Yeni Üyelik
23.
Bölüm

22 | Başa Dönmek

@ejderhacik

Merhabalar tekrardan.


Nasılsınız?


Kitabımızı bu bölüme kadar okuyanlar hikaye hakkında eleştiri yaparsanız ve düşüncelerinizi söylerseniz çok mutlu oluruz, çünkü kendimizi ancak bu şekilde geliştirebiliriz.


Keyifli okumalar dilerim.


***


"Lucas bu da ne?" dedi Azura gördüğü şeye inanmak istemeyerek. Ama ne olduğunu bir şifacı hayranı olarak bilmemesine imkân yoktu. "Bu ejderhanın kanı mı?"


"Bak Azura," dedim. "Biraz açıklamamız zor ama-"


Azura sözümü keserek "Şifalı çiçeğin hırsızları siz miydiniz?" diye sordu inanmak istemeyerek.


Birinin bu konuşmayı duyup duymadığına emin olmak için çevreme bakındım. "Azura ben sadece..." diyerek tam itiraf edecekken Lucas olaya el attı. "Ejderhanın kanıyla yaralanınca tek çareyi çiçeği çalmakta buldum," dedi Lucas çiçeği çalan kişilerin ben ve Roxana olduğunu saklayarak.


Beni ele vermemişti ve fedakârlık yapıp suçu kendi üstüne almıştı. Ama bu durumun onun başını belaya sokacağına emindim. Yine Lucas sorgulanacaktı ve biz yine başa dönmüştük.


Azura'nın ortalığı velveleye vermesi ile askerler Lucas'ı meclise götürmüş ve meclisin zindanlarına atmışlardı. Azura'ya da kızamıyordum, çünkü sonuçta o Meclis Başı Alador'un kızıydı ve muhtemelen babasının yolundan gitmek onun için daha tehlikesizdi.


Lucas zindanlara girdikten sonra tüm meclis ve öğrenci yurdu ayağa kalkmış ve dedikodular hızla yayılmıştı. Lucas'ı yalnız bırakmamak için askerlerin peşinden apar topar meclise gitmiştim ama beni içeri alıp almayacaklarından bile emin değildim.


Meclise girmeye yeltendiğimde askerler beni durdurmuştu. "Şu anda içeri giremezsiniz."


"Ama benim girmem lazım," dedim hızlıca.


"Üzgünüm ama kesin emir, kimse içeri giremez," dedi askerlerden biri.


Darius'u gördüğümde onu durdurdum. "Darius! Bir şeyler yapsana, neler oluyor?" dedim endişeyle.


"Aslında bende sana aynısını soracaktım," dedi Darius. "Lucas'ın şifalı çiçeği çaldığını biliyor muydun?"


"Hayır," dedim yalan söyleyerek. "Bende yeni öğrendim."


Bu kadar kolay yalan söylemek beni hayretler içerisine düşürmüştü. Ne zamandan beri bu kadar iyi yalan söyleyebiliyordum? Ya da ne zaman yalan söylemeye başlamıştım? Dünyadayken annem bu konuda çok hassas olduğu için yalan söylemek hiçbir zaman ilk tercihim olmamıştı, fakat Arcadia'ya geldiğimden beri yalanları arka arkaya dizmeye başlamıştım.


"Bana doğruyu söyle," dedi Darius kaşlarını çatarak. Ama endişeli olduğu her halinden belliydi. Kendimi tutamayıp dudaklarımın arasından bir hıçkırık kaçırdım. Ne olacaktı benim bu duygusallığım ve göz yaşlarım... Çünkü ne yapacağım hakkında en ufak bir fikrim yoktu.


Darius beni kendine çekip nazikçe sarıldı. "Soraya seninle daha sonra detaylı bir şekilde konuşacağız," dedi Darius kulağıma yaklaşarak. "Başbaşa ve yalan olmadan," diye eklemeyi de unutmadı. "Şimdi meclis çok karışık ben burada işlerimi halledince geri döneceğim sende o sırada git ve dinlen."


Burnumu çekerek başımı salladım ve yavaşça ondan uzaklaştım. Darius bir ağabey gibi davranarak beni sakinleştirmişti ve şimdi ise yanımdan gidiyordu. Bir sorun çıkmamasını umut ediyordum ama her şey kördüğüm haline gelmişti. Eğitim alanına geri dönüp Cayena'nın devasa ejderhasını çaldım.


Muhtemelen bunun için bana biraz kızacaktı ama bunu önemsemedim. Ejderhayla gökyüzüne yükseldiğimde yüksekten eskisi kadar korkmadığımı fark ettim. Nereye gideceğimi belirlemek için haritayı çıkardım. Biraz kafa dinlemeye ihtiyacım vardı. Zaten beni meclise almadıkları için Lucas'a hiçbir faydam dokunmayacaktı.


Saklı göle geldiğimde Darius ile burada ettiğimiz sohbetler aklıma geldi. Darius ve Lucas'ın hayatını ilk defa burada öğrenmiştim. Burada bir sürü sırrın kapısını aralamıştım. Şimdi ise bu sırlar yüzünden oluşan düğümleri çözmeyi umut ederek buraya gelmiştim.


Bir süre ayakkabılarımı çıkarıp şelalenin hareketlendirdiği suya ayaklarımı soktum. Derin bir nefes aldım ve sakinleşmeye çalıştım. Kararan gökyüzünde yıldızlar belirdiğinde çalılıkları arasından hışırtı sesi kulaklarıma ilişti ve Darius'un heybetli bedeninin gölgesini gördüm.


"Burada olduğunu tahmin etmiştim," diye gülümsedi Darius.


"Lucas'a ne oldu?" diye sordum merakla.


"Şu anlık zindanda birkaç gün içinde bizzat imparator tarafından sorgulanacak," derken yanıma oturdu.


"İmparator'un sadece önemli sorgularda yer aldığını sanıyordum."


"Şifalı çiçeğin çalınması yeterince önemli bir olay. Çünkü şifalı çiçek saraydan çalındı ve üç tane imparatorluk askeri öldürüldü," dedi Darius tane tane. Sanki durumun ciddiyetini bana net bir şekilde anlatamaya çalışıyormuş gibiydi, ona gerçekleri anlatmam için.


O üç askeri Roxana ve ben öldürmüştük, suç Lucas'a kalmıştı.


"Sence Lucas..."


"Büyük bir ceza alacak. Hatta başka bir ülkeye sürgün bile edilebilir."


