@ejderhacik
|
Keyifli okumalar💖 *** Ben cevap vermeye fırsat bulamadan gardiyanlar konuşmamızı bölmüş ve beni kaldığım odaya geri götürmüşlerdi. Odaya girdiğimde daha demin yaşananları henüz idrak edememiştim. Bunu nereden bilebilirdi ki? Davranışları beni korkutmuyor değildi. Eğer bunu biliyorsa başka şeylerde biliyordur, diye düşündüm. Ama onunla bu konu hakkında doğru düzgün konuşamamıştım bile. Kendimi tekrardan şifacı odasında yapayalnız bulmuştum. Yarın sorgulanacak olmam yeterince stresli değilmiş gibi bir de bununla uğraşacaktım. Bana bunların hayal olarak düşündüğümü ama yanıldığımı söylemişti. Ruhumun buraya ait olduğunu söylemişti. Ne yani tüm bunlar benim rüyamın bir parçası değil miydi? Tüm bunlar gerçek miydi? Her şey çok karmaşıktı. Belki de en başından beri kabul etmediğim ama her zaman gözümün önünde duran gerçeği kabul etmemin vakti gelmişti. Ben şu anda başka bir diyardaydım ev yaşadığım her acıyı derinlemesine hissederken bunun rüya olmasının imkânı yoktu. Odanın içinde düşüncelerime boğulmuş şekilde volta atıyordum. Ahşap dolaba çarptığımda burnumu tutarak inledim. Odanın kapısı aceleyle açıldığında "Bir şey mi oldu?" diyen gardiyanlardan biri endişeli görünüyordu. Kapımın önünde kaçmamam için bekleyen gardiyanlardan biriydi. Şimdi salak gibi dolaba çarptığını açıkla bakalım Soraya... "Önemli bir şey yok," diye geçiştirdim onu. Endişeli gözleri sanki bir şeyler bulmak ister gibi odada gezindiğinde "Merak etme, kaçmak için camdan atlayacak kadar çıldırmadım!" diye patladım. "Utanmasanız odanın içine de gardiyan koyacaksınız." "Zaten kaçamazsın," dedi sakin ve duygusuz sesiyle. Ardından odayı terk edip kapımın önünde nöbet tutmaya devam etti. Derin bir nefes alarak ellerimde şakaklarımı ovdum. Yorgunluk üstüme çökünce biraz dinlenmenin iyi olacağını düşündüm ve kendimi yatağa attım. Ne de olsa beni uzun bir gün bekliyordu. *** Freya'nın büyüleyici ve berrak sesi beni uyandırdığında güneş çoktan doğmuştu. "Uyanmak için çok geç bir saat değil mi sence de?" Dudak büktü. "Senin gibi tembel insanlar, günün en güzel saatlerinde kuş cıvıltılarını dinleyip güneşin doğumunu seyretmek yerine uyuyor." Esneyerek kollarım havaya doğru kaldırıp kendimi gerdim. "Sana da tünaydın Freya..." Uykulu sesim odayı doldurduğunda imam onun gözünden kaçmamıştı. Ama bunu hakkında yorum yapmadı ya da önemsemedi. "Sorgulama bir saat sonra olacak. Gardiyanlar saati geldiğinde yolu bulman için sana eşlik edecek. O zamana kadar hazır ol," diye açıkladı Freya her şeyi. "Kahvaltı etmek istersen gardiyanlara haber vermen yeterli." Yolu bulmam için mi yoksa kaçacağımı düşündüğünüz için mi bana gardiyanlar eşlik edecek, diye sormak istedim fakat huysuzluk çıkarmak istemediğim için sivri dilimi tuttum. Ben sessiz kalınca da Freya odadan çıkıp gitti. Freya gittikten sonra bana yiyecek birkaç kahvaltılık getirmişlerdi. Peynir, zeytin, domates... Her şeyi mideye indirdikten sonra bıçağı tepsiye bırakmak yerine belimi sıkıca saran pantolonumun içine sıkıştırdım. Bu beni daha güvende