@ejderhacik
|
Keyifli okumalarr *** Lucas'ı orada bırakıp Roxana'yı aramaya koyuldum. Şanslıydım ki koridorda onunla karşılaştım. "Soraya ben de her yerde seni arıyordum," dediğinde oldukça endişeli bir yüz ifadesi vardı. "Sanırım kehaneti çözdüm." Gözleri etrafta dolandı. "Lucas nerede...?" "Benimle gel" dedim kekeleyerek. Ve Lucas'ı bıraktığım yere hızlıca geri döndük. Roxana, Lucas'ı gördüğünde önce afalladı, ama sonra endişeyle Lucas'ın yanına koştu. Lucas'ın yarasına baktıktan sonra omzunun üstünden bana doğru dönüp "Onu buradan götürmeliyiz," diye mırıldandı. *** Roxana'nın evine geldiğimizde Roxana, Aspera vasıtasıyla Kiran'a çoktan mektup yollamıştı. Lucas'ı yatağa yatırdıktan sonra yarasını temiz bandajla sardık. Onu dinlenmesi için yalnız bıraktığımızda artık Roxana ile baş başaydık. "Artık bana olayı anlatmaya başlayabilirsin," dedi. Derin bir nefes aldıktan sonra anlatmaya başladım. Roxana beni anlatırken sessizce dinledi. Nihayet anlatmam bittiğinde derin bir nefes aldı. "Durum çok mu vahim?" diye sordum. "Evet, çok vahim Soraya. Ejderhanın kanı zehirlidir. Üç gün içinde öldürür." "Ne yapacağız?" "Bu zehri iyileştirebilecek tek şey üç ayda bir açan şifalı çiçek," dedi umutsuzluğa kapılarak. Bu hâli bana da sirayet ediyor ve beni de umutsuzluğa sürüklüyordu. "Bu çiçeği nasıl bulacağız?" diye sordum. Yadigarların Element Liderlerinde olduğu sanıyordum. Bu durumda toprak elementinin lideri Mateus'ta mıydı aradığımız şey? "Toprak yadigârı olan dal boynuz, Arcadia Sarayında muhafaza ediliyor. Üç ayda bir çiçek verir ve o çiçek kanın zehrini iyileştirebilecek tek şeydir," diye açıkladı Roxana. "Yani bu çiçek kehanette gördüğümüz çiçek. Ve iğnenin ucundan damlayan ejderhanın kanının Lucas'a saplanması da yine kehanette gördüğümüz şey." Roxana'nın bahsettiği her şeyi zaten biliyordum. Kehaneti ise Lucas yaralanmadan hemen önce çözmüştüm zaten. Lucas'ın zehirleneceğini ve onun çiçeğe ihtiyacı olduğu söylüyordu kehanet. Sanki bu kehanet sadece Lucas için yazılmış gibiydi. "Çiçek ne zaman açacak?" dedim sabırsızlıkla. Konuşmaya başladığımızdan beri ilk defa gözlerini gözlerime sabitledi ve "Güneş doğarken açacak," dedi. Duyduğum cümlelerden daha kendime gelememişken arkamdan bir dal kırılma sesi yankılandığında yerimden zıpladım. Kiran omzunda Aspera ile yanımıza ulaştığında suratlarımıza bakarak "Yanlış bir zamanda geldim sanırım," dedi elini utanmış bir şekilde ensesine yerleştirip. "Bu kadar erken gelmeni beklemiyordum," dedi şaşkınlıkla Roxana. "Aspera'yla haberi aldığım gibi geldim." "Roxana," dedim öne çıkarak. "Kiran geldiğine göre Lucas'ı ona bırakıp gün doğumuna yetişebiliriz. Çünkü Lucas'ın iyileşmesi için başka şansımız yok. Saat gece yarısını epey geçti. Yani birkaç saat sonra güneş doğacak ve çiçek açacak." "Soraya bu sandığın kadar kolay değil," diye itiraz etti Roxana korkuyla. "Ama neden? Başka çaremiz mi var? Üç ay sonrasını mı bekleyeceğiz?" "Soraya haklı. Daha fazla zaman kaybetmeden siz gidin. Gözünüz arkada kalmasın. Lucas'ın yanında ben kalırım," diyerek bize güvence verdi Kiran. "Peki, ama gelmek istediğine emin misin Soraya?" diye sordu Roxana. "Henüz güçlerini bile doğru düzgün kullanamadığına eminim." "Geleceğim," dedim sırtımı dikleştirerek ama aslında içten içe endişeliydim. Şafak sökmeden üç saat önce Lucas ve Kiran'ı geride bırakarak Roxana ile ejderhaya atlamıştık. Kiran gezgin otunu kullanmanın daha hızlı olacağını söylese de Roxana, gezgin otuyla ışınlanmanın arkamızda enerjiyle iz bırakacağını söyleyerek bunu reddetmişti. Belimdeki