@ejderhacik
|
Bu bölümden itibaren hikayenin asıl olaylarına gireceğiz. Bu yüzden çok heyecanlıyız. Destek olmak için yıldızı parlatmayı ve düşüncelerinizi yorumlarda belirtmeyi unutmayın. Keyifli okumalar. *** Güneş batmaya başladığında artık ağaçların üzerinden süzülüyorduk. Bu da Kimsesizler Ormanı'na geldiğimizin göstergesiydi. Ağaçlar gitgide sıklaşırken artık yeryüzünü görmek zorlaşıyor, bizde ormanın derinliklerine yaklaşıyorduk. Ağaçların sıklaşmasıyla birlikte artık ejderhalarla ormanın içine, yeryüzüne inmek zorlaşacaktı. Ağaç dallarından sıyrılarak devasa ejderhalarla zar zor yere inmeyi başardığımızda ağaçların ne kadar uzun ve kalın olduklarını yeni fark etmiştim. Yemyeşil bu alan güneş ışınlarının buraya ulaşmasını zorlaştırıyordu. Solumuzda kalan dört, beş metre uzunluğundaki kayalığın belli kısımlarını yukarıdan aşağı sarkan sarmaşıklar kaplıyordu. Roxana eliyle ince sarmaşıkları kenara ittiğinde aslında sarmaşıkların arkasının kayalıklardan ibaret olmadığını, gizli bir geçit olduğunu gördüm. Hafif karanlık olan bu dehliz belli aralıklarla yerleştirilmiş meşalelerle aydınlatılmıştı ama buna rağmen çok karanlıktı. Belli bir mesafe yürüdükten sonra karşımıza yeraltına inen ve ucu bucağı görünmeyen bir merdiven çıkmıştı. Uzunca bir sürü merdivenlerden indik ve karşımda sokaklar ve evler çıktı. Bir sürü insan vardı. Resmen yerin altına gerçek dünyadan ayrılan bambaşka bir ülke kurulmuş gibiydi. Merdivenlerin başında bekleyen birkaç görevli bizi görünce yanımızda gelir gibi oldular, fakat Roxana'yı görünce duraksayıp geri çekildiler ve sadece bir baş selamı verdiler. Sanırım Roxana burada tanınan ve hatta saygı duyulan biriydi. Sokakların arasında yürümeye devam ediyorduk. Tavanı oldukça yüksekte olan bu şehir yer yer aydınlatılmış ve minik minik evler yerleştirilmişti. Sokakta gördüğümüz tüm insanlar normal bir şekilde yaşıyorlardı. Yukarıdaki insanlardan farklı hiçbir şey yoktu; güneş ve sonsuz gökyüzü dışında. Sokaklarda uzunca bir süre yürüdükten sonra şehrin bittiği yüksek bir duvarın kenarına gelmiştik. Duvarın öbür tarafına geçmenin tek yolu ufak bir kapıydı. Kapıdaki görevliler Roxana görünce yine bir şey söylemeyip geçmemize göz yumdular. Kapıdan geçtiğimizde burası nispeten daha küçük bir koridor tarzındaydı. Karanlık, dar dehlizden ilerlerken karşımıza sıra sıra odalar çıkmasına rağmen biz dümdüz ilerlemeye devam ediyorduk. İlerlediğimiz yol hafif bir eğimle yukarı gidiyordu. Koridorun sonuna çıkan kapıdan içeri girdiğimizde diğer yerlere göre daha aydınlıktı. Taşların arasındaki kırıklardan içeri süzen ışık hüzmeleri önümüzü aydınlatıyor görüşümüzü kolaylaştırıyordu. Yüksek tavanlı geniş oda, yeraltında olmasına rağmen oldukça ferahtı. Ortada uzun, ince bir masa ve etrafında oturan yaklaşık on kişi vardı. Hepsi bize döndüğünde bunun ne kadar normal olduğunu sorguluyordum. Lucas ise gayet alışkın bir şekilde sandalyesini çekip masaya oturdu. Roxana masanın başında -önemli kişilerin oturduğunu tahmin ettiğim- yere oturmayı tercih etmişti. Biz oturduğumuzda çoğu kişi masayı terk edip masadan uzaklaşmıştı ve artık masa da toplam beş kişiydik. Önümüzde altın tabaklarda servis edilen çeşit çeşit yemek ve