Yeni Üyelik
7.
Bölüm

6 | Kehanet Gecesi

@ejderhacik

Keyifli okumalarr


***


İki haftadır isyancıların şehrinde kalıyorduk. Bu süreç boyunca gücümü öğrenmek için bir bardak suyla kendi kendime çabalamıştım, ama çok da başarılı olabildiğim söylenemezdi. En azından artık suyu birazcık kontrol edebiliyor veya parmak uçlarımdan birazcık su fışkırtabiliyordum. Aynı zamanda Lucas'a yardım etmek ve yeni bir bilgi elde etmek için hiç çabalamamıştım. Lucas'ın ise ne öğrendiğinden veya neler yaptığından hiç haberim bile yoktu. Ara sıra Roxana yanıma gelip beni yokluyordu.


Güğümde su ısıtırken kapı hafifçe tıklandı. Kapı nazikçe tıklandığı için bu kişinin Roxana olduğunu varsaydım. Lucas olsaydı çat kapı girerdi çünkü. Kapıyı aralayıp açtığımda Lucas'ı görmek beni afallatmıştı.


"İçeri girebilir miyim?"


Bu soruyu duymak beni şaşırtmıştı. En son Kiran'ın evinde odama gümbürtüyle dalan kişinin şu an karşımda bu soruyu sorması garipti. Aramıza belli bir mesafe koyduğumuz için ona nasıl davranmam gerektiğinden emin olamıyordum, bu da kendimi gergin hissettiriyordu.


Kapıyı tamamen açıp içeri geçmesi için kenara çekildim. İçeriye girip masanın yanındaki sandalyelerden birine oturdu. Bende kapıyı kapattıktan sonra Lucas'ın tam karşısında yerimi almıştım.


"Bu gece dolunay gecesi, yani hava asilinin sahip olduğu ejderhanın pulu bu gece gelecekten bir kehanet gösterecek. Kehanet gecelerinde halk toplanır ve hep birlikte kehaneti izler. Ve bizde kendimizi gizleyerek bu kehanet gecesine katılacağız," diye açıklamaya koyuldu. "Tabii ki kehaneti halk göremiyor. Sadece o manzarayı seyrediyorlar. Kehaneti sadece Element Liderleri görüyor. Ama yine de herkesin hayatında en az bir kere görmesi gereken bir manzara olduğunu düşünüyorum." Duraksadı. "O zaman sen hazırlan. Ben seni dışarı da bekliyorum. Birazdan yola çıkarız." Hızlıca ayaklanıp odadan çıktı.


Kehanet Gecesine katılacağım için heyecanlanmıştım. Akşam hava serin mi olur bilemediğim için kararsız kalsam da hemen üstüme rastgele bir şeyler geçirdim. Sonrasında karışık saçlarımı tarayıp düzelttim.


Lucas'ın beni kapının ardından beklediğini bildiğim için önce bir tereddüt ettim ama sonrasında kapıyı açtım. Lucas'ta beni beklerken kıyafetlerini değiştirmiş olacak ki neredeyse tanınmayacak hâldeydi. Koyu renk kıyafetlerinin gecenin karanlığında onu saklayacağına emindim.


"Roxana nerede?"


"O bir Element Lideri olduğu için meclis üyeleri ile birlikte oraya gidecek," dedi Lucas. "Biz ikimiz ise halktan biri gibi gideceğiz ve halkın arasına karışacağız."


Yeraltı şehrinden çıktığımızda yemyeşil ve engebeli Kimsesizler Ormanı bizi hemen karşılamıştı. Ağaçların arasından sızan güneş hüzmeleri yüzüme vurduğunda bunu ne kadar özlediğimi fark ettim. Yeraltı şehri kesinlikle çok kasvetliydi ve hiç benlik bir yer değildi.


Bir ejderha kalın, uzun ağaçların arasından çıkageldiğinde yüzümü buruşturdum. "Yine mi ejderha...?"


Lucas güldü. "Yine ejderha..."