"Ama..."


"Ama senin bana söylemek istediğin bir şeyler var gibi?"


Cümlelerimi tamamladığımda yarı şaşkınlık yarı kızgınlıkla ona baktım. Gerçekten de insanları iyi yorumluyordu. Ya da beni çok iyi tanıyordu.


Başımı yavaşça Darius'un omzuna yasladım. "Çiçeği çalan Lucas değildi," diye mırıldandım.


"Biliyorum," dedi Darius korumacı bir edayla.


İşte şimdi gerçekten şaşırmıştım. "Nasıl?" diye sordum hızlıca.


"Çok tedirgin ve suçlu bir davranıyordun. Seninle meclisin önünde konuştuğumuzda şifalı çiçeği çalanın sen olduğunu anlamıştım. Lucas için çaldığını da biliyorum. Ama Lucas'ın ejderhanın kanıyla nasıl zehirlendiğini bilmiyorum," dedi Darius. "Bilmediğim şeyleri bana anlatacağını umduğum için gelmiştim buraya."


Roxana'yı ifşa edemezdim. Bu yüzden sessiz kaldım.


"Soraya," dedi dikkatimi çekmeye çalışarak Darius. "Bana bildiğin her şeyi anlatırsan Lucas'a yardımcı olabilirim."


Roxana'nın sırrını anlatamazdım, diye düşündüm içimden. Roxana'nın sırrını anlatamayacağım için Lucas'ın ejderhanın kanıyla nasıl zehirlendiğini de anlatamazdım. Eğer anlatırsam Roxana'nın bana neler yapacağını dahi tahmin edemiyordum.


Darius ona hiçbir şey anlatamayacağımı anladığında gözlerindeki hayal kırıklığının yansıması gördüm. Darius yavaşça ayağa kalktığında omzuna yasladığım başım boşluğa düşmüştü.


"Hava kararmak üzere," dedi Darius. "Burada uzun süre kalma, hava soğuk."


Gitmeden önce son bir kez daha bana baktı. "Sırrın benimle güvende," dediğinde ona bu kadar kısa süre içerisinde ne kadar çok güvendiğim suratıma çarpmıştı. Belki Lucas'tan bile daha fazla güven veriyordu bana.


Bilmiyordum.


Darius giderken cevap dahi veremedim ve o da ağır adımlarla uzaklaştı. Tüm bunların suçlusu Lucas değilken neden o suçlu muamelesi görmek zorundaydı. Ama suçlu bende değildim. O zaman suçlu kimdi?


Tüm bunlara neden olan kişi en başından beri Alador değil miydi? Şimdi neden emir verme yetkisini kullanıp Lucas'ı bu durumdan kurtarmıyordu?


Cayena'nın ejderhasına bindiğimde yeşil ejderhanın keskin pullarını tenimde hissediyor ve ejderhanın güzelliğine hayran kalıyordum.


Gece olduğunda Arcadia Meclisine yeni varmıştım. Ejderhadan indiğimde ejderhanın burada durup beni bekleyip beklemeyeceğini merak ediyordum. Muhtemelen beklemez ve sahibinin yanına geri dönerdi.


Meclise girip Alador'un odasının önüne geldiğimde kapıyı çalmadan içeri daldım. İçeride beklentimin zıttı olarak kimsecikler yoktu. Yani Alador'un da kendine özel bir hayatı olduğuna göre yedi yirmi dört burada durması absürt olurdu.


Alador'u bulamamamın verdiği sinirle odadan çıktım ve kapılardaki yazıları okuyarak Raine'nin odasını bulmaya çalıştım. Çünkü Raine şu anda aralarından en rahat konuşabileceğim gibi hissettirmişti bana. Freya meclise fazlasıyla sadıktı. Mateus ve Roxana beni korkutuyordu. Kai ise biraz fazla pasif olduğu için onunla aramda hala soru işaretleri dolaşıyordu. Raine'nin odasını bulduğumda ise yine kapıyı çalmadan içeri girdim.


"Kapıyı çalmadan içeri girmenin nedeni nedir Soraya?" dedi hava elementinin lideri Raine.


"Alador'u arıyorum."


"Birincisi Alador değil, Meclis Başı. İkincisi..."


"Uzatma," diyerek Raine'nin sözünü kestim. Azar azar sinirlenmeye başlıyordum. "Alador nerede?"


Raine kaşlarını çattı. "Sarayda imparator ile görüşüyor olması lazım. Birazdan gelir," dedi ayağa kalkarken. "Saygısızlığını yok sayarsak tavırlarından dolayı acil bir şey oluğunu düşünüyorum?"


Ani tavırlarıma kızacağını ya da beni azarlayacağını düşünmüştüm, ama aksine karşımda beni dinlemek için sakince bekliyor oluşu beni şaşırtmıştı.


"Raine onunla ben konuşurum. Sen çıkabilirsin." Alador'un sesini duymamla birlikte arkamı dönmüştüm. Açık kapıdan benim burada olduğumu görmüş olmalıydı.


Raine ise sözünü ikiletmedi ve kendi çalışma odası olmasına rağmen odadan koşar adımlarla çıktı. Meclisteki herkesin Alador'un emirlerine uyması ve onun sözünden çıkmaması sinirlerimi bozuyordu.


"Gecenin bu saatinde seni buraya getiren nedir?" diye sordu Alador.


"Lucas suçlu değil," diye patlayıverdim. "Onun sorgulanmasına engel ol."


Bu kadar hızlı konuya girmemi beklemiyor olduğunu gözlerindeki hızlı duygu değişiminden anlamıştım. "Lucas şifalı çiçeği çaldı ve bu çok büyük bir suç," dedi Alador ihtiyatlı gözleriyle bana bakarken.


"Ve Lucas'ın bu suçu işlemesinin tek nedeni sensin!" dedim sesimi yükselterek. "Sen Lucas'a bir görev verdin ve Lucas senin yüzünden ölümle burun buruna geldi. Bu görevi verirken bunun ne kadar tehlikeli olduğunu farkında olmaman imkânsız."


Alador çok bilmiş bir ifade takındı. "Lucas tüm tehlikelerin farkında olarak bu görevi kabul etti."


