Yeni Üyelik
1.
Bölüm

1.SÖZSÜZ VE SESSİZ BİR VEDA

@elenorbae

Tesadüf bir başlangıçtır. Finali sen oynarsın, perdeyi kader kapatır.
Bob Marley

Bölüm Şarkıları
Nil Karaibrahimgil- Peri
Nil Karaibrahimgil- Kek
Dolu Kadehi Ters Tut- Hiç İyi Değilim
Ölümle Yaşam Arasında- Mavi Gri, Ahmet Hatipoğlu

♡<•İyi okumalarr •>♡ Satır arası yorumlar yazmayı ve yıldıza basmayı unutmayın.😻

 

Derya'nın saçlarını benimkiler gibi topladım ve tokayla tutturdum. Bir yandan arkadan açtığım müzikle birlikte dans edip bir yandan da tezgahın üstüne dizdiğimiz malzemelerle kek yapmaya çalışıyorduk. Daha doğrusu Derya yapıyordu ben de yardım ediyordum. Deliriyorum desem daha yeridir. Kardeşinin olması çok zordu.

"O beni prenses peri sanıyooo. Ne hata yapsam geri sarıyooo. Mitolojiden biri sanıyooo. Bendeki de saç o taç görüyooo."

Ölçüp bardağa koyduğum unu uzattım Derya'ya, o da elimden alıp önündeki derin kaba döktü. Tabii biraz yukarıdan döktüğü için unların bir kısma etrafta uçuşmuştu.

"Her bi gidişim, güneşin batışı. Çiçekler böceklerdir hep arkadaşı. Sarılırsam eğer kalbi duracak. Bir gün gidersem,bilmez napıcak. Ooo bilmez napıcak. Ooo bilmez napıcak." ben susmuş onu dinlerken o da poposuyla hafif hafif ritme ayak uyduruyordu, bir yandan da yumurtayı kırmaya çalışıyordu.

Elinden kıramadığı yumurtayı alıp kırıp kabın içine koydum ve kabuklarını çöpe attım. "O beni prenses peri sanıyooo. Ne hata yapsam geri sarıyoo. Mitolojiden biri sanıyoo. Bendeki de saç o taç görüyoooo." Yavaş yavaş geriye kalan malzemeleri de içine koyup çırpmaya geçmiştik.

O sırada da şarkı değişmişti. Ve şarkı şu anki duruma daha uyuyordu.

"Üç yumurtayı kırdım önce. Portakal dilimledim ince ince. Göz kararı da biraz süt kattım. Kalktım, sana kek yaptım. İnsan neler yapar isteyince. Bu birşey değil düşününce. Ben de tarifi öğrenince. Kalktım, sana kek yaptım." Derya avazı çıktığı kadar bağırarak söylediği için onu uyarma gereği duydum.

"Derya sessiz mi olsan. Hı?" Bana döndü, baktı, sonra saçlarını savurmak istercesine kafasını hareket ettirdi ama ben saçlarını çoktan topladığım için komik görünmüştü. Hanımefendi bu sene okula başlayacağı için çok egoluydu. Bir de ben ona alfabeyi, sayı saymayı falan öğrettiğim için okul açılınca arkadaşlarına hava atmak istiyordu. Okul açılıncaya kadar da bize hava atıp duruyordu.

En son yağladığımız borcama kek hamurunu döküp fırına verdik. O salona geçip çizgili film izlerken ben de mutfağı düzenlemeye koyuldum.

Cebimde titreyen telefonla birlikte elimdeki bezi sıkıp tezgaha koydum, ellerimi kuruladım ve cebimden telefonu çıkarıp ekrana baktım. Kuzenim arıyordu. Akrabalar arasında konuştuğum tek kişi. Anne ve baba tarafıyla da bütün ilişkimi koparmıştım. Kafam o kadar rahattı ki.

Aramayı cevaplayıp kulağıma götürdüm.

"Efendim?"

"Efendin yesin seni yavrum, naber?" diyişiyle hafifçe sırıttım.

"İyidir, Derya'yla kek yaptık, şimdi de ev dağılmıştı onu topluyordum. Sen?" diyerek odama adımlamaya başladım.