Ejderhayla gökyüzüne çıktığımızda Lucas'a sıkı sıkı tutunmaktan çekinmedim. Lucas'a arkadan sarılıp çenemi Lucas'ın omzuna yerleştirdim. Bundan rahatsız gibi görünmediği için bende sorun etmemiştim. Başımı biraz yana döndürüp Lucas'a baktım. Yüzünün yarısını görebilsem de yüz ifadelerini seçebiliyordum.


Lucas'ın omzuna başımı gömüp "Lucas ben o gün için çok üzgünüm. Böyle sorumsuzca davranmamalıydım. Özür dilerim," derken Lucas sözümü kesti ve "Soraya asıl ben özür dilerim. O gün sana fazla sert davrandım. İkimizde o gün olanlardan dolayı yeterince stresliydik zaten," dedi.


"O gece sürekli ailemi düşündüm," dedim birden. Neden bilmiyorum ama ona içimi dökesim gelmişti. "Dünyadaki ailemi."


"Onları özlüyor musun?"


"Onlarla aslında çok fazla zaman geçirmezdim veya beni ne kadar sevdiklerinin farkında değildim," deyiverdim. Bir anda kendime bile itiraf edemediğim düşüncelerim dilimden dökülmeye başlamıştı. "Ama onların yokluklarını hissettiğimde aslında hayatımda ne kadar büyük bir yere sahip olduklarını anladım."


"Aileni gerçekten seviyorsun," dedi Lucas sanki bu garip bir şeymiş gibi.


"Ne yani sen sevmiyor musun?" dedim şaşkınlıkla. Aslında babası Alador biraz sert biri olsa da kötü biri olduğunu düşünmüyordum.


O anda Lucas'ın yüzünü buruk bir gülümseme kapladı. Ona hayatıyla ilgili bir sürü soru sormak için can atsam da bunun onu kötü etkileyebileceği ihtimaliyle sessiz kaldım.


Başımı yana yatırdığımda uyuyabilmek için Lucas'ın omzunda rahat bir pozisyon yakalamıştım. Gözlerimi sımsıkı kapattım.


Lucas omzunu silktiğinde onaylamaz bir ses çıkararak geriye çekilmiştim. "Uyuma, az kaldı," dedi Lucas. "Birazdan varırız. Bu arada at binmeyi biliyor musun?"


"Evet, neden ki?"


"Çünkü halkın arasına ejderhayla girmek dikkat çeker. Halk genelde ulaşım için atları kullanır. Ejderhalar Arcadia Meclisine ve Arcadia İmparatorlunuğa özel bir ulaşım türüdür. Yolun devamını at ile devam edeceğiz."


"Anladım," dedim.


Ejderha yeryüzüne ayak bastığında Lucas'ın yardımıyla yere inmiştim. Ejderha bizi bıraktıktan sonra tek başına geri dönmek üzere tekrardan havalanmıştı. Buradan baktığımda uzaktaki küçük evleri görebiliyordum.


Lucas eliyle uzakta rastgele bir yeri işaret etti. "Atlarımızı alacağımız ahır orada."


Ahırın içine girdiğimizde at kokusu burnumu ele geçirmişti. Samimi gülümsemesi olan tombik bir adam yanımıza geldi. Lucas ona bir kese uzattığında "Sadece bugün için iki tane at alabilir miyiz?" diye sordu.


Adam ilk başta itiraz edercesine başını iki yana sallasa da kesenin içindeki altınlarda biraz göz gezdirdikten sonra "İstediğiniz iki tane atı seçebilirsiniz," diye gülümsedi bu makul teklifi kabul ederek.


Lucas atlarda bir süre göz gezdirdi ve bazılarını biraz sevdi. Bense kendim için beni sırtından atmayacak uysal bir at arıyordum. Atlardan birini kayışından tutup tavlasından çıkardım. Tombik adam bana yardım etmek için yanıma gelmişti. Atı eyerleyip gemini düzelttikten sonra atı tamamen bana teslim etti. Üzengi yardımıyla atın üstüne çıkmayı başardığımda en rahat pozisyonda eyere yerleştim ve dizginleri elime aldım.