"Ona yardımcı olacak birliklerin, orduların vardı. Ama sen onu tek başına göndermeyi tercih ettin ve o ejderhanın kanıyla zehirlendi. Ejderhanın kanını koruma altına almak meclisin göreviydi ama yine de Lucas zehirlendi. Senin tedbirsizliklerin yüzünden Lucas şifalı çiçeği çaldı diye onu suçlayamazsın. Çünkü şifalı çiçeği çalmak zorundaydı," derken sinirden ağlamanın eşiğine gelmiştim. Cümleleri arka arkaya sıralayıp o kadar hızlı konuşmuştum ki sanırım biraz soluklanmaya ihtiyacım vardı.


Alador'un yüzünde kaygılı bir ifade belirdiğinde zaten küçük olan gözlerini daha da kıstı ve göz kenarlarındaki kaz ayakları belirginleşti. "Bu konuyla ben ilgileneceğim."


"İlgilenmelisin zaten," dedim hızlıca. "Bu soruna nasıl neden olduysan o şekilde çöz."


Hızlı adımlarla dışarı çıktım ve meclisin çıkış kapısına doğru yürüdüm. Tahmin ettiğim üzere burada bıraktığım ejderha gitmişti. Öğrenci yurduna kadar yürüyecek olmak gözümü korkutsa da başka çarem var gibi görünmüyordu.


Bana doğru yaklaşan birkaç asker gördüğümde belki onlara bana bir at verip veremeyeceklerini sorabilirim diye düşünmüştüm. Fakat askerler birden koluma girdiğinde bu, Alador'un bana hemen "Tamam, haklısın," demeyeceğinin bir kanıtıydı.


Kendimi zindanlarda bulduğumda söylediklerimden hiç mi hiç pişman değildim. En azından Lucas artık yalnız değildi. Lucas beni gördüğünde afallamış da olsa yüzünde her zamanki o muzip gülümseme vardı.


"Ziyaretime gelmen ne hoş," dedi Lucas benim varlığımı fark ettiğinde. Durum ne kadar kötüleşirse kötüleşsin bir şekilde gülümsemeyi başarıyordu.


Muhafızlar beni hücrenin içine tıkıp üstüme kapattıkların "Tam olarak ziyaret denemez," dedim somurtarak. Lucas ile hücrelerimiz yan yanaydı ve bizi ayıran tek şey demir parmaklıklardı.


"Yeniden başa döndük," diye mırıldandım. Lucas'la beni ayıran demir parmaklıklara doğru yürüdüm, keşke bizi ayıran tek şey demir parmaklıklar olsaydı.


Lucas başıyla onayladı. "Neden buradasın Soraya?"


"Canın sıkılmasın diye geldim. Kötü mü yapmışım?" dedim tatlı tatlı.


"Soraya..." diye konuştu ismimi uzata uzata.


"Alador ile biraz tartıştık," dedim biraz ciddileşerek.


Lucas'ın yüz ifadesinden anladığım üzere bu durum onun hoşuna gitmemişti. Lucas'ın konuşmasına fırsat vermeden konuşmaya devam ettim. "Ama haklıydım Lucas gerçekten. Onun seni öylece ateşe atmasına göz yumamazdım," dedim kendi kendime tekrardan sinirlenerek.


Sonra Lucas'a dönüp onu dikkatlice inceledim ve daha sakin bir ses tonuyla "Ona neden hiç karşı çıkmadığını ve neden her dediğini yaptığını anlamıyorum," dedim Lucas'ı kırmamaya çalışarak.


"Soraya şu an bunları konuşmanın hiç sırası değil," dedi Lucas. "Şu an senin buradan nasıl çıkacağını konuşmamız gerekiyor."


"Seni bırakıp hiçbir yere gitmiyorum," diye inat ettim.


Lucas bir anda gözlerini kaçırdı ve yutkundu.


"Lucas, ben ciddiyim," dedim dürüst olduğumu belli etmek için üstüne basa basa. "Buradan birlikte çıkacağız, sana söz veriyorum. Tek başıma hiçbir yere gitmiyorum, gitmeyeceğim. Buradayım ve yanındayım."


"Kulağa pek inandırıcı gelmiyor," dedi tanıdık bir ses. Bu sesi duyduğumda irkilmiştim, çünkü gelen kişinin ayak sesini bile duymamıştım. Neyse ki gelen kişi hava elementinin lideri Raine'den başkası değildi. Üçümüzden hücrenin dışında özgür olan tek kişi oydu, tabii meclisin her dediğini yapmak zorunda olmasını özgürlük sayabilirsek.


"Alador'a saygısızlık etmişsin," dedi Raine. Az önce ona da biraz saygısızca çıkıştığımı hatırlayınca kulaklarımın kızardığını hissettim.


Lucas, Raine'nin aniden gelişine hiç şaşırmamış gibi hemen uyum sağladı. "Bir kerede rahat dursan olmuyor değil mi?" diyerek Raine'i destekledi Lucas.


"Ne yani kendi düşüncelerimi söylemem suç mu?" dedim dudak bükerek. Elbette Meclis Başı'nın görüşlerine zıt olan düşüncelerimi dillendirmem suçtu.


Raine yapay bir öksürükle dikkatimizi dağıttığında Lucas ile konuşmayı kesmiştik. Lucas'ın tüm ilgisi Raine'e yöneldiğinde "Dışarıda neler oluyor?" diye sordu.


"Normalde üçüncü derece suçlu olmaktan sarayın zindanlarına götürülecektin, fakat Darius ortalığı biraz sakinleştirdi. Yani seni elimizden geldiğince burada tutmaya çalışacağız Lucas," dedi Raine.


"Neden saraya gitmesin ki? Sarayın daha refah bir yer olduğunu sanıyordum," diye sorduğumda Raine bana öyle bir bakış attı ki "Şakaydı," diye güldüm kıvırmaya çalışarak. Aslında şaka yapmamıştım, ancak Raine'nin bakışı gayet yeterli bir cevaptı.


Lucas'a baktığımda sessizleştiğini fark ettim. Kendi düşünce karmaşasında neyi düşündüğünü ve neye odaklandığını az çok tahmin edebiliyordum. Darius'u düşünüyor olmalıydı.


Raine, "Buraya bunu haber vermeye gelmiştim. Eğer yanlış bir harekette bulunursan veya meclisten kaçmaya kalkarsan Darius'un itibarı yerle bir olur. Çünkü Darius şu anda herkese karşı seni savunduğu için sarayda değil meclistesin," dedi bir uyarı niteliğinde. "Yani biraz daha sabret biz halledeceğiz."