doğru düzgün kullanamadığım kılıca sıkı sıkı tutunup ondan güç aldım. Sarayın tam önüne indiğimizde birkaç muhafız hızla yanımıza geldi. "Hoş geldiniz Liderim," dedi baş muhafız. "Sizi burada görmek çok güzel." Muhafızlar Roxana'nın yanında duran beni gördüklerinde üzerime kılık değiştirmek için giydiğim öğrenci üniformasına baktılar. Roxana sevecenlikle beni tanıttı, ama sıcak davranmasına rağmen saygısını bozmadan bir lider edasıyla konuşuyor, asaletine önem veriyordu. "O benim çok sevdiğim öğrencilerimden biri olan Nyx." Muhafızlar bunu duyunca hemen rahatlamışlardı. Baş muhafız öne çıktı. "Liderim şu anda saraya giriş izni olmayan kimseyi almıyoruz. Siz girebilirsiniz, ama öğrenciniz burada beklemeli. Malum birazdan güneş doğunca şifalı çiçek açacak." Roxana'nın güler yüzlülüğü hemen solmuş yerini soğuk ve tehlikeli bakışlara bırakmıştı. "Ne yani siz beni sorgulamaya cüret mi ediyorsunuz?" dedi Roxana oldukça sakin ama tehlikenin varlığını haber veren bir sesle. "Liderim öyle demek isteme-" Roxana muhafızların sözünü kesti. "Ben bir Element Lideriyim," dedi üstüne basa basa. "Bir sorun olursa imparatorla bizzat kendim görüşürüm. Ve eminim imparator bizim saraya alınmadığımızı duyunca hiç mutlu olmayacak!" Muhafızlar başlarını öne eğip geri çekildi. Roxana gülümseyerek çift kanatlı saray kapısına yürüdü. Bende peşine takıldım. Arcadia Sarayı barok tarzı kıvrımlı hatlar, yuvarlak desenler ve gösterişli bir mimariye sahip olmasına rağmen bir o kadar da sadeydi. İçine girdiğimizde mermer sütunlar oldukça yüksekti. Tavanı o kadar yüksekti ki benden on tane sığardı. Saray dışarıda göründüğünden çok daha büyüktü. Labirent gibi koridorlardan geçerken "Sessiz ol ve gerekmedikçe gücünü kullanma. Arkamızda iz bırakmak istemeyiz," diye uyardı beni Roxana. Tamam, anlamında başımı salladım. Atlın tırabzanları olan sarmal merdivenlerden yukarı çıkarken sarayın her köşesini inceliyordum. Sarayın kulelerinden birinin en üst katına doğru çıkıyorduk. Merdivenler o kadar uzundu ki bitmek bilmiyordu. Bacaklarım ağrımaya başladığında merdivenler sonunda bitmişti. Tavanın ortası yuvarlak bir biçimde camdan yapılmış olmalıydı ki gökyüzünü görebiliyorduk ve yeni doğmakta olan güneşin ışıkları camın mozaik şekillerinden kırılarak rengarenk bir biçimde içeriye yansıyordu. Camın tam aşağısında olan ve benim boyumdan biraz uzun olan toprak ejderhasının daldan boynuzunu aydınlatıyordu. Kahverengi boynuz dal şekline bürünmüştü ve üzerini saran sarmaşıklarla kaplıydı. "Yetiştik," diye fısıldadı Roxana. Güneş tamamen doğmadan varmıştık. Güneşin ilk ışıkları parlayarak dal boynuzuna vurduğunda saniyeler içerisinde bir çiçek yeşerdi. Çok hızlı bir şekilde büyüdü ve tomurcuk koyu mavi bir çiçeğe dönüştü. Bu görüntü büyüleyiciydi. Çiçek koyu mavi olmasına rağmen hafif saydam bir yapıdaydı ve ışığı geçiriyordu. Işık çiçeğin taç yapraklarından geçerken onun daha da fazla parlamasını sağlıyordu. Çiçeği almak için odanın içine doğru yürümeye kalktığımda odanın kenarındaki gardiyanları fark edip geriye çekildim. "Çiçek açtı, birazdan toprak lideri Mateus burada olur," dedi gardiyanlardan biri diğer gardiyana. Bizim geldiğimizi fark etmemiş olmalılardı. Endişeyle Roxana'ya baktım. "Elimizi çabuk tutmalıyız." Ama gardiyanlardan biri varlığımızı fark etmişti. Kılıcımı çektim ve bir anlık içgüdüyle yerleri ıslatıp bize doğru gelen gardiyanın kayıp yere düşmesini sağladım. Benim yaptığım hatayı görünce Roxana'nın adeta nevri döndü. Yerleri ıslatmam arkamızda iz bırakmamıza sebep olacaktı. Roxana odanın içine