Yeni Üyelik
3.
Bölüm
@ekalinea

3


 

Kitaplıktan çıkarttığım bir diğer kitaba sıkılmış bakışlar atarken, içime çektiğim nefesi yanaklarımı şişirerek yavaşça üfledim.

Burada, Batı Toprakları'nda bulunduğum üçüncü gündü.

Darien, anlaşma yaptığımız andan sonra nişanlandığımızı kendi imparatorluğuna ve benim ülkem Helefna'ya bildirecek bir mektup yazacağını söylemiş, ardından tabiri caizse beni kapı dışarı etmişti.

Sonrasında ben, benimle gelen herkese Kuzey Toprakları'na döneceklerini söylemiştim.

Deliye dönmüşlerdi.

Özellikle bana eşlik eden muhafızlar bunun söz konusu dahi olamayacağını söyleseler de, bunun bir emir olduğunu söylemem üzerine diretecek bir nokta kalmamıştı.

Nedimelerim, gerçekten burada yalnız başıma yapamayacağımı, bunu anladığım an hızla Kuzey'e dönmemi telkin ederek hüzünle ayrılmışlardı.

Yani şu an burada, Kuzey'e ait olan tek kişi bendim.

Herkes bir gün boyunca dinlenmiş ve dün sabah yola koyulmuşlardı. Bense dün, Darien'i görürüm umuduyla oradan oraya koştursam da kalenin içinde denk gelemediğimiz yetmezmiş gibi bir de çalışma odasına girmek istediğimi söylediğimde meşgul olduğunu ve kimsenin girmesini istemediğini söyleyerek almamışlardı beni.

Bununla birlikte nedimelerim gidince özel hizmetçi verilmişti bana ve o da sürekli etrafımda dolansa da gerekmedikçe konuşmuyordu benimle.

Bir de sürekli peşimde olan sözde özel muhafızım vardı, yüzüme bile bakmıyordu.

Nereden geçsem gözlerin üstüme değdiğini hissetsem de kimsenin tek kelime etmemesi canımı sıkmamış değildi.

Böyle mi kaçıracaktı yani beni buradan?

Yani ne diyeyim, güzel taktikti aslında.

Hiçbir şey yapmamanın sıkıntısıyla kendimi kütüphaneye atmamın üstünden saatler geçmişti. Amacım yaşadığım dünya ve Karilya İmparatorluğu hakkında daha çok şey öğrenmekti ancak biraz daha bir şeyler okursam kusacaktım açıkçası.

"Eee Chelsie." Dedim masanın öbür ucunda oturan hizmetçiye hitaben. Aslında en başta niyeti beni ayakta beklemekti ancak ona delirmemesini ve oturmasını istediğimi söyleyince ikiletmemişti söylediğimi.

Onun aksine kişisel korumamsa ayaktaydı ve "Mümkün değil." Diye soğuk bir sesle reddetmişti beni. Çok da zorlamak istememiştim açıkçası çünkü tek diyaloğumuz adını sorduğum ve aynı şekilde soğukça 'Alvin.' cevabını aldığım andan ibaretti. Saatler boyu ben kitap okurken ayakta dikilmek istiyorduysa sorun yok benim için.

Mümkün değilmiş, götüm.

"Burada bulunduğum süre boyunca hep birlikte olacaksak aramızın bu kadar soğuk olmaması lazım bence." Dedim gözlerimi kırpıştırarak gülümserken. Chelsie, herhangi bir surat ifadesi yapmadan yüzüme baktı. Ela gözleri parıl parıl parlıyordu ancak yutkundu ve "Bir ihtiyacınız olduğunda bana söyleyebilirsiniz Leydi'm." Diye mırıldandı çekingen bir ses tonuyla.

Gözlerimi kıstım yavaşça. Elimdeki kitabın kapağını kapatmış, ayağa kalkmıştım.

"Evet bir ihtiyacım var." Dedim sabırsız bir ses tonuyla. "İletişim. İletişim de bir ihtiyaç. Bütün gün kimseyle konuşmazsam en sonunda delireceğim ve şimdikiler yetmezmiş gibi çok daha kötü lakaplar ekleyecekler adımın yanına." Chelsie, çekingen bakışlarını bir süre gözlerimde dolandırdıktan sonra yeniden gözlerini kaçırdı.

Bıkkın bir nefes kaçtı dudaklarımın arasından.

Aslında benimle konuşası yok falan değildi. Sadece emirlere uyuyordu tahminen. Ona bakarak dudağımı kıvırdım neşeden uzak bir şekilde. "Pekala. Sıkıntı değildi."

Ardından yavaşça ilerlemeye başladım. Benimle beraber Alvin de hareket etmiş, Chelsie de ayağa kalkmıştı.

En başta amacım, Aileen'in yapmayı sevdiği şeyleri yaparak Darien'i etkilemekti ancak bu zordu.

Darien en çok Aileen'in güç kullanırkenki halinden etkilenmişti. Bunun akabinde banyoda yalnız olduğum çok kısa anda sözde içimde bulunan buz büyüsünü kullanmayı denemiştim ancak nafile bir çabaydı bu.

Ben nereden bilebilirdim nasıl büyü kullanabileceğimi? Kitapta ellerini kaldırıp bir şekilde kullanıyorlardı işte. Yazar tutup da nasıl olduğunu anlatmış değildi.

Aileen'de sevdiği bir diğer şeyse, muhtemelen karşılaştığı herkese içten ve samimi davranmasıydı ancak ben burda değil onun önünde birilerine yakın davranmak, yalnızken bile birileriyle samimiyet kuramıyordum.

Burda altı ay kalabilsem bile eğer Darien ile yakın olmazsak nasıl engelleyecektim gerçekleşecek şeyleri?

Atak zamanıydı.

O kadar romantik roman okumuştum ve kaldı ki o romanlardan birinin içindeydim. Bu tür bir döneme yaklaşık beş yüz yıl ileriden gelmemse söz konusu bile değildi. Birkaç adım önde olmam gerekiyordu.

Şimdi... Darien kişisel olarak ne seviyordu bunu düşünme zamanıydı.

Aklımdan kitapta Darien hakkında olan kısımları geçirmeye çalıştım.

Aileen haricinde neylerden hoşlanıyordu bu çocuk?

Kılıç kullanmak? Büyü gücünü kullanmak? Kaşlarım çatıldı. Elijah'ın sevdiği her şeyden bahsetmişlerken Darien'e neden hiç böyle bir sahne konulmamıştı?!

Sadece Darien'in Aileen'le şans eseri katıldığı bir festivalde tatlı yerken gülümser gibi olduğu geçmişti. Bu muydu yani? Cidden sadece bu mu vardı elimde?

"Mutfak nerede?" Arkamdan gelen Chelsie bir süre durduktan sonra "Giriş katta Leydi'm." diye anlamaz bir şaşkınlıkla mırıldandı.

Böylece adımlarım aşağı kata yöneldi ve bir süre yürümenin ardından devasa mutfağa giriş yaptım. Aynı anda aşçıların ve yardımcıların gözlerine dehşet verici bir şaşkınlık kondu. Birbirlerine değişik bakışlar atmaya başladıklarında hepsinin yüzünde 'bunun burda ne işi var?' bakışı vardı.

"Herkese güzel çalışmalar." Diye konuştum yüzümde bir gülümseme belirirken. "Hiç rahatsız olmadan işinize devam edebilirsiniz. Ben bir tatlı hazırlayıp çıkacağım hemen."

"Tatlı mı hazırlayacaksınız?" Diye konuştu bir adım gerimdeki Chelsie. "İstediğiniz tatlıyı söyleyin, bizler hazırlarız Leydi'm. Buraya kadar gelmenize hacet yoktu." Bunu söyleyen genç görünümlü esmer aşçıya dönerek hayır anlamında kafamı salladım.

"Kendim hazırlamak istiyorum. Bizzat, ellerimle." Gülümsedim ve aşçının bakışları gülüşümde takılı kaldı bir anlığına. "Majesteleri için..." diye devam ettim ve aşçının yüzüne allak bullak bir ifade kondu.

Chelsie'nin bana odaklanan ela gözleri hafifçe açılmıştı ve diğer çalışanlardan birkaçı bakışlarını kaçırmıştı benden.

Bir şeyler... Yanlıştı sanırım.

"İyi de Leydi'm... Lord Darien, tatlı sevmez ki." Genç aşçının sıkıntılı sesiyle kaşlarımı kaldırdım yavaşça.

Darien, tatlı sevmiyordu... Bu nasıl mümkün olabilirdi?

"Belki ağız tadına uygun bir tatlı yemediğindendir. Servis edilenleri yemiyor mu?" Diye sordum anlamazca. Çalışanlardan biri bana bakarak başını salladı.

"Hayır, misafir olmadığı sürece boşu boşuna tatlı hazırlamamıza gerek olmadığını söyledi."

Tanrı aşkına, bu bir şaka mıydı?

İnanmayı reddediyordum çünkü bu adam, tatlı yerken gülümsemişti! Öyle yazıyordu!

Yeniden alev alev yandığını hissettiğim bakışlarımla omuz silktim. "Olsun." Diye mırıldandım. "Şansımı denemek istiyorum."

