Yeni Üyelik
10.
Bölüm

9 | Özgürlüğe Doğru

@ejderhacik

Keyifli okumalarr


***


Saatlerdir yol gidiyordum. Gözcü kulelerine görünmemek için ağaçların arasından geçmiştim. Sabaha karşı yağmur bastırmaya başlamıştı ve toprak yollar hep çamurlaşmıştı. Kırmızı bulutlar ise tepemde bana göz kırpıyorlardı. Atın nalları çamura sertçe vurdukça çamurlar üstüme sıçrıyor, yıldızlı pelerinimi kirletiyorlardı. Yıldızlı pelerinim kukuletasını yağmurdan korunmak için başıma geçirdim. Artık tanınamaz haldeydim.


Haritaya bakıp doğru yoldan gidip gitmediğime emin olmaya çalıştım. Eğer doğru yoldan gidiyorsam şu anda başkentin yanından geçmiş olmalıydım ve birazdan meclise varmış olacaktım.


Ağaçların arasından bir ok üzerime doğru uçtu. Hemen başımı eğip atın hızlanması için dizginlere asıldım. At paniklediğimi fark etmiş olacak ki tedirgin oldu. Ağaçların arasından, okun geldiği yönden bir at koşturmaya başladı. Peşimdeki ata dönüp baktığımda üzerinde iri bir adam vardı. Ama yüzü görünmüyordu.


Neler olduğunu anlamaya çalışırken at dörtnalda koşuyordu. Hızla ilerlerken rüzgârın etkisiyle kafamdaki pelerinimin kukuletası başımın arkasına düşmüş ve yüzümü açıkta bırakmıştı. Arkamı tekrardan kontrol ettiğimde arkamda kimse görünmüyordu. Peşimdeki kişi herkimse şu anda ağaçların arasından ilerliyor olmalıydı.


Tekrardan önüme baktığımda birkaç metre önümde az önceki kişinin olduğunu gördüm. O durup yolumu kestiğinde dizgini sola doğru hızla çevirip üzengiyi atın karnına bastırdım. At bir anda sinirlenip şaha kalktığında sertçe yere düşüp çamura bulanmıştım. At ise koştura koştura uzaklaşmıştı.


Yerde oturur pozisyonda dururken elim, belimdeki kılıcın kabzasına uzandığında karşımdaki kişi kapüşonunu kaldırıp yüzünü gösterdi. "Darius?" dedim şaşkınlıkla. Ben onu ararken o beni bulmuştu. Su elementinin lideri ve ejderhanın gözyaşının koruyucusuydu.


Tüm cesaretimi toplayıp gözlerimi ona diktim. O da büyük adımlarla yanıma ulaştığında elini uzattı. Uzattığı elini tuttum ve ayağa kalkmama yardımcı oldu. Ayağa kalktığım anda hemen söze girip "Lütfen, beni tutuklamadan önce dediklerimi dinle," dedim aceleyle.


Beni hiç dinlemeden belindeki kelepçeyi çıkarıp ben daha farkına varamadan bileklerimi kelepçelemişti. "Eğer şu anda seni sessiz odaya tıkmamı istemiyorsan bana Lucas'ın yerini söylersin," dedi tehdit edercesine. Bunu duyduğumda gerçekten şaşırmıştım. Benden çok Lucas'ı yakalamak istemesi daha mantıklı olsa da yine sinirimi bozmuştu.


Beni de yakalamak istemeliydi! 


Ya da istememeliydi... 


Ah, ne saçmalıyordum ben?


"Eğer karşılığında bana su gücünü öğretirsen ve beni tutuklamazsan sana Lucas'ın yerini söylerim," dedim aramızdaki anlaşmaya kendi çıkarımı ekleyerek.


Su gücünü öğrenmeyi istediğimi duyunca afallamış olacak ki "Su gücü mü?" diye sordu onaylamam için.


Evet anlamında kafamı salladım ve "O halde bana su gücünü öğreteceğine ve sessiz odaya atmayacağına söz ver," diye devam ettim.


"Bana güvenmen için illa söz mü vermem gerekiyor?" dedi kibirli bir tavırla. Sanırım meclisteki tüm Element Liderleri biraz olsun kibirliydi. "O zaman sende tekrardan kaçmayacağına söz vermelisin."


"Söz," dememle bileğimdeki kelepçeleri çözdü.


"Söz," dedi o da beni tekrar ederek. "Şimdi Lucas'ın yerini söyle."


