Yeni Üyelik
2.
Bölüm
@ekalinea

2
 

 

 


 

Elindeki kılıcı bir kere daha savuran Darien tüm konstrasyonunu toplamış şekilde hedefe bakarak kılıcını geri çekti.

"Konuş." Tek kelimelik emri ile onu uzaktan izleyen kâhya, dudaklarını birbirine bastırarak ilerledi ve buz gibi havada incecik gömlekle duran adama endişeli gözlerle bakmaktan kendini alıkoyamayarak elindeki zarfı uzattı.

İnanması güçtü ama gelen dördüncü mektuptu bu.

Darien'in mektubun üstünde yazılı ismi okumadan zarfı açması, kimden olduğunu gayet iyi bilmesindendi. Derin bir nefes alarak katlanmış kağıdı açarken son zamanlarda sık sık yaptığı gibi kaşlarını çattı.

Kalbimin sahibi, Majesteleri Darien;
Evlilik teklifimi bir kez daha reddetmeniz gerçekten benim için büyük bir hayal kırıklığı oldu.
Her kadın gelecekte sevdiği adamla evli olmak ister.
Eğer bundan başka bir çıkar amacım olsaydı emin olun ki Prens Elijah ile nişanlı kalırdım. Amacım sizi gücendirmek değil ama Helefna'nın Batı Toprakları'ndan daha zengin olduğu bir gerçek ne yazık ki.
Duygularımda hiçbir art niyet yoktu.
Size olan sevgimi yüzünüze karşı anlatabilmeyi dilerdim.
Yine de üç evlilik teklifinin ben bile çok fazla olduğunu düşünüyorum.
Bu size olan son mektubum.
Daha fazla kendimi küçük düşürmeyeceğim.
Teklifimin hep geçerli olduğunu unutmayın. Bunun haricinde cevap vermeme ihtimalinize karşı söylemek istiyorum ki;
Prens Darien, sizi tüm kalbimle seviyorum.
Mutlu olacağınız bir hayat yaşamanızı dilerim.
Lütfen sevgiyle kalın.

-Meyza Isabel Windfield

Mektubu okuduktan sonra gözlerini son satıra bir kere daha değdirdi. Sonlara doğru mürekkep dağılmıştı ve birkaç kısımda daha aynı sorun vardı. Kadın bu mektubu yazarken ağlamış mıydı?

Alayla gülümsedi.

Bu işin hiçbir mantığı yoktu ve anlayamıyordu. Helefna'nın Batı'ya casus göndermesi mantıksızdı. Bu evlilik teklifleri eğer kendisine değil de Karilya'nın Veliaht Prens'ine gitmiş olsa olanların mantıklı bir yanı olurdu ancak gitmemişti. Elinde tutuyordu işte mektubu. Diğer gelenlerle beraber, hepsi bizzat kendisine yazılmıştı.

Windfield, Helefna İmparatorluğu'na bağlı olmasına rağmen bazı konularda özel bağımsızlık hakları vardı. Varislerin kimle evleneceğini seçebilmesi gibi. Bunun için Helefna İmparatorluğu'nun izni olsa da olmasa da bu evlilik yapılabilirdi fakat eğer imparatorluğa bağlı bir teklif değilse bu... Neden?

Windfield'ların bu işten ne gibi bir çıkarı olabilirdi?

Bir kadın neden kendi imparatorluğundan prensle, üstelik veliaht prensle evlenmek yerine karşı imparatorluğun köşede kalmış ve tahta geçme hakkı olmayan prensiyle evlenmek isterdi? Batı çoraktı ve Helefna'daki sikik kehanete göre felaketin çıkacağı yerdi.

Gelen dört mektubun üçü evlilik teklifiydi ve Darien'in tüm teklifleri her seferinde bir cümleyle reddetmiş olmasını arkadaşı Callisto öfkeyle izlemişti.

Çünkü bu evliliği reddetmek normal şartlarda akıl alır iş değildi. Öncelikle, Meyza Isabel'in bu evlilikten hiçbir çıkarı olmayacak olsa da aynı şey kendisi için geçerli değildi.

Windfield, yakın yıllarda sadece ödediği vergiyle bile Helefna'nın ekonomik ayaklarından biri haline gelmişti. Fazla sayıda ticaret yoluna sahipti ve kardan dolayı doğru düzgün tarım işi yapılamasa da zengin madenlere sahiplerdi. Sadece madenlerin sayısına bakmak bile dudak uçuklattırıyordu.

Şifalı suyu olduğu bilinen esrarengiz bir şelaleleri vardı ve suyunu kullanmanın çoğu hastalığa iyi geldiğine inanılıyordu.

Kısacası soğuğuna rağmen turist bile çekiyordu Kuzey. Bir düklüğe göre akıl almaz bir zenginlik söz konusuydu.

Bunun haricinde, farklı imparatorluktan olan Kuzey ve Batı Düklüklerinin birleşmesi, Helefna'yı rahatsız etmese bile Karilya'yı ciddi anlamda rahatsız edecekti. Kendisi için yeni bir durum olmazdı bu ancak Windfield bir imparatorlukla arasının bozulmasını nasıl göze alabiliyordu?

İşin içinde bir oyun yoksa, sadece bir kez gördüğü bir adama aşık olduğunu iddia edip evlilik teklifi etmek büyük pervasızlıktı. Hele ki gelecekte Kuzey'in başına geçecek biri için bu kadar düşünmeden hareket etmek...

Çok saçmaydı.

İşte bunun için, olanların altında bir sebep olmalıydı.

"İsaak." Diye mırıldandı elindeki mektubu alması için onu bekleyen kâhyasına uzatırken. İsaak kağıdı alırken efendisinin gözlerine bakarak derin bir nefes aldı.

Darien'in sarı harelerinde buz gibi bir bakış vardı o buzların arasında tehlikeli parıltılar dolanıyordu. Buna rağmen ne düşündüğünü söylemek imkansızdı.

İsaak'in tek bildiği, şu noktada Darien'in sabrının tükenmiş olduğuydu.

Darien elindeki kılıcı bırakırken planından saparak çalışma odasına yöneldi.

Anlamsız oyuna son verme zamanıydı.