"Elinize sağlık. İyidir be, annemlerin yanından çıktım şimdi eve geçicem, ne zaman gelecen diyecektim?" Kendimi yatağa bırakıp derin bir nefes aldım.

"Ev biraz dağınık, sabah Deniz'den dolayı annem çok ilgilenemedi. Bana kaldı her şey. Evi toparlayayım gelirim. Bir de Derya'yı annemin yanına bırakırım. Hatta eve geçme sen bize gel, Derya'yı annemin yanına bırakır oradan size geçeriz. Hı?" diyerek gözümü kapadım. Çok yorgundum ama uyursam olmazdı. Ev çok dağınıktı.

Şu an beş aylık bir erkek kardeşim ve beş yaşında bir kız kardeşim vardı. Her şey benim üstüme kalmıştı. Anneme çok yüklemek istemiyorum. Babamdan dolayı çok rahat değildi. Erkek çocuk doğurunca annem, bir rahatlamıştı. Onun için elimden geldiği kadar yanında olmak istiyorum. Deniz ile birlikte bir kaç site ötedeki arkadaşına oturmaya gitmişti sabah kahvaltıdan sonra.

"Olur bebek hem yardım da ederim sana, geliyorum. On dakikaya oradayım."

Teyzemler iki sene önce Isparta'dan Bursa'ya işlerini daha da büyütmek için gelmişlerdi. Bir kuru temizleme dükkanları vardı. İlk zamanlar zorlansalarda eniştemin güzel taktiklerinden dolayı oldukça ünlüler, tanınmış kişiler müşterileri olmuştu.

İlk zamanlar İzel ile, yani kuzenimle, çok anlaşamazdık. Çünkü ben çok insan sevmezdim. Yeni tanıştığım kişilerle hemen haşır neşir olmazdım, mesafeliyim hep. O da biraz ön yargılı davranmıştı tabii.

Bir hışımla yatakta oturur pozisyona geldim. Daha fazla böyle kalırsam uyuyacaktım. Ardından oturma odasına doğru ilerledim. Derya hâlâ çizgi film izliyordu. Salona bir göz attığımda yüzümü buruşturdum. Deniz'in ve Derya'nın oyuncakları, kıyafetler, bezler... Yani her yer her yerdeydi.

"Deniz kalk hadi ,oyuncaklarını topla." diyerek etraftaki kıyafetleri toplama koyuldum. "Sadece benim oyuncaklarım değil onlar, Deniz'in de oyuncakları var." dedi gözlerini televizyondan ayırmadan. "Deniz şu an burada değil, burada olsa bile o bebek. Nasıl toplayabilir." dedim.

"Bana ne yaa." diye mızmızlanmaya başladığında sinirle ayağımı yere vurdum. Derince nefes aldım, sinirlenmemeliydim. O bir çocuktu. Gerçi bende bir zamanlar çocuktum. Onun sahip olduğu imkanların yüzde birine bile sahip değildim bir zamanlar. Elimdeki kıyafetleri kenara koydum.

Yere, onun tam karşısına eğildim ve oturdum. Gözlerinin içine baktım. "Derya bak kardeşim. Annemiz doğum yaptı. Ona yardım etmeliyiz. Sadece doğum yaptığı için değil, her zaman yardım etmeliyiz. Büyüyoruz sorumluluklarımız artıyor. Deniz, şu an değil ama büyüdüğünde o da kendi kıyafetlerini, oyuncaklarını toplayacak. Ama şimdi değil, çünkü o bir bebek. Ve gördüğün üzere ev çok dağınık. Çok yorgunum. Ve evin toplanması gerek. Senden ricam. Birlikte hemen evi toplayalım." diyerek sustum.

Gözlerimin içine baktı. "Haklısın abla, üzgünüm bir an şey oldu. Neyse hadi kalk toplayalım." diyerek ayağa kalktı.

