@ekalinea
|
4
Küçük kız, derin bir nefes alarak kendi kendine dadısının eskiden söylediği ninniyi mırıldanmaya çalıştığında, odada yanan şömineye rağmen titriyordu. Odanın köşesindeydi. Alevler pek de aydınlatmıyordu bulunduğu yeri. Belki bulamazlardı onu burada. Karanlık gizlenmesine yardım ederdi. Meyza, canavarlardan saklanmak için gölgelere sığınması gerektiğini, yedi yaşında öğrenmişti. Gerçek hayattaki kabuslardan kaçınmak içinse bazen uyumak gerekirdi. Bunun için odanın kapısı açılmadan önce ninniyi bitirip uyuyakalabilmek için daha hızlı mırıldanmaya başladı. Uyursa, kurtulurdu değil mi? "Gökten düşen kar tanesi, pamuk kalpli ay yüzlü bebek, bulutların üstünde bir uyku sana verildi sana verildi." Gözlerini sımsıkı yumdu ancak mırıldandığı ninniden çok kalp atışlarının sesini duyuyordu. Korkuyordu Meyza. "Uyu kar tanesi uyu. Gökyüzü sana kucak açtı, yıldızlarsa gülümsedi. Bulutlar seni bekliyor, bu uyku sana verildi sana verildi." Titreyerek kollarını bacaklarının etrafına sardığında gözleri biraz olsun kapanmak üzereydi ancak odanın kapısı hafifçe gıcırdadı ve bununla birlikte mavi gözleri yeniden kocaman aralandı. Korkuyordu. Uyumak istiyordu. Unutmak istiyordu. Ancak en çok, yok olmak istiyordu Meyza. Var olmamışçasına silinmek ve hiç doğmamış olmak. Ruhunu bedenine üfleyen meleklere kızgındı. Onu doğuran annesine ve bir kere olsun başını okşamadan göçüp giden babasına da kızgındı. Burada olmamalıydı. Her yer olabilirdi; Windfield'ın dondurucu soğuğunda bir çayırlıkta kartonların üzerine veya her an düşecekmiş gibi hissettiren bir uçurum kenarına razıydı. Her yer olurdu. Burası, bu oda olmasındı. Kapı açılırken nefes alış veriş sesleri kesilsin diye küçük elini ağzına bastırdı. Gözlerini de tamamen yummuştu. Yoksa ağlayacaktı biliyordu. Babası bir keresinde bir Windfield asla ağlamamalı demişti. 'Senin göz yaşların en güzel elmaslardan daha kıymetli, kendine sakla onları İsabel. Kimsenin görmesine müsaade etme.' Ancak o gittiğinden beridir göz yaşlarının dökülmediği tek bir gün yoktu. Babasının mezarına gidince bunun için özür mü dilemeliydi yoksa onu ağlatan her şeyin gidişinden dolayı başına gelmesine kızmalı mıydı? Bilmiyordu. Hiç bilmiyordu. Eğer buradan kurtulursa, belki babasını affedecek gücü kendinde bulurdu bir gün. Ancak şimdi değildi. Kurtulmadan olmazdı ve kurtulmalıydı kesinlikte. Babasından önce kendisini affetmek için. Yaşama devam edebilmek için. "Güzel kızım, neredesin?" Dedi alkol kokan ses ve Meyza midesinin bulandığını hissederken hafifçe titredi. Oda soğuk bile değildi ancak kalbi, göğsünü acıtmaya başlamıştı. Kuzey kanını taşıyan kalbi, sadece donarken değil korkarken de mi buz tutturacaktı bedenini? Meyza bu şekilde kaç gece daha dayanabilirdi? "Odada olduğunu biliyorum Meyza. Ben bulursam seni, kötü olacak senin için. Yanıma gel güzel kızım." Yanıma gel güzel kızım. Meyza bu adamın kızı değildi. Aynı kanı taşımıyorlardı. Benzemiyorlardı birbirlerine. Meyza'nın saçları bembeyaz, adamınki çikolata rengiydi. Meyza'nın gözleri buz mavisiydi ve adamınkiler simssiyahtı. Meyza iyiliğe inanırdı, adamsa kötülüğü kalbinde yaşatıyordu besbelli.. Babalar kızlarına bu adamın yaptığı gibi dokunmazlardı. Biliyordu Meyza. Bu adam babası değildi. Kötü biriydi yalnızca. "Çıkmayacak mısın İsabel?" Adamın sevecen sesi, korkunç bir tonla çevrelendiğinde Meyza yerinde irkildi ve altına sindiği perdenin hafifçe kıpırdaması, adamın bakışlarının oraya dönmesini sağladı. Yüzünde keyifli fakat kan donduran bir ifade belirdi o an. Adım atmaya başladığında, Meyza kalbinin göğsünün ortasında donacağını ve bir daha atmayacağını sandı. "G-gökten düşen kar tanesi." Diye fısıldadı canavar yanına gelmeden önce uyuyakalmayı dileyerek. Uyursa hiçbir şeyi hatırlamazdı. Saatlerce vücudunu yıkamasına da, temizlenmediğini hissederek tüm gün ağlamasına da gerek kalmazdı. Korkmazdı. Gerçek babasından daha çok nefret de etmezdi ve yalnızlığı yüzüne acımasızca çarpılmazdı. En önemlisi de kurtuluşu için içinde hala parlayan umudu, yavaşça sönerek kaybolmazdı. Adım seslerinin kendine yaklaştığını gelen seslerle anlarken "P-pamuk kalpli, a-ay yüzlü bebek." Dedi ve göz yaşları kapalı gözlerinin ardından sızarak yanaklarında çizgiler çizdi. Bir inciden daha kıymetli olduğu söylenen göz yaşları bugün de bir hiçmişçesine akıp gidiyordu. "Bulutların üstünde bir uyku-" Dedi hızlıca, adım sesleri tam yanında durduğunda. Şöminede yanan ateşin cızırtısı, birkaç saniye boyunca odada duyulan son şey oldu. Meyza gözlerini açmasa bile adamın hemen önünde dikildiğini biliyordu. Adam bulmuştu onu. "Sana verildi, sana verildi." Dedi kalan son umuduyla, sihirli bir şekilde uyumayı dileyerek. Canavar, altında durduğu perdeyi tutarak hızla açtı ve ışık kapalı gözlerinin ardına kadar ulaştı Meyza'nın. "Sobelendin Meyza." Dedi bayık fakat keyifli bir sesle adam. " Gözlerini aç güzel kızım, şimdi benim istediğim oyunu oynayacağız." Dedi son kez, Meyza'nın koluna parmaklarını geçirip onu hızla sindiği yerden kaldırmadan önce. Şiddet görmüyordu Meyza ancak ruhunda kesikleri vardı. Çevresinde