hissettirmişti. Sonrasında bir görevli gelip tepsiyi götürdü ve başka bir şeye ihtiyacım olup olmadığını sordu. Bir sorun çıkmadığı için bıçağın yokluğunu fark etmediklerini ya da fark etseler bile önemsemediklerini düşündüm. Bir anlığına buradan kaçmayı her şeyden çok istedim. Gardiyan her ne kadar kaçamazsın dese de yalan söylemediğini nereden bilebilirdim. Denemeden bilemezdim. Birden gelen cesaretle kendimi odadan dışarı attım ama kapıda nöbet tutan gardiyanların akbaba gibi başımda dikilmesi çok uzun sürmedi. "Aşağı kütüphaneye inip kitap alacağım," dedim hızlı bir yalan uydurarak. Buraya gelirken aşağı katta bir odanın kütüphane olarak kullanıldığını görmüştüm. Yalanıma inanmış olacaklardı ki yanlarından geçerken beni tekrardan durdurmaya kalkışmadılar. En azından benimle birlikte gelmeyi teklif edeceklerini sanıyordum. Her neyse bu daha çok işime gelirdi. Aşağı kata indiğimde koridor boyunca kimse görünmüyordu ve koridorun sonunda dışarıya açılan kapı vardı. Tenha koridorda kimseni beni fark etmemesi için neredeyse parmak uçlarımda süzülerek yürüdüm. Tam dışarı adımımı atacaktım ki gölge gibi sessizce omzumu bir el kavradı. Otoriter ve soğuk bir ses tonuyla "Nereye gittiğini sanıyorsun?" dediğinde yerimden sıçradım. Bu kişi su elementinin lideri olan Darius'tan başkası değildi. "Sadece hava almaya çıkıyordum." Neredeyse siyah olan gözlerini üzerime dikmişti. "Gardiyanlar öyle demedi ama..." dedi. "Demek ki gardiyanlar beni yanlış anlamış," diye cıvıldadım gülümseyerek, belki durumu kurtarırım diye. "Ya da sen yine yalan söylüyorsun," dedi kolumda tekrardan kanamaya başlayan yarayı işaret ederek. Beni kolumdan yakaladığı gibi üst kata tekrardan o odaya götürdü. Gardiyanlara sert ve uzun bir uyarı konuşması yaptıktan sonra şifacıyı çağırttırdı. Şifacıya koluma bakması gerektiğini ve sonra sorgulama odasına götürüleceğimi söyledikten sonra aylak aylak dikilen gardiyanlara tekrardan dönüp uzun ve sert bir nutuk çekti ve gitti. O gidince -bende dahil- herkes ferahlamış ve rahatlamıştı. Şifacının işi bittiğinde gardiyanlar benim sorgulama odasına gitmem için bana eşlik ettiler. Tüm gözler bana döndüğünde buraya ilk geldiğimle aynı olan tanıdık his her yanımı sarmaladı. Yine oldukça kalabalıktı. En ortadaki sandalyeye oturduğumda yanımdaki sandalyenin boşluğuyla Lucas'ın eksikliğini hissettim. Kapı tekrardan açıldığında içeri Darius ve Lucas içeri girmişti. Lucas tam yanıma, Darius ise en görkemli yedi sandalyeden birine oturdu. Meclis başı, Darius, Freya, Roxana ve tanımadığım iki adam o sandalyelerde oturuyordu. Boş olan yedinci sandalye ise eskiden Lucas'ın yeriydi. Şimdi ise sorgulayan değil, sorgulanan biri olarak burada bulunduğu için herkesin gözünde saygı duyulan bir Element Lideri değil, birçok kişinin ölümüne neden olmuş azılı bir suçluydu. Cayena'yı normal sandalyelerden birinde otururken gördüğümde gözlerini Lucas'a dikmişti. Duygularını anlayamamıştım ama kafasının karışık olduğu belliydi. Meclise sadıktı ama bir yanı Lucas'ın haklı nedenleri olduğuna inanıyor