Kesinlikle, bu adam o tatlıyı yiyecekti. Seviyordu çünkü, biliyordum. Okumuştum kitabı.

Mutfakta misafirlere ikram için kullanılan çikolatalardan bulmam bile çok güç olsa da malzemeleri toplayıp bu dünyada hiç yapılmadığına emin olduğum sufleyi yapmaya başladım. Mutfak çalışanları işlerini güçlerini bırakmış beni izlemeye başlamışlardı.

Tedirgin olsam bile sonunda yaptığım tatlıları gümüş tepsinin içine yerleştirdiğimde yüzümde tatmin olmuş bir gülümseme vardı.

Bırakın tatlı seven birini, sevmeyen bile ayıla bayıla yiyebilirdi bu tatlıyı!

"Yardımlarınız için teşekkürler hepinize." Dedim mutluluğumu gizlemeyerek.

"Yardım etmedik ki Leydi'm, ne demek?" Diye mırıldandı baş aşçı olduğunu düşündüğüm orta yaşlı adam. Yüzünde çekingen bir ifade vardı. Her ne kadar bir cümle kuracakken bile tereddüte düşüyor olması sinirlenmeme sebep açabilecek bir şey olsa da yalnızca tebessüm edip kafamı sallamakla yetindim.

Tepsiyle beraber mutfaktan çıkarak yürümeye başladığımda Chelsie peşime takılmıştı.

"Lordumuz çalışma saatlerinde rahatsız edilmeyi hiç sevmez." Dedi aksini yaparsam gerçekten kötü bir şey olabilecekmiş gibi sesinde titreşen endişe kıvılcımlarıyla.

"En azından nişanlısının yaptığı tatlıyı yemek için zaman ayıracaktır." Dedim ben de omuz silkerken.

"Leydi'm, Lord Darien... Kurallar konusunda katıdır."

Leydim, Lord Darien size vakit ayırmayacaktır.

Kaşlarım çatıldığında çoktan çalışma odasının önüne kadar gelmiş ve kapının önünde duran iki muhafıza boş boş bakmaya başlamıştım.

"Denemekten zarar gelmez." Dedim tekrar, gözlerim kapıdayken Chealsie'ye hitaben.

"Majesteleri biri ölecek duruma gelmediği sürece odaya kimseyi almamamızı emretti." Dedi muhafızlardan biri aynı anda tok bir sesle. Öteki de elimdeki tepsiye değişik bir bakış attı ancak ikisi de asla yüzüme bakmıyorlardı.

Direkt kapıyı açıp içeri dalsam, nişanı bozmakla kalmayıp beni ormanın ortasında yaratıklara yem etme ihtimali kaç olurdu?

Tamam, bu çok yüksek bir ihtimaldi. Yani odaya dalamazdım. Ama kendisi çıkarsa sorun olmazdı değil mi? Ne demişti, biri ölecek duruma gelmediği sürece mi?

Elimdeki tepsiyi kapı önündeki muhafızın eline tutuştururken yavaşça öksürüp boğazımı temizledim.

"Tanrım ayağım! Ayağım!" Yüksek sesli ani bağırışım Chelsie'nin yerinde sıçramasını sağlarken iki muhafızın büyüyen gözleri sonunda üstüme sabitlendi. Kendi korumam Alvin geride olsa bile onun da gözlerinin üstümde olduğunu hissedebiliyordum.

Yüksek bir sesle ağlama benzeri bir ses çıkarttım. "Öleceğim! Çok acıyor, çok acıyor!" Kendimi yere bıraktığımda, göz yaşlarımın gözlerimi doldurmasına izin verdim.

Şok olmuş bakışlar üzerimdeyken iç çekerek ayağımı tuttum. Bazen, fizik derslerine girmek istemediğimde, ayağım burkulmuş ya da bir yerime zarar gelmiş gibi yaparak revirde kalırdım. Hocaların inanmama ihtimaline karşı rolümü fazla gerçekçi yapmam, sadece meşhur tiyatro kulübünün başarısıydı.

Kapı sertçe açıldığında, gözlerimi kırpıştırarak dudağımı büktüm ve kafamı kaldırdım. Kaşları tamamen çatık duran Darien, direkt olarak gözlerini gözlerimin içine dikmişti ve açıkçası hiç de dostane bir ifade değildi yüzündeki. Sarı hareler öfkeyle parlarken yutkundum. Neden kitap karakterlerinin her hallerinin satırlarca betimlendiğini artık çok daha iyi anlıyordum.

Darien ne kadar öfkeli olursa olsun ya da gözlerindeki ifade ne kadar her yeri ateşe verecekmiş gibi gözükürse gözüksün, insan ona bakarken öfkesinden alev almazdı. Çok daha öncelikli sebepler söz konusuydu yanmak için.

"Ne yapıyorsunuz?" Diye neredeyse dişlerinin arasından mırıldandı Darien, tahminen muhafızlara karşı, kalkmama yardım etmedikleri için.

"Az önce, sizi ziyaret etmek için gelmiştim ancak ayağım takıldı." Dedim iç çekerek. Kimsenin gereksiz yere azar işitmesini istemiyordum zira gerçekten düşmemiştim bile.

Darien gözlerini ıslanan yanaklarımda ve gözlerimde gezdirdikten sonra sabırlı kalmak ister gibi gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı ve ben de kaşlarımı çatacak gibi oldum. Kesinlikle baş belasının teki olduğumu düşünüyor olmalıydı ancak en başta kirli oynamaya başlayan oydu! Gözlerini duygudan yoksun bir şekilde araladığında yavaşça önüme doğru eğilerek daha yakın bir şekilde göz teması kurmamızı sağladı.

"Ayağa kalkabilecek misiniz?" Elini ne kadar hasar var anlamak için ayağıma götürdüğünde yüzümü buruşturarak gözlerimi kırpıştırdım ve bu, Darien'in anında elini çekmesini sağladı. Bakışlarına sert bir ifade kondu.

"Sıkı tutunun." Dedi sonrasında ve ben ne olduğunu anlayamadan bir elini bacaklarımın altından geçirip öteki elini belimin arkasına koyarak havalanmamı sağladı. Gözlerim büyürken mutlulukla çığlık atmamak için dudaklarımı birbirine bastırırken çalışma odasına girmeden önce "Bir dakika!" diye telaşla bağırdım. Sonrasında, muhafızın eline tutuşturduğum tepsiyi almak için ellerimi açtım.

Darien çatık kaşlarla aldığım tepsiye bakarken sinir benzeri bir ifadenin gözlerinde titreştiğini görebildiğimden sesimi çıkartmadım. Böylece Darien "Şifacıyı yollayın." diye mırıldanıp odaya girdiğinde gözlerimi onun yüzüne dikmekle yetindim.

Ona bu kadar yakından bakmak, akıl için de kalp için de zarardı.

Altın gözleri hafifçe kısılmıştı. Her ne kadar kale soğuk olsa da, siyah ince bir gömlek giymişti ve gömlek kol kaslarını sıkıca sarmalamıştı. Siyah saçları düzenliydi. Önleriyse tıpkı onu son gördüğümdeki gibi hafifçe alnına dökülmüşlerdi ve yüzünde ciddi bir ifade vardı. Aklından her ne geçiyorsa sinirli olduğunu ve bu sebeple çenesini kastığını söylemek mümkündü. Sebep belki de bendim... Ama önemi yoktu yahu. Darien çok güzel kokuyordu!

Aileen halt etmişti gerçekten. Böylesine bir adamı reddetmek, hiç de gerçekçi değildi! İçimde yazarı bulup 'senin yazacağın kitabı...' diye başlayıp devam eden tonlarca cümle sayıp dökmek isteyen bir taraf vardı.

Darien beni elimdeki tepsiyle beraber odanın duvar kenarında yer alan kanepesine bıraktığında yutkundum. Ne söyleyeceksem tam zamanıydı.

"Tatlıyı sizin için yaptım." Dedim kısık bir ses tonuyla. Darien ayakta dikilirken soğuk bir ifadeyle tepsinin içindeki suflelere baktı.

"Tatlı yemem." Dedi düz bir şekilde.

Kaşlarımın çatılmasına izin vermeden gözlerimi kıstım. "Bu tatlıyı size getirmek isterken düştüm."

Darien'in kaşları çatıldı. "Yani vicdanıma oynamak mı planınız?"

Gülümsememek için kendimi zor tutarken omuz silktim ve dudağımı büktüm yeniden. Darien'in gözleri, neredeyse bir saliseliğine dudaklarıma değmiş fakat ben bunun hayal mi gerçek mi olduğunu anlayamadan yeniden gözlerime bakmıştı.

"Canım çok acıdı." Dedim içerlemiş bir sesle. Darien gözlerime baktı düz bir şekilde.

"Şifacı iyileştirecektir ayağınızı." Duygudan yoksun sesine karşılık kafamı eğdiğimde gözlerinin içine baktım.

"Yine de iyileşecek olmak, canımın acıdığı gerçeğini değiştirmeyecek."

Darien söylediğim şeyle bir anlığına irkilirken, yüzündeki o soğuk ifade silinmedi. Yalnızca, kaşları olduğundan biraz daha çatık hale geldi ve derin bir nefes aldı.