"Tamam," dedi Lucas düşünceli bir şekilde, bu düşünceli hali Raine'nin söylediklerine pek inanmamış gibiydi.


Raine gitmeden önce aklına bir şey gelmiş gibi durup bana döndü. "Soraya sende aynı şekilde burada uslu dur. Bir gün içinde çıkacaksın zaten."


Sessizce başımı salladım.


Raine son bir kez Lucas'a bir bakış attıktan sonra ağır adımlarla uzaklaştı. Raine tamamen gittikten sonra sorularımı Lucas'a yönelterek "Üçüncü derece suçlu da nedir?" diye sordum.


"Arcadia İmparatorluğu için tehdit oluşturan suçlulara üçüncü derece suçlu denir ve sarayın zindanlarına gönderilirler. Saraydaki suçluların cezasına ise mecliste olduğu gibi oylama yöntemiyle karar verilmez. Bizzat imparator karar verir. Oylama yöntemi ise genelde birinci ve ikinci derece suçluların mahkemesinde geçerlidir."


"Mecliste de oy yöntemi yok ki," dedim. "En azından bizde oylama yapılmamıştı."


"Çünkü biz mahkemede değil sorgudaydık. Eğer mahkeme toplansaydı ve bizim hakkımızda bir hüküm verilecek olsaydı o zaman oylama yapılırdı," diye açıkladı Lucas.


"Sarayda oylama yok yani?"


"Evet, sarayda cezalara sadece ve sadece imparator karar verebilir."


"Yani saraya gidersen meclisten kimse müdahale edemeyecek. Darius, Raine... hiçbiri," dedim umutsuzlukla.


"Evet," diye onayladı beni Lucas.


Aklıma gelen düşüncelerle birden "Lucas seni infaz etmezler değil mi?" diye sordum. Bu sefer gerçekten de endişelenmiştim.


Lucas endişemi görünce gülümsedi. "Sanmıyorum, o kadar ileri gideceğini. Darius en çok saygı duyulan liderlerden biridir. Eğer imparator beni, yani Darius'un savunduğu birini infaz ederse halkın sempatisini kaybedebilir."


"Çok karmaşıkmış."


"Öyle."


"Peki, bende mi üçüncü derece suçluyum?" diye sordum korkuyla.


Lucas bu söylediğime neredeyse kahkaha attı. "Hayır. Alador'la ne konuştuğunu bilmiyorum ama muhtemelen söylediğin şeyler hoşuna gitmemiş ve seni korkutmak istemiştir. Aklandığını düşündüğünde seni çıkarır."


"Şifalı çiçeği çalan kişi mantıken ben olduğuma göre üçüncü derece suçluda ben oluyorum," dedim.


Lucas bir anda canı sıkılmış gibi somurttu. "Soraya bunu sakın kimseye söyleme."


"Ama sen suçsuzsun ve yanlış kişiyi tutukladılar. Şifalı çiçeği Roxana ve ben çaldık."


"Soraya!" dedi Lucas neredeyse kızar tonda. "Bu konuyu bir daha konuşmayacağız."


"Zaten hiç konuşmadık ki!.." diye söylendim kollarımı göğsümde kavuşturarak.


Demir parmaklıkların tam yanına oturduğumda Lucas'ta beni taklit etmişti. Şimdi yan yana soğuk zemine oturuyor gibiydik, aramızda demir parmaklıklar olmasaydı.


"Ne kadar burada kalacağız?" dedim, gerçekten de beş dakika da sıkılmıştım. Ben burada hem de yanımda Lucas varken beş dakika da sıkıldıysam Lucas'ın sessiz odada geçirdiği günleri düşünmek kâbus gibiydi. Çünkü onun yerini ifşaladığımda Lucas'ı sessiz odaya tıkmıştı Arcadia Meclisi. "Lucas sen sessiz odada ne kadar kalmıştın?" diye sordum.


Lucas'ın baygın bakışları usulca bana döndü. Bu soruyu neden sorduğumu anlamaya çalışıyor gibiydi. Bende bilmiyordum ki...


Belki vicdanımın rahat etmesi için Lucas'tan bir cevap bekliyor, onun sessiz odada kısa süre kalmış olmasını diliyordum.


"Bilmiyorum," dedi Lucas teslim olmuş bir tonda. "Sessiz odada zaman algımı kaybetmiştim. Alador'un iki hafta dediğini hatırlıyorum, ama bana daha fazla gibi gelmişti."


"Nasıl geçti o iki hafta?"


Omuzlarını indirip kaldırdı. "Merak etme seni sessiz odaya göndereceklerini sanmıyorum. Eğer bu soruları sessiz odaya gitmekten korktuğun için soruyorsan çok endişelenmene gerek yok."


"Hayır sessiz odaya girmekten korktuğum için sormuyorum."


"Neden soruyorsun?"


"Senin için endişeleneceğime neden ihtimal vermiyorsun?" dedim kırılganlıkla.


"Çünkü endişelenseydin ben sessiz odadayken ziyaretime gelirdin. Bir kere bile gelmedin Soraya," dedi Lucas. Sesindeki tını beni rahatsız etmişti. Cümlesi kırgın veya beklentiyle dolu görünmüyordu. Kabullenmiş görünüyordu.


"Gerçekten böyle mi düşünüyorsun?" dedim.


"Davranışların böyle düşünmemi sağlıyor."


"Utandım," dedim itiraf ederek.


Lucas'ın meraklı bakışları konuşmanın başından beri ilk defa baygın bakmıyordu. Şu anda gerçekten bana bakıyor, beni görüyordu.


"Senin yerini söyledikten sonra karşına çıkma cesareti bulamadım kendimde. Utandım. Çünkü benim yüzümü görmek dahi istemeyeceğini düşündüm," dedim kalbimdeki her duyguyu, zihnimdeki her düşünceyi itiraf ederek. Bugün duygularımı ondan gizlemeyecektim, artık birbirimizden kaçmayacaktık. Çünkü ikimizde birbirimizden bir şeyler sakladığımızda aramızdaki bağlar teker teker kopuyor, Lucas'ın içindeki yangın gitgide harlanıyordu.


"Gel buraya," dedi Lucas, demir parmaklıkların arasından bana uzanarak. Kolları bedenimi sarıp beni demir parmaklıklara doğru çekti. Sarılıyor gibiydik, aramızdaki demir parmaklıkları saymazsak.