insanlar vardı fazlaca, lakin yapayalnızdı. Karanlığın bile kendini kurtarmayacağını o gece anlamıştı. Yedi yaşında, perdenin arkasına saklanmasına rağmen birkaç dakika içinde bulunduğunda. Ninniler yetersizdi artık ve bu gerçeklikten kaçmasının bir yolu yoktu. Sönmesin diye her bir gün uğraştığı parlak umudu, ruhunun ışığıyla beraber içine saklandığı karanlığın ardına gömüldü. Sonrasında o umudun içinde yaşamasının nasıl bir his olduğunu uzun bir süre boyunca hatırlayamadı. Ta ki bir aralık ayında, sarı saçlı, yeşil gözlü küçük veliaht bir prens, elini uzatarak o ışığın yerine geçene kadar. Meyza bazen aydınlık gözüken şeylerin karanlığın ta kendisi olduğunu, siyah alevlerin arasına hapsedilip kalbi donmaya başladığında anlayacaktı. Bildiği ve küçükken sığındığı karanlık da kuytu köşelerde bekleyen ve gölgelerin sığındığı yer değildi zaten. Karanlık, bazen insanlardı.
🕯 MEYZA'NIN ANLATIMINDAN;
Sessizlik, bilincim yerine gelirken karanlıkla beraber beni karşılayan ilk şey oldu. Sonrasında gözlerimi açabilmek ve ışığın göz bebeklerime değmesini istedim ancak bunu yapmak için yeterince gücüm yoktu. Tüm vücudumun cayır cayır yandığını hissederken, yanımda olduğunu söyleyen ikinci şey, tarif edilemez bir acı oldu. Dudaklarım kuruydu, bedenim ateş rüzgarlarının arasında kalmış gibiydi ve kalbim; sancıyordu deli gibi. Neden gördüğümü bilmesem bile neyi gördüğümü, çok iyi biliyordum. Meyza'nın geçmişiydi bu. Küçüklüğü. Kabusu. Korkuydu hissettiği ve kalbim her seferinde beni de dehşete boğmuştu. Sanki orada olan bendim. Sanki Meyza'nın değil benim kolumdan tutup kaldırmıştı yerden. Meyza ile beraber çaresizce dua etmiştim bulunmaması için. Bir umuttu. Küçücük bir umut. Ufak tefek bir kız çocuğunun bulunmayacağına inanmak istemiştim. Sonrasında sanki sadece onun değil, benim gözlerimin ışığı sönmüştü. Kitabın içindeydim ben. Öncesi ve sonrası olmamalıydı. Sonuçta karakterler, yazarın belirttiği yerden başlar mürekkep bitince hikayeleri gerekirse yarım kalırdı. Gördüğüm neydi öyleyse? Bir satır vardı. Sadece bir satır. Meyza İsabel Windfield'ın geçmişinden bahseden, koskocaman romanda ona ayrılmış bir paragrafta, gelişigüzel yazılmış bir satır. Meyza küçükken, üvey babasının tacizine uğramıştı. Sadece okurken bile tüylerimi diken diken eden bu satır, buraya geldikten sonra anımsadığımda kalbime demir kıymıklar batırmış gibi hissetmiştim. Ben artık Meyza'ydım çünkü. İçime sığmamıştı zihnime düşen bu altı kelime. Yok saymıştım sonra. Meyza olmasam bile kabullenemeyeceğim gerçeği, onun bedeninde görmezden gelmek istemiştim. Dayanamazdım çünkü. Biliyordum. İstemiştim ki, beni kendi gerçekliğimden uzak tutacak olsa bile buranın bir roman dünyası olduğunu bilerek yaşayayım burada. Ne orası, ne burası, gerçekliğim olmasın. Şimdiyse çok fena yüzüme çarpılmıştı. Bu insanlar, sayfalardaki kelimelerden fazlasıydı ve Meyza, bir çocuğun asla yaşamaması gereken şeyler yaşamıştı. Üvey babası. Kahve saçları ve kömür karası gözleri aklıma kazınmıştı ve silemeyecektim. Dokunmuştu Meyza'ya. Dokunmuştu. Bu bir roman dünyasıysa bile, tüm sayfalar yanıp kül olmalıydı o andan sonra. Elimde olsa ben yakardım hatta, yok olmak uğruna. Meyza artık yoktu. Yerinde ben vardım. O, amcası yönetimi devraldıktan sonra başkente gitmiş, herkesin ona cadı dediği yabancı şehirde bir de aşık olmuştu. Yaşadıklarına rağmen, kabuslarına rağmen bir şeyler için umut edebilmişti. Belki mutlu olabileceğine dair, belki Elijah'ın onu seveceğine dair. Sonra ne olmuştu? Meyza bu kitabın kötü kadınıydı. Aileen'i zehirlemesi elbette ki yanlıştı fakat ona biçilen kader baştan sona doğru muydu sanki? Her şey yanlıştı. Çok yanlıştı. En başta çocukluğu. Böyle olmamalıydı. Hiçbir çocuk için böyle olmamalıydı. Gelecekte ne olacağı fark etmeksizin, Meyza orada masumdu. Çocuktu işte. Gözlerine sinen dehşeti nasıl silecektim zihnimden? O kız çocuğunun ruhu artık bu dünyada değildi. Gitmeyi isteyen kendisi olsaydı bile, kim onu suçlayabilirdi? Babamın annem öldükten sonra evlendiği Zeynep, hayatı bana dar ederken ben de küçüktüm. Oğlu Selim, azıcık olsun kısa giyindiğimde aynı evin içinde iğrenç bir istekle bakardı bana. Zeynep de oğlunun bu bakışlarını görür, sonrasında bana kızardı oğlunu baştan çıkartmaya çalışıyorum diye. Selim'in herhangi bir şey yaptığı hiç olmamıştı ve Tanrı şahidim ya, öldürürdüm onu yapmaya çalışsaydı. Ancak o zamanlarda, sırf gözleri tenime o şekilde değdiği için bir şekilde kirlenmiş gibi hissetmiştim. Halbuki suç ne bende ne de giydiğimdeydi. Kirli olan onun gözleriydi, onun bakışlarıydı. Benim üstümü değiştirmem değil, onun gözlerinin çıkması gerekirdi yerinden. Ne küçük Meyza, ne de ben. Kirli değildik, suçlu değildik. Peki bu nereye getirmişti bizi? Çaresiz bir ızdırap yüreğimi sarmalarken göz yaşlarının kapalı gözlerimin arasından sızdığını hissettim. Meyza'nın anısını sanki kendim yaşamış gibi hissetmem, felaketimdi. Nasıl silecektim içime sinen o dehşeti ve korkuyu? Meyza bir ninni mırıldanmıştı. Belli ki uyumanın kurtuluşu olacağını sanmıştı. Gökten düşen kar tanesi, pamuk kalpli ay yüzlü