dalıp kılıcını yay çizerek savurdu ve yere düşen muhafızın kendini savunmaya bile fırsatı kalmadan keskin kılıç boğazını delip geçti. Kan fışkırarak üzerime sıçradığında olduğum yerde donakaldım. Adamın boynundan oluk oluk kan akarken bayılmamaya çalışıyordum. Lucas'ı kurtarmak için başkalarının ölümüne sebep oluyorduk. Bir an için bu yaptığımızın doğru olup olmadığını sorguladım. Diğer muhafız bana doğru koştuğunda duraksamanın zamanı değildi, savaşın zamanıydı. Bana savurduğu kılıcı kendi kılıcımla savuşturdum ve kılıçlar birbirine çarptığından çıkan metal ses tüm odayı doldurdu. Dört muhafız vardı. Gözlerimle odayı taradım. Biri ölmüştü. Biri Roxana'yla dövüşüyordu. Biri benim karşımda benim ona savurduğum darbeleri karşılıyordu. Ama dördüncüsü de neredeydi? Arkamda bir hareketlilik sezdiğimde dördüncünün arkamda olduğunu ve ikisini birden halledemeyeceğimi biliyordum. Gözlerimi sımsıkı yumdum ölmeyi bekleyerek. Bir süre sessizlik oldu. Meraklanarak gözümü açtım. Üç gardiyanda tamamen kül olmuştu ve Roxana gülümseyerek yere bakıyordu. "Güçlerini kullanmamalıydın... Anlayacaklar," diye fısıldadım. "Benim... bizim yaptığımızı anlayacaklar." "Soraya sorun yok," dedi Roxana gayet rahat bir tavırla. "Ama yanık cesetler?" dedim suyla külleri temizlerken, ama yanık cesetleri temizlemenin mümkünatı yoktu. Roxana da ateşiyle benim ıslattığım yerleri kurutmaya başladı. Onu durdurdum. "Roxana bırak ıslak kalsın. Sen burada kal. Bense çiçeği alıp Lucas'ın yanına gideyim. Suçu bana atarsın." "Suçu sana mı atayım?" "Sonradan başka birinin daha geldiğini söylersin. Bilmiyorum. Uydurursun bir şeyler," dedim kararsızca. "Çiçeği al ve kaç," diye emir verdi. Emir verirken tıpkı soğukkanlı bir Element Lideri gibi görünüyordu. Olması gerektiği gibi görünüyordu. Dediği gibi çiçeği narin hareketlerle aldım. Roxana ıslık çaldı. Biraz sonra ejderha tavandaki mozaik işlemeli camı kırarak içeri girdi. Aceleyle ejderhanın üstüne bindim. Ejderhayı ilk defa sürdüğümden yolda çok zorladım. Elimi ejderhanın parlak ve keskin pullarında gezdirdiğimde bir kez daha büyülenmiştim. Ejderha gökyüzüne yükseldiğinde saçlarımı uçuşturan rüzgâr fazlasıyla şiddetliydi. Kırmızı bulutlar fırtınanın habercisiydi. Ama Roxana'nın eğitimli ejderhası sayesinde bir sıkıntı yaşamadan Roxana'ın kulübesine varmayı başarmıştım. Ejderhanın üstünden indikten sonra canım pahasına koruduğum bu çiçeği yağmurdan ve rüzgârdan koruyarak kulübeye doğru koştum. Kapıyı tıklattım. Kapıyı açan Kiran'ın gözleri Roxana'yı arasa da elimdeki masmavi çiçeği fark edince gülümsedi. Lucas'ın dinlendiği odaya girdiğimde çarşafların temiz olanlarıyla değiştirildiğini fark ettim. Ama onu en son gördüğümden daha kötü durumdaydı şu anda. Teni sararmış, saçları ve alnı terlemiş, titriyordu. Üzerinde gömleği olmadığı için zehirli yarası gözler önüne seriliyordu. Omzundaki iğnenin battığı yer kızarmış, damarlanarak şimşek görüntüsüyle göğsünün bir kısmına ve sol kolunun bileğine kadar yayılmıştı. Hızlı hızlı nefes alıp veriyordu. "Ne yapmam lazım?" dedim Kiran'a doğru. Kiran çiçeği nazikçe elimden aldı. "Onu ben hallederim," diye göz kıptı ve başka bir odaya geçti. Bende onun peşinden gittim. Kiran mavi çiçeğin taç yapraklarını koparıp ayrı bir kaba koyarken bir yandan da "Roxana neden gelmedi?" diye sordu. Gerçekleşen olayları en küçük ayrıntısına kadar anlatmaya başladığımda ne kadar zor bir gece geçirdiğimi yeni fark etmiştim. Ben son sözümü de söylerken o da çiçeği kullanarak merhem hazırlamayı bitirmek üzereydi. Çiçeğin bir kısmından merhem