Yeni Üyelik
5.
Bölüm
@ekalinea


5



 

Banyodaki buğulu camdan yansımama bakarken içeriyi dolduran sis, zihnimin de içine sinmişti sanki. Her şey bulanıktı. Karmakarışıklığın farklı bir haliydi bu.

Öfke, nefret, sevgi ya da aşk gibi baskın duygular, sarsardı insanı ve yüreğini sarmalardı ya da kanatırdı belki ancak ne olduğunu bilmediğiniz hisler, boğardı sizi usul usul ve nefesiniz kesilirken anlamazdınız can verdiğinizi. Gözlerinizi yumardınız ya da açardınız, gülümserdiniz ya da asardınız suratınızı, ağlardınız halinize ya da gülerdiniz kahkahalarla her şeye. Yüreğinizde bir şeyler hareket eder, siz ismini koyamazdınız. Ne hissettiğinizi bilmezken her şey gri rengine bulanır ve bir şeylere anlam yüklensin isterdiniz. Dünya biraz olsun renklensin ve siz, hakkıyla nefes alıp verebilin. Yaşadığınızı bilin ve bunun ötesinde hissedin. Tehlikeliydi belirsizlik, çünkü ne olduğunu bildiğiniz şeyin size verdiği zararı da ölçebilirdiniz ancak bilinmedik duyguların kalbinizi ne zaman durdurabileceğini hesaplayamazdınız.

Bildiğim dünyada geçirdiğim zaman, baştan sona olmasa da çoğunlukla griydi benim için. Annemin küçükken saçlarımı taradığı ve sevgiyle kafamı bağrına doğru bastırdığı zamanların ışıl ışıl olduğunu anımsayabiliyordum. Bir kadında görebileceğim en yumuşak bakışlarla göz kapaklarımın üstünden öper, öyle bir üstüme titrerdi ki içim sarsılırdı. Küçük evimizde, en sevdiğim tarhana çorbasından yapar, hasta olduğum zamanlarda hayal meyal hatırlayabilsem de başıma oturur ve gece boyunca sağlığıma kavuşabilmem için dualar ederdi. Ateş başıma vurmuşken güçlükle aralardım gözlerimi ancak bilirdim sevilebileceğim en güzel şekilde sevildiğimi.

Babamsa her şeyi siyah beyaza boyamak isterdi ve kırmızıyı katardı hayatımın içine bolca ancak, hüzünle değil kızgınlıkla dolmuş gözlerimin ardından ona bakarken, bir karaltı görürdüm yalnızca. Ruhu karanlık biriydi çünkü o. Bundandı bizim hayatlarımızın da renklerini çalmak isteyişi. Kötü olan her insanın ruhu karadır demiştim kendi kendime o an. Babamın delirip elini kaldırdığı ve çocuk olduğumu umursamadan sertçe tokat attığı, ancak benim, onun yüzünü baksam bile göremediğimde vardığım kanılardan biriydi. Yanılmıştım o konuda da. Bu dünyada en iyi saklanabilen şey, sırlar değil kötülük taşıyan kalplerdi. Çok sonradan öğrenecektim ve geç olacaktı her şey için.

Karşı çıkmak için çok direnmiştim olan biten her şeye. Yaşama tutunmak için direnmem gerekse bile annemin sıcaklığı benimle oldukça, bu hayat ışığını kaybetmez demiştim. Sonra annem gitmişti. Beklesen de dönmezdi bazen gidenler. Ben bekleyememiştim bile, biliyordum çünkü dönemeyeceğini. Çok sevdiğim masal dünyalarından birinde olmadığımı, kötülerin kazandığını görerek bu şekilde küçük yaşta anlamıştım. Çünkü babamın zaferiydi annemin gidişi. Çünkü ben direnmiştim ancak ışıklarımı söndürmüştü babam. Bu hikayede mutlu olan, ruhu kararmış ve kızının hayatını da karartmak istemiş bir adamdı. Nasıl bir masal dünyasında mümkün olurdu bu? Benim dünyamda olmuştu ve bir varmış bir yokmuş diye başlamamıştı zaten her şey. Varmış, ama yok olması uzun sürmeyecek diye fısıldamıştı sanki babam ben doğunca, içimde yaşattığım tüm o duyguları gördükten sonra.

Başarmıştı fısıldadığını. Varlardı ama hepsi hiç olmamış gibi yok olmuşlardı. Geriye yalnızca hatırladığımda usulca dudağımı kıvırdığım fakat yine de özlemle kalbimi sancıtan anlar kalmıştı elimde. Herkes, her şey gri olmuştu o andan sonra.

Sima. Hazine ve Çehre. Güzel çehreli kızım derdi annem. Yüzün gibi kaderin de güzel olur umarım. Birtanem, bebeğim. Kötülerle karşılaşma, iyilikler bulsun seni. Her gün bütün dualarım bunun için. Sesi silinmek üzereydi. Biricik hazinem. Bulunmaz elmasım. Sakın kötülüğe aldanma, kalbini karaya boyama. Kalbin boyanırsa siyaha, en çok sen üzüleceksin buna. Kaldıramazsın yavrum. Annen bilir seni.

Annem bilir miydi sahiden de beni? Ben çok küçükken gitmişti. Babam kazanmış ve mutlak zaferinin ardından o da kaybolmuştu. Annem, yolunda kötülerle karşılaşmıştı besbelli. Zeynep'i arkadaşı sanmış, hayatının en büyük ihanetine uğramıştı.

Annemin yolundakiler beni bulmuştu sonra. Her şey çok griydi.

Kitap okurdum ben uzun uzun. Elimde kitap yokken de kafamı pencereye ve belki de duvara çevirir öylece izlerdim karşımda ne varsa. Kafamı kaldırmak istemezdim çünkü Zeynep ve oğlu, küçükken gördüğüm karaltı gibi değillerdi. Öyle dışardan bakınca anlamazdınız ne renge boyandıklarını. Aldanırdınız hatta belki, çok temiz, masum insanlar derdiniz. Bu dünyada kim kime öylece kirli tarafını gösterirdi zaten? Yolunuz çatışmadıkça kimseyi gerçekten tanıyamazdınız ve zaten yolunuz bir kez denk gelirse görecektiniz, bu insanların sadece varoluşu bile sırf yollarınız çakıştı diye size bir şekilde zarar verecekti.

Dayanmak zordu ancak üniversiteye hırsla hazırlanmaya başladığım zaman, küçük bir parıltı gördüğüme inanmıştım. Geleceğim içindi bu. En sonunda büyüyüp tüm hayatımı yeniden saracağına inandığım ışık, belki de yaşamımı o küçük odada verdiğim an etrafımı kaplayan ışıkla aynıydı. Asla bilemeyecektim bunu.

Bildiğim şey, farklı bir dünyada olduğum ama eninde sonunda o belirsizliğin gelip beni yakalamasıydı. Yoruyordu bu his ve ne zaman kesilecekti nefesim tahmin edemiyordum. Henüz etrafım griye bulanmamıştı ancak gidişat buydu, öngörebiliyordum.

Korkuyordum. Delicesine. Ayak bastığım her dünyada renklerimi kayıp mı edecektim?

Her şey yeterince belirsizken, Anfia bana savaş ilan ettiğini söylemişti. Ona nasıl karşılık vermem gerektiğini bile bilmiyordum çünkü o bir karaltı değildi. Ama görmüştüm, öyle gözükmeyen fakat ruhu karanlığa gömülmüş çok kişi vardı hayatta.

Anfia kötü biri değildi belki ancak tanıdıklarına karşıydı bu. Banaysa kötü olacağını açık açık söylemişti. Kötülüğe kötülükle karşılık verirsem kalbim karaya bulanmaz mıydı? Annem dayanamazsın demişti.

Annem bilirdi beni. Öyle söylememiş miydi? Gidince sözleri de mi anlamını yitirmişti yoksa?

Bu hayatta, olana olduğu gibi karşılık vermeden ne kadar ayakta durabilecektim peki?