Tebessüm ettim. Bir an kendimi hatırladım. Kendi çocukluğumu. Kimse beni dinlemezdi. Kimse beni takmazdı. Kimse beni ciddiye almazdı. Bunun eksikliğini çok hissetmiştim. Onun için kendime ve bir söz vermiştim. Ailem gibi olmayacaktım. Tüm çabam kardeşlerim içindi. Ne sevginin, ne saygının, ne de mutluluğun eksikliğini hissedeceklerdi; ne de şiddetle, üzüntüyle, korkuyla, büyüyeceklerdi.

Yerimden kalkıp kıyafetleri elime aldım ve Derya ile eve toplamaya başladık. Ne kadar geçti bilmiyorum ama zilin çalmasıyla kapıya ilerledim. Kapı deliğinden bakıp kapıyı açtım. İzel içeri girip bana sarıldı. "Naber bebek." diyerek kalçama vurdu. Ve içeri doğru ilerledi. Ben de kapıyı kapatıp "Hoş geldin." dedim. "Hoş buldum." diyerek hemen görüş açısına giren Derya'yı sırtına attı.

Derya küçük çığlığlıklar atarak inmeye çalışıyordu. "Yaa İzel ablaa indir beniii." İzel kendisiyle birlikte kucağına aldığı Derya ile hızla kendi etrafında dönmeye başladı. Derya onu kurtarmam için yalvarırken onlara gülümseyerek "Dikkatli ol İzeell." dedim ve odama ilerledim. Odamın kapısını açıp dolaba yöneldim. Ne giysem diye düşünmeye başladığımda içeride çığlık ve gülüşler geliyordu.

Dizlerimin biraz üstünde biten siyah bir tayt giyip üstüne açık mavi tişört giydim ve saçlarımı güzelce taradım. Normalde kısa ya da dar şeyler giyemezdim, kilolu biri olduğum için sanki herkes bana bakıp benle dalga geçecekmiş gibi hissederdim. Ama bu aralar kendimi sevmeye ve kendime vakit ayırmaya çalışıyorum ve bu bir nebze de olsa işe yarıyordu. Ve hava aşırı sıcaktı bunalmak istemezdim.

Saçlarımı nasıl bağlasam diye düşünürken İzel geldi yanıma. "Gel hadi balık sırtı öreyim." dedi sanki aklımı okumuşcasına. Yatağa dizlerinin üstünde oturdu. Ben de hemen önüne, yatağın ucuna doğru oturdum. Saçlarımı iki yandan güzelce balık sırtı ördü ve siyah lastik tokalarla bağladı.

Teşekkür ederek odamın karşı çaprazındaki banyoya girdim, kapıyı kapadım. İhtiyacımı giderip ellerimi yıkamaya koyuldum. Aynada kendime baktım. Ergenlikten ve stresten dolayı oluşmuş sivilceler, sivilce izleri belirgin yüz tüylerim, burnudaki siyah noktalar, Deniz'in tırnaklarıyla çizdiği küçük çizgiler ve daha niceleri. Bunlar olağan şeylerdi ve fazla takılmadan suyu kapatıp ellerimi havluyla kuruladım.

Çıkmadan önce derin bir nefes aldım ve gülümsemeye çalıştım. Son zamanlarda hiç gülemiyordum, hep ağlıyodum. Özellikle psikoloğa giderken. Psikoloğa giderken ufak ufak göz dolmaları metrodayken başlıyordu. Gerginlikten mi yoksa anlatacaklarımın yükünden mi bilmiyordum. Maske ve şapka takıp gittiğim için kimse fark etmiyordu zaten.

Dört aydır psikoloğa gidiyordum. Ben hariç kimse bilmiyordu. Özel psikoloğa verecek param olmadığı için devlet hastanesinde bulunan psikoloğa gidiyordum. Psikolog Nisa Çınar. Canım Nisan hocam. Bu dört ayda bile bana çok şey katmıştı.

