
Yeni bölümden hellloooooo
Nasılsınız bebeklerim? Ben her zaman ki gibi bomba gibiyim, çünkü hayatı seviyorum.
Derin bir nefes alın ve yaşadığınız hayata şükür edin, beterin beteri var derler. Bir şekilde mutlu olmaya ve bu hayattan zevk almaya çalışın.
Her neyseeee bu kadar duygusallık yetooo
Hadi bakalım bölüme geçelim ama geçmeden önce yıldızı parlatmayı unutmayalım
Sizleri seviyorum keyifli okumalar 💜
Yatağımda uzanırken gözlerimi kapattım, ama içimdeki heyecanı yatıştırmak o kadar zordu ki... Yarın benim 18. yaş günümdu. Çocukluktan beri beklediğim o gün gelmişti işte. Yıllardır sabırsızlıkla hayalini kurduğum tek şey vardı; Türkiye'ye gitmek, Boran'ı görmek. Sonunda 18 yaşıma gireceğim ve bu hayalimi gerçekleştirebilecektim.
Annem, babam, Charles ve birkaç arkadaşım benim için bir kutlama yapacaklardı. Yarın sabah uyandığımda hepsi bana sarılacak, "Mutlu yıllar Eliz!" diyeceklerdi. Her seferinde bu böyle olurdu çünkü. İçimde hafif bir mutluluk vardı, çünkü etrafımda beni seven insanlar olacaktı yarın ama asıl heyecanımı saklayamıyordum. Kalbim bambaşka bir yerde... Boran’ın yanındaydı, her zaman olduğu gibi.
Yıllardır annemin anlattıklarıyla büyümüştüm, Boran’la. Her seferinde Boran’dan bahsettiğinde, onun nasıl biri olduğunu hayal etmeye çalışırdım. Onu hiç tanımadım, ama sanki her an yanımdaymış gibi, her gün zihnimde yaşıyordu. Boran... Annemin yeğeni. Belki bana uzak, ama kalbime çok yakındı. Yıllardır ona aşık bir şekilde büyüdüm ve o benim varlığımdan bile habersizdi.
Bir çocuk olarak başladığım bu sevda, zamanla aşka dönüşmüştü. Boran hakkında annemden duyduklarım yetiyordu bana. Her detayı aklıma kazımıştım. Onun güçlü, özgür ruhlu bir adam olduğunu, hayatı dolu dolu yaşadığını, neşeli ama biraz da mesafeli olduğunu biliyordum. Yüzünü ilk defa annemin Mardin’den getirdiği bir eski fotoğraf albümünden gördüğümde, kalbimde bir kıvılcım çakmıştı. O an anladım ki, bu sadece bir hayranlık değildi. Yıllarca onun hakkında okuduklarım, duyduklarım yetmedi bana. Artık onu gerçekten tanımak, yanında olmak istiyordum.
Türkiye’ye gitmek için yıllardır bekledim. Ve yarın... Nihayet, 18 yaşında, özgürlüğümle birlikte Boran’ın olduğu ülkeye gidecektim. Belki bana dikkat bile etmeyecekti. Belki yanından geçip giderken beni fark etmeyecekti bile. Ama bir umut vardı içimde. Onu görmem bile yeterli olacaktı.
Charles her zaman yanımda oldu, bütün bu duygularımı anlayan tek kişi oydu. Tıpkı annem ve babam gibi. Boran’dan ona bahsettiğimde, sessizce dinler, bazen gülümser, ama asla yargılamazdı. Onun dostluğu bana güven veriyordu, ama garip birşey vardı. Ne olduğunu hala anlamış değildim.
Yarın benim günüm diyerek gözlerimi yumdum. “İyi geceler sevgilim..” Her gece olduğu gibi, yine onunla uyumuştum. İyi geceler sevgilim, iyi geceler Boran Karabeyli…
Sabah gözlerimi açtığımda, odamın her zamankinden daha aydınlık olduğunu fark ettim. Bugün 18. yaşıma girdim. İçimdeki heyecanı bastıramadan yataktan hızla kalktım ve etrafa göz attım. Kapı aralıktı, dışarıdan gelen fısıltılar ve gülüşmeler duyuyordum. Sessizce kapıya yaklaştım, ama tam o anda bir ses patladı; konfetiler!
"Sürpriiiiiz!"
Annem, babam ve Charles kapıda ellerinde balonlar ve pasta ile karşımda duruyordu. Annemin yüzündeki gülümseme beni duygulandırdı, babam ise her zamanki gibi şaka dolu bakışlarıyla gözlerini kısıp beni süzüyordu.
"18 yaşına girdin, artık ehliyet alma zamanı geldi!" dedi babam, gülerek. Tesla istiyordum, ama bunun için hep bir ehliyet şartı koymuştu babam bana. Demek ki 18 yaşım sadece Boran’ı değil, Tesla’yı da bana getirecekti.
"Babası, ona ehliyet değil, uçak bileti gerekiyor. Artık özgür bir kadın oldu kızımız!" dedi annem, babamın omzuna vurup ona göz kırparak. İkisi de 18 yaşıma girdiğimde burada durmayıp, Boran’ın yanına gideceğimi çok iyi biliyordu. Kocaman gülümsedim, Boran’a gidecektim. Çocukluk aşkıma..