Buhar, henüz yemek yemediğimden midemi bulandırırken kapıyı açtım. Darien'in dün gece yatağın yanındaki kanepede uyuduğunu tahmin ediyordum çünkü sabah susayarak uyandığımda kendisi masada bir şeyler karalıyor olsa da kanepede yastık vardı. Öğlen odaya uğramamıştı ve tahminimce o sırada antrenman yapıyordu. Akşamsa evrak işlerini halletmişti. Ondan sonraysa yine çıkıp gitmişti ve ben uykuya dalana kadar da gelmemiş olmalıydı. Çok konuşmamıştık dün ve zaten hem benim kafam Anfia'yla doluydu hem de iki gün boyunca uyumuş olsam bile yorgundum. Bunun nasıl mümkün olduğuna dairse hiçbir fikrim yoktu.

Şimdiyse, öğlen atıştırmalık yemeden önce Chelsie duş almama yardım etmişti ve havluyu unuttuğu için çıkmıştı geri ancak bunalmıştım içerde çünkü birkaç dakika geçmesine rağmen yoktu ortalarda.

Darien'in, öğlen odaya gelmeyeceğini bilmenin rahatlığıyla odanın içine adımlarken kollarımı titreyerek birbirine kavuşturdum ve yatağın üzerindeki elbiseye doğru adımlamaya başladım.

Saçımdan damlayan sular, vücudumun her yanından kayarak izler bırakırken kapı açıldı. Ardından bir adım ve kapının kapanma sesi geldi. Chelsie'ye biraz takılmak amacıyla gözlerimi o yöne çevirdim ancak aynı anda, içime çektiğim nefes göğsüme sıkışıp kaldı ve yüzümdeki gülümseme donakaldı.

Darien yavaşça kafasını kaldırdığında gördüğü şeyle dudakları yavaşça aralanırken aramızdaki mesafeye rağmen göz bebeklerinin büyüdüne şahit oldum ve birkaç saniyeliğine ikimiz de öylece kalakaldık. Saniyeler değil saliseler alev almaya başlamış ve tüm zaman kavramamı aynı anda yitirmiştim.

Darien yutkunarak gözlerini kırpıştırdığında ve benim beynim, kaldığı yerden çalışmaya devam ettiğinde baştan aşağı kızardığımı hissederek "Tanrı aşkına!" Diye bağırdım telaşla. Artık soğuktan değil bambaşka bir sebepten titriyordum ve içime yerleşen his, her şeyi küle çevirmeye kararlıydı. "Arkanı dönsene Darien!"

Darien girdiği transtan çıkmış gibi kaşlarını çatarak yüzünü kapıya döndü ve ben de hızla elbiseyi alıp kafamdan geçirdim. Kalbim, gerçekten delicesine çarpıyordu. Ayrıca Darien'in bal rengi harelerinde gördüğüm şaşkınlık kıvılcımını hayatımın hiçbir anında zihnimden silebileceğimi de sanmıyordum.

"Kapı çalmak denilen bir şey vardı. En azından Helefna'da yani. Adap kurallarında da yazar bu. Karilya'da komple her kural görmezden geliniyor sanırım." Söylenerek elbiseyi giydiğimde, arkamda belimden boynuma kadar bağlanması gereken iplikler olmasına lanetler okuyarak gözlerimi yumdum.

"Odamın içinde başka birisinin yaşamasına alışkın değilim. Aklımdan çıktı senin burada kaldığın." Diye mırıldandı Darien tok bir sesle. Gözlerimi kısarak ona baktım. "Ayrıca çıplak dolaşmak gibi bir fantezin olacağını tahmin edemezdim." Sona doğru alaya bulanan sesine karşılık inanamazca baktım ona.

"Chelsie, havlu getirmeye gitti ancak gelmedi!" Diye cırladım kaşlarım çatılırken. "Ayrıca bana mı sapık muamelesi yapıyorsun? Gözlerin kaç saniye üstümde kaldı, ben sayamadım şahsen." Bunu laf sokmak için söylesem bile sesim sona doğru boğuklaşmıştı çünkü içimde çakılan kıvılcım tahmin edemeyeceğim bir felakete gebeydi ve
ateş basmıştı her yanımı yeniden. Yapan oydu, utanan bendim. Ne hoştu sahiden.

Darien öksürdü hafifçe. Ardından birkaç saniye boyunca sustu ve sonunda"Özür dilerim." diye mırıldandı net bir sesle. Normalde dümdüz olan ses tonunun gerçekten mahçup çıkmış olması duraksayarak gözlerimi kırpıştırmamı sağladı. İnkar etmiyordu söylediğimi. Bana baktığını yani.

Zaten gözlerinin tenime değdiğini bilmek bile zihnimin kapılarını deprem niteliğinde sarsıp yıkmışken bir de bu şekilde kabul ediyor olması, ardı kesilmez bir kıyamet başlattı orada.

Kısık bir sesle öksürdükten sonra sırtına baktım ve derin bir nefes aldım. Kendime gelebilmem benim de birkaç saniye beklememi gerektirmişti. "Elbisenin iplerini bağlayabilir misin rica etsem?" Konuyu tamamen değiştirerek sorduğum soru, Darien'in yavaşça bana dönmesini sağladı.

Sarı hareleri yüzümü buldu ve muhtemelen hala biraz kırmızı olan yanaklarımda gezdirdi bakışlarını. Ardından ıslak olan saçlarıma bakmış, kaşları hafifçe çatılırken acele etmeyen adımlarla yürüyüp arkama geçmişti. Bu yaptığı güçlükle yutkunmamı sağladı.

Açıkça, reddedeceğini sanmıştım isteğimi.

Darien'in soğuk parmakları, belimden başlayan iplere giderken bana temas ettiğinde hafifçe irkildim. Sonra Darien, elinin değdiği her yerin alev aldığından habersizce ipleri bağlamaya başladı. Tanrı şahidim, nefesimi tutmuştum bir anlığına.

Gözlerim, kendi kendine kapanırken duyduğum tek şey kalp atışlarım ve Darien'in derin nefes alış veriş sesleriydi.

"Yine de, bir daha odada böyle dolaşma Meyza." Dedi Darien tok bir sesle. "En azından benle kaldığın süre boyunca." Diye devam etti sona doğru sesi kısılırken. Yutkunarak gözlerimi açtım. "Hoş, senin için intikam almanın güzel bir yolu olsa gerek."

En son söylediği şeyi o kadar kısık sesle mırıldanmıştı ki anlamayarak kaşlarımı çattım. "Efendim?"

"Odan diyorum, iki güne tamamen hazır olur."

"Pekala." Diye mırıldandım açılan gözlerim kısılırken. Her nedense az önce söylediği şey bu değilmiş gibi geliyordu fakat üstünde pek durmadan kafamı eğdim hafifçe. Darien bir eliyle ipleri tutarken öteki eliyle sırtımda kalan saç tutamını kenara attı hafif bir dokunuşla. O tutamın ıslak olduğunu fark etmesi, bir anlığına duraksamasını sağladı.

"Hasta olacaksın yine." Diye konuştu sesini sarmalayan sert bir tonda.

"Kuzey kızı üşümez diyordunuz." Diye karşılık verdim homurdanarak. Bu yanılgı nasıl hepsinin kafasına yatmıştı en ufak bir fikrim yoktu ancak Anfia, bunu sesli olarak dile getirip çıkarken üstüme bir şeyler almamı engelleyen kişiydi. Ben de itiraz etmeye gerek duymamıştım havanın çok da soğuk olmayacağına inanarak. Yanılgılar içinde boğulacaktım sahiden.

"Kuzey kızı da üşürmüş, evet." Diye kısık bir sesle mırıldanarak sırtıma kadar gelen ipi güzelce, açılmayacak şekilde bağladı. "Bazı konularda beni yanılttığını inkar etmeyeceğim." İpleri tamamen bağladığından hızla arkamı dönerek gözlerinin içine baktım.

"Başka hangi konuda yanıltmıştım?"

Aramızda yaklaşık bir adımlık mesafe olduğundan ve Darien'in boyu benden çok daha uzun olduğundan, kafamı kaldırarak konuşmak zorunda kalmıştım. Yine de onun etkilenmesini beklediğim yakınlaşma, gelip beni vurdu. Kalp atışlarım deli gibi hızlanmışken oyunbaz gülümseyişimi yüzümden düşürmeyerek bal rengi gözlerinin içine bakmaya devam ettim.