hazırlamıştı. Çiçeğin diğer kısmını ise kaynatmıştı ve çiçeğin renk verdiği kaynamış, sıcak, mavi suyu soğuması için mutfağın bir köşesine koydu. Lucas'ın yanına döndüğümüzde hemen Lucas'ın yanına oturdum. Islak bir bez yardımıyla Lucas'ın alnındaki terleri sildim. Kiran ise Lucas'ın diğer yanına oturmuştu. Merhemi iğnenin deldiği yere sürdükten sonra omzunu sargı bezleriyle sardı. Bende içeriden soğumaya bıraktığımız mavi suyu getirmeye gitmiştim. İçindeki çiçek parçalarını süzdükten sonra suyunu bir bardağa koydum. Lucas'ın yanına geri döndüğümde uyanmıştı, ama hâlâ kendinde gibi görünmüyordu. Gözleri yarı açık yarı kapalıydı. Bardağı Lucas'ın dudaklarına dayayıp onu içmeye zorladım. Mavi su bittiğinde Lucas eskisinden daha iyi görünüyordu. Elimi alnına koydum ve ateşininin olup olmadığını kontrol ettim. Neyse ki şu anlık iyiydi. Artık onun iyileşeceğini ve şifalı bitkinin işe yarayacağını umut etmekten başka çarem yoktu. "Sence o iyi olacak mı?" dedim. "Zamanla toparlar," diye cevapladı Kiran. "Şu anlık dinlenmesi lazım. Sana sıcak bir şeyler hazırlasam iyi olacak. Acıkmış olmalısın." Başımı sallayarak onayladım. Yere ufak bir sofra kurduğumuzda Kiran yemeklerden birer tabak Lucas'a ayırıp tepsiyle onları Lucas'a götürmüştü. Lucas hâlâ yarı baygın olsa da en azından şu anda yemeğini kendi başına yiyebilecek kadar ayık sayılırdı. Kiran ile sessizce yemeğimizi yedikten sonra Lucas'ın odasındaki tepsiyi almaya gittim. Derin bir uykuya dalmıştı ve yemeklerin birçoğuna el bile sürmemişti. Sadece çorbaya biraz ekmek banmış ve bırakmıştı. Yemek yememesi moralimi bozsa da kendi kendimi teselli etmekten başka çarem yoktu. Tepsiyi mutfağa götürdüm. Yorgun olduğumdan dolayı tabakları temizleme görevini Kiran'a bırakmıştım. Kendimi boş odalardan birine bıraktım. Elimdeki bir bardak suyu tam karşıma koydum ve tüm dikkatimi suya yönelttim. Saraydayken bir anlık korkuyla yerleri ıslatmayı başardığıma göre bunu da başarabileceğimi düşünüyordum. Tüm odağımı suya verdiğimde zihnim tamamen kötü düşüncelerden arınmıştı. Ne gözümün önünde can veren insanları düşünüyordum ne de Lucas'ın sağlık durumu için endişeleniyordum. Zihnimde beliren tek şey önümdeki suyun bardaktan çıkıp havada süzülmesiydi. Su bana itaat ederek parmaklarımla onu hareket ettirmeme izin verdi. Parmaklarım hangi yöne ilerlerse su kıvranarak istediğim yöne gidiyordu. Su baloncukları etrafımda dönmeye başladığında keyifle gülümsedim. Kiran birden odaya girdiğinde bir anlığına kontrolü kaybetmiştim ve etrafımda dönen sular birden yer çekimine karşı koyamayıp beni ıslatmıştı. Kiran benim hâlime biraz güldükten sonra ona sert bir bakış attım ve sustu. Gülmesini bastırdıktan sonra "Lucas uyandı," demesiyle hemen ayaklanıp Lucas'ın kaldığı odaya yöneldim. Odaya girdiğimde Lucas yatağında oturur pozisyonda duruyordu. Beni görünce gülümsemeye çalıştı, ama bana dönmek için vücudunu hareket ettirmeyi deneyince yüzünü acıyla buruşturdu. "İyi misin?" diye sordum Lucas'ın yatağının kenarına otururken. "Hımhı," dedi öksürüklerinin arasından. "En son ne oldu?" "Derrick ejderhanın kanıyla seni öldürmeye çalıştı," deyiverdim. "Sonra seni Roxana'yla birlikte buraya getirdik." "İyi de ejderha kanı..." "Biliyorum," dedim. "Ejderhanın kanı hem ölümcül hem de zehirli. Ama şifalı çiçeği almayı başardık ve sen baygınken sana içirdik suyunu. Bu yüzden sorun yok." Gözleri iri iri açıldığında "Şifalı çiçeği almayı nasıl başardınız?" diye sordu. "Roxana ile saraya gidip onu çaldık." Başını inanamaz gibi iki yana salladı. "Ama bu çok tehlikeli. Başınıza