Tam yanıma oturduğunda "Başkentte zamanınızın olmayacağı kadar hareketli bir hayatınızın olduğunu sanıyordum." diye konuştu. Sonrasında buz mavisi gözlerimin içine baktı. "Gerçi yaptığınız pek bir şeye benzemiyor. Windfield'a özgü bir tatlı mı?" Gözlerimi devirmemek için zor dururken yavaşça tebessüm etmeye zorladım kendimi.

Hayır Darien, bu gerçek dünyadan gelen bir tarifle yapıldı. Sen de bir kitap karakterisin. Aşık olup reddedileceksin ve hakkın olan tahttan da uzakta kalacaksın. Çok adaletli değil mi? Ye şimdi tatlını.

"Kendi yaptığım bir tarif." Dedim aklımdan geçenlerle tatlı tatlı gülümserken. Darien kaşlarını kaldırdı.

"Başkentte hareketli bir hayatım vardı ancak aynı zamanda boş vaktim de çok fazlaydı." Diye devam ettim inandırıcı olması adına.

"Eski nişanlınıza da sık sık tatlı götürür müydünüz peki?" Alaylı sesi, tabağı eline alıp bir kaşık alacakken kanımın donmasını sağladı. Yüzümdeki gülümseme solarken derin bir nefes aldım ancak o nefes bir şekilde ciğerlerime battı. Neredeyse kaşlarımı da çatacaktım fakat bunun yerine öylece gözlerine bakmakla yetindim.

"Hayır götürmezdim." Dedim düz bir sesle. Darien, bozulan tavrıma karşılık zafer kazanmış bir edayla kaşığı dudaklarını götürdü ancak hemen sonrasında, kaşları çatıldı ve yüzü buruştu. Neredeyse tatlıyı kusacak gibi bir hali vardı.

"Kötü mü olmuş?" Dedim gözlerim kocaman olurken. Darien kafasını salladı, ağzındakini güçlükle çiğneyip tabağı ve kaşığı tepsiye geri koydu. Sonrasında ayağa kalktı ve tekrar oturmadan önce masanın üstündeki su dolu bardağı alıp dikledi. Kalbim endişeyle çarpmaya başladı.

Şeker yerine tuz mu koymuştum?! Mutfaktakiler uyarmamış mıydı beni?

"Çok tatlı. Bir insanın bunu beğenme ihtimali yok." Dedi Darien yüzünü buruşturarak, aldığı tattan gerçekten nefret etmiş gibi.

Çok mu tatlıydı?

İçime konan soğuk hisle, yavaşça tatlıdan bir kaşık aldım. Normal çikolata tadı... Sıradan bir sufleydi.

Darien gerçekten tatlı yemeyi sevmiyor muydu? İyi de kitapta Aileen ile tatlı yerken gülümsediği bile yazıyordu. Buradaki tek fark...

Tatlısını Aileen ile yemesiydi.

O soğuk his kanıma işlemekle kalmayıp, kalbimin duvarlarının buz tutup birer birer parçalanmasını sağlarken kafamı kaldırıp engel olamadığım bir hayal kırıklığı ile Darien'in yüzüne baktım.

Darien'in tatlı yemeyi sevdiği falan yoktu. Gülümsediği şey, Aileen'in ta kendisiydi. Aşıktı çünkü. Bu derecede nefret ettiği bir şeyi ağzına sürerken bile o kadın, dudaklarının bir tebessümle taçlanmasını sağlayabilecek kadar aşık ettirmişti kendini ona.

Darien, yüzümde gördüğü ifadeyle kaşlarını çatarken kısa bir nefesi içine çekti. "Yine de, uğraşınız için teşekkür ederim Leydi Meyza. Bundan sonra böyle şeyler için uğraşmayın." Dedi yüzümdeki ifadeden çok da etkilenmediğini belli edecek şekilde araya sert bir duvar dikerken.

Soğukça tebessüm ederek ayağa kalktım. Darien'in gözleri hızla burkulduğunu iddia ettiğim ayağıma çevrildi.

"Yalan söylemiştim. Ayağım burkulmamıştı." Darien'in bakışları aniden donarken bakışlarını yavaşça yüzüme çevirdi.

Gülümsedi sonrasında ancak bunun kitapta anlatılan gülümseyle uzaktan yakından alakası yoktu. Tehlikeli bir şekilde kıvırmıştı dudağını ve soğuk gülümseyişi çevirdiğim oyuna karşılık kor bir öfke taşıyordu.

"Ancak kalbim kırıldı Lord Darien." Diye devam ettim net bir şekilde ve tekrar gözlerine bakmadan önce derin bir nefes aldım. "İsterseniz tüm kalenin benle konuşmasını yasaklamakla kalmayın, kendiniz de susun ve ne amaçla burada olduğumu düşünürseniz düşünün. Tüm bu yaptıklarınız bir ajanı kovma çabası gibi gözükse de siz işin sonunda sadece sizi seven bir kadının kalbini kırmakla kalıyorsunuz." Kapıya doğru yürürken derin bir nefes aldım yeniden gülümsedim. Bakışlarımı yüzüne çevirdim sonrasında. "Yarın yine uğrayacağım, Lord Darien. Ağzınızın tadını bozduğum içinse özür dilerim."

Kapıdan çıkarken, Darien'in yüzündeki o kendinden emin ifade ilk defa kırılır gibi oldu. Ancak ben onun bu ifadesine doğru düzgün bakamadan kapıdaki şifacıyla kısa bir göz teması kurdum ve onun şaşkın bakışları eşliğinde oradan uzaklaştım.

***

Darien kesik bir nefesi daha içine çekerken kaşları yeniden olabildiğince çok çatıldı. Onun bu ifadesini gören kız kardeşi ve arkadaşı ise belki de yüzüncü kez gözlerini devirdiler.

Meyza ile doğru düzgün konuşma fırsatı olmadığından ona kardeşinin ve arkadaşının kaleye döneceğini haber verememişti. Muhtemelen az sonra kendisine haber gidince bunun haberini de bilerek geç verdirttiğini falan düşünecekti. Gözleri kısıldı yavaşça. Huzursuz hissediyordu.

Daha önce pek çok konuda sinir bozucu durumların içine düşmüştü ama genel olarak o zamanlarda sinir kaynatırdı kanını. Böyle hissetmezdi. Yabancı denebilecek türden bir huzursuzluktu bu.

Meyza İsabel'in, buraya belirli bir amacı olmadan gelmiş olma ihtimalinin ne kadar da düşük olduğunun farkındaydı. Toprağının güvenliği her zaman önceliği olmalıydı ve en kötü ihtimale hazır bulunmalıydı, devam edebilmek için. Halkına huzuru bahşedebilmek için.

Yine de eğer o düşük ihtimal bir şekilde doğru olansa... Meyza'ya davranışlarının savunulacak hiçbir yanı olmazdı.

Kadının hayal kırıklığı ile kaplanmış cam mavisi gözleri aklına geldiğinde, o huzursuzluk büyüyüp göğsünü sıkıştırdı. Vicdan azabı mıydı bu?

Meyza, her şeyden önce akıl durduracak kadar güzel bir kadındı ve insanın içini donduracak bir güzellikti bu. Onun geldiği yerde saçlarının renginden dolayı ona cadı diyenler, muhtemelen sadece onu kıskananlardı. Buz gözleri ve kar rengi saçlarıyla dokunulmaz bir tanrıçaya benziyordu, kalesine öylece gelen Meyza İsabel.

Bunun ötesinde, kalede görmeye alışık olmadığı kadar hayat enerjisiyle kaplıydı. Abartılı tepkileri ve sevecen bir gülümsemesi olduğunu söylemek mümkündü. O gülümseyişi telaşsızca ve numara olmayacak kadar kolaylıkla herkese gösterebiliyordu.

Dün akşam hava almak için dışarı çıktığında, kızın oradan oraya koşturup etrafa bakındığını görmüştü. Başta değişik bir amacı olduğunu düşünse de kendi kendine "Aptal Darien, odandan kovduğun yetmedi bir de saklanıyor musun benden?" Diye konuştuğunu duymuştu. Alayla dudaklarını kıvırıp sonrasında gözükmeden ayrılmıştı oradan.

Bununla birlikte yanında durmak ve onu gözlemekle görevlendirdiği Chelsie'nin söylediğine göre ara sıra kendi kendine ne olduğu anlaşılmayacak şeyler mırıldanıyordu.

Anlaması zor bir kadındı Meyza. Sadece aurasıyla bile buraya aykırı gibiydi. Lakabını yaşatmıyordu. Buz prensesi olmaktan çok uzaktaydı ancak içtenliğine bir kere inanırsan kapılıp gidebileceğin kadar da tehlikeliydi.

Onu olduğundan daha da tehlikeli hale getiren şeyler vardı. İyi bir oyuncu ve fevkalede bir yalancıydı. Ayağının acıdığı yalanını söylerken göz bile kırpmamakla kalmamış, bir de üstüne ağlamıştı. Cam mavisi gözleri dolduğunda, Darien'in içi çok daha başka bir hisle sarsılmıştı.

Böylesine bir kadına güvenmek, besbelli ki sonu olurdu Batı'nın.