Deli olduğum için değil çevremdeki anlayışsız ve asıl psikoloğa gitmesi gerekipte gitmeyen insanlardan dolayı böyleydim. Yani ailem. Aile demek ne kadar doğru olur tartışılır çünkü annem ve baba bana hiçbir zaman bir aile olduğumuzu hissettirememişlerdi. Ne zaman kardeşlerim doğdu o zaman bir şeyler değişmeye başlamıştı. Ama benim için artık çok geçti. Bunu kabullenmek zor olmamış-

"Çık ulan artık! Naptın tuvaletin deliğine mi düştün. İtfaiye çağırayım mı." İzel kapıya tıklayıp ufak bir isyanda bulunmuştu. Gülen maskemi yüzüme takıp kapıyı açarak çıktım.

Annemim ördüğü siyah, küçük, telefonumun boyutunda olan dikdörtgen çantamın için kartımı ve anahtarımı koyup oturma odasına ilerledim. İzel ve Derya ikisi de hazır bir şekilde koltukta oturmuş muhabbet ediyorlardı.

Evden çıktık. Derya'yı annemin yanına bırakıp oradan markete doğru yol aldık. Çekirdek kolayapmayı düşünüyorduk. Bu devirde yapılabilecek aktivite çok yoktu artık. Malum ekonomi...

Reyondan çekirdeği alıp içeceklerin yanına ilerledik, o sırada İzel'in telefonu çalmaya başlamıştı. "Efendim anam?" diyerek karşı tarafı dinledi. "Gülüm dükkandan çıkmadan söyleseydin ya." dedi ve gözlerini devirdi. Telefonda aniden yükselen teyzemin sesiyle "Tamam anam, tamam hayatım, tamam. Geliyoruz Daila'yla." dedi ve telefonu kapadı.

"Kuzen, teslim etmemiz gereken bir tane takım elbise varmış. Şimdi mi alalım yoksa dönüşte mi alalım bunları?" diyerek elimdekileri gösterdi. "Alalım ya, bir daha git gel olmasın." dedim ben de. Kasaya geçip aldıklarımızı yanımda getirdiğim poşete koydum ve ücreti ödeyip çıktık marketten.

Teyzemlerin kuru temizleme dükkanları vardı. Temizlemeyi, ütüsünü yaparlardı ve istenilen saatte, tarihte teslim ederlerdi. Kimi zaman da müşteri alırdı. Arada sırada da biz yardım ederdik. Benim için sıkıntı değildi ama İzel bu konuda çok şikayet ederdi. Hem bizi çalıştırıyorlar hem de para vermiyorlar diye yakınırdı.

Benim için sıkıntı değildi. Seviyordum teyzem ve eniştemi. Zaten sevmesem kimse bana yaptıramazdı.

Teyzemlerin iş yerine doğru yürümeye başladık. Bizim ev ve onların evinin ortasındaydı iş yerleri. Biraz yokuş çıkmamız gerekiyordu bu benim için yorucuydu çünkü gün içinde çok hareketli olmadığım için vücudum hantallaşmıştı, iki adım atınca hemen yoruluyordum. Acil spora başlamam ve yediklerime dikkat etmem, sağlıklı bir hayata başlamam gerekiyordu. Bu ne kadar mümkündü bilemiyordum çünkü Deniz doğduktan sonra annemle birlikte uyku düzenimiz tamamen bozulmuştu.

Babam mı? O tamamen çocuk yapma kısmındaydı, gerisinde ne olmuş ne bitmiş çok umrunda değildi. Bir de uykusu da ağırdı, eve gelir yemek yer uyurdu sonra sabah işe giderdi.

Bu döngü son birkaç aydır böyleydi. Normalde işsiz, kahvede yatan kalkan tiplerdendi. En son annem ufak (!)bir patlama yaşamış babamın üstüne yürümüş ve biraz(!) bağırıp çağırmıştım. O zamandan sonra işe girmiş eve ekmek getirmeye başlamıştı. Aldığı para çok yetmediği için ben de çalışıyordum. Hem çalışıp hem de tekrar üniversite sınavına hazırlanmak zordu ama bir şwkilde idare ediyordum.

İş yerine geldiğimizde kapıyı açıp içeri girdik. Kapıyı açarken kapının üstüne asılmış zil, ses çıkararak teyzemlerden önce bizi karşılamıştı.