kristal kadehlerde sunulan renk renk içecekler ağzımın suyunun akmasına yetmişti. Altın tabağın çevresinde gösterişli çinileri olan birden fazla kaşık, çatal ve bıçak vardı. Lucas önümüzdeki yemeklerin hiçbirine dokunmaya yeltenmeyince bende kaşıklara bile dokunmadım. Ya zehirlilerse? Masanın başında oturan heybetli adam, bulutlu gri gözlere sahipti. Bakışları bana sabitlenince gözlerindeki fırtına beni tesiri altına almıştı. Siyah uzun saçları yağmurda ıslanmış gibi dümdüz bir biçimde göğsüne kadar uzanıyordu, saçlarının arasında birkaç tane beyaz tutam olmasa ona genç bir adam diyebilirdim. Bakışları Lucas'a döndüğünde boynunun hareketinden zincir kolyesinden çınlama gibi ufak bir ses çıkmıştı. "Element Lideri'nin buraya geleceğini Roxana dışında birinden duysaydım katiyen ona inanmazdım," dedi bu adam keskin bulutlu bakışlarla. "Söyle bakalım, senin gibi bir Element Lideri'ni buraya hangi rüzgâr attı." "Son olayları eminim duymuşsunuzdur," dedi Lucas ciddi bir şekilde. Onu ciddi görünce nedense gülesim geldi ve bakışlarımı Lucas'tan alıp hızla kristal bardaklara çevirdim. Dudaklarımdan ufak bir kıkırdama kaçtığında Lucas cümlesinin devamını getirmeden önce duraksadı ve masanın altından ayağıyla bacağımı dürttü. Genzini temizlemek için öksürüp konuşmasına devam etti Lucas. "Bu yüzden sizden bazı isteklerim var." Acaba Lucas onlarla konuşurken zorlanıyor muydu, diye düşünmeden edemedim. Bugün bir garip davranıyordu. Bu bir rol müydü gerçekten rahatsız olduğu için mi böyle davranıyordu anlamamıştım, ama belki ona yardım edip işini kolaylaştırsam mutlu olurdu. "Biz kalacak güvenli bir yer arıyoruz," diye atladım Lucas'ın yavaş ve can sıkıcı olan konuşmasını bölerek. Lucas gözlerini iri iri açarak bana döndü. Birden masanın başından bir kahkaha duyuldu. "Güvenli mi? Burası mı?" diye güldü hırıltılı bir sesle masanın başında oturan siyah uzun saçlı adam. "O zaman çok yanlış yere geldiniz Küçük Hanım." Roxana bana seni öldüreceğim, der gibi bir bakış attıktan sonra masanın başında oturan adama döndü ve konuşmaya başladı. "Bence burada kalabilirler Derrick. Ayrıca ikisi de çok yetenekli ve güçlerini en iyi şekilde kullanıyorlar. Eminim burada kalmak uğruna bizim onlardan isteyeceğimiz şeyi yerine getireceklerdir." "Yetenekli mi? Ben mi-" derken Lucas dizime vurmasıyla susmaya karar verdim. Ama en azından bu işte kısa sürede hallolmuş ve bundan kurtulmuştuk. Burada oturmaktan bayılacaktım. Bence Lucas bana teşekkür etmeliydi. Roxana tam karşısına oturmuş olan parlak kumral saçlı ve opak mavi gözlü adama konuşma sırası sende, demek ister gibi baktı ve karşısındaki adam Roxana'nın sadece kırmızı gözlerine bile bakarak ne demek istediğini anlamışçasına en başta oturan adama döndü. "Bence uzun zamandır birliğimizdekilerin başarıyla sonuçlandıramadığı görevi onlara verebiliriz," dedi hafifçe sırıtarak mavi gözlü adam. Ama bir yandan da ciddiyetini bozmuyordu. "Onların bu görevi yerine getirebileceği konusunda maalesef seninle aynı fikir de değilim Roxana," dedi Derrick düşünceli düşünceli. "Bunun için fazla düşünmemize gerek yok," dedi mavi bakışlara sahip diğer adam. Bu kişi Roxana'nın tam karşısında oturuyordu. "Sonuçta başarısız olurlarsa