Yine de... Tanrı aşkına, gerçekten kırılmış mıydı sözlerine yoksa bu da oynadığı oyunlardan biri miydi?

Kimsenin yemeyeceği bir şey yaptığını söyleyerek ileri mi gitmişti? Kim demişti ki ona böyle bir şeyle uğraşmasını?

Tatlıyı gerçekten kendisinin seveceğini umut ederek mi yapmıştı yani? Eğer öyleyse...

Kalbi sıkıştı yeniden ve kaşları çatıldı biraz daha.

"Geldiğimizden beridir böyle derin derin düşündüğüne göre pek de boş bir kadın değilmiş." Dedi Anfia huysuzca. Darien gözlerini kız kardeşinin yüzüne çevirdi. Kardeşinin çok yakından tanıdığı hırçın bakışları, küçük yüzünde yerini bulmuştu. Darien, parlak sarı gözlerini şüpheyle kısmaktan kendini alıkoyamadı.

"Meyza'ya bir şey yapmaya kalkışma." Dedi kardeşine karşı belli bir uyarı tonuyla, sertçe. Calis yavaşça kaşlarını kaldırdı ve aynı şüpheyle Anfia'ya döndü.

"Ne yapacağım ya? Daha tanışmadık bile." Diye kendini savunan Anfia, iki erkeğin de dik dik yüzüne bakmasıyla yerine sindi.

Pekala, kadını şimdiden sevmemişti ve sebepleri vardı. Her şeyden önce, çok şüpheli şekilde buraya geldiği yetmezmiş gibi abisinin aşk evliliği yapma şansını da elinden alıp götürüyordu. Abisinin birisiyle 'gerçek' mutluluğu bulmasını istiyordu ve çok iyi biliyordu ki Darien Batı'nın iyiliğine olacağına inanırsa aşk olsun olmasın o buz cadısıyla evlenirdi. Bu su geçirmez bir gerçekti.

"Abin haklı Fia. Saçma sapan şeyler yapmaya kalkışma." Anfia, abisinin arkadaşı Callisto'ya bakarken iç çekip somurtmaktan kendini alıkoyamadı.

Anfia, abisi Darien'e çok, çok düşkündü ve bunu kendisinden başka bilen birileri varsa onlar da karşısındaydı. Elini saçına atıp her canı sıkıldığında yaptığı gibi onları öylece karıştırdı. Ateş kızılı saçları zaten çenesine anca geliyordu ve bu hareketiyle tamamen birbirine girmişlerdi. Calis, kızın bu hareketini izlerken dudağının kenarı hafifçe kıvrılmıştı ve Darien gözlerini Meyza'nın geride bıraktığın tatlı tepsisine çevirmişti.

Çok mu uğraşmıştı tatlıyı yapmak için? Yapmayı tek bildiği şey tatlı mıydı yoksa çok sevdiğinden mi tatlı yapmayı tercih etmişti?

"Saat sekizde akşam yemeğine inin." Dedi Darien açık bir şekilde arkadaşını ve kardeşini kovarken. Anfia homurtular eşliğinde ayağa kalkarken Darien derin bir nefes aldı.

"Ve hizmetlilerden birine söyleyin, yemekten sonrası için tatlı yapılsın."

***

Aynadan kendime bakarken somurtmaktan kendimi alıkoyamadım. "Gerçekten, efendin çok kırıcı bir adam Chelsie." Dedim saçlarıma da göz atarak. Chelsie'nin anında kaşları çatıldı, ancak tutup da aksini savunmadı veya bana cevap vermedi. Hoş, ben de karşılık vermesini beklememiştim zaten.

Darien'in yanından ayrıldıktan sonra sinirlendikçe sinirlenmiş, hatta bir süre boyunca odadaki yastıkları yumruklamıştım. Hatta ve hatta sonra onları ağzıma kapatıp bağırmıştım bile. Yine de bu siniri daha içimden atamamışken Chelsie gelmiş ve bana Prenses Anfia ile Darien'in arkadaşı Lord Callisto'nun geldiğini söylemişti.

Bu, anlık olarak tüm duygu sistemimi çökertmeye yetmişti. Callisto kitapta Aileen ile tanıştığından nasıl biri olduğunu az çok biliyordum ancak Prenses Anfia'nın kişiliği hakkında neredeyse hiçbir bilgiye sahip değildim.

Tek bildiğim, kendisi Veliaht Prens'in öz Darien'in ise üvey kardeşi olmasına rağmen Darien Batı Toprakları'na atandığında ailesine onu takip edeceğini söylemesiydi. Yani buradan aptal Veliaht Prens yerine Darien'i desteklediği anlamını çıkartabilirdik ki bu da çok şey ifade ediyordu.

Veliaht olmak Darien'in hakkıydı sonuçta ve Prenses Anfia başkente gidiş gelişlerinde sosyal aktivitelere katılıyorsa soylularla bağlantı kurup gelecek için iyi bir destek sağlayabilirdi.

Gerçi... Bana neydi bundan? Darien'in başa geçeceği varsa bile ben bunu görecek kadar uzun süre burada kalamayacakmışım gibi gözüküyordu.

Aptal Darien! Sadece sarışınları seviyor falan olmalıydı. Beyaz da sarıya yakındı ancak yok, illa sarı olacaktı değil mi? Kendisi bilirdi. Ben Windfield'a mutlu mesut yaşarken kendisi Helefna'ya gelir ve Aileen'e aşık olduktan sonra onun Elijah ile evlendiğini falan öğrenirdi. Sonrasında çeksindi yüz yıl boyunca aşk acısını.

Yüzüm daha da asılırken elbisemin eteğini düzelttim. Saat sekiz olmak üzereydi ve geldiğimden beridir ilk defa Darien ile akşam yemeği yiyecektim. Tabii, masada başkaları da olacaktı ancak dert değildi. Darien'in karşısına oturup yüzüne bakacak olmak her şeyi göz ardı edilebilir kılıyordu.

Hayal gibi bir adamdı gerçekten.

Uzun kollu, kar beyazı bir elbise giymiştim. Aslında uzun kollu giymek tercihim değildi ancak bu kalede bir zorunluluktu bu. Elbise, normal bir akşam yemeği olacağından abartılı değildi fakat dümdüz olduğunu da söyleyemezdim. Güzel bir göğüs dekoltesi vardı ve etekleri, belimden aşağı döküldükçe kırık bir buz rengine evriliyordu. Saçlarımı ördürmemiştim veya toplamamıştım. Beyaz saçlarım, açık bir şekilde sırtımdan aşağı dökülüyorlardı ve kafama aksesuar olarak açık mavi elmaslarla süslenmiş oldukça zarif bir taç takmıştım.

Kısaca tam olarak temsil ettiğim kişi gibi gözüküyordum yine. Kuzey varisi gibi.

"Güzel gözüküyorsunuz." Diye mırıldandı Chelsie, bunu söylemekten kendini alıkoyamamış gibi. Yüzümde büyük bir gülümseme belirirken arkama döndüm. "Senin sayende Chelsie. Teşekkür ederim." Gözleri, birkaç saniye boyunca gülüşünde dolandıktan sonra bakışlarını başka bir yöne çevirerek "Görevim." diye mırıldandı. Aramıza aniden giren duvar, yılmışlıkla iç çekmemi sağladı.

Bu kıza benle alakalı her ne emir verdiyse, Darien'e bunun için yumruk atabilirdim. En sevdiğim karakter olmasına rağmen!

Saat tam sekizi bulduğunda, yavaşça ilerleyerek odadan çıktım. Alvin'in bakışları bir anlığına bana dönmüş, sonra hiçbir tepki vermeden benimle beraber yürümeye başlamıştı.

Kalenin içinde beni koruması gereken bir şey olduğunu zannetmiyordum. Besbelli ki şüpheli bir şey yapma ihtimalime karşı özel muhafız diye peşime takmıştı Darien, Alvin'i. Tedbirleri dudak uçuklatıcıydı ancak hak vermiyor da değildim. Ben olsam, ben de bu aşık masalına inanamazdım.

Merdivenlerden inerek yemek yenecek odanın önüne geldiğimde, içimdeki ateşi söndürmek istercesine derin bir nefes aldım ancak hiçbir şeye yaramadı bu çabam. Kaşlarım çatılmak için bana meydan okuyordu sanki. Her zaman yapılanları kolaylıkla affeden biri olmuştum ancak affetmek unutmak demek değildi. Kaldı ki öfke de her durumda kolaylıkla geçmezdi.

Gerçi, ne yapacaktım yemek boyunca surat mı asacaktım? Prenses Anfia buradaydı ve en azından onun kalbini çalmak niyetindeydim. Darien belki kardeşinin bile beni sevdiğini görünce bana karşı pençelerini kaldırmayı bırakırdı ve şüphesi biraz olsun kırılırdı.

Elimi elbisemin eteklerinden çektiğimde, kapıyı benim yerime açan muhafızlar gözlerimin içine bakmak yerine direkt yol verdiler ve ben de ikinci kez düşünmeden odaya girdim. Bunu yaparken gerçekten içten şekilde tebessüm etmiştim ve Darien'in kardeşini görecek olmak kalbimi belirgin şekilde hızlandırdı. Eminim ki Darien ne kadar nefes kesiciyse, onla aynı genleri paylaşan Anfia da öyle parlaktı.