Bu demir parmaklık aramızdaki yok saydığımız ama ikimizin de farkında olup birbirimizce söylemediğimiz ve kalbini kıran durumlar gibiydi. Ve biz bir gün bu demir parmaklıkları kıracaktık, mecazi anlamda.


Yavaşça geri çekildiğimde iyice uykum gelmişti. Esnedim. "Dışarıda hava karanlık mı aydınlık mı göremiyorum fakat iyi geceler Soraya" dediğini duydum Lucas'ın. Cevap bile veremeden gözlerim kapandı.


***


Uyandığımda güneşi görmeyi beklemiştim ama elbette görememiştim. Aslında bu duruma isyancılarda uzun süre kalmamdan dolayı alışmam gerekiyordu ama ben güneşsiz yaşayamıyordum. Lucas'ı kendi hücresinin içinde bir oraya bir buraya volta atarken görmek benim için sürpriz olmuştu.


"Günaydın Lucas," diye mırıldandım çapaklı gözlerimi açmaya çalışarak. Yüzümü yıkamama, tuvalet ihtiyacımı gidermeme ihtiyacım vardı. Hücremin içinde banyoya açılan bir kapı görmek umuduyla etrafıma bakındım. Ama görebildiğim tek şey dört bir yanımın hücre duvarlarıyla çevrili olmasıydı.


"Lucas," diye seslendim.


"Efendim baş belası."


"Tuvalete gitmeliyim," diye sızlandım olduğum yerde.


"Bunun için gardiyanları çağırmalısın onlar sana ortak kullanım alanlarına kadar eşlik edecekler."


Ayağa kalktım, soğuk ve rahatsız edici zeminde uyuduğum için her yerim tutulmuştu. Nasıl seslenmeliydim gardiyanlara?


"Gardiyanlar," diye seslendim utana sıkına. "Tuvalete gitmem lazım." Yan hücrelerde bulunan mahkumlardan bazılarının bana güldüğünü işittim.


Neyi yanlış yaptığımı anlamaya çalışırken yardım istercesine Lucas'a baktım. Sırıtarak beni izliyordu. Lucas eliyle benim hücremin köşesini işaret etti. İşaret ettiği bir yerde zil vardı. Demek Lucas'ın çağırmaktan kastı buydu, dedim kendi kendime.


Zili elime alıp salladım. Koridorun başındaki muhafızlar benim hücreme doğru yürürken gülmemek için kendilerini zor tutuyorlar gibilerdi ama yine de işleri gereği ciddi olmaya çalışıyorlardı.


Hücremin kapısını açtıklarında hücremden çıkıp onları takip ettim. Lavaboya girdiğimde gardiyanlar beni kapının dışında beklemeyi tercih etmişlerdi, bir zahmet! İşimi bitirdiğimde hücreme tıpış tıpış geri dönmüştüm.


Hücremin kapısını muhafızlar kapatıp tam kilitleyecekken bir ses "Kilitlemenize gerek yok," dedi. Raine idi bu sesin sahibi. Gardiyanalar Raine'i gördüklerinde selam verip benim hücremin kapısını açtılar. Raine gardiyanları başıyla bir işaret yaptığında gardiyanlar verilen emri anladılar ve gittiler.


"Meclis başı Alador ile konuştum ve yaptığın yanlıştan aklandığını ve pişman olduğunu söyledim, bu yüzden çıktıktan sonra davranışlarına ve sözlerine dikkat et," diyerek uyardı beni Raine.


Hücreden çıktığıma mutlu olmuştum, Lucas'ı tekrardan yalnız bıraktığım içinse üzülmüştüm.


"Soraya," diye seslendi Lucas ben arkamı dönmüşken. "Benim için Kiran'ın yanına gitsen veya bir mektup yazsan olur mu?" Kiran için elbette endişeleniyordu. Sonuçta arkadaşıydı. Nasıl tanıştıklarını ve nasıl arkadaş olduklarını bilmiyordum, fakat birbirilerine değer verdiklerini biliyordum.


***


Aradan aylar geçmişti ve herkes her an tetikteydi. Herkes kehanetin ne zaman gerçekleşeceğini ve su asilinin ne zaman geri döneceğini tetikte bekliyordu. Ama su asilinden eser yoktu. Benim bilmediğimi düşünseler de ben lanetlilerin element lideri Freya olarak bazı şeyleri elbette biliyordum. Lucas asilleri bulmak için görevlendirilmiş su asilini bulamadan geri dönmüştü.


Soraya'nın ani çıkışıyla Alador'un onu zindanlara gönderdiğini öğrendiğim gibi Soraya'yı kurtarmak adına direkt zindanlara indim. Tam merdivenlerin son basamağına varmıştım ki birkaç konuşma sesiyle duraksadım.


"Lucas seni infaz etmezler değil mi?" diye sordu endişeli bir ses. Bu ses Soraya'ya ait olmalıydı.


"Sanmıyorum, o kadar ileri gideceklerini. Darius en çok saygı duyulan liderlerden biridir. Eğer imparator beni, yani Darius'un savunduğu birini infaz ederse halkın sempatisini kaybedebilir."


Soraya'nın ince sesi cevapladı: "Çok karmaşıkmış."


"Öyle."


"Peki, bende mi üçüncü derece suçluyum?" diye sordu bu sefer Soraya korkuyla.


Lucas yüksek sesli bir kahkaha attı. "Hayır. Alador'la ne konuştuğunu bilmiyorum ama muhtemelen söylediğin şeyler hoşuna gitmemiş ve seni korkutmak istemiştir. Aklandığını düşündüğünde seni çıkarır."


Haklıydı.


"Şifalı çiçeği çalan kişi mantıken ben olduğuma göre üçüncü derece suçluda ben oluyorum," dedi Soraya.


Duyduğum bu cümle beni olduğum yere çivilemiş ve korkuyu iliklerime kadar hissetmeme neden olmuştu.


"Soraya bunu sakın kimseye söyleme," diye uyardı Lucas.


Soraya üzgün bir ses tonuyla isyan etti. "Ama sen suçsuzsun ve yanlış kişiyi tutukladılar. Şifalı çiçeği Roxana ve ben çaldık."


"Soraya!" dedi Lucas neredeyse kızar tonda. "Bu konuyu bir daha konuşmayacağız."


Yutkundum. Devamını dinlemek yerine adımlarım adeta geri geri gitti ve sessizce merdivenlerden yukarı çıktım. Elbisemin eteklerini tutarak hızlı bir şekilde koridorda yürüyordum.