sonları diğerleri gibi olur." Bunu üzülmüş gibi sahte bir şekilde dudak büktü. "Sizden su asilini bulmanızı istiyorum. Eğer burada kalmak istiyorsanız göreviniz sizin için pek de zor olmamalı değil mi?" dedi Derrick. Sonrasında Lucas'a dönerek "Sonuçta sen bir Element Liderisin. Görevde başarısız olman sonucunda burada kalmaya devam edemezsiniz. Ancak unutma, isyancıların şehrine girenler buradan çıkmak istediklerinde bir daha dışarıya sağ çıkamazlar," diye devam etti. Ortamdaki gerginlikten bende Lucas'ta masadaki yemeklerin hiçbirine dokunamamıştık. Lucas ile Roxana birbirlerine hızlı ve kısa bir bakış attıktan sonra Lucas, "Bu anlaşmaya o zaman bende bir şart eklemek istiyorum," dedi. "Burada bulunduğumuz süre boyunca beni araştırma yapabilmem için rahat bırakacaksınız ve bana tüm imkanları sağlayacaksınız." "İsteğiniz kabul edilmiştir," diye gülümsedi Derrick. Lucas konuşmanın bittiğini anlayınca ayaklandı ve sandalyemi geriye doğru çekerek benim de kalkmama yardımcı oldu. Aynı şekilde herkes ayağa kalktığında şaşkınlıkla bakışlarım Derrick'e odaklandı. Bir bacağı tamamen protezdi ve metalimsi protez ona korsan havası katıyordu. Derrick, gözlerimi kırpıştırarak ona baktığımı görünce sadece gülmekle yetindi. Ve hepimiz o masadan ayrıldık. *** Toplantıdan sonra Roxana ve Lucas'la yeniden bir araya geldik. Üçümüz baş başaydık ve Roxana'nın beni öldürecek gibi bakması işleri hiç de kolaylaştırmıyordu. "Lucas'ın seni buraya neden getirmek istediğine dair hiçbir fikrim yok. Eğer bir daha benim yanımda başka şeyleri de mahvettiğini görürsem çok ciddi söylüyorum sonuçlarını ben değil, sen düşünürsün," diyerek Roxana bana nutuk çekerken Lucas'ın arkasına saklandım. Lucas beni kurtarmak için aramıza girmişti. "Biraz sakinleş Roxana. Emin ol Soraya'nın işleri daha çok batırdığı anlar da olmuştu," dedi ve böbürlenerek devam etti. "Neyse ki her zaman yanında ben vardım." "Benim mi işleri daha çok batırdığım anlar olmuş? Hah! söyleyene bak, mecliste sorgulandıktan sonra herkesle savaşıp her şeyi batıran da bendim o zaman," dedim öfkeyle. "Bizi kaçak durumuna düşürdün!" "En azından ben hayatımızı kurtarmakla meşguldüm," dedi Lucas kollarını göğsüne kavuşturarak. "Ayrıca şimdi senin yüzünden isyancıların yapması gereken görevle ben uğraşacağım. Ne vardı sanki sessizce otursan..." "Ben sana yardım etmeye çalışıyordum!" dedim Lucas'ın omzuna vurarak. Ama o bundan etkilenmiş gibi görünmüyordu. "Her şeyi yavaş yavaş anlatıp kabul etmelerini sağlayacaktım. Şimdi de senin yüzünden böyle bir görevle uğraşmak zorundayım," derken resmen burnundan soluyordu Lucas. Roxana ikimize birden deliymişiz gibi bakarken "Siz ikiniz bu şekilde bu zamana kadar nasıl hayatta kaldınız ve nasıl hayatta kalmaya devam edeceksiniz hiçbir fikrim yok," dedi. Sonrasında sıkıntılı bir iç çekerek konuşmasına devam etti. "Siz ikinizle ne yapacağım ben?" Lucas incinmiş bir edayla başını yana yatırdı. Bense öfkeyle Roxana'ya baktım. Roxana ikimizin arasına girdiğine pişman olmuş gibi pes etti ve bizi terk ederek yalnız bıraktı. Sert adım sesleri koridorda yankılanırken o uzaklaştıkça ses daha da azalıyordu. Ve sonunda adım sesleri tamamen kesildi. "Bir şey sorabilir