Lucas'a ihanet etme fikri hoşuma gitmemişti, ama sessiz odaya tıkılmak istemiyordum. Bir süreliğine kararsız kalsam da Darius'un sorusunu cevapladım. "En son bana Kayıp Mağaralara gideceğini söyledi," dedim kısık bir sesle.


"Anlamadım?"


"Kayıp Mağaralar," dedim bu sefer daha yüksek bir sesle ve kendimden emin bir tavırla.


"Tamam," dedi. "Önce seni Arcadia Meclisine bırakacağım, sonra Lucas'ı bulmaya gideceğim. Eğer Kayıp Mağaralar da onu bulamazsam seni tutuklarım, haberin olsun."


"Ama bulursan beni tutuklamayacaksın ve bana su gücünü öğreteceksin," diye hatırlattım, sözünde durması için. "Söz verdin unutma."


Ata atladı, bende arkasına binip ona tutundum. Meclise vardığımızda bizi karşılayan ilk kişi Freya olmuştu. "Darius yanındaki kim?"


"Kaçak bir misafirimiz var," dedi Darius attan inerken. Arkasından bende attan indim ve birkaç kişi gelip atı götürdüler.


Freya beni görünce şaşırmıştı.


"Tekrardan merhaba," dedim gülümsemeye çalışırken.


Şaşkın bakışları yerini sinirli bakışlara bırakmıştı. Bakışlarını benim üzerimden çekip başını Darius'a döndürdü. "Onları buldun mu?"


"Soraya onu tutuklamamam karşılığında Lucas'ın yerini söyledi. Yanıma eğitimli bir birliği alıp Kayıp Mağaralara gideceğim," diye cevapladı Darius.


"Raine'de seninle gelsin," dedi Freya.


Raine hava elementinin lideriydi. Kehanet gecesinde elinde pulu tutan kişiydi. Düşününce Lucas onun en güçlü Element Lideri olduğunu söylemişti. İçimden Lucas'ın onların elinden kaçabilmesini umdum, ama yaralıyken bunu yapabileceğinden emin değildim.


"Ben nereye gidecekmişim?" diye çıkageldi bahsi geçen kişi. Raine benim üzerimde kısa bir süre göz gezdirip tekrardan Darius'a baktı.


"Kayıp Mağaralar'a gideceğiz," dedi Darius. "Lucas oradaymış Soraya'nın dediklerine göre. Soraya da burada Mateus ile birlikte kalır. Bu sefer kaçmaması ve meclisi yakmaması için önlemimizi almalıyız." Bunu söylerken bana keskin bir bakış atmıştı. "Ne de olsa Lucas'ın yerini söylerken doğruyu söyleyip söylemediğini bilmiyoruz."


"Onu ben hallederim," dedi Freya. Sonra bana bakıp "Benimle gel," dedi.


Freya'nın ardından meclise girdim. Darius ve Raine peşimizden gelmemişlerdi. Freya önümde yürürken gözleriyle uyumlu olan mor elbisesi siyah teninin üzerinde adeta parlıyor, elbisesinin kuyruğu ise onun adımlarını takip ediyordu. Elbisesinin kolları uzundu ve İspanyol paça gibi sarkıyordu. Siyah teninin üzerindeki köprücük kemiklerini açıkta bırakan elbise ona bir kraliçe havası katıyordu. Parıltılı açık mor gözleri keskindi. Kendinden emin adımları, otoriter bakışları ve nezaket dolu gülümsemesiyle bir lider olmanın hakkını kesinlikle veriyordu.


Mateus'un odasına girdiğimizde Mateus; başını önündeki eskimiş, kalın, ciltli kitaptan kaldırdı. Freya'yı gördüğünde belli belirsiz bir baş selamı verdi. Beni görünce herkesin yaptığı gibi kaşlarını çattı. "Neler oluyor?"


"Eminim Soraya sana her şeyi açıklar. Benim gelişmeleri Meclis Başı'na aktarmam ve onu bu durumdan haberdar etmem gerekiyor. Ayrıca birkaç plan değişikliği oldu. Onları düzenleyeceğim," dedi Freya ve odaya girdiği gibi geri çıktı.


Mateus masanın yanındaki sandalyeyi işaret ederek "Otur," dedi. Mateus toprak elementinin lideriydi ve üç ayda bir şifalı çiçeğin açmasını sağlayan toprak ejderhasının dal boynuzunun koruyucusuydu.