Lucas'ı ise iri yarı bir atın üzerinde gördüğümde ilk bakışta o atın ne kadar hırçın ve kontrol etmesi zor olduğunu anlamıştım. O atı sırf ihtişamlı görünmek için seçmediyse ben de bir şey bilmiyordum.


O hızlanmaya başladığında bende aramızda biraz mesafe bırakarak peşine takılmıştım. Ufak bir köyün içinden geçtikten sonra bomboş bir araziye çıkmıştık. Ara sıra seyrek ağaçlar vardı. Önce gözcü kuleleri sonrasında başkenti gördüm.


Evlere yaklaştıkça heyecanlanıyordum. Birazdan hava kararacak ve halk kehanet gecesi için toplanacaktı.


Lucas'ın atı huysuzlanmaya başladığında Lucas dizginleri daha sert ve sıkı bir şekilde kavramıştı.


"Sırf güzel diye o atı seçmemeliydin," diye kızdım ona.


Lucas cevap bile veremeden at şaha kalktığında bende hızlıca kendi atımı durdurup Lucas'tan uzaklaşmıştım. Neyse ki Lucas atı dizginleyip kontrolü tekrardan eline almayı başarmıştı. Fakat ben ona sinir bozucu bakışlarla bakmaya devam ediyordum. Benim bakışlarımı görmemezlikten gelip hızlandı ve önüme geçti.


Şehrin içine girdiğimizde sokaktaki insanlar yüzünden kimseyi ezmemek için yavaşlamak zorunda kalmıştık.


Yavaş yavaş kehanet alanına ilerlerken tüm insanların aynı yöne doğru gittiğini fark ettim. Demek ki herkes kehaneti seyretmek için oraya gidiyordu. Hava neredeyse kararmıştı ve muhtemelen burası birazdan insan kaynayacaktı.


Büyük bir açık alanın ortasında yüksek bir sahne vardı ve etrafına insanlar akın ediyordu. Lucas atları bir yere bağlayacağını söyleyerek yanımdan ayrılmıştı. Kalabalığın içine karışarak sahneye yaklaşmaya çalıştım. İnsanların arasından sıyrıla sıyrıla kendime uygun bir yer kapmayı başardığımda Lucas'ı beklemeye koyulmuştum.


Kukuletalı, yüzü gözükmeyen biri yanıma yaklaşıp elini omzuma yerleştirdiğinde neredeyse çığlık atacaktım ki kulağıma doğru "Merak etme, benim," diye fısıldadı tanıdık bir ses. Yüzünün yarısını kapatan atkının üzerinden gördüğüm kırmızı gözler beni rahatlatmıştı. Siyah, kukuletalı peleriniyle ilk tanıştığımız gün ki gibi gözüküyordu.


"Lucas, nereden buldun bu pelerini?" dedim gülerek. Yanımdan sadece birkaç dakikalığına ayrılmıştı ve yine de beni şaşırtarak yanıma geri dönmeyi başarmıştı. Kukuletalı peleriniyle bir büyücü gibi görünüyordu.


Elindeki pelerini bana uzattı. "Sana da buldum."


Elindeki pelerini hemen kaptım ve üzerime geçirdim. Benimki Lucas'ın pelerinin aksine simsiyah değildi. Üzerinde sarı, parlak yaldızlı yıldızlar vardı ve üzerimde de oldukça hoş durmuştu.


Lucas'a dönüp "Teşekkür ederim," diye fısıldadım.


Bana cevap vermek yerine gülümseyip pelerinimin şapkasını kafama geçirdi ve yüzümün gözükmediğine emin olana kadar düzeltti. "Artık sessiz ol. Birazdan kehanet gelecek," diye bilgilendirdi beni.


Bunu dediğinde etrafıma bakındım. Kimseden çıt çıkmıyordu ve herkes merakla sahneye odaklanmıştı. Bizde bu sırada halkın arasına kendimize daha iyi bir yer bulmak için daha ön taraflara doğru ilerlemiştik.