miyim?" dedim Lucas'a şirinlikle bakarak. Az önceki sinirimi tamamen arka plana atmıştım, Lucas'ın sorularıma cevap vermesi için. Ellerini beline koydu. "Sor, baş belası sor," dedi derin bir nefes vererek. "Biz bu görevi hemen yapabiliriz. Yani Derrick'in sana verdiği görevi," dedim gülümseyerek. Sonrasında kendimi işaret ettim. "Su asili benim!" Lucas bana uzanıp hemen ağzımı kapadı ve diğer elini benden bıkmış gibi alnına yerleştirdi. Etrafta birilerinin olmadığına emin olduktan sonra elini geri çekip parmağıyla alnıma vurdu. "Zaten benim su asilini bulduğumdan şüphelendikleri için bu görevi verdiler," dedi sessizce Lucas. "Beni test ediyorlar." "Sen ne yapacaksın?" "Senin bir asil olduğunu saklayacağız," dedi çok bariz bir şeymiş gibi. "Bu konuyu Roxana'nın yanında açma. O da isyancılardan biri." "Herkesten sakladıktan sonra bir asil olmanın ne önemi var?" dedi şımarık bir çocuk gibi. "Hem güçlerimi bile kullanamıyorum..." "Ne hayal ediyordun, bunu herkese söylemeyi mi?" "Evet!" "Güvenliğin için bunu saklamalısın," dedi gözlerindeki hüzünle. Onu ne söyleyerek üzdüğümü bilmiyordum, ama sonuçta sorsam da cevaplamayacaktı. "Roxana isyancılardan biriyse neden meclisten birini isyancıların gizli üssünün içine aldı? Sonuçta sen de bir element liderisin ve burası meclisin bile bilmediği gizli bir yer," dedim ilk defa mantıklı bir soru üreterek. Lucas, "Şu an kaçak biri olduğuma göre pek de meclisin tarafındaymış gibi görünmüyorum değil mi?" dedi. "Yine de bu isyancılar için yeterli bir sebep mi?" diye sordum üstelemeye devam ederek. Bir şeyler eksikti ve yapbozu tamamlayamıyordum. Lucas minikleri gerildi. "Çok kurcalama." *** Odaya geldiğimde ilk iş çantamı yatağın hemen kenarına koymuştum. Lucas'ın odası tam yanımdaki odaydı, bu yüzden içim oldukça rahattı. Ne zaman korkunç bir kâbus görsem hemen koşarak Lucas'ın kapısını yumruklayabilirdim sonuçta. Burası yerin altı olduğu için pencere yoktu, sadece havalandırma vardı. Bu nedenle odaya ışık girmiyor ve gökyüzünü göremiyordum. O yüzden şu anda gündüz olup olmadığını anlayamıyordum. Saatin kaç olduğunu bilmediğimden bununla ilgili hiçbir şey düşünmeden sadece uyanmaya karar vermiştim. Bir siren sesi kulağımda yankılandığımda korkuyla uyanmıştım. Bu neydi böyle, diye düşünürken odadan fırlamıştım ve hemen Lucas'ın odasının önüne koşmuştum. Kapıyı birkaç kez sertçe tıklattıktan sonra Lucas kapıyı açtı. Hâlâ tam ayılamamış olsa gerek uyku sersemi bir şekilde gözleri yarı açıktı ve saçları dağınıktı. "Bu ses de ne böyle?" diye sordum. "Haa... O mu?" dedi esnerken. "Sana söylemeyi unutmuş olmalıyım. O görevi olan herkesin uyanması için kurulan bir ses sistemi. Güneş doğunca çalıyor." "Her gün böyle mi uyanacağız?" diye sordum. "Bu korkunç!" "Zamanla alışırsın," dedi Lucas. "Başka bir şey yoksa görüşürüz." Ve kapıyı suratıma kapattı. Sinirlenerek kapıyı yine yumrukladım. "Lucas!" Kapı yine açıldı. "Efendim baş belası." "Güneş doğduğuna göre yapmamız gereken bir şeyler yok mu sence de?" "Ne var?" dedi gözlerini ovuşturup. "Buz asilini araştıracaktık ya..." diye fısıldadım. "Bir de Eski Meclis Başı Agnes'i." "Bakıyorum da oldukça heyecanlısın." Güldü. "O zaman ben asil konusunu araştırayım, sen