Yeni Üyelik
3.
Bölüm

3. YENİ BAŞLANGIÇLAR

@elenorbae

 

‘’Hayat, her anı bir sahne, bizler ise oyuncuyuz.’’

 

 

Bölüm Şarkıları;
Ruhsuz- Novichok Xenephon, yunusext
Kayıp Şehir – Koray Avcu

 

Bölüm için araştırırken buldum bu şarkıları ve hepsi de çok güzeelll. Dinlemenizi tavsiye ediyorumm. Son sahne bana Kayıp Şehir’de arkada çalan melodi gibi hissettirdi.♡<•İyi okumalarr •>♡ Satır arası yorumlar yazmayı ve yıldıza basmayı unutmayın.😻

 

 

Birileri var mutlu olan. Birileri var ağlamaktan harap olan. Birileri var arafta kalan.

Aklımızın alamadığı kadar büyük ve farklı olan bu dünyada insanlar yaşıyorlardı; bazılarıysa yaşayamıyordu. Varlardı ama ruhları çoktan ölmüştü. Duyguları, hisleri vardı ama sahte olanından… Gülüp eğleniyorlar, kimi zaman da ağlıyorlardı. Ama tek fark, ruhsuzdular. Ruhları uçup gitmişti, bedenlerini terk etmişti. Ruhları kayıp bedenlerdi.

Ruhları kayıp bedenlere, ruhlarının geri dönmesi dileğiyle… Ben mi? Ben böyle iyiyim, ruhsuzum, mutsuzum, umutsuzum. Ama olur da bir gün ruhumu bana geri veren biriyle tanışırsam, ona, en çok ruhuna iyi geleceğim. Bu da kendime verdiğim bir söz olsun.

Genç adam merdivenlerden inip odaya gidene kadar bunları düşünmüştü ve kafasında bir şeyleri tartmıştı.

Odanın kapısını açıp içeri girdiğinde annesi, oturduğu koltuktan kalkıp endişeli gözlerle oğluna baktı. İçeri girip kapıyı kapadı genç; annesi ise harekete geçmiş ve ona yaklaşıp sıkı sıkı sarıldı. "Neredeydin? Neden geç kaldın? Bir şey mi oldu?" endişeyle sordu. Geri çekilip ellerini yüzüne koydu ve dolmuş gözlerle gözlerine baktı oğluna.

 

"Bir şey olmadı, hava aldım sadece," dedi genç. Koltuğa geri oturdu annesi, o da yatağa. "Haber versene, oğlum, endişelendik. Aç mısın peki?" dediğinde kapı açıldı. "Hayır, değilim." dedi genç. Kafalarını çevirip gelenlere baktılar; babası, kardeşi ve arkadaşları içeri girdi.

"Oğlum, neredesin sen ya? Seni arıyoruz. Tuvalete gideceğim dedin, gelmedin yarım saattir," dedi babası sinirli bir şekilde. Göz devirdi genç ve yatağının içine girip üstünü örttü, ardından yüzünü duvara dönüp gözlerini kapadı.

Tek kalması gerekiyordu. Düşünmesi, sakinleşmesi ve rahatlaması için. Odadaki herkesin varlığı bile onu geriyordu. "Abi, daha iyi misin?" diye sordu kardeşi. Sesini duyduğu an kafasını çevirdi ve yatağın yanına kadar gelmiş olan, merakla ve endişeyle kendisine bakan kardeşine baktı. Bir hışımla kolundan tuttu, kendine çekti ve yorganın altına soktu. Sarıldı sıkı sıkı. Odanın içinde neşeyle karışık küçük çığlık yankılandı.

Küçük kız, abisinin onu hatırlamasına ve sarılmasına mutlu olmuştu. Son zamanlarda abisini odasına ne girse ya uyuduğunu ya da bilgisayarla oynadığını görüyordu. Odasından pek çıkmıyordu abisi. Arkadaşlarıyla oynamaya çıktığı için ona küstüğünü düşünmüştü abisinin, hatta dışarı çağırmış ama kabul ettirememişti. Sanki onu görmemezlikten gelmeye çalışıyordu. Tek onu değil, annesini, babasını, arkadaşlarını, sevgilisini…

Sahi, Azra ablası neredeydi? Neden gelmemişti? Haberi mi yoktu, yoksa sevmiyor muydu abisini artık? Çok önceden annesiyle konuşurken, annesinin söylediği söz aklına geldi: 'Seven, sevdiğinin her anında yanında olur; önemli olan, kötü zamanında yanında olmaktır.’ Demişti.

Tam abisine Azra ablasının nerede olduğunu soracaktı ki, karnında hızla dolaşmaya başlayan ve kendisini gıdıklayan abisinin elleriyle sorusunu soramadı. Oda da tekrar neşeli çığlıkları duyulduğunda, odadakiler tebessüm ederek onları izledi.