Kafamı kaldırıp karşıma bakabildiğimde yavaşça reverans yaptım. "Majesteleri ve Prenses Anfia." Diyerek saygı belirtir şekilde hafifçe eğildiğimde "Buna gerek yok." diye ağzının içinde homurdandı Darien.

Kaşlarımı kaldırarak ona baktım. Bana karşı resmi tavrı bir kere olsun bırakmayan Darien tutup da reveransa gerek olmadığını mı söylüyordu? Gözlerim kısılır gibi olduğunda, Darien bana bakmak yerine kardeşine döndü.

İçim sarsılırken gözlerimi kırpıştırdım kısa bir an. Darien bakışlarını mı kaçırmıştı benden?

"Leydi Meyza, bu kardeşim Anfia." Diye konuştu Darien gözlerini bana tam olarak değdirmeden. Yüzümde oluşan küçük gülümseme ile ben de Anfia'ya baktığımda, aklımda kendimi nasıl tanıtmam gerektiğine dair sayısız cümle vardı ancak hepsi onun yüzündeki memnuniyetsiz ifadeyi görmemle silinip gitti.

Neredeyse gülümseyişim de bozulacaktı ancak bunu yapmadım. Darien çatık kaşlarla Anfia'ya bakarken kabullenmişlikle iç çektim.

Bir kitabın içindeydik ancak hayale yer yoktu belli ki.

Darien'in onu tanıtmasına kalmadan "Ben de Callisto." Dedi yanında dikilen adam. Onunla göz göze geldiğimde, kaşlarımı kaldırmaktan alıkoyamadım kendimi. Yeşil gözlü adam, tıpkı kitapta anlatıldığı gibi esmerdi ve gözleri birer zümrütmüşçesine parlıyordu. Yine de kitap bu kadar yakışıklı olduğundan bahsetmemişti!

Yüzündeki muzip gülümseyle " Tam haliyle Callisto Arnando. Ancak Calis diye seslenebilirsin." Diye ekledi. Resmiyeti bir kenara koyması, huzursuz etmek yerine yaşadığım yere dönmüşüm gibi hissetmeme sebep olduğunda gülümseyişim daha içten bir hal aldı ve gözlerimin kısıldığını hissettim tebessüm ederken.

"Ben de Sim-" Darien çatılmış kaşlarıyla bana döndüğünde gözlerim büyüdü. Ben de Sima diyecektim az daha!

Tanrı aşkına, resmiyet! Resmiyet lazımdı! Belli ki bana evde hissettiren en ufacık bir şey bile pot kırmama sebebiyetti.

"Ben de Meyza İsabel ancak başkentte Sima da diyorlardı." Diye çevirdim lafı nereden toplayacağımı bilemeyerek.

Şimdi Darien benim gerçekte Meyza olmadığımı ve onun yerine geçmiş bir sahtekar olduğumu düşünsündü de tam olsundu.

"Sima mı?" diye sordu Anfia telafuz etmekte tamamen zorlanarak. İnce kızıl kaşları çatılmıştı.

"Anlamı ne peki?" Diye sordu Callisto, yeşil gözlerini kırpıştırırken.

"Hazine demek." Dedim omuz silkerken ve hafifçe tebessüm ederken. Yalan söyleyip işi iyice elime yüzüme bulaştırmak istemiyordum ancak bu yalan sayılmazdı. Türkçede Sima, çehre olarak kullanılsa da isim ibranice kökenliydi ve ibranicede hazine demekti.

"Peki size neden öyle diyorlardı?" Diye sordu Darien beklemediğim hafif bir merakla.

Evet Sima, neden öyle diyorlardı?

"Annem ve babam öldükten sonra amcam başa geçtiğinde kalan tek varis ben olduğumdan, Kuzey'in hazinesi diyorlarmış bana. Hizmetçilerin ağzına öyle takılınca ben de başkente gelince çevremdekilere bahsetmiştim. Onlar da bazen öyle sesleniyorlardı. Ağız alışkanlığı yani." Pekala, uydurulmuş en felaket hikaye buydu.

Darien, dik dik gözlerimin içine baktı fakat ben de gayet normal şekilde karşılık verince pes etmişçesine derin bir nefes aldı ve bal rengi gözlerini masaya çevirdi. "Oturalım." dedi otoriter bir sesle. Saçma bulmuştu kesin.

Bundan sonrasında, gerçekten beklemediğim şekilde gözleri yeniden yüzümü buldu ve acele etmeyen bir tavırla elbiseme baktı. Dekolteme saliselik olarak değen bakışlarına rağmen alev aldığımı hissederken ne yapacağımı bilemeyerek geçip yerime oturduğumda, "Saçınız örümcek ağına benziyormuş sahiden." diye mırıldandı Anfia.

Kendime gelmek ister gibi gözlerimi kırpıştırdığımda ağzım aralandı ve Darien'le aynı anda Anfia'ya döndük. Yüzündeki tatlı gülümsemeye ve küçük yüzünü çevreleyen kısa kızıl saçlarına baktım dikkatle. Dümdüz siyah bir elbise giymişti ancak elbise düz olsa bile kumaşına bakarak ne kadar pahalı olduğunu söylemek mümkündü. Yine de dışardan bakan kimsenin onun prenses olduğuna inanacağını sanmıyordum. Belki Karilya İmparatorluk Ailesi'nin saçlarının kızıl olduğu bilindiğinden inandırabilirdi insanları.

Ve saçlarıma örümcek ağı mı demişti az önce sahiden?

"Windfield'da örümcek ağları paha biçilmez olarak görülür." Diye mırıldandım olağan bir sesle, sanki bu bir iltifatmış gibi. "Teşekkür ederim Prenses Anfia." Diye devam ettim kibarca. Yalan ağzına yuva kurdu Sima.

Darien, Anfia'ya bakarak gözlerini kısarken Anfia ona bakmaktan kaçındı. Callisto ise masaya getirilen ara atıştırmalıklardan yemeye başlamıştı. Dünya umrunda değilmiş gibi bir hali vardı. Masadaki herkesin bu çocuktaki ruha ihtiyacı vardı. Yemek yemek yerine birbirimizi iğneliyorduk resmen.

Ve hayır, böyle bir durumu kabul etmiyordum. Darien'in sevgisini kazanmak çok zorken bir de Anfia'yla uğramazdım.

Siktir git bu kaleden der gibi bakıyordu bana!

Pekala pekela, sakin düşünmem lazımdı. Çözemeyeceğim bir şey yoktu benim.

Anfia on sekiz yaşında falan olmalıydı. Yaşıtlarının sevdiği şeyleri sevmediği, uzun saçın soylular için bu kadar önemli olduğu bir dönemde saçlarını kestirmesinden belliydi.

Abisine olan sevgisinin sorgulanamaz durumda olduğu da gerçekti. Sonuçta başkentindeki sarayda oturmak varken kalkıp da buraya, lanetli görülen Batı'ya gelmişti. Bakışları odaya girdiğimden beridir dik ve hırçındı. Korkusuz ve korumacı bir tavrı olduğunu söylemek mümkündü.

Bunun haricinde gerçekten kısa saç mı seviyordu yoksa saçları ona bir şey için zorluk çıkarttığından mı kestirmişti onları?

Gözlerim tereddütle su dolu bardağı tutan ellerine takıldı. Nasırlar vardı elinde!

Bingo.

Gözlerim Darien ile Anfia arasında gidip gelirken şarap dolu bardağı elime aldım. Konuyu istediğim yöne doğru çevirmem için nasıl başlamam gerekiyordu? Derin bir nefes aldım konuşmaya başlamadan önce düşüncelerimi toparlayabilmek adına.

"Eeee abiniz küçükken de bu kadar içe dönük müydü Prenses Anfia?" Prenses kaşlarını kaldırırken Callisto yemekten kafasını kaldırarak ağzı dolu halde bana bana çevirdi bakışlarını. Darien ise altın gözlerini kıstı, ve sanki içimi görmek ister gibi derince harelerimin içine bakmaya başladı.

"Abim içe dönük müymüş?" Dedi şaşırır gibi Anfia. Yüzünde alaycıl bir gülümseyiş belirmişti. Hiç boş durmasındı. Aferin. "Bize karşı her zaman çok açık. Sevdiklerine gayet de yakın davranır yani."

Ne?

Bu besbelli ki yalandı!

Darien, duygularını göstermeyi sevmeyen bir adamdı ve bunu kitabı okumasam bile kalede kaldığım şu birkaç günden anlayabilirdim.

Ne doğru düzgün konuştuğu vardı ne de elle tutulur yumuşak bir yanı.

Abisini korumak istemesini anlayabiliyordum ancak ben de burada aynı sebeple bulunuyordum. Amacım en başta konuyu kendi çocukluğuma getirip küçükken kılıç sanatı öğrenmek istediğimden bahsetmek ve ortak bir noktamız olduğunu düşünmesini sağlamaktı ancak şimdi rotaya uyasım gelmiyordu. İnsanı zorla doğru yoldan çıkartıyordu.