bebek demişti. Gözlerini yummuş ve çaresizce ağlamıştı bulunana kadar. Uyuyamamıştı ve belki de uyanıkken en kötü kabusunu yaşamıştı. Gerçi nereden bilecektim ben? Gördüğüm tek bir andı. Öncesini ve sonrasını bilmiyordum. Bilemezdim. Göremediğim fakat yaşanmış çok daha fazla şey olma ihtimali vücudumdan şiddetli bir titreme geçirirken göz yaşlarımın daha hızlı sızdığını hissettim kapalı gözlerimden. Alnımın üstüne bir ağırlık kondu o anda. Kor gibi yanan bedenime zıt olarak, buz gibiydi. "Ateşi düşmemiş hala." Dedi sert bir sesle konuşan kişi. Ardından çok kısa bir an parmağı göz kenarlarıma değdi, göz yaşlarımı silmek ister gibi. "İyi olacak ama değil mi?" Dedi daha yumuşak ve tanıdık bir ses. Anfia mıydı bu? Beni neden ormanda bırakıp kaçmıştı? "Olacak." Diye mırıldandı başımdaki adam değişik bir tonda, alnımdaki ağırlık geri çekilirken. Bu beni nedensizce büyük bir boşluğun içine düşürdüğünde "Neden bu kadar titriyor?" Diye sordu sesi bir ton daha karanlık hale bürünürken. "Kuzey kanı taşımıyor mu? Nasıl bu kadar üşüyebilir?" Diye devam etti. Darien'di bu. Kesinlikle, Darien'in sesiydi. "Lordu'm, açıkçası sadece; vücudunda inanılmaz bir mana akışı olduğunu söyleyebilirim ancak bu çok yabancısı olduğumuz yoğun bir mana gücü. Sanırım gücün kendi vücuduna fazla geldiğini söylemek mümkün. Ancak diğer teorime göre, yoğun bir güç olduğundan çok manası ham halde olduğundan dolayı vücudu reaksiyon gösteriyor. Geçmişte gücünü çok kullanmamış olmalı." "Teori..." Diyerek güldü Darien. Gülüşünün arasına sızan tehlikeli ton sanki ikinci kez nefesimi kesmişti. "Karşımda durup bana kesin olmayan teoriler sunasın diye mı başını gövdenin üstünde tutup sana para ödüyorum?" Sakin gibi gözüken fakat öfkenin her kıvılcımını taşıyan ses, gözlerimi açamadığıma şükretmemi sağladı o anda. Darien'in öfkesi, kor bir alevden fazlasıydı. Bana yönelttiği sinirine benzemiyordu bu. "Majesteleri, Leydi Meyza'nın manası, daha önce kimsede rastladığım tarzdan bir mana değil. Gücünü tarif etmek için 'dokunulmaz' demek doğru olabilir sanırım. İçindeki mana, kişilerin büyü gücünü incelemek için tasarladığımız özel aletin içine çekilmeyi reddetti. Bu durumda neyin onu bu hale getirdiğini netçe söylemek çok zor." "Ya yolunda gitmeyen bir şey var diye bu haldeyse?" Dedi başka bir ses. Callisto da buradaydı. "En kısa zamanda ateşini düşürecek bir ilaç yapmaya çalışacağım. O zamana kadar vücut ısısı çok yükselse de soğuk suyun altına falan sokmayın lütfen. Tahminimce buz manası vücudunda ters etki yaparken bir de yeniden soğuğa maruz bırakmak çok kötü olacaktır." "Ne zaman uyanır?" Dedi Anfia düz bir sesle. Cevap olarak gelen sessizliği derin bir nefes alış sesi bozdu. "Kaybol gözümün önünden Richard. Ve onu iyileştirecek bir şey bulamadan gelirsen buraya, kendini ölmüş bil." Ondan sonra aralarında nasıl bir bakışma geçti bilmiyorum, bir kapı sesi duyuldu ve ardından Darien "Siz de çıkın." Dedi sert bir sesle. "Başında nöbet tutmana gerek yok abi. Doktor yapacak bir şey yok dedi zaten." "Anfia." Dedi Darien sadece. "Yaptığın şey hakkında henüz konuşmamış olmam, sessiz duracağım anlamına gelmiyor. Bir süre boyunca neye sebep olmak üzere olduğunu ya da Tanrı bilir neye sebep olduğunu düşün." Üstümde yoğun bir baskı hissettim. Bana mı bakıyordu? "Sen bu değilsin." "Abi-" "Anfia." Dedi yalnızca Darien ve sonrasında odada bir süre daha sessizlik oldu. En son yeniden açılıp kapanan kapının sesini duyduğumda Anfia'nın ve muhtelemen Callisto'nun odadan ayrıldığının habercisiydi bu. Açıkçası, darmadağındım. Anfia'ya karşı ne hissetmem gerektiğini bile anlayamayacak kadar sarsılmıştım ve bu korkutuyordu beni. Uyanmam ve o andan sonra düşünmem lazımdı. Dikkatlice. Ancak şimdi zihnimi aşındıran tek şey, dehşetle sarmalanmış bebek mavisi gözlerdi. O gözler artık benim aynaya bakınca gördüklerimdi. Kurtulamayacaktım bu gerçekten. Her şey tatlı bir romantizm hikayesiyken güzeldi. Gerçekliğimden kaçınmak istediğim için okuduğum ve huzurlu hissetmemi sağlayan yerlerden biriydi burası. Şimdiyse, her şeyin öncesi ve sonrası olduğunu netlikle görüyordum. Öncesinden tek bir anı bile bu kadar parçalamıştı beni. Ya işin sonunda burası da kaçmak isteyeceğim bir yere dönüşürse? istemesem bile birkaç damla daha gözlerimin altından kurtulurken, yattığım yerin hemen yanı hafifçe çöktü. Birkaç saniyelik boşluk, bedenimin yanıyor olduğu gerçeğinin üstünü çizerek her şeyi bambaşka bir aleve verdi. Eli bir anlığına alnıma değip çekildi yeniden. Sonrasında nefesini yüzümde hissettim. "Seni uykunda bile ağlatan şey ne Kuzey kızı?" Diye mırıldandı ne hissettiğini anlayamayacağım koyu bir tonda. "Şımarık, haddini bilmez ve gerçek dünyaya dair hiçbir şey bilmeyen kadının teki olmalıydın. Bu düşüncelerimi değiştirmemeliydin." Aldığı derin nefesi üflerken sesi sakin çıkıyordu ve bu, açamadığım gözlerimle beraber karanlığın bilincimi sarmasını sağlamaya başladı. Alnıma ıslak bir bez konduğunu hissettiğimde, gerçekten gözümü açmayı, gözlerinin içine bakmayı çok istedim. Hayran olduğum karakterin yüzüne bakmak için değildi bu