"İyi ki doğdun Eliz! Bugün dilek tutmayı unutma, ama ‘Boran’ adını dileğinde fısıldarken biraz sessiz ol lütfen," dedi, göz kırparak. Ne zaman Boran’dan bahsedecek olsam deli gibi çığlık atıyordum. Haklıydı, sessiz olmalıydım. Babam ve annem Charles’in dediklerine gülmüşlerdi bile.
Annem pastayı masaya koyarken, Charles yine espri yapmaktan geri durmadı. "Bence pastanın üstündeki mumlar fazla cılız. Eliz’in 18 yılda biriktirdiği duyguları simgelemiyor. Şu an volkan patlaması gibi bir şeyler lazım buraya!"
"Charles, abartma lütfen!" dedim, gülerek. Ama içten içe onun ne demek istediğini anlıyordum. İçimdeki coşku gerçekten anlatılamaz bir seviyedeydi.
Babam kollarını açarak, "Yavrum, 18 yaşına girdin, artık yetişkin bir kadın oldun. Ama unutma, hâlâ benim küçük kızım olarak kalacaksın!" diyerek beni sarıp sarmaladı. Babamı çok seviyordum. Bir kız çocuğunun sahip olabileceği en iyi, en mükemmel babaydı o. İyi ki benim babamdı.
"Tabii tabii," Charles’in sesini duyduğumda, babamın kolları arasından çıkarak ona doğru döndüm. Yine ne saçmalayacak diye beklerken, söylediklerine göz devirmiştim. "sen hâlâ prensesimizsin, Eliz. Ama tabii ki bu yaşla birlikte biraz daha az masalsı, daha çok aksiyon dolu bir hayat seni bekliyor." Ona ‘yine ne anlatıyorsun bıcır bıcır?’ bakışı attıktan sonra annemin yanına doğru ilerledim. Charles bazen çekilmez bir insan oluyordu. Yine saçma sapan espriler yaparak, beni kendinden kaçırmayı başarmıştı.
Bir an sessizlik oldu, sonra annem birden ciddi bir ses tonuyla konuşmaya başladı. "Eliz, bugün 18. yaş günün. Artık daha büyük sorumlulukların olacak, daha olgun kararlar vermen gerekecek, ve tabii ki..." Merakla annemin diyeceklerini beklerken, bir an duraksadı. Hepimiz ona bakarken o da gözlerini devirdi ve bir kahkaha attı. "Şaka şaka, 18 yaşında olmak fazla abartılacak bir şey değil. Ama lütfen odanı toplamayı artık öğren, olur mu?" Başlamıştı bizim mesai!
"Anne, bunu her doğum günümde söylemek zorunda mısın?" dedim, gülerek.
Charles, "Evet, çünkü Boran’ı Türkiye’den buraya getirmeye ikna edersen dağınıklıktan dolayı hemen kaçabilir," diye ekledi, yine kahkahayla. Herkes gülerken ben, Charles’e ölümcül bakışlar atıyordum. Odam o kadar da dağınık değildi! Tamamen iftiraydı! Bunu kabul edemezdim! “Kızma hemen, hadi gel mumları üfle! Mum aromalı pasta sevmediğimi biliyorsun.” Annemin dediklerine gülümsedim. Her doğum günümde Boran’la ilgili uzun uzun dilekler dilerdim, hemde tüm mumlar tamamen pastanın üstüne eriyene dek.
Pastanın mumlarını üflemek için masaya doğru hafifçe eğildiğimde, herkes bir ağızdan "Dilek tutmayı unutma!" diye bağırdı. İçimden geçen dilek belliydi zaten. Yine uzun uzun Boran’ı dilemiştim ve evet yine tüm mumlar pastanın üstüne doğru eriyip, pastanın üstünde bir tabaka oluşturmuştu. “Tamam, dileğimi tuttum," dedim ve erimekten dolayı sönmek üzere olan mumları üfledim. Charles yine lafı kaptı. "Umarım dileğin gerçek olur... Tabii, Boran’ı bu pasaklılınla kaçırmazsan!"
"Yeter Charles! Boran’ı bu kadar karıştırma araya!" Sinirle ona bir çatal fırlattım. Ama içimdeki heyecan hâlâ yatışmamıştı. Yarın Türkiye’ye gidecektim. Ve belki... belki dileğim gerçekten gerçekleşirdi.
Doğum günü kutlaması devam ederken Charles, bu sefer farklı bir tonla konuşmaya başladı. Gülümsemesi hafifçe solmuştu, ama yine de iğneleyici espri tarzını elden bırakmadı. "Tabii, Eliz," dedi, bir yandan pastadan bir dilim alırken, "senin Boran hakkında bu kadar hayal kurman çok tatlı... Ama belki de gerçek dünyada aradığın şey burnunun ucunda duruyordur. Kim bilir?" Ne saçmalıyordu yine bu? Zaten geldiğinden beri bir türlü susmamıştı. Acaba kafasını mı kırmamı istiyordu? Evet! Kesinlikle bunu istiyordu!