"Freya sana bir şey..." diye konuşmaya başlamakta olan Mateus'u yok saydım ve "Sonra konuşalım," diyerek onu geçiştirip durmadan yürümeye devam ettim.


Odama vardığımda hızlıca kitaplığımın önüne adımladım. Parmak uçlarım dosyaların üstünde gezinirken aradığım dosyayı bulunca onu sıkıştığı yerden çekip çıkardım.


Şifalı çiçeğin çalındığı güne dair tüm raporlar buradaydı.


Sabahın erken saatleriydi... Bu gibi gereksiz detayları üstünkörü okuyup hızlıca geçtim ve asıl ihtiyacım olan kısmı bulmak için gözlerimle hızlıca dosyayı taradım.


O gün sarayı toplamda altı kişi ziyaret etmişti. Bunlardan biri yüksek mertebede olan komutanlardan biriydi ve imparatorun izniyle gelmişti. Komutan Jay'in zararsız biri olduğunu düşünüyordum. Ve ayrıca bir element gücü yoktu. Bu beni gülümsetmişti. Element gücü lanetli olup yüksek mertebeye ulaşan insanları gördüğümde her zaman gurur duymuşumdur.


Komutan Jay'in yanında üç tane asker gelmişti. Önemsizdi ama yine de sorgulamakta fayda vardır. Soruşturma dosyalarını açtım. Hepsinin sorulara verdiği yanıtlar temiz görünüyordu.


Bu dört kişi dışında saraya uğrayan diğer iki kişi Roxana ve yanındaki öğrencisiydi. Elbette Roxana sorgulanmamıştı, İmparatorun favori lideri! Gözlerimi devirdim.


Roxana yanında Nyx isimli bir öğrenciyle sarayı ziyaret etti. Nyx, Nyx, Nyx...


Öğrencilerin kayıtlarının bulunduğu dosyaya baktım ve ismi aradım. Öğrenci yurdunda tamı tamına dört tane Nyx isimli öğrenci vardı.


Üç tane imparatorluk askeri öldürülmüştü o gün. İmparatorluk askerlerinin öldürüldüğü bölgede su ve ateş izleri bulunuyordu. Ateş izlerinin sahibinin Roxana olduğunu öğrendiğime göre... Nyx isimli kişi su elementine sahip olmalıydı.


O kişinin Soraya olmadığını umuyordum. Onun ağzından bizzat bu kişinin o olduğunu duymama rağmen inanmak istemiyordum. O olmamalıydı, olamazdı.


Belki de sadece bir büyü ile aklı karıştırılmıştı ve kendisinin tüm bunları yaptığını sanıyordu. Bilmiyordum. Beynim türlü türlü senaryolar kurmaya çalışırken tüm okların su asilini işaret ettiğini idrak ettim.


Bu sorgulanan dört Nyx isimli öğrencinin soruşturma raporlarını inceledim. Bunlardan sadece biri su gücüne sahipti. Bugün onu görmem şart olmuştu.


***


Öğrenci yurduna geldiğimde kapısını tıklattım. Kapıyı açan olmayınca ikinci kere tıkladım. Kapıyı açan kız beni görünce gözleri iri iri açıldı.


Neden bu kadar geç açmıştı? Belki de müsait değildi ya da bir şeyler saklıyordu. Birinci falso.


"Merhaba," diye gülümsedim.


"Şe-şey... Merhaba," dedi kız panikleyerek. İkinci falso.


"Girebilir miyim?" diye sordum olabildiğince nazik olarak. Onu korkutmak istemiyordum.


"Tabii buyurun liderim."


Kız kapıyı yavaşça araladı. Odaya girdiğimde gözlerim birkaç saniyeliğine odayı taradı. Odanın yeni toplandığı belli oluyordu. Muhtemelen kapı çaldığı anda odayı toplamaya girişmişti. Üçüncü falso. Hadi ama... saklamak istediğin şey ne Nyx? Uğraştırma beni, hemen söyle. İçimden söylediğim cümleleri elbette o duyamıyordu fakat ben yine de iç sesimi susturamıyordum.


Sandalyeyi çekip yavaşça oturdum. Yanımda bir boş sandalye ve masanın öbür tarafında yani tam karşımda bir boş sandalye vardı. Kız tedirginlikle nereye oturacağına karar veremeyip bir süre ayakta dikildi ve en sonunda karşımdaki sandalyeye oturdu, bocalıyordu. Dördüncü falso.


Gülümsedim. Eğer Nyx gerçekten de şifalı çiçeğin hırsızıysa bu Soraya'nın suçsuz olduğu anlamına gelirdi. Eğer Soraya gerçekten suçsuzsa bu Lucas'ında kendini feda etmek gibi bir saçma girişimde bulunmadığını gösterirdi. Lucas ile çok yakın olduğumuz söylenemezdi, fakat aynı yerde çalıştığımızdan onu tanıyacak kadar gözlemlemiştim. Ve bir aptallık yapmamasını umuyordum. Birinin arkasını toplamak hep benim görevimmiş gibi hissederdim. Sanırım tüm detaylara takıldığımdan böyle oluyordu. Lucas'ın arkasını toplama nedenime gelirsek bunun iki nedeni vardı. Birincisi Lucas iyi biriydi, evet, kesinlikle bu kendimi tehlikeye atmam için yetersiz bir nedendi. İkinci nedenim ise bir element liderinin itibarının yıkılması meclisin itibarının zedelenmesi demekti. Meclisin itibarının zedelenmesi imparatorun güçlenmesi demekti. İmparatorluk ve meclis birlikte hareket ediyormuş gibi görünse de aslında kendi içlerinde hep düşmanlardı. İmparatorun hırsı ve tüm gücü elinde tutma isteği Meclisin oylama sistemine ters düşüyordu. Eğer meclisin itibarı çalkalanırsa İmparator bu fırsatı kaçırmayacaktı. İpin ucu söküldükten sonra toparlayamazdık ve Lucas'ın kaderi şu an herkesin kaderiydi. Eğer Lucas imparatorun eline düşerse meclis tamamen çökerdi. Alador'un ise meclisi savunabileceğine bir güvenim yoktu. Yönetim konusunda ne kadar iyi olursa olsun imparatorun karşısına oturunca boynunu büküp imparatorun dediği hiçbir şeyi reddedemiyordu.