de Eski Meclis Başı'nı. Anlaştık mı?" "Anlaştık." Lucas'ı geride bırakarak koridorda dolanmaya başladım. Eski Meclis Başı ile ilgili bilgileri nerede bulacağımı düşünüyordum. Belki de o gördüğüm kişilerin odasına bakmalıydım. Derrick, Roxana ve adını bilmediğim mavi gözlü, kumral saçlı o adam... Odaları kim bilir bu koskoca yeraltı şehrinin hangi köşesindeydi? Onları ararken kaybolmak istemiyordum. Neyse ki toplantı odasının nerede olduğunu hatırlıyordum. Yönümü toplantı odasına çevirip dosdoğru oraya gittim. Koridorlar oldukça ıssız olduğu için yanlış yöne gittiğimi düşünmeye başlayacaktım ki toplantı odasına açılan kapı ile burun buruna geldim. Bu üç kişinin odası toplantı odasına yakın olabilirdi. Bu çevredeki koridorları bir süre dolaştıktan sonra ihtişamlı üç tane yan yana olan kapıyla karşılaştım. İlk kapının yanında "Edwin" yazıyordu. İkinci kapının yanında "Derrick" ve üçüncü kapının yanında ise "Roxana" yazıyordu. Edwin toplantı esnasında Roxana'nın tam karşısında oturan kumral saçlı, o mavi gözlü adamın ismi olmalıydı. Edwin yazan kapının anahtar deliğinden içeriye baktım, kimse gözükmüyordu. Bir süre kapıya kulağımı dayadım ve hiç ses duyamadım. Oda da kimse olmadığına göre rahatlıkla içeri girebilirdim. Koridorda birinin olup olmadığını kontrol ettikten sonra kapı kolunu tuttum. Muhtemelen Lucas bunun tehlikeli olduğuyla ilgili beni azarlayacaktı, ama yine de kapı kolunu çevirerek içeri girdim. İhtişamlı kapıyı açtığımda düşündüğümden çok daha büyük bir odayla karşılaştım. Bu odanın sol duvarı boylu boyunca kitaplıkla kaplıydı. Sağ tarafta ise raflar ve tablolar yer alıyordu. Odanın tam ortasında ise büyük ve kaliteli ahşap bir çalışma masası vardı. Çalışma masasının önündeyse odaya gelenlerle konuşmak için olan çalışma masasının baştaki koltuğundan daha küçük karşılıklı dört tane sandalye yer alıyordu. Tavandan sarkan altın rengi avizenin üzerine yerleştirilmiş kırmızı mumlar erimişti ve odaya ayrı bir hava katıyorlardı. Hızlıca çalışma masasına doğru sessiz adımlarla ilerledim. Ve çalışma masasının çekmecelerini kurcalamaya başladım. Kahverengi saman kağıtları ve sararmış parşömenlerle doluydu çoğu çekmece. Ama bazılarında birkaç kitap veya defter de vardı. Masanın üzerinde ise sıra sıra dizilmiş dosyalar vardı. Hiçbir şeyin yerini değiştirmeden önce, Edwin'in eşyalarının yerinin karışmasından dolayı buraya geldiğimi anlaması ihtimalinden korktuğum için odada bir göz gezdirdim. Eşyaları dağıtmamaya ve incelediğim her şeyi tekrardan aynı yerine koymaya dikkat edecektim. Dosyaların başlıklarına bakarak Eski Meclis Başı yazanı bulmaya çalışıyordum. Ama başka bir şey bulmuştum. Dosyanın başlığı, "Buz Elementinin Lideri Lucas'ın Geçmişi" idi. Hızlıca dosyayı kaptım. Bu da neydi böyle, Lucas ile ilgili bir dosya mı? Daha neler... Dosyayı sonrasında içini karıştırmak için diğer dosyalardan ayırarak masanın kenarına koydum. Sonrasında Eski Meclis Başı'nı aramaya koyuldum. Asillerle ilgili bir sürü dosya vardı. Bir sürü dosya arasından kalın bir dosya gözüme çarptığında başlığını okudum. "Eski Meclis Başı Agnes." Hemen içini okumaya koyuldum. İlk sayfalarda sıkıcı şeylerden bahsediyordu. Yıllar yıllar önce Agnes'in