Bana doğru anlamlı bir bakış attı, ama ben bunu ilk başta pek anlamadım. "Charles, lütfen," dedim, gülerek. "Bu kadar fazla kuruntu yapmana gerek yok. Boran sadece bir hayal değil benim için, onu göreceğim ve belki de her şey düşündüğümden daha güzel olacak." Sanırım, yani öyle olmalıydı. Öyle olsun istiyordum. Ben ve Boran güzel bir çift olalım istiyordum.
Charles, ağzında pastayı çiğnerken başını salladı. "Evet, tabii. Mardin ağası Boran Karabeyli. Gerçek bir aşk hikayesi. Senin için Fransa’dan vazgeçip Türkiye’ye gitmeye değer. Ama belki, sana değer verecek biri zaten etrafındadır? Kim bilir, belki birisi seni çoktan fark etmiştir de sen bunu göremiyorsundur?"
Bu kez Charles’ın gözlerindeki ciddiyeti fark ettim. Onun bu kadar ciddi konuşması nadirdir. Bir an ne diyeceğimi bilemedim, sonra gülmeye çalışarak konuyu değiştirmeye çalıştım. "Şu anda tek yapmak istediğim şey Türkiye’ye gitmek ve Boran’la yüz yüze gelmek. Gerisi önemli değil."
Charles başını geriye yaslayıp iç çekti. "Peki, tabii... Belki Boran seni istemediğinde herşey değişebilir. Ama senin gibi biri, aslında daha fazlasını hak ediyor, Eliz. Bunun farkında mısın?" Bu sözleriyle içimde bir şeyleri sarsmaya çalışıyordu, ama anlamıyordum.
Tam bu sırada annem, Charles’ın ciddiyetini fark etmiş olacak ki, neşeli bir şekilde araya girdi. “Evet, Charles, kes o romantik nutukları. Eliz’in doğum günü partisi romantik dramalara dönüşmeden, biraz daha eğlenelim." Her zamanki gibi annem yine beni kurtarmıştı. Charles’e ise neden ters davrandığını biliyordum. Ondan hiçbir zaman haz etmemişti. Nedenini bilmiyordum ama, sadece arkadaşım olduğu için ona katlanıyordu.
Charles, annemin bu çıkışına karşı gülümseyip omuzlarını silkti. "Haklısınız Leyla teyze, belki de biraz fazla ciddi oldum. Doğum günün kutlu olsun Eliz, umarım Boran’la ilgili dileklerin gerçekleşir." Yine iğnelemiştir beni. Bunun hesabını doğum günüm bittikten sonra kesinlikle soracaktım!
Ortamın gerildiğimi gören babam pastadan bir dilim daha alıp Charles’a doğru yaklaştı. "Eğer bu kadar ciddileşeceksen, başka bir dilim pasta almana izin vermem. Genç kalmanın sırrı mutlu olmak ve Charles, sen bugün fazla düşündün." Babamda tıpkı onun gibi şakayla karışık, Charles’i iğnelemişti. Benim bilmeyipte babam ve annemin bildiği ne vardı Charles hakkında? Neden onu sevemiyorlardı bir türlü, maalesef bilmiyordum.
Kutlama devam ederken içimdeki huzursuzluk hâlâ geçmemişti. Charles’ın söyledikleri, düşündüğümden daha derine işlemişti. Gözümle onu izlerken, o da sessizce pastasını yiyordu. Yıllardır yanımda olan, her sırrımı bilen, beni en çok güldüren Charles sanki bu gün bambaşka bir insana dönüşmüştü.
Bir süre sessizliğin içinde düşüncelere daldım. Charles’ın bana neden böyle davranmaya başladığını anlamaya çalışırken, o yine sessizce yaklaştı ve kulağıma eğilerek fısıldadı, "Eliz, seninle biraz yalnız konuşmak istiyorum ama sanırım şu an o an değil, değil mi?"
Duygularım karışıktı. Kafamda sadece Boran varken Charles’ın bu beklenmedik çıkışı ne anlama geliyordu? “Sonra konuşuruz," diyerek onu geçiştirdim. Ama o konuşmadan duracak gibi durmuyordu.
Charles geri çekilirken, bakışlarını bir an olsun benden ayırmadı. "Tamam, o zaman. Şimdilik seni fazla boğmayayım," dedi, ama sesindeki tonun arkasında gizlenen ince bir kırgınlık vardı. O kırgınlığı fark etmemek imkânsızdı.
Tam o anda annem elindeki hediyeyle ortaya çıktı ve neşeli bir sesle, "Eliz, bu benim ve babanın sana hediyesi," dedi. Aniden Charles’ın yoğun bakışlarından sıyrıldım ve heyecanla annemin verdiği paketi açmaya başladım. İçinden her zamanki gibi yine Boran’ın resmi çıkmıştı. Göz devirdim, her sene aynı şakayı yapmaktan usanmazlardı. “Tamam tamam!” Babam daha fazla dayanamayıp, kahkahalarla yanıma geldi. “Al bakalım asıl hediyen.” Uzattığı küçük kutuyu elinden aldım. Ne vardı kutunun içinde? Hemde bir yüzük kutusu. “Ne o baba? 18 yaşıma girdim diye, Boran’a gitmem için bana yüzük mü aldın yoksa? Hayır baba senin küçük kızın olmayı sürdürüp, çocukluk aşkımla bile evlenmeyi düşünmüyorum.” Ben ne kadar şaka da yapsam, babamın evlenip onlardan ayrılacağımı düşünmesiyle gözleri dolmuştu. Kutuyu hiç düşünmeden açtım, içinden bir araba anahtarı çıkmıştı. “Cidden mi baba?” Annem yargılar gözlerle bana baksada, omuz silktim. “Passat mı?” Ve babam iki büklüm olup, sorduğum soruya deli gibi gülmeye başlamıştı. Ama bu haksızlık!