"Yaa." Diye mırıldandım gülümseyişime aniden çöken hüzünle ve iç çektim. "Öyle diyorsanız öyledir tabii." Kabullenmiş sözlerimle birlikte sesim hafifçe titrer gibi olurken Anfia'nın kaşları çatıldı ve Darien'in yakıcı bakışları yüzümde dolandı.

Bugün nasıl numara yaptığımı görmüştü ve bunun da numara olduğunu düşünmesine izin veremezdim.

Moralim bozulmuş gibi gözlerimi ikisinden ayırarak yemeğime dönüp tebessüm etmeye devam etmeye çalıştığımda, Callisto'nun kaşları çatıldı ve tam istediğim şekilde Anfia'ya döndü.

Nihayetinde Darien'in altın gözleri alev alırken kardeşine sinirli bir bakış attığını az çok görebildim ancak bunu tamamen izleyememek somurtmak istememe sebep oldu.

Prensesti ya da değildi, iyi amaçlarla burdaydım ve kaba tavırlarla uğraşmaktan bıkmıştım. O saldırganca oynuyorsa benle, ben de kurallara uymazdım.

Anfia'nın masanın üstündeki elinin yumruk haline geldiğini görürken içimde yeşeren tatminlik hissi bir şey yapmadan dudaklarımı birbirine bastırmamı sağladı.

Callisto bana doğru döndü. "Ee Meyza, kış varisi olmak nasıl bir his. Yaz geldiğinde kar falan yağdırabilir misin?"

Konuyu değiştirme çabası içinde olması hafifçe gülümsememi sağlarken kafamı eğdim. "Kuzey varisi." Diye düzelttim onu. "Ve kar yağdırabileceğimi zannetmiyorum."

Darien'in duygudan uzak fakat yoğun bakışları beni buldu. Callisto ise yeşil gözlerine şaşkın bir bakış otururken baktı yüzüme. "Neden?"

Evet canım, neden?

"Başkentte düzgün eğitim alamadım maalesef." Diye mırıldandım sonrasında dudağımı bükerken. Anfia kıstığı bakışlarını bana çevirirken "Bir de Kuzey varisi diye düzeltiyor." Diye homurdandı ağzının içinde.

Hiç de alınmayacaktım açıkçası. Benim için büyü kullanamamak bir sorun değildi. Kar yağdırıp ne yapacaktım? Kışı sevmezdim bile.

Ayrıca Callisto mal mıydı? Kar yağdırabilir misin neydi sahiden? İnsan merak ede ede bunu mu ederdi?

Şaraptan amaçsızca bir yudum daha aldığım sırada istemsizce yüzümü buruşturduğumda Darien ile göz göze geldik ve kaşları çatıldı yüzümdeki ifadeyi görünce. Gözleri sessizce elimdeki bardağa değdi.

"Şarap kötü mü?" Diye mırıldandı soğuk bir sesle gözlerini üstümden çekmeden. Hayır anlamında kafamı salladım. "İçki sevmem." Dedim olağan bir sesle.
Daha doğrusu, dünyada içki denemek için hiç fırsatım olmamıştı ve şimdi bu şansı değerlendirmek istemiştim ancak garip gelmişti tadı. Acıydı bir kere. En azından şarap aklımda hep tatlı bir şey olarak canlanmıştı. Hayal kırıklığıydı resmen.

Darien bir anlığına duraksarken gözlerinden değişik bir parıltı geçti ve hizmetçiye bir işaret yaptı.

Bundan saniyeler sonrasında, önüme üç farklı içecek daha kondu. Ağzım aralanırken bu sefer kaşları çatılan bendim. Zenginliğin de gözü kör olsundu.

Bozuntuya vermeden kırmızı şarapla aynı renk olandan bir yudum aldığımda, bunun şerbet olduğunu anlamam yüzümde bir gülümseyiş belirmesini ve bir daha yudum almamı sağladı. Darien'se sebepsizce dik bakışlarını üstümden çekmemişti.

Kirpiklerimin altından ona baktım ben de öylece. Kadehi dudaklarımdan ayırırken biraz transa geçmiş gibiydim. Sanki yıldızlar kutsamışlardı bu çocuğu.

Gece karası saçları ve parlak sarı gözleri, güzel teni ve biçimli dudakları. Yıldızlı bir gece gibiydi işte. Aynı zamanda çok daha fazlasıydı. İç çektim ve bu, zihnimde farkındalık çanları çaldıran şey oldu.

Kızgındım! Ona kızgındım ve bunu unutmamalıydım! Bana değersiz biri muamelesi yapıyordu Darien. Tüm kalenin benle konuşmasını yasaklamıştı.

Büyülenme zamanı değildi.

Kaşlarım çatılır gibi olurken gözlerimi ondan çektim ve saçımı elimle geriye atarken tabağıma döndüm. Yine de ara sıra üstüme değen yoğun bakışları hissedebiliyordum.

Sonrasında şaşırılacak şekilde sessizdik. Anfia da dik dik bana ve abisine baksa da ağzını açıp bir şey dememişti. Callisto ise ana yemeğe daldığından konuşmuyor gibi gözüküyordu.

Yemekler bittiğinde yorgunca geriye yaslandım. Açıkçası, neşem kaçmıştı biraz.

Ben kendi irademle ayrılana veya Darien beni kovana kadar burada kalacaktım, Batı'da. Bunun yanında sözde Darien ile nişanlıydık.

Ancak gel gör ki, evim değildi burası benim.

Bir fantezi dünyasının içinde olmak baş döndürücüydü ancak Darien'in bana aşık olacağı yoktu, apaçık. İşin sonunda Windfield'a, hiç bilmediğim ve hep kışın yaşandığı topraklara dönecektim.

Orası da değildi evim.

Bir de en kötü ihtimal vardı. Buraya nasıl geldiğimi bilmiyordum ancak ellerimin yandığı gerçekliğe dönmeyi, asla istemiyordum. Titreyecek gibi olurken ellerimi birleştirdim ve servis edilen tatlıya bakarak ayağa kalktım. İştahım da kalmamıştı.

Ben ayağa kalkınca, Darien'in düz bakışları yüzümü buldu. Ardından kaşları çatıldı ve birleştirdiğim ellerime baktı. Bununla beraber ellerimi ayırdım ve çenemi dikleştirdim.

"Müsadenizle, odama çekileceğim Majesteleri." Diye mırıldandım dalgın bir sesle.

Darien kaşlarını çatarken aynı bakışın bir benzeri Callisto'nun da yüzünde vardı. Her nedense Anfia aniden ayağa kalktığında bu sefer alaycıl diyemeyeceğim bir şekilde gülümseyerek bana baktı.

"Bunaldıysanız hava alalım beraber. Ben de sıkıldım Leydi Meyza." Tereddütle Anfia'nın yüzüne baktığımda, daha da çok gülümsedi.

Barış çubuğu mu uzatıyordu bana yoksa bahçede abuk subuk şeyler mi söylecekti? Bilmiyordum ancak görmek için reddetmeyecektim teklifini. Bahçeye çıkıp hava alma fikri de kötü değildi nitekim.

"Olur." Dedim sakince ve yavaşça adımlamaya başladım.

"Fazla uzaklaşmayın." Diye konuştu Darien, düz bir sesle. Uyarı tonlu bakışları, kardeşinin gözlerini bulmuştu. Tanrı aşkına uzaklaşsak nereye gidebilirdik sanki? Anfia gözlerini devirerek başını salladı.

"Hava soğuk Fia." Dedi odadan çıkmadan önce Callisto, Prenses Anfia'ya karşı. Sesi sertti ancak gözlerinde titreşen yumuşak bir ifade vardı. Anfia'ya değer verdiği belliydi.

Kaldı ki Prenses'in yüzü içten bir gülümseme ile aydınlandı. "Üşümem ben, üstüm kalın." Dedi omuz silkerken. Sonrasında abisininkilerin aynısı olan altın gözlerini bana çevirdi. "Sanıyorum kuzeyli Meyza ise hiç üşümez."

Kaşlarım çatılacak gibi olurken bir şey dememe kalmadan onun odadan çıkmasıyla ben de peşinden ilerledim. Callisto ve Darien ise Anfia'ya hak vermiş olacaklar ki biz çıkarken başka bir şey demediler.

Kale zaten soğuktu. Dışarısı da aynı sıcaklıkta falan olsa gerekti. Üşümem diye umut ediyordum.

Anfia, yanımda sessizce yürürken dikkatle ona baktım. Karilya Hanedanı'na mensup herkesin saçı kızıldı. İnsanlar onları saçlarından ve altın rengi gözlerinden tanırdı. Anfia abisinin aksine bu duruma istisna değildi. Hanedandan aldığı gözlerine, yine babasından aldığı kızıl saçlar eşlik ediyordu.

Saçları karmakarışık durduğundan, düz mü dalgalı mı anlayamasam da onunla ilgili elle tutulur tek gerçek, dünya güzeli bir kadın olmasıydı. Burnunun üstünde belli belirsiz görebildiğim çiller ve hafif çekik gözleriyle, belki bakışları alev alev yanmasa tatlı bir kız olabilirdi. İncecik kaşları ve hafifçe dolgun dudakları vardı. Benden bir iki santim uzun olmasınıysa kraliyet ailesinden gelen genlerine bağlıyordum.