Düşüncelerimden sıyrıldım. "Nasılsın?" diye sordum içtenlikle.


"İyi. Siz?"


"İyi diyelim iyi olsun," diye gülümsedim. "Aslında seninle biraz konuşmak istiyordum Nyx."


Gözleri yuvalarından çıkacakmış gibi bana baktı. "N-ne hakkında?" diye sorarken Nyx neredeyse dilini yutacaktı.


"Şifalı çiçek."


Nyx bir anda rahatlamış ve solgun yüzüne renk gelmişti. Beşinci falso. Ama bu sefer işler istediğim gibi gitmiyordu. Şifalı çiçekten bahsedince neden rahatlamış olabilirdi, suçsuz olduğu için mi yoksa başka bir suçu olduğu için mi? İhtimalleri düşünmek beynimin zonklamasına neden oluyordu.


"Roxana ile-"


"Ateş elementinin lideriyle benim bir bağım yok. Bana mecliste bu soruyu bin defa sordular!" diye isyan etti. "Ben su elementi öğrencisiyim. Ne işim olur benim ateşle?"


"Sözümü kesmezsen sevinirim," dedim bakışlarımı sabit tutarken başımı çapraz bir şekilde hafifçe aşağı indirerek. Bu şekilde duruş pozisyonum değişmişti ama bakış açım hâlâ aynıydı. Başımı hafif eğip hâlâ ona bakmaya devam ettiğimdense mor gözlerim normalinden daha iri olmalıydı.


Nyx başını öne eğdi. "Kusura bakmayın liderim."


Bakışlarım bir şey bulmak ister gibi odada dolanmaya devam etti. Hafif açıklık kalmış olan kıyafet dolabından sarkan pelerin gözüme çarptı. Pelerinde bir hareketlilik dalgalandığında onun öylesine kıyafet dolabında duran bir pelerin olmadığını anlayacak kadar aptal da değildim nihayetinde. Altıncı falsonun gözüme çarpmasıyla sandalyeden kalktım ve birden dolabı açtım. Muhtemelen dolabın kapağına yaslanan adam, ben kapağı açınca yere düşmüştü. "Ahh!" diye inledi.


Nyx, "Ne yapıyorsun?" diye bağırdı hayretler içerisinde.


"Bu kim?"


"Odama arkadaşımı davet etmemin yasak olduğunu sanmıyorum," diye savundu kendisini.


"Bende normal bir arkadaşının benden saklanmaya ihtiyaç duyacağını sanmıyorum," dedim kirpiklerimin altından delici bakışlarımı ona dikerek. Gülümseyen bakışlarım bir anda ruhsuz bir hâl almıştı.


Düştüğü yerden kalmaya yeltenen adamın çenesine bir tekme geçirdim ve yanına eğilip yakasına yapıştım. "Sen kimsin? Neden buradasın?"


Adam bana bir yumruk savurmaya çalıştı. Hızla ayağa kalkıp uzaklaşarak kenara çekildim. Adam ayağa kalkıp ardından kınından çektiği kılıcını bana doğru salladığında onun bu darbesinden kaçmak için kenara çekilmeye çalıştım. Masaya çarpmam ile birlikte masayla birlikte masanın üzerindeki her şey devrilmişti.


Ellerimi adama doğru uzattım ve parmaklarımın arasında süzülmekte olan mor ışığa odaklandım. Parmak uçlarımın arasında oynaşan mor ışık, ellerimin üstünde yuvarlak halkalar halinde şekillenmeye başlamıştı. Bu halkalardan biri elinde kılıçlar bana saldırmaya kalkan adamı sarıp sarmaladı ve etkisiz hale getirdi. Öbür minik olan halka ise kızın bileklerine sardı. Bu numarayı yeni öğrenmiştim. Kesinlikle çok işe yarar bir numaraydı, bundan bir kez daha emin olmuştum. Mor ışıkla şekillenen büyüm ikisini de esir aldığında rahat bir nefes verdim.


"Yeterince açıklayıcı bir cevap alamadım," dedim adama doğru.


"Seni var ya!" dedi ağzından tükürükler saçarak.


"Kim gönderdi seni?"


Adam cevap vermedi, Nyx ise korkudan tir tir titriyordu.


Derin bir nefes aldım. "Anlaşılan naziklik işe yaramıyor," dedim kendi kendime söylenerek. Adamın karnına bir tekme daha geçirdiğimde acı içinde kıvrandı. "Eğer bana cevap vermezsen burada öldürürüm seni!"


Sonra gülümsedim ve sakinleşmeye çalıştım. Derin bir nefes al, ver. Huh... Elbisemin kırışan eteklerini düzelttikten sonra "Umarım bu senin anladığın dildir," diye söylenmeyi ihmal etmedim.


Adam göz ucuyla bana baktı. "Agnes," dedi çekinerek. "Beni o gönderdi."


"Ne için?"


"Meclisin ne durumda olduğunu öğrenmek için."


"Bu kız mı size haber uçuran kişi?" diye sordum Nyx'i işaret ederek.


Adam söylediğim şeyle dalga geçercesine güldü. Anlaşılan daha fazlası vardı. Meclisin içine sızmayı başarmışlardı. Bu zaten bildiğimiz bir şeydi.


"Gerçekten... Ben bir şey yapmadım," dedi ağlamaklı bir sesle Nyx. Zavallı kız o kadar korkmuştu ki biraz daha bu durum sürerse kalp krizi geçirip öleceğinden endişelenmeye başlamıştım.


***


Yorucu bir günün ardından kendimi rahat, deri sandalyeme bıraktım. Tüm o yaşananlardan sonra kızın aslında tehditlerle bilgi verdiğini öğrenmiş ve ona öğrenci yurdu dışında kalacağı güvenli bir yer ayarlamıştım. Her ne kadar mağdur olsa da artık meclisin yakınlarında dolaşmamalıydı. Bu sistem acımasızdı ve siz birilerine acırsanız bir dahakine acınacak duruma düşen siz olurdunuz. Sisteme uyum sağlamalı ve sizde acımasız olmalıydınız.