Yinede onlara teşekkür edip sıkıca sarıldım, ama aklımın bir kısmı hâlâ Charles’ta takılıydı. Onun bana olan hislerini görmemiş miydim, yoksa bilerek mi görmezden gelmiştim? Charles o anda gülümserken bile gözlerinde bir hüzün vardı. Ama ben bugün bunları düşünmemek için çaba gösterdim. Türkiye’ye gitmek için bir adım daha atmıştım; ailemden gelen destek, Boran’a olan yolculuğumun başlangıcıydı.
Akşam yavaş yavaş yaklaşıyordu. Partinin sonlarına doğru Charles yanımdan ayrılmamıştı, ama artık esprileri eskisi kadar iğneleyici değildi. Sanki bir şeylerden vazgeçmiş gibiydi. İçimde garip bir hüzün belirdi. Yarın Türkiye’ye gideceğim ve belki Charles’ı geride bırakacaktım. Peki ya Boran buna değecek miydi? Bu düşünce beni biraz ürküttü, yine de düşünmemeye çalıştım.
Gecenin sonunda, herkes yavaş yavaş evlerine gitmek için hazırlanmaya başladığında Charles yine yanıma geldi. Hiç bir şekilde gevelemeden hemen söze girdi. “Eliz, sana son bir şey söylemek istiyorum," dedi, bu sefer sesinde hiç espri yoktu.
O an kalbim hızla çarpmaya başladı. Ne diyeceğini merak ediyordum, ama aynı zamanda duymaktan korkuyordum.
Charles’ın yüzündeki ciddi ifadeyi görünce kalbim sıkıştı. O an her şeyin değişmek üzere olduğunu hissettim. İçimdeki merak ve korku birbirine karışmıştı. Charles, bakışlarını gözlerime dikmişti, ama sözler ağzından çıkmadan önce bir süre duraksadı.
“Eliz,” dedi derin bir nefes alarak. "Sana uzun zamandır söylemek istediğim bir şey var, ama bunun doğru an olup olmadığından emin değilim. Yarın Türkiye’ye gideceksin... Boran’ın peşinden... Ve bu, belki de son şansım."
Kelimeler boğazımda düğümlendi. Ne söyleyeceğini biliyordum, ama duymaya hazır mıydım? Charles’a hep en yakın arkadaşım olarak bakmıştım, ama o anda, daha fazlası olduğunu hissettim. “Charles duymak istemiyorum, lütfen git.” Sesim titremişti, onu kaybediyordum. Her konuda bana destek olan arkadaşımı kaybediyordum.
Charles beni dinleyip gitmek yerine, biraz daha yaklaştı. "Sana yıllardır söylemek isteyip de söyleyemediğim şey şu, Eliz. Ben... seni seviyorum. Evet, belki senin Boran’a olan hislerini bilerek bunu söylemem doğru olmayabilir, ama seni sadece bir arkadaş olarak göremiyorum artık."
Sözleri havada asılı kaldı. O an nefes bile alamıyordum. Charles’ın bu itirafı, içimde büyük bir dalga yaratmıştı. Yıllardır bana esprileriyle takılan, beni güldüren Charles... Aslında hep bu duygularını saklıyormuş. Şaşkınlığımı gizleyemedim. "Charles... ben... bilmiyordum."
"Tabii ki bilmiyordun. Zaten senin Boran’a olan hislerin gözlerini hep kör etti. Ama artık sana söylemek zorundaydım. Yarın gidiyorsun ve belki bir daha böyle bir fırsatım olmayacak. O yüzden, bilmeni istedim."
Charles, gözlerinde derin bir hüzünle bana baktı. Söylemek istediği her şeyi söylemişti. Şimdi ise benden bir cevap bekliyordu. Ama ben ne diyeceğimi bilmiyordum. Boran’a yıllardır aşıktım, evet. Ama Charles, o benim yanımda olan, beni her şeyde destekleyen kişi olmuştu. Şu anda onun kalbini kırmak istemiyordum.
Bir süre sessizce durduk. Sonra derin bir nefes aldım. "Charles, seni çok seviyorum. Ama... Boran’ı görmeden, onunla yüzleşmeden bir şey söyleyemem. Yıllardır ona karşı hislerim var. Sen de bunu biliyorsun."