gibiydi. Lucas bana öncesinde Cayena'nın öğrenci olduğunda bahsetmişti. Buna rağmen o kocaman ejderhayı kullanabildiğine göre epey güçlü olmalıydı. Meclis Başı, "Kaldığımız yerden devam edebiliriz," dedi gür sesiyle. "Soraya'dan çıkarın ne?" diye sordu Meclis Başı, önceki sorgulamada sorduğu soruyu tekrar sorarak. Muhtemelen aynı soruları tekrar soracak ve bu sorgulama önceki sorgulamayla tamamen aynı olacaktı. Yani önceki gibi sıkıcı ve gergin geçecekti. Lucas sanki Meclis Başı'nın sorusunu duymamış gibi cevaplamadı ve hatta tepki bile vermedi. Sandalyesine rahat bir biçimde yayılıp gözlerini masada oturan beş büyük lidere ve en ortadaki Meclis Başı'na dikti. Lucas'ın babasına neden böyle davrandığını anlamıyordum, aynı şekilde Meclis Başı Alador'da Lucas'a karşı fazla sinirli davranıyordu. "Neden tüm kasabayı bırakıp gittin, hem de bir kız için?" dedi sanki aynı soruyu tekrardan sorduğunda başka bir cevap alabilecekmiş gibi. Lucas yine tepkisiz kalınca Meclis Başı beni göstererek konuştu. "Bu kız kim ve seninle ne gibi bir bağlantısı var?" Lucas tekrardan tepkisiz kalıp susunca Meclis Başı'nın kızgınlığı yüzünün kıpkırmızı olmasından belli oluyordu. Öfkeyle Lucas'a baktı. Meclis Başı derin nefes aldı ve Lucas'tan umudu kesmiş olacak ki bu sefer bana soru sormaya başladı. "Nereden geldin?" Lucas gibi cevap vermemek gözüme daha mantıklı gözüktüğü için susmaya karar verdim ve onun sorusunu cevaplamadım. Bakışlarımı yere sabitlemiştim. Ama ben cevaplamayınca bu sefer sorular art arda sıralanmaya devam etti. "Mağarada ne yaptınız? Neden buraya geldin? Lucas'ı nereden tanıyorsun?" En sonunda hatırlayamayacağım kadar çok soru sorulduğunda ve ben hiçbirini cevaplamadığımda herkes sıkılmıştı. Çünkü ne ben ne de Lucas cevaplıyordu bizi hedef alan soruları. "Peki, madem susmayı tercih ediyorsunuz. O zaman sessiz odadayken verebileceğiniz cevapları düşünmek için bol bol vaktiniz olacak," dedi Meclis Başı. Sözler ağzından bir bir döküldüğünde liderlerden biri yani Roxana oldukça tedirgin görünüyordu. "Darius. Roxana," diyerek dikkatleri üzerine çekti Meclis Başı. "Siz ikiniz Lucas'ı sessiz odaya götürün." Gardiyanlardan ikisini eliyle çağırdı ve gardiyanların benim yanıma gelmeleri için eliyle beni işaret etti. "Sizde Soraya'yı sessiz odaya götürün. Ve o ikisini kesinlikle farklı odalara yerleştirin." Lucas yeniden tepkisiz kalmıştı. Sanki sadece bedeni buradaydı. Bense yine bilmediğim bir yere götürülmek üzereydim. "Orası da neresi?" diye sordum kendime hâkim olamayarak. Ağzımı tutmayı öğrenmem gerekiyordu. Yine burayla ilgili hiçbir şey bilmediğimi yanlışlıkla açık etmiştim. "Gidince öğreneceksin," diye gülümsedi Meclis Başı. Roxana ve Darius ayaklandığında sorgulamanın bittiğini ve gitme vaktimizin geldiğini anlamıştım. Darius ve Roxana, Lucas'a eşlik ederken bende gardiyanlarla birlikte büyük sorgulama salonundan çıktık ve aşağı inen merdivenlere yöneldik. Merdivenlerden inince alt katta bulunan zindanlara varacaktık. Darius ile Roxana, Lucas'ın iki koluna girmiş önümde yürüyorlardı. Bende