Ben ona bakarken kaşlarını kaldırarak bana döndüğünde dışarı adım attık ve esen rüzgar gözlerimin şokla aralanmasını sağladı. Kale donuyor sanıyordum ancak o ısıtılmış hali miydi? Üç günde hava nasıl bu kadar soğuyabilmişti?!

Kalbim değişik bir şekilde sızlarken kaşlarım çatılacak gibi olsa da bunun yerine dik dik Anfia'nın yüzüne baktım. Bir bu eksikti, sahiden.

"Neden buraya geldin?" Dedi Prenses, lafını dolandırmadan ve resmiyeti bir kenara bırakarak. Yavaşça dilimi dudaklarımın üstünden geçirdim. En azından hızlı bir konuşma olacaktı.

Duygudan tamamen arınmış yüzüne bakarak iç çektim. "Bildiğiniz şeylerin üstüne ekleyebileceğim bir sebebim yok Prenses." Dedim ben de boşuna gülümseye uğraşmayarak.

Anfia yavaşça yüzünü buruşturdu söylediğimin hiçbir inanılır yönü yokmuş gibi. "He, abime aşıksın yani?"

"Başka neden Batı'ya geleyim?" Dedim anlamaz bir tavırla. Anfia'nın dikkatli bakışları yüzümde dolandı.

"Prens Elijah'a olan takıntınızı duymuştum." Dedi gözleri kısılırken. Ben de dikkatle ona baktım.

"Duyduğunuz her dedikoduya inanıyor musunuz böyle?"

"Tamamına değil ancak dedikodu da olsa bunların karşı krallığa kadar ulaşması için sağlam bir çıkış noktası olmak zorunda." Aferin Meyza. Sen ve takıntın, baya yardımcı oluyorsunuz bana.

"Bir zamanlar onu sevdiğim doğru. Bunu abinizle konuştuk zaten Prenses Anfia. Size bir zararım dokunmayacak. Dokunacağı varsa da, abinizin bunu önceden fark edip beni durduracağını düşünmüyor musunuz? Endişeniz neden?" Anfia'nın sarı gözleri düşünceyle gölgelendiğinde kafasını çevirdi ve önüne baktı. Bununla beraber kollarımı birbirine doladım çünkü hava buz gibiydi gerçekten. Halbuki rüzgar esmeyi kesmişti.

"Sen benim endişelenmem için bir sebep olamazsın kuzey kızı." Dedi Anfia sonunda gözlerini kısarak yüzüme bakarken. Bakışları, meydan okur gibiydi.

"Bir sebep olmadığım için mi bana karşı cephe aldınız?" Dedim kaşlarımı kaldırırken.

"Cephe almadım. Sadece yapmacık insanları sevmem ve sen de onlardansın. Karşı krallıktan gelmen haricinde elle tutulur yanın yok. Senden tonlarca var." Kendinden emin şekilde söylediklerine karşılık bir anlık duraksadım.

Yani, tavırlarımı görmeden dik dik yüzüme bakmış olduğunu görmesem, inanacaktım söylediklerine.

Daha odaya adımımı atmamışken bile sevmiyordu beni besbelli.

Başka bir yol izlemeliydim belki de. Onun karşısında durmaya devam etmek bana ne kazandıracaktı sonuçta? Normal şartlar altında bile bu kalede kalmak zordu. Odam soğuktu ve misafir odasına bile benzemiyordu. Tüm gün kütüphanedeydim. Bir şeyler denemek için mutfağa giriyordum, yaptığım tatlıya 'kimse sevmez bunu' deniyordu.

Düzeltecektim tüm bunları, tek tek. Gün gelecek, Batı artık benim için soğuk bir yer olmayacaktı, sonunda ayrılsam bile buradan. Tutunmak istiyordum bu ihtimale.

"Sana yapmacık gelen ne bilmiyorum ancak abine olan sevgim gerçek, Anfia." Dedim tamamen içten şekilde, aynı şekilde resmiyeti bırakarak hafifçe gülümserken.

Bununla birlikte Anfia bir anlık irkilmeyle yüzüme baktı kaşlarını çatarak.

Yalan söylüyor değildim.

Normalde, roman okurken yan karakterlere tutulan insanlardan olmamıştım ben hiç. En sevdiğim kişi çhep ana karakter olurdu. Şaşmazdı bu.

Kehanet'te ise böyle değildi. Darien'in adının geçtiği her bir sahneyi pür dikkat okumuş, Meyza'nın sonunun içimi dondurması gibi onun da mutsuz sonunu okumak kalbimi acıtmıştı. Mutlu olsun istemiştim. Ona verilen yazgıya fazlasıyla sinirlenmiştim. Tarif edilemez bir şeydi bu çünkü insanlar genelde gerçek olmayan kişilere bu kadar bağlanmazdı.

Bu dünyada gözlerimi açtığımdan beri değişen bir şey yoktu bu konu hakkında. Tıpkı kitabı elime alıp okuduğum zamanlardaki gibiydi ancak şimdi çok daha gerçekçi ve etkiliydi. Hala göğsümü sızlatan bir hayranlık onun yüzüne bakınca içimi sarsıyordu ve mutlu olsun istiyordum.

Her hikaye yazıldığı gibi bitmemeliydi.

Bana soğuk davrandığı doğruydu ancak onu, yazılan şefkatli yanıyla tanıyordum ben. Olduğu kişi oydu ve bana o yanını göstermemesi kim olduğunu değiştirmiyordu.

Ben Meyza İsabel olarak buradaydım. Elleri kesilen kadın. Kendi gerçekliğim çok da farklı değildi bundan. Zira orada da elleri yakılan kadındım ben.

Kendi sonumu değiştirip bununla birlikte Darien'e de güzel bir hayat için yol açıp, gidecektim buradan. Sonra Windfield'da onun başarı haberlerini aldığımda ya da tahta çıktığını duyduğumda yetecekti bu bana. Çünkü Darien, ona biçilen sonu hak etmiyordu işte.

Tıpkı Meyza'nın da o sonu hak etmediği gibi.

"Abime sevgin gerçek." Dedi Anfia, gülerek, alaycıl şekilde başını sallarken. "İlk görüşte aşk, ne derin ne anlamlıdır kim bilir." Diye devam etti. Sarı hareleri kısılmıştı ve söylediklerinin tamamen arkasında olduğunu gösterircesine karanlığa rağmen parlıyorlardı.

Kafasını eğdi yavaşça, küçümser gibi. Nefret eder gibi. "Eğer bu aşkın gerçekse bile... Sırf politik sebeplerden seni tamamen reddetmeyeceğini bildiğinden buraya geldin. Ne yaparsan yap sana aşık olmayacağını ancak sorun çıkarmazsan senle evleneceğini çok iyi biliyorsun. Bencilin tekisin Meyza İsabel."

Bencilin tekisin, Meyza İsabel.

"Yine de o gerçek sandığın aşkını da alıp, gördüğün ilk zorlukta kaçıp gideceğini çok iyi biliyorum." Kafamı kaldırıp düz bir şekilde Anfia'ya baktım. Aniden esen rüzgar kollarımı birbirine tamamen kenetlememi sağlarken kalenin bahçesinden çok uzakta olduğumuz, ışığın çok az olmasıyla ve etrafta gördüğüm ağaçlarla birlikte yüzüme çarpıldı.

Anfia, kafasını salladı iki yana, bu olanlara inanamaz gibi. Kısa saçlarının çevrelediği yüzüne sakince baktım.

İşin sonunda, tüm öfkesi abisinin aşk evliliği yapmaması ihtimali üzerineydi. Toprakların geleceğinden ziyade, değer verdiği şey Darien'in mutluluğuydu. İyi bir kardeşti. Ona kızamıyordum bile.

Darien benim abim olsa sanırım ben de korumak isterdim onu, dışardan gelen yabancı bir kadına karşı.

Tanrı'ya şükür o ailenin içinde tek çocuktum ve kardeş sevgisi ne demek hiç bilememiştim, üvey abimin varlığına rağmen. Son anımda hatırladığım en belirgin şey onun yüzüydü. Onun delirmiş haliydi. Özgürlüğümü kazanma ihtimalimle kafayı yiyen hali.

Böyle bir durumda, insan nasıl olur da Darien ve Anfia'nın arasındaki bağa imrenmezdi?

Prenses'e dönerken bakışlarım elimde olmadan yumuşadı ve onunla açıkça konuşmak üzere içimdeki tüm duvarları yıkarak tebessüm ettim.

"Anfi-"

"Kendi başına dön, kuzey kızı. Söyleyecek başka bir şeyim yok benim."

Ne?

Anfia, yüzündeki buz gibi ifadeyle, cebinden bir kağıt çıkattı ve göz temasımızı keserken olabilecek en öfkeli şekilde o kağıdı yırttı. Öfkesi bana değil gibiydi ancak neye olduğunu anlayabilecek durumda değildim.

Etrafında beliren parıltılı sarı ışık, bulunduğumuz alanı aydınlatırken bir ormanın girişinde, ya da içinde olduğumuzu fark ettim.