Sandalyeye oturdum ama söze nasıl başlayacağımı bilmiyordum. Mateus birini çağırarak iki fincan kahve istedi. Kahveler gelene kadar ikimizde sessiz kalmıştık. Sonunda kahveler geldiğinde Mateus bir yudum alırken "Seni buraya kim getirdi?" diye başladı beni sorgulamaya.


Kahvemden bir yudum aldım, ama tadı fazla şekerliydi. Kahveyi zoraki bir şekilde yutmayı başardığımda "Darius," diye cevapladım kısa ama öz bir cevapla.


"Lucas nerede?" 


"Kayıp Mağaralar."


"Bundan Darius'un haberi var mı?"


"Evet," dedim. "Hatta Darius ve Raine, Lucas'ı bulmaya gittiler."


"Şimdi anlaşıldı," dedi kendi kendine Mateus. "Bu süreçte ne yaptınız?"


"Bu süreç?" dedim anlamayarak.


"Lucas ile kaçak olduğunuz bu süreçte ne yaptınız, nerelere gittiniz. Her şeyi detaylı bir biçimde bana anlatmanı istiyorum," dedi Mateus önüne kâğıt ve kalem alarak.


"Üzgünüm, ama Darius ile anlaşmam böyle değildi," diye itiraz ettim.


Bu yaptığımı görünce gözleri öyle mi der gibi parıldadı ve kaşları havalandı. Kendi kendine beni küçümsercesine gülümsediğinde dudağının sadece bir kenarı yukarıya doğru kıvrılmıştı. "Üzgünüm, ama," dedi beni taklit ederek. "Darius ile yaptığınız anlaşma her neyse beni hiç mi hiç ilgilendirmiyor. Ben sadece görevimi yapıyorum."


Hızlıca ayağa kalktığımda sandalye geriye doğru düşmüştü. Sinirle kapıya doğru yürüdüğümde arkamdan seslendi. "Ben olsam kapıdan çıkmayı denemezdim."


Bir an için duraksadım. Ama duraksamam çok uzun sürmedi. Kapı birden açıldığında içeri Roxana dalmıştı. "Mateus sen yine ne halt ediyor-" Roxana, benimle göz göze geldiğinde hemen susmuştu. "Soraya sen burada..."


"Bana da sürpriz oldu bu misafir," dedi Mateus alayla. Oturduğu sandalyesinden kalkıp masanın önüne doğru yürüdü ve kollarını önünde kavuşturarak masaya yaslandı. "Ben de az önce haberdar oldum. Ve ayrıca onu sorgulamam hâlâ devam ederken bizi rahatsız etmen hiç hoş değil Roxana."


Roxana sinirle odadan geri çıktığında Mateus ile tekrardan baş başa kalma fikri hiç hoşuma gitmemişti. Umarım Freya bir an önce beni kurtarmaya gelirdi.


Mateus ellerini geriye doğru masaya dayadı ve neredeyse tüm ağrılığını masaya verdi. En rahat pozisyonu bulduğunda yeşil gözlerini bana dikip konuşmasına devam etti. "Lucas ile nereye gittiniz ve ne yaptınız?"


"Darius'a beni tutuklamaması için Lucas'ın yerini söyledim ya," dedim sinirlenerek. "Beni sessiz odaya götürmemesi için bunun yeterli olacağını söylemişti. Neler yaptığımı veya nereye gittiğimi söylemek gibi bir zorunluluğum olduğunu sanmıyorum."


"Darius'un seni tutuklamaması için bu yeterli olabilir, ama benim için değil." Kendinden emin adımlarla bana doğru birkaç adım attı. "Sorularımı cevaplamak zorundasın. Zaten öğrenmem çok zor olmaz."


Bana doğru birkaç adım daha attığında geriye doğru yürümüştüm. Bu tavrı beni korkutsa da cesur görünmeye kararlıydım. "O zaman gidip öğrensene," dedim korktuğumu belli etmemeye çalışarak.


Sarmaşıklar ayaklarıma sarıldığında korkuyla geriye çekilmeye çalıştım. Neler yaptığını anlamak için tekrardan Mateus ile göz göze geldiğimde haince gülümsüyordu. "O zaman bende zorla öğrenirim." Eliyle havada ufak bir daire çizerek sarmaşıkların kollarıma kadar ilerlemesini sağladı kolaylıkla.


"Darius bunu öğrendiğinde eminim sana çok kızacak," dedim sarmaşıklardan kurtulmaya çalışırken.


