Yeni Üyelik
1.
Bölüm
@ekalinea

 

(Başladığınız tarihi bırakabilirsiniz buraya)

 

 

 

 

 

 

 

 

Umarım seversiniz okumayı, çünkü ben her bir satırı severek yazdım.

 

 

Keyifli okumalar.

 

Sevgiyle kalın

 

-Büşra

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

1

 

 

 

 

 

 

Ve sonra mutlu mesut yaşadılar.

Başarmışlardı.

Sonu tıpkı bunun gibi biten onlarca hikaye dinlemişizdir değil mi? Çocuklarımızın kulaklarına fısıldadığımız, mutlu sonla biten tonlarca masal. Prens ve prensesin destansı aşkını anlatan, tüm zorlukları aşarak beraber olmalarını konu edinen tonlarcası...

Kehanet isimli fantastik roman da aslında bunlardan pek farklı değildi.

İçerdiği tüm klişelere rağmen internette yayınlandığı günden beridir yüz binlerce okuyucusu ve hayranı vardı. Bunun sebebi yazarın karakterleri gerçekten detaylı tasarlamış olması olabilirdi veya sıkmayan anlatımıyla tatlı bir aşkı konu edinmesi de olabilirdi.

Ya da belki insanların klişeleri sevmesindendi sadece.

Her şeyin olması gerektiği gibi ilerlemesi insanı güvende hissettirirdi. İşte Kehanet'i okurken hissedebileceğiniz şey buydu. Aniden karşınıza çıkacak şaşırtmacalar yoktu. Sonu açıkça belliydi.

Kitabın baş karakterleri Aileen ve Elijah'ın aşkında her şey o kadar olması gerektiği gibi ilerliyordu ki, insan gerçekten bir şekilde huzurla doluyordu onları okurken.

Her şey Helefna İmparatorluğu'na kitabın adını aldığı kehanetin inmesiyle başlıyordu.

İnen kehanet korkunç, ve yürekleri azapla dolduracak kadar yıkıcıydı.

Batıdan çıkıp gelen bir felaketin Helefna'nın sonu olacağını, masumiyetle maskelenmiş yüreklerindeki kötülük tohumlarının Helefna'da yaşayan kimseyi sağ bırakmayacağını söyleyen bir kehanetti bu.

Hem halk hem de imparatorluk ailesi gelen haberle kahrolsa da neyse ki hepsi bununla sınırlı değildi.

Ancak Kutsal Everia'nın soyundan gelen, kutsanmış kız çocuğu bu felaketin önüne geçebilir. O da yalnızca, eğer kendisi tüm kalbiyle günahkarların affedilmesini dilerse.

İkinci gelen kehanet rahatlatıcıydı ve Helefna'nın tutunacak tek umudu olmuştu.

Bunun haricinde tüm imparatorlukta kutsanmış kızın kim olduğuna dair bir karmaşa çıkmıştı. Sahte azizeler ve büyük planlar. Bekleyen kaostan bile faydalanan insanların yaşadığı yerdi Helefna. Aristokrasi sınıfı adeta delirmiş, imparatorluk ailesinin içinde bile karmaşa çıkmıştı.

Erkek baş karakter olan Elijah, yani Helefna'nın veliaht prensi; kehanetteki kızın kim olacağını daha küçücükken herkes gibi engellenemez şekilde fazlasıyla merak etmişti.

Elijah tahmin edileceği gibi ve kitapta tasvir edildiği kadarıyla göz alınamayacak kadar yakışıklı oluyordu büyüyünce. İmparatorluğun tüm genç leydilerinin gözü her zaman onun üzerinde olurdu.

"Yeşil gözlerini kısarak gülümsediğinde uzun sarı kirpiklerinin gölgesi elmacık kemiklerine düşmüştü ve hafifçe kıvrılan dudağının kenarında sanki güneş doğmuştu." Sadece bir gülümsemesinin tasvir ediliş şekliydi bu.

Yine de bu kadar güzel gülümseyen prens, her şeye sahip olmasına rağmen mutlu değildi. Haliyle o gülümseyişi görebilmek çok zordu. Sayfalarca anlatılan korkunç geçen çocukluğu, sevmediği bir kadınla evlenecek olması ve omuzlarının üzerindeki ülkenin veliahtı olması sorumluluğu bundaki en büyük etkendi.

"Hayatımın güneşi, benim imparatorluk kanını miras aldığım gün batmış. Belki öldüğüm gün tekrar doğar fakat bitmiş bir hayatın aydınlanması ne işe yarar?" diye düşünürdü Elijah. Gelecek için umudu yoktu ve kendisini ülkesine adamıştı.

Bundan sonrasındaysa kehanetteki kız sonunda ortaya çıkıyordu. Aileen Sivesta.

Helefna'nın kurtacısı.

Azize kanı taşıyan kutsal kadın.

Sadece güzelliğiyle değil, kalbiyle herkesi büyülemeyi başarabilen, masum Aileen. Gülümsemesiyle bir şehri bile aydınlatabilirdi şeklinde mübalağa dolu cümlelerle yazılmıştı onun paragrafları. Çünkü o kadın baş karakterdi ve onu tanımlayan tonlarca güzel sıfatı vardı.

Kitap onun hikayeye dahil olduğu sayfayla beraber renkleniyordu çünkü hayat dolu bir karakterdi o. Acılarla dolu geçmişine rağmen Aileen her zaman gülümsemeyi bilen biri olmuştu.

Annesi ve babası o daha küçük yaştayken ölmüştü. Yoksullardı ve bakması gereken küçük bir kardeşi vardı. İmparatorluğun güneyindeki yoksul bir köyde yaşıyorlardı ve bir noktada evlerini bile kaybetmişlerdi.

Aileen'in bu hayata dair tüm ümidini kaybedeceği ve dünyanın aslında kötü bir yer olduğuna inanacağı o korkunç anda akıl almayacak derecede büyük miktarda kutsal gücünün olduğu ortaya çıkmıştı ve bununla birlikte keşfedilmesi bir olmuştu.

Yaşadığı köy Aileen'in ortaya çıkan güçleriyle gecenin ortasında ışık patlamasıyla aydınlanmış, çevre köylerin hepsi bu manzarayı görmüştü.

Aileen kehanetteki kız değilse, başka kimse olamazdı. Yüzyıllardır kimsede bu kadar fazla miktarda kutsal güç görülmemişti.

Bu şekilde kardeşiyle birlikte apar topar imparatorluk sarayına getirilmişti Aileen.

Her şeyin değiştiği o an.

Elijah'ın Aileen'i gördüğü andı. Kitabın çok sonrasında geçiyordu fakat şöyleydi; Elijah onu gördüğü an, doğduğundan beridir ilk defa güneşin doğabileceğini hissetmişti hayatında.

Başta sadece kızın dünyadan bir haber bakışları dikkatini çekip içinden gülmesini sağlamıştı fakat zaman geçiyordu ve onlar aynı saraydaydılar. Aralarında yazılmış karşı konulamaz bir çekim vardı aynı çatının altında yakınlaşmaları kaçınılmaz olmuştu.

İlk defa kendilerinden başka birine içlerini açmışlar ve güvenmeyi öğrenerek birbirlerine çok fazla değer vermişlerdi.

Meyza Isabel Windfield.

Onların hikayelerindeki en büyük engel.

Kitabın kötü kadın karakteri.

Aileen ve Elijah'ın aksine geçmişi sadece yarım sayfaya sığdırılmış olan Meyza'nın kısa tutulmuş geçmişine karşın oldukça güçlü bir konumu vardı. Kitapta özel güçlere sahip olan soyların sayısı bir elin parmaklarını geçmiyordu ve bu güçlere sahip olan düklüklerden biri de Windfield'dı.

Buzun varisi. Helefna'nın en büyük düklüğünün tek çocuğu.

Doğuştan beyaz olan saçları kışın hüküm sürdüğü Windfieldliler için normaldi ama başkentte bu aykırı beyaz saçlar hiç de normal karşılanmamıştı. Zaten çocukluğundan beridir garip davranışları olan Meyza, küçüklüğünden beridir cadı olarak anılıyordu ve bu durum geçen yıllara rağmen hiç değişmemişti.