Meclis Başı olduğu dönemde yaptığı faaliyetlerden bahsediyordu. Ama sonrasında okuduğum yazılar ilginçleşmeye başlamıştı. Yazı da bilinmeyen bir nedenden dolayı imparatorun onu cezalandırmak için uzak bir yere sürdüğü ve onun yerine artık Alador'un Meclis Başı olduğu yazıyordu. Daha sonrasında ise ateş ve hava asillerinin gücünün çalındığından kısaca bahsedilmişti. Daktilo yazısı olan düzgün paragrafın altına el yazısıyla birkaç not düşülmüştü. Bu el yazısı Edwin'e ait olmalıydı. Halktan saklanmasına rağmen asiller ile ilgili Arcadia Meclisindeki araştırmaların durdurulmasının hemen ardından Agnes'in sürülmesi, Agnes'in asillerle ilgili bir şey yapması sonucu Arcadia İmparatorunun onu cezalandırdığını açıkça belli ediyor. Belli ki Agnes'in amacı ölümsüz olmak için beş asilin gücünü çalmak. Yazıyı okurken kaşlarımı çattım. Eski Meclis Başı Agnes, asillerin gücünü çaldığını zaten biliyordum. Bunu zaten daha önce Lucas bana söylemişti. Ama onun uzak bir yerlere sürgün edildiğini ve ölümsüz olmak istediğini daha önce hiç söylememişti. Yazının devamını okumaya devam ettim. Şu anda nerede saklandığı bilinmese de amacından vazgeçmeyeceği kesin. Bu yüzden önce asilleri Agnes'ten önce bulup onları koruma altına almalı ve Agnes'in saklandığı deliği bulmalıyız. Meclise de katiyen güvenemeyiz. Aralarından kimlerin köstebek olduğunu bilemeyiz. Koridordan bir ayak sesi yankılandığında dosyaları hızlıca toparlayıp çekmeceye tıktım. Nereye saklanmam gerektiğini düşünürken odada saklanabileceğim bir yer olmadığı fark ettim. Kapı gıcırtılı bir şekilde açıldığında donakalmıştım. Edwin içeri girdiğinde önce yarım açık kalan çekmeceye sonra bana baktı. "Demek biri merakına yenik düşmüş," dedi ellerini arkasında kavuşturarak. "Galiba bir yanlış anlaşılma oldu," deyiverdim hızlıca. "Roxana benden buraları düzenlememi istedi." "Demek Roxana sana öyle dedi..." diye mırıldandı. "O zaman devam et." "Efendim?" "Kitaplık da biraz dağınık. Oraya da bir el atarsan sevinirim," diye gülümsedi yapmacık bir şekilde ve rahat deri koltuğuna oturdu. Yavaşça kitaplığa doğru yürüdüm. Bir kütüphaneymiş gibi bir sürü kitap vardı. Kalın ciltli kitaplarda biraz göz gezdirdim. Gerçekten de hepsi karmakarışık yerleştirilmişti. Kahvesini yudumlayan Edwin'e döndüm. "Alfabe sırasına göre mi dizeyim yoksa yazarlara göre mi dizeyim?" "Türe göre yerleştirmeni tercih ederim." Kitapların hepsini kitaplıktan aşağı indirip, rafların tozunu aldım. Sonrasında tarih kitaplarını en üst rafa yerleştirmeye koyuldum. Kitapları yerleştirirken bir yandan da elimdeki kitapların bir bezle şömizlerindeki tozu siliyordum. Sonunda tüm türleri ayırıp yerleştirmeyi başardığımda nefes nefese kalmıştım. "Bitti," diyerek Edwin'e döndüm. "Şimdi gidebilir miyim?" "Hayır," dedi. "Çekmecem de karmakarışık." Bağırıp tepinmeme az kalmıştı. Bu adam gerçekten de sabrımı zorluyor ve benimle resmen alay ediyordu. Sakin olmak için derin bir nefes aldım ve Edwin'in oturduğu masaya doğru yürüdüm. Çekmecelerin masanın altındaydı. Dosyalara bakabilir miyim, diye düşünsem de Edwin hemen yanımdayken bunu yapmam biraz zordu. Bu yüzden sadece düzenlemeye koyuldum. En üst çekmece de ki birbirine karışan boş sararmış