Charles hafif bir gülümsemeyle başını salladı, ama gözlerindeki beklenti hala yerinde duruyordu. "Elbette, anlıyorum Eliz. Ama bilmeni istedim. Eğer bir gün o hayal ettiğin aşk gerçek olmazsa, ben buradayım. Her zaman burada olacağım." Bu sözleriyle, kalbimde bir ağırlık hissettim. Charles, bana olan sevgisini bu kadar açık dile getirirken, ben onu belki de Boran için geri plana atıyordum. Ama şu an kafam çok karışıktı. Yarın Türkiye’ye gidip Boran’la karşılaşacaktım. Charles’a bir şeyler vaat edemezdim.
"Charles..." dedim, sesim titrek çıktı. "Sana bir söz veremem, ama her zaman senin yanımda olmanı istiyorum. Sen benim en iyi arkadaşımsın ve bu asla değişmeyecek."
“Bunu duymak da yeterli Eliz. Seni mutlu görmek istiyorum, ne olursa olsun." Sonra bir adım geri çekildi, "Ama şimdi gitmem gerekiyor. Yarın uzun bir yolculuğun var. İyi geceler Eliz. Doğum günün kutlu olsun."
O an Charles’ın arkasından bakarken içimde bir boşluk oluştu. O kadar emin görünüyordu ki, ona olan hislerimi tam olarak çözümleyememiştim. Boran mı? Charles mı? Kafam karmakarışıktı.
Yarın Türkiye’ye gidip her şeyin nasıl gelişeceğini görecektim. Ama bu gece, Charles’ın sözleri aklımdan çıkmıyordu.
Charles gittikten sonra odamda yalnız kaldım. Onun söyledikleri kafamın içinde dönüp duruyordu. Kalbim hızla çarparken, camın önüne geçtim ve Fransa'nın gece manzarasına baktım. Bu şehirde, çocukluğumdan beri her anımın yanında olan Charles'a, onu nasıl hissettirdiğimi düşünerek içimde bir ağırlık hissettim. Ama şu an kafamın en derin yerinde Boran vardı. Yarın ona kavuşacaktım, yıllardır hayalini kurduğum adamla nihayet yüz yüze gelecektim.
Bir süre odada öylece durup, bu karmaşık duygularla başa çıkmaya çalıştım. Boran'a olan aşkım, çocukluğumdan beri içimde büyümüş bir rüya gibiydi. Belki de bu rüya bir gün gerçek olacaktı. Ama Charles... Onun bana olan duygularını bu kadar açık bir şekilde ifade etmesi, her şeyi daha berbat hale getirmişti. Charles hep oradaydı, beni her durumda güldürmüş ve desteklemişti. Boran ise hayal ettiğim ama hiç tanımadığım bir adamdı. Bir yanda güvenli ve samimi bir sevgi, diğer yanda bilinmezliklerle dolu bir hayal.
Yatıp uyumaya çalıştım, ama gözlerimi her kapattığımda Charles’ın sözleri aklıma geliyordu. “Eğer bir gün o hayal ettiğin aşk gerçek olmazsa, ben buradayım.”
İçimde bir şeylerin değişmekte olduğunu hissediyordum. Charles’ın varlığı, yıllardır fark etmediğim ya da fark etsem de kabul etmek istemediğim duyguları tetiklemişti. Ama Boran... Her zaman hayalimde olan o kişi. Yarın Türkiye’ye gidip her şeyi görecektim. Her şey orada belli olacaktı.
Ertesi sabah, çalan alarmla uyandım. Yüzümde bir gülümseme oluştu, çünkü bugün Boran’ı görmek için yıllardır beklediğim gün gelmişti. Aynı zamanda, Charles’ın itirafı içimde bir gölge bırakmıştı.
Kalkıp bavulumu hazırlarken, içimde garip bir heyecan dalgası vardı. Uçağım öğleden sonra kalkacaktı, Türkiye'ye giden yolculuğum başlamıştı. Son bir kez evden çıkmadan önce aynada kendime baktım. Kendimden emindim ama bir yandan da Charles’ın yüzü gözümün önüne geliyordu. Onu düşünmeyi bir an önce bırakıp, Boran’a odaklanmalıydım.
Havaalanına doğru yola çıktığımda, Charles’tan bir mesaj geldi. "İyi yolculuklar Eliz. Umarım aradığın her şeyi bulursun. Her zaman burada olduğumu unutma." Mesajını okurken gözlerim doldu. Charles’ın desteği, her ne olursa olsun, benim için bir güvenceydi.
Uçağa binip koltuğuma oturduğumda, kalbim hem heyecanla hem de endişeyle doluydu. Türkiye'ye, Boran’a doğru gidiyordum. Bu yolculuk, sadece bir aşkın peşinden gitmek değil, aynı zamanda içimdeki tüm duyguları, belirsizlikleri ve korkuları da geride bırakmak demekti.
Gözlerimi kapattım ve derin bir nefes aldım. "Bu sefer her şey değişecek," dedim kendi kendime. Charles’ın söyledikleri, Boran’a olan aşkım, gelecekte beni bekleyen her şey... Artık hepsi bir noktada kesişecekti.