Aslında eşsiz bir güzelliği olan Meyza'nın kartanesi rengindeki saçları da, buz mavisi gözleri de sadece buz cadısı diye korkunç bir lakap almasını sağlamıştı. İnsanlar onun güzelliğinin pek âlâ farkındaydı fakat aykırı belledikleri bir şeyi beğenmeyi daha doğrusu beğendiklerini söylemeyi kendilerine yedirememişlerdi.

Windfield'da yönetimin el değiştirmesiyle küçük yaşta başkente gelen Meyza; kendisine korkarak, garipseyerek ve tiksinerek bakmayan ilk kişiye derin bir sevgi beslemişti.

Zamanla bu derin sevgisi sarmaşık gibi dolanarak tüm kalbini ele geçirmişti ve akıl almaz derecede büyük bir aşka dönüşmüştü. Karşılıksız ve takıntılı bir aşk.

O kişi veliaht prensti.

Helefna'nın buz cadısının, o buzdan kalbine kazıdığı isim, aşkıyla gözlerini kör eden kişi...Elijah De Helefna.

İkisi de on sekiz yaşına geldiklerinde Meyza'nın en büyük hayali gerçek olmuştu ve Wildfield'ın tek varisi ile veliaht prens arasında bir nişan gerçekleşmişti. Tarih kitaplarına geçecek bir birleşimdi bu.

Elijah her ne kadar Meyza'ya aşık olmasa da bu nişanı kabul etmişti çünkü Meyza ile olacak evliliğin ona getireceği tonlarca fayda vardı ve bunları elinin tersiyle ittiremezdi.

Sıradan bir insan olarak değil, gelecekteki imparator olarak düşünmüştü.

Üstelik neredeyse beraber büyümüş sayılırlardı. Meyza'nın sevgisi bunaltıcıydı fakat katlanılamaz değildi.

Tabi... Aileen'e kadar.

Elijah gerçek aşkın ne olduğunu öğrendiğinde hikayede Meyza için ayrılmış satırların bitmesi gerekirdi fakat öyle olmamıştı. Söz konusu olan Windfield Düklüğü idi ve nişan tek bir tarafın isteğiyle öylece bozulamazdı.

Meyza, Elijah'ın Alieen'e aşık oluşunu kendi gözleriyle izlemişti. Yapması gereken en mantıklı şey kendisinin de nişanı bozmak istemesiydi fakat hayır, böyle de olmamıştı.

Çocukluğundan beridir bildiği en doğru şey Elijah'a olan aşkıydı. Kalbi gerçekten buz tutmuşsa şayet onu eritebilen tek gerçek Elijah'ın gülümsemesi olurdu.

Yine de atladığı bazı gerçekler vardı.

Elijah'ın hiç kendisine gülümsememiş olması gibi.

Fakat sorun değildi. Meyza o kadar çok seviyordu ki bu sevgisine bir gün karşılık alacağına sıkı sıkıya inanıyordu. Yıllardır kurduğu hayallerin ortasında Elijah vardı ve hepsini içinde onla inşaa etmişti.

Aynı inancın gözlerine bağlanıp önünü görmesini bile engellediğiniyse fark edememişti.

İşte böyle başlamıştı Meyza'nın her türlü şeyi denemesi, Aileen'in Elijahı bırakması için. Böylece kitabın ikinci perdesinde Aileen'in sıkıntı çektiği zamanlar gün yüzüne çıkmaya başlamıştı.

Hikayenin tam bu noktasında Helefna İmparatorluğu ile ilişkilerini düzeltmek isteyen Karilya İmparatorluğu, diplomatik sebeplerle gayrı meşru olan Karilya Prensi'ni Helefna'ya yollamıştı.

Karilya'nın batısını yönetmekte olan, yani kısaca başkentten sürülmüş olan gayri meşru prens, herkesin lanetli olarak kabul ettiği, korkulan biriydi.

Sert mizacı ve kaba tavrının bu önyargılara etkisi olabilirdi fakat asıl sebep; kehanette Helefna'nın yok oluşuna sebep olacak felaketin batıdan geleceğinin söylenmesiydi.

Karilya'nın batısı, tam olarak Helefna toprakları ile arasına sınırın çekildiği yerdeydi ve bu bölgenin antik çağlardan beridir genel olarak tüm imparatorluklarda Batı Toprakları olarak adlandırılması işin cabasıydı.

Batı Toprakları, tahttaki hakkı men edilmiş gayri meşru bir prensi köşeye atmak için uygun bir yerdi kısaca.

Yine de her ne kadar Karilya kendi prensini öylece bir kenara fırlatmış olsa da kitapta anlatıldığı kadarıyla batının yöneticisi genç yaşına rağmen üstün başarılara sahipti.

Ortaya çıktıklarında insanları öldüren mistik yaratıkların çoğu batıdaki ormanlarda var olurlardı. Bir nevi kaosun doğduğu yerdi fakat prens Batı'nın kendi içinde bile güvenliği sağlamıştı. İmkansız görünen başarılara imza atmıştı ve o başarıları batıya sürülmesinde rol oynayan Karilya'nın çıkarcı soylularının gözüne sokmuştu. Gayri meşru veya değil, güçlü olduğunu herkes kabul etmişti ve zaten, sorgulanamaz bir şeydi bu. Sonuçta Prens, yirmi kişinin zorla karşı koyabildiği mistik canavarları tek seferde öldürebilecek kadar güçlüydü.

Yine de... İkinci erkek karakterdi ve bir şekilde mutsuz olmaya mahkumdu.

Helefna İmparatorluğu'na geldiğinde söylentilerdeki kutsanmış kadın, yani Aileen, ona hayatı boyunca hiç rastlamadığı bir samimiyetle yaklaşan ilk kadın olmuştu. Sarıya çalan ela gözleri ve açık kumral saçlarıyla bulunmaz bir güzellik değildi belki fakat adeta parlıyordu. Batı Varisi orada bulunduğu süre boyunca ne hissettiğini anlayamasa da asla kalbinde yeşermeyeceğini sandığı bir duyguya sahip olduğunu nihayetinde sayfalar sonra fark edebilmişti.

Fark ettiği bir diğer şeyse Aileen'in güzel bakışlarının kendisine değil, neredeyse her zaman Elijah'a dönük olmasıydı. Helefna Prensi'nin nişanlı olmasıysa işin ironik tarafıydı.

Meyza Isabel Windfield, sonunda Elijah ve Aileen'in sevgili olduğunu öğrendiğinde mecazi olarak değil gerçek anlamda dünyası başına yıkılmış gibi hissetmişti. Öfkelenmişti fakat bu soğuk öfkeyi bastıran bir şey varsa o da kalbini paramparça eden hayal kırıklığıydı.

Aldatılmış hissetmekten kendini alıkoyamamıştı. Kaldı ki işin aslında, aldatılmıştı da zaten.

Daha önce defalarca kez vazgeçirtmek için konuştuğu Aileen ile son bir kez daha konuşmak istemişti. Sonrasında belki yalvarmak ve saraydan gitmesi için karşısında diz çökmek...

Meyza'nın elinde Elijah'tan başka kimse, hiçbir şey yoktu.

Sarayın göz bebeği Aileen, tüm karşı çıkmalara rağmen Meyza'nın çay davetini kabul etmişti.

İşte asıl felaket burada başlamıştı.

O çay davetinde Aileen çok ağır bir şekilde zehirlenmişti ve bunu yapan Meyza, Aileen karşsısında kan kusarken yakalanmaktan korkup kaçmamıştı bile. Sadece buz mavisi gözleri ıslaktı biraz fakat bundan başka hiçbir duygu kırıntısı yoktu yüzünde.

Onu yer altı zindanının en dibine, en korkunç suçluların gönderildiği Sair'e atmışlardı. Yazıldığına göre orada bir kez olsun bir günden fazla bulunup da akıl sağlığını koruyabilen kimse yoktu.