❄️
🍂

MEYZA'NIN ANLATIMINDAN;

Çayırlık... Çimen... Temiz hava.

Midemin daha fazla bulanmaması adına aklımdan geçirdiğim şeylerdi bunlar.

Arabanın takırdayış sesi bir yana sallanıp durması bir zamandan sonra tamamen işkence haline gelmişti.

Beş gündür bitmek bilmeyen yoldaydık.

Beş koca gün.

Tamam, sürenin uzamasında handa verdiğimiz yemek ve uyuma molalarının etkisi vardı ama bu süreleri çıkartınca bile hareket halinde olduğumuz zaman daha uzundu!

Uzun yolculukların beni tuttuğunu bu şekilde öğrenmiş olmam gerçekten hayatın bir şakası olmalıydı.

Önceki hayatımda şehir bile değiştirmediğim varsayılırsa, en uzun yolculuğum buydu ve lanet bir at arabası yerine otomobilde olsam yine de midem böyle bulanır mıydı merak ediyordum.

Koskoca fantastik kitabın içine ışınlanma portalı koymamak niyeydi? Kitapta ışınlanma parşömeni gibi değişik bir ürün olduğunu hatırlıyordum ancak o da daha önce gittiğin yerlere gitmeni sağlıyordu! Ejderha vardı, büyü vardı, azizeler ve kutsal güçler vardı.

Ama bir ışınlanma portalı yoktu işte.

Akılsız yazar, diye huysuzca içimden geçirirken ellerimi heyecanla elbisemin eteğine sürttüm.

Heyecanlıydım, çünkü hayran olduğum kurgusal karakteri kanlı canlı görecektim. Bunun sadece düşüncesi bile yerimde tepinmek istememi sağlarken şu anda Batı Topraklarına varmak üzereydik. Gerçekten inanılır gibi değildi.

Yaptığım şey, Kuzey'de büyük bir karmaşıklık çıkartmıştı.

Prens'le bozulan nişanımın hesabını vermeden Batı Varisi'yle evlenmek istediğimi öğrenen Windfield Dükü tonlarca mektup göndermiş ve en sonunda iyi olup olmadığımı kontrol etmek için Helefna'ya geleceğini söylemişti.

Gelmişti de.

Aslında soğuk gözüken bir adam olsa da benimleyken endişeli ifadesini bastıramaması, Meyza'ya gerçekten değer verdiğini tekrar anlamamı sağlamıştı. Nitekim, ona karşı sempati duymaktan alıkoyamamıştım kendimi. Hikayede Meyza'nın ölüme terk edilişine isyan eden ve ona kanla bağlı olup şu anda hayatta olan tek kişiydi sonuçta.

Veliaht Prens'ten isteğimle ayrıldığıma inanmakta oldukça güçlük çekmiş, sonunda ikna olacak gibi olduğunda ise tek bir mektupla aşık olacak bir insan olmadığımı bildiğini, ve her şeyin nerede başladığını sormuştu.

Bense Darien'i nişanımdan hemen sonra gerçekleşen uluslar arası kutlamada gördüğümü ve nişanlı olduğum için bunu söylemeye cesaret edemesem de Darien'in de benden hoşlandığını öğrenince ayrılmak için cesaretimi toplayabildiğimi söylemiştim.

Kısacası amcama bir yalan, Elijah'a bir yalan, Darien'e ise apayrı bir yalan söylemiştim. Avunacak tek şeyim Darien'in bunları asla öğrenemeyecek olmasaydı.

Ne de olsa Batı Toprakları her şeyden kilometrelerce uzaktaydı!

Bir şekilde Prens Darien'e vurulduğuma inanan amcam, bunun akıl işi olmadığını söylese de mutluluğu bir tek bu şekilde bulacağımı söylediğimde benim yerime bu konuyu Helefna İmparatoru ile konuşacağını, verdiğim karar yüreğimden geliyorsa bunu destekleyeceğini söylemişti.

Mektuplara gelince... Gerçekten utanç kaynağıydılar. Modern dünyada bile kadınların evlilik teklifi etmesi alışılmamış bir şeyken bu eski dönemde art arda üç kez teklifte bulunmam benim hakkımda ne tür şeyler düşünmesine yol açmıştı, tahmin bile edemiyordum.

Üzgünüm ancak teklifinizi reddetmek durumundayım Leydi Meyza.

İlk gelen cevap mektubu buydu ve elde edebileceklerine rağmen teklifi bu şekilde geri çevirmesi şoka uğramamı sağlamıştı.

Mantıken benim Elijah'a uydurduğum hikayenin aksine kimse gelen bir aşk mektubunu öylece kabul etmezdi ama aristokrasi sınıfından birinin, hele ki Darien'in konumundaki birisinin kesinlikle bunu öylece reddetmemesi lazımdı.

İşte bu noktadan sonrasını tamamen okuduğum onlarca romantizm romanına ve edebiyata olan ilgime borçluydum. İkinci mektupta sadece Darien'i nasıl sevdiğimle alakalı süslü cümleler ve büyük miktarda mübalağa vardı fakat bu mektubun sonu da ilkinden farklı olmamıştı.

Yine de sevdiğim karakterin mutsuz sonunu değiştirme isteğim o kadar fazlaydı ki tüm bu olanları üçüncü teklif ve reddediliş takip etmişti.

Son mektubum, yazdığım şeylerin üzerine su damlatarak ağladığımı ve üzgün olduğumu düşünmesini istediğim ama içten içe pes etmiş olduğum mektubumdu. Böyle bir kurmaca yapmamın tek sebebiyse Darien'in aslında merhamet sahibi bir adam olduğunu vaktinde detaylarıyla okumuş olmamdı.

Yine de, aynı zamanda mantıklı ve soğuk bir adam olduğunu da biliyordum ve bu boş çabamdan vazgeçip sessizce Kuzey'e gitmek için hazırlıklara başlayacak durumdaydım ki, cevap gelmişti.

Sizi bir süreliğine Batı'da ağırlamak istiyorum.

Başarmıştım!

Şimdi geriye kalan tek şey Batı'ya vardıktan sonra orada kalabilmeye odaklanmaktı. Gerisini de zamanı gelince eminim ki halledebilirdim. Zor olan kısım bitmişti.