Boş alanda yüksek bir sahne vardı ve çevresine insanlar toplanmaya başlamıştı. Etrafa şimdiden mor renkli meşaleler asılmaya başlanmıştı bile. Bu alanın büyüleyici bir dağ manzarası vardı ve gece dolunay gözüktüğünde çok daha büyüleyici bir manzara oluyordu.


Nihayet halk kehanet alanında toplandığında sahneye sekiz kişi çıktı. Yüksek sahnede altı tane Element Lideri, Meclis Başı ve Arcadia İmparatoru vardı. Ama Lucas orada olmadığına göre beş tane element lideri olması gerekmez miydi?


Lucas'a baktım. O da aynı şeyi düşünüyor olmalıydı. Bunun anlamı Lucas yerine başka biri bulmuşlardı. Artık başka biri buz elementinin lideri olmuştu.


"Lucas, o..."


"Yeni buz elementinin lideri," dedi garip bir ses tonuyla.


"Onu tanıyor musun?"


Geçmişi düşünür gibi bakışları gökyüzündeki dolunaya takıldı. "Evet, birlikte eğitim almıştık. İsmi Kai."


En ortada elinde ejderhanın pulunu tutan ve muhtemelen hava elementinin lideri olan adam vardı. Karanlık iyice bastırdığı için yüzünü tam seçemesem de gri gözlü, beyaz saçlı bir adamdı. Dolunay tam tepeye yükseldiğinde adamın elindeki pul hafifçe parlamaya başladı.


"Peki, şu ortadaki adam kim?"


"Elinde ejderhanın pulunu tutan kişinin adı Raine. Hava elementinin lideri. O meclisin en güçlü Element Lideridir," diyerek bana Raine'i tanıttı Lucas. "Raine'in sağında duran kişi ise imparator. Diğerlerini zaten az çok tanıyorsun."


Evet, diğerlerini az çok tanıyordum. Freya, Roxana, Mateus, Darius ve Meclis Başı Alador.


Raine, "Bugün burada hepimizin toplanma sebebi kehanet gecesini kutlamak," dedi ve ejderhanın pulunu havaya kaldırıp dolunaya doğrulttu. Dolunayın ışığı ejderhanın pulu ile buluştuğu anda puldan beyaz ışıklar her tarafa saçılmaya başladı. Ve puldan buradan gözükemeyecek kadar küçük bir yansıma yayıldı. Yansımanın içinde sadece bir şeylerin hareket ettiği görebiliyordum ve bu görüntülerin arasından mor ışıklar saçılmaya devam ediyordu.


Raine'nin elindeki puldaki parıldamalar duman şeklinde gökyüzüne yükseldi ve dört bir yana yayıldı. Beyaz parlak ışık olarak nitelendirebileceğim duman kafamın üstünden geçerken elimi gökyüzüne uzattım ama dumana yetişemedim. Bu ışıklar kuzey ışıklarının beyaz ve mor versiyonuna benziyordu.


Parlaklıklar halka şeklinde gökyüzüne yükselmeye devam ederken zifiri karanlığın ortasına parıldıyordu. Raine tam ışıkların ortasında kaldığından yüzü tamamen aydınlanmıştı ve muhtemelen şu an elinde tuttuğu puldan kehaneti seyrediyordu. Yüz ifadesi gerildiğinde kehanetin pek de hoş şeyler söylemediğini anlamıştım.


Raine'nin etrafına yayılan dalga halindeki ışınlar yavaş yavaş mora bürünürken göz kamaştırıcı ışık gitgide daha da yoğunlaşmıştı. Bu güneşe bakmak gibiydi ama daha farklı hissettiriyordu. Gözlerim acımaya başladığında gözlerimi kısarak bu görsel şöleni seyretmeye devam ettim.


Pulun etrafında dolanan ılık rüzgârlar tenime çarptığında gülümsedim. Saçlarım uçuşurken aynı zamanda ıslandığını da fark etmiştim. Gökyüzünde dönen su baloncukları ışıkla parıldıyordu.


Sonunda tüm ışık pulun içine geri çekilip hapsolduğunda herkesi zifiri karanlıkta bırakmıştı. Her şey bittiğinde sahnede duran kişilerin çatık kaşlarla tartıştıklarını fark ettim. Yetkili kişilerin bu davranışları halkı huzursuz etse de çoğu kişi hâlâ bu görsel şölenin etkisindeydi.