"Darius şu an burada değil," dedi gülümseyerek. "Eminim sorularımı cevaplamazsan onunla konuşacak kadar uzun yaşamayacaksın."


"Neden bunu bu kadar merak ediyorsun?" diye bağırdım ona doğru. Sarmaşıklar boynuma sarıldığında yüreğime bir korku çöreklenmişti.


"Çünkü bu benim görevim."


Neyden bahsettiği hakkında en ufak bir fikrim yoktu, ama onu biraz daha sinirlendirirsem beni öldüreceğine hiç şüphem yoktu. Sarmaşıklar tüm bedenimi iyice sıkı sıkıya sardığında daha fazla dayanamayacağımı anlamıştım. "Tamam anlatacağım," dedim pes edercesine.


Yüzünde zafer ifadesiyle gülümsedi ve sarmaşıklarını elini sallayarak hemencecik yok etti. Ve yeniden masaya oturmamı gözleriyle işaret etti. İkimizde sandalyelere oturduğumuzda nasıl bir yalan uydursam, diye düşünüyordum.


"Lucas ile ilk nereye gittiniz?" diye sordu.


"Gözcü kulesine gittik."


"Hangi kasabadaki?" dedi kağıdına bir şeyler karalarken.


"Kasabanın adını bilmiyorum."


"Gözcü kulesini yakmak dışında ne yaptınız gözcü kulesinde?" dediğinde başımı utançla önüme eğdim. Demek herkes gözcü kulesini yaktığımı biliyordu.


"Gözcü kulesindekilerle konuşacaktık, ama buna pek şansımız olmadı."


"Evet, çünkü gözcü kulesini yakmakla meşguldünüz," dedi cümlemin devamını getirerek Mateus. Niye sürekli günahımı hatırlatır gibi konuyu yangın meselesine getiriyordu ki, beni sinir etmeye mi çalışıyordu? Eğer amacı buysa gayet başarılı oluyordu.


Verecek bir cevabım yoktu. 


"Yalan söylüyorsun, sizin meclisten kaçtığınız gün ile gözcü kulesinin yandığı gün arasında haftalar var," dedi yalanımı ortaya dökerek. "Şimdi dürüstçe cevapla. Gözcü kulesine gitmeden önce ilk gittiğiniz yer neresiydi?"


İlk Kayıp Mağaralara gitmiştik, fakat hemen sonrasında isyancıların yeraltı şehrine gitmiştik. Bunu söylersem yanlışlıkla Roxana'nın foyasını ortaya çıkarabilirdim. Acilen bir bahane uydurup buradan gitmem lazımdı.


Odanın kapısı tıklandığında bu durum Mateus'un hiç hoşuna gitmemişti. "Gel," diye seslendi isteksizce.


Odaya Darius girdiğinde "Benimle gel Soraya," diye emir verdi bana doğru.


Bu durum Mateus'un hoşuna gitmemiş olsa gerek "Onu şu anda sorguluyorum. On dakika sonra onu istediğin yere götürebilirsin," diye burun kıvırdı Mateus.


"Birini sorgulamak istiyorsan zindanlara gidip Lucas'ı bulabilirsin," diyerek onu tersledi Darius ciddi bir ifadeyle. "Eminim o tüm sorularını seve seve cevaplar." Kinayesi gözümden elbette kaçmamıştı. "Soraya'yı sorgulamayı daha sonra Freya devralacaktır."


Ben Darius'un peşinden odanın çıkış kapısına yöneldiğimde Mateus'tan kurtulduğum için rahat bir nefes aldım. Mateus ise hâlâ arkamızdan söylenmeye devam ediyordu: "Lucas'ın hiçbir soruyu cevaplamadığını biliyorsun..."


Darius odanın kapısını sertçe kapattığında Mateus'un sesi duyulamaz hâle gelmişti. Darius'un meclisin içinde bulunan çalışma odasına girdiğimizde artık baş başa kaldığımız için rahatça konuşabileceğimizi düşünüyordum. "Anlaşmamızda her şeyi anlatmam gerektiğini değil, sadece Lucas'ın yerini söylememi istemiştin," dedim iğneleyici bir ses tonuyla.


Vakur yüz ifadesinin altında aslında ne düşündüğünü ne hissettiğini asla anlayamıyordum ve bu durum beni deli ediyordu. "Seni sorgulayarak öğreneceğim sözleri eminim Lucas'ın ağzından da duyabilirim. Benim için fark etmez." Ses tonu dümdüz ve hissizdi.