Uçak inişe hazırlandığında, heyecanla yapılan anonsu dinledim. Önümde duran laptopumdan, yazdığım kitabın son düzenlemelerini yaparak derin bir nefes aldım. Her satırını özenle düzenleyip yeniden gözden geçirmiş olmak, içime bir rahatlık verdi. Klavyeden uzaklaşıp, laptopumu kapattım ve camdan dışarı baktım. Gökyüzü sonsuz bir maviliğin içindeydi, aşağıda ise bulutlar pamuk yığınları gibi yayılmıştı. Uçaktaydım; hayatımın belki de en önemli yolculuğundaydım. Türkiye'ye, Boran'ı görmeye gidiyordum, aklımdan da Charles’i tamamen çıkarmaya karar vermiştim. Bu en mantıklısı olacaktı.
Evet, Boran Karabeyli... Çocukluğumdan beri, varlığımdan habersiz bir şekilde aşık olduğum adam. Hiç tanımadığım, ama hayal dünyamda neredeyse her gün konuştuğum, düşündüğüm, hayalini kurduğum adam. Annem, her fırsatta ondan bahsederdi; Boran, sanki ailemizin bir parçasıymış gibi sürekli hikayelerde, sohbetlerde yer alırdı. Annemin Boran’a duyduğu sevgi, sanki bana miras kalmıştı. Onu hiç görmemiş olmama rağmen, Boran'a karşı içimde büyüttüğüm bu aşka engel olamıyordum. Kendi hayatımı yaşarken bile onun varlığı hep zihnimin bir köşesindeydi.
Uçak Türkiye’ye indiğinde, hafif bir heyecanla yerimden kalktım. Yolcuların hareketlenmesiyle birlikte ben de telefonumu uçak modundan çıkararak, Boran’ın sosyal medya hesabını kontrol etmeye başladım. Onun nerede olduğunu öğrenmek zorundaydım. Planım basitti; Boran’ın olduğu yere gidip, karşısına çıkmak. Gerçekten cesur bir hareketti ama yıllardır beklediğim an gelmişti, geri adım atamazdım. Boran, sosyal medyada sürekli bir mekandan diğerine giden biriydi; gece hayatını seven, özgür ruhlu bir adamdı. Bu yüzden bu akşam da dışarıda olacağından neredeyse emindim.
***
Otele yerleşir yerleşmez, aynada kendime baktım. O an içimde tarifsiz bir heyecanla doluydum. Bu akşam Boran’ı görecektim ve onun karşısına kusursuz bir şekilde çıkmalıydım. Gardırobumu açıp seçtiğim elbiseyi çıkardım: Kırmızı, güpür detaylı, derin göğüs dekolteli, vücuda oturan mini bir elbise. Bu elbise, kadınsı yanımı ön plana çıkarıyordu ve Boran’ı etkileyeceğimden emindim. Onun gözünde bir çocuk gibi gözükmek istemediğimden, fazlasıyla iddialı giyinmiştim.
Siyah, uzun saçlarıma iri dalgalar yaparak doğal bir görünüm elde ettim. Hafif bir makyajla yüzümü canlandırdıktan sonra, kırmızı rujumu sürerek makyajımı tamamladım. Rujum, elbisemle mükemmel bir uyum içindeydi.
Aynaya son kez baktım ve derin bir nefes aldım. Kusursuz görünüyordum. Kalbim deli gibi çarparken, "Tamam, hazırım," diye fısıldadım kendi kendime. Boran’ın az önce sosyal medyada paylaştığı mekan adresini not alıp, otelden çıkmadan önce tekrar son bir kontrol yaptım. Artık geri dönüş yoktu.
***
Mekana girdiğimde, içimde bir dalga gibi yükselen heyecanı bastırmaya çalıştım. Derin nefesler alıp sakinleşmeye çalıştım ama Boran’ı görecek olmanın düşüncesi bile beni kontrolsüzce çarpan bir kalple baş başa bırakıyordu. İçerisi kalabalıktı, fakat gözlerim onu arıyordu. Yüksek bir locada, yalnız başına oturuyordu. Onu bulmuştum. Kalbim küt küt atarken, merdivenlere doğru adım attım.
Locaya yaklaştıkça Boran’ın sarhoş olduğunu fark ettim. Masada duran boş şişeler, dağıtılmış bir ortam… Yalnızdı ve başını ellerinin arasına almış, kendinden geçmiş bir şekilde oturuyordu. İçimde bir tereddüt anı yaşasam da, bu fırsatı kaçırmak istemedim. Cesaretimi toplayarak yanına gittim ve masanın kenarında durdum. Başını yavaşça kaldırdı, önce kırmızı ayakkabılarımı gördü, sonra bakışları yavaşça yukarı kaydı. Ayaklarımdan başlayıp, saçlarıma kadar her detayımı inceledi.
"Seni mi gönderdiler?" diye mırıldandı. Sesi alkolün etkisiyle çatallaşmıştı. "Sanırım hayatımda ilk defa bu kadar güzel bir kadın gönderdiler." Alıcı gözlerle beni süzüyordu. Bu sözlerine anlam veremesem de, konuşmadan duruşumu koruyarak ona baktım.