Darien'in kaşları hafifçe çatılır gibi olurken geri adım atmadı ve yüzüme baktı dikkatle. Gözleri sessizce yüzümde dolandığında, gülümsemem büyüdü ve dudaklarımı birbirine bastırdım. Darien'in ise bakışları, önce elbisemin omuz kısmına, ardından onu ıslatmaya başlayan uzun beyaz saçlarıma değdi. "Tanrı aşkına, gerçekten baş belasısın." Diye mırıldandı ve arkasını dönerek bir kaç adım attı. Sonrasında bir çekmece açmış, içinden siyah renkte bir havlu çıkartmıştı. Onun havlusu muydu bu? Gözlerim büyürken yüzümdeki gülümseyiş silindi ve Darien yeniden yanıma adımlayarak önümde durdu. Sonrasında şaşkın bakışlarım yüzünü bulduğunda, kaşları olabilirmiş gibi daha da çok çatıldı ve saçlarıma götürdüğü havlunun gözümün önünü de kapatmasını sağladı.

Ardından, asla yaşayanacağına inanamayacağım bir şey yaşandı.

Darien, hiçbir şey söylemeden elindeki büyük havluyla saçlarımı kurulamaya başladı. Büyük ve kemikli elleri, şaşırılacak kadar nazikçe hareket ediyordu ve dikkatle yapıyordu bu işi.

Zihnimde sıralanan bütün cümleler yavaşça eriyip giderken derin bir nefes aldım ve Darien havluyu hafifçe kaydırarak görüş alanımın tekrar açılmasını sağladı. Gördüğüm ilk şey göğsü olurken yeniden kafamı kaldırarak gözlerinin içine baktım. Darien ise derin bir nefes almış, bana yakın olduğundan ve sabunun kokusunu beğenmediğinden mi bilmiyorum, değişik bir ifadeyle gözlerimin içine bakmıştı.

Buna rağmen ağzımı aralayıp da, dalga geçemedim ya da neden az önce soruma cevap vermediği hakkında bir şeyler soramadım.

Sadece, inanamaz bir şaşkınlıkla bal rengi harelerinin içine bakıyordum ve benim bile ne olduğunu anlamadığım pek çok hissin emaresinin o buz mavisi harelerime sindiğine emindim.

En son ne zaman birinin benim için böyle bir şey yaptığını hatırlayamıyordum ve bu farkındalık içimi dondurmuştu. Halbuki büyük bir şey bile değildi yaptığı. Alt tarafı birazcık, çok azıcık, saçlarımı kurulamıştı.

Hayatımın kaç yılında etrafımda insanlar vardı da yalnız kalmıştım ben?

Darien, sessizce donuklaşan ifademe baktı ve iç çekti. İçinde bulunduğumuz değişik anın etkisinden çabucak sıyrılmıştı. "Uçlarını da iyice kuruttuğundan emin ol." Dedi ve havluyu ellerimin arasına bıraktıktan sonra başka bir şey demeden çalışma masasına doğru ilerlemeye başladı.

Bakışlarımın ona kilitli kaldığının ve dikkatle onu izlediğimin farkındaydı ancak yine de bana dönmedi. Sonrasında kapı çalındı ve elinde havlularla telaş içerisindeki Chelsie içeri girip tonlarca özür dileyerek neden geç kaldığını anlattı.

O an bir sürü şey duymuştum belki fakat neyi onayladığımı bilmeden kafamı sallamaktan ileri gidemedim.

Yalnızca, tüm o belirsizlik göğsümün ortasına çökmüştü ve ilk defa, bu hislerin ne olduğunu anlamak istemediğimi düşünmüştüm.

***

 

"Leydi'm, bari çorbanızı bitirin."

Kaşlarımı çatarak Chelsie'ye baktım. "Salata için de aynı şeyi söylemiştin."

"Sadece salatayla gücünüzü toplayabileceğinizi size düşündürten ne?"

"Eminim çorba her şeyi halledecektir."

İkimiz de geri adım atmaz şekilde birbirimizin gözüne bakarken Chelsie çorba dolu kaşığı bana doğru uzatınca mecburen ağzımı açtım. Ne olmuştu bilmiyorum, Darien'le çalışanların yasağını kaldırma konusunu konuşmadan Chelsie büyük bir baskıdan kurtulmuş gibi bana gülümsemeye ve yakınlaşmaya başlamıştı.

Kafamın karıştığını itiraf etmeliydim fakat bu durumdan şikayetçi olacak halim yoktu. Şimdilik durumu gözlemleyip bekleyecektim.

Tek şikayetim, hala ayağa kalkmama izin verilmemesiydi. Ateşim düşmüştü. Sadece ayaktayken fazla hızlı yoruluyordum fakat bu kadar tedbir gerektiren bir şey yoktu. Chelsie, yine bir şekilde çorbayı bitirmemi sağlayarak zafer kazanmış bir edayla ayağa kalktığında somurtarak ona baktım.

O da bana gülümsedi ve tepsiyi götürmek üzere odadan çıktı. Bunun akabinde, gözlerim çalışma masasındaki Darien'i buldu. Gün içinde, yeniden ortadan kaybolduğu bir an olmuştu ve tahminen o anda yemek falan yemişti Anfia'larla birlikte ancak işin sonunda yine dönmüş ve dokümanlara bakıyordu.

Ben burada odada yerken onlar hep birlikte zaman geçirsinlerdi. Ne hoş.

Hava kararmak üzere olduğundan hizmetçiler yarım saat önce gelip bazı ışık taşlarını odaya yerleştirmişler ve birkaç tane duvara sabitli meşaleyi de yakmışlardı. Oda aydınlıktı bunun için.

Uzandığım yerden Darien'in artık görmeye alıştığım ifadesine baktım. Düz bakışlarını kağıtların üstünde dolandırıyor. Kalemi mürekkebe batırıp bana yazdığı kısa mektuplardan ötürü bildiğim güzel el yazısıyla bir şeyler yazıyordu.

Yanındaki duvara sabitli meşaleden yüzüne düşen ışık, bal rengi harelerini göz alınamaz şekilde parlatmışken iç çektim sessizce. Kirpiklerinin gölgesi elmacık kemiklerinin üstüne düşmüştü ve uzun kollu koyu sarı işlemeleri olan gömleğinin içinde Tanrılar onu kutsamış gibi duruyordu.

"Bugün yanımda uyusana." Diye mırıldandım neşeli bir sesle. Aslında, canım sıkılmıştı ve odada sataşabileceğim bir tek o vardı.

Darien kağıda düşen bakışlarını yavaşça kaldırdı ve duygudan uzak gözlerini yüzüme değdirerek kaşlarını kaldırdı.

"Senin yatağın sonuçta. Kendimi kötü hissediyorum böyle." Diyerek omuz silktim. "Yani, yemem seni. Aramıza yastık falan koyarım istersen." Sona doğru dalga geçen sesimle birlikte Darien gözlerini devirdi.

"Çok düşüncelisin." Dedi o da yeniden düz bir şekilde kağıda bakarken. Sesinden az çok seçebildiğim alaylı ton sırıtmamı sağladı.

"Nişanlıyız ayrıca biz. Aynı yatakta uyumamız neden sorun olsun?" Mesela Sima... İşin sonunda kalbin durabilir. Yine de sen bilirsin.

"Bilmem Meyza, neden sorun olsun?" Dedi Darien da yeniden bana bakarken. "Yemezsin beni sonuçta. Aramıza da yastık koyarız."

Söylediğim şeyle dalga geçmesi kısık gözlerle ona bakmamı sağladı.

"Korkup gelmeyen sensin." Dedim savunurcasına kendimi. Darien kafasını salladı.

"Odada çıplak dolaşmalar. Yatağa öyle gelişi güzel çağırmalar. Biraz pervasızsın değil mi?" Söylediğiyle birlikte bu sefer kaşlarım çatılırken Darien hafifçe kafasını eğdi. "Kimin korkması gerektiğini bir daha düşünmeni öneririm."

Tanrı aşkına, bu adam şimdi bana ne ima etmişti?

Allah bullak olmuş bir ifadeyle gözlerimi kırpıştırırken yanaklarımın kızardığını hissettim ve Darien bu ifademe bakarak alayla güldü. Tanrı aşkına, bana dokunacağı falan yoktu ancak çok güzel parmağında oynatıyordu beni! Ondan korkan onun gibi olsundu.

"Niye korkacakmışım?" Dedim kaşlarımı kaldırarak. Tanrım lütfen yanaklarımdaki kızarıklık geçmiş olsun. "İnsan her gece düşlediği şeyden çekinir miymiş?"