Ama kıza o esnada kızamadım. Belki de öyle yapmalıydım, ama yapamadım işte. Başımın ağrısı şiddetlendiğinde parmak uçlarımı şakaklarıma bastırıp o bölgeye bir süre masaj yaptım. Konumuza dönecek olursak Nyx kötü bir şey yapmıştı, fakat yaptığı şeyin şifalı çiçekle uzaktan yakından alakası yoktu. Bu durumda Nyx ismiyle bahsi geçen kişinin Soraya olduğu ihtimali her an daha da güçleniyordu. Soraya'nın ağzından duymuştum bu gerçeği, fakat yine de gerçek bu olmamalıymış gibi geliyordu. Ben her ne kadar kabul etmek istemesem de araladığım her kapı Soraya'ya çıkıyordu. Hiçbir şey bilmiyordu, belki başka bir ülkeden gelmiş olabilirdi. Veya başka bir evrenden. Başımı iki yana salladım, bu oldukça düşük bir ihtimaldi. Ama başka bir ülkeden gelmesi elementlerden bile bir haber olmasını açıklamazdı... Meclise ilk geldiğinde şifacıların odasındayken bana bir sürü soru sormuştu. O zamanlar sadece kafasının karışık olduğunu sanmıştım, belki de kısa süreli bir hafıza kaybı yaşadığını, ama eğer kehanet gerçekleştiyse o sekiz kuşaktır başka bir evrende soyunu devam ettiren su asili soyunun varisi olabilirdi.


Harika!


***


Birkaç gün sonunda yeraltı şehrinden çıkmıştım. İsyancılar hakkındaki tek düşüncem birkaç delinin saçma sapan bir topluluk kurduğu yönündeydi.


Gece vaktiydi ve hâlâ Kimsesizler Ormanındaydım. Yakınlarda bir köy bulursam benim için iyi olurdu, ancak ben zaten ormanın derinliklerindeyken bu fazla imkânsız bir hayaldi.


Bir uluma duyduğumda adımlarımı sesin geldiği yöne çevirdim ve hızlandım. Gece Uluyanlar, Arcadia'da merak ettiğim şeylerden yalnızca bir tanesiydi. Ağaçların arasından gümüşi tüyleri olan dev bir kurt fırladığında onun Gece Uluyanlardan biri olduğunu anlamıştım. Kırmızı gözlerini bana dikti ve vahşice hırladı.


Gerçekten hayran kalmıştım.


Kırmızı gözleri seviyordum, çünkü ben kırmızı gözlüydüm.


Kükreyerek bana doğru atıldığında aramıza hızlıca ateşten bir duvar örmüştüm. Ateşe hükmetmek ve bu sıcaklığı tenimde hissetmek mükemmel ötesiydi.


Rüzgarla dans eden alevler Gece Uluyanı kısa bir süreliğine durdurmaya yetse de kurt şeklindeki Gece Uluyan alevlerin üzerinden atlayarak alevleri geçmeyi başarmıştı.


Bana doğru atıldığında vahşice kükredi ve keskin dişlerini ortaya çıkardı. Bu gece ateşle oynamak istemediğimi fark ettiğimde elimi kemerimdeki kılıca attım ve kılıcı kınından hızlıca çıkarttım.


Kılıcımı savurduğumda kılıcımı ona zarar vermek için değil kendimi savunmak için kullanıyordum. Kılıcımla onu geriye ittiğimde Gece Uluyan ayağını toprağa sürterek kendini yavaşlattı ve tozu dumana kattı. Daha da sinirlenmiş bir şekilde tekrardan kükrediğinde başını iki yana salladı ve gümüşi tüylerini kabarttı. Yavaş ve asil birkaç adımdan sonra hızlandığında kılıcımı sıkı tutarak pozisyon aldım.


Yerin sarsıldığını hissetmemle sendeledim. Anlaşılan Gece Uluyanlar hakkında bilmediğim şeyler vardı. Yerin sarsılmasının nedeninin Gece Uluyan olup olmadığını merak ediyordum, Gece Uluyanların yetenekleri nelerdi merak ediyordum.


Onun yeteneklerini daha da ortaya çıkartmak için köşeye sıkışması yeterliydi. Kendini çıkmazda hissettiğinde son kozunu kullanacağı için bende Gece Uluyanların yetenekleri hakkında daha çok şey öğrenecektim.


Kılıcımı yay çizerek ona savurdum. Öyle hızlı geriye çekildi ki kılıcım onu sıyırmıştı. İyice sinirlendiğinde birazdan asıl yeteneklerini göstereceğine emindim. Bu benim için gerçekten de verimli bir araştırma olacaktı.


Yer bir anda daha çok sarsıldı ve ruhum çekiliyormuş gibi hissetim. Sendeleyip elimden kılıcımı düşürdüğümde başım dönmeye başlamıştı. İçimden bir şeyler kopuyor, benden uzaklaşıyordu sanki.


Dengemi sağlayabilmek için ağaca tutundum.


Yorgun hissediyordum.


Güçsüz hissediyordum.


Hayır, ben asla böyle hissetmezdim. Bu kesinlikle normal değildi.


Gece Uluyan bana doğru koşmaya başladığında yerin böyle şiddetli sarsılmasın rağmen onun nasıl sendelemeden koştuğunu idrak edemedim. Bir anda zihnimde şimşekler çaktı. Bu sarsılmayı sadece ben hissediyordum, çünkü bu gerçek bir his değildi. Bir yanılsamaydı.


Gece Uluyan tam üstüme atlayacakken sinirle içimdeki alevleri ortaya çıkardım. Ama nedense istediğim kadar güçlü değildi alevlerim. Alevlerimin güçsüzlüğüne karşın karşımdaki canavarın yanıp kül olması yine de çok kısa sürmüştü, ama beklentimden yavaştı.


İşte şimdi anlaşılmıştı, sadece birkaç kurdun neden herkese bu kadar korku verdiği. Gece Uluyanlar elementleri emiyor ve karşılarındaki kişinin olmayan şeyleri hissetmesini sağlıyorlardı. Belki de bu element enerjilerini emerek hayatta kalıyorlardı.


***


Son sahnedeki gizemli kişinin cinsiyeti sizce nedir? Tahminleri merak ettiğimiz için bilerek cinsiyetini belli etmedik yazarken. Bu karakterin gözünden 21. bölümde de bir sahne okumuştuk ve ara sıra okumaya devam edeceğiz.


Bu bölüm hakkındaki düşünceleriniz neler?


Sizce Lucas ceza alacak mı, alırsa cezası ne olur?


Hikayeyle ilgili bir teoriniz var mı?


En sevdiğiniz karakter kim?


Bir dahaki bölümde görüşmek üzereee

Loading...
0%