"Ne de olsa Lucas konuşmaz," deyiverdim hızlıca.


Ters ters bana bakarak "Konuşturmak çok zor olmaz," dedi.


"Nasıl konuşturacaksın peki?" diye sordum merakla. "Çünkü bende bazen Lucas'tan cevap almakta zorlanıyorum. Bana birkaç taktik versen fena olmaz."


"İki seçeneğin var," dedi Darius, iki parmağını havaya kaldırarak. "Birincisi öğrenmemeye karar verip beni rahat bırakırsın." Parmaklarından birini indirdi. "İkincisi taktiklerimin işe yararlığını senin üzerinde test ederim." İkinci parmağını da indirdi.


Biraz düşündükten sonra "İlk seçenek neydi...?" dedim utana sıkına.


Sinirle benden bıkmış gibi derin bir nefes aldı. İlk defa yüzünde bir duygunun emaresini göstermişti. Buna sevinmeli miydim, yoksa odayı terk edip buradan kaçmalı mıydım emin olamıyordum.


"Neyse öğrenmek istemiyorum. Unut gitsin bunu," dedim hızlı hızlı. "Bu arada beni buraya neden getirdiğini sorabilir miyim?"


"Lucas ile konuşmak isteyip istemediğini soracaktım," dedi Darius. "Şu an sessiz odada. Birazdan sorgulanacak ve cezasına karar verilecek. Lucas sorgulanmadan önce onunla konuşmak için son fırsatın olabilir."


Lucas'ı görmek istiyordum, ama onunla konuşmaya yüzüm olduğunu sanmıyordum. "Hayır, istemiyorum." Cümlemi bitirdiğimde odanın kapısı tıklanmıştı.


"Gel," dedi Darius. 


Roxana odaya girdiğinde Darius'a doğru "Herkes zindanlarda senin gelmeni bekliyor," dedi Roxana Darius'u artık kimseyi daha fazla bekletmemesi için uyarırcasına. "Daha ne kadar gecikmeyi düşünüyorsun?"


Darius koltuğundan kalkıp kapıya doğru yöneldiğinde Roxana, Darius'un arkasından "Hemen geliyorum iki dakika beni orada bekle," dedi ve odanın kapısını Darius odadan çıktıktan sonra sertçe kapattı. Darius odanın dışında Roxana'yı beklerken, Roxana beni odanın bir köşesine çekmişti bile.


Freya'nın aksine Roxana'nın üzerinde rahat ama şık bir dar tulum vardı. Tüm bedenini çepeçevre saran bu tulum ona oldukça yakışmıştı. "Neden kaçtın? Seni güvenli bir yere götürecektik. Tüm bunları Lucas'ı meclise yakalatmak için mi yaptın?" dedi bana doğru tükürürcesine. "Senin amacın ne?"


Mateus'tan kaçarken şimdi de Roxana'ya yakalanmıştım. Yağmurdan kaçarken doluya tutulmak bu olsa gerek. "Hayır, Lucas'ın yakalanmasını asla istemedim," dedim başımı iki yana sallayarak. "Ben sadece su gücünü öğrenmek istemiştim."


"Su gücünü öğrenmek için Darius'u mu seçtin," dedi beni alkışlarken. "Aferin!" Sinirle odada volta atmaya başladı. "Ne bekliyordun ki meclisin senden hiçbir karşılık beklemeden seni kabul edeceğini mi?" Ben cevap vermeyince sinirle bağırmaya devam etti. "Ne sanıyordun buraya gelirken? Bir Element Lideri'nin onca işi varken sana su gücü öğretmeyi kabul edeceğini mi? Hem de sen her yerde aranan bir kaçakken."


"Darius bana su gücünü öğretmeyi kabul etti," dedim.


"Ne karşılığında, Lucas'ın yerini söyleme karşılığında mı?" Odanın havası boğucu bir havaya bürünürken Roxana'nın vücudundan neredeyse alevler yayılır gibi ısı yayılıyordu. Sanırım o sinirlendikçe burası ısınıyordu.