Sona doğru biraz sesim kısılsa da kararlı bir ifadeyle Darien'e baktım ve o da bu söylediğimle dudaklarını araladı hafifçe. "Gerçekten sınırın yok değil mi?" Dedi sesinde düz bir tonla fakat kızgın olduğunu söyleyemezdim. İlgili bir ton bile denebilirdi buna.

"Bunu buraya geldiğimde anlamış olmalıydın." Bilmişçe gülümseyerek konuşmamın üzerine iç çekti ve kafasını sallayıp cevap vermeden kağıtlara döndü.

Bunun üzerine bir süreliğine sessiz kalsam da, gerçekten canım sıkılıyordu ve konuşma ihtiyacıyla yanıp kavruluyordum resmen.

"Sana bir hikaye anlatayım." Diye mırıldandım çok da fazla ne anlatacağımı düşünmeden. Ardından Darien, bana kısa bir bakış atsa da cevap vermedi. Bence anlat demek istemişti.

Aklımdan kendi dünyamda yaşadığım anılar geçerken, bunu burdaki hayatıma nasıl uyarlayabileceğimi düşünerek iç çektim.

"Söylemiştim. İmparatorluk sarayında beni çok da fazla sevmezlerdi. Sarayın leydileri bilakis yanıma gelmekten kaçınırdı hatta." Evet, lisedeki gibiydi. Konuştuğum kişiler olsa da yakın olduğum kimse olmamıştı. Darien düz bir ifadeyle yazı yazmaya devam etse de kulağının bende olduğunun farkındaydım ve bunun için devam ettim.

"Bir gün, bu leydiler kendilerince benimle uğraşmak isteyip imparatoriçenin en sevdiği kolyeyi almışlar ve benim dolabıma saklamışlar." Darien'in yazı yazmaya devam eden eli yavaşlarken bakışları beni bulmadı. İşin aslı şöyleydi. Lisede, benimle uğraşmak isteyen kızlar, öğretmenin çok sevdiği saati çantama koymuşlardı. Saat, hoca için çok önemliymiş çünkü kocasının aldığı ilk hediyeymiş ona.

"Tüm saraya ayağa kalktı. Sonra kızlar, soruşturma esnasında kolyenin neye benzediğini bilmeseler bile benim elimde bir gerdanlıkla odama girdiğimi gördüklerini söylediler. Bunun ardından tüm oklar bana döndü ve anladım işin sonunda ne olacağını. Onlar da karaltı gibiydi. Yani kötü insanlardı."

Cümlemin sonunda kendime gelmek ister gibi gözlerimi kırpıştırdım. "Odayı kontrol ettiler ve benim dolabımdan çıktı kolye. İmparatoriçe çok sinirlenmişti çünkü manevi değeri de yüksekmiş kolyenin. Herkes kötü kötü bakıp fısıldaşmaya başladı sonra sarayda. Ceza almadım bulunduğum konumdan ötürü."

Ceza almamıştım, çünkü halimi gören öğretmenim bunu fakirlikten dolayı yaptığımı sanmış ve bana acımıştı. İşin aslında, beni parasız bırakan ve bu hallere düşüren Selim ve Zeynep'ti yine. Çalışıyordum ben çünkü. Maaşımı ise ben daha elimi süremeden alıyorlardı benden.

"O kızlar gülüştüler kendi aralarında fakat kimse görmedi. " Durgunlaşan sesimle beraber Darien yazı yazmayı kesip kafasını kaldırdı ve bana baktı. Kaşları çatıktı ve gözlerinde değişik öfkeli gibi duran bir parıltı vardı.

"Ve sen durumu nasıl düzelttin?" Diye sordu tok bir sesle.

"Gidip kızlarla konuştum. Neden yaptınız dedim. Aklımdan başka hiçbir şey geçmiyordu çünkü. Eğlenmek istedik dediler ve dalga geçtiler hatta. Kanıtlayamayacağımı ve konu hakkında ne yapacağımı sordular. Benimse o an aklımda olan tek bir şey vardı. Bazı insanların gerçekten kötü olmak için sebebe ihtiyacı olmuyordu ve inanılmaz hayal kırıklığına uğratmıştı bu beni." İç çektim. "Kötülerdi, sadece öyle olmak istedikleri içindi."

Uykumun geldiğini hissederken Darien'in kaşları çatıldı. "Suçsuzluğunu kanıtlamak için uğraşmadın mı?"

"Kanıtladım. Ancak hiçbir şey değişmedi." Diyerek omuz silktim. On ikinci sınıftaydım. Okuldan almışlardı beni. "Ne olmasını bekleyebilirdim sanki?" Diye sordum sakin bir ses tonuyla. "Ben yine buz cadısıydım. İnsanlar benim bir kolye çalmadığımı öğrenince arkamdan fısıldaşmayı bırakmadı ve imparatoriçe tamam o zaman diyerek beni kızı gibi sevmeye başlamadı elbette."

İnsanlar böyleydi çünkü. Ben yine aynı kızdım. Şüpheyle yaklaştıkları. Birkaç adım atsalar sevecekleri fakat yanaşmak istemeyecekleri.

Sima. Hazine ve çehre.

Şimdi de Meyza. Adının anlamını bilmediğim Meyza.

Hayatını öğrenip, artık kendisinden bir parçayı içimde taşıdığımı hissettiğim Meyza. Kar saçlı, buz kanlı kadın.

Gözlerim kapandı Darien bir süre boyunca cevap vermeyince.

"Nasıl bir kadınsın sen Meyza?" Diye gerilerden bir ses geldiğini duydum fakat zihnim ne duyduğumu idrak etmeme engel olacak kadar uykunun içine çekilmişti.

Yakamı bırakmayan kabuslar, beni içine çektiğinde ve yatağın içinde soğuk soğuk terleyerek kıvranmaya başladığımda, "Yapma." Diye mırıldandım defalarca.

Ben değil küçük Meyza söylüyordu bunu. "Lütfen yapma." Diye devam ettim Meyza ile beraber.

Meyza'nın buna benzer kaç gecesi vardı bilmiyorum, saçlarım yüzümden çekildi ve soğuk eller yavaşça yanaklarıma değer gibi oldu. Sonra bir süre boyunca, bir el saçlarımı okşamıştı.

"Güvendesin kuzey kızı."

Zihnimi tırmıklayan kabus, yavaşça pençelerini üstümden çekerken iç çekerek olduğum yere daha çok sindim. Kaslarımın gevşediğini hissedebilsem de uykudan uyanacak kadar kendimde değildim.

"Burada kimse sana veremez." Diye bir ses geldi geriden. Ne söylediğini anlamadım ve sonra saçlarımda hissettiğim dokunuş da kayboldu ancak başka hiç kabus görmedim o gün.

****

Üstüme geçirdiğim kırık mavi elbise, açıkça kaşlarımı çatmamı sağladı ve kaşlarımı çattığını gören Chelsie de aynı ifadeyle bana baktı.

"Saçlarınızı mı beğenmediniz Leydim?"

"Hayır çok güzel." Diye hızla karşılık verdim. Uzun beyaz saçlarıma küçük örgüler serpiştirmiş ve o örgülere de mavi elmaslı zarif zincilerden takmıştı. "Sadece tüm elbiselerin aynı tonlarda olması beni bıktırdı biraz." Diyerek iç çektim. Chelsie ela gözlerini kısarak uzun kollu, üstünde minik minik kelebek işlemeleri olan elbiseye baktı. "Kuzey renkleri yakışıyor size."

"Çok tatlısın ancak başka renkler de fena olmazdı." Tanrı aşkına, bu dünyada uyandığım günden beridir aynı renk şeyleri giyiyordum. "Darien'e benimle alışverişe gelip gelemeyeceğini soracağım."

Chelsie kaşlarını kaldırdı ve garip bir yüz ifadesiyle bana baktı fakat aksi bir şey söylemedi. Muhtemelen Darien'in bunu reddedeceğini düşünüyordu. Yani, ben de biraz aynısını düşünüyordum ancak bunun üstünde çabalayacaktım.

"Kahvaltı hazırdır Leydim. Geç kaldınız biraz."

"Ay doğru." Dedim adımlarımı aceleyle kapıya yöneltirken. Chelsie yavaşça peşimden geldi ve ikimiz de çıktık. Kapı önünde beni bekleyen Alvin'e gülümseyerek kafamı salladım. "Günaydın Alvin."

