şeydi ama Lucas bana Gece Uluyanlar sabah vakti daha önce hiç görülmediğini söylemişti. Bu içime biraz su serpse de tedirginliğimi üzerimden atamamıştım. Şimdi yine başımı belaya sokmuş ve yine Lucas'ın başının belası olmuştum. Ama her zamankinin aksine Lucas bu sefer güçlerini kullanamıyordu ve bu sefer her zamankinden daha çok tehlikedeydim. *** Bölüm sonu. İsyancılar hakkında ne düşünüyorsunuz? Sizce Lucas, her zaman olduğu gibi bu seferde Soraya'yı bulabilecek mi? Devamında neler olacak? İsyancılardan tamamıyle kurtulamasak da artık onları daha az göreceğimiz için acayip mutluyum. Aslında kitabı yazmaya başlarken İsyancıların kitabın bu kadar büyük bir bölümünü etkileyeceğini düşünmemiştim, ama yazarken yanlışlıkla öyle oldu -_- Sınavlardan sonra görüşürüzzz |
0% |