sefer. Gidemeyeceğimi söylemek içindi. Başkente dönmekten daha korkunç bir şey varsa, o da apaçık Windfield hanesine gitmekti. Kuzey yalnızca kabuslarla bezenmişti ve yaz kış yağan kar bile kirini kapatamazdı oranın. Bir çocuğun kabusuyla bezeli topraklar, belki de sadece ateşe verilmeyi hak ediyordu. Ancak bunları söyleyemedim. Yalnızca, alnımdaki bezin etkisiyle hafifçe titrediğimi anımsıyorum. Ve çok daha korkunç rüyaların içine çekilmeden önce "Kim canını yaktı bu kadar Meyza?" diye bir ses geldi geriden. Ne dediğini anlayamadım. Karanlık, canavarlardan saklanmaya ve uyumak da korkularından kaçmaya yetmiyordu, sadece bunu anlamıştım. *** Vücudumun her yanının hafifçe ağrıdığını hissederken gözlerim kendiliğinden aralandı ve kirpiklerimin arasına sızan ışık, dudaklarımın aralanmasını sağlarken gözlerimi birkaç kez kırpıştırmamı sağladı. Bulanıklık yavaşça gözlerimin önünden kalktığında, nerede olduğumu anımsamadan önce aklıma gelen ilk şey neler olduğu oldu. Dev kurdu ve elimden çıkıp giden buzla beraber kalbimin nasıl her atışında göğsümü donduracakmış gibi içimi buz tutturduğunu anımsamak, hepsinin rüya olduğunu dilemek istememe sebep olsa da zihnimi sarsan şey olanlar değil, susuzluk oldu. Dilimi yavaşça çatlamış dudaklarımın üstünden geçirdim. Odadaydım, ancak burası kalede kaldığım oda değildi. Tavan çok daha süslü ve güzel gözüküyordu. Benim odamın aksine serin değil, sıcacıktı. Belki de bunu altında bulunduğum iki kat örtüye borçluydum. Kendime gelmeye çalışarak derin nefesler aldığım sırada, küçük bir tıkırtı sesi dikkatimi çekti. Kafamı güçlükle çevirdiğimde bakış açıma giren şey, kaşlarımın tamamen çatılmasını sağladı. Darien, buradaydı. Bir çalışma masasına oturmuş, Tanrı bilir neyle alakalı olan belgelere düz bir ifadeyle bakıp bir şeyler yazıyordu. Üstünde, ince bir gömlek yoktu bu sefer. Daha kalın kumaş dar bir siyah gömlek giymişti ve üstten sadece iki düğmesi açıktı. Omzunaysa siyah, altın sarısı işlemelerin olduğu bir pelerin konmuştu. Kolları her hareket ettiğinde zorlanıyormuş gibi duran kumaş gömleği, gerçekten yakışmıştı üstüne. Siyah saçları her zamanki gibi düzenli gözüküyordu ve sarı hareleri dikkatle elinde tuttuğu belgeye odaklanmıştı. Ses çıkartma ihtiyacı hissederek, "D-Darien." diye mırıldandım çatallaşmış sesimle güç bela. Gerçekten su içmeye ihtiyacım vardı. Darien'in gözlerinden bir anlığına şaşkınlık dolu bir kıvılcım geçerken bakışları beni buldu ve ayağa kalktı. "Su." Dedim yalnızca. Aslında amacım alabilir miyim lütfen diye tamamlamaktı ancak devamını getiremeyecek kadar sesim gitmiş gibiydi. "Meyza?" Dedi Darien yanıma adımlarken. "Ağrın var mı? Bir yerin acıyor mu?" Yatağın dibine gelip de düz bir sesle mırıldandığı sorulardan sonra alnıma hafifçe dokundu ve ne hissetti bilmiyorum, kaşları çatılırken derin bir nefes aldı. Ardından küçük dolabın üstündeki bardağa su doldurdu. Gözleri yüzümde dolandıktan bir kaç saniye sonra, doğrulup da suyu içemeyeceği anlamıştı. Bardağı yere koydu ve düz bakışlarla tüm bedenimi sorun var mı diye bir kaç saniye boyunca gözden geçirdi. Normalde kalbimi hızlandıracak bu bakışlarına, ben de boş bakışlarla karşılık verdim o an. Darien'in gözlerimde gördüğü şeyle birlikte kaşları daha da çatıldı ve hafifçe doğrulmama yardım edip yastığı yatağın başlığına yasladı. Ardından bardağı yeniden alıp dudaklarımla buluşturduğunda, suyu içmeye başladım fakat gerçekten ne olduğunu anlayamamış haldeydim. Neden başka birini çağırmıyordu bana yardımcı olması için? Düşündüğümün aksine yalnızca iki yudum su içebilirken Darien bardağı çekti ve içtiğim miktara değişik bir ifadeyle baktı. Sonrasında gözleri yeniden beni buldu. "İyi misin?" Diye sordu sakin bir tınıda. Cevap vermek yerine sessizce başımı salladım. Resmiyeti, az önce ona Darien diye seslenerek kırmış olduğumdan o da aynısını yapmıştı sanırım. Eh, şimdiye dek olanlara bakarsak bu da büyük ilerleme sayılırdı. Bir süre boyunca sadece nefes alıp verdim. Zihnime uğramasını beklediğim berraklık, hatırladıklarımla beraber daha da çok susmak istememi sağlamıştı. Ancak kaçacak noktası olmuyordu bazen insanın. Hayat, senin gerçeklerinle yüzleşmeni beklemezdi. "Darien." Dedim zayıf bir ses tonuyla. Sarı hareleri, yüzümde dolanıyordu. "Ben hazır olana kadar bekler misin lütfen?" Yerine gelen sesim, hala cızırtılı çıksa da konuşmaya devam edebilmek adına derin bir nefes aldım. "Ne için?" Diye sordu Darien neyden bahsettiğimi anlamayarak. "Geri dönebilmem için." Diye mırıldandım çekinerek. Ardından hafifçe tebessüm ettim. "Olur da anlaşmamızın süresi dolarsa ve sen fikrini hala değiştirmemiş olursan, dönmem için ben hazır olana kadar bekleyebilir misin? Eğer öyle olursa oyalanmamaya çalışarak gideceğim buradan. Hazır olunca, söz veriyorum." Darien birkaç saniye boyunca yüzüme öylece baktı. Dışardan gören biri, dümdüz ruhsuz bakışları var derdi fakat aramızda bir metreden az varken açıkça söyleyebilirdim ki, Darien anlamaya çalışır gibi bakıyordu bana. Sanki birkaç saniye daha bakarsa sadece geçmişi değil ruhumu da görecekti. Öylesine yoğundu sarı harelerindeki