Öncelikle Sair'de ışık bulunmazdı. Normal şartlarda suçlular tek bir objenin bile bulunmadığı karanlık zindanlara atılırdı ama Meyza'yı, yani kuzey kanı taşıyan Windfield Varisi'ni siyah alevlerle dolu bir odaya atmışlardı.

Kuzey'in zayıf noktasıydı işte bu. Buz manasına sahip insanlar; gereğinden fazla soğuğa maruz kalırlarsa, kalpleri her atışında yavaşça donardı. Göğüslerinin her geçen saniyede içine doğru çöktüğünü hissederlerdi ve kemikleriyle beraber kanları bile donarken dehşet verici bir acı çekerlerdi.

Siyah alevlerin olayı buydu. Soğuklardı. Ölüm kadar soğuk. Buz cadısı için özel olarak tasarlanmış bir işkenceydi bu.

Windfield'da bu zayıf nokta gizli tutulurdu ama Meyza zamanında bunu Elijah'a söylemişti. Aileen'i kaybetmek üzere olan Elija'a.

Zincirlerle bağlandığı yetmezmiş gibi büyü yapmasını engellemek için iki eli de kesilmişti Meyza'nın.

Ya da intikam için. Emin olmak çok zordu.

Sair'de kaldığı süre boyunca Meyza'ya yemek verilmemişti. Su da yoktu. Işığı olmayan ateşin çatırtısından başka ses yoktu ve umut da yoktu. Duyabileceği tek şey varsa eğer vicdanı olsun istemişlerdi.

Fakat işin aslında, kimse cadının vicdan azabı çekebileceğine gerçekten inanmıyordu.

Meyza'nınsa o korkunç ölüm sessizliğinde duyabildiği tek bir şey vardı. Tek bir gerçek. Hayatında parlayan ve sıkıca bağlı olduğu en büyük şey Elijah'ın onu seveceğine olan inancıydı fakat kendi ellerini kesen kişi de Elijah olmuştu. Sevgilisinin ölüm döşeğinde olmasının öfkesi, Meyza'nın onu zehirleyen kirli ellerinden çıkmıştı.

Keşke sadece bununla kalsaydı.

Meyza o zindanda kaldığı iki gün içerisinde bir insana ölmeyi dilettirecek şeyler yaşamıştı. Sair, adının hakkını sadece iki günde vermişti.

İkinci günde, Meyza zaten ölmek üzereyken Batı'da korkunç derecede büyük bir deprem olmuştu. Sanki yer yarılmıştı da gökyüzü toprağın üstüne çökmüştü. Öyle bir depremdi bu. Daha doğrusu sadece insanlar deprem sanmıştı olanı.

Tüm şehrin üstüne kocaman kanatların gölgesi düşene dek.

Batının iki dağının arasından ortaya çıkan ejderha, insanlığın sonunun geldiğinin habercisiydi ve tıpkı kehanette olduğu gibi, Helefna'ya doğru uçmuştu.

Ne var ki Aileen hala zehrin etkisindeydi ve Helefna İmparatorluğu'nu kurtabilecek hiçbir şey yoktu. Bembeyaz pullara sahip ejderha, gün ortasında tüm şehri gölgesiyle karanlığa boğmuşken tüm bunlar için tek bir kişi suçlanmıştı.

Meyza Isabel Windfield.

Tüm bu günahlarının bedelini ödemeliydi. Tanrı eğer günahkarı verirlerse onları bağışlardı.

Buz cadısının kurban edilmesine ne halkın ne de soyluların sesi çıktı. Windfield Düklüğü'nün bile bu durumda yapabilecek bir şeyi yoktu.

Henüz yirmi yaşında olan Meyza, kendinden geçmiş bir şekilde ejderhanın üzerinde uçtuğu geniş platoya bırakılmıştı.

Beklenmedik bir şekildeyse beyaz ejderha tam olarak Meyza'nın bırakıldığı yere konmuştu.

Bundan sonrasıysa kitapta bile yer almıyordu.

Beyaz ejderha da Meyza da aynı anda ortadan kayboldular.

Herkes ama herkes kurban vermenin işe yaradığına, günahkarın yaptıklarının bedelini ödemesinden sonra kurtulduklarına inandı.

Karilya Prensi ejderhanın gelmiş olduğu batı topraklarına kalbi kırık bir şekilde geri döndü ve Windfield ailesinin başı imparatorluğa isyan ettiği için güçlükle de olsa zapt edilip sonsuza dek yok edildi. Haftalar sonrasındaysa Aileen kendine gelip uyanmıştı.

Elijah'ın hayatındaki kış tamamen bitmişti ve sonunda güneş doğmuştu.

Başarmışlardı. Kimse ne cadının, ne de kitapta belirip kaybolan ikinci çocuğun adını asla anmadı.

İşte mutlu sondu.






❄️








Hikayeyi bir kez daha baştan sona aklımda geçirirken yerimde tepinmemek adına kendimi güçlükle tuttum. Bir aydır kabullenemediğim durum ben aynaya baktıkça yüzüme çarpılıyordu.

Kehanet isimli kitabı, ne kadar severek okuduğumu anımsayabiliyordum. Okurken hangi duyguları hissettiğimi ve karakterlerden bazılarına ne kadar bağlı olduğumu da.

Lakin şu an nasıl oluyor da burada olduğumu bir türlü anlayamıyordum.

İsmim Sima'ydı.

Sima Rüzgar.

Ve Kehanet, benim gerçek dünyadan kaçabilmek için okuduğum yüzlerce kitaptan yalnızca bir tanesiydi.

Gerçeklikle yüzleşmeyi sevmezdim çünkü yalanlardan daha ağırdı taşıması. Zaten her gün, nefes aldığım her saniye, tokat gibi vuruyordu suratıma yaşadığım hayatın katlanılmazlığı ve ben sadece okuduğum satırların arasında kısa bir soluk alabildiğimi hissedebiliyordum.

Annem ben daha yedi yaşındayken, bana bakabilmek için telaşlı bir arayışın içine girmiş ve bu telaşının ortasında geçirdiği trafik kazasından sonra hayatını kaybetmişti. Acelesi beni kurtarmak istemesindendi, biliyordum.

Hatırlayamasam bile anımsıyordum bana verdiği sevginin içimde ne kadar güzel hisler yeşerttiğini. Şefkatle bakan yeşil gözlerini.

Ama sonunda beni kurtarmak istediği adamın eline düşmüştüm işte. Babamın eline.

Daha küçücük bir çocukken dayak atarak kendi öğretilerini aşılamaya çalışan babam, annemin ölümünün üstünden sadece sekiz gün geçmişken tekrar evlenmişti.

Annemi aldattığı kadınla.

Annemin tek arkadaşıyla.

O zaman bilememiştim fakat çok sonra öğrenecektim adını. İhanetti annemin yaşadığı. Bundandı sesini içine hapsederek geceleri ağlaması. Babam yakışıklı denebilecek bir adamdı ve annem zamanında onu çok ama çok sevmişti.

Keşke aynı şeyi kendim için de söyleyebilseydim fakat gram bir şey hissedemiyordum o adama karşı. Baba denildiğinde şefkat canlanmamıştı hiçbir zaman aklımda. Yediğim tokatların anısıyla yanaklarım sızlıyordu hep.

Babamın evlendiği kadın. Üvey annem. Zeynep.

Hayatım bir yokuştan aşağı yuvarlanmaya başladığında bu heyelanın arkasında duran kişi oydu. İlk taşı atan o değildi fakat en büyük taşı o atmıştı.

Evliliklerinin ikinci yılında babam da ölmüştü. Trajikomik bir şekilde sarhoşken ıssız bir yerde elektrik direğine toslamıştı külüstür arabası. Annemle aynı sebepten veda etmişti hayata.

Zaten yetimdim fakat ilk defa resmiyet kazanmıştı bu.

Babamın gitmesiyle yediğim dayakların sonunun gelmesini beklerdim fakat Zeynep ve oğlunun bu umutlarımı çöpe atacak hareketleri babamın cenazesinden sonraki gün benimle dalga geçercesine ortaya çıkmıştı.