Ayak üstü muhabbet edip teslim edilmesi gereken takım elbiseyi alarak çıktık. Teyzemlerin oturduğu yerdeydi ev. Teyzemler b blok, takımın sahibi d blokta oturuyordu.

D blok, kat 6, daire no 24.

Adres buydu Allah'tan çok uzak bir yer değildi. Saat beşe geliyordu. Biran önce şunu teslim edip parka gidip oturmak istiyordum. Çünkü vakit çok çabuk geçiyordu.

Site kapısına geldiğimizde "Nabıyon Sedat Abi?" diye sordu İzel güvenlik görevlisine. "İyidir gari." dedi ege ağzıyla. "Hadi kolay geliveesin." dedi İzel Sedat Abi'nin ağzına uyum sağlayarak.

İçeri girip d bloğa doğru yol aldık. "Teslim edeceğimiz kişinin adı Baran Kaya. D blok 6. kat daire 24." dedi. "Hayırlısıyla teslim edelim şunu. Sonra direk parka." diye ekledi ve elini omzuma atmıştı. Ama ben ondan uzun olduğum için zorlanmıştı. Sırıtarak elini indirdim ve elimi omzuna attım. Ona dönerek göz kırptım. "Ov bebeğim." diyerek sapıkca bir bakış attı. Ben de göz devirip bina kapısını açtım. Asansöre binip altıncı katı tuşladım.

Asansör durunca indik ve sola dönüp üstünde 24 yazan kapının ziline bastık. Bekledik, bekledik ve bekledik. Kimse açmayınca bu sefer elim kapıya gitti. Tam kapıyı tıklatırken kapının açık olduğunu fark ettim. "Kapı açık?" dedim İzel'e dönerek. "Allah Allah." diyerek mırıldandı ve kapıya vurdu birkaç kez. Yine Bekledik ama kimse almamıştı.

Ben de kapıyı hafif araladım ve içeriye bakmamaya özen göstererek. "Merhaba? Biz takım elbisenizi getirmiştik. Kimse var mı acaba?" diye seslendim. "Kimse var mı?" diyerek seslendi İzel de. Evde olduklarını söylemişti teyzem halbuki.

"Üff başlayacağım şimdi ha. Kardeşim evde yoksan haber versene." diye söylendi İzel. Kapıyı tamamen açtım. Tam karşıda portmanto vardı. Sağ ayağımı içeri atıp parmak ucunda durmaya çalışarak portmantoya uzandım. Takım elbiseyi askısı ve kılıfı ile birlikte astım. Sesli bir nefes verdim ve elimi destek aldığım kapı kokunda çektim. Tam geri çekilirken içeriden bir şeyin kırılma sesi geldi.

Siktir hırsız mı girmişti eve? Hem de bu saatte? Evde biri vardı madem neden kimse bize cevap vermemişti?

Kafamı İzel'e çevirdim "Ananı. Evde hırsız mı var lan? Ama bu saatte ne işi olurdu hırsızın?" diye fısıldadı aklımı okumuşcasına.

İki seçenek vardı; hiçbir şey olmamış gibi davranıp gidecektik ya da içeri girip bakacaktık.

"Hadi içeri girelim." diye fısıldadı İzel. "Siktir et, boş ver." dedim ve asansöre doğru ilerlemeye başladım ama İzel kolumdan tutup engelledi beni. "Ya biri ölüyorsa içeride? Tabi hırsız da olabilir ama kimse ses vermedi ve kapı açık ardından da ses geldi içeriden. Ya biri kalp krizi geçiriyorsa? Bir bakalım ha?" diye söyledi ve gözlerimin içine baktı. Oflayark kapıyı tekrar araladım. Ve ayakkabılarımızı çıkarttık. Ses çıkarmadan ilerlemeye başladık. El ele tutuştuk.

Önce salona ardından da mutfağa baktık. Ama kimse yoktu. En son koridorda kalan odalar vardı. Koridora doğru ilerledik. Sol tarafta bir kapı vardı. ''Kimse var mı?'' diye seslendim, kapıyı açtım. Tuvaletti ve kimse yoktu.