ifade. "Kendini hazırlaman gereken ne var orada Meyza?" Diye sordu, gerçekten tehlikeli bir tonda. Kelimelerinin arasına sızan o tonun yanında, bir de gözlerine kıyametin habercisi olabilecek bir ifade kondu. Sanki vereceğim cevaba göre, o kıyamet içinden taşıp birilerinin üstüne çökecekti. Darien iyi bir adamdı kitapta. Sert gözükmesine rağmen göğsünün ortasındaki yürekte nasıl bir vicdan taşıdığından defalarca bahsedilmişti. Hakkındaki söylentiler, korkunçtu evet. Gereğinden fazla acımasızca uydurulmuş şeylerdi hatta. Fakat Darien, esasında terk edilmiş Batı'yı kurtaran adamdı. Canavarlardan, yoksulluktan ve kalan her şeyden. Halkına değer veriyordu ve masumları canı pahasına korumuştu. Şimdi de sadece masum olma ihtimalim için mi bana böyle temkinle yaklaşıyordu? Yavaşça gözlerimi kırpıştırdım. Sessizliğimle beraber, bakışları olabilirmiş gibi daha sert bir hal aldı. "Büyük kurt geldikten sonra bayılmadan önce de bazı şeyler söyledin." diye mırıldandı tok bir sesle. "Ne söyledim?" Dedim kaşlarım hızla çatılırken. Darien cevap vermek yerine birkaç saniye boyunca dik dik yüzüme baktı. Sarı hareleri dikkatle suratımda dolandıktan sonra gözlerimin içine baktı dikkatle. Hafifçe kafasını eğdi ve bir kaç saniye boyunca susarak mavi harelerimi izledi. Sessizlik dinlemesini bilene çok şey anlatırdı da, ben dinleyebilecek halde değildim şimdi. "Helefna'da ya da Windfield'da... Sana zarar veren birisi mi var?" Kelimelerini dikkatle seçmiş gibi bir hali vardı ve bakışlarındaki o sert ifade silinmemişti ancak sesi, temkinli gibiydi. Kısık ve biraz... Biraz daha yumuşak. "Bunun için mi Batı'ya kadar geldin? Kaçacak yerin kalmadığından mı?" Diye devam etti sakince. "Bu saçmalık." Dedim sesim içime kaçmış gibi mırıldanırken. Darien tepkime bakarak kaşlarını kaldırdı. "Sana ne için olduğunu söylediysem o sebepte buradayım." Bu sefer dik dik onun yüzüne bakan bendim. "Kaçtığım biri de yok." Derin bir nefes aldım. "Sadece, artık Prens Elijah ile nişanlı olmayacağımdan Helefna'nın başkentine dönemem ve Windfield..." Gözlerimi kırpıştırırken nefesim ciğerlerimi yakmaya başladı. Kimi kandırıyorsun Sima, gördüklerinden sonra Kuzey'e öylece dönebileceğini mi sanıyorsun? Orada yatan şey Meyza'nın çocukluğu. Meyza'nın kabusu. Hazır değilsin yakınından geçmeye bile. Bu kaçmak değilse ne? Darien yüzümdeki allak bullak olmuş ifadeye bakarken kaşları çatıldı yeniden. "Windfield'da pek güzel anılarım yok sadece. Eğer döneceksem kendimi hazırlamam gereken şey de bu." Dedim işin peşini bırakmasını umarak. "Geçmişinden kaçıyorsun yani." Dedi Darien'de düşünceli bir tınıda, doğrulamak ister gibi yüzüme bakarken. Söylediği bir anlığına irkilmemi sağladı. Benim geçmişim değildi bu. Şimdi ismini taşıdığım kadının geçmişiydi. Ve Tanrı biliyordu ya, geçmişlerimiz değil belki fakat yaşasaydı geleceklerimiz benzeyecekti. Gözlerim örtünün üstünde duran ellerime kaydığında sanki onları yeniden yakmışlar gibi tüm vücudumdan bir titreme geçti ve içimi sarsan hisle onları birbirine kenetledim. "Meyza." Dedi Darien aniden, kaşları hafifçe çatıktı ve dudakları aralanmıştı. Dehşet, dehşet benzeri bir his oturmuştu parlak harelerine. Birkaç saniye boyunca, temkinle yüzüme baktı. "Ellerine bir şey mi yaptılar?" "Hadi, şimdi de doktor ol bakalım!" "Yapma! Yapma! Her şey olur ancak ellerime dokunma!" Avazım çıkana kadar bağırmama rağmen mahalledeki kimsenin gelmediği ve Selim'in ocağın ateşini açarak ellerimi orada saniyeler boyunca nasıl tuttuğu gözümün önünden geçtiğinde, boğazım düğüm düğüm hale gelirken bomboş olan midem bulanmaya başladı. Şimdi bambaşka bir dünyadaydım ancak Selim'in hala sesi kulaklarımdaydı. Şimdi de doktor ol bakalım! Olamamıştım. Kapıdan bir çıksam, bir adımı atıp koşsam kurtulacaktım sahiden. Atacak adım bırakmamışlardı. Ne zaman unutacaktım? "Meyza?" Dedi Darien yeniden ve ben soğuk soğuk terlemeye başladığımı fark ederken onun gözleri yavaşça yüzümde dolandı. "Cevap verme." Dedi sadece. "Cevap verme." Diye kısık sesle tekrarladı ardından. Sanki, duyacaklarını hazmedeceğini anlamıştı Darien. Onları dinlemeye hazır değildi. Yutkunarak kafamı salladım. Ne yeri ne zamanıydı bunların. Düşünülmesi gereken çok başka şeyler vardı. "Anfia o kurdun geleceğini bilerek mi beni ormanda bıraktı?" Konuyu değiştirmek için olsa da gerçekten cevabını duymak istediğim sorumla beraber Darien'in bakışları eski haline dönmese de yavaşça iç çekti. "Hayır." dedi düz bir sesle. "Sadece yolunu bulamamanı ve bir süre boş boş dolanmanı istemiş. Bir vikalisin büyük ormanı aşıp açıklığa gelmesi görülmüş şey değildi. Normalde kendi bölgelerinden asla ayrılmazlar." "Vikalis." Diye tekrar ettim telaffuz etmekte az da olsa zorlanarak. Kurdun türünün adıydı muhtemelen. "Bu senin ilk mistik yaratık görüşündü değil mi?" Sonrasında kafasını eğdi. "Üç adamın zar zor zapt ettiği bir yaratığı tek başına hallettin." Diye devam etti. Bu söylediği benim de kaşlarımı kaldırmama sebep oldu. Ardından Darien, sarı gözlerinde değişik bir ifadeyle duraksadı. "Yine de... Bilinçli olarak dondurmadın onu, değil mi?" Cansız bir