Zeynep için de oğlu için de bir hizmetçiden hiçbir farkım olmamıştı o günden sonra. Öyle kötü bir kadındı ki, arkadaşının kocasıyla ilişkisi olduğu yetmemiş gibi onlardan kalan tek şeyden etiğiyle kemiğiyle nefret etmiş, kocasının tek emanetine bir canlı değilmiş gibi davranmıştı.

Zaman geçer ve büyüyünce üniversiteyi kazanıp bu evden giderim diye umut etmiştim. Geçen her bir yılım cehennemden farksızdı. Geceleri açıp okuduğum kitaplardan, dinlediğim müziklerden başka sığınağım yoktu.

Yedi milyar insanın yaşadığı dünyada kimsesizdim.

Okuduğum kitap karakterlerini kafamda gerçek saymıştım ve onlarla beraber gülüp ağlamıştım. Dediğim gibi, tek kaçış yolumdu çünkü. Gerçekler ağır gelirdi her zaman bana.

Okulda beni tanıyan insanlar eğlenceli olduğumu söylerlerdi. Eğer fırsatım olsaydı gerçekten de eğlenceli biri olabildiğime inanırdım böylece fakat öyle olmazdı işte. Hayat dümdüz geniş bir arazi değildi ve ne taraftan gittiğini bilsen bile yolunu değiştiremediğin anlar olabiliyordu.

Zeynep'in oğlu benim yolumun önünde duran ve bir türlü üzerinden atlayamadığım, delip geçemediğim engellerden biriydi. On ikinci sınıfa geçtiğimde ilk işleri beni liseden almak olmuştu.

Üniversiteyi kazanmamı istemiyorlardı. Çünkü benim gitmem evin para kaynaklarından birinin ve tek hizmetçilerinin kaybolması demekti.

Fakat ben de tek umudumu öylece karanlık sulara gömecek değildim.

On ikinci sınıfta istediğim şeyi yapamamış olsam da sonraki sene gizlice o kadar çok çalışmıştım ki, gecemle gündüzüm bir olmuştu. Zaten çalışma işini ve kitapları gizli tutmak tüm bunların üstüne çok zordu fakat başarmıştım. Tıp kazanmıştım.

Lanet olası yerden defolup gidebilecektim.

On sekizinci yaşımı da bitirdiğim için gitmemi engelleyecek hiçbir şey yoktu karşımda. Tüm eşyalarımı tek bir çantaya doldurmuş evden çıkacakken Zeynep ve oğluyla karşılaşmıştım.

Öyle büyük bir kavga çıkmıştı ki o gün evde; çığlıklarım tüm mahalleyi inletmişti, emindim. Fakat kimse gelmemişti yardıma.

Bir çıkabilirsem evin kapısından her şey değişirdi. Her şey. Kurtulurdum.

Çıkamamıştım.

Tıp kazandığımı duyan Selim, yani Zeynep'in oğlu resmen delirmişti.

"Hadi, şimdi de doktor ol bakalım!" Ellerimi yakmadan hemen önce söylediği şeydi bu.

O gün o evin çatısının altındaki minicik odama fırlattıklarında ellerimin acısından önümü bile göremiyordum ve yaptığım ilk şey kusmak olmuştu. Acıdan kusmak. İnleyerek ağlamamı da çığırışlarımı da bastıramazken kafamı bulanık gördüğüm pencereye çevirmiştim.

Tek bir şey vardı aklımda. Tek bir an.

Gökyüzüne bakarak "Ölmek istiyorum." Demiştim. Fısıltım kulaklarımda çınlamıştı. Daha sonrasındaysa büyük bir parlaklık kaplamıştı her yeri.

O ses defalarca kez beynimde yankılanmıştı. Gerçekten defalarca kez.

Açıkça dileğimin kabul olduğunu ve acısız bir şekilde öldüğümü sanmıştım her yerin aydınlanmasından sonra. Fakat gözlerimi açtığımda buradaydım. Bildiğim dünyadan çok çok daha farklı bir yerde.

Beni Leydi'm diyerek uyandırmaları her ne kadar öldükten sonra cennete gittiğimi veya benzeri bir şey olduğunu düşünmemi sağlasa da durum bu değildi.

"Leydi Meyza." İşte içinde bulunduğum gerçekliği sorgulamam, burada bana sesleniş şekillerini duymamla başlamıştı.

Meyza Meyza Meyza.

Çok geçmeden kendimi aynanın önünde bulduğumda ilk başta aval aval yansımama baksam da daha sonra kahkahalarla gülmüştüm! Çünkü tüm bunlar bir şaka değilse başka hiçbir şey olamazdı.

Ancak günler geçmişti. Ne bu bir rüyaydı ne de ben uyanmıştım.

Aynadaki aksime her bakışımda bembeyaz saçlar karşılamıştı beni. Buz mavisi soğuk gözler.

Buranın bir kitap olduğuna emindim. Okuduğum bir kitap. Fakat bir noktada hangisinin gerçeklik olduğunu sorgulamaktan kendimi alıkoyamamıştım. Başından beridir Meyza mıydım ben? Kitap şeklinde gördüğüm şey gelecek miydi? Öyleyse Sima kimdi? Gerçek hangisiydi?

Bu şekilde günler geçmeye devam ederken yavaş da olsa nihayet olan biteni kabullenebilmiştim. Yaşadığım hayatı unutamazdım elbet. Sima'ydım ben. Bu yanılsama veya rüya olamazdı. Koca bir hayat vardı zihnimde, nasıl hayal gücümden ibaret olduğunu söyleyebilirdim?

Reenkarnasyon hayatım boyunca inandığım bir şey olmamıştı fakat olan buymuş gibi görünüyordu. Sima olduğum hayatımda ölmüş müydüm, komaya mı girmiştim, uzun soluklu bir rüyada mıydım umrumda değildi. Oraya dönmek istemiyordum. Dönemezdim. İstemsizce ürpererek ellerime baktım.

Öyle bir yakmıştı ki ellerimi, bir daha asla eski haline gelemeyeceğini düşünmüştüm. Şimdi soluk ince parmaklı beyaz ellerime baktığımda bile sızlıyorlardı sanki.

Başta sadece benzerlik sanmama rağmen bana leydim diyen ve bana hizmet eden insanlara sorduğum bir kaç sorudan sonra düşündüğüm en saçma ihtimalin gerçekliği sanki nefesimi kesmişti.

Meyza Isabel Windfield olmuştum. Yani kehanet kitabının tek kötü karakteri. Kötü sonla karşılaşan kişi. Ejderhaya kurban edilen kadın!

Onlarca yan karakterin arasında Meyza.

Kehanet, okurken pek çok duyguyu aynı anda hissettiren bir kitaptı. Yazarının belirsiz olması ve karakterlerin derin işlenişe sahip olduğunun söylenmesi en başta okumama sebep olan şeyler olmuştu.

Okuduğum hikayeyi baştan sonra tüm ayrıntılarıyla defalarca kez düşünmüş, hatta önemli gördüğüm şeyleri not alarak uzun süre boyunca içinde bulunduğum duruma kafa patlatmıştım.

Öncelikle; aldatılıyordum, değil mi?

Daha doğrusu aldatılacaktım.

Ben şu an on dokuz yaşımdaydım ve evin çalışanlarına sorduktan sonra öğrendiğim tarihe göre Aileen'in ortaya çıkmasına dört ay vardı.

Ne zaman ortaya çıktığını netlikle hatırlayabiliyordum çünkü tarih vererek ilerleyen kitapta o günün tarihi beynimize kazınmak istercesine fazla anılmıştı. Yirmi bir martta İmparatorlukta bir kutlama gerçekleşmişti ve herkesin davetli olduğu o günde kitabın asıl hikayesi resmen başlamıştı.

Kısacası bu dört ay geçtikten sonra Elijah ile Aileen'in destansı aşkı kesin olarak başlayacaktı.