Gittiğimiz son handa yanımda getirdiğim ve beğenilerime en çok uyan elbiseyi geçirmiştim üzerime ve aynaya baktığımda her yanım kuzeyli olduğumu bağırıyordu.

Uzun beyaz saçlarım balıksırtı örülmüştü ve yüzüme renk gelmesi adına yanımdaki nedimelerim hafif bir makyaj yapmışlardı.

Makyaj malzemelerinin modern dünyayla karşılaştırılamayacak kadar doğal olsa da yüzümde güzel durması beni cidden şaşırtmıştı.

Yine de yapılan o makyaja dair bir şey kalmış mıydı emin olamıyordum çünkü midemin bulantısı yüzünden arabada soğuk terler dökmeye başlamamın üzerinden saatler geçmişti.

Çayırlık, çimen, temiz hava...

Gözlerimi sıkıca kapatmışken arabanın sallantısının durması irkilerek gözlerimi açmamı sağladı.

"Vardık Leydi'm"

Ne?

Ben daha hareketlenmeden arabanın kapısı açıldı ve gözlerim büyürken ne yapacağımı bilemeyerek oturduğum yerden kalktım. Yolculukta bana eşlik eden onlarca muhafızdan biri inmem için elini uzatmıştı.

Pekala, endişelenecek bir şey yoktu.

Muhafızın elini tutarak yavaşça arabadan indiğimde yere ayak basmamla temiz hava ciğerlerime nüfus etse de midemdeki bulantı katlanarak arttı. İstemsizce kaşlarımı çattım. Aynı anda muhafız bir adım yana kayarak önümü açtı ve ben de nihayetinde kafamı kaldırarak karşıma bakmayı akıl edebildim.

Onlarca kişi... Yürüyeceğim yolun iki yanında sıralanmış, kafaları önlerine eğik bir şekilde bekliyordu. Aşçı önlüklü kişilerden tut gardiyanlar, hizmetçiler; Tüm kale girişe dökülmüştü resmen. Beni karşılamak için buradalardı değil mi?

İçime çöken ağırlıkla gözlerimi kırpıştırırken kalenin kapısından çıkan ve yürümeye başlayan adama baktım.

Aynı anda nefesimin kesildiğini, kalbimin bambaşka bir ritimle atmaya başladığını hissettim çünkü bu çok başka bir şeydi. Elijah'ı ilk gördüğüm anla alakası bile yoktu.

Darien de Karilya, kitapta yazılan cümleleri okudukça yavaş yavaş zihninizin kıvrımlarında canlanan ve en sonunda sizinle yaşamaya başlayan bir karakterdi.

Her şeyi detayla ve özenle anlatılırken okudukça tüm o detayları daha fazla sevdiğim karakteri direkt olarak karşımda görmek mecazi olarak değil gerçekten başımı döndürmüştü.

Adımları bana yaklaştıkça daha da net gördüğüm sarı hareleri farklı bir dünyanın içinde olduğum gerçeğini şiddetle yüzüme çarparken iç çekmekten kendimi alıkoyamadım. İlk geldiğimde, aynaya bakmak bile bu kadar büyülememişti beni.

Darien gerçekten çok başka bir hikayeydi.

Gece siyahı saçlarına bakmak bile baş karakter Elijah'tan ne kadar farklı olduğunu gösterir gibiydi ama asıl farklılıkları görünüşte bitmiyordu. Bana bakarak kaşlarını çattığını görmem yutkunmamı zorlaştırsa da kocaman gülümsemek istedim.

Buna engel olan şey midemdeki şeylerin yukarı doğru tırmanmaya başladığını hissetmem oldu.

Herkesin gözleri tamamen benim üzerimdeyken Darien, yüz ifademden bir şeylerin kötüye gittiğini anlamış olacak ki anlamaz bir ifadeyle ancak oldukça soğuk bir şekilde bana baktı ve ben de aynı şekilde zihnimde çalan kırmızı alarm sesiyle etrafıma baktım.

O andan sonrası tamamen ağır çekime girmiş gibiydi. Uzun elbisemin eteklerini toplayarak koşmaya başlamam, Darien'in yanındaki muhafızların anında peşime düşmek için yerlerinden fırlayacakken benim yanımda gelen Kuzey Şövalyeleri'nin onlara kılıç çekmesi ve benim bulduğum ağacın dibine çöküp eğilir eğilmez kusmam.

Şaka gibiydi.

Ancak ne yazık ki yaşanmıştı.

Herkesin şokla donduğunu hissetsem de çaresizce midemdeki her şeyi dışarı çıkarttıktan sonra bir süre boyunca soluklanarak kafam eğik şekilde durmaya devam ettim.

Ancak nihayetinde, güçlükle kafamı kaldırabilmiştim.

Yok olmak istiyordum.

Ortamdaki garip havaya rağmen çömdüğüm ağacın dibinden kalkarken aklımdan geçen en mantıklı şey bayılma numarası yapıp bu rezaletten kurtulmak olsa da şu noktada oyunculuğuma o kadar da güvenmediğimden başımı dik tuttum.

"İndirin kılıçlarınızı." Normal bir tonda konuşsam da oldukça ciddi çıkan sesim tamamen Kuzey'in askerlerine hitap ediyordu.

Muhtemelen arabadan inip kaçar gibi koşmaya başlamamla kimsenin aklına kusacağım gelmemişti ve zaten şüpheli durumdayken çok yanlış anlaşılmıştım.

Beyaz zırhlı şövalyeler kılıçlarını yerlerine sokarlarken emir bekler şekilde hazır ol durumuna geçtiler. Hepsinin yüzünde telaş dolu bir ifade vardı ve Batıdakiler, nasıl desem... Şok olmuş haldeydiler. Ayrıca Darien... Henüz dönüp de bir daha ona bakamamıştım. Arabadan çıkan nedimelerim endişeyle yanıma koşturdular.

"Leydim mideniz bulanmaya devam ediyorsa niye söylemediniz? Tüm yol nasıl dayandınız?!" Endişeli yüzlerine bakarken gülümsedim.