nasıl bir bela aldığınızın farkında mısınız? Ya sizin çaldığınızı öğrenirlerse... o zaman ne yapacağız?" Artarda en kötü ihtimalleri sıralarken fazla endişeliydi. Sonra duraksadı. "Roxana nerede?" "Arcadia Sarayında," dedim. "Merak etme ona bir şey olmayacak." "Ama..." Sözünü kestim. "Sakin olursan her şeyi anlatacağım." Ve her şeyi tane tane anlattım. Sessizce söylediklerimi dinledikten sonra "Ejderhanın kanının onda olduğunu söylemişti Roxana," dedi kendi kendine. "Yalan söylemiş." Cevap vermedim, çünkü ne demem gerektiğini bilmiyordum. İç çekti ve sükûnetini bozmadan "Ejderhanın kanının isyancıların elinde olması tehlikeli," diye mırıldandı. "Bunu atlattık. Ama bir daha böyle bir sorunla karşılaşırsak bu seferki kadar şanslı olamayabiliriz. Bir dahaki şifalı çiçek üç ay sonra açacak." "Eh, yeter," dedim sıkılarak. "Çok konuştun." Anlamsız bakışlarla bana baktı. "Efendim?" "Diyorum ki biraz dinlen." Lucas'ın yatağının yanındaki komodinin üzerinde duran merhem kutusunu aldım. Lucas'ın sargısını açtıktan sonra önce yarayı temizledim, sonra kutunun içindeki merhemi sürdüm. Bunu yaparken Lucas biraz yüzünü ekşitmişti ve dişlerini sıkıyordu ara sıra gıcırdatıyordu. "Canın acıyor mu?" diye sordum. Cevap vermedi. Canının ne kadar acıdığını tahmin edemezdim, ama yarasının iyileşmesi için bu merhemi sürmem gerekliydi. Sadece ufak bir iğne batırılmasına rağmen ejderha kanının zehri yüzünden omzunda göğsüne kadar kızarık şimşek şeklindeki çizgiler, damarlar iniyordu. Kolunun bir kısmında da bu izlerden biraz yayılmıştı. Neyse ki bu izler tüm vücuduna yayılmadan şifalı çiçeği almayı başarmıştık ve bu izlerin yayılışını durdurmuştuk. Bu kılcal kırmızı damarlı izler korkutucu görünüyordu. Merhemi tüm yaralarına sürdükten sonra narin hareketlerle eski sargı bezini atıp yeni ve temiz olanıyla tekrardan sardım. Sargıları iyice sardığıma ve Lucas'ın herhangi bir yarasının açıkta kalmadığına emin olduktan sonra ayağa kalktım. "Başka bir şeye ihtiyacın yoksa o zaman ben gidiyorum," dedim onu yoklamak için. Kafasını iki yana salladı. Odadan çıktığımda ilk iş kirli sargı bezlerini çöpe atmıştım. Sonrasına Aspera'ya biraz yiyecek vermiştim. Lucas dinlenirken onun şahinine göz kulak olma görevi maalesef bana kalmıştı. Bu kuşla hiç mi hiç anlaşamıyordum. Lucas resmen kendinin şahin kopyasını bulmuş gibiydi. Aspera, bana kendini sevdirmiyor ve sürekli bana kızıyordu. Ayrıca yemekleri Kiran verirse yiyordu, ben verince her şeye burun kıvırıyordu. Dolaylı yoldan sürekli bu şahinle kavga ediyorduk. Evde sürekli benim bağırışlarım ve şahinin kulak tırmalayıcı sesleri yankılanıyordu. Kiran ise deliymişim gibi ters ters bana bakıyordu. Roxana'ya ne durumda olduğuyla ilgili sorular sorduğum ve Lucas'ın şu anki durumunu anlattığım bir mektup yazdım. Aspera'ya mektubu uzattığımda resmen başını başka yöne çevirip bana trip atmıştı. Neyse ki biraz uğraştıktan sonra onu ikna etmeyi başarmıştım. Aradan günler geçmesine rağmen Roxana'dan cevap gelmeyince endişelenmiştim, ama Lucas'ın da endişelenmesini istemediğim için ona Roxana'nın çoktan mektup yolladığıyla ilgili yalanlar söyleyip durdum. Günler hızlı hızlı akıp giderken sonunda Roxana'dan cevap olarak bir mektup gelmişti. Bu sefer benim de okuyabilmem için Lucas'a yazdığı gibi şifreli yazmamıştı. Buna sevinmiştim. Zarfın mührünü bozmayı önemsemeden açtım ve içindeki kâğıdı çıkarıp merak içinde okumaya başladım. Sevgili Soraya, Lucas'ın eskisine nazaran daha iyi olduğunu duyunca gerçekten de çok sevindim. Demek ki şifalı çiçek işe yaramış, onu