"Patronuna söyle, bundan sonra hep seni göndersin," dedi, gözleri alaycı bir ifade takınırken. Kaşlarımı çatarak durumu anlamaya çalıştım. "Ne saçmalıyorsun sen?" diye sordum. Ama o, sorumu ciddiye almadan yerinden kalktı, beni bileğimden tutarak çekiştirmeye başladı. Şaşkındım ama itiraz etmedim. Şu an ne yapacağını bilmiyordum, fakat onu izlemekten başka bir çarem yoktu. İçimde yıllardır beklediğim bu anı ziyan etmek istemiyordum.
Mekanın arka tarafında, karanlık bir koridora ve oradan da küçük bir tuvalete götürdü beni. Kafam karışmıştı. "Neden buraya geldik?" diye sordum. Ancak Boran, beni cevaplamak yerine, belime sarıldı ve bedenlerimizi birbirine yapıştırdı. Nefesim kesilmişti. Bu kadar yakın olmamız beni afallatmıştı. Onun kahverengi gözleri, alkolden kısılmış şekilde dudaklarıma bakıyordu.
Bir anda, beklemediğim bir şekilde dudaklarını dudaklarıma bastırdı. Şaşkındım ama yıllardır bu anı hayal ettiğim için durmadım. Kendimi ona teslim ettim, kollarımı boynuna doladım ve öpüşüne karşılık verdim. Bu, benim için bir rüyanın gerçeğe dönüşmesiydi.
Deli gibi öpüşmeye devam ederken, belimde duran eliyle beni yönlendirerek, lavabonun içinde olan bir kabinin içine soktu. Kabinin kapısını ardımızdan kilitleyerek, beni kabin duvarına yaslayarak öpmeye devam etti. Elleri belimden ayrılarak, tüm vücudumu keşfe çıktığında inledim. Vücuduma olan dokunuşları sert ve sabırsızdı. Kendimi sarhoş gibi hissediyordum onun dokunuşlarıyla. Şu an ne şartlarda seviştiğimiz umrumda değildi, yıllardır Boran'la olmak isteyen yanımı, o bana böyle dokundukça bastıramazdım. Onun bana dokunması, vücudumu keşfetmesi için herşeyimi verirdim.
Bedenimi kabin duvarıyla kendi bedeninin arasında tamamen sıkıştırdığında, sertleşmiş erkekliğini üstümüzdeki kıyafetlerden bile çok rahat bir şekilde hissetmiştim. Erkekliğini hissettikçe, inlemelerim artmıştı ve kadınlığımda daha önce hissetmediğim tatlı bir sızı oluşmuştu. Onu istiyordum.
En başından beri boynunda sabit duran ellerimi aşağıya indirerek, gömleğinin düğmelerini çözmeye başladım. Ama o bundan hoşlanmamış gibi aniden durdu ve hızla ellerimi tutarak tekrar boynuna dolamamı sağladı. "Birinin bana dokunmasını sevmem, bunun için seni uyarmadılar mı? Ellerin boynumda sabit dursun." Etkisi altına o kadar girmiştim ki, şu an ne dese kabul edecek durumdaydım ve öyle de oldu. Başımı olumlu anlamda sallayarak, isteğini kabul etmiştim. Yeter ki onunla olabileyim düşüncesindeydim sadece. Ama ileride bu durumun, benim için en büyük pişmanlık olacağını o an düşünememiştim. Tek düşündüğüm şey, herşeyimle Boranın olmaktı.
Boran'ın daha fazla sabrı kalmamış gibi dudaklarımdan ayrılarak, gözlerimin içine baktı. Fazlasıyla sarhoş bakan baygın gözleriyle bile bana çok çekici geliyordu.
Bedenimde keşfe çıkan elleri, elbisemin eteğini buldu. Ben elbisemi tamamen çıkarmasını beklerken, o sadece karnıma kadar toplamakla yetinmişti.
Ellerim hâlâ, Boran'ın boynunda sabit dururken hafifçe geri çekildi. Kafasını eğerek, sarhoş olmanın verdiği etkiyle elini kemerine attı ve biraz uğraştıktan sonra kemerini çözdü. Pantolununun da; düğmesi ve fermuarını çözerek, boxerıyla birlikte dizlerine kadar indirdi. Tıpkı benim elbisemi tamamen çıkarmadığı gibi, kendi pantolonunu da tamamen çıkarmamıştı.
Kafasını tekrar kaldırıp yüzüme baktı. "Gerçekten güzel hatunsun." Dediğinde gülümsedim. "Seni daha sık görmek istiyorum, bunu patronuna ilet. Bir sonra ki sefer, ben ayıkken ve benim yatağımda." Beni kim veya ne olarak görüyordu bilmiyordum ama yine de umursamadım. İçimde alev alev onun olma isteğiyle yanıp tutuşurken, beni kim olarak gördüğü umrumda bile değildi. Sadece onun olmak istiyordum.
Elini belime atarak, vücudumu okşayan okşaya boğazıma kadar çıkardı. Boğazımı sıkarak, ne zaman eğdiğimi bilmediğim kafamı kaldırarak tekrar dudaklarıma yapışmıştı. Onun beni bu şekilde öpmesi, başka bir evrendeymiş hissi veriyordu. O evrende ise; sadece o ve ben vardık.