"Sorun değil, bir şeyim yok." Diye mırıldandım. Üzerimde hissettiğim gözlerle kafamı çevirirken, Darien'in bana doğru bu kadar yaklaştığını fark etmemiş olmama içimden çığlıklar atsam da sakin kalmak adına ne yapacağımı bilemeyerek sadece yüzüne baktım ve daha da geniş şekilde gülümsedim.

Güvendiğim tek şey, Darien'in Aileen'in gülümseyişine ne kadar hayran olduğunun tekrar tekrar anlatılması ve benim de aynı taktikle Meyza'nın güzelliğine güvenmemdi.

Nitekim benim gülüşüm de yapmacık değildi. Gerçekten heyecanlıydım ve ona bakıyor olmak bile kendimi yerden yere atmak istememi sağlıyordu. Elimde olsa yanaklarını iki yandan tutar 'Nasıl gerçek olabilirsin?!' nidasıyla yüzünü defalarca öperdim.

Sonra da... Öldürürdü beni tahminen.

Her neyse.

Az önce kaşlarını çatan Darien, şimdi dümdüz bir ifadeyle, kan sonduracak kadar soğuk bakışlarla yüzüme bakıyordu. Bunun normal olduğunu, hemen kitaptaki halini görmemin imkansız olduğunu içimden kendime hatırlatarak uzun zamandır çalıştığım reveransı yapıp hafifçe eğildim.

"Meyza Isabel Windfield, tüm kalbiyle sizi selamlıyor Majesteleri." Sarı hareler yüzümde, daha çok saçlarımda ve üzerimdeki kıyafette dolandı. Onunla göz göze gelmek, engel olamadan büyülenmiş bir tebessümü yüzüme yerleştirmemi sağlarken, Darien bu tebessüme de soğukça baktı.

"Batı topraklarına hoş geldiniz, Leydi Meyza." Düz ama net sesi reveransı keserek tamamen ona baktım. Kendimi sevdiği ünlüyle buluşmuş bir fan gibi hissetmekten alıkoyamıyordum. Gerçi sevdiğin ünlüyü görmek gibi bir şey değildi bu. Hayatını okuduğun ve bağlandığın bir kurgusal karakter, karşında duruyordu ve canlıydı.

Nefes alıyordu. Nefes veriyordu.

Yaşıyordu.

Onunla aynı hayatın içindeydin, görüyordun onu ve tanıyordun da. Her şeyiyle.

Mucizeden bile öteydi bu. Tarifi yoktu.

Tut kendini Sima.

"Endişe verdiğim için özür dilerim, uzun yolculuklara alışık değilim." Diye konuştum kafamı hafifçe sağa eğerek. Altın hareler güneşle yarışır şekilde parlaktı ancak yüzünde hala herhangi bir ifade yoktu. Bomboş bakıyordu gözleri.

"Leydi Meyza'ya odasına kadar eşlik edin. Dinlensin." Ve arkasını döndü.

Ne?

Onun gitmesiyle beraber beni karşılamaya gelen hizmetçiler yanıma adımlarken gözlerimi şokla kırpıştırdım ancak Darien çoktan kalenin içine doğru ilerlemeye başlamıştı.

İyi de Tanrı Aşkına, kendisi neden eşlik etmemişti bana? Hiç mi beğenmemişti beni? İyi de Meyza çirkin bir kadın değildi ki.

Beyaz saçlarım olması mı garibine gitmişti?

Yüzünden de bir şey anlaşılmıyordu ki!

Bu düşünceler eşliğinde ben, muhafızlarım, nedimelerim ve bize eşlik eden kalenin hizmetçileriyle beraber yürümeye başladık. Bir ordu gibi...

Sahiden öylece dönüp gitmişti. Ben şu topraklara varabilmek için kaç gündür yoldaydım bunu biliyordu değil mi? Nasıl olur da iki cümle kurmaya tenezzül etmeden kaçar gibi giderdi?!

Yürürken, şaşkınlığın izleri yüzümden yavaşça silindi. İki yana sıralanmış ve hala kafaları eğik şekilde duran kale çalışanlarının kaçamak bakışları dikkatimi çekse de fire vermeden ilerlemeye devam ettim.

Muhtemelen efendilerine evlilik teklifi eden manyak kadının neye benzediğini merak ediyorlardı.

Bense zarif bir şekilde ön yargılarını kırmam gereken karşılamada koşarak bulduğum ağacın dibine kusmuştum.

Bu anının zihnimden silinmesini dileyerek iç çektim ve gireceğimiz kaleye daha dikkatli baktım. Yol boyunca verimsiz ve kurak topraklardan geçip durmuştuk ama kale ironik bir şekilde ormanların ortasına yapılmıştı.

Büyük kalenin şovalyelerinin zırhları benim askerleriminkinin aksine simsiyahtı. Üstünde tek bir işleme veya süsleme yoktu.

Çevremizi saran ormanlardan hangisi bilmesem de bunlardan bir tanesinde değişik yaratıkların var olduğunu biliyordum. Kitapta fazla bahsi geçmese de en başta kehanetteki felaketin de bu ormandan çıkacağını düşünmüşlerdi.

Fakat ejderha alakasız bir şekilde batıdaki iki dağın arasından çıkmıştı.

Ormandaki yaratıkların ise kaynağı belli değildi. Sadece aniden ortaya çıktıkları biliniyordu işte. Darien bu topraklara gelmeden önce yaratıklar halktan insanları katletmeye bile başlamışlardı fakat o, geldikten sonra tüm çevrenin güvenliğini sağlamayı başarmıştı.

Kale bunun için ormanların arasında olsa gerekti. Bir sorun çıktığında direkt olarak müdahale etmek için.

Kendi canından çok halkının ve topraklarının güvenliğini düşünen biriydi Darien.

Tahttaki hakkının alınmış olması gerçekten de haksızlıktı be bu durumu hala atlatabilmiş değildim. İç çekerek kalenin içinde ilerlemeye başladım.

Kalenin dıştan görünüşünün aksine içinde pek bir süsleme yoktu. O ihtişam bir anda sönmüş gibiydi. Göz alan tek şey duvardaki meşalelerin güzelliğiydi fakat o da zaten aydınlatma için zorunluydu.