Yansıma biter bitmez halk kendi arasında küçük yarışmalar düzenlemeye başlamıştı. Sahneden element liderleri, Meclis Başı ve İmparator inmişti.


Lucas, "Artık gitsek iyi olur, dikkat çekmeyelim," dedi ve gidip atların ağacın gövdesine bağladığımız kayışı çözüp atlarımıza yeniden bindik. İlk defa böyle bir etkinliğe katılma şansımın böylesine harcanması beni üzse de yakalanmaktan daha iyi bir seçenek olduğundan sesimi çıkarmadım.


Atlarla birlikte kasabanın içine doğru ilerlerken şehrin daha merkezine gidiyorduk. Bu durum benim için garipti. Çünkü Kimsesizler Ormanına yani yeraltı şehrine giden yolda bu kadar yerleşim yeri yoktu.


"Kehanet Gecesi bittikten sonra isyancıların yeraltı şehrine geri döneceğimizi sanıyordum," dedim soru sorarcasına.


"Gözcüleri araştırmak yeraltındayken o kadar da kolay değil," dedi kinaye yaparak.


"Gözcüler?"


"Başkente saldırı olduğu günü hatırlıyor musun?" diye sordu Lucas. Nasıl unutabilirdim ki?


"Hatırlıyorum."


"Normal şartlar altında saldırıdan önce gözcülerin şehre ejderhaların yaklaştırdığını haber vermesi gerekiyordu. Ama o gün bir terslik olduğu için herkes bu duruma hazırlıksız yakalandı," dedi tane tane Lucas.


"Ve sen de bunun nedenini araştıracaksın," dedim tahminde bulunarak.


"Aynen öyle," diye onayladı beni.


"Peki, yeraltı şehrine gitmiyorsak nereye gidiyoruz?"


"Evime."


"Yanlış hatırlamıyorsam evin ejderhaların saldırısı sırasında yıkılmıştı," diye hatırlattım Lucas'ın hafıza kaybı yaşamadığına emin olmak için. "Hem de az daha benim üzerime yıkılıyordu."


"Eski evime gidiyoruz."


"Umarım meclis eski evinin yerini bilmiyordur," dedim espri yapmaya çalışarak. "Ama Derrick yeraltı şehrine inenlerin bir daha çıkamayacağını söylememiş miydi?"


"Su asilini bulmak için çıkıyorsam eminim bu onun için sorun olmayacaktır," derken bana bakıp tek gözünü kırptı.


Eve vardığımızda küçük bir köydeydik. Tek katlı, bu minik ev küçük olmasına rağmen oldukça ferahtı. Fakat uzun zamandır kullanılmıyor olsa gerek her yer toz ve örümcek ağıyla kaplıydı. Buraları temizlemek biraz uzun sürecekti.


Ben etrafı incelerken Lucas dışarıya çıkmaya yeltenince o gitmeden önce hemen onu durdurdum. "Nereye gidiyorsun?"


"Atları bıraksam iyi olacak," dedi. Burada bulunduğundan dolayı rahatsızmış gibi davranıyordu, ama gözlerindeki ışıltı bunun aksini söylüyordu.


"İkimiz de çok yorulduk. Yarın halledersin. Bugün dinlen," dedim.


Sıkıntıyla derin bir nefes verdi. "O zaman önce buraları temizleyelim."


"Yarın temizleriz," diye itiraz ettim. "Yorgunum."


"Burada hastalık kaparız. Burayı temizlemezsek burada bir gece dahi durmam, sokakta kalırız," diye inat etti.


Yanaklarımı havayla şişirerek ofladım. "Tamam, bari sadece kalacağımız odayı temizleyelim. Evin kalanını yarın da hallederiz."