"Tüm suçu bana atmayı bırak. Eğer o ejderhanın kanını kaybetmeyip ona göz kulak olsaydın şu an her şey daha farklı olabilirdi," dedim okları ona doğru çevirerek. "Lucas, sen ejderhanın kanını korumak yerine onu isyancılara verdiğin için az daha ölüyordu. Hem sen kim oluyorsun da beni bu konu hakkında yargılıyorsun. En azından ben nerede durmam gerektiğini biliyorum. Sen hem isyancıların içindesin hem meclisin." Tüm öfkemi ona kustuğumda rahatlamıştım ve bu biraz olsun içimdeki vicdan azabını dindirmişti.


Üstüme doğru yürüyüp yakama yapıştığında "Ne yapacaksın beni meclise mi söyleyeceksin?" diye sordu. Bir eliyle yakamı tutarken diğer elini kolumda gezdirdi. Kolumda büyük bir acı hissedip çığlık atmaya çalıştığımda eliyle ağzımı örterek beni susturdu. Zorla onun kollarından kurtulup geri çekildiğimde keskin kırmızı bakışları acır gibi üzerimde dolaşıyordu. "En azından ben senin gibi kendim koruyamayan ve arkadaşlarına ihanet eden biri değilim."


Duvarın köşesinde kıvranırken gömleğimin kolunu kıvırıp koluma baktım. Kolumdaki büyük yanığın ağrısıyla birlikte bağırmamak için dudağımı dişlemiştim. "Kolunu kapat," diye emir Roxana sinirle. "Ve ağlamayı bırak. Bundan da sakın birine bahsetmeye cüret etme."


Dediklerini yaparak kıvırdığım gömleği düzelttim ve yanığın görünmediğine emin olduktan sonra ayağa kalktım. Kapıdan çıkmaya hazırlanırken göz yaşlarımı silip dışarı çıktım. Peşimden Roxana'da çıktığında Darius ikimizde de bir süre göz gezdirdi.


Kaşları ufaktan çatıldığında kaşlarının ortasında bir çukur oluşmuştu. Bu Darius'ta gördüğüm ikinci yüz ifadesiydi. Bir sorun olduğunu fark ettiyse de bununla ilgili bir şey söylemedi. "Soraya senin için ufak bir ev ayarladılar. Onlar seni oraya götürür," dedi Darius, birkaç tane görevli askeri işaret ederek.


Konuşursam sesim titrer diye düşündüğüm için başımı sallamakla yetindim. Askerler beni meclise oldukça yakın olan bir eve götürdüğünde geri meclise dönmek yerine kapıda dikilmeyi tercih etmişlerdi. Sanırım kimse bana güvenmediği için kaçarım diye düşünüp böyle bir önlem almışlardı.


Minik evin içine tek başıma girip kapıyı örttüğümde tuttuğum göz yaşlarımı salıvermiştim. İlk iş hızla kolumun yanan yerine su döktüm. Müdahale etmek için geç kaldığımdan dolayı yanık hemen su toplamış ve kabarmıştı. Acı yüzünden dişlerimi sıkıp dolapları karıştırdım. Burayı benim için ayarladıklarına göre illaki bir merhem falan vardır diye düşünmüştüm. Fakat yanılmıştım. Elimdeki kısıtlı imkanlarla bu yanığa yapabileceğim bir şey yoktu ve acısı dayanılmazdı.


Yapabileceğim başka bir şey olmadığı için yatak odasına ilerleyip yumuşacık yün yorganıma sarılarak ağlamaya başladım. Acıdan mı yoksa sinirden mi ağladığımı bende bilmiyordum, ama yine de ağlıyordum işte. Sonuç aynıydı. Bir sürü gözyaşı ve kızarmış gözler...


***


Sabah erkenden uyanmıştım. Uyandığımda karnım açlıktan gurulduyordu. Kendime gelmek için banyoya gidip elimi yüzümü güzelce yıkadım. Kolumdaki yanığa baktığımdaysa dünden pek bir farklı yoktu. Hatta su toplamış ve daha çok kabarmıştı. Şu an daha beter bir haldeydi. Sanırım uzun bir süre geçmeyecekti.


Mutfağa gidip dolaplardaki yiyecekleri kullanarak kendime güzel bir kahvaltı hazırladım. Bu arada kapımda bekleyen askerler bana bugün Darius'un beni eğitim alanına çağırdığını haber verdiler. Darius'un sözünden dönmediğine sevinmiştim ve su gücünü kullanmayı öğreneceğim için oldukça heyecanlıydım.