Metrelerce yüksekten asılan kırmızı perdeler biraz eski gözüküyordu fakat göze batmıyordu. Genel olarak antika tarzda dekorlar kullanıldığını anlamak zor değildi fakat nedense kaleyi dizayn eden kişinin bunun üstüne fazla uğraşmadığı izlenimini almıştım.

Fark ettiğim bir diğer önemli şeyse kalenin içindeki buz gibi havaydı.

Kış ayında olduğumuzu biliyordum fakat Tanrı aşkına, kalenin ısınmasına yetecek odun da mı yoktu? Ormanın ortasındaydık. Lanetli bilinen ormanın ağaçlarını, yakacağa çevirmek için komple kesmek akıllarına gelmemiş miydi? Böylece yaratıkların nerden geldiği de çözülmüş olurdu.

Gerçi belki de düşündüğüm kadar basit değildi. Böyle çözülecek olsa neden yapmasınlardı sonuçta?

Nihayetinde; eski, işlemeli ve kahverengi bir kapının önüne geldiğimizde benim açmamı beklemeden siyah zırhlı askerlerden biri kapıyı açtı. Ellerinde eşyalarımı taşıyan hizmetçilerle beraber odaya girdiğimizde, şaşkınlıkla kaşlarımı kaldırdım.

Oda... Beklediğimden daha küçüktü. Tamam, zaten Helefna'da kaldığım köşkteki kadar büyük bir yer beklemiyordum ama bu kadar küçük olmasını da beklemiyordum! Koskocaman kalede bana verilen odanın bu olması, kısa zaman sonra gideceğimi gözüme sokmak isteyişinden miydi?

"Bu nasıl bir saygısızlık?" Diye fısıldadı dehşet içerisinde nedimem Sia. "Size nasıl böyle bir oda verir Leydi'm? Kabul edilemez bu." Diğer nedimem aynı şekilde Batı askerlerine ters bir bakış attıktan sonra Sia'yı onaylamak için kafasını salladı.

"Eşyaları yerleştirmeye başlayın kızlar." Diye mırıldandım sakin bir ses tonuyla. Her nedense, odayı görünce arabaya binip kaçıp gideceğimi sanıyor olmalılar ki, Batı'nın askerlerinin bile yüzlerine şaşkın bir ifade düşmüştü.

Her şeyden öte, kaçacak olsam bile nasıl bir daha o kadar yolu gidebilirdim?! Buna inanmak akıl işi miydi cidden?

Beş koca gün, canımdan can gitmişti.

"Buraya kadar gelebildim ya, nerede kaldığım önemli değil." Omuz silkerek söylediğim şeyle beraber Sia "Leydi'm..." diye mırıldandı duygulu bir sesle. Gerçekten gözlerimi devirmemek için zor tutuyordum kendimi. Tamam bir kaleye göre küçük bir oda verilmişti belki fakat işin aslında bu oda bile, benim gerçek dünyada kaldığım odanın beş katıydı. Darien'in değişik imasından başka dramatik davranacak bir şey yoktu esasında.

En azından benim için.

Soylu olan birinin bu odayı görünce kafayı yemesi muhtemeldi. Odanın içindeki eşyalar kalenin içindeki diğer eşyalardan daha eski duruyordu ve şömine yakılmamıştı.

Oda buz gibiydi ve mecaz değildi bu.

"Hazırlandıktan sonra Majesteleri'nin yanına gideceğimi haber verir misiniz?" Dedim siyah zırhlı askerlerden birine dönerek. Asker ifadesiz bir şekilde kafasını sallayarak odadan çıkarken onunla beraber tüm askerler odayı terk ettiler sırayla. En azından hazırlanacağımı söylediğim için yalnız bırakabilmişlerdi beni.

Onlar gittikten sonra kızlar kısa sürede banyoyu hazırlamış, acele ederek duş aldıktan sonra yeniden üstümü değiştirerek bebek mavisi bir elbise giymiştim. Kesinlikle buraya gelirken giydiğim elbiseyle alakası yoktu. Kumaşı ipek olsa bile dümdüzdü ve uzun kolluydu. Daha güzel şeyler giymek istesem bile hem soğuk dayanılabilecek gibi değildi, hem de işi abartmak istemiyordum. Açık saçlarımın arasına bir kaç tane küçük örgü eklendikten sonra saçlarımın kurumasını beklemeden odadan ayrıldım.

Kuzeyin ve Batı'nın olmak üzere odamın önüne sıralanmış yaklaşık yirmi beş akser kaşlarımı kaldırmamı sağladı. Gerçi şaşırılacak bir şey yoktu. Benimle beraber gelen Kuzey'in askerlerinin her biri tetikteydi çünkü namı pek de iyi olmayan Batı toprakları'ndaydık. Kehanette felaketin geleceği söylenen yerde. Mistik yaratıklara ev sahipliği yapan ve yönetimi lanetli olarak bilinen bir adamın elinde olan yer... Üstelik Kuzey'in tek varisi benken kuzey kanı taşıyan kimse bana bir zarar gelme olasılığını göze alamazdı.

Bunun haricinde Batı askerleri de tetikteydi çünkü kimse benim masum bir aşk için buralara kadar geldiğime inanmıyordu tahminen. "Sadece biriniz eşlik etsin, yeterli." Dedim kendi askerlerime bakarken. Her birinin yüzünde itiraz etmek ister gibi bir ifade belirirken Barry, yani benimle gelen asker grubunun başı, ciddi bir ifadeyle öne çıktı. Böylece yeniden hep beraber yürümeye başladık. Siyah zırhlı iki askeri bir süre boyunca takip etmemizin ardından ağzımın aralanmasına engel olamadım. Bu adam benim odamı, esas odalardan ne kadar uzağa koymuştu böyle? Metrelerce yürümüş ve hatta bir kat aşağı inmiştik.

Gerçi Darien'in karakterini göz önüne alınca bu da normaldi. İyi niyetle gelmediğime inandığından tedbir için önemli yerlerden uzağa yerleştirmişti beni tahminen.

Her ne kadar içimden bu duruma somurtmak gelse de bizzat favori karakterimle konuşacağımın farkındalığı zihnime çalındı ve içimin değişik bir heyecanla sarmalanmasına engel olamayarak gülümsedim.