"Günaydın Leydi Meyza." Diye karşılık verdi o da düz bir sesle gözlerini üstümde dolandırıp. Ardından önüne döndü ve yürümeye devam ettik. Darien, kesinlikle çalışanların benden uzak durması yasağını kaldırmış olmalıydı. Tamam Alvin hala mesafeliydi ancak bakışlarını hızlıca çekmiyordu en azından artık.

Alt kata, kahvaltı yapacağımız yere geldiğimizde Alvin ve Chelsie kapının önünde durdu ve ben Chelsie'ye sıcak bir gülümseyiş atıp muhafızlar kapıyı açmadan önce sanki uyandığımdan beridir yanımda değilmiş gibi el salladım.

Chelsie, engel olamadan kıkırdarken kapı açıldı ve Alvin bana gördüğü en garip şeye bakarmış gibi baktı.

Ardındansa, salona girdim.

Uzun kahvaltı masasına oturan Darien, Callisto ve Anfia'yı gördüğümde, yüzümdeki gülümsemeyi korumaya çalıştım ve gidip Darien'in boştaki yanına oturdum. Hayretti doğrusu. Anfia nasıl olmuştu da abisinin yanını bana bırakmıştı?

"Çok güzel olmuşsunuz Leydi Meyza." Diye mırıldandı Callisto samimiyetle karışık eğlenen bir tonda ve yeşil harelerini kısarak gülümsedi. Ben de aynı şekilde gülümsediğimde, "Keşke birilerine yaranacağım diye üstüne başına mesai harcayacağına zamanında gelmeye baksaydın." Diye kısık sesle mırıldandı Anfia, ancak bunu hepimiz duyduk.

Darien'in bakışlarının ona döndüğünü hissetsem de dönüp bakmadım. Bunun yerine, yüzündeki ifade tamamen bozulmuş olan Callisto'ya gülümseyerek kafamı eğdim. "Teşekkür ederim ince iltifatınız için. Dilerseniz resmiyeti bir kenara bırakabiliriz zira bir tek siz kaldınız böyle hitap eden."

Callisto'nun yüzündeki ifade yumuşarken Darien, keskin bakışlarını bana çevirdi. "Ben de böyle bir şey söylemeni bekliyordum." Diye konuştu Callisto çatalına yasemin kokulu çaydan bir yudum alarak.

Anfia'nın huysuz bakışlarını üzerimde hissetsem de aldırmadan Darien'e döndüm. "Günaydın sevgili nişanlım." Tanrım, ne saçma hitaptı.

Sevgilim diye hitap etmek çok yakışırdı halbuki.

Keşke riskleri olmasaydı. Kapı önünde bulabilirdim kendimi.

Darien, değişik bir ifadeyle yüzüme bakıp iç çekti pes etmişçesine. "Sana da günaydın Meyza."

Anfia bana bakarak gülümsedi en sonunda. "Eee abimin odasında kalmaya alışabildin mi bari?"

"Odaya değil abine alıştım." Diyerek omuz silktim bir an beklemeden. Anfia bir an irkilir gibi olurken Callisto kaşlarını kaldırarak güldü ve Darien'in gözleri bana değdi.

"Yazık olacak o halde. Yarın odalarınız ayrılıyor malum." Sesinin homurdanır şekilde çıkmasıyla ona baktım ve fincandaki çaydan bir yudum aldım. Aynı anda yüzümü buruşturmamak için zor durmuştum çünkü acayip şekersizdi çay. Üstelik masada şeker falan da yoktu!

"Şekersiz mi içiyorsunuz hepiniz?" Diye konudan bağımsız olarak hayret içinde mırıldandım o an. Anfia, ne olduğunu anlamayarak elimdeki çaya baktığında Darien bana döndü.

"Çaya şeker mi atıyorsun?" Diye sordu kaşları çatılırken. Ondaki de, ayrı tür bir şaşkınlıktı. Bir tür kültür karmaşası falan mı yaşıyorduk şu an?

"Helefna'da soylular özellikle şekerli çaylar sevmiyor diye duymuştum." Diye konuştu Anfia. "Hatta küçüklükten itibaren çayları bu şekilde içmeye alıştırırlarmış."

Bu... Ne... Sikim... Saçmalıktı?

Kitapta böyle saçmalıklar yer almıyordu. Yazarın hayal gücüne değil gerçekten Helefna'daki bu saçma geleneği koyan atalara ve bunu sürdürenlere sövmem gerekiyordu.

"İstisnalar oluyor tabii." Diye mırıldandım keyfim tamamen kaçarken. Daha sonra, hepsinin bakışları sebepsizce ve dikkatle benim üstüme sabitli kalmışken Anfia'ya bakarak gülümsedim. "Ve odalarımızın ayrılması üzücü olsa da katlanabilirim çünkü bu iki günde yaşadıklarımızın anısı bana uzunca süre yetecektir."

Callisto, bir yudum aldığı çayı masaya doğru püskürtürken Anfia'nın ağzı aralandı ve gözlerini kırpıştırdı. Yanakları kızarmaya başladığında söylediğimi doğrulamak istercesine abisine döndü ancak o an Darien'in gözleri tamamen bendeydi.

Eğlenerek oyunbaz bir şekilde omuz silktim. Darien ise gözlerini kısarken içine çektiği nefesi üfledi ve kafasını eğdi. "Kimin için unutulmaz olduğu tartışılır aslında." Diye mırıldandı ağzının içinde ve bu, hesapsızca benim de şok içerisinde gözlerimin aralanmasını sağladı. Aynı şekilde, kalbim deli gibi göğsümü sarsarken pompaladığı tüm kan yanaklarıma gitmeye başlamış gibi hissettim.

Daha sonra, Darien; tıpkı benim az önce yaptığım gibi oyunbaz şekilde, fakat bununda ötesinde zafer kazanmış gibi bir edayla oyunbazca gülümsedi.

Tanrım, bu çocuk beni öldürmek niyetinde miydi? Kalpten mi gidecektim gencecik yaşımda?

"Darien." Dedi Callisto dehşet içerisinde. "Siz, yani gerçi nişanlısınız tabi de. Yani sen-" Dedi ve kaşlarını çattı. "Siz-" Diyerek yeniden durdu ve Darien ona bakarak gözlerini devirdi.

"Şaşırman bir yana Callisto, bir dahakine ağzına her ne soktuysan içerde tutmaya devam et. Yemek yiyorduk piç herif." Darien kaşlarını da çatık halde Callisto'ya kızarken Anfia "Abi siz-" Dedi ve sustu.

Pekala, şaşırmalarını anlayabiliyordum. Darien, öylece bir kadınla, daha da ötesi benim mevkimde biriyle birlikte olabilecek bir adam değildi. İkisi de Darien'in bana güvenmediğini biliyordu ve ben bu işin sonunda sorumluluk al diyip zorla evlenebilirim ya da topraklarına savaş açtırabilirim diye düşünüyor olmalılardı.

Ne huzur verici olasılıklardı.

Benimle birlikte olsa, nasıl benle evlenmezsin diye bir düklüğe savaş açmak tam benlik olurdu zaten. Gözlerimi devirdim içimden.

"Her neyse." Diye mırıldandım konuyu değiştirmek adına. Biraz daha düşünürsem moralim tamamen bozulacaktı. Bana baktıklarında, "Şehir merkezine gitmek istiyorum." Diye mırıldandım sakince ve gülümsedim.

"Ne için?" Dedi Anfia kaşları çatılırken.

"Size bir suikast düzenlettim de. Meydana götüreyim diyorum işte." Gülümseyerek söylediğim şeye karşılık Anfia huzursuzca yerine yaslandı. Callisto, gülecek gibi olurken Anfia gözlerinden ateşler çıkar halde ona baktı ve bu gülümsemeden yerine yaslanmasını sağladı onun.

"Ne için Meyza?" Diye sordu Darien, düz bir ifadeyle fakat ılımlı bir sesle.

"Alışveriş için." Dedim hevesle. "Tüm kıyafetlerim aynı tonlarda. Birazcık farklı şeyler almak istiyorum ve hatta izin verirsen..." Diyerek duraksadım ve tereddütle gözlerine baktım.

Darien, yüzümde gördüğü ifadeyle kaşlarını çattı. Ne geliyor şimdi? İfadesi oturmuştu yüzüne.

"İzin verirsen, kale için de alışveriş yapmak istiyorum. Karşılıksız olarak tabi."