Kahvaltımı yaptıktan sonra kurduğum sofrayı toplamak için ayaklandım. Sofrayı toparlama işim bittiğinde evin kapısı çaldı. Kapıya doğru gidip kapıyı açtığımda karşımda Darius duruyordu. "İlk dersimiz için eğitim alanında beni bekle," dedi ve cevap vermemi bile beklemeden hızlıca gözden kayboldu. Sanırım Darius ile herhangi bir iletişim kurmak benim için düşündüğümden çok daha zor olacaktı.


Askerler eşliğinde eğitim alanına vardığımda Darius orada dikilmiş beni bekliyordu. Beni gördüğüne sevinmiş gibi görünmese de buna aldırış etmedim.


"Merhaba," dedim nezaket gereği. Belki benim ne kadar nazik biri olduğumu görünce o da nazik biri olmaya karar verirdi. En azından belki bir dahaki sefere birden kapıma gelip merhaba bile demeden bir cümlecik söyleyip ve sonrasında cevabımı beklemeden hemen gitmezdi.


Burası geniş bir alandı. Herkes kendi elementinde ustalaşabilsin diye bir göl, içinde ateş yakılabilsin diye büyük bir kadeh ve büyük buz kütlelerinden oluşan bir alan vardı. Zaten zeminin tamamı topraktan oluşuyordu ve eğitim alanının etrafında da ağaçlar vardı.


Büyük bir gölün yakınındaydık. Bu hoşuma gitmişti. Gölün üzerindeki tahta kayıkları gördüğümde binmek için heveslensem de Darius'un beni tersleyeceğini bildiğimden fikrimi söylemekten çekinip sustum.


Darius, muhafızlara artık gitmeleri için "Göreviniz bitti, artık Soraya'nın yanında dolanmanıza gerek yok," dedi. Sonra da bana dönüp "Gölün yanına gidiyoruz," dedi tekdüze bir sesle. İkimizde gölün tam kıyısına geldiğimizde "Yere otur," diyerek bana emrivaki yaptı. Genelde bana emir verilmesinden hoşlanmayan biri olsam da sesimi çıkarmadım.


Rahat bir şekilde bağdaş kurup yere oturdum. O da yere oturduğunda bana doğru "Normal şartlarda çocuklar sekiz yaşında gücünü kullanmayı öğrenmek için on beş yaşına kadar okula gitmeye başlarlar. Sadece güç değil, diğer dersleri de görürler. On beş yaşından yirmi yaşına kadar gücünde yetenekli olan öğrenciler, gücünü kullanmada gelişmek için eğitim almaya devam ederler. Ve genelde orduda asker, muhafız ya da gözcü olurlar. Diğerleri ise normal okul eğitimi almaya devam ederler. Eğer mecliste çalışmak istiyorsan fazladan üç yıl daha zorunlu eğitim alırsın. Ama sen bu eğitimlerin hiçbirinden geçmediğin için su gücünü daha yeni öğrenmeye başlıyorsun," diyerek bana sistemi anlattı. "Bu yüzden senden çok bir ümidim yok, ama en azından gücünü kontrol etmeyi başarabilirsin."


"Ne yapacağım şimdi?" diye sordum.


"Bu saha da beş tur koşacaksın."


Saha da göz gezdirdim. Kocaman olan eğitim alanında beş tur koşma fikri yorucu görünüyordu. Buraya zorlasan iki orduyu bile sığdırabilirdin. "Gücümü kullanmakla koşu yapmanın ne alakası var," diye çıkıştım.


"Ne yani su gücünü öğretmemi istemiyor musun?"


Oflayarak ayağa kalktım. Ben hemen bitsin diye hızlı hızlı koşmaya başladığımda Darius oturduğu yerden bana doğru seslendi: "Koşu hemen bitsin diye hızlı koşarsan daha birinci turundan düşüp bayılırsın, bu yüzden tempolu koşmalısın."


Başımı omzumun üzerinden arkama çevirip onun görebileceği şekilde göz devirdim. Bunu gördüğüne şüphe yoktu, ama çok da umursadığı söylenemezdi. Tekrardan önüme dönüp koşmaya devam ettim.


Darius'un dediklerini uyguladım. Ben koşarken Darius çimenlerin üzerine oturmuştu ve sürekli gözleri üzerimdeydi. Birinci tur bittiğinde ve ben tekrardan Darius'un olduğu yerden geçerken durup kendimi yere attım. "Dediğini yaptım, ama sanırım yine de bayılacağım."


"Hadi daha dört turun var," diyerek kızdı bana.