Öyle ya da böyle, buraya kadar gelmiştim ve kurtaracaktım onun hayatını.

Neyden Sima?

Platonik ve keder dolu bir aşktan.

Tamam belki böyle söyleyince kulağa çok saçma geliyordu ancak hikayesi mutsuz biten iki kişiden biriydi Darien. Diğeri de bendim. Bunun için yazılmış olan bu kaderi beraber değiştirmeliydik.

Önünde durduğumuz kapıyla beraber derin bir nefes aldım ve benim çalmama kalmadan önümüzdeki askerler kapıyı açtılar. Zaten geleceğimi haber verdiğimden beni bekliyordu muhtemelen. Yüzümdeki heyecanlı gülümseyişi bozmadan içeri girdim ve çalışma masasında oturan Darien'in yüzüne baktım dikkatle.

Geldiğimde midemin bulantısından hiç de düzgün bakabilme fırsatım olmamıştı ancak şimdi gözlerimin bile parladığına emin olacak şekilde, dikkatle bakıyordum ona. Onunsa kaşları çatılmıştı benim gülümseyişime bakarken.

Ne kadar da hoş karşılanıyordum.

"Leydi Meyza..." Dedi soğuk bir tonda. "Önce bir şeyler yiyip dinlenirsiniz diye tahmin ediyordum." Kaşlarımı kaldırarak gülümsedim. "Ben beraber akşam yemeği yeriz diye düşünmüştüm." Darien'in kaşları olabilirmiş gibi daha da fazla çatıldı.

"Yemeği işler bittikten sonra yiyorum ve bu da size net bir saat vermemi zorlaştırıyor. Sizin beklememeniz en iyisi olacaktır." Söylediği şeyi kulak ardı ederek çalışma masasının karşısındaki koltuğa oturduğumda gülümseyişim daha da yayıldı yüzüme. Kafamı kaldırarak daha net bir şekilde gözlerine baktım. "Siz öyle diyorsanız..." Diye konuştum söylediği şey hiç sorun değilmiş gibi.

Sorundu elbette. Beş gün yol gelmiştim, ne kalenin içine kadar eşlik ediyordu ne de oturup bir yemek yemeğe tenezzül ediyordu. Halbuki o kadar da aşık olduğumu yazmıştım ona.

Gözlerimi her ne kadar çalışma odasında dikkatle gezdirmek istesem de bunun yerine yüzünü izlemeyi tercih ettim huzursuzluğun içime yayılmasına izin vermeyerek.

Darien... Hayal ettiğimin çok daha ötesinde bir adamdı gerçekten.

Yapılı bir vücudu olduğu, geniş omuzlarını saran ince beyaz gömlekten bile belliydi. Simsiyah saçlarına karşın parlak sarı gözleri öyle keskin bakışlara sahipti ki, insan bir saniyeliğine baktıktan sonra etkilenip bilinçsizce izlemeye devam edebilirdi onu.

Yine de... O parlak sarı gözleri pek de mutlu bir ifadeye ev sahipliği yapmıyordu şu an. Gözlerimi kırpıştırarak kendime gelmeye çalışırken, bir şey söylememi bekleyen Darien, buna tahammül edemediğini gösterircesine daha fazla kaşlarını çattı.

Konuş artık der gibi bir hali vardı ve Tanrı aşkına, bu hali bile... Yakışıklıydı. Işınlanma yazmadığı için kızgın olduğum yazarı sırf bu yüz hatırına affedebilirdim.

Damarlarımdan akan kan yanmaya başlamış gibi hissettim bir an. Kalbim hızlanmıştı resmen.

"Ben çok aşığım size."

Plansızca ağzımdan çıkıp giden cümleyle, Darien'in bakışları yavaşça donuklaştı. Gözlerim büyürken ağzıma vurmamak için zor tuttum kendimi.

Tamam, plan aşık olduğuma onu ikna etmekti ama değişik ve takıntılı bir kadın olduğumu düşünmesine sebep olmadan yapmalıydım bunu.

Derin bir nefes aldım.

Darien'ın güneş rengi gözlerinde buz fırtınaları eserken durumu toparlama amacıyla gülümsemeye devam ettim beceriksizce. Ensemden akan teri hissedebiliyordum.

Sima... Yarım sene boyunca tiyatro klübü başkanıydın sen. Yapabilirsin kızım bunu.

"Yani, mektupta da söylediğim gibi, bunu yüzünüze karşı söylemeyi çok istemiştim. Tutamadım kendimi, özür dilerim." Dudaklarımı birbirine bastırıp kaçamak bir bakış atarken ellerimle oynamaya başladım.

"Bana aşıksınız..." Kaşlarını kaldırdı sakin bir tavırla lakin gözlerinde dolanmaya başlayan parıltı, sakin bir ruh halinde olmadığını gösterir gibiydi. "Bu tam olarak ne zaman gerçekleşti?"

Ah... Demek sorgu zamanıydı.

Bunun haricinde, sesindeki şey alay mıydı?

Kaygısız bir gülümsemeyle tereddütsüz şekilde "İmparatorluğumuzun iki yüz yetmiş beşinci yılının kutlamasına gelmiştiniz." Dedim.

"Ben sizi gördüğümü hatırlamıyorum?"

"Ben katılmamıştım." Diye devam ettim yalan söylemeyerek.

Darien'in katıldığının belirtildiği partiyi çok iyi biliyordum çünkü o partiden önceki sahne, Meyza ile Elijah'ın arasının ne kadar soğuk olduğunu ve Elijah'ın birlikteliklerine karşı hiçbir duygusu olmadığını göstermek için yazılmıştı.

Meyza, Elijah ile birlikte giriş yapmak istemişti partiye, insanlara beraber olduklarını gururla gösterebilmek için.
Günlerce parti için hazırlanmış, İmparatorluk ailesinin özel izniyle kutlamanın pek çok şeyiyle özenle ilgilenmişti.

Nihayetinde parti gününden önce kendini fazlasıyla yoran Meyza, hastalanmıştı ve ne kadar istese de katılamamıştı partiye.