Sonrasında Anfia, ışıltıyla birlikte gözümün önünden yavaşça kayboldu.

Işınlanma parşömeni kullanmıştı. Tanrım, o kadar pahalı bir eşyaydı ki kitapta bile sadece iki defa kullanılmıştı bu eşya! Sırf beni tek bırakmak istediği için nasıl böyle bir şey kullanabilirdi?!

Sakinleşmek adına derin nefesler aldım ve bulunduğum konumu kavramaya çalıştım. Ne zaman iyi niyetle bir şey yapmaya kalkışsam böyle elimde mi patlayacaktı benim? Duvarları yıkmaya kalkarsam engelleri aşmak için, yıkıntıların altında kalan yine ben mi olacaktım yani?

Geldiğimiz yönden geri dönme amacıyla arkamı döndüğümde; karanlık, dudaklarımı birbirine bastırmamı sağladı. Hava gerçekten soğuktu. Öyle ki, göğüs kafesimin içinde çırpınan kalbim biraz daha sancıdı.

Kuzey varisi soğuğa fazla maruz kaldığında, kalbi donuyordu. Şaka gibiydi ancak gerçekti. Kitapta Meyza'ya uygulanan işkencelerden biri de buydu. Dehşete düşmüş olmalıydı, yüreğinden tüm vücuduna yayılan buzla.

Adımlarım hızlandığında, bu acının tanıdıklığı canımı sıktı.

Her atışında göğsümü acıtan kalbim, sanki daha önce pek çok defa soğuktan yanmıştı. Hafif bir titreme eşliğinde ileri yürürken kaşlarım çatıldı.

Anfia, iyi niyetimi reddettiği yetmezmiş gibi beni korkutmak için bilerek burada bırakmıştı. Ne sanıyordu, karanlıkta yürüyünce koşa koşa Helefna'ya döneceğimi mi?

Tanrı aşkına, çocuktu gerçekten. Sözde on sekiz yaşındaydı fakat beşmiş gibi davranıyordu! Ona barış dalı uzatacaktım ama hayır, artık kötü yengeyi oynayacaktım ben.

İyilik yaramıyordu buradakilere.

Sinirli bir şekilde ilerlerken, titremem artmıştı ancak duyduğum cızırtılı sesle adımlarım yavaşladı.

Hırlama mıydı o? Nefesim kesiliyor gibi hissettim.

Kedicikler... Buralarda küçük tatlı kedicikler dolanıyor olmalıydı.

Sese bakılırsa çok da küçük değildi ya da değillerdi ancak korkulacak bir şey yoktu. Kedi dediğin, en fazla tırmalardı.

Deli gibi üşümeme rağmen sırtımdan aşağı soğuk terlerin boşaldığını hissederken arkamdan gelen adım sesleriyle gözlerimi kapattım. Dört ayaklı bir şeydi ve attığı her adım üstünde durduğum yeri sarsıyordu.

Büyüktü... Devasa bir kedicik olmalıydı.

Dolan gözlerimi yeniden araladığımda, tedirgince arkama döndüm ancak bu, bağırmamak için elimi ağzıma bastırdığım ve göz yaşlarımın hızla yanaklarımdan aşağı süzüldüğü an oldu.

Kurda benzeyen ancak neredeyse üç metre boyunda olan devasa yaratığın gözleri kırmızıydı ve ağzı kapalı olmasına rağmen gözüken alttaki ve üstteki sivri dört dişi, yaklaşık yarım metreydi.

Öfkeliydi bu yaratık.

Şimdi kıpırtısızdı, ancak gözlerimin içine avına kilitlenen bir avcı gibi bakıyordu.

Ne yapacağımı bilemeyerek bilinçsizce geriye adımlamaya başladığımda, ağzı aralandı ve gürültüyle hırlamaya başladı. O da bana doğru bir adım atmıştı ve bu aramızdaki mesafenin çoğunu kapatmıştı bile.

Sırtım ağaca çarptığında, çaresizce yere doğru kaydım. Bacaklarım taşıyabilecek durumda değildi beni. Kaçmaya çalışsam bile ilk adımda yakalanacağım belliydi. Kurt tamamen yaklaşırken iç çektim yavaşça, korkarak.

Derin nefesler alan yaratığın aldığı her nefeste kalın siyah kürkü inip kalkıyordu ve kaşları daha da çatılır gibi oluyordu.

Böyle mi ölecektim? Batı topraklarında, bir canavar tarafından yenerek?

Sorun yoktu. Sorun yoktu. Eğer öleceksem hiç sorun yoktu. Ben sadece gözlerimi yeniden dünyada açmak istemiyordum. Burada kapanan gözlerim, orada açılmasındı yeterdi.

Tanrım, uyanmayayım. Lütfen. O hayat orada bitmiş olsun, ben burada sessizce yok olayım.

Hızla çarpan kalbim, parmaklarımın ucunun bile buz kesilmesini sağlarken gözlerimden hızla boşalan yaşlar tüm düşüncelerimi birbirine kattı.

Ne hikayeyi değiştirebilmiştim, ne Darien'in sonunu, ne de Meyza'nınkini.

Bir ejderhaya kurban edilecek olan Meyza, şimdi burada yine bir canavar tarafından öldürülecekti.

Meyza... Buz Prensesi Meyza. Kitabın kötü ve ikinci kadını.

Hayatımı aydınlatan gülüşü var dediği çocuk tarafından elleri kesilen, cadı diyerek zindana kapattıkları Meyza İsabel Windfield.

O an, ne olduğunu tam anlayamadım. Koca kurt, büyük bir hırlamayla bana doğru atıldığında ve ben kendimi korumak adına ellerimi yüzüme siper ettiğimde, her şey yavaşlamış gibiydi.

Küçük bir kız çocuğu görür gibi oldum, o kısacık anın içinde. Kar tanesi renginde saçlarıyla odanın köşesine sinmiş, ellerini dehşet içerisinde bacaklarının etrafına dolamış küçük bir kız.

Sonra odanın kapısı açılıyordu ve delicesine korkuyordu küçük kız. Cam mavisi gözlerinden yaşlar sicim gibi akıyordu. Odaya giren de bir canavardı çünkü. Kıza yaklaşıyordu yavaşça. İnsan gibi gözüken fakat ne vicdanı ne de kalbi olan bir canavardı bu. Tutuyordu kızı ellerinden, kaldırıyordu zorla yerden. Çırpınıyordu küçük kız, delicesine.

Bu gerçeklik kitapta yalnızca bir cümleyle anlatılmıştı. Bu küçük kız, Meyza'ydı. Küçük yaşta, üvey babasının tacizine uğrayan Meyza.

Kıyamet, göğsümün içine çökmüş gibi hissederken parlayan neydi bilmiyordum ama etrafımı büyük bir ışık sarmaladı ve bu ışıkla beraber elimden çıkıp giden şey, canavarı abluka altına aldı, tamamen.

Pençelerini geçirmek için zıplayan canavar, olduğu yerde buzla kaplanıp gözümün önünde donmuştu. Ben dondurmuştum onu, içimle beraber.

"Meyza!" Diye bir ses geldi gerilerden. Ancak ağzımı açıp da cevap veremedim. İlerden bana doğru koşan kişileri gördüğümde, dehşet hala kanıma işlemiş haldeydi ve göğsüm kalbimin her atışında felaket şekilde soğukça acıyordu.

Kalbim hızlanmıştı da aynı zamanda. Dayanılmaz bir şeydi bu. Güçlükle elimi göğsüme götürdüğümde, "Meyza. Meyza iyi misin!?" Diye bir ses duydum, yeniden. Ancak o an algılayabildiğim tek şey, yüreğimin her nefes alışımda vücudumu donduruyor oluşuydu. Meyza, o zindanda siyah alevlerin arasında bu şekilde mi donmuştu? Birisinin elleri, yüzümde yerini buldu.

"Siktir! Donuyorsun!" Dedi bu kişi. Gözlerimi çevirip de yüzüne bakmaya çalıştım ancak gözlerim kapanır gibi oldu. "Gözlerini kapatmayı aklından bile geçirme." Dedi soğuk fakat tanıdık ses. Birkaç saniyelik duraksamanın ardından, üstüme sıcak, örtü gibi bir şey kondu. Derin bir nefes aldım ancak burnuma dolan güzel koku, atan kalbimle beraber vücudumun bir titreme nöbetinden geçmesine engel olamadı.

"Oraya tekrar gidemem." Dedim bilinçsizce, acı içinde. Kollarının arasında olduğum beden aniden kasıldı. "Oraya dönemem. Eller-ellerim." Bulanıktı her şey. Ağlıyor muydum?

"Sakın uyuma Meyza." Dedi ses, vücudumun havalandığını hissederken. Zihnimin içine sızan ve artık anılarımın arasında yer alan küçük kız, dehşet içerisinde kıvranmamı sağladı.

"D-Dokunma!" Dedim bulabildiğim son güçle ve "Meyza!" Diye bir bağırış duydum hemen ardından.

O soğukluğun arasına sızan şey şefkat miydi? Bilmiyordum ve öğrenebileceğimi de sanmıyordum. Gözlerim kapandı ve tüm sesler

aynı anda kesildi.

Loading...
0%