Sağ tarafta kalan kapıya doğru ilerledik. Kafamı İzel'e çevirip gözlerinin içine baktım. Hadi devam edelim dercesine kafasını salladı. Kapının kulpunu tuttum ve yavaşça araladım. ''Kimse var-'' kapıyı açtığımda asla beklemediğim bir görsel vardı karşımda.

Siktir. Kalp krizinden biri ölmüyordu ama biri intihardan ölecekti. "Hih. Ananı sikiyim." diyerek elini ağzına götürdü İzel.

Tavana asılmış bir ip. İpin ucunda biri. Bir erkek. Yana doğru devrilmiş sandalye. Yerde parçalanmış çerçeve.

Bu bir intihardı. Ya da intihar girişimiydi.

Hemen, hiç tereddüt dahi etmeden harekete geçtim ve içeri girdim. Yerde parçalanmış bir telefon vardı. Telefonu es geçerek ayakları yere değmeyen bedenin yanına gittim ve devrilmiş olan sandalyeyi düzelterek üstüne çıktım. "İzel ambulansı ara." diye seslendim. İzel ambulansı ararken ben de sandalyeye çıktım ve bedenini yukarı kaldırmaya çalıştım. Ama çok ağırdı ya da ben çok güçsüzüm.

İzel yanıma geldi ve ayaklarını tutup bana destek olmaya çalıştı. Bir yandan da telefonu ve omuzu arasında sıkıştırdığı telefonla konuşuyordu. İzel yukarı doğru hafif kaldırınca ben de hemen boynundaki ipi çıkardım. İpten kurtulan boyun öne, omzuma doğru düştü ve artık bedeni taşıyan bir ip olmadığından bedeni düşmesin diye sıkıca tuttum ve yere indirmeye çalıştım. İzel bir eliyle telefonu hoparlöre aldı ve yan taraftaki masanın üstüne koyarak bana yardımına devam etti.

"Tamamdır vermiş olduğunuz adrese biz bir ekip yolladık. Lütfen telefonu hatta kalın, kapatmayın." dedi telefonun ucundaki kadın. "Tamam." dedi İzel zorlandığı belli olan bir sesle. Ben omuzlarından İzel bacaklarından tutarak yavaşça indirmeye çalıştık. Sonunda sandalyeden düşmeden yavaşça bedeni yere koyduk.

Derin bir nefes aldım ve elimi boynuna doğru götürdüm. Lütfen Allah'ım, lütfen bir şey olmasın. Yaşıyor olsun.

Kendini umrsamayıp intihar eden biri için Allah'a dua etmem akıl kârı mı emil değilim.

"Yaşıyor, nabzı var." diyerek fısıldadım ve o ana kadar nefesimi tuttuğumu fark etmemiştim. İzel daha sesli bir şekilde söylediklerimi söyledi telefondaki kadına.

Her gün onlarca insan ölürken ve ölenlerin arkasından ağıtlar yakılıp ağlanırken bu sefer bunun olmamasına sevinmiştim.

Ama bir yandan da böyle bir girişimde bulunduğu için yerde yatan bedenin sahibine üzülmüştüm.

Ne sebep olmuştu ona. Kim? Ne? Neden? Niçin? Ne zaman beden sahibinin aklına düşmüştü bunu yapmak mesela.

Yüzüne baktım. Saçlarına.

Gözleri kapalı, kirpikleri özenle serpilmişti. Kumraldı saçları. Ama yüzü morarmaya başlamıştı. Gözyaşları kurumuş ve yanaklarına doğru hafif iz yapmıştı. Üst dudağı alt dudağına göre inceydi. Kemerli bir burnu vardı. Sağ elinin üstü kızarmış eklem kısımları soyulmuş ve hafifçe kan akmıştı. Duvara yumruk atmış olmalıydı.

Yüzünde hayatın onu nasıl yorduğunu ve ne kadar çaresiz olduğunu okuyabilmiştim. Zaten mutlu olan, umudunu kaybetmeyen biri böyle bir şeye yapmazdı. Ya da yapamazdı, yapmamak için bahaneler bulurdu.