iki yanımda kollarımı tutan gardiyanlarla birlikte onlardan üç dört adım gerisinden yürüyordum. Lucas birden dirseğini Darius'un çenesine geçirdiğinde herkes bir anlığına duraksamıştı. Darius'un gözleri dehşetle iri iri açıldığında Lucas, onun şaşırıp durmasını fırsat bilip bu durumu kendi lehine çevirdi. Roxana'nın bileklerini yakalayıp havaya kaldırdı ve onu sırtı duvara değecek şekilde itip bileklerini duvara yapıştırarak buzla dondurdu. Roxana'nın bileklerinin etrafında sarılı olan buz kütleleri onun hareketlerini kısıtlıyor, duvardan uzaklaşmasını engelliyordu. Roxana bu durum karşısında şaşkınlıkla baktı, ama abartmıyorum, gerçekten hayatının en büyük şokunu yaşamış gibiydi. İhanete uğramış gibiydi. Roxana bileklerini duvardan kurtarmaya çabalarken Darius, Lucas'ın suratına sert bir yumruk indirmeyi denedi ama Lucas bu hamleden kaçınca Darius sinirle birkaç adım geri çekildi ve yarattığı büyük su kütlesini kocaman bir dalga şeklinde Lucas ile çarpışması için Lucas'a doğru serbest bıraktı. Lucas, kendine hücum eden suyu dondurdu ve yeni oluşan büyük buz kütleleriyle beni tutan gardiyanların ikisini de yere devirdi. Lucas tekrardan Darius'a saldırdığında artık tamamen birbirlerine girmişlerdi. Roxana ise bileklerindeki buzları kendi ateşiyle yakarak eritmeye çalışıyordu, ancak buzların yanında bileklerini de yakmamak için özel bir çaba sarf ediyordu. Bu yüzden bu işlem oldukça uzun sürecek gibi görünüyordu. Duvara sabitlenmiş bilekleri, boyuna kıyasla daha yukarıya sabitlendiği için parmak uçlarında yükselmek zorunda kalmıştı. Sırtı duvara değerken aldığı soluk soluk nefeslerle birlikte göğsü hızla inip kalkıyordu. Yüzündeki ifade ise oldukça endişeliydi. Alnından akan boncuk boncuk terler ise ne kadar yorgun olduğunun bir göstergesiydi. Alnındaki terler sarı saçlarının ıslanıp yüzüne yapışmasınaneden olmuştu. Bense olduğum yerde donakalmış, Lucas ve Darius'un çarpışmasını seyrediyordum. Ne yapmam gerektiği hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Ama bildiğim bir şey varsa o da her an o su dalgalarından birinin bana çarpıp beni boğabileceğiydi. Bu yüzden onlardan uzaklaşmayı tercih etmiştim. Bir buz kütlesi Roxana'ya doğru uçtuğunda Darius'un dikkati kolayca dağılmış ve Roxana'yı korumak için buz kütlesine yönelmişti. Darius buz kütlesini durdurmak için hızlıca harekete geçti ve bunu ucu ucuna başardı. Ama Lucas bu esnada Darius'a arkadan saldırarak başını sertçe duvara vurmasını sağlamıştı. Darius yere yığılırken alnından akan kanlar midemi fazlasıyla bulandırmıştı. Koridorun başında beliren yabancı, beni es geçerek Lucas'ın bacaklarına doğru sarmaşıklar yolladı. Lucas ne olduğunu anlamadan sarmaşıklar onun vücudunu sarmaya başlamıştı. Bu yabancının bana tanıdık gelmesinin sebebini hemen anlamıştım. Bu kişi, biz sorgulanırken Meclis Başı'nın yanında oturan Element Liderlerinden biriydi. Toprak elementinin lideriydi o. Kahverengi saçlara, buğday rengi tene ve yemyeşil gözlere sahip bu adamın bakışları Lucas'tan bıktığı belli edercesine etrafta