iyileştirmiş. En kısa zamanda oraya gelmeyi ve Lucas'ı görmeyi umut ediyorum. Maalesef mecliste durumlar hiç de iyi değil. Arcadia Sarayında beni bulduklarında önce sessiz odaya tıktılar. Bir gün orada kaldıktan sonra sorgu odasına götürdüler. Element Lideri olduğum için beni suçlamaktan çoğu kişi kaçındı ve çiçeği çalanın ben olmadığımı yanımda saraya giren kişinin olduğunu söylediler. Ama yine de akıllarında bir soru kalmıştı. Ben suçlu değilsem o zaman neden Nyx adında bir öğrencimin olduğuyla ilgili bir yalan söylemiştim? Bu sorun karşısında senin beni de kandırdığınla ilgili yalanlar söylediğini uydurdum. Seni hiç tanımadığımı sadece öğrenci üniformasıyla seni görünce öyle olduğunu düşündüğümü söyledim. Saraya seninle girmemin sebebinin ise imparatorla isyancılar hakkında konuşmak olduğunu ve senin isyancılar hakkında casusluk yapan askerlerden biri sandığım için seni de yanıma aldığımla ilgili saçma sapan bahaneler uydurdum. Bu bahaneler çoğu kişiyi inandırmaya yetmese de Meclis Başı Alador, muhtemelen zaten daha önce de Lucas suç işlediği için ikinci bir Element Lideri daha suçlu konumuna düşerse meclisin itibarının düşeceğinden korktu ve beni masum olarak ilan etti. Ama yine de Darius bunlara inanmamış olsa gerek sürekli peşimde geziniyor ve bir açık arıyor. Geçen gün odamı karıştırırken yakaladım onu. Ama hiç utanmış görünmüyordu, aksine bunu yapmasının nedenini düzgünce açıklayıp odamı karıştırmaya devam etti. Darius gerçekten tanıdığım en acayip insanlardan biri. Maalesef Darius yüzünden şu anlık yanınıza gelemem, ama bir açık bulduğum anda yanınıza geleceğim. Sevgilerle Roxana. Mektubu kimsenin görmemesi için hemen cebime tıkıştırdım. Lucas'ın sağlığı zaten kötüydü, bir de bu mektubu kafaya takmasını istemezdim. Darius... Onunla daha önce tanışmıştım ve garip biri olduğunu kesinlikle kabul ediyordum. Belki de Darius, bana su gücümü kullanmayı öğretebilirdi. Başımı iki yana sallayarak bu düşünceyi kafamdan atmaya çalıştım. Beni gördüğü anda sessiz odaya tıkardı. Bu yüzden böyle bir delilik yapmamalıydım. Ama Lucas'ında bana bir şey öğreteceği yoktu ve şu anda Agnes'e karşı beni koruyabilecek durumda da değildi. Lucas özünde iyi biriydi, ama benim de kendi hayatımı düşünmem gerekiyordu. "Ne düşünüyorsun öyle kara kara?" Duyduğum sesle hızla düşüncelerimden arınmıştım. "Lucas," dedim ona kızarak. "Sana yatağından iyileşene kadar kalkmamanı söylemiştim. Bunu duyarsa Kiran senden çok bana kızacak!" Güldü ve aksak adımlarla yanıma oturdu. "Kiran bana değil, sana kızacaksa benim için hava hoş. İstediğimi yapabilirim." Bana bakıp tek gözünü kırptı. "Lucas!" diye bağırıp omzundan onu ittirdim. Canı acıdığını için inleyip yüzünü buruşturunca hemen panikleyip "İyi misin? Canını yaktım mı? Çok mu acıyor? Özür dilerim," diyerek cümleleri ardı ardına sıralamaya başladım endişeli bir ifadeyle. "Özür de dilermiş," diye sırıttı kinayeyle. "Kibarlıkta seviye atlamışsın baş belası. En son lütfen bile demiyordun." Sonrasında neler olduğunu anlamaya çalışırken onu ittiğim omzunun sol değil, sağ omzu olduğunu fark ettim. Yani yaralı omzuna dokunmamıştım. "Rol yapıyorsun," diye bağırdım sinirle. Aklı sıra beni kandırıyordu. Daha çok güldü. Bu sefer bilerek yaralı omzundan onu setçe ittirdim. Bağırdığında ona hiç mi hiç acımamıştım. Kesinlikle bunu hak etmişti. "Vicdansız," diyerek feryat etti, bir eliyle omzunu ovuştururken. Sonrasında ayağa kalkıp ağır adımlarla odasına adeta geri kaçtı. *** Aradan bir hafta geçmişti. Lucas; Kiran'ın yardımlarıyla ve şifalı bitkiden elde ettiğimiz