Hiç kimse umudunu kaybetmez, mudunu kaybettiğini sandığı anda içindeki kıvılcımı alevlendirecek birini, kendini bulurdu ya da bir şey yaşardı. Ama yaşardı. Yeterki yaşasındı.

Gözüm, yerdeki parçalanmış camlara ve etrafa dağılmış parçalara kaydı. Ardından çerçeveye odaklandım. Fotoğrafta bir erkek ve bir kız vardı. Fotoğraftaki erkek, şu an yerde yatan bedene aitti. Kız ise güzeldi; sarıya çalan açık kahverengi gözleri, beyaz teni ve koyu kahve saçları vardı. Üzerinde çiçekli yeşil bir elbise bulunuyordu ve yanındakine doğru hafif dönmüş, bacak bacak üstüne atmıştı. Gülümsüyordu. İkisi birbirlerine sarılmıştı gülümsüyorlardı.

Oğlan sanki yaşama sebebiymiş gibi kıza aşkla bakıyordu. Kızsa kollarına oğlanın boynuna dolamış kameraya sırıtıyordu.

Ambulansın sesini duyunca İzel ayaklanıp odadan çıktı. Bense hâlâ yerdeki bedenin yanında dizlerimin üstünde çökmüş bir şekilde oturuyordum.

İçeri ambulans görevlileri girince ayağa kalkıp odadan çıktım ve odanın dışında olanları görebileceğim şekilde durdum. İlk müdahaleyi yapıp bedeni sedyeye aldılar ve odadan sedyeyle birlikte çıktılar.

...

Baran'dan-Yarım Saat Önce

"Annem ben yukarı komşuya çıkıp geliyorum." diyerek yanağıma öpücük bıraktı annem. Onu onaylarcasına ses çıkarıp kitabımı okumaya devam ettim. Yatağımdaydım, sırtımı yatak başlığına yaslamıştım, elimde kitap bir yandan kısıkla sesle müzik dinleyip bir yandan da kitap okuyordum.

Kapının kapanma sesini duyunca kitabın kapağını sertçe kapatıp sesli bir nefes verdim. Gözlerimi kapatıp kafamı yatak başlığına yasladım.

Hiç iyi değilim. Yaşamak çok önemli değildi artık. Hayat benim için o kadar anlamsızdı ki aklıma ölümden başka bir şey gelmiyordu son zamanlarda. Sürekli ölümü düşünüyordum.

Bu son zamanlarda o kadar çok artmıştı ki sürekli elim bir şeylere gidiyordu. Bıçaklara, haplara, iplere... Bazense çıkayım bir binanın tepesine, atayım kendimi aşağıya doğru diye düşünüyordum.

Elime neye atsam hep bir yerden birileri çıkıyordu. Tam hayatın bir anlamı kalmadı yaşamam için bir neden yok diyorum ve ardında harekete geçiyorum kardeşim sesleniyor, annem gülümsüyor, babam sırtımı sıvazlıyor. Sonra diyorum ki çok mu bencilim. Çok mu yüzsüzüm ailemi yüzüstü bırakacak kadar. Ailemi bensiz bırakacak kadar. Onca emek vermişlerdi. Beni, kardeşimi mutlu etmek için çalışmışlardı, çabalamışlardı, kendilerinden ödün vermişlerdi.

Ama bu en son olan olay bardağı taşıran son damla olmuştu. Artık dayanamıyorum. Tutunacak dalım kalmamıştı.

En son ipe karar kılmış ve tavana kanca asmıştım ipi asıp sözsüz, sessiz bir veda için. Ailem odama çok girmedikleri için fark etmemişlerdi kancayı. Bir haftanın sonunda ilk kez annem girmişti. O da zaten çok durmamış alnımdan öpüp komşuya gideceğini söylemişti.

Evde tektim. Babam işte, annem komşuda kardeşimse dışarıda oyun oynuyordu. Tam zamanıydı veda için. Ama... Ama bir şey engelliyordu beni, neydi bilmiyordum.