Her ne kadar Elijah ve Aileen arasındaki aşk çok huzur verici bir şekilde yazılmış olsa da beni en çok rahatsız eden şey Meyza kötü karakter olsa da haklı olduğu noktalara hiç değinilmemesiydi.

Elijah, Wildfield Düklüğü'yle aralarının bozulmasından ve soyluların tepkisinden çekinerek nişanı bozmak istediğini hiç söylememişti. Meyza onun sevdiği kadın olmasa bile çocukluk arkadaşı sayılırdı fakat Elijah ona hiç açık yüreklilikle onu sevmediğini söyleyememişti de. Aileen'e Meyza'yı sevmediğini söylediği bir kısım vardı evet. Lakin gözlerine bakarak bu gerçeği söylemesi gereken kişi Aileen miydi gerçekten?

Bununla alakalı kitaba yorum olarak, Elijah'ın hareketlerinin Meyza'yı sevmediğini yeterince belli ettiğini ve Meyza'nın anlaması gerektiğini yazmışlardı. Çünkü Elijah veliaht prensti ve bunu söyleyememe sebebi; Kendisine deli divane aşık olduğunu bildiği Meyza'nın Kuzey Düklüğü ile İmparatorluk arasındaki ilişkiyi bozup desteği kesmesinden korkmasıydı. Geleceğin imparatoru olarak düşünmesinden dolayı onu haklı bulmuşlardı.

Yine de en başta nişanı bozmak isteyerek düzgünce konuşsa belki Meyza başkentten giderdi ve Aileen'i hiç rahatsız etmezdi.

Tamam. Takıntılı bir aşkın savunulacak bir tarafı yoktu elbette ancak aldatmanın da öyleydi.

İhanet izi geçmeyen bir leke gibi kalbe bulaşıp mürekkep gibi kana nüfus eder ve insanı içten içe zehirlerdi. Meyza İsabel Windfield'ın günahkar sayılan buzdan kalbi esasında aldatılan bir kadına aitti.

Aileen'i zehirleme teşebbüsüne gelirsek...

Anlayamamıştım. Anlayamamıştım çünkü Meyza ne kadar takıntılı olursa olsun kitapta hep o takıntının çocukluktan gelen bir aşkla başladığı söylenmişti. Meyza'nın hayatının merkezinde Elijah'ın gülümsemesi varsa ve bu aşktan vazgeçerek ölmeyi göze almışsa neden gitmeden önce Elijah'ın da mutluluğunu elinden almak istemişti? Nihayetinde onu seviyordu.

Başından beridir Aileen'e türlü şekillerde kötü davranan Meyza'nın zehirleme girişimi bu şekilde normal karşılanmıştı fakat anlatılana göre intihar etmesi asıl beklenen şey olmalıydı.

Kitabın sonlarına doğru ortaya çıkan tutarsızlıkları düşünmek bile başımı ağrıtıyordu cidden.

Evet kehanetin birinci kısmı ejderhanın gelmesiyle gerçek olmuştu fakat ikinci kısmı? Ejderhayı durduran kişi azize kanı taşıyan Aileen olmamıştı. Beklenen felaket öylece ortaya çıktıktan sonra kurban edilen kişiyi alıp gitmesi de neydi? Kitabın kendi ismiyle çelişmesi bir yana, oldukça sönük ve saçma bir sondu bu.

Kafamı iki yana sallayarak kendime gelmeye çalışırken verdiğim emirle hazırlanan at arabasına bindim.

Uyandığımdan beridir kaldığım köşkten bir adım bile dışarı atmamıştım. Yani yaklaşık bir aydır Windfield Düklüğü'nün başkentteki mülkünde kalıyordum. Kendi topraklarından oldukça uzak olan Windfield köşkü imparatorluk sarayına oldukça yakın olmasının yanı sıra bir sarayla yarışacak kadar göz alıcıydı da.

Evden çıkmadığım süre boyunca Kuzey Toprakları tarihini incelemek için oldukça fazla zamanım olmuştu.

Windfield topraklarının şu anki yöneticisi, Meyza'nın amcasıydı ve olması gerektiği gibi o şu anda Kuzey'deydi. Başkentteki koskoca köşkün ise yönetimi tamamen bende, yani Meyza'daydı.

Meyza'nın amcasının çocuğu yoktu ve evlenmek ya da çocuk yapmak gibi bir düşüncesinin olmadığını yönetime geçtikten sonra Meyza'yı sıradaki varis ilan ederek yeterince göstermişti.

Tüm bunları bir kenara koyarsak asıl huzursuz hissettiğim kısım Kehanet'in kötü kadın karakterinin anlatılan geçmişiydi. Meyza'nın yarım sayfalık geçmişinde o zaman bile dikkatimi çekip tüylerimi diken diken bir yer vardı. Çok küçük yaşta üvey babasının tacizine uğrayan Meyza, Kuzey'de çıkan büyük isyandan sonra amcasının Büyük Dük olmasıyla varis ilan edilmişti. Ona iyi bakamadığı için kendini suçlu hisseden amcası kabus gibi geçen çocukluğunu unutması için olması gerektiği gibi Meyza'yı varis ilan etti ve başa geçene kadar kalması için başkente büyük bir köşk yaptırıp onu oraya gönderdi.

Meyza'nın öz babası. Yani öğrendiğim kadarıyla Dük İvan, çok büyük bir yöneticiydi. Kuzey'i akıl almaz derecede büyütmüştü ve geliştirmişti. Kuzey'den geçen eski ticaret yollarını canlandırmış ve düklüğün hızla zenginleşmesini sağlamıştı. Öyle çalışmalar yapmıştı ki başta olduğu sırada, onu bir deha olarak anmak yerinde olurdu. Meyza, İvan'ın tek çocuğuydu ve babası gibi beyaz saçlar miras almıştı kuzeyin kanının damarlarında aktığını belli edercesine. Meyza'nın annesiyse kuzey yaşamına alışık olmayan, doğudan gelmiş asil bir kadındı ve çocuğunun doğumundan iki ay sonra geçirdiği ağır hastalıkla hayatını kaybetmişti.

Dük İvan ise tekrar evlenmişti. Penelope Ginger ile.

Tüm bu olanlardan iki sene sonrasındaysa Dük İvan trajik bir şekilde gittiği keşif akınında hayatını kaybetmişti ve boş kalan Kuzey tahtına Penelope geçmişti.

Penelope o sıralarda ne tür bir ruh halindeydi bilmiyorum fakat amcamın, daha doğrusu Meyza'nın amcasının o sırada olanlardan habersiz şekilde Karilya İmparatorluğu'nda elçilik yaptığını biliyordum. Haberler ona çok geç ulaşmış olmalıydı.

Yönetimin değişmesinden iki hafta sonra Penelope, düklüğe bir erkek yöneticinin de gerektiğini söyleyerek manasız bir şekilde evlenmişti. Kuzey nesiller boyunca tek başına kadınlar tarafından da yönetilmişti ve belli ki bu bir bahaneydi sadece. Anlaşılan Dük İvan ne kadar zeki olursa olsun yasını tutacak kadar onu sevecek bir eş seçememişti.

Çok küçük yaşta üvey babasının tacizine uğrayan Meyza... İçimden geçen titremeye engel olamayarak iç çektim. İçinde bulunduğum bedenin böyle bir şey yaşadığını bilmek nefes bile almamı engelleyecek hale getirmişti beni. Hatta o satırı ilk hatırladığımda aniden ağlamaya başlamıştım ve böyle ani bir tepki vermem beni bile şaşırtmıştı. O anılar bende yoktu belki fakat Meyza asla unutmamış olmalıydı. Ne tür bir tacizdi bu? Zorlukla gözlerimi kapattım.

Penelope ve Dük İvan'ın evli kaldıkları iki sene boyunca çocuklarının olmaması sadece şans sayılırdı çünkü eğer başka bir çocuk olsaydı Meyza muhtemelen Penelope'nin başa geçtiği sıralarda öldürülürdü.