"Kale için ne alacaksın ki?" Diye sordu Anfia bu sefer gerçekten merak ederek.

"En basitinden perde diyebilirim sanırım. Her şey fazla eski ve kullanılan tonlar da birbiriyle uyuşmuyor. Dışardan kesinlikle güzel bir kale ancak dekorunun çok eksik yönü var."

"Yani... Haklısın sanırım. Eşyalar baya eski." Dedi Callisto düşünceli bir ses tonuyla ve yeşil harelerini salonda dolandırdı. "Yine de içinde az kaldığımızdan olsa gerek, fazla dikkatimizi çekmiyordu."

"Yani okey misiniz?" Dedim rahatça ve söylediğim kelime hepsine yabancı geldiğinden aynı anda bana baktılar. "Tamam mısınız demek." Diye mırıldandım uysalca hemen ardından.

"Bu da mı kuzeye özgü bir laftı?" Dedi Darien değişik bir ifadeyle bana bakarak.

Gerçekten Sima, pes yani.

Açık verdiğim noktalara bakanlar, embesil diye alnıma etiket yapıştırırlardı muhtemelen.

"Öyle, evet." Diye hızlıca konuştum ve gözlerimi kaçırmak yerine gülümsedim. En azından yalan söylerken yakalanmayacağıma inanıyordum.

"Kuzey de neredeyse kendi dilini oluşturacakmış." Dedi Anfia alayla ve bu söylediğiyle birlikte kısılan gözlerimi ona çevirdim. "Zengin bir kültürümüz var."

"Aynen." Dedi Anfia ve bu sefer sevimlice gülümsedim ancak kafamda, şiddet içerikli senaryolar dönmeye başlamıştı.

"Çıkalım." Dedi Darien gözlerini benim bakışlarıma sabitleyerek ve bu bütün dikkatimi dağıtırken "Anlamadım." Diye mırıldandım.

"Beraber çıkabiliriz. Etrafı görmen kötü bir fikir değil. Havalar daha da soğumadan şehir merkezine gidebiliriz."

"Ben de geleceğim." Diye atıldı Anfia ve buna sinirlenemedim bile çünkü Darien'in parlak sarı hareleri tam olarak benim üzerimde kilitlenmişti ve tepkimi bekler şekilde bakıyordu. Bunun da ötesinde, derince bakıyordu. Gerçekten, olduğum yerde elimi ayağımı birbirine sokacak kadar derince.

"Harika olur." Diye mutlulukla şakıdım istemsizce. Gözlerimiz birbirindeyken hafifçe kafamı eğdim ve bu sefer gerçekten gülümsedim. Darien, düz bir ifadeyle baktı bu bakışıma ancak gözlerini kaçırmadı. Callisto'nun bakışları ikimiz arasında gidip geldi.

"Arabaları hazırlasınlar bari." Diye mırıldandı hizmetçilerden birine yönelik olarak. Darien'in gözlerini benden çekip onaylar anlamda kafasını sallaması arka tarafta bir hareketliliğe sebep oldu.

Ardından kahvaltıya devam ettik. Callisto birazcık Anfia'ya sataşmış, Anfia çatık kaşlarla onunla tartışırken Darien sessiz kalmıştı. Bense yemeği hızlıca yiyip masadan ayrılmış ve hazırlanmak üzere yukarı çıkmıştım. Chelsie bana kışlık bebek mavisi bir elbise seçmişti ve saçlarıma dokunmamıştık. Üstümde yine kışlık, siyah bir pelerin vardı. Şapkası yumaşacık ve yünlüydü.

Heyecanla kalenin önüne çıktığımda, hazırlatılan arabayı gördüm ve iç çektim. Siyah arabanın altından işlemeleri, nereye ait olduğunu belli ediyordu fazlasıyla.

Yine de, tekrardan at arabasına binme konusunda hiç de hevesli olmadığımdan yüzümü buruşturarak kafamı çevirdim ki bakış açıma başka bir şey girdi.

Bir de siyah at vardı arabanın ilerisinde. Simsiyah, asil bir at. Yelesi parlıyordu. Hatta tüyleri de öyle ancak yakınına giremeyeceğim kadar dokunulmaz bir aurası var gibiydi.

Kocaman gözlerle ata bakarken "Eloria." diye bir ses geldi arkamdan. İriklerek arkama döndüğümde, Darien'in altın rengi hareleriyle karşılaştım. Kısa bir an bakıştıktan sonra ritmi şaşan kalbimi umursamadan yeniden ata döndüm. "Eloria." Diye tekrar ettim onu. "Ne güzel adı varmış. Anlamı ne?"

"Kutsanmış gecenin çocuğu demek." Dedi Darien yanıma adımlayarak. Üstündeki siyah pelerin, hafif altın işlemeleri olan ve yakası açık siyah gömleği bir yana, kıyafetlerinin ne kadar yakıştığına daha fazla bakmadan yüzüne çevirdim gözlerimi. Gece rengi saçları alnına dökülmüştü ve sık kirpiklerinin gölgesi kendini az çok hissettiren güneş sayesinde elmacıklarının üstüne serpilmişti. Hareleri biraz ruhsuz bakıyordu belki ancak esasında pasparlaktılar. Her zaman. Kutsanmış gecenin çocuğu, kendi isminin anlamı olmalıydı bence. Çünkü kelimenin tam anlamıyla kutsanmış gibiydi Darien. Gerçekten. Gece veya gündüz farketmez. Kutsal olan her şey tarafından, kutsanmış gibiydi.

"Tam uymuş." Diye konuştum kısık bir sesle, gözlerimi onun yüzünden ayıramazken. Darien, gözlerini kıstı bakışlarıma karşılık olarak. "Uyuyor kızıma, evet." Dedi net ve sahiplenen bir sesle. Ardından bir adım daha yakınıma gelerek yüzüme baktı dikkatli bakışlarla. "Onu bırak da, bir sorun mu var?"

Tanrım, çok büyük bir sorun vardı evet. Fakat ne olduğunu anlamakta ben de zorlanıyordum.

Efsunlanmış gibi alık bakışlarla dikilmek yerine kendime gelmek adına iç çektim. "Yok." Diye cevap verdim beklemeden. "Araba yolculuğunu sevmiyorum yalnızca."

"At kullanmak istersen, getirtebilirim."

"At binmeyi bilmiyorum ki." Diye mırıldandım ve ardından gözlerimi sımsıkı yumarak duraksadım. Gözlerimi açarken Darien de donuk bakışlarla yüzümü inceledi. Kaşları havaya kalkarken "Bu nasıl mümkün oldu?" Diye sordu anlamazca. "Tüm imparatorluklarda, en alt soylular bile at binme eğitimi alır."

Söyleyebileceğim tonlarca yalan, aklımın içinden şeritler halinde geçerken kapıdan çıkan ve bu tarafa doğru gelen Callisto ile Anfia'ya baktım. Ardından Darien'e döndüm yeniden. Yüzüne yerleşen sert bir ifade vardı ve ne düşündüğünü söyleyebilmem, imkansızdı benim için.

"Beni bildiğin soylularla bir tutmanı istemem." Dedim hafifçe gülümseyerek ancak bu geçiştirme çabam, Darien'in "Meyza." demesi ile son buldu. "Tanrı aşkına Helefna'da, tam olarak nasıl bir hayat yaşadın sen?"

"At binmeme gerek olmayan türden bir hayat." Dedim netçe, kaşlarım çatılırken.

"Saçmalık."

"Senin bu konu üzerine bu kadar düşmen de öyle."

"Meyza." Dedi Darien yeniden, çenesi hafifçe kasılırken. "Bir şeyler saklıyorsun. Ancak işin ucu, her seferinde geçmişteki hayatına dayandığından ileri gidemiyorum." Dilini dudaklarının üstünden geçirdiğinde, altın harelerini bana doğru hafifçe eğilerek gözlerimin içine dikti. "Ancak, benim kişisel alanıma girmeye başlıyorsun Meyza İsabel. Dikkat et çünkü sen ileri gittikçe, ben de ileri gitmek isteyeceğim."

Tanrı aşkına.

Tanrı aşkına, gerçekten. İmdat.