Arkalardaki yatak odalarına doğru ilerledim ve rastgele birine girdim. Lucas ise temizlemek için kilerden birkaç malzeme bulup getirmeye gitmişti. Bu oda tahminimce bir çocuk odası olmalıydı. Bir ranza vardı ve duvarlarda bir sürü çizimler vardı. Rengarenk boyalarla çizilmiş bu resimlere ilk bakışta bunları bir çocuğun çizdiğini anlayabilirdiniz. Kelebekler, çiçekler, ejderhalar ve niceleri...


Ranzadan dolayı Lucas'ın bir kardeşi olduğunu tahmin etmiştim. Bana hiç böyle bir şeyden bahsetmediği için kendimi garip hissetmiştim, ama sonuçta bu onun özel hayatıydı. Bense sadece görevi yüzünden korumak zorunda olduğu biriydim.


Elimi duvardaki çocuk resimlerinde gezdirirken Lucas odaya hızlıca daldı. Önce biraz duraksayıp oda da göz gezdirdi. Sonra muzip bir gülümsemeyle "Şimdiden söyleyeyim. Ranzanın üstüne ben yatarım," dedi.


"Sen öyle san," diyerek ranzaya koştum ve merdivenlerini tırmandım. Yatağa çıkmayı başardığımda buraya benimsediğimi göstermek için bayrak bile dikebilirdim.


"Önce temizlik yapacağımızı sanıyordum," dedi.


"Temizlemezsek burada kalmam, diyen kişi sen olduğuna göre eminim ki odayı da sen temizleyebilirsin," deyip gülümsedim ve yorganı kafama kadar çekip başımı yastığa yerleştirdim. Ev biraz soğuk olduğu için yorgana sıkı sıkı sarılmıştım.


Soğukluğun verdiği etkiyle hızlıca uykuya daldığımda bunu farkında bile değildim. Gözlerimi kırmızı bulutlu bir gökyüzüne açtığımda bir fırtınanın ortasındaydım. Şaşkınlıkla hızlıca ayağa kalkıp etrafıma bakındım. Etrafımı ejderhalar sarmış ve hepsi bana her an saldırmaya hazır görünüyordu. Korkutucu, sivri, uzun dişleri midemi bulandırırken duyduğum kükremeler beni ürkütüyordu.


Ejderhalardan biri hızla bana doğru atıldığında olduğum yere çivilenmişim gibi hareket edemiyordum. Ama hızlıca benim üstümden geçip gitti, sanki saldırdığı kişi ben değildim de başkasıydı. Hızla arkama dönüp baktım. Ejderha hızla aileme doğru uçuyordu. Aileme doğru koşmaya başladım, ama ejderha benden daha hızlıydı. Ejderhanın püskürttüğü bir ateşle tüm ailem kül olduğunda...


"Soraya, uyan!"


Yatağımda doğruldum. Nefes nefese kalmış ve terlemiştim. Göğsüm korkuyla hızla inip kalkıyor ve hızlı hızlı derin nefesler alıyordum. Şaşkınca Lucas'a baktım. Boyunun uzunluğundan ve ranzanın çocuk ranzası olduğu için kısa olduğundan dolayı merdivenlere çıkmadan bile rahatlıkla bana yetişebiliyordu.


Bir bardak su uzattığında suyu alıp bir kısmını kafamdan aşağı döktüm bir kısmını ise içtim. Bu beni rahatlatsa da hâlâ tüylerim diken dikendi. Gördüğüm kâbus bana yaşadığım ejderha saldırısını hatırlatmıştı. Bardağı geri Lucas'a uzattıktan sonra ellerimi şakaklarıma bastırıp biraz masaj yaptım.


"İyi misin?"


"Evet," dedim. "Sadece bir rüyaydı."


Güneş ışınları odayı aydınlatıyordu. Bir süre kendime gelemeye çalıştıktan sonra merdivenleri kullanarak hızla yataktan aşağı indim. Oda tertemizdi. Tek bir örümcek ağı dahi kalmamıştı. Bütün tozlar temizlenmişti. Duvarda küf falan kalmamıştı.


"İyi iş çıkarmışsın," dedim odayı incelerken. "Umarım aynı başarıyı diğer odalarda da gösterirsin."


Gülümsedi. 