dolaştı. "Bu kadar oyun yeter Lucas," dedi bu adam, bir Darius'un alnından akan kanlara bir Roxana'nın bileklerine bakarken. Lucas'ın açtığı yaraları gördükçe daha da sinirleniyor ve sarmaşıklarıyla Lucas'ı daha da sıkıyordu. Bir Lucas'a bir de bu yabancıya aynı anda bakmak benim için oldukça zordu. Çünkü ikisinin karşı karşıya kaldığı bu uzun koridorda ben ikisinin tam ortasında kalıyordum. Ve hangisinin yanına gitmem gerektiğinden emin değildim. Lucas kendine dolanan sarmaşıkları dondurup kırarak özgürlüğüne tekrardan kavuşmuştu. Sonrasında sanki eserlerini keyifle gösteren ressam edasıyla kollarını iki yana açtı. "Ne oldu Mateus, korktun mu?" dedi hazin bir gülümseme eşliğinde. Mateus; Roxana'nın ve Darius'un durumu ölçerken Roxana bileklerini saran buzların tamamını eritip kurtulmak üzereydi. Darius ise aldığı darbe yüzünden baygındı. Mateus, bu sefer savunmasız olan bana saldırmaya karar vermiş olacak ki dikenli sarmaşıklarını bana doğru yönlendirdi. Ne yapacağımı bilemediğimden olduğum yere çivilenip kalmıştım. Sarmaşıklar birkaç saniye içerisinde bana ulaşacaklardı ve korkum git gide artıyordu. O sırada Lucas ilk tanıştığımızda yaptığı gibi birden benim önüme atladı. Parmaklarından çıkan buzlar sarmaşıkları yarıp geçti ve hepsini parçaladı. Mateus öfkelenmeye başladığında bu sefer daha kalın ve daha dikenli bir sarmaşıkla saldırdı. Lucas nefes nefeseydi ve yorgunluğu her hâlinden belli oluyordu. Ellerinden çıkan buz kütlesi bu defa sarmaşıkları durdurmaya yetersiz kalmıştı. Tam işimizin bittiğini düşünürken sarmaşıklar alev aldı. Roxana buzları yeterli inceliğe ulaşacak kadar erittikten sonra kırmış olmalıydı. Sonrasında da sarmaşıkları ateşe vermişti. Mateus, Roxana'nın ne yapmaya çalıştığını anlamaya çalışırken şaşkın görünüyordu. Roxana, "Bunu daha sonra konuşacağız, ama önce git buradan. Ben onu oyalarım," dedi telaşlı bir yüz ifadesiyle. Lucas beni kolumdan tutup "Buradan," diyerek beni gizli bir çıkışa yönlendirdi. Arcadia Meclisinin binasının arkasından çıkmıştık. Lucas ağzıyla bir melodi mırıldandıktan sonra devasa bir ejderha bahçeye indi. Bu ejderhalarla seyahat etme konusuna hâlâ tam alışamamış olsam da itiraz etmeye zamanımın olmadığını biliyordum. Yüksekten korkuyordum. Bu çok baş döndürücüydü. Yine gökyüzünün en yüksek noktalarında süzüleceğimizi biliyordum, ancak burada kalmaktan bin kat daha iyi olduğunu düşünüyordum. Bu yüzden Lucas ile birlikte ejderhaya bindik. Bir süre ikimizde konuşmadık. Zaten yükseklik korkumla mücadele edip sakin kalmaya çalışmak yeterince zordu. "Kolunu uzat," dedi emir vererek. Biraz nazik olmasını söylemek isterdim ama şu an duygularım yeterince karmaşıktı. Emrine itaat edip dediğini yaptım. Kolumdaki çarpı işaretinin üzerinde usulca elini dolaştırdı. Bu birazcık gıdıklanmama neden olmuştu. Ama elini kolumdan çektiğinde çarpı işaretinden eser kalmamıştı. Bu artık kolum kanmadan rahatça yalan söyleyebileceğim anlamına geliyordu. Aynı işlemi kendi koluna da yaptığında artık ona ve söylediklerine bir daha güvenemeyeceğimi