merhemle şu an daha iyi bir durumdaydı. Artık evin içinde yaramaz bir çocuk gibi dolanıp evdeki tüm bireyleri sinir ediyordu. Kiran ondan kaçmak için kendini mutfağa kapatıyordu. Ben bahçeye saklanıyordum. Aspera bile bu durumdan o kadar bıkmıştı ki genelde Lucas'ı görünce yıllardır kafese hapsedilmiş gibi bir özlemle gökyüzüne uçuyordu. Lucas'ınsa kimseyle uğraşamadığı için epey canı sıkılıyor olmalıydı. Neyse ki Roxana'nın yakında geleceğini duyduğunda biraz olsun sevinmişti. Bense Roxana gelmeden önce Roxana'nın gönderdiği mektubu Lucas'a okutturmuştum. Lucas mektubu okurken yer yer güldü yer yer kaşları çatıldı. Mektubu okumayı bitirdiğinde "Darius garip biri değil, gıcık biri," diye söylendi. "Darius'u neden bu kadar sevmiyorsun?" diye sordum merakıma yenik düşerek. Darius ile birbirlerini sevmediklerini bu diyara ilk geldiğim andan beri fark etmiştim. İkisi de birbirleri hakkında ileri geri konuşuyorlardı. "Darius'u neden seveyim," dedi gayet bariz bir şeymiş gibi. "Kibirli, gıcık, ciddi, şakadan asla ama asla anlamıyor... Ve dahası benim çocuk gibi olduğumu söylüyor. Ne var yani genç ruhluysam. Cık cık cık. Ayrıca bunamış bir yaşlı gibi davranıyor." "Tamam, sakin ol. Anladım ne demek istediğini." Lucas sinirle bunları söylerken yüz ifadesinden dolayı söylediği her şeye kahkaha atmıştım. Bu hâli çok gülünçtü. "Peki, Darius güçlü biri mi? Yani su gücünü kontrol edebiliyor mu?" "O bir Element Lideri," diye cevapladı Lucas. "Tabii ki benim kadar güçlü olmasa da su gücünü kontrol edebiliyor." Lucas'ın ben güçlüyüm kaprislerini şu anda hiç çekemeyeceğim için konuyu değiştirmeye karar verdim. "Gözcülerin neden bayıltıldığını öğrendik, isyancılarla ilgili bir sürü şey öğrendik, buz asilinin kim olduğunu öğrendik, kısacası senin araştırdığın her şeyi öğrendik. Peki, şimdi ne yapacağız bu öğrendiklerimizle?" diye sorduğumda birden konuya giriş yapmayı bende kendimden beklemiyordum. "Bak, sana karşı dürüst olacağım," dedi yüz ifadesi gerildiğinde. "Seni en başından beri bir asil olduğun için koruyorum, hiçbir zaman benim yardımcımmış gibi bana yardım etmeni istemedim. Senin tek yapman gereken Agnes'in seni bulamayacağı bir yerde beklemek. Yani senin herhangi bir şey yapmana gerek yok yani birlikte bir şey yapmayacağız. Ben yapacağım. Tek başıma," dedi son cümlesinin üstüne özenle bastıra bastıra. Sonrasında bir cümle daha ekledi: "Anladın mı Soraya?" Bir an ne diyeceğimi şaşırıp öylece kalakalmıştım. "Ne yani öylece kaçıp saklanmamı mı istiyorsun?" "Evet, senin şu anda yapman gereken tek şey bu," dedi. "Peki, güçlerimi kullanamıyorken nasıl kendimi savunmamı bekliyorsun?" diye direttim. "Ya da nereye saklanacağım ki?" "Roxana ve birkaç tane güçlü arkadaşımın yanına bırakacağım seni. Onlar yanındayken meclis bile seni bulamaz," dedi güven verici ses tonuyla. "Ne yani bu olayların devamında ne yapacağını söylemeyecek misin?" "Hayır." "Hem beni yanında götürmüyorsun hem de bana güvenmeyip hiçbir şey anlatmıyorsun," dedim kırgınlıkla. Derin bir nefes aldı. "Sadece peşimden gelmeni istemiyorum. Bu diyarın sana yabancı olduğunun farkındayım, ama güvenliğin için saklanmalısın," dedi hızlı hızlı. "Bu arada sana elbette güveniyorum. Birlikte uzun bir zaman geçirdik." Başımı salladım. "Pekâlâ," diye derin bir nefes aldı daha fazla tartışmayı uzatmak istemiyorcasına. "Eski Meclis Başı Agnes'i bulmak için önce Kayıp Mağaralara gideceğim. Çünkü orada çok fazla saklanabileceği yerler var, ayrıca oralarda yaşam yeri neredeyse yok denecek kadar az. Kayıp Mağaralar tenhadır." "Tamam," dedim