"Burası senin odan mıydı?" diye sordum. Dün akşam fazla yorgun olduğum için merak ettiğim soruları soramamış, hemen uyumuştum.


"Evet. Benim ve kardeşimin odasıydı."


Daha fazla sorsam da guruldayan karnım buna izin vermemişti. Lucas ile kısıtlı malzemelerle ufak bir kahvaltı yaptık. Sonrasında ise evi temizlemeye koyulduk. Bu gece de burada kalacağımızdan yatacağımız ranzadaki çarşafları temiz olanlarıyla değiştirmeyi ihmal etmedik. Tüm odalar temizlendiğinde saat öğleyi baya baya geçmişti.


Kendimi koltuğa bırakıp "Sonunda bitti," diyerek hayıflandım.


"Ben atları bırakmaya gidiyorum," diye seslendi bana Lucas. Sonrasında gıcırtılı kapının kapanış sesi yankılandı. Lucas gelene kadar burada oturup dinlenebilirdim. Ya da belki biraz köyde dolaşabilirdim.


Uzun bir süre koltukta oturarak dinlendim ama sonrasında Lucas hâlâ gelmeyince tek başıma olmaktan canım sıkıldı. Temiz hava iyi gelir, diye düşünerek evden dışarı çıktım. Kaybolmamak için çok uzaklaşmasam iyi olacaktı.


Papatyalarla dolu olan bu yolda yürürken uzun olan otlar yüzünden hep bacaklarıma kıymıklar ve dikenler batmıştı. Bu durum beni tatmin etmeyince kısa süreli bir yürüyüş yapmaktan vazgeçip geri eve doğru yürüdüm. Evin önünde duran tanıdık birkaç yüzü görünce hızla çalılıkların arasına eğilmiştim.


Darius ile Freya evin önüne dikilmişlerdi. Yanlarında da birkaç tane asker vardı. Mateus ise evin çevresinde dolaşıp etrafa bakıyordu, sanırım birini arıyordu. Acaba burası Lucas'ın çocukken yaşadığı evi olduğu için onun buraya saklanabileceği ihtimalini düşünüp mü buraya gelmişlerdi? Eğer öyleyse burada durup saklanmalıydım ya da gidip Lucas'ı bulmalıydım. Ama her iki ihtimalde tehlikeliydi. Burada kalırsam beni bulabilirlerdi. Lucas'ı bulmaya çalışırsam kaybolurdum.


Derin bir nefes aldım. Sakin olmalıydım.


Freya evin içinden çıkıp "Yıllardır kullanılmayan bir eve göre oldukça temiz," dedi düşünceli bir ifadeyle. "Yakın zamanda buraya gelmişler ve tekrardan gelebilirler."


"Ne yani burada böyle dikilip nöbet mi tutacağız?" dedi onu tersleyerek Mateus.


"Böyle kapının önüne durursak bizi görüp gelmezler," dedi Darius, Mateus'u yok sayarak. "İçeride beklemeliyiz."


"Biz içeride bekleyelim bir süre. Bundan sonra buraya nöbet tutmaları için birkaç gözcü yerleştiririz," dedi hızlıca kafasında plan yapan Freya. "Mateus sende yanına askerleri alarak bu köyü ve çevresini ara."


"Lucas'ın buraya geleceğini sanmıyorum," dedi Mateus. "Birkaç evsiz bu evi boş görünce buraya yerleşmişlerdir. Bence burada vakit kaybetmemeliyiz."


"Evet, zaten burada kimse yok," dedi askerlerden bir tanesi. "Köy halkıyla konuştuk. Lucas'ı ve yanındaki kızı hiç görmediklerini söylediler. O ikisi buraya gelselerdi köyden birilerinin mutlaka haberi olmuş olurdu."


Freya işaret parmağını çenesinin altına yerleştirip bir süre düşündü. "Birkaç kişinin sözüne güvenmek istemiyorum," derken her hareketinden adeta asalet akıyordu. "Onları bulmak için hiçbir zorluktan kaçmayacağım, aksine tüm ihtimalleri değerlendireceğim."


"Mateus haklı olabilir," dedi Darius.


Freya şimdi gerçekten sinirlenmiş görünüyordu, ama yine de asaletinden ödün vermedi. Tek eliyle yere kadar akan elbisesinin eteğini kavradı, diğer elini göğsüne yerleştirdi. "Daha iyi bir planının varsa duymak isterim?" Bu cümleyi Darius'a meydan okur gibi söylese de amacının onu aşağılamak olmadığı barizdi. Sadece düşüncelerini savunuyordu.


"Lucas'ın bir şeylerin peşinde olduğu kesin," diye söze başladı Darius. İfadesi ciddi, sesi monotondu. "Önce ne yapmaya çalıştığını çözmeliyiz. Sonrasında onu bulmak için onun planlarına göre hareket edebiliriz."


"Peki, bunu nasıl yapmayı planlıyorsun?" dedi Mateus. Her şeye muhalefet olması -sohbetin içinde olmamama rağmen- beni bile sinir etmişti.


"Ben Lucas'ın son zamanlarda mecliste gerçekleştirdiği faaliyetlerin bir dosyasını araştırabilirim," diye bir öneride bulundu Freya mağlubiyetini kabul ederek. Ama yine de kararsız görünüyordu. "Siz de burayla ilgilenirsiniz."


"Senin için böyle rahat edecekse buraya birkaç gözcü yerleştiririz Freya," dedi Darius nezaketle. "Hem bu şekilde yakın zamanda burayı Lucas'ın mı yoksa evsizlerin mi kullandığını öğrenmiş oluruz." Bunu derken ters ters Mateus'a bakmıştı.


Freya bunu duyunca mor renk gözleri adeta parlamıştı. Olgun ve zarif bir şekilde gülümseyerek karşılık verdi. "Her şey hallolduğuna göre birkaç yetenekli askeri burada bırakıp meclise geri dönelim."


Freya ve Darius uzaklaşırken Mateus, askerleri teker teker görevlendiriyordu. Bazı askerler evin içine girerken bazıları evin etrafında konuşlandırıldı, bazıları ise köyün etrafında gezinmeye başladı. Kimse beni bulmadan buradan hızlıca uzaklaşmam gerekiyordu.


"Yakalanana kadar orada durmayı mı düşünüyorsun Soraya," diye fısıldadı sözcükler enseme doğru.


Duyduğum sesle saklandığım yerden sıçradım. Arkamdaki kişinin Lucas olduğunu görünce tepemin tası iyice atmıştı. "Neden her seferinde arkamdan gelip beni korkutuyorsun. En azından gelirken bir ses ver. Birden arkamdan çıkma."


Lucas söylediklerime sessizce güldü. "Hadi, gidelim buradan."


"Tüh, evi boşuna temizlemiş olduk," diye hayıflandım kendi kendime. Sonrasında Lucas'a yetişmek için fevri hareketlerle ayağa kalktım.


Köyden koşar adımlarla uzaklaşırken "Bu sefer yolculuğumuz nereye?" diye sordum.


"Bu sefer önce gözcülerin yanına gideceğiz," dedi Lucas kararlılıkla. "Eğer gözcülerden elle tutulur bir bilgi edinemezsek gözcü kulelerine yakın olan köylerdeki insanları sorgulayacağız. Sonra da isyancıların yanına yani yeraltı şehrine geri döneceğiz."


"Ama gözcüler bizi gördüğü anda bizi tutuklamaz mı? Onların Arcadia Meclisi için çalıştığını sanıyordum." Bu sefer gerçekten aklım karışmıştı.


"Gözcülerden gerçekten güvendiğim bir tanıdığım var. Onun bir şeyler bildiğine ve bizi yardımcı olacağına eminim."


"Yani bizi tutuklamaz, öyle değil mi?" diye sordum.


"Sanmıyorum."


"Ya tutuklarsa?"


"Oradan da kaçarız."


İşte buna ikimizde kahkaha atmıştık.


***


Düşüncelerinizi yorumlarda belirtmeyi ve bölüme oy vermeyi unutmayın lütfen.


Bir dahaki bölümde görüşürüzzz

Loading...
0%