biliyordum. Yine Kayıp Mağaralara gelmiştik. Lucas ilk geldiğimizde yaptığı gibi mağaranın içine girdikten sonra mağaranın girişini elindeki çiçek yardımıyla tılsımladı ve mağaranın bir köşesine kuruldu. Sanki hiçbir şey olmamış gibi... Ben ise hâlâ olayın şokunu atlatamadığımdan ayakta dikili kalmıştım. Aklımda bin bir çeşit soru vardı. "Oturmayacak mısın?" dedi sakince. Onun sorusunu yok saydım. "Bütün bunları neden yaptın?" "Eğer günlerini sessiz odada geçirmek istiyorsan seni memnuniyetle meclise geri götürürüm," diye sırıttı. "Eminim orada çok eğlenirsin." "Sessiz odada ne var?" "Her zaman bu kadar meraklı mısındır?" "Sorularıma soruyla cevap verme," diyerek kızdım ona. "Belki de sorularıma sürekli kaçamak cevaplar verdiğinden bu kadar çok soru soruyorumdur," dedim kaşlarımı çatıp sesimi yükselterek. Beni sürekli sinirlendirmeyi nasıl başarabiliyordu, aklım almıyordu. "Mesela sessiz odada ne?" Derin bir nefes aldı. "Adı üstünde sessiz oda. İçi bomboş. Pencere veya saat yok. Zaman algısı yok, ses yok. Senin dışında kimse yok. Genelde sorgulanan kişileri oraya yerleştirirler. Bir süre sonra yapacak bir şey olmayınca düşünmekten kafayı yersin. Bir tür işkence gibi düşün. Ama fiziksel değil, zihinsel bir işkence," diye açıkladı. "Eğer orada uzun süre kalmana rağmen meclisin istediği cevapları vermezsen bir sonraki adım fiziksel acı çekmendir. Ve genelde çoğu kişi bu aşamaya gelmeden cevaplar hemencecik dudaklarından dökülüverir." Söyledikleri beni ürpertmeye yetmişti. "Peki, neden hiçbir soruya cevap vermedin?" diye sordum merakla. "Ve bana zindanda söylediğin şeylerde neydi?" Başını kaldırıp ihtiyatlı gözlerle bana baktı. "Ben yatıyorum. Bir daha gereksiz yere bağırmazsan sevinirim," dedi ve sorularımın tamamını cevaplamadan bana arkasını dönüp tüm umursamazlığıyla yattı. Elini ise kendine yastık olarak kullanmıştı. "Ve sakın beni uyandırmaya kalkışma." Birkaç dakika sonra mağarayı dolduran horlamayla birlikte Lucas'ın rüya alemine çoktan daldığını anlamıştım. Mağaranın duvarlarına boş boş bakmak yerine uyumayı tercih etmek daha mantıklı bir seçenek gibi gelmişti gözüme. Bir köşeye kıvrıldım ve yaşananların getirdiği yorgunlukla bende hızlıca derin bir uykuya daldım. *** Gece yarısı korkunç bir şahin sesine uyandığımda karşımda ilk olarak Lucas'ı görmüştüm. Ve tabii ki omzuna tünemiş devasa şahini de... Lucas elindeki mektuba dikkat kesilmiş bir tavırla okuyordu. "Bende okumak istiyorum!" dedim ayaklanarak tıpkı küçük bir çocuk gibi. Hızlıca Lucas'a doğru koşup parmak ucumda ellerimi yukarı doğru uzatarak mektubu Lucas'tan kapmaya çalıştım. Gülerek mektubu daha çok havaya kaldırdı. Ben zıpladıkça o da mektubu daha çok yukarı kaldırıyordu. Onun beklemediği bir anda zıpladığımda mektubu kapmayı başarmıştım. Mektup ellerinden kayıp giderken nedense hiç mi hiç tedirgin görünmüyordu. Aksine yaramaz bir çocuk gibi sırıtıyordu. Mektubumu benden geri almasın, diye hemen Lucas'tan uzaklaştım. Ancak o zaten mektubu benden almaya yeltenmemişti. Neyse böylesi daha iyiydi. Mektubu