yenilgimi kabul ederek. "Yarın sabah seni güvendiğim arkadaşlarıma bırakacağım." "Yarın sabah mı? Bu kadar erken mi?" diye feryat ettim. "İyi de sen hâlâ tam iyileşmedin. Hemen Kayıp Mağaralara mı gideceksin?" "Bir şey olmaz. Yeterince bekledim. Asıl biraz daha beklersem sorun olur. Eğer geç kalırsam diğer asillerin gücü çoktan çalınmış olacak. Agnes harekete geçmeden önce onu bulup durdurmalıyım," dedi Lucas. Kiran yanımıza geldiğinde ikimizde konuyu kapatıp susmuştuk. Önce yemek yedik sonrasında Lucas ile yarın sabah yola çıkacağımız için kutunun dibinde kalan merhemi sıyırarak Lucas'ın yaralarına son bir kez merhem sürdü Kiran. Yaraları güzelce temizleyince sargıyla sardı. Yaraları artık daha iyi görünüyordu, fakat yine de canının yandığı her hâlinden belliydi. Akşam herkes kendi odasına çekildiğinde yarın sabah yola çıkacağımızı biliyordum. Lucas'ın beni korumaları için arkadaşlarına bırakacağını biliyordum. Su gücünü bana öğretmeyeceklerini, sadece Agnes'in beni bulmaması için beni bir eve ya da mağaraya tıkacaklarını biliyordum. Ve kabullenmesi zor olsa da bir daha ailemi göremeyeceğimi, bir daha eve dönemeyeceğimi de biliyordum. Bildiğim bir diğer şey ise Lucas beni sabah arkadaşlarının yanına götürmeden önce Lucas'ın haberi olmadan buradan kendi isteğimle gideceğimdi. Kendime güvenli bir yer ve bana su gücünü öğretecek biri bulacaktım. Bu şekilde beni koruması için Lucas'a veya bir başkasına ihtiyacım kalmayacaktı. Lucas ile Fırtına Adasında bana aldığımız kıyafetleri sırt çantama doldurdum. Çok kaliteli olmasalar da kullanışlı ve rahatlardı. Üzerime rahat ve sportif kıyafetler giydim. Saçlarımı at kuyruğu şeklinde topladım, ama maalesef perçemlerim kısa olduğu için yüzüme düşüyordu. Sonrasında Lucas'ın bana gözcü kulesinde verdiği hançeri belimdeki kemere taktım. Yine Lucas'la aldığımız kıyafetler arasından rahat olan siyah, deri postallarımı ayağıma geçirip iplerini sıkı sıkı bağladım. Lucas'ın bana kehanet gecesi verdiği pelerini de üstüme geçirdim. Tam olarak şu anda fark ettiğim bir diğer şey ise bu diyarda bana ait olan her şeyi bana Lucas'ın vermesiydi. Bu diyarda en yakın olduğum kişi Lucas'tı. Bu kalbimde ufak bir burukluk oluştursa da hemen onu yok ettim. Lucas'ın uyuduğu odanın kapısına kulağımı dayayıp onu dinledim. Horlama sesleri kulağıma ulaştığında onun çoktan uyduğunu anlamıştım. Kiran'ın da uyuduğuna emin olmak için kapısına gittiğimde kapısı zaten yarım açıktı. Parmak uçlarımda odaya girdim. Kiran'da tıpkı Lucas gibi mışıl mışıl uyuyordu. Masanın üzerinde gözüme çarpan kılıçları gördüğümde birini aşırmanın sorun olmayacağını düşündüm. Çekmeceleri karıştırıp bir harita da bulmuştum. Haritayı rulo şeklinde kıvırarak çantama tıktım. Orta boy olan keskin bir kılıcı kınıyla birlikte kemerime yerleştirdim. Kiran'ın odasından süzülerek çıkıp mutfağa ilerledim. Yediğimiz yemekten fazla kalanları paketleyip çantama tıktım. Artık buradan gitmeye hazırdım. Evin yanındaki ufak ahıra girdiğimde atlardan birini çalmam kesinlikle sorun olurdu. Ama kimin umurundaydı... Bir daha o ejderhalara asla binmek istemiyordum. Yükseklik korkum yüzünden ejderhalar midemi bulandırıyordu. Atlardan birini ahırdan çıkarıp üzerine atladım. İstikamet Arcadia Meclisiydi. *** Hikaye tamamlandıktan sonra düzenlemeye almayı düşünüyorum. Aslında şu anda düzenlemeye başlayacaktım ama düzenleye düzenleye gidersem kitabın bitmesi çok uzun sürer. Bu yüzden önce bitirip sonra baştan düzenlemek istiyorum. Bu konu hakkında sizin düşünceleriniz nedir? Şimdilik sağlıcakla kalınn |
0% |