Ayağa kalkıp koşmaya devam ettim. Bir yandan da koşarken koşmakla su gücünün arasında bir bağlantı olmadığıyla ilgili kendi kendime söyleniyordum. İkinci turum bittiğinde artık yalpalayarak koşmaya başlamıştım. Hatta buna koşu bile denilemezdi.


Üçüncü tur bittiğinde saçım başım hep dağılmıştı. Alnımdan boncuk boncuk terler akıyordu. Bacaklarımda derman kalmamıştı ve bitap düşmüştüm. Hızlı ve düzensiz nefesler alırken kalan iki turu koşacak halim hiç yoktu.


"Darius sence de bu kadarı yeterli değil mi?" diye sordum kesik kesik nefesler alırken.


Önce üzerimde bir süre göz gezdirdi. "O zaman bir dahakine kalan iki turu da eklerim yedi tur koşarsın," dedi Darius soruma cevaben.


"Sen niye koşmuyorsun!" diye isyan ettim. "Sen de koş o zaman ve benim ne çileler çektiğimi gör."


"Daha ilk günden söyleniyor musun?" dedi kaşlarını havaya kaldırarak. Ses tonu her zamanki gibi düz ve pürüzsüzdü. "Ayrıca ben öğrenciyken yeterince koştum. Hatta senden daha fazla. O yüzden şu anda buna ihtiyacım olduğunu sanmıyorum." Yüzündeki kibir ifadesini görünce daha da tepem atmıştı.


"Olsun bence formunu koruman lazım. Kendini böyle salarsan tombik bir Element Lideri olursun benden söylemesi," dedim yarı dalga geçerek yarı ciddi. "Hem benim tek başıma koşup senin burada keyif yapman pek adaletli değil."


Ters ters baktı. "O zaman bir dahakine birlikte koşarız. Formumu koruyup korumadığımı o zaman anlarsın," dedi Darius bıkkın bir ses tonuyla.


Sevinçle el çırptım.


"O zaman şimdi su gücünü öğrenmeye geçebiliriz. Öncelikle gücünü kontrol ederken sakin olmalısın. Unutma su sakinliği ve soğukkanlılığı sever," dedi monoton bir ses tonuyla. Şimdiden sıkılmaya başlamıştım, ama o bunu önemsiyor gibi görünmüyordu. Konuşmasına beni önemsemeden devam etti: "Ayrıca bu sırada nefesini de kontrol altına almalısın, suyu kontrol ederken sadece suya odaklanmalı ve suyun parmakların arasından akıp geçtiğini hayal etmelisin."


Önümdeki kocaman gölden küçük bir su kütlesinin havaya yükseldiğini hayal ettim. Olabildiğince sakin kalmaya çalışıyordum, ama bu oldukça zordu. Bunu yapamayınca moralimi bozmadım. Bu sefer Darius'un söylediğini deneyecektim. Parmaklarımın arasından şırıl şırıl suyun akıp geçtiğini düşündüm. Elimde o ıslaklığı ve o soğukluğu hissetmeye çalıştım. Ama tüm çabalarım nafile... Gözümü açtığımda bir damla bile su yoktu elimde.


Uzunca bir süre bu düşünerek su gücünü kontrol etmeyi denedik. Ama buna rağmen bir sonuç alamamıştık. Zihnimde yorulmaya başlamıştı. Artık kendimi tamamen salmıştım. Darius'ta bunu fark etmiş olacak ki "Ne çabuk pes ediyorsun," dedi. "Su gücünü öğrenmek için başına bir sürü bela aldığına bakılırsa daha hırslı olacağını düşünmüştüm."


Cevap vermeden göle yaklaştım ve elimi gölde birazcık gezdirdim. Parmağımı suya her dokunduruşumla etrafa daire halkalar yayılıyor, gölün yüzeyindeki durgunluğu bozuyordu. Suyun soğuk ve içimi ferahlatan hissi beni yüzmeye davet ediyordu. Güneş batmaya başlamışken yansıyan kırmızı güneş ışınları gölün yüzeyinde hafif bir kızıllık oluşturuyordu, ancak göl yine de berraklığından pek bir şey kaybetmemişti.


"İstersen yarın devam edelim," dedi Darius. "Bugün hem zihnen hem de bedenen yoruldun. Şimdi dinlenmelisin."


Ve böylece geri minik evime dönmüştüm.


***


Bir dahaki bölümde görüşürüz. Yani haftaya cumartesi.

Loading...
0%