Öpüşmeye devam ederken, sağ bacağımı kaldırarak kalçasına sardı. Tek ayağımın üstünde durmak zorunda kaldığım için, ondan daha fazla güç alma umuduyla boynunda duran ellerimi daha da sıkılaştırdım. Düşmek ve ilk günden ona rezil olmak istemiyordum.
Bundan rahatsız olmuş gibi, beni seri hareketle ters çevirdi. Eli tekrar boğazımı bulurken, sırtım onun göğsüne yaslanmıştı. "Çok fazla dokunuyorsun, sevmiyorum." Dediklerine birşey söylemedim. Benimle sevişmekten vazgeçip, beni burada bu hâlde bırakmasından çok korkuyordum. O yüzden susmayı tercih ettim ve onun bana dokunmasının tadını çıkarmaya çalıştım.
Boğazımda ki eli çenemi okşamaya başladı, kafamı kaldırarak hafifçe ona doğru çevirdim. Dudakları; yanağım ve kulak memem arasına ıslak öpücükler bırakmaya başladığında inledim. Beni benden alan öpücükleriyle, kendimi kaybediyordum.
Hiç beklemediğim bir anda, arkadan aniden içime girince dudaklarımdan bir çığlık çıkmıştı. Çenemde ki elini hemen dudaklarıma kapatarak, attığım çığlığı yarıda kesmişti. Gözlerimden acıdan dolayı yaşlar akarken, onun sakinleştirici sesini duydum. "Şşttt! Sessiz olmalısın." Kafamı hızla salladım, ilk birlikteliğim olduğu için canımın bu denli yanmasını anlayabiliyordum ama birazdan da bu acının yerini zevk alacaktı, bunun da farkındaydım.
Hızını kaybetmeden içime girip çıkmaya devam etti. Acıyla karışık zevkten dolayı gözlerimden yaşlar akmaya devam ederken, dudağımda sıkı sıkı duran ellerinden ötürü inlemeyi geçtim, aldığım nefesi bile güçlükle alıyordum.
Ve işte bu benim ilk pişmanlığım, Boran'la ilk birlikteliğim olmuştu.
O günden sonra, Boran'ın karşısına çıkmaya devam ettim. Her gitmemde sarhoştu ve beni bir hayat kadını olarak görüyordu. Bunu hiç sorun etmemiştim, sadece onun olmanın zevkini çıkarmıştım. Bu durum yaklaşık 1 ay sürmüştü, ben Fransa'ya geri dönene kadar ve ben bu 1 ay içerisinde, Boran ayıkken karşısına çıkmaya cesaret edememiştim.
Hatta bir ara onunla, o sarhoş değilken bir cafede karşılaşmıştık. Bakışları sürekli üzerimde dolaştığı için rahatsız olmuştum, o sarhoş değilken ondan fazlasıyla çekiniyordum. Tüm birlikte olduğumuz anlarda, onun sarhoş olmasıyla rahat davranıyordum. Zaten ayıldığında beni hatırladığını sanmıyordum bile. Ve ben şimdi bir hastane koridorunda aldığım kararı sorguluyordum.
Hamileydim, Boran'dan...
Düşünmüştüm, fazlasıyla hemde. 3 aydır karnımda olan bu çocuğu istiyor muyum diye gerçekten çok düşünmüştüm. Aldığım karardan hâlâ emin olamasam da, onun babasız bir şekilde büyümesini istemiyordum. Ve Boran'ın da bu çocuğu isteyeceğini sanmıyordum. Ona ister misin diye sormamıştım ama gününü gün eden bir adamı da, al bu senin çocuğun diyerek kendime, çocuğuma mahkum edemezdim. Bunu ona yapamazdım, ona kıyamazdım. O yüzden en iyi bildiğim şeyi yapmaya karar vermiştim; karnımda ki cana kıyıp, kendime acı çektirmeye.
"Eliz Dupont!" Hemşire adımı seslendiğinde, gözümden akan yaşları yeni fark etmiştim. Elimin tersiyle göz yaşlarımı silerek, hemşireye doğru yürüdüm. Sırtımda bir el hissettiğimde, elin sahibine doğru döndüm. "Emin misin, Eliz. Alacağın her kararda yanında olduğumu unutma." Gülümsedim, bu acı bir gülümsemeydi. Onu doğum günümde dinlemeliydim belki de. Boran’ı değil de, Charles’i seçmeliydim. Lanet olsun! Herşeyi mahvetmiştim!
"Eminim, Charles. Onun çocuğunu taşımak istemiyorum, şimdi içeriye gideceğim ve ondan kurtulacağım."
Bunu yapmak zorundaydım, hayatıma devam etmek için bunu kendime borçluydum. Cinsiyetini bile daha yeni öğrendiğim bebeğimi bırakmak zorundaydım.
Özür dilerim, annecim. Bizden sana anne ve baba olmazdı.
Özür dilerim, oğlum...
Ayyyyy noluyooo yine, dediğinizi duyar gibiyim.
Merak etmeyin, BİŞEY YOK BİŞEY YOK BİŞEY YOK KDKSKDKSMXMMDKD
Bir sonra ki bölümde görüşmek üzere, sizleri çok seviyorum.
Oylamayı unuttuysaniz, oylamadan geçmeyin muuuaahhh.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |