@ejderhacik
|
Okulun açılmasına az kaldı ve okul açıldıktan sonra haftada bir bölüm yayımlamaya geçeceğim. Birlikte instagramdan bir gün belirleriz. Veya her haftanın hangi günü bölüm paylaşmamı istiyorsanız bu bölümün yorumlar kısmına yazabilirsiniz. Keyifli okumalar dilerim💖 *** Lucas'ın bahsettiği gözcünün evine geldiğimizde Lucas kapıyı sertçe tıklattı. Kapıyı açan kız, Lucas'ı görünce ufak çaplı bir şoka uğradı. Kızın boyu benden biraz daha uzundu. Kızıl uzun saçları ve mavi gözlerinden buz gücüne sahip olduğunu anlayabiliyordum. Kız bu kadar şaşırdığına göre uzun zamandır görüşmüyorlardı herhalde. Lucas, "İçeri girebilir miyiz Lyria?" diye sordu. Lyria afallayarak "Evet, tabii," diyerek kapının önünden geçebilmemiz için kenara çekildi. Sonrasında "Oturma odası hemen solda," diyerek bize yolu gösterdi. Oturma odasına girip hepimiz yer minderine oturduktan sonra Lyria şaşkınlığını üzerinden atıp bizimle konuşmaya başladı. "Ne yalan söyleyeyim gelmeni beklemiyordum Lucas. Özellikle son yaşananlardan sonra. Biliyorsun herkes bunu konuşuyor." Evin salonu aslında oldukça küçük sayılırdı. Sadece yüksek bir tavanı vardı. Salonun ortasında iki tane uzun koltuk ve ortada da sehpa vardı. Ev küçük olduğu için tek başına yaşıyor gibi görünüyordu, yine de tek başına yaşayıp yaşamadığından emin değildim. "Sen Soraya olmalısın," dedi kız sevecenlikle. "Değil mi?" Başımı sallayarak onayladım. "Aslında buraya gelmemin bir sebebi var," diyerek direkt konuya girdi Lucas. "Başkent Erymna'ya düzenlenen saldırının olduğu gün hiçbir gözcü, ejderhaların gelişini haber vermedi. Bunun nedenini araştırıyorum." "Bunun için doğru yere gelmişsiniz," diye gülümsedi Lyria. "O gün böyle bir karmaşanın yaşanmasının sebebi tüm gözcülerin bayıltılması. Biz uyandığımızda hiçbir şeyden haberimiz yoktu ve ejderha saldırısı çoktan durdurulmuştu. Hiçbirimiz nasıl bayıldığımızı hatırlamıyorduk. Meclis hepimizi sorguladı, fakat hepimizi kimin bayılttığını öğrenemediler." "Meclisin bilgisi bu kadar mı?" diye sordu Lucas şaşkınlıkla. "Peki, Arcadia İmparatorluğunun bir bilgisi var mı bunun hakkında?" "İmparatorluğun bir bilgisi olsa bile biz gözcülerin bundan haberi olacağını sanmıyorum. Ve evet, meclisin bilgisi oldukça az, çünkü şu anda bunu çok fazla araştırmaya zaman ayıramadılar. Oldukça yoğun olmalılar. Bir taraftan asiller, diğer yandan iki tane kaçak..." Bunu derken Lyria, ters ters ikimize bakmıştı. Sanki Lucas'ın yaptıklarını onaylamıyormuş gibiydi. "Ayrıca isyancılar ve eski Meclis Başı Agnes. Tüm sorunlar birden Meclis Başı Alador'un ve Element Liderlerinin başına üşüştü. Tüm sorunlarla aynı anda ilgilenmeye çalışmak onları yormuş olmalı." Lucas derin bir nefes aldı. "Bütün bunların neden olduğunu bana sormayacak mısın, merak etmiyor musun?" Sanırım sessiz odadan yani meclisten kaçma olayından bahsediyordu. "Sorsam sanki cevap vereceksin," dedi Lyria kinayeyle. Ama sonrasında hemen gülümsemesini toparladı. "Size soğuk bir şeyler getireyim. Dışarısı oldukça sıcak. Yorulmuşsunuzdur, uzun yoldan geldiniz." "Gerek yok," diye reddetti Lucas. Lucas'a sadece ters ters bakmakla yetindim. Neden bana sormadan güzelim ikramları reddediyordu ki bu adam? Sinirle derin bir nefes aldım, ama ikisi de beni fark etmeden konuşmaya devam ettiler. "Gerçekten bu olayın aslını öğrenmek istiyorsanız sizi gözcü kulesine götürebilir ve orada güvenilir tanıdıklarımla konuşturabilirim," diyerek ortaya bir fikir attı Lyria. "Bu şekilde olayı daha çok kişiden dinlemiş olursunuz." "Peki, o gözcülere neden güvenelim?" dedim şüpheyle Lyria'ya bakarak. Buraya geldiğimizden beri ilk defa konuşmuştum. "Eğer onlara güvenmeseydim size şu an onlardan bahsetmezdim. Onlara güvenmemeye devam etseniz bile bilgi almak istiyorsanız başka şansınızın olacağını sanmıyorum," dedi Lyria dediklerime karşılık olarak. Lucas onaylar şekilde başını salladı ve "Evet, Lyria haklı. Risk almadan sonuç da alamayız," dedi kararlılıkla. *** Gözcü kulesine yaklaşmıştık. Geniş, düzlük bir arazide bulunuyordu. Ama Kimsesizler Ormanı'nı -yeraltı şehrine inen gizli geçidin olduğu ormanı- görebilecek mesafede olsa da bir tık uzaktı. Ormandan gelebilecek her tehlikeyi rahatlıkla gözleyebilirlerdi. Bu kule oldukça yüksekti ve yukarıda birkaç gözcü bulunuyordu. Bizi gördüklerine şüphe yoktu. "Buradan giriliyor," diye bize giriş kapısını gösterdi Lyria. Giriş kapısından girdiğimizde kafamı yukarı doğru kaldırdım. Merdivenler zemin kattan başlayıp kulenin en tepesine kadar dönerek ilerliyordu. Gözcü önce "Bugün görevinin olmadığı sanıyordum Lyria," dedi neşeyle ama sonrasında bizi görünce ciddileşti. "Geliş sebebiniz nedir?" diye sordu adam. Sonrasında bizim kim olduğumuzu anlamış olacak ki "Ve Lyria, yanında neden onlar var?" dedi adeta kızarak. "Saldırı günü Erymina'da olanları araştırmak için geldiler," dedi Lyria, sanki bunu dışında Lucas ile benim kaçak olduğumuzla ilgili bir sorun hiç var olmamış gibi. "Ama onlar..." "Onlar benim arkadaşlarım ve bana yardım edeceğini umuyorum," diyerek adamın sözünü kesti Lyria. "Ee... misafirleri böyle mi ağırlayacaksınız?" "Üzgünüm, bunu meclise bildirmem gerekiyor," dedi adam. "Ve onları meclise götürmeliyiz." Sarmal merdivenlerden iri yarı bir sürü asker aşağı indiğinde durumun bizim için pek de iyi gitmediğini anlamıştım. Lucas'a dönüp "Buradan hemen kaçsak iyi olacak," diye mırıldandım askerlerin beni duyamayacağı bir şekilde. Lucas ile gözcü kulesinden çıkmak için kapıya yöneldiğimizde kapı buz gücüne sahip bir asker tarafından dondurulmuştu ve kapıdan çıkmayı neredeyse imkânsız kılmışlardı. Pencereden çıkmayı düşündüğüm anda ilk katın duvarları tamamen buz kapladı ve benim muhteşem planım suya düştü. Askerlerden birkaçı bize doğru gelirken Lucas'ın arkasına geçtim. Lyria, hangi tarafta olmasına karar veremiyormuş gibi arada kalmıştı. Ama onu suçlayamazdım. Sonuçta bizi korursa onun da başı belaya girecekti. Askerler kılıçlarını çektiklerinde Lucas, kendine buzdan bir kılıç oluşturdu. Cebindeki hançeri ise olası bir durumda kendimi savunabilmem için bana uzattı. Ancak hançer veya kılıç kullanmak için herhangi bir yeteneğim olduğunu sanmıyordum. "Teslim olun," dedi içlerinden biri. En öndeki askerlerden biriyle Lucas'ın kılıcı tokuştuğunda neredeyse nefesimi tutmuştum. Diğer asker Lucas'a sağdan saldırmaya çalıştığında yerden yukarı bir dikit gibi keskin buz parçası yükseldi ve asker buz parçasıyla parçalara ayrılmamak için geriye çekilmek zorunda kaldı. Lucas birden fazla askerle uğraşırken Lyria hızlıca yanıma ulaşmayı başarmıştı. "Hadi, ne duruyorsun burada? Şu kapıyı kırmalıyız," derken kapıya omuz atınca bağırarak geri çekildi. "Tahmin ettiğimden daha kalınmış bu buz tabakası." Acıyla yüzünü buruşturup omzunu ovdu. Hızlı düşünmeliydim. Bir şeyler yapmalıydım. Gözcüler uzun bir süre burada kalıyorsa burada bir mutfak olmalıydı, diye düşünerek odalara dalmaya başladım. Sonunda mutfağı bulduğumda içeride Lucas hâlâ dövüşmeye devam ediyordu ve oldukça yorgun görünüyordu. Mutfakta bulduğum kibrit kutusunu elime aldım. Kibriti yakıp yere bıraktım. Halı tutuşmaya başladığında yavaş yavaş gözcü kulesinin yapımında kullanılan ahşaplarda tutuşuyordu. Kutudaki tüm kibritler bitene kadar farklı farklı yerleri tutuşturmaya devam ettim. Lucas'ın ve Lyria'nın ne durumda olduğunu görmek için girişe yöneldim. Yolumu biri kesince hançerimin kabzasından sıkı sıkı tuttum. Sanki hançerimden güç alıyormuşum gibi elim acıyana kadar sıktım. Askerin dikenli sarmaşıkları beni sarmak için hızla bana doğru atılınca hançerle sarmaşıkları adeta havada doğrayarak bu darbeyi savurdum. Bunu yapabildiğime ben bile şaşırmıştım. Artık kendimi daha cesaretli hissediyordum. Asker tam kılıcını bana doğru savuracakken duraksadı. "Bu da ne böyle?" Gülümsedim. "Korkusuz bir asker ateşten mi korktu yoksa..." "Sen!" Arkama dönüp baktığımda alevler büyümüştü, her yanı duman kaplamıştı. Bu manzarayı gururla seyrettim. Dumandan korunmak için tişörtümü burnuma kadar çekip askerden uzaklaştım, çünkü hemen Lucas'ın yanına gitmeliydim. Az önce bana saldıran asker ise ateşi söndürmeye koşmuştu, tabii biraz geç kalmıştı. Alevler çoktan müdahale edilemeyecek boyuta ulaşmıştı. Şimdi dumandan zehirlenmemek için hemen buradan çıkmalıydık. Lucas'ın dövüşmeye devam ettiği kule girişine ulaştığımda herkes duraksamış, neler olduğunu çözmeye çalışıyordu. Lucas'a odaklandığımda onun korkuyla iri iri açılmış gözleriyle karşılaştım. "Yangın var!" diye bağırdım dumandan öksürürken. "Buradan çıkmalıyız." Söylediklerim ortalığı velveleye vermişti. Askerlerden birkaçı yangına ulaşmak için beni yok sayıp yanımdan geçip gittiler. Ateş gücüne sahip olanlardan birkaçı ise dondurulmuş kapıyı eritmek için panikle kapıya doğru koştular. Kapı eridiğinde bir çoğumuz dumandan kurtulmak için kendimizi dışarı atmıştık. Temiz havayı içime çektiğimde hiç olmadığım kadar rahatlamıştım. Şu anda kulenin neredeyse tamamı alev almıştı. Lucas gözlerini alevlerden ayırmadan bana sordu. "Bunu sen mi yaptın?" Ses tonu beni ürkütmüştü, ama bunu ona belli etmedim. "Yaptığım şeyi savunmuyorum," dedim kendimi savunmaya hazır bir şekilde. "Ama sonuçta işe yaradı." Lucas'ı kıpırdaması için biraz ittirdim ama yerinden bir santim bile kıpırdamadı. "Hadi, gitmeliyiz buradan Lucas." Donuk gözlerle yangını seyretmeye devam ediyordu. Bu olay yüzünden tamamen sarsılmış görünüyordu. Yüzünden adeta hüzün ve öfke seli akıyordu. Kesinlikle iyi görünmüyordu. Bir sorun vardı. Ama bu sorunu çözmeye vakit yoktu. Tüm askerler panik halindeyken hemen buradan uzaklaşmalıydık. Lyria yanımıza geldi. "Askerler şu an yangınla uğraşıyorlar. Hazır vaktiniz varken bir an önce gidin buradan," diye azarladı Lucas'ı. "Ne duruyorsunuz? Hey!" Lucas sonunda kendine gelmiş görünüyordu. "Gidelim," diye mırıldandı kendi kendine. Onu kolundan tutup binmemiz için ejderhaya doğru sürükledim ve zorla ejderhaya bindirdim. Ejderha sürmeyi bilmediğim için bir süre Lucas'ın aklının yerine gelmesini beklemek zorunda kalmıştım. Lucas ejderhaya hızla uyum sağladı ve rotamızı ağaçlara çevirerek gökyüzünde süzülmeye başladık. Ejderha ile ormana iniş yapmıştık, ama ağaçların seyrek olması ormanın derinliklerine hâlâ inmediğimiz anlamına geliyordu. Aynı zamanda gidecek yer seçeneklerimiz gittikçe azalıyordu. Batı mağaralarını zaten sorgulanırken söylediğimizden oraya gitmekten son anda vazgeçmiştik. Lucas'ın eski evi askerler tarafından gözetleniyordu. Kiran'ın da bu işe karışmasını istemediğimizden onun evine gitmek de pek mantıklı bir seçenek sayılmazdı. Lucas ormanın derinliklerine doğru yürürken, "Kehaneti Roxana'dan öğrenmek için isyancıların yeraltı şehrine ineceğiz," dediğinde bundan sonra ne yapacağımızı düşünüyordum. "Peki, biz şimdi ne yapacağız?" derken derin bir nefes aldım. Engebeli orman beni zorluyordu. Ayrıca sürekli dalların bana çarpmaması için onları kenara itmek zorundaydım. "O gözcü kulesi meclise yaşanan olayları bildirecektir. Yani meclis gözcüleri araştırdığımızı anlayacaklardır. Bu yüzden artık benim eski evime, Erymna'daki herhangi bir yere ve Lyria'nın evine gitmeyi unutabiliriz," diye cevapladı Lucas. "Yani bir süre gözcüleri araştırmayacak mıyız?" "Hayır, tabii ki de araştırmaya devam edeceğiz ama bundan sonra daha temkinli ve sessiz hareket etmeliyiz," diyerek uyardı beni. "Ama şu anlık sadece kehaneti öğrenmek bile benim için oldukça yeterli olacaktır. Hemen Roxana'yı bulmalıyız." Bir süre sessizce yürümeye devam ettik. Biz ilerledikçe ağaçların gölgesi yüzünden orman karanlıklaşıyor, ağaçlar sıklaşıyor ve engebeler artıyordu. Kuş cıvıltıları ve böcekler de cabası. "Lucas bende artık senin gibi kendimi savunabilmek, savaşmak istiyorum," diyerek birden gelen hevesle ona içimi döktüm. Çünkü kendimi savunamayacağımı bugün apaçık bir şekilde görmüştüm. Lucas bunu sanırım beklemiyordu. Çünkü biraz afallamış gözüküyordu. "Kendini korumak istediğini biliyorum ama sana kimin öğretebileceğini bilmiyorum. Ben buz gücünü kullanmayı biliyorum, su değil. Ve meclis bu şekilde bizi ararken sana gücünü öğretmesi için kime ne kadar güvenebilirim bilmiyorum," derken tamamen çaresiz görünüyordu. "Hadi ama illaki bana su gücünü öğretebilecek birini tanıyorsundur," dedim son kelimeyi uzatarak. "Lucas..." Biraz düşündükten sonra "Bir tane tanıdığım var aslında..." dedi bunu bana söylemekte kararsız kalarak. "...ama ona güvenebilir miyiz emin değilim." "Hadi, beni onunla tanıştır," deyiverdim heyecanla. "Eğer cümlene bir de 'lütfen' kelimesini eklersen neden olmasın," dedi yine her zamanki muzip gülümsemesini takınarak. "Rüyanda görürsün," dediğimde ikimiz de buna kahkahalarla güldük. Kahkahalarımız ormanda yankılandıkça devleşti. "Ama istersen sana kılıç kullanmayı öğretebilirim." "Kollarım çok da güçlü değil. Bunu kısa bir sürede halledebileceğimi sanmıyorum," derken üzgün bir ifadeyle dudağımı sarkıttım. Kendimi koruyamadığım için güvende hissetmiyordum. Lucas yanımdaydı, ona tamamen güvenemezdim ama en azından bana zarar vermeyeceğinden emindim. Ve Lucas'ın beni su gücünü öğretecek biriyle tanıştıracak olması ihtimali içimi biraz olsun rahatlatıyordu. "Kılıç kullanmak sadece kas gücü değil, biraz da strateji ve zekâ gerektirir," dedi benim dediklerimi düzelterek. Karanlık ve ıssız ormanda devam ederken Lucas'ın dediklerine ikna olmasam da yorum yapmadım. Güçlü de değildim zeki de değildim, ama bunu ona söylemedim ve konuyu değiştirmeye karar vererek "Peki, yeraltı şehrinin girişi nerede?" diye sordum. "Gökyüzündeyken yolları aklında tutmak kolay olmuyor da..." "Yeraltının girişi Kimsesizler Ormanı'nın ortasındaki bir kayalıkta." "Madem ormanın ortasında o zaman neden ejderhayla gitmiyoruz?" "Ne yani yürüyüş yapmayalım mı?" "Yürümek bana göre değil," diyerek burun kıvırdım. "Ben koşmayı tercih ederim. Yarışa var mısın?" dediğimde Lucas bunu dememi bekliyormuş gibi daha cümlemi bitirmeden koşmaya başlamıştı bile. Bende ona yetişmek için hızlıca arkasından koşmaya başladım. "Ama bu haksızlık!" diye seslendim nefes nefese. "Sen benden önce başladın." Ağaçların arasından engebeli arazide hızlı hızlı koştuğumuzda tabii ki varış noktasına ilk Lucas ulaşmıştı. Onu geçmek için ne kadar hızlı koşsam da ona yetişememiştim ve nefes nefese kalmıştım. Nefesimi biraz toparladığımda sarmaşıkları inceleme fırsatı buldum. Buraya ilk geldiğimizde Roxana'nın yaptığı gibi sarmaşıkları elimle ittim ve sarmaşıkların örttüğü gizli geçidin içine girdim. Karanlık dehlize girdiğimde birkaç saniye gözlerimin alışmasını bekledim. Loş meşale ışıkları oldukça uzun aralıklarla yerleştirildiklerinden dolayı bir tane meşaleyi yerinden söküp kendimiz taşımaya karar vermiştik. Lucas, peşimden gelirken "Bir dahakine benimle yarışırken iki kez düşünmelisin Soraya," dedi şakayla karışık beni uyararak. Bense önden ilerliyordum ve meşaleyle yolumuzu aydınlatıyordum. "İkinci sefer böyle olmayacak," dedim kendimden emin bir edayla. *** Yeraltı şehrinde Roxana'nın çalışma odasına girdiğimizde Roxana, bizim burada konuştuklarımızı kimsenin duyamayacağına garanti vererek içimize su serpmişti. Çünkü kehanet hakkında konuşacaktık. Kehanetler halka açık bir yerde ortaya çıksa da kehaneti sadece pula yakın olan yetkililer -yani İmparator, Meclis Başı ve Element Liderleri- görebilir, halk göremez. "Kehanette ne gördünüz?" diye sordu Lucas direkt konuya dalarak. "Kehanette önce ejderhanın kanının bir iğne ucundan yere damladığını ve ufak bir kan gölü oluşturduğu gösterdi parlak pul. Sonrasında ise görüntüler değişti ve tam gün doğarken şifalı çiçeğin açtığı ufak bir kesit görüldü," dedi. "Ama Arcadia Meclisindeki kimse bu kehanetten doğruluğu kesin bir mana çıkaramadı." "Bu neye işaret ediyor olabilir ki?" diye düşünmeye başladı Lucas. "Her neyse görüntüleri anlayamamış olsak da ejderhanın kanı hayra alamet değil, kendinize dikkat etseniz iyi olur," dedi Roxana. "Ayrıca şifalı çiçeğin açma vakti iyice yaklaştı. Kehanet yüzünden şifalı çiçeğin açacağı ejderhanın dal boynuzunu saraya aldılar." "Ejderhanın kanını sen koruyorsun," dedi Lucas sorgularcasına. "Bu yüzden güvende olacağımıza emin olabilirsin." Roxana'nın dudağı seğirse de bunu hemen saklamayı başardı. "Evet," diye onayladı başını sallayarak. "Kimse ejderhanın kanıyla size zarar veremez, çünkü ejderhanın kanı bende." Bunu söylerken zorlanmış gibi bir hâli vardı. Oldukça garip davranıyordu. Sonrasında yapması gereken işlerle ilgili bir bahane uydurup bizi odasından defetmişti. Onun garip davranışları üzerinde kafa yormak yerine bizde ilk geldiğimizde kaldığımız odalara geri dönmüştük. "Bu şifalı çiçek de ne?" diye sordum. "Sana yadigarlardan bahsetmiştim. Toprak asiline ejderhanın boynuzu veriliyordu ve boynuz dal şeklindeydi. Her üç ayda bir bu dalda çiçek açar ve bu çiçek her şeyi iyileştirebilir. Aynı zamanda ejderhanın kanının tek şifası budur," diyerek hatırlattı bana. "Hatırladım," dedim. "Peki, bunun ne anlamı olabilir?" Biraz düşündükten sonra "Bilemiyorum," dedi. "Ama şu an öğrenmem gereken farklı konular var. Mesela gözcülerin kim tarafından, hangi amaçla bayıltıldığını öğrenmeliyim. Ayrıca ejderha saldırısının kasıtlı olduğu bariz bir şey." "Yorgun olmalısın," dedim. "Bunları yarın da konuşabiliriz. Şimdi tüm bunlara kafa yormak yerine biraz dinlenelim, olur mu?" Onaylarcasına kafasını salladı ve odamdan çıkıp yan odaya geçti. Kafamı yastığa koydum ve derin bir nefes aldım. Bu diyar hakkındaki tüm bilgilerimi gözden geçirirken tüm bunlardan neler çıkarabileceğimi düşündüm. İsyancılar, Eski Meclis Başı Agnes'i durdurmak istiyorlardı. Arcadia Meclisine güvenmiyorlardı. Geçmişte pis işler yapmışlardı. Hiç kimsenin bilmediği bir yeraltı şehrinde saklanıyorlardı. Şu an çok zengin bir gruplardı. Ticaretle uğraşıyorlardı ama tabii ki bunu da kaçak yollardan yapıyorlardı. Eski Meclis Başı Agnes, asillerin hepsinin gücünü çalıp ölümsüz olmak istiyordu. Ve asillerle ilgili yaptığı bir araştırma sonucu imparator onu sürgün etmişti. Şu an nerede saklandığını kimse bilmiyordu. Hava ve ateş asilinin gücünü çalmıştı. Arcadia Meclisi diyar ile ilgili çoğu düzenlemeleri yapıyordu. Askeri ordular, yargılama, yürütme, önemli kararların alınması... Aynı zamanda toprak asilini bulup koruma altına almışlardı. İmparatordan sonra en yetkili kişi Meclis Başı Alador'du. İmparator'un bu diyardaki yerini tam olarak bende bilmiyordum. Bu yüzden onun hakkında yorum yapamayacaktım. Roxana hem ateş elementinin lideriydi hem de isyancılar grubunun bir üyesiydi. Element Lideri olduğu için ejderhanın kanı onda olmalıydı. Hangi tarafta olduğunu bilemezdim, ama iki tarafta birbirini sevmiyorken birinden edindiği bilgilerle öbürüne yardım etmesi çok olasıydı. Darius su elementinin lideriydi. Ciddi ve otoriter bir yapısı vardı. Neden bilmiyorum ama Lucas ve Darius birbirlerini sevmiyorlardı. Ejderhanın gözyaşı ona aitti. Raine'i kehanet gecesinde görmüştüm. Hava elementinin lideriydi ve ejderhanın puluna sahipti. Onunla daha önce hiç konuşmamıştım. Freya mor gözlüydü ve siyah pürüzsüz tenine hayran kaldığımı hatırlıyordum. Zekiydi ve gücü yoktu. Ama bunu önemsediğini sanmıyordum. Aynı zamanda sevecen ve sıcaktı. Mateus toprak elementinin lideriydi. Ejderhanın boynuzuna sahipti. Ve o da Darius gibi Lucas'tan hoşlanmıyordu. Biraz düşününce Lucas'ı sevmeyen ne kadar çok kişi vardı. Ve son olarak Kai. Buz elementinin lideriydi. Lucas kaçtıktan sonra Lucas'ın yerine o element lideri olmuştu. Lucas bir keresinde onunla birlikte eğitim aldığından bahsetmişti, yani birbirlerini tanıyorlardı. Ah, bir de asiller vardı... Asiller ejderhaların seçtiği özel kişilerdi. Geçmişte Eski Meclis Başı'nın amacına ulaşmaması için su asili yani muhtemelen benim annem veya babam, ikisinden biri ya da belki de bebek olan ben; başka bir evrene gönderilmiştik. Asillerin üzerinde büyük bir güç ve onlara kalan yadigarlar olsa bile aynı zamanda üzerlerinde yadigarları korumanın yükü vardı, ancak artık bu görev ve yadigarlar Element Liderlerine teslim edilmişti. Bir asilin gücü doğan ilk çocuğa geçiyordu, bu kraliyet sisteminde tacı devretme gibiydi. Asil gücünü doğan ilk çocuğuna aktarıyor ve bu yüzden her elementin bir asili olmuş oluyordu. Aynı zamanda rüyaları yol gösterici olabiliyordu. Daha önce ailemle ilgili bir rüya görmüştüm ama o rüya benim bilinç altımda hissettiklerimle ilgiliydi. Gerçek hayata dair bir rüya değildi. Kim bilir, belki gelecekte gerçek hayatla ilgili önemli bir rüya görürdüm tıpkı diğer asiller gibi. Hava ve ateş asilinin gücü çalınmıştı. Bu güç çalma olayının nasıl gerçekleştiğini bilmiyordum, ama bir şekilde çalınmıştı işte. Toprak asili, meclis tarafından koruma altına alınmıştı. Su asilini yani beni ise Lucas bulmuş ve asil olduğumu herkesten saklamaya kararlı görünüyordu. Buz asilinin kim olduğunu ve nerede olduğunu ise henüz bulamamıştık. Yadigârlar ise asillere verilen özel eşyalardı. Ejderhanın kanı, ejderhanın boynuzu, ejderhanın pulu, ejderhanın dişi ve ejderhanın gözyaşı. Hepsinin farklı farklı özellikleri vardı ve normal şartlarda asillere aitlerdi, fakat yıllar önce korunmaları için Element Liderlerine teslim edilmişlerdi. Pulda gösterilen kehanette ejderhanın boynuzunda açan şifalı çiçek ve ejderhanın kanının olması ise kafa karıştırıcıydı. Gözcülerin bayıltıldığı gün başkente yapılan ejderha saldırısı olayını ise hâlâ çözememiştik. Lucas'ın çözmeye çalıştığı asıl konu zaten buydu. Biri tüm gözcüleri bayıltmış ve gözcüler baygın olduğu için gelen ejderhaları meclise haber verememişti. Bu yüzden ejderhalara karşı önlem alınamamış ve çok büyük kayıplar verilmişti. Lucas ise bu ejderha saldırısının bilerek yapıldığı ve ejderhaların bilerek başkente yönlendirildiğini düşünüyordu. Ama bunu neden ve kimin yaptığını bulamamıştık. Elimizde doğru düzgün bir şüpheli bile yoktu. Bir de Edwin'in odasında bulduklarım vardı. Agnes ile ilgili çoğu bilgiyi oradan edinmiştim zaten. Ama aynı zamanda orada Lucas ile ilgili bir dosya vardı. İçinde ne yazdığını okuma fırsatı bulamamıştım, ama Lucas'ın kendisiyle ilgili bir şeyler saklamaya devam ettiği barizdi. Mesela kırmızı gözlüyken buz gücüne sahip olması çok tutarsızdı. Lucas zaten başlı başına bir karmaşa ve bir gizem olduğu için bu konuyu şimdilik es geçecektim. Aynı zamanda Edwin'in odasında en alt çekmece de bir kutu bulmuştum. Kutunun içinde bir sünger vardı ve süngerin ortasında iksir şişesi şeklinde bir boşluk vardı. Ama o boşluk boştu. Orada olması gerek iksir şişesi şu an neredeydi ve o şişenin içinde ne vardı? Derin bir nefes aldım. Her şey çok ama çok karmaşıktı. Lucas ise bana bildiklerini anlatmadığı için sorularımın cevaplarını kendim bulmak zorundaydım. Tüm bilgilerimi birleştirsem de sorularımın hiçbirinin cevaplarına ulaşamıyordum. Yeni bilgiler öğrendikçe her şey daha da karmaşıklaşıyor ve işin içinden çıkılamaz hâle geliyordu. Tam uykuya dalmak üzereyken kapımın sert bir şekilde hızla açılması üzerine bıkkın bakışlarımı içeriye dalan Lucas'a diktim. Gecenin bu saatinde kim bilir hangi sebeple kapıyı dahi tıklatmadan odama dalmıştı... Uykulu bir sesle mırıldandım: "Önemli bir şey mi oldu?" "Çözdüm," dedi Lucas hızlı adımlarla yanıma gelirken. "Gözcü olayının gizemini çözdüm Soraya. Hadi, uyansana." Beni omzumdan dürttü. "Ben ne anlatıyorum burada..." Üzerimdeki yorganı çekti. "Soraya!" Yorgan çekme savaşımız başladığında "Lucas gecenin bir yarısı olduğunun farkındasın, değil mi?" diye söylendim. "Soraya, ama bu önemli," diyerek diretti Lucas. "Sana gözcü olayının aslını öğrendiğimi söylüyorum." Birden doğruldum. "Ne? Öğrendin mi?" Bıkmış bir şekilde elindeki kağıtları sallayarak derin bir nefes verdi. "İki saattir ne anlatıyorum acaba...?" Neredeyse hazır ola geçecektim. Ayağa kalkıp Lucas'ın tam karşısına geçtim. "Sen, nasıl?" Elindeki kağıtları bana uzattı. "Odaları gizlice karıştırma konusunda senden daha iyi olduğumu kabul etmelisin..." dedi kağıtları ben elime almadan önce hızlıca kendine çekerek. "En azından senin gibi yakalanmadım." "Kağıtları okuyabilir miyim?" "Okuman uzun sürer. Ben sana konuyu hemen özetleyeyim," dedi Lucas en rahat sandalyeme yerleşirken. Tıpkı annesine bir şeyler anlatmak için sabırsızlanan bir çocuk gibi görünüyordu. Ama aynı zamanda içindeki öfkeyi bastırmakta zorlanıyormuş gibi de görünüyordu. Kağıtları bana uzattı. Ben kağıtları incelerken bir yandan da bana öğrendiklerini anlatıyordu. "Saldırının olduğu gün aslında Erymna'ya Eski Meclis Başı Agnes gizlice girecekmiş. İsyancılar onu engellemek ve yakalamak istemişler; ama bunu meclisin haberi olmadan yapmak istedikleri için meclisi oyalayacak bir sorun çıkarmak istemişler. Yani ejderhaları başkente salmışlar." "Sırf meclis başka bir şeyle ilgilensin ve haberleri olmasın diye kaç kişinin canına mal oldu bu saldırı farkında değiller mi!" diye yükseldim birden. Bu durum bana oldukça dokunmuştu. O olayı bizzat yaşamıştım ve korkunç derece de caniceydi. Lucas öfkeyle derin bir nefes aldı. "İsyancılar böyledir. Amaçları uğruna halkı tehlikeye atmayı göze alırlar. Meclisle anlaşamadıkları nokta bu zaten. İki tarafında ortak amaçları Agnes'i durdurmakken isyancılar bunu halkın canını tehlikeye atarak yapıyor, meclis ise halkı koruyarak yapıyor ama halkı korumaya daha çok önem verdikleri için başarısız oluyorlar." "Peki, isyancılar bu planlarında başarılı olmuşlar mı?" diye sordum umut ederek. "Eski Meclis Başı Agnes'i yakalamayı başarmışlar mı?" "Maalesef başarısız olmuşlar," dedi Lucas. "Agnes kaçmayı başarmış. Ama iyi tarafından bakarsak en azından başkente girememiş. Başkente girse herkes için özellikle de imparatorluk için büyük bir sorun teşkil ederdi." "Peki, şimdi bu bilgilerle ne yapacağız?" diye sordum. "Bunları konuşmadan önce yapmam gereken bir şey var," dedi Lucas hışımla odayı terk ederken. Peşinden koşturup ona yetişmeye çalıştım. "Ne yapacaksın?" dedim ona zar zor yetiştiğimde. "Hesap soracağım." "Ne?" "O kadar kişinin canının alınmasının hesabını soracağım." Sinirli görünüyordu, yüz ifadesi beni ürkütmüştü. "Lucas saçmalama," dedim. "Bu hiç mantıklı değil." Ama Lucas ne benim söylediklerime kulak asıyordu ne de benimle konuşuyordu. Gözü tamamen kararmıştı. İlk defa kontrolü kaybetmiş gibi görünüyordu ve hiç mantıklı davranmıyordu. Gerçekten sinirliydi, resmen burnundan soluyordu. Bir sürü kişi öldüğü için sinirliydi. Herkes bu olay yüzünden onu suçladığı için sinirliydi. Onun yerine başka Element Lideri konulduğu için sinirliydi. Ve hatta belki de bu katliamdan Roxana'nın haberi olmasına rağmen bunu durdurmadığı için en güvendiği insanlardan biri olan Roxana'ya sinirliydi. İçindeki biriken tüm öfke artık bir yanardağ misali patlamaya hazır görünüyordu, beynindeki düşünceler bir lav gibi kaynıyordu. Lucas birden aşina olduğum bir odaya yani Edwin'in çalışma odasına daldığında odanın içindeki iki tanıdık yüz konuştukları konu her neyse susup bize bakmayı tercih etmişlerdi. Derrick ve Edwin'den çekindiğim için Lucas'ın bir adım gerisinde durmayı tercih etmiştim. Masada duran bir başka şey ise geçen sefer en alt çekmece de bulduğum içi boş kutuydu, ama bu sefer hem kapağı açıktı hem de içinde ufak bir şişe vardı. Bu şişenin içinde koyu kırmızı bir sıvı vardı. Derrick ağır hareketlerle ayağa kalktı ve demirden yapılma korkutucu görünen protez bacağına rağmen aksak adımlarla bize doğru yürüdü. Edwin'de aynı şekilde yanımıza geldiğinde nefesimi tutmuştum. Bu durumun içinden nasıl çıkacağımı düşünüyordum, ama Lucas'ın buradan gitmeye razı olmayacağının farkındaydım. "Bu habersiz ziyaretinizi neye borçluyuz?" dedi Derrick bulutlu gözlerini Lucas'a dikerek. "Yoksa önemli bir şey mi oldu? Su asilini mi buldun?" "Kayıp olan iki asil varken neden siz sadece su asilini arıyorsunuz?" diye sordu Lucas istifini bozmadan. "Yoksa buz asilini buldunuz ve onu saklıyor musunuz?" Derrick korkutucu bir kahkaha attı. "Alador senin zeki olduğunla ilgili övünürken yanılmıyormuş demek ki..." Edwin araya girerek "O zaman senin de buraya geldiğinden beri su asilini aramaya tenezzül etmemenin nedeni onu zaten bulmuş olman, haksız mıyım?" diye sordu Lucas'ın saldırısına doğrudan cevap vermek yerine okları Lucas'a çevirerek. "Yeter," diye araya girdim. "Lafı dolandırmayın da direkt cevaplayın. Buz asili şu an isyancılar dan mı, değil mi?" "Buz asili şu an buradaysa ne yapacaksın onu alıp buradan gidecek misin?" dedi küçümseyici bakışlarla Edwin. "Evet, buz asili isyancılar tarafından korunuyor." Derrick yavaşça elini Edwin'in omzuna koydu. "O kızı bu kadar küçümseme Edwin," dedi Derrick hafif genizden gelen yaşlı sesiyle. "Sadece nerede susup nerede konuşması gerektiğini bilmeyen bir genç. Sonuçta o aradığımız su asili." Nefesimi tuttum. Lucas'a baktım. Bir şeyler yapmalıydı. "Siz isyancılar daha Agnes'i bile durdurmayı becerememişken buz asili koruyabileceğiniz fikrine gerçekten inandınız mı?" dedi Lucas tükürürcesine. "Hem o kadar insan tehlikeye girdi hem de Agnes'i yakalayamadınız." Edwin, Lucas'a doğru bir adım attı. "Birincisi ben kendimi koruyabilecek kadar güçlüyüm," dedi ve bir adım daha attı. "Senin gibi güçsüz değilim, senin aksine kendimi Agnes'ten koruyabilirim. Agnes benim gücümü çalamaz." Ağzımdan ufak bir mırıltı kaçtı. Kısa bir süreliğine Lucas'ta bende duraksamıştık. Lucas uzun zamandır asilleri ararken aslında buz asili en başından beri yanı başımızda mıydı? Senin aksine kendimi koruyabilirim derken neyi kastediyordu? "Sen ne?" "Evet, doğru duydun," dedi Edwin gülümseyerek. "Ama bunu öğrenmemeliydiniz." Bize acıyormuş gibi baktı. Derrick onun cümlesini tamamladı. "Burnunuzu sokmamanız gereken konuları öğrendiğiniz için bunun cezasını çekeceksiniz," diye destekledi onu ve Derrick kolunu Lucas'ın omzuna attı. Protez bacağı yüzünden ayakta durmak için Lucas'tan destek alıyormuş gibi görünüyordu. Lucas yere odaklanmıştı. Lucas'ın damarına hangi cümlenin bastığını bilmiyordum, ama tamamen donakalmıştı. Yere damlayan kanı fark ettiğimde kanın kaynağını bulmak için gözlerimi etrafta gezdirdim. Gözlerim hedefini bulduğunda Derrick'in Lucas'ın omzuna yerleştirdiği elinde ucuna kan bulanmış bir iğne olduğunu gördüm. Sanırım kehaneti çözmüştüm. Sanırım o kutunun içinde olan sıvının ne olduğunu anlamıştım. Sanırım Roxana'nın neden garip davrandığını anlamıştım. "Lucas!" diye bağırdığımda Lucas'ın omzunu delip geçen iğneyi durdurmak için seslenmekte geç kalmıştım. Lucas'ın iğnenin dokunduğu omzundan önce kılcal damarlar belirginleşti. Sonra Lucas dengesini kaybetti ve yere kan kustu. Bir süre sarsıldıktan sonra sendeleyerek yere yığıldı. Gözlerinin feri gitmiş şekilde yerde yatıyordu. Ejderhanın kanı ölümcüldü. Ve onu iyileştirebilecek tek şey üç ayda bir açan şifalı çiçekti. Hızlıca yere yığılan Lucas'ın yanına gidip dizlerimin üzerine oturdum. Omzuna girmiş olan iğneyi söküp sinirle fırlattım. Gömleğinin düğmelerini açtım ve gömleğinin yakasını omzunu açıkta bırakacak şekilde kenara çektim. İğnenin girdiği yaraya baktım. Kıpkırmızıydı ve damarlanmıştı. Ona buraya gelmemesi gerektiğini söylemiştim. Gözümden sicimle göz yaşları akarken şok etkisiyle paniklemiş ve ne yapacağımı şaşırmıştım. Kafamı kaldırıp arkama baktığımda iki iri bedende kapıya yönelmişlerdi. Edwin çoktan çıkmıştı. Lucas'a iğneyi batıran Derrick kapıdan çıkmadan önce son bir kez omzunun üzerinden dönüp bir Lucas'a bir bana baktı. Yüzündeki sırıtış genişlediğinde sinirlenmiştim. "O ölecek," dedi. Ve kapıyı çarparak odadan çıktı. *** Bölüm hakkındaki düşüncelerinizi ve hangi gün bölüm paylaşmamı istediğinizi yorumlarda lütfen belirtin. Bölüme oy vermeyi unutmayınnn. Gelecek hafta yeni bölümde görüşürüz. |
0% |