Penelope nasıl bir kadındı bilemezdim fakat toprak yönetecek niteliği olmadığı da kesindi. Dük İvan'dan sonra evlendiği adam; yani üç aylığına Kuzey'in tahtına geçen kişiyle birlikte çok kısa sürede tüm toprakların işleyişini mahvetmişlerdi.

Tüm bu olan bitenler sadece üç aya tekabül ediyordu. Kısa bir aralık gibi dursa da doksan günde Kuzey'in vergi sistemi batmıştı ve Meyza İsabel Windfield çocukluğunun muhtemelen en korkunç zamanlarını geçirmişti.

Sadece doksan gün... Bir hayatın komple değişmesi için aslında ne kadar da uzun bir süreydi. Bazen birkaç saniye bile yeterdi.

Bu doksan günün sonunda nihayet haberleri alan amca gelmiş ve büyük bir isyan çıkartarak düklüğün başına kendisi geçerek Kuzey'i kurtarmıştı. Penelope ile kocasını ise idam ettirtmişti. İşte yarım sayfa içinde bahsedilmeyen Meyza'nın gerçek hikayesi böyle başlıyordu.

Kafamı yavaşça takırdayarak ilerleyen at arabasının camına çevirdim.

Sima olarak geçirdiğim hayatımda özgürlüğü elde edememiştim. Umutlarıma sıkı sıkıya tutunmaya çalıştığım ellerimi yakmışlardı.

Şimdiyse Meyza olarak buradaydım ve ilk işim özgürlüğümü kazanmak olacaktı. Ellerimi birbirine kenetledim.

Bu bir ay boyunca ne yazık ki kimseyle yakın bir ilişkim olmamıştı. En azından evin çalışanlarıyla samimi bir ilişki inşaa etmek isterdim ama uğraşmam gereken o kadar çok şey vardı ki ne buna vakit ayırabilmiştim ne de geleceğim hakkında uzun soluklu bir plan yapabilmiştim.

Bildiğim tek bir şey vardı, o da ejderha ortaya çıkmadan önce bu topraklardan defolup gideceğimdi.

At arabası yavaşlayarak durunca kapı açıldı ve koruma olarak eşlik eden adam inmem için elini uzattı. Üstümdeki açık mavi elbisenin eteklerini toparlayarak dikkatlice indim. Meyza'nın neredeyse tüm kıyafetleri Kuzey'in kızı olduğunu belli edercesine beyaz ya da mavi tonlarındaydı. Fazla bir seçenek olmadığından bugün buraya gelirken mavilerden birini seçmiştim.

Semaya bakınca içimizi açan ya da fısıldayarak ölmeyi dilediğimiz gökyüzünün, dalgalarına bakınca özgürlüğü anımsadığımız ya da oradan oraya savrulduğumuzu hatırlatan denizin, ama en önemlisi umudun rengini.

Yeni bir başlangıç için umut.

Geldiğim yer Helefna'nın merkeziydi. İmparatorluk sarayı. Meyza'nın çocukluğunun ve gençliğinin büyük bir bölümünü kaplayan yer.

Hava soğuktu fakat imparatorluk sarayı o kadar göz alıcı gözüküyordu ki üşüdüğümü bir anlığına unutarak dudaklarımı birbirine bastırmış ve bir süre boyunca saraya bakmıştım.

Akıl almaz bir şeydi doğrusu.

Garip bir şekilde sanki yol ezberimdeymiş gibi ayaklarım hareket etmeye başlarken kaşlarım çatıldı. Koruma, bu noktada benim yanımda yürümeyi bırakmıştı. Sık sık buraya girip çıktığımdan mıydı yoksa gideceğim alana herkesin erişim izni olmadığından mı emin olamasam da sesimi çıkartmayarak yürümeye devam ettim.

Nihayetinde kitapta pek çok kez bahsi geçen Kelebek Bahçesi'ne vardığımda yavaşça ve temkinle içeriye doğru bir adım attım. Mevsim fark etmeksizin her yanda uçan kelebekler olduğundan böyle bir ismi vardı ve bu klişe ismine rağmen nefes kesiciydi. Kapıdan içeri girince sanki başka bir dünyaya adım atıyormuşsunuz gibi. Sonsuza dek, bahar yaşanıyormuş gibi.

Etrafta rahatsız edici olmayan hoş bir çiçek kokusu vardı göz alabildiğince uzayıp giden çimenler insana rahat hissettiriyordu. Tıpkı anlatıldığı gibi, dışardaki soğuk havaya rağmen bahçenin içi sıcacıktı.

Burası gelecekte Elijah ve Aileen'in aşk yuvası olacaktı.

Bahçede çiçeklerin ekili olduğu alana yakın olarak hazırlanmış masa dikkatimi çekerken asıl dikkat çekici olan şeyin masada oturan adam olduğunun farkındalığıyla soluk bir şekilde tebessüm ettim.

Elijah de Helefna. Veliaht Prens.

Yazıldığı gibi, en soluk zamanlarda bile parlayan altın rengi saçlar.

Gelmiş olduğumu duymasına rağmen karşılamak adına arkasına dönüp bakmaması kaşlarımın çatılmasını sağlasa da karşısına geçip oturmadan önce bu ifadeyi yüzümden tamamen silerek derin bir nefes aldım.

Gözlerimi kaldırmadan sandalyemi çekmiş ve sessizce oturmuştum.

Meyza'nın kaderini değiştirme zamanıydı.

Yüzümde canlı bir tebessüm belirirken kafamı kaldırdım.

"Hasta mıydı-" Yüzüne bakmamla cümlesini yarıda kesen Elijah'ın yeşil gözleri yavaşça yüzümde donakaldı.

Aynı şekilde, ben de ona baktım. Eğer buranın kitabın içindeki bir dünya olduğunu bilmesem ve bana başkarakter kim diye sorsalardı, görür görmez onun adını verirdim. Resmen parlıyordu. Altın kirpikleri cidden uzundu ve yeşil gözlerinin etrafını bir fırçayla çizilmişçesine çevrelemişlerdi. Yüzünde ölçülü fakat değişik bir ifade vardı.
Dikkatle ona bakarken kaşlarımı kaldırdım.

"Hayır, hasta olduğumu düşündürten ne?" Neşeli bir sesle, anlamazcasına sorduğum soruyla gözlerini kıstı. "Yaklaşık bir aydır gelmiyorsun." Ses tonu beklediğimden daha inceydi. Açık bıraktığım uzun beyaz saçlarıma kısa bir bakış attı. Daha sonra yüzüme yerleştirdiğim neşeli ifadeye bakmış fakat tepki vermeyerek kafasını eğmişti. "Ve sanırım iyi bir şey oldu?"

Meyza'nın kitapta her zaman donuk bakışlara sahip olduğu anlatılmıştı. Ölüme giderken bile. Eğer şimdiki ifademi garipsiyorsa bu normaldi fakat ben de içinde bulunduğum durumu fazlasıyla garipsiyordum ve bu şekilde alık alık gülümsemek benim de istediğim bir şey değildi.

Sadece gidene kadar tahammül etmem gereken ve kendimce zararsız ayrıca da yumuşak başlı olduğumu belirtme şeklimdi. Ne de olsa Meyza kötü kadın karakterdi ve yaptığım hareketler biraz bile onun kötü imajını değiştirecekse sorun yoktu.

Boğazımı temizleyerek daha da geniş gülümsedim. "İyi bir şey oldu evet." Yüzümdeki ifadeyi korumaya çalışırken açık yeşil gözlere baktım. "Fakat sadece benim için değil, senin için de iyi bir haberim var Elijah." Kaşları istemsizce havalandı fakat yüzünde daha çok baygın bir ifade olduğunu söylemek mümkündü. İlgisi yoktu söylediklerime.

Romantik bir romanın baş karakterine göre fazla donuktu hareketleri. "Neymiş o haber?"

Pekala, önce açıklama mı yoksa haberin kendisi mi?

Önümdeki çay dolu fincanı alarak gergince dudaklarıma götürdüm ve küçük bir yudum aldım.

Salla gitsin.