parşömenleri ve saman kağıtlarını birbirinden ayırıp yerleştirdim. İkinci çekmece de mürekkep, hokka ve tüy kalem vardı. Onlara çok fazla dokunmadım, sadece mürekkep dökülmüş yerleri temizledim. Üçüncü çekmece de dosyaları alfabetik sıraya göre dizdim. En alt çekmece de ise çinili bir kutu vardı. Kutuyu Edwin'den gizli gizli açmak için önce Edwin'in dikkati bende mi, diye göz ucuyla ona baktım. Daha sonrasında kutuyu hafifçe aralayıp içine baktım. İçinde sadece bir sünger vardı ve süngerin ortasında küçük bir boşluk vardı. Boşluk küçük bir şişe şeklindeydi. O şişe her neyse şu anda bu kutuda değildi, ama yeri tam olarak burasıydı. "Bu da bitti," dedim ayağa kalkarak. Çekmeceleri düzenlemek için dizlerimin üzerine oturmuş ve eğilmiştim. Bacaklarım uyuştuğu için ayağa kalkmakta zorlandım ve masaya tutundum. Aynı zamanda sürekli eğilmekten sırtım da ağrımıştı. "Çıkabilirsin." Bana başka bir iş buyurmadan önce hızlıca odayı terk ettim. Ve odanın dışında, koridorda sessizce sinirimi çıkarmak için elimdeki ıslak bezi duvara fırlattım. Benimle resmen dalga geçti ve bana ayak işlerini yaptırıp durdu. Ah, neyse ki dosyaları karıştırdığımı anlamamıştı. Neyse ki yakalanmamıştım. Kendimi sadece böyle avutabilirdim. Geri odama giden yolu hatırlamaya çalıştım ve yarım yamalak bildiğim koridorlardan geçerek sonunda odamı buldum. İçeri girdiğimde odam beklediğimin aksine boş değildi. Lucas ve Roxana bir tartışma yaşıyor gibilerdi. Lucas beni görünce gözlerindeki öfke kayboldu ve rahatlamış gibi gözlerini sımsıkı kapatıp başını geriye yasladı. Roxana ise Lucas'ın aksine daha çok öfkelenmiş gibiydi. "Neredeydin sen? Senin için ne kadar endişelendik." "Roxana sorun yok," dedi Lucas, sinirden Roxana beni parçalamasın diye. Roxana'nın arkasından gelerek omuzlarından tuttu. "Biraz rahatla. Onunla ben konuşurum." Roxana'yı omuzlarından iterek odanın dışına sürükledi ve onun ardından kapıyı örttü. Artık oda da yalnız ikimiz vardık. "Neredeydin?" Bugün yaşananları düşündüm. Muhtemelen yedi, sekiz saattir Edwin'in odasındaydım ve bunca süre Lucas benden haber alamayınca çıldırmış olmalıydı. "Eski Meclis Başı ile ilgili bilgiler topluyordum," diye cevapladım bana neler yaptığımı sormamasını umut ederek. Çünkü vereceğim cevaplardan hoşlanmayacağı kesindi. "Nerede olduğunu sordum," diye yineledi sorusunu. "Edwin'in odasında," dedim utana sıkına. "Ne?" Yaptıklarımı açıklamaya koyuldum. "Odayı biraz karıştırırsam belki önemli bir şeyler bulabilirim diye düşünmüştüm ve..." "Bunun ne kadar tehlikeli olduğunun farkında değil misin?" diye bağırdı sinirle. "Sabahtan beri seni arıyorum. Nereye gittiğini bile söylemeden gidiyorsun, üstelik Edwin'in odasına giriyorsun. Başın belaya girseydi ne olacaktı?" "Ben elimden geleni yapmaya çalışıyorum!" dedim ağlamaklı bir sesle. "Gerçekten elimden geleni yapmaya çalışıyorum. Sana yardım etmek istiyorum ama sen benden her şeyi saklıyorsun. Sana gerçekten yardım etmek istiyorum ama sen senin ayağının altında dolaşmamam için sürekli beni bir şeylerle oyalıyorsun. Bana sırf seni rahat bırakayım diye Eski Meclis Başı'nı araştır dediğinin de gayet farkındayım." Göz yaşlarımın akmaması için elimle hepsini sildim. "Benim için