Elijah, o gün Karilya'dan gelecek soylular olduğu için Meyza'nın yanına bile uğramamıştı. Meyza ise, onu beklemişti. Sadece ziyafet gününde değil, iyleşip ayağa kalktığı ana kadar Elijah'ın onu görmeye gelmesini beklemişti.

O zamanlar Aileen bile yoktu.

Elijah muhtemelen Meyza'nın ilgi çekmek için numara yaptığını falan düşünmüş olacak ki günler boyu uğramamıştı yanına.

"Katılmadığınız partide beni nasıl gördüğünüzü sorabilir miyim?" Dedi Darien düz bir ifadeyle. Gözlerinde, saçma bir cevap verdiğim an beni pencereden fırlatıp geri gönderecekmiş gibi bir ifade vardı.

"Biliyorsunuz, Veliaht Prens'in nişanlısıydım o zamanlar ve partiye katılamama sebebim hasta oluşumdu. İmparatorluk ailesinden sayıldığımdan tedavim sarayda yapılıyordu ve parti de bildiğiniz üzere, saraydaydı. Aşağı inemedim ancak üst kattaki terastan partiye katılan herkes gözüküyordu." Darien'in kaşları çatılacak gibi olurken bunun yerine şüpheli bir bakışla gözlerimin içine bakmaya devam etti. Tam olarak gözlerimin içine bakması refleks olarak gülümsememi sağlarken zihnimin her köşesinde kaos vardı.

Bu adam postalayacak gibi duruyordu beni buradan.

"Veliaht Prens'le olan nişan sizin isteğinizle yapılmış?"

Yüzümdeki gülümseme kaybolmazken gözlerimi kırpıştırdım.

Bu ana ne denirdi? Sıçış anı?

Adam elbetteki ben mektup yazmakla uğraşırken araştırma yapmıştı!

Darien'in bana bakarken gözleri kısıldı hafifçe. Bir cevap bekliyordu benden.

Sanıyorum daha fazla yalana batma şansım da yoktu. Ne kadar fazla yalan söylersem açık verme ihtimalim de o kadar artacaktı. Daha fazla batmadan, bu işi halletmeliydim.

"Elijah, çocukluğumdan beridir yanımdaydı ve bana destek olmuştu her konuda. Nasıl desem... Başkente ilk gittiğimde pek de iyi tepkiler aldığım söylenemezdi." Darien'in kaşları çatıldı.

"Neden?"

Elim açıktaki saçlarıma gitti. "Kuzey'de normal ancak başkentte saçlarım ve görünüşüm insanlarda kötü bir izlenim uyandırdı. Buz cadısı diyorlardı bana." Kısık bir sesle ve alayla mırıldandığım şeyle kafamı eğdim. "Elijah'sa herkes beni garip bulurken bana içtenlikle yaklaştığından sevgi duymamak imkansızdı benim için. Bunun aşk olduğuna inanmıştım. Gerçi benim için o duygunun ne olduğunu söylemek hala güç ancak hiçbir zaman karşılık bulmadığı bir gerçek." Darien'in sarı gözlerine, değişik, soğuk bir ifade kondu. Kaşlarını kaldırdı hafifçe. "Sözlü olarak beni reddettiğini söyleyemem ancak kalbinde bana yer olmadığını o kadar farklı şekillerde belli etti ki, nişandan sonra ona karşı olan hislerimin bitmesi uzun sürmedi."

Ben, Meyza için yazılmış olan hikayeye içerlenmiş halde gülümsemeyi bırakmışken Darien yüzümde gördüğü ifadeyle bir anlığına duraksadı. En azından bu söylediklerime inanmış olacak ki gözlerindeki şüphe kıvılcımları alev almadan sönmüştü bu sefer.

"Prens'e olan aşkınızın bittiğine emin misiniz Leydi Meyza?" Duyduğum soğuk sesle kafamı dehşet içerisinde yeniden kaldırdım.

"Tanrı aşkına, insan aynı anda iki kişiyi sevebilir mi? Tüm kalbimin size ait olduğunu söylüyorum!" Ani yükselişimle Darien'in dudakları aralanıp kapandı. Bu çıkışı o da beklemiyordu. Kaldı ki ben de beklemiyordum.

Baya da soylu gibi hareket ediyordum gerçekten. Tiyatro klübü belli ki bana çok şey katmıştı.

Birkaç saniyelik sessizlik odaya hakim olurken yanaklarımın kızardığını hissederek yeniden geriye yaslandım.

Aşırı hareketler yapmaya devam edersem gerçekten soylu biri olduğuma bile inanmayı kesecekti.

"Tüm bu söylediklerinizin..." Dedi sonunda tok bir sesle kafasını hafifçe sağa eğerken. Sarı hareleri parıl parıldı. "İnandırıcı olmadığının farkındasınız, değil mi?"

Gözlerim büyürken "Nedenmiş?" Diye konuştum alıngan bir sesle. "İnsan sevemez mi yani?"

Darien o an, gerçekten saçma bir şey söylemişim gibi baktı bana. Sonunda gözlerinde alay dolu parıltılar dolanırken dudağını kıvırarak "Sadece bir kez partide gördünüz birini sevdiğinizi iddia ediyorsunuz." diye konuştu. O alay bir anda dondurucu bir hal aldı. "Sonra aşk olduğunu iddia ettiğiniz şey için Batı'ya, kehanetinize göre felaketin çıkacağı yere geliyorsunuz. Üstelik Batı'nın herhangi bir zenginliği yokken ve Kuzey'de de, başkentte de çok daha rahat bir hayat sürebilecekken." Gözlerini kıstı yavaşça. Bakışları, sanki içimi delip geçecekti.

"Hakkımda söylenenleri de bildiğinizi varsayıyorum. Kaldı ki gayrimeşru bir prens olmamla buraya sürülmüş olmam söz konusu bile değil. Her ne kadar bir çıkarınız olmadığını söyleseniz de tüm bunları göz önüne alınca söyledikleriniz daha absürt bir hale geliyor."