"Nişanı bozmak istiyorum." Elijah'ın yüzündeki rahat ifade nihayetinde tuzla buz olurken bir süre boyunca aynı ifadeyle yüzümü inceledi. Daha sonra aklına bir şey gelmiş gibi kaşlarını çatarak elini burun kemerine götürdü. Gözlerini tekrar açtığında bana bir bakış atmış ve tebessüm eden halimi görünce bıkkın bir nefes üflemişti dudaklarının arasından.

"Meyza, sen..." Yüzünde allak bullak bir ifade belirirken gözlerindeki acıyan ifade gülümsememin yüzümde donmasını sağladı. "Dikkatimi çekebilmek için şimdi de bu kadar ileriye mi gidiyorsun?" Bu sefer şokla yerinde irkilen kişi bendim. Aralanan mavi gözlerim Elijah'ın parlak yüzünde dolandı. Acıyan o korkunç ifadenin yanında hafifçe sinirlendiğini de görebiliyordum.

Söylediğim şeyi isteyerek dile getirdiğime biraz doğruluk payı vermemişti, değil mi?

Dilimi yavaşça dudaklarımın üzerinden geçirdim. "Anlaşılır olabildiğimi sanmıyorum ve bunun için bir kez daha tekrar ediyorum." Yüzümdeki tebessümün yerini düz bir ifade almışken soğukça gözlerine bakmaktan kendimi alıkoyamadım. "Bu nişanı bozuyorum, majesteleri."

Ortaya aniden koyduğum resmiyet bahçedeki sıcak havaya rağmen aramızda soğuk rüzgarların esmesini sağlarken ciddiyetimin farkına varmasıyla yüzünde hafif bir şok yerini buldu. "Gelecekte beni seven bir adamla evlenmiş olacağım ve o kişinin siz olmayacağı apaçık belli, bunu reddetmeye çalışmayacaksınızdır herhalde?" Sorarcasına gözlerine bakmamla yavaşça dudaklarını araladı fakat konuşmasına izin vermeden elimi kaldırdım.

"Bugün beni son görüşünüz, Yokluğum eminim ki sözlerimin doğruluğunu kanıtlayacaktır. Fakat bundan da ötesinde sizden özür dilemek istiyorum." Meyza adına...

Başkarakterin yüzüne baktığımın farkında olsam da gözlerimi yüzünden çekip ellerime çevirdim. Eğer bir şeyleri değiştirmezsem o elleri kesecek olan adam karşımdaki kişi olacaktı. Bunu bile bile nasıl durabilirdim burada?

"Bu zamana kadar sizi sıkan tüm davranışlarım için içtenlikle özür diliyorum." Yutkundum. "Windfield Düklüğü'ne çoktan bir mektup gönderdim. Bu nişanın bozulması bizim İmparatorluğa sunduğumuz desteği değiştirmeyecek. İçiniz rahat olsun."

Elijah'ın yüzündeki dehşet dolu şaşkınlık bir süre boyunca yerinde kaldı ve sadece yüzümü inceledi. Gözlerime baktı, anlamak istercesine. Biraz inanamayarak fakat en çok da neyin değiştiğini görmek isteyerek. Sonunda yutkundu ve kaşlarını tamamen çattı. "Sen ciddisin."

İşte bir başkarakterde aranan zeka.

Normal şartlarda dalga geçeceğim bir durumdu fakat bunu saygımdan dolayı yapmadım. Meyza'ın hayatının aşkı olarak seçtiği kişiye vedaydı bu ve alaya almak istemiyordum. Yüzümdeki ifadeyi biraz daha yumuşatarak gözlerimi yeşil harelere sabitledim.

"Artık özgürsün Elijah. Bana verdiğin tüm güzel anılar için teşekkür ederim. Umuyorum ki yakın zamanda..." Yavaşça tebessüm ettim. "Hayatına doğacak güneşi bulabilirsin." Ağzı tekrardan yavaşça aralanırken söylediğim şeyle beraber aniden irkildi. Yüzünde anlamaz bir ifade vardı.

"Bir anda-"

"Sözünü kesiyorum fakat bir anda değil. Söylediğim gibi bana aşık olan biriyle evleneceğim."

"Bana olan hislerinin öylece solup gittiğini mi iddia ediyorsun?" İnanamaz sesi yutkunmamı zorlaştırdı ve yavaşça soluklandım. Meyza Elijah'ı nasıl sevmişti ki şimdi vazgeçiyor olmama asla inanamıyordu? Yavaşça gülümsedim.

"Kalbimi hızlandıran başka biri var artık." Pekala, yalan sayılmazdı.

Benim kitaptaki favorim hiçbir zaman Elijah olmamıştı. "Başka biri mi?" İnanmayan sesiyle kafasını eğerken gözlerine baktım. Bu kadar diretmesinin sebebi muhtemelen kimseye aşık olmayacağını sanması ve Meyza'nın iyi bir politik değeri olmasıydı. Ya da bir anda sebepsizce yalan söylediğimi ve başka bir amacım olduğunu sanıyordu.

"Başka biri." Diyerek onayladım onu.

"Kim?" Pekala, hayat bir kumardır, oynamazsan hiçbir şey kazanamazsın derlerdi değil mi? Yani... Diyorlardır umarım.

"Yakın bir zamanda birinin bana gerçekten çok aşık olduğunu söyleyen bir mektup aldım. Öyle aşk dolu bir mektuptu ki etkilenmemek imkansızdı doğrusu benim için."

"Prens'in nişanlısına aşk mektubu yazmaya cesaret eden biri mi?" Evet, akıl sınırlarını zorluyordu değil mi? Açıkçası benimkini de zorluyordu.

"Evet." Diye mırıldandım. "Onunla evleneceğim."

Gözleri büyüyerek ağzını tamamen araladığında ben de içimden ağzımı aralayarak kendime baktım. Bu topraklardan gidebilmek için bu tür bir kumar oynamam gerekiyorsa pekala oynayacaktım fakat bilmediğim bir dünyada bu tür yalanların başıma ne iş açacağını kestirmek zordu. Kararlılığımı kaybetmemek adına duraksayarak kesik bir nefesi içime çektim.

"Kim?" Diye tekrar etti ölçülü bir tonda. Elijah'ın meraklı ifadesi gülmek istememi sağlasa da sorduğu soruyla hayran bir gülümseyiş yüzümde belirdi ve dudaklarımı araladım.

"Batı'nın Varisi. Karilya Prensi." Pekala, artık dönüş yoktu.

Darien De Karilya. İkinci erkek karakter ve Meyza'dan başka mutsuz sonla karşılaşan tek kişi.

Kitapta onun için ayrılmış her satırı kalbimde büyük bir hayranlıkla okumuştum ve derinden üzülmüştüm sadece bir yan karakter olup kenara atılmasına.

Sanki sadece Elijah'ın Aileen'i kıskanması için yazılmış bir karakter gibiydi fakat duygularının ve tavırlarının işlenişini göz önüne alınca, rolünü oynadıktan sonra batıya dönmesiyle çok yazık edilmişti ona.

Ve evet gerçeklerin yalanlardan daha ağır olduğunu söylemiştim fakat boynumuza dolanıp aniden nefesimizi kesebilecek yalanlar değildi söz konusu olan. Bu kadarı tehlikeliydi.

Darien tabi ki de bana aşık falan değildi.

Fakat işin kumar kısmı da buradaydı. Ben İmparatorluk Sarayı'na doğru yola çıktığımda, kendi elimle yazdığım mektup da Karilya'nın gayri meşru prensine doğru yola çıkmıştı.

O daha Aileen'i tanımamıştı ve dahası... Tanımasına izin vermeyecektim.

Çünkü Meyza masum birinin canını almaya teşebbüs edip kötü kadın olarak mutsuz sonla karşılaşmayı hak ettiyse bile Darien farklıydı.

Kötü adam değildi.

Hikayeyi bildiğimden, favori karakterimin öylece mutsuzluğa doğru yol almasını izlemeyecektim.

Ona gönderdiğim mektup sıradan bir mektup değildi.

Bir evlilik teklifiydi kendi elimle yazdığım.