Allak bullak olmuş bir ifade yüzümü kaplarken Darien geri çekildi ve Callisto ne olduğundan habersizce gülümseyerek yanımıza adımladı. Arabadansa gözleri Eloria'nın üstünde durdu. Ardından devirdi gözlerini ve Darien'e baktı. "Bir kere de şaşırt beni ya." Diye mırıldandı. "Anlamıyorum. Arabanın nesi var? Hep birlikte gidelim işte. Yemin ederim Eloria'ya bizden daha yakın olduğunu düşünüyorum."

"Kıskanıyorsun." Dedi Anfia eliyle kızıl saçlarını kulağının arkasına doğru sıkıştırırken. "En son Eloria'ya yakınlaşmak istediğinde sana saldırdığı için bu tavrın."

"Ne alakası var?" Dedi Callisto zümrüt yeşili gözlerini kısarken. Sonrasında bakışları beni buldu ve kaşlarını kaldırdı. "Flörtünüzü böldük, değil mi?" Dedi alaycıl bir gülüş yüzüne yerleşirken.

Ben de az önceki konuşmayı tamamen zihnimin gerilerine atarken "Aynen öyle." Diye karşılık verdim şakadan utangaç görünmeye çalışarak. Darien gözlerini devirdi bu cevabıma karşılık ve Anfia kaşlarını çattı.

Bunun haricinde, zihnimin gerisine atabildiğimi düşündüğüm o konuşma, bir şekilde tekrara girerek kelimesi kelimesine yankılanmaya başladı beynimin içinde. Ne hoştu cidden.
Ben de ileri gitmek isteyeceğim diyerek ne demek istemişti ki? Geçmişimi öğrenmek mi isteyecekti yani?

İyi de cevap vermek istesem bile, hangisini anlatacaktım?

"Gidelim hadi." Dedi Anfia canı sıkılmış gibi ancak daha çok, konuyu değiştirmek ister gibi. Darien ve beni içeren her konuda tavrı aynıydı.

"Gidelim." Diye tekrar etti Darien de. Anfia ve Callisto ile beraber arabaya yöneleceğim sırada bir el, yavaşça belimi kavradı. Şaşkınlıkla Darien'e döndüğümde "Sen benimle geliyorsun." Diye mırıldandı tepki vermemi beklemeden arkasını döndü.

"Ne?" Diye karşılık verdim Darien Eloria'nın yularından tutup onu bana doğru yaklaştırırken. Ayrıca belimde hissettiğim küçük dokunuş alev almasını sağlamıştı içimin.

Altın hareler beni buldu. "Arabanın rahatsız ettiğini söylemiştin."

"Eloria'ya mı binecek?" Dedi Anfia hayret içinde, arabaya binmeden hemen öne. "Başka atımız yokmuş gibi?"

Darien Anfia'ya cevap vermek yerine binmemi söyler gibi gözlerimin içine baktı.

"Yalnız Eloria kadınlarsan hoşlanmaz, binmesine izin verir mi ki Meyza'nın?" Dedi Callisto bindiği arabanın camından kafasını çıkartarak.

"Kızım kimden zarar gelip gelmeyeceğini gayet iyi bilir." Dedi Darien dudaklarını kıvırarak. "Meyza'da bir sorun olmadığından, elbetteki izin verecektir."

O an, Eloria ile ikimiz göz göze geldik. Asil dediğim at, kabul etmeliyim ki şu an biraz korkutucuydu gözümde. Huysuz huysuz bakıyordu bana. Sanki sahibi gibi o da anlamak istiyordu beni.

Yine de ormandaki kurt çakması yaratıkla karşılaştırınca, melek gibi bir hayvancıktı işte. Korkumu göz ardı ederk birkaç adım attım ve gözlerinin içine bakmaya devam ettim.

"Babanı kurtarmaya geldim ben." Diye fısıldadım sessizce. "Kitaptaki kötü kadın gibi gözüküyorum ama inan bana, ben değilim o."

At burnudan derin bir nefesi üflerken elimi yavaşça kafasına doğru götürdüm ve dokunmadan önce izin almak ister gibi gözlerinin içine baktım. "Baş karakter değilim ama benden zarar elmez Eloria." Dedim sessizce. Dalga geçer gibi konuşsam da, bir oranda gayet ciddiydim ve gözlerime de yansımıştı bu.

Eloria bana huysuzca bakmaya devam etse de geçen birkaç saniyenin ardından iri gözlerini kapatıp açtı ve bununla birlikte kafasına yavaşça dokundum.

Yumuşacık tüylerini dikkatle sevmeye başladığımda dudaklarımda bir tebessüm belirdi. "Yok artık." Diye konuştu Callisto geriden. "Anfia'nın bile dokunmasına izin vermemişti. Şeytan tüyü mü var sende Meyza?"

"Güzel kız." Dedim Eloria'yı sevmeye devam ederken. "Teşekkür ederim." Dedim, bana izin verdiği için.

Bir süre boyunca tüylerini sevmeye devam ettim ve sonunda, ondan gözlerimi ayırabildiğimde Darien ile bakışlarımız buluştu. Gülüşüm yüzümde donakaldı çünkü anlam veremeyeceğim kadar yoğun bakıyordu bana ve hazır değildim bu bakışlarla karşılaşmaya açıkçası.

Nasıl tarif edeceğimi bilmiyordum. Düşünceliydi her şeyden önce. Kafası karışmış gibi ama daha çok, karar veremez gibiydi. Bunun haricindeyse o kadar yoğun bir duyguydu ki bakışlarına oturan, ne konuda düşünüp de karar veremediğini delicesine merak etmiştim.

Dudaklarım aralanırken iç çekti. "Gidelim." Dedi daha fazla orada dikilmeden ve duygusuzluk maskesini yeniden yüzüne takarken arkama geçti. "Hazır mısın?"

"Hazırım tabii." Diye mırıldandım yolculuğu kasdettiğini düşünerek. Sonrasında, Darien'in yolculuktan bahsetmediğini beni belimden tutup sanki hiçbir şey taşımıyormuşçasına atın üstüne yerleştirdiğinde anladım. Kendisi de hemen sonrasında arkama bindi ve ben aniden gelişen durumun karmaşasıyla gözlerimi kırpıştırırken yuları tuttu. Normalde, arkasına geçmem gerektiğini biliyordum ancak üstümde elbise olduğundan ötürü doğru düzgün oturabiliyor değildim ve bundan dolayı olsa gerek Darien yuları tutan kendisi olsa bile arkama geçmişti.

Sonrasında, atı beklediğimden daha yavaş bir şekilde sürmeye başladı. İlk başta düşeceğim korkusuyla tamamen geriye yaslansam da her şeyin gayet kontrol altında olduğunu anlamam üzerine derin bir nefes aldım ve Darien'in gülermiş gibi göğsünün hareket edişine ilk elden şahit oldum.

"Sen canavarların olduğu Batı'ya gel. Nişanlanmak için türlü türlü şey say. Vikalisi tek başına devir ama ata binince ürk." Dedi dalga geçer gibi. Kaşlarımı çattım. "Ne alakası var şimdi?"

"Hiç alakası yok. Haklısın sen de." Dedi ve yuları tutarak biraz daha hızlanmamızı sağladığında gözlerimi kapatarak resmen ona yapıştım. Kitapta böyle hareketleri yoktu bu adamın. Ben burada kaldıkça sinir bozucu yönleri falan mı ortaya çıkıyordu?

"Darien!" Diyerek kızar tonda cırladığımda, yeniden yavaşladı.

"Eloria'nın seni sevmesi gerçekten akıl alır şey değil." Diye mırıldandı alay sesinden silinirken. Yüzünde nasıl bir ifade var merak etmiştim.

"Ben de onu sevdim çünkü."

"Yanlış bir mantık." Dedi düz bir şekilde. Yutkundum. "Nesi yanlış?"

"Her sevdiğimiz bizi sevecek mi yani senin mantığınla?"

Ah, bana laf mı çarpıtıyordu?

"Öyle demedim." Diye homurdandım. "Ancak güzel duyguların karşılıksız kalacağına da inanmıyorum. Sevgiye karşılık sevgi olmak zorunda değil bu. Minnet olabilir. Başka bir anlamda değer olabilir..."

"Veliaht Prens Elijah."Dedi Darien keskin bir sesle. "Hangi güzel duyguyla karşılık verdi sana?"

Söylediği şey, içimde akan zamanın bir anlığına donmasını sağlarken dudaklarım aralandı.

Elijah hangi güzel duyguyla karşılık vermişti Meyza'nın duygularına?