Telefonum titrediğinde elime aldım ve ekrana baktım. 'Annem' yazıyordu. Boğazımı temizleyerek telefonu açtım ve hoparlöre aldım. "Annem biz sohbete daldık teyzenle. Haber vereyim dedim. Geç gelirim ben." dedi. "Hı hı." konuşursam iyi olmadığımı anlar diye sadece mırıldanarak onu onaylamıştım.

Sesimden anlarlar diye konuşmamıştım; ne ironik ki, günlerce konuşmamış, gülmemiş ve düzgün yemek bile yememiştim ama yine de hiçbir şey anlamamışlardı. Ya ben iyi bir oyuncuydum ya da onlar bana hiç önem vermemişlerdi.

Sertçe yanımdaki duvara yumruk attım. Canım acımıştı ama beynimdeki ve kalbimdeki acıya kıyasla bu acı bir hiç gibiydi. Elime baktığımda, üstü kızarmış ve bazı yerleri soyulmuştu; soyulan kısımlardan hafifçe kan sızıyordu. Hızlı hızlı nefesler alıp veriyiyordum.

Elime telefonu alıp ekranı açtım. Bardağı taşıran son damlaya baktım. Onun gönderdiği fotoğrafa. Hiç mi acımamıştı canı, hiç mi düşünmemişti atarken bana bu fotoğrafı. Nasıl biri olduğumu, nasıl bir psikolojiye sahip olduğumu biliyordu.

Gözümden düşen damlaları fark ettim, ekranı ıslattığında. Erkekler ağlar mıydı? Ağlardı. Erkek ağlar mı bilmem ama gerçek bir adam ağlardı. İnsansa, ağlardı. Ve ben insandım. İnsanlığını koruyabilmiş bir adamdım.

Onun bana yaptıkları aklıma geldikçe ağlamalarım iyice şiddetlendi. Ellerim titremeye başladığında, dayanamayıp telefonu duvara fırlattım. Çığlıklarım hıçkırıklarımla karışınca, yüzümü sertçe yastığa gömdüm. Ne kadar sürdüğünü bilmiyordum ama nefessiz kaldığımı fark ettiğimde, yüzümü yastıktan kaldırdım.

Doğruldum ve ayağa kalktım. Çalışma masama gidip oturdum. Defteri alıp bir sayfa kopardım, ardından kalemi elime aldım ve içimden geçenleri yazmaya başladım.

Yazdım. Söyleyemediklerimi, dilimin ucuna gelen ve her seferinde yuttuğum şeyleri. Bu sefer söylemekten korkmadım. Yazmaktan. Akan gözyaşlarım bana bu acıları çektiren herkese acı, azap versin tek dileğim buydu. Gözyaşlarım sayfayı da ıslatmıştı. Bir sayfa yeterli değildi içimdekileri yazmak için ama daha fazla vaktim yoktu. Kimse gelmedin yapmalıydım bunu.

Bari bunu yaparken korkak olmamalıydım.

Ama aklıma sürekli anılar geliyordu: ailemle, arkadaşlarımla, onunla biriktirdiğim anılar. Bunları düşünürsem, bu işin içinden çıkamazdım. Bu yüzden, düşünmemeye çalıştım.

Yatağımın altına koyduğum ipi aldım. Kardeşime atlaması, oynaması ve mutlu olması için aldığım ip, şimdi benim bu hayattan göçüp gitmeme neden olacaktı. Sandalyeyi, ipin bağlı olduğu kancanın altına dikkatlice koydum ve üstüne çıktım. İpi sıkıca bağladım ve son kez derin bir nefes aldım. Bu nefes, hayatımı ne kadar daraltmışlardı bana.

"Affet beni, Allah'ım," diye fısıldadım. "Kendimi affedemedim, beni bu hale getirenleri de affedemedim. Ama sen beni affet, lütfen."

İpi boynuma geçirdim, gözlerimi kapadım ve sandalyeyi ayaklarımın altından ittim.

Gerisi, bir boşluktu, nefessizlikti ve ölümdü...

 

Bölüm hakkında düşünceleriniz?

İleride ki bölümlerde hangi sahneler görmek istersiniz?

Yıldıza basarak ve beni takip ederek destek olursanız çookk mutlu olurumm.

1509241824

Loading...
0%