Elbette ki direkt olarak onunla evleneceğimi düşünmüyordum. Her şey planladığım gibi giderse, Elijah ile olan nişanımın sorunsuz şekilde sonlanmasından sonra mektup Batı Toprakları'na ulaşacaktı.

Windfield, Helefna için bile büyük destekçiyken Batı'nın Varisi bu teklifi elinin tersiyle geri çevirmezdi diye tahmin ediyordum.

Çünkü Windfield'lar, her ne kadar Helefna'ya hizmet etse de ordusu imparatorluğunkiyle yarışır haldeydi ve böyle bir destek Batı'yı akıl almaz derecede değerli hale getirirdi.

Hele ki ben tek varisken, Kuzey'in tüm bu zenginliğinden faydalanabilir demekti bu.

En azından beni Batı'ya görüşmek için çağırsa bile yeterdi. Tek yapmam gereken kendimi ve onu, ejderha ortaya çıkana kadar Helefna'dan uzak tutmaktı. Zaten bu tür politik değer taşıyan evliliklerde nişanlı kalma süresi bir sorun çıkma ihtimaline karşı oldukça uzun oluyordu ve bu süreçte Karilya'nın elçilik görevini yapacak kişinin Darien olmasını bir şekilde engellesem bile yeterdi. Bu şekilde Aileen'e aşık olmayacak, mutlu bir hayat yaşayacaktı. Hem belki kendi imparatorluğunda hakkı olan tahtı almaya falan uğraşırdı.

Tahminen sonra nişanımız bozulurdu ve ben de sessizce olmam gereken yere, Kuzey'e dönerdim. Teknik olarak zengindim ve başkentin aksine kuzeyde oldukça iyi karşılanacağıma inanıyordum.

Herkes için mutlu son işte böyle olacaktı.

"Batının Varisi mi? Felaketin ortaya çıkacağı batıdan mı bahsediyoruz? Gerçekten sonunda kafayı mı yedin?" Kaşlarını çatarak art arda sıraladığı sorularla yutkundum. Elijah'ın yeşil gözleri inanamazca kısılmıştı.

"Aşkın gözü kördür derler." Diye saçma bir cümle kullanarak yerime sindim. Favori karakterimi görecektim, bunun ötesi var mıydı?

"Aşkın tek bir mektupla taraf değiştirecek kadar sığ." Kaşlarımın çatılmasına engel olamayarak ciddi bir şekilde yüzüne baktım. Elijah da yerine yaslanmıştı ve aynı şekilde kaşları çatıktı.

"Bu evliliği istemeyen sendin Elijah." İsmini vurgulayarak söylememin ardından tek kaşımı kaldırdım. "Şimdi suçlayıcı bir şekilde beni yargılamayı düşünmüyorsun herhalde?" Tanrı aşkına, Aileen gelince beni aldatacak olan oydu! En azından ben nişanı bozuyordum.

Sakin kalmaya çalışarak çatılmış kaşlarına ve ciddi duran yüzüne baktım. Derin bir nefes alarak "Mantıklı düşün." diye mırıldandım istemsizce. Bir anlığına duraksarken yeşil harelerinden değişik bir duygu geçti ve ne olduğunu anlayalamadan bahçeye çevirdi gözlerini. Ne düşünüyordu bilmiyordum fakat uzlaşmacı olmalıydım.

"Haklısın..." Diye mırıldandı kısık bir sesle, gözleri çiçeklerdeyken. "Bu zamana kadar sevgine karşılık vermedim, bir kere bile." Kafasını tekrar bana çevirdiğinde temkinlice yüzüne baktım. Düşüncelerle gölgelenmiş yeşil gözlerinin yanı sıra, daha anlayışlı bir ifadesi vardı.

"Nişanı bozmak istemeni anlayabiliyorum fakat Batı Varisi'yle evlenmek?" Derin bir nefes aldı. "Babam delirecek muhtemelen." Kafasını eğdi.
"Akıl alır bir hareket değil ayrıca." Diye devam etti. "Hiç akıl alır değil hem de. Bir mektubun peşinden Batı'ya kadar gitmek." Olmayan mektup.

Sonrasında yüzüme baktı Elijah. Sessizce, hafifçe kıvrılmış dudaklarıma ve gözlerimdeki dingin ifadeye baktı. İlk defa yumuşak bir ifade belirdi suratında. Kabullenmişti. "Pişman olmayacağın bir hayat yaşa Meyza." Dedi iç çekerken.

Ve artık özgürdüm.

Romantik romanın baş karakteri elbetteki nişanın bozulmasına kötü tepki vermeyecekti çünkü zaten istemediği bir evlilik yapacak olmak onun için yüktü hep.

Şimdi tek yapması gereken Aileen'i beklemekti.

Elijah'ın bakışlarını üstümde hissetsem bile tamamen rahatlayarak kocaman gülümsedim ve gökyüzüne bakarak çiçek kokusunu içime çektim. Geriye sadece Darien'in mektuba cevap vermesini

beklemek kalıyordu.

🕯️



"Majesteleri, majesteleri! Bu mektuba acilen bakmanız gerektiğini düşünüyorum." Gürültüyle açılan kapıya kaşlarını çatarak bakan Darien'in yüzünde tehlikeyle sarmalanmış temkinli bir ifade belirdi. Kesik bir nefesi içine çektiği sırada elindeki kalemi çalışma masasına bırakarak gözleriyle adama 'konuş' dercesine baktığında zihninden tonlarca kötü ihtimal geçmişti. Her nedense, hepsinin sonu savaşla bitiyordu.

"Mektup Helefna'nın Kuzey Düklüğü Windfield Varisi'nden!" Kaşları olabileceği kadar çatılırken kahyanın telaşlı bir şekilde uzattığı mektubu aldı ve üstünde yazılan olan isme kısa bir bakış attı.

Meyza Isabel Windfield.

Gerçekten, tam olarak ne alakaydı? Helefna İmparatorluğu ile komşu olduklarından can sıkıcı işler için birkaç kez oraya gittiği olmuştu ama o imparatorluğun soylularıyla, hele ki Kuzey Düklüğüyle hiçbir alakası olmamıştı.

Masanın üstündeki hançerle zarfı yırtarak içinden çıkan mektubu eline aldı ve derin bir nefes alarak güzel el yazısıyla yazılmış paragrafı okumaya başladı.

Sevgili Batı Varisi, Prens Darien;
Bu mektup içimde size karşı uzun zamandır sakladığım duygularımın bir eseri.

Uzun zaman önce Helefna'ya geldiğiniz gün sizi gördüğüm andan itibaren kalbim sizin için atmaya başladı.
Politik sebeplerle yapılan nişanım nihayet bozuldu ve hür irademle bu mektubu size yazabiliyorum.
Lafı kısa tutacağım. Sizinle evlenmek istiyorum!
Aşkımın ne denli büyük olduğunu dilerim Batı Kalesi'nde size anlatma fırsatım olur. İçten teklifimi kabul etmenizi diliyorum.
Cevabınızı bekleyeceğim.
Sevgiyle kalın.

Meyza Isabel Windfield

"Bu ne sikim saçmalık?" Sinirli bir ifadeyle gülen Batı Varisi elinden çıkan şimşek vari elektrikle mektubun saniyesinde küllere dönüşmesini sağlarken kahya bu görüntüyü gözleri büyüyerek izlemişti.

Kuzey Varisi kendisiyle dalga mı geçiyordu? Kadının neye benzediğini hatırlamak için gözlerini kapatarak zihninin her bir köşesini zorladı ama hayır, aklında hiçbir görüntü yoktu.

Bu kadın kendisini nerden görmüştü ve dahası amacı neydi? Helefna, batı topraklarına ajan sokmak için soylu kadınları mı kullanıyordu?

"Bir mektup kağıdı getir İsaak." Sakin çıkan sesindeki öfkeli tını öyle ürpertici yankılanmıştı ki odada, İsaak mektup kağıdını getirmek üzere hızla ortadan kaybolmuştu.

"Derdin ne öğrenelim bakalım kuzey kızı."

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%