Kitabın en başına gittiğimizde bile kayıtsızlık söz konusuydu içinde Meyza'ya karşılık. Meyza'nın duyguları sonlara doğru kirlendiyse bile, her şey çocukluğunda başlamıyor muydu?

Hangi çocuğun duyguları kirli olurdu?

"O farklı..." Dedim ağzımda geveleyerek.

"Nesi farklı? Senin söylediklerinden yola çıkarak soruyorum bunu." Darien'in soğuk fakat net sesiyle güçlükle nefes alabildim fakat dönüp arkamı yüzüne bakmadım,

"Elijah'a karşı içimdekinin saf bir sevgi olduğunu nereden çıkarttın ki? Ben gerçek duygulardan bahsediyorum." İşin özeti şuydu; Haksız çıkmak istemiyordum.

"O zaman aynı mantıkla mı benim sana işin sonunda illa ki aşık olacağıma inanıyorsun? Gerçek duyguların, gerçek güzel duygularla karşılık bulacak öyle mi? Tabii o da hislerinde samimiysen."

Tanrım, ne duymak istiyordu benden?

Kaşlarım çatıldı.

"Ne demek istiyorsun?"

"Şeker ülkesinde büyütülmüş gibi konuştuğunu söylemek istiyorum Kuzey kızı." Dedi Darien netçe, hafifçe hızlanırken. "Gerçek dünyada işler senin söylediğin gibi yürümüyor. Buna göre planla geleceğini."

Bir anlığına sustum. Belki, Darien'in haklı olduğu noktalar vardı.

Evet, güzel her his karşıdakinin kalbine dokunmuyordu. En iyi ben bilmeliydim bunu. İçimden geçen hiçbir nazik duygu babamın nezdinde karşılık bulmamıştı. Bir kez olsun yüreğine dokunamamıştım, küçük bir çocukken bile.

Beni geçtim, Meyza da çocuktu neticede. Çocukların içinde kötülük olmazdı ancak Penelophe'nin kocası küçük kuzeyli kıza hayatında yaşayabileceği en büyük kötülüğü yapmıştı.

Bazı insanlat karaltıdan ibaretti. Bazı hayatlarsa griden. Ben bilmeliydim bunu evet ancak Tanrı aşkına, bu bana verilmiş ikinci bir şans değil miydi sonuçta?

Ben oradaki Zeynep'ten ve Selim'den ellerimin yanması pahasına da olsa kurtulmuştum. Burada Darien'i de kurtarmak istiyordum kalp kırıklarından ve Anfia bana karşı cephe alsa da durum o kadar kötü değildi. İkinci şansımdı bu benim. Yanan ellerim için hiçbir şey yapamamıştım ancak buradaysam eğer, bu sefer bu ellerin kesilmesine göz yumacak da değildim.

Kafamı eğip yazılanları kabul etmeyecektim öylece.

Helefna'dan buraya kadar ne için geldiğimi de unutacak değildim ve Darien bana aşık olmasa bile işin sonunda o karaltıdan ibaret insanlardan biri olmayacağını biliyordum. Okuduklarımı unutsam da hissettiklerime sırtımı çevirmeyecektim ben. Nasıl bir duyguyla bana karşılık vereceğini bilmediğim Darien, iyiliğime kötülükle cevap vermeyecekti.

Annem biliyordu sahiden de beni.

Savaşımı öfkeyle vermeyecektim.

"Gerçek dünyada işlerin senin düşündüğüne göre de ilerleyeceğini sanmıyorum Lordum." Dedim kafamı hafifçe kenara eğerken. Ormanlık yoldan ayrılmıştık sonunda. Küçük küçük evler dağınık yerleşme şekliyle etrafa dağılmıştı ve itiraf etmeliyim, toprak biraz çoraktı. O kadar yağmur da yağmıyorsa ormanların nasıl sapasağlam durduğunu ise sonra düşünecektim.

"İşler her zaman benim plandığım gibi ilerler Meyza." Dedi Darien, ruhsuz bir sesle. Bu zamana kadar söylediğinin aksinin olmadığını anlamak için dönüp de yüzüne bakmama gerek yoktu.

"Gitmezse peki?"

"Gittiririm."

"Tanrım, diyelim ki olmadı." Diyerek hızlıca konuştum. "Diyelim ki her şey planların dışında gelişti ve ne olduğunu bile anlamadığın bir durumun içinde buldun kendini."

"O zaman da kontrolü ele almanın bir yolunu bulurum."

Pes etmişçesine iç çektim ve gözlerimi devirdim. "Bir gün, bu sözlerini hatırlayacaksın."

Güldü hafifçe. "Haklı olduğumu sonunda anladığında mı? Elbette, sana da hatırlattıracağım."

Az kalmıştı, arkamı dönüp geçirecektim yumruğumu yüzüne.

Bu ulusal bir mirasa zarar vermek sayılır Sima.

Evet, öyle sayılırdı. Bunu inkar bile edememek huysuzca kaşlarımı çatmamı ve kollarımı birbirine bağlamamı sağladı. Darien'sa tepemden ne yaptığıma baktı ve sırıtır gibi olduğunu hissetsem de sesini çıkartmadı.

Üstelik hiç haberi yoktu. Kitapta gerçekleşen şeyler aynen yazgımıza geçseydi ben engel olmasaydım, işler sahiden onun planları dışında ilerleyecekti.

Aileen, çok plan dışıydı onun için. Ona olan sevgisine, bazen kendisi bile hayret ediyordu kitapta.

Sonrasında, aklımdakilerden sıyrılmaya çalışarak yola odaklandım. Aslında, ilgimi çekebilecek şeyler bulabilirdim baktığım yetlerde fakat tüm dikkatim, yaslandığım göğüste attığını hissettiğim kalp atışlarına kaydı sonunda.

Teni sıcaktı Darien'in. Bunu hissedebiliyordum aramıza giren kumaşlardan bile.

Onun kalp atışlarına, tenine odaklanmak benim göğsümün sıkışmasına sebep olurken kafamı kaldırdım yukarı doğru ve Darien de hissettiği hareketlilikle aşağı baktı. Gözlerimiz buluştuğunda, yüzümde ne tür bir ifade vardı bilmiyorum ancak Darien bir şey demek yerine yüzüme bakmaya devam etti.

Göğsüm, değişik tatlı bir acıyla sızlarken buna anlam veremesem de yapabileceğim en iyi şeyi yaparak gülümsedim."Sen mi koydun Eloria'nın adını?"

"Evet." Dedi bakışlarını önüne çevirirken ve böylece ben de kafamı indirdim.

"Ne güzel düşünmüşsün." Dedim kısık bir sesle, şehir merkezi olduğunu tahmin ettiğim yere yaklaşırken.

"Uyuyor ismi kızıma." Dedi dudağının kenarı hafifçe kıvrılırken. O kıvrıma bakmak, tatlı sızının nefesimi kesecek kadar büyümesini ve içimde bir kıyamet başlatmasını sağlarken gözlerimi kırpıştırarak yeniden kafamı indirdim.

Zaten ne zaman bir daha kaldırmıştım da yüzüne bakmaya başlamıştım ki?

"Fırtınadaki en güzel kar tanesi." Diye anlamsızca mırıldandı aniden Darien ve kaşlarımı çattım bununla birlikte.

"Ne?" Diyerek ona doğru döndüğümde hafifçe, Darien'in ifadesiz yüzünde hiçbir mimik oynamadı ancak değişik bir dikkatle yüzüme baktı.

Sessizliğiyle birlikte daha da fazla kaşlarımı çattım. "Ne alakaydı şimdi söylediğin?" Diye devam ettim istemsizce, merak ederek.

"Meyza." Dedi Darien yavaşça, atın yularını da tutarak durmamızı sağladığında.

"Efendim?" Diye devam ettim anlamaz, ısrarcı bir ifadeyle.

Sonunda, Darien'in kaşları çatıldığında, o altın sarısı harelerinde sanki yanardağlar patladı. İfadesiz değildi. Sinirli de değildi ancak gerçekten, anlamaya çalışır gibi bakıyordu gözleri.

Ve ben ilk defa Darien'in gözlerinde gördüğüm bu bakıştan korktum.

Karşısında gördüğü kadına değil, direkt içine, bana bakıyordu o an sanki.

"Adının anlamı." Dedi Darien soğuk bir sesle, gözlerimin içine bakmaya devam ederek. "Adının anlamını söylemiştim, Meyza."

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%