ne kadar alışması zor olduğunun farkında olup olmadığını çok merak ediyorum. Benim gücümün çalınıp çalınmaması dışında benimle ilgili bir şeyi umursayıp umursamadığını da merak ediyorum." Bunu söylerken sesim titremişti. "Ben burada büyümedim bile. Alışmaya çalışıyorum. Hâlâ alışmaya çalışıyorum. Buraya oldukça yabancıydım. Hiçbir şeyi bilmiyordum. Ve sen birden çıkageldin..." dedim zoraki. Sesim artık kesik kesik çıkıyordu. Nefes almak için bir süre duraksadım ve kelimeleri zihnimde toparlamaya çalıştım. "Sen birden çıkageldin ve beni oradan oraya sürüklemek dışında hiçbir şey yapmadın şu ana kadar." Lucas derin bir nefes aldı ve sert, kırmızı bakışlarıyla beni baştan aşağı süzdü. "Şimdi karşıma geçip ağlayacak mısın?" dedi tekdüze bir sesle. Burnumu çektim. "Şimdi sakince Edwin'in odasına nasıl gittiğini ve neler olduğunu anlat," dedi. Her zamanki hâlinden garip davranıyordu. "Toplantı odasının yakınlarında dolaşıyordum. Edwin'in odasını buldum ve içini biraz karıştırdım. Eski Meclis Başı Agnes ile ilgili bir dosya buldum. Orada ölümsüz olmak için asillerin gücünü çaldığından ve sonrasında Arcadia İmparatoru tarafından sürgün edildiği yazıyordu. Şu an ise nerede olduğu bilinmiyor," diye açıkladım. Ama her zamankinin aksine bugün Lucas ile uğraşasım yoktu. Hemen bildiğim her şeyi anlatıp odama kapanmak istiyordum. "Bir de orada..." "Orada ne?" "Bir şey yok," diye geçiştirdim. O bana her şeyi dürüstçe anlatmıyorsa ben ona neden anlatacaktım ki? Ne bulduğum o kutudan ne de Lucas ile ilgili olan dosyadan ona bahsetme gereği duymamıştım. "Sen asillerle veya isyancılarla ilgili önemli bir şey buldun mu?" diye sordum ilgileniyormuş gibi davranarak, ama umurumda bile değildi. "Tüm gün seni aradığımdan dolayı hayır, hiçbir şey bulamadım," dedi. "Ama anlamadığım bir şey var. Dosyalara bakman neden bu kadar uzun sürdü." "Dosyaları karıştırırken Edwin geldi ve bende Roxana'nın bana odayı düzenleme görevi verdiğini söyledim. O da benim odadaki her şeyi düzenlememi istedi." Artık sesim yorgun çıkıyordu. Bu konuşmanın hızlıca sonlanmasını diliyordum. "Roxana'ya senin onunla ilgili bir bahane kullandığı haber veririm. Eminim sorun olmayacaktır," dedikten sonra duraksayıp düşündü. "Odaya öylece girmiştin yani..." diye mırıldandı Lucas sessizce. "Kapı da hem görevli yoktu hem de kapı kilitli değildi. Bu garip." "Lucas seninle beyin fırtınasına giremeyeceğim," dedim bıkkınlıkla. "Zaten yeterince yorgunum. Müsaade edersen artık yalnız kalmak istiyorum." Bunu söylediğimde bana garip bir şekilde baktı. Sanki aramızda mesafeler girmiş gibi baktı. Neyse ki bir şey demeden odayı terk etmişti. Derin bir nefes verdikten sonra kendimi yatağa bıraktım ve yorgana sıkı sıkı sarıldım. Bir süre uzun zamandır görmediğim dünyadaki ailemi düşündüm. Sonra buraya geldikten yaşadığım her şeyi... Bir daha ailemi görebilecek miydim, diye düşündüm. Lucas su asili olduğum için buraya ait olduğumu söylemişti. Ruhum buraya aitti ama bunu hissetmiyordum. Suyu kontrol edebilecek güce sahiptim ve Lucas gerçekten de iyi bir arkadaştı. Ama ben yine de ailemi özlüyordum ve onların yanında yaşamaya devam etmeyi tercih ederdim. *** Bir dahaki bölümde görüşmek üzereee |
0% |