hevesle açıp sarımsı kâğıdı zarfın içinden çıkardım. Hevesle okumaya başlayacaktım ki yazıların bilmediğim bir dilde olduğunu fark etmiştim. Hevesi kırılmış bir çocuk gibi başımı mektuptan kaldırıp Lucas'a baktığımda muzipçe sırıtarak beni seyrediyordu. "Benimle dalga mı geçiyorsun?" diye bağırdım ayaklarımı yere vura vura Lucas'ın yanına giderken. Mektubu yavaşça elimden alırken eğlendiğini belli etmekten çekinmiyordu. "Sence herkesin okumasına izin verir miyim sanıyorsun?" "Dalga geçeceğine okumaya mı başlasan?" dedim sabırsızlıkla. Beni daha fazla bekletmeyip okumaya karar verdi sonunda. "Lucas umarım iyisindir. Siz gittikten sonra Meclis Başı ve Freya, hepimizi fena azarladı. Darius ve Mateus iyiler ama oldukça öfkeliler. Arcadia Meclisi ve hatta Arcadia İmparatorluğu'nun askerleri bile her yerde seni ve Soraya'yı arıyor. Ortalık sakinleşene kadar ortalıkta dolaşma, kimseye görünme. Meclis Başı sana çok kızgın. Sevgilerle Roxana." Lucas, Roxana'dan gelen mektubu okumayı bitirdiğinde "Peki şimdi ne yapacaksın?" diye sordum merak içinde. "Roxana'nın dediğini." "Ona güveniyor musun?" Bir saniye bile düşünmeden "Evet," diye yanıtladı kendinden emin bir edayla. "O zaman neden ona zarar vermiştin?" diye sordum kaşlarımı çatarak. Roxana'nın bileklerini dondurmuştu ve bunun ne kadar acıttığına dair en ufak bir fikrim yoktu. Bunu düşününce yüzümü ekşittim. O da benim gibi kaşlarını çattı. Onun üzerine doğru yürüdüm. "Hepsini tanıyorsun ama hiçbirine zarar vermeye çekinmedin. Roxana'ya güveniyorsun ama senin yoluna çıkmasın, diye onun bile canını yakıp onu etkisiz hâle getirdin." Cevap olarak omuz silkmekle yetindi. Hep böyle yapıyordu. İstemediği bir konu hakkındı hiç konuşmuyor, hiçbir soruya cevap vermiyordu. Sakinleşmek için derin bir nefes aldım. "Böyle davrandığında çok sinir bozucu olduğunun farkında mısın?" "Evet, sen bana soru sorduğunda bende aynı şeyleri düşünüyorum," dedi sinir bozucu bir tavırla. Cebinden gezgin otunu çıkardı. Otlara bir şey fısıldadığında elinde büyük bir kamp çantası belirmişti. Çantanın içinden iki tane sandviç çıkardığında birini istemeye istemeye bana uzattı. "Normalde ikisini de kendim için yapmıştım," dedi bakışlarını kaçırarak. "Ama o kadar şanslısın ki ben çok cömert ve fedakâr biriyim." "Benim senin sandviçine ihtiyacım yok. Ben gururumla aç kalırım," deyip sandviçi elimin tersiyle geri ona ittim. İnat edip sandviçi bana geri uzatmasını beklerken iki sandviçi iki eline alıp bir ondan bir ondan büyük büyük ısırıklar alarak yemeye başladı. Lucas, omzundaki şahine bir lokma sandviç vermeyi ihmal etmedi ama beni önemsemedi bile. "Kayıp Mağaralara tekrardan geleceğimizi muhtemelen tahmin ederler. Çünkü sorgu esnasında buraya geldiğimizi söylemiştim. Bu yüzden sabah olunca buradan gideceğiz," dedi Lucas, yemeğini yemeyi bitirdikten sonra. "Nereye?" diye sordum merakla. "Fırtına Adasına." *** Lütfen bölüm hakkındaki düşüncelerinizi ve eleştirilerinizi buraya yazınız. Ve yıldızı sarıya boyamayı unutmayınız. Bir dahaki bölümde görüşmek üzere. |
0% |