Kendinden emin bakışları, söylediklerinin sonuna kadar arkasında olduğunu gösterirken yutkunarak gözlerimi kırpıştırdım. "Yani..." Dedi acımasız bir ses tonuyla. "Ya Helefna Batı'yla alakalı yeni bir kehanet aldı ve bu topraklarda aradığı bir şey var. Ya da..." Dilini dudaklarının üstünden geçirdi acelesiz bir tavırla. "Gerçekten bir defa gördüğünüz bir adama aşık olduğunuzu düşünüp Batı'ya gelecek kadar pervasız ve aptal bir kadınsınız." Soğukça gülümsedi. "Emin olun, ben bile ikinci seçeneğin gerçek olduğuna inanmak istemiyorum."

Aileen'in kaygısız gülümsemelerine, kararlı havasına aşık olan Darien, görünen o ki aynısını ben yapınca hiç mi hiç etkilenmemişti.

Gözlerine baktım dikkatle. Aileen'e bakarken güneş gibi parladığı yazılan ve şefkatle kısıldığı söylenen gözlerine. Gözleri belki gerçekten güneş rengindeydi ancak ısıttığı falan yoktu karşısındakinin kalbini.

Bir buz fırtınası çıksa kalbimde, anca bu kadar soğukta kalmış gibi hissedebilirdim.

Değiştiremeyecek miydim yani hikayeyi?

Ne yaparsam yapayım Aileen'in yanına gidecek, ona sonuna kadar aşık olup kalbi kırılarak buraya geri mi dönecekti yani? Halbuki sadece Aileen'e olan aşkını değil, ona yazılan bu adaletsiz hikayeyinin tamamını tüm kalbimle değiştirmek istemiştim.

Yutkunmakta zorlanarak Darien'in gözlerinin içine baktığımda, bir anlığına, çok kısa bir anlığına buradan kalkıp gitmem gerektiğine inanacak gibi oldum.

Tüm o yolları geri dönecek ve Helefna'da oturup yazılan hikayenin gerçek oluşunu izleyecektim öyle mi?

Ellerimi de kesselerdi de tamı tamına hikayeye uysaydık bari.

Kaşlarım çatıldı aniden ve benim bu ifademi gören Darien de aynı şekilde kaşlarını çattı.

Biraz daha geriye doğru gitti düşüncelerim.

Tüm o yolları geri mi dönecektim? Beş günlük at arabası yolculuğuyla mı?

Yok daha nelerdi. Beni bu saatten sonra anca uçağı icat ettikten sonra gönderebilirlerdi!

"Majesteleri." Dedim buz mavisi gözlerimin alev aldığını hissederken. "Her şeyden önce, sizi sadece bir anlığına görmedim. Bütün parti boyunca izledim!" Darien'in yüzünde kısa bir anlığına allak bullak bir ifade belirirken daha da çatıldı kaşlarım.

Gerçekten, yetmişti artık. Kaybedecek neyim vardı da susuyordum ben?

"Söylediğim gibi, benim bundan çıkarım yok ve duygularımda samimiyim ancak size olan zaafım aşkımı küçümsemenize izin vereceğim anlamına gelmiyor. İnanmasanız bile saygı duymak zorundasınız, öyle değil mi?" Kendimi ayağa kalkmaktan alıkoyamayarak çalışma masasının önünde dikildim ve avuç içlerimi masaya yaslayarak eğildim ona doğru.

"Bana sadece altı ay müsaade edin. Sizi kendi aşkıma inandırmak, aynı zamanda kendime aşık etmek için. Altı ay nişanlı kalalım yalnızca. Bu sürede beni tamamen göz önünde tutarak yanlış bir şey yapmadığıma emin olabilirsiniz. Ve işler yürümezse, altı ayın sonunda her şeyi bitiririz. Gelecek Windfield varisi olarak biten nişanın akabinde hiçbir sorumluluk almanız gerekmeyeceğiyle alakalı sizi temin ederim." Gözlerim kısılırken parlak bir ifadenin mavi harelerimden geçtiğine emindim. "Eğer işin sonunda zararsız olduğuma karar verirseniz bu evlilikten en çok sizin fayda sağlayacağınızı da unutmayın lütfen." Darien'in gözlerindeki şaşkınlık bir süre boyunca sarı harelerinde dans etti ancak bu da çok kısa sürdü. Keskin bir bakış gözlerine yerleşirken dikkatle onun önüne doğru sarkan beyaz saçlarıma, yüzüme ve son olarak gözlerimin içine baktı.

"Buraya getirdiğiniz tüm askerler, nedimeler ve hizmetçiler Kuzey'e geri dönecek." Dedi sert ve tehlikeli bir ses tonuyla.

"Tamam." Dedim bir anlığına bile düşünmeden. Kaşlarını kaldırdı bu hızlı cevabıma karşılık olarak.

Kararlı bir bakışa sahip buz mavisi gözlerimin içine bakarken, o sarı gözlerinden kitapta daha önce hiç tasvir edilmemiş, gerçekten tehlikeli bir parıltı geçti.

"Siz altı ay sonra size aşık olacağımı iddia ediyorsunuz." Dedi dudağını alayla kıvırırken. Sesi her ne kadar komik bir şey söylermiş gibi eğlenir şekilde çıksa da bakışları buz gibiydi.

"Bense size iki... Hayır hayır. Bir ay veriyorum. İddia ediyorum buradan, ardınıza bile bakmadan kaçacaksınız." Kaşlarım çatılacak gibi olurken gözlerimin hırsla parladığına emindim.

Gerçekten... Çok yanlış kişiyi kışkırtıyordu.

"Bakalım." Dedim yavaşça geri çekilirken. Darien'in gülümsemesi soldu ve dudakları düz bir çizgi halini aldı. Onun da yüzünde, gerçekten kızgın ve kendinden emin bir ifade vardı. "Hangimiz haklı çıkacağız?" Diye devam ettim geriye doğru bir adım atarak.

İşte Batı'nın Dükü, Karilya'nın lanetli kabul edilen Prens'i ile olan nişanım tam olarak bu şekilde gerçekleşti ve aramızdaki çatışma aynı şekilde bu nişanla beraber başladı.

Bu nişanın, her şeyin bildiğim kitap dünyasından çok daha farklı olduğunu anlamamı sağlayan yegane şey olacağındansa, o an oldukça habersizdim.







 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


 

 

 

 

 

Loading...
0%