tebessüm belirdi dudaklarımda. Gerçekten kitaptaki gibiydi bazı şeyler. Zeki bir adamdı Darien. "Nereden bildin?" Diye mırıldandım dalgın bir halde. Gözleri mavi harelerimde dolandı kısa bir an. "Kar bile yağdıramayacağını söylemiştin." İlgisiz ve düz bir sesle söylediği şeyle iç çektim. Elini gece siyahı saçlarının arasından geçirirken gözlerini kıstı. "Yine de mana gücünü kontrol edemeyen ve aniden gereğinden fazla güç harcayan çok kişi gördüm Meyza. Hiçbiri ateşlenip iki gün boyunca uyumadı." Diye devam etti ilginç bir şeyden bahsedermiş gibi. Gözlerim şaşkınlıkla aralanırken nefesim kesiliyor gibi hissettim. İki gün mü olmuştu? İki gün boyunca, sonu gelmeyen kabusların arasına sıkışıp kalmış mıydım yani? Kırk sekiz saatin kaçında, Meyza'nın yanında onunla beraber dehşet içerisindeydim? Darien bu şaşkın ifademde gözlerini gezdirerek kafasını eğdi. "Şifacılar durumunla alakalı bir şey yapamadı. Neden bu halde olduğunu da bulamadılar. Kuzeyli olmanla alakalı bir durum olabileceğini söylediler." Duraksayarak gözlerimin içine baktı. "Bir tür... Hastalığın mı var?" Ah... Şimdi her şey açıklığa kavuşmuştu işte. O anı anımsayabiliyordum. Dev kurdun parlak gözlerle yüzüme baktığını ve bana yaklaşırken kalbimin nasıl da hızlandığını, her atışında göğsüm donarmış gibi hissederken damarlarımda akan kanın bile canımı acıttığını. Hava soğuktu, düşündüğümden bile soğuk. Göğsümse cehennemden kopup gelen bir acıya bulanmıştı. Neden bu halde olduğumu pekala anlamıştım ancak hikayede, bu sebep kuzeylilerce ölümüne saklanan bir sırdı. Meyza, sırrını güvenerek Prens Elijah'a anlatmıştı. Böyle bir zayıflığı, yıllar boyunca sevdiği Elijah'ın ona karşı kullanacağına ihtimal dahi vermemişti. Sonuç ne olmuştu peki? İşin sonunda onu karanlık alevlerin arasında donması için yalnız bırakmışlardı. Birine güvenerek fısıldadığı sır, Meyza'nın boynuna dolanmıştı ve nefesini kesilme noktasına getiren de aynı sırdı. Kendine özel hazırlanan işkenceden sonra, Meyza'nın ölmese bile ölmeyi isteyecek noktaya geldiği yazılmıştı kitabın sonuna. Darien'i tanıyordum. Tanıyordum ancak yazarın anlattığı kadarından ne fazlasını ne de azını bilebilirdim. Yine de, şimdi Darien gözlerimin içine doğru bakarken ve ellerimi uzatsam tutabileceğim kadar canlıyken sorsalar tereddütsüzce onun iyi bir adam olduğunu söylerdim. Belliydi bu çünkü. Bana yaklaşımından ve temkinli halinden bile belliydi. Topraklarına olan bağlılığından ve sırf halkı için sevmediği bir kadınla evlenmeyi düşünmesinden belliydi. Ancak Elijah da iyi bir adam değil miydi? Baş karakterdi. Tek kusuru yazılmamış ve bize gösterilmemişti. Buna rağmen Elijah Meyza'nın ellerini kesen kişi olduysa, Darien'in bu zayıflığı ilerde kullanmayacağına nasıl inanabilirdim? Meyza Aileen'i zehirlemişti ancak en başta Meyza'yı aldatan Elijah değil miydi? Bunu bize süslü kelimelerle ve sanki ikisi haklıymış gibi göstermişlerdi. Halbuki ihanetin affı olmazdı ve hiçbir suçu yokken Meyza'nın kalbini kıran Elijah tamamen kötü biri olmasa da çok büyük kötülük yapmıştı. Bunların haricinde, bildiğim dünya değildi burası benim. Öncesi vardı ve belli ki sonrası da olacaktı. Kendimden başka kime güvenebilirdim? Darien'i kurtarmak için buraya gelmiştim. Ancak fazlasını umup ihtimallere sıkıca tutunmamam gerektiğini de çok iyi öğrenmiştim. Yüzümde yorgun bir tebessüm belirirken "Yok." diye mırıldandım. Darien, verdiğim cevaptan tatmin olmadığı için mi yoksa yüzümde gördüğü ifade yüzünden mi bilmiyorum, bir anlığına kasıldı ve sonrasında kaşları çatıldı. "Neden bu halde olduğumu ben de bilmiyorum. Güçlerimi bu zamana dek pek kullanmadığım için tahminim bile yok bu konu hakkında." Kafamı eğdim. "Ancak ciddi bir şey olmadığına eminim. Merak etme, burada ölüp de başına bir ton dert açmam." Darien'in yüzündeki ifade anlaşılmaz bir hal alırken sert bakışlarla bana bakmaya devam etti. Derin bir nefes alarak yatağın içinde hafifçe kaydım. "Odama dönebilmem için hizmetçilerimi çağırır mısın?" "Odan artık yok." Dedi Darien düz bir sesle ve söylediği şeyle bomboş gözlerle yüzüne baktım. Ne dediğini anladığımdaysa gözlerim kocaman açıldı. Olmuştu sonunda değil mi? Kıçıma tekmeyi yemiştim! "Ne demek odan yok. Kovuyor musun beni? Neden? Ne için? Anlaşma yapmamış mıy-" "Odanı değiştirdiğimiz için bir süreliğine odan yok, Meyza." Dedi Darien verdiğim tepkiyle bakışları biraz olsun normale dönerken. Ancak gözlerini devirmekten de geri kalmamıştı. "Şifacı, soğuğa duyarlı olabileceğini söylediği için farklı odaya geçmene karar verdim." Soğuğa duyarlı değilim, kalbimi donduruyor sadece. Mecaz sandın değil mi? Değil maalesef. Bu sefer içimden kendime gözlerimi devirdim. Hasta değildim ancak ben söylemesem de bendeki sorunu anlamaya yakınlaşmışlardı. "Buna gerek yoktu demeyeceğim. Odam çok kötüydü." Diye homurdandım gözlerim kısılırken. Darien bununla birlikte ayağa kalktı ve son bir bakış attı gözlerime. Nasıl olduysa yüzünden bir anlığına gülümseyecekmiş gibi bir ifade geçmişti ve ben de donakalmıştım yerimde. "Chelsie'yi ve son kez kontrol etmesi için şifacıyı çağıracağım." Aksini kabul etmez bir sesle konuştuktan sonra bir şey dememe müsaade etmeden arkasını döndü ve odadan ayrıldı. O andan sonrası tam bir karmaşaydı. Şifacı gelmiş, bana fazlasıyla yabancı gelen yöntemler kullanarak elinden çıkan yoğun ışıkla beraber vücudumu kontrol etmiş ve bana bundan sonrasında nelere dikkat etmem gerektiğini anlatarak odadan ayrılmıştı. Şaşırmıştım açıkçası ancak bunun en büyük sebebinin muallakta olan sağlık durumum olduğunu anlamak zor değildi. Gitmemi istiyordu veya istemiyordu, hastalanmama müsaade edecek kadar cani değildi Darien. Değişik vücut ve saç yağlarıyla, kendi odamdakinden daha sıcak bir duş aldıktan sonra bana dolabımdan getirdikleri uzun kollu lacivert elbiseyi giydirmişlerdi. Elbise, dışarı çıkamayacağım kadar sade ve yatakta uzanmaya devam edebileceğim kadar rahattı. Yeniden Darien'in yatağına geçtikten sonra yemeği yatağıma getirmişlerdi ve bifteği yiyemeyeceğimi söyleyince Chelsie iki tabak çorba içmem için ısrar etmişti bana. Onu kırmak istememiştim çünkü endişeli duruyordu benim için. Sonrasında fark etmiştim ki Chelsie, gözlerini daha az kaçırıyordu artık benden fakat hafif bir suçluluk konmuştu ela gözlerine. Ona, sorun yok demek istemiştim ancak bunun yerine gözlerinin içine bakıp tebessüm etmiştim yalnızca. Chelsie de bana bakıp zor da olsa gülümsemişti sonra. Konuşmamıştık, ancak anlaştığımıza inanıyordum. Darien'in çalışanlara benimle konuşmamaları gerektiğini söylediği teorisine hala sıkıca bağlıydım. Sonuçta Alvin ve mutfaktaki hizmetçiler bile bazen konuşmak ister gibi baksa da susmuştu Darien'le anlaşma yaptığım zamandan beridir. Chelsie de istisna değildi bu zamana dek. Şimdi değişik bir şekilde yatağa düşünce, üzülmüş olmalıydı. Sonuçta onunla konuşmaya çalışmış, sürekli yakın olmak istemiştim ve sonuçsuz kalan bir çabaydı bu. Belki de şimdi sadece vicdan azabından bana karşı yumuşamıştı. Yine de onu nasıl suçlayabilirdim ki? Sadece aldığı emri yerine getirmeye çalışmıştı. Ya da çalışmaya devam edecekti. Bilmiyordum ancak onun suçu değildi işte. Darien... Darien benim ajan olma ihtimalim yüzünden temkinliydi ve bu konunun üstünden kafamda yüzlerce defa geçmiştim. Zihnimdeki mahkemede bile tartışmaya kapalı olarak Darien'in bana, yani öylesine karşı imparatorluktan gelen ve sevmediği bir varise, tahammül seviyesinin fazla bile olduğunu düşünüyordum. Bunun haricinde, onu okuduğum zamanlarda, yani her şey benim için bir hikayeden ibaretken nasıl hissettiğimi anımsamak da alt üst ediyordu bazen beni. Darien, Aileen'i öyle saf duygularla sevmişti ki bir insanın o satırları okuyup sevilmeyi dilememesi imkansızdı. Ona her zaman hayrandım ancak sevgisine... İçinde var olan sevgiye karşı yalnızca diz çökebilirdim. Henüz bu duygular onun yüreğinde çiçek açmamıştı gerçi. Açmayan çiçek solmazdı da. Bana sevmek böyle bir şey mi diye sorduran ve sayfaları gözlerim dolu dolu izlememi sağlatan Darien, aynı zamanda sevmek bu kadar can yakar mı? Diye sordurmuştu. Çünkü o açan güzel çiçek solarken, dökülürken yaprakları ve ona şifa olan toprak çekerken verdiği hayatı, öyle bir acı çektiği yazılmıştı ki Darien'in, kahrolmaktan öte bir şeydi bu. Aileen'in mutlu olmasına tamam demişti. O gülümseyecekse hep böyle, gözleri ışıl ışıl parlamaya devam edecekse, bana dönmese de olur. Başkası için olsa da bu hali, onun mutluluğu yetecek bana. Nasıl yeter? demiştim kendi kendime. Ancak Darien, Aileen'in gerçekten Elijah'ı sevdiğini anladıktan sonra, bir an bile onu kendisine gelmesi için ikna etmeye çalışmamıştı. Söylediğimi yapmıştı yalnızca. Mutluluğunu izlemiş, nasıl bir acının içinde olursa olsun kendisi de gülümsemişti. Anlamamıştım. Anlamamıştım ancak biliyordum ki şimdi bile Darien'e farklı gözlerle bakmamı sağlayan şey, o gün okuduğum ve beni paramparça eden aynı satırlardı. Anlam veremediğim değişik bir his içimi sarmalarken derin bir nefes aldım. Darien, soğuktan etkileneceğimi duyduğu için odamı değiştirmekle kalmamış bir de odam değişene kadar kendi odasında kalmama izin vermişti. Belki de beni göz önünde tutmak içindi, bilmiyordum ancak içimi böylesine titreten davranışlarda bulunmamalıydı. Zaten bu dünyaya gelmeden önce, onun adının geçtiği her satırda içim kıyamete maruz kalmışçasına titremişti. Yeterliydi bu kadarı. Yatakta döndüm yavaşça. Kabuslarımın beni oradan oraya savurup çarpması yetmezmiş gibi şimdi de bilincim yerindeyken düşündüklerimle kendime işkence ediyordum. En azından bir süreliğine olumsuz olan her şeyi kenara itmem gerekiyordu. İyileşene dek falan yani. Bu da nasıl bir işti anlamamıştım. Gerçek dünyada hastalıklara karşı hep dirençliydim. Kolay kolay burnum bile akmazdı benim. Şimdi ne olmuştu? Elimden buz çıkmıştı ve ben de yataklara düşmüştüm. Kışın ortasında kalbim acıyordu falan. Fantastik dünyanın sorunları bile akıl almaz oluyordu. Kurtlar devasaydı ve Tanrı bilir o ormanın içinde daha neler vardı? Bu düşünce olduğum yerde ürpermemi sağladı. Yatakta iyice yayılarak gözlerimi tavana diktim. Darien, iyiydi. Gerçekten iyiydi falan ama bir yandan da şerefsizdi! Sebeplerini anlıyor olsam da sonuç olarak kaledeki en küçük odayı bana vermişti, muhtemelen arkamı dönmeden kaçmam için. Düşününce oh olsundu ona. Şimdi bana hem iyi ve sıcak bir oda vermek zorundaydı hem de odasında kalmam gerekmişti. Üstelik gelince onunla konuşacak ve salak olmadığımı, görevlilerin benle konuşması yasağını kaldırmasını söyleyecektim. Somurtarak tavandaki desenleri izledikten sonra yatakta bir tur daha döndüm ve bununla birlikte burnumu dolduran kokuyla gözlerimi kırpıştırdım. Buram buram Darien kokuyordu bu yatak! Durgunlaşırken içimde çalkalanan değişik hisle burnumu yorgana biraz daha yaklaştırıp iç çektiğim sırada kapı tıklatıldı ve bununla birlikte gözlerim kocaman olurken örtüyü yüzümden çekip "Gelebilirsin!" diye seslendim. Beklediğim serin bir içecek almaya giden Chelsie'ydi ancak yanılmıştım. Gelen Anfia'ydı. Yüzümdeki keyifli ve oyunbaz ifade donakalırken yavaşça doğruldum. Tanrım lütfen, bu sefer ölmedin ama bir sonrakinde işin bitti gibi bir şey söylemesin. Kitaplardaki kötü kadın tiplemeleriyle uğraşabilirim ama bu kişinin favori karakterimin kardeşi olmasını kaldıramam. Anfia, tıpkı benim gibi somurtarak odanın içine doğru adımladı ve Chelsie'nin oturduğu, yatağın yanındaki sandalyenin başında durdu. Başımda dikilmişti yani. Suratındaki ifadeye bakarken kaşlarım daha da çatıldı. O neden surat asıyordu?! Tahmin etmiştim. Öleceksin falan diyecekti işte. Dev kurdu o çağırmıştı! "Bak Meyza." Dedi Anfia kızıl kısa saçlarını eliyle gergin bir şekilde geriye atarken. Resmiyet yine toz olmuştu. Ne güzeldi. "Bakıyorum." Diye homurdandım gözlerim kısılırken. Gözleri üstümde dolandı. Yüzüme odaklandığı birkaç saniyenin sonrasında sıkıntıyla yanaklarını şişirdi ve sanki burada bulanmaktan nefret eder gibi çocuksu bir tavırla o nefesi geri üfledi. "Özür dilerim." Dedi ben kendimi her türlü tehdide hazırlamışken, aniden ve beklemeden. "Vikalislerin kendi bölgelerinin dışına çıkması görülmüş şey değil. Böyle bir şeyin yaşanacağını öngöremedim. Af dilemeyeceğim ancak canına bir kastım olmadığını bilmelisin." "Ne tatlısın." Dedim sonunda dilimi tutamayarak yatakta tamamen doğrulur pozisyona geçerken. Kısık gözlerim sarı harelerinde sabitli kaldı. "Beni soğuk ormanda bırakmak istedin ama bir kurdun geleceğini tahmin edemedin, çok normal. Bana bir kastın var ama Tanrı'ya şükür canıma kastın yok. Kabul edilebilir şeyler bunlar." Anfia gözlerimin içine bakarken harelerine yerleşen hırçın ifade silinmedi ve aksine, göz bebeklerinde harlanan alevle bana baktı. "Ne demiştin? Kendin dön kuzey kızı mı?" Kafamı yana yatırarak alayla mırıldandığım şeyden sonra sinirle gülerken gözlerimi devirdim ancak içimde var olan öfke silinmedi. Alttan almayacaktım, alttan almayacaktım çünkü bahçede yürürken iyi anlaşabileceğimize bir anlığına da olsa inanmıştım! O duvarları indirme ve tüm şeffaflığıyla ona yaklaşma kararı almıştım. Belki bunu yapmam için herhangi bir isteği olmamıştı ancak işleri gereksiz yere yokuşa süren oydu. Bazı şeyleri tolere ediyordum ve etmeliydim tabi kapı dışına konulmamak için. Ancak geniş açıya çıkıp bakınca kaybedecek neyim vardı benim? Ellerimde neyi tutuyordum hayatımdan başka? Hoş, belki onu da çoktan bir kez kaybetmiştim. Yani kaybettiğime inanmak istiyordum en azından, bir daha hiç dönmemek için. Ben iyiydim ancak Anfia, asla neye sebep olabileceğini öğrenmeyecekti. Gözlerimi o dünyada yeniden açarım korkusu tarifsizdi. Yüreğimin kaskatı kesildiğini hissederken gerçek manada kanımın donduğunu hissetmenin acısını da bilemezdi. Ölmenin tekrar gözlerini açmaktan daha basit geldiği bir hayata beni yeniden sürükleyebilirdi ve şayet öyle olsaydı da beni bir katile çevireceğini, nereden bilecekti? Bilemeyeceği şeyler için ona kızmamalıydım belki de ancak bilinçli veya bilinçsiz, beni cehenneme sürebilecek bir kadındı karşımdaki. "Af dilememen isabet oldu çünkü seni affetmezdim Anfia." Dedim karşımdakinin ayak bastığım toprağın prensesi olmasını gram umursamayarak. Bakışları bir anlığına söylediğim şeyle donakaldı. "Abine olan sevgime inanmayabilirsin ve söylediklerimi göz ardı da edebilirsin." Dedim bakışlarım ifadesiz bir hale bürünürken. "Ancak unutma ki bana bir daha bilinçli veya bilinçsiz zarar vermeye kalkarsan bunu savaş başlangıcı sayarım." Anfia, dikildiği yerde sinirle titrerken ağzını açıp tek kelime etmedi ve derin bir nefes aldı gözlerini yüzümde son kez dolandırdıktan sonra. Ardından kapıya doğru ilerledi ve kapıyı açtıktan sonra bakışlarını yeniden bana çevirdi. Kısık gözlerinde çok başka bir öfke vardı. "O savaş sen bu toprağa ayak bastığında başladı Meyza İsabel. Madem bundan yeni haberin oluyor, bundan sonrasında sadece kendini kollamaya bak." "Savaş istiyorsun demek?" Diye mırıldandım hafifçe gülerken. Mavi gözlerim, iki gün önce kalbim nasıl donduysa aynı şekilde buz gibi bir hal alırken dudağımın kıvrılışı bozuldu ve Anfia, bu ifademe karşılık hafifçe irkilerek baktı bana. "Sana istediğin savaşı vereceğim Anfia." Dedim kendimin bile şaşıracağı kadar emin ve tehlikeli bir sesle. Bundan sonrası, sadece yokuş aşağıydı. Bölüm : 12.12.2024 00:01 tarihinde eklendi |