Ebeveyn olmak, kolay bir iş değildi; hatta hayattaki en zor işlerden biriydi. Ne yazık ki, bu dünyada gerçekten iyi ebeveyn sayısı yok denecek kadar azdı. Anne olmak; çocuğunu aylarca karnında taşımak, doğurmak, emzirmek ve ömür boyu ona bakmak hiç de basit bir görev değildi. Baba olmak da öyle; maddi ve manevi destek olmak, çocuğuyla ilgilenmek ve ona her fırsatta destek vermek kolay değildi. Bu konuda daha birçok madde sıralanabilirdi.

Ancak ebeveynlerin unuttuğu bir gerçek vardı: Çocuklar sadece çocuktu. Patronuna, komşuna ya da eşine kızdığında, hıncını, nefretini ve öfkeni çıkarabileceğin bir şey değildi ve çocuğundan çıkarmak kolay bir tepkiydi. Dertlerin ve tasaların olduğunda, çocuğu üzmek, kırmak veya ona zarar vermek de maalesef bir alışkanlık haline gelebiliyordu.

Ebeveyn olanlar onlardı, ama neden çocuklar ailenin yükünü taşımak zorundaydı? Neden bütün dertleri ve tasaları çekmek zorundaydılar? Halbuki büyük olan, daha çok şey yaşamış olan onlardı. Peki, aileler neden çocuk gibi, çocuklar da neden bir ebeveyn gibi davranmak zorundaydı? Bu, bir zorunluluk muydu?

Çoğu anne baba, mükemmel ebeveyn olduklarını zanneder ve en ufak hatada çocuğun suçu olduğunu düşünürlerdi; asla suçu kendilerinde aramazlardı. Ancak bu odada, bazı şeylerin farkında olan ve söylediklerime ters düşen anne babalar vardı. Bu ebeveynler okumuş, kendi çabaları ve emekleriyle bir şeyler başarmışlardı. En önemlisi, insan kalabilmişlerdi. Çocuklarıyla ilgilenip, ellerinden geldiği kadar iyi birer ebeveyn olmaya çalışmışlardı. Fakat kaderde ne varsa, onu da yaşamak zorundaydı insan. Bir yeri yapayım derken, bir yeri unutmuş ya da eksik bırakmışlardı. Ne kadar emek verseler, ilgilenseler ve çabalasalar da, çocukları verilen hayatı istememiş; aksine hayatına son vermek istemişti.

Genç adamın annesi düşünüyordu. Neden bunu yapmıştı, ne sebep olmuştu buna? Aklına her türlü şey gelmişti ama bir türlü konduramamıştı oğluna. Kötü arkadaş çevresi dese, bütün arkadaşlarını tanıyordu; hepsi aklı başında olan çocuklardı ki zaten oğlu kendini kötü etkileyen kişilerle arkadaş olmazdı.

Kız arkadaşını düşündü; son bir buçuk senedir sevgiliydi oğluyla. O mu bir şey yapmıştı? Aldatmış mıydı yoksa terk mi etmişti? Öyle olsa bile oğlu intihar etmezdi, edemezdi, etmemeliydi. Sesli bir nefes verdi ve eliyle yüzünü sıvazladı.

Odada herkes suçluyordu kendisini. Fark etmemişlerdi genç adamın dönüştüğü kişiyi. Önceden hayattan zevk alan, elinden geldiği kadar sevdikleriyle vakit geçiren, gezen, ders çalışan biriydi. Şimdiyse okulunu dondurmuş, evden hatta odasından çıkmaz olmuştu. Aylarca spor yapıp sağlıklı beslenmişti ama artık kilo almış, fit vücudundan eser kalmamıştı.

Babası fark etmişti ama çok geç olmuştu her şey için. Son zamanlarda işinde oluşan pürüzlerden dolayı etrafta gergin ve bir o kadar da sinirli bir şekilde dolaşıyordu. Bunu ailesine yansıtmamak için çok fazla çaba sarf etmiş, bazı zamanlar eve iş getirmiş, bazı zamanlar da eve gelmemiş, iş yerinde uyumuştu ama bu süreçte oğluyla ilgilenmemişti. Her gün olmasa da muhakkak oturur konuşurlardı baba-oğul ama işlerinden dolayı çok dikkatini verememişti oğluna, ailesine.

Odaya giren doktor ile bütün düşünceler susmuş, bir kişi hariç, herkes doktora çevirmişti bakışlarını.

Dalia

Bir insan bir kötülük yapmıştı; bir nesil, hatta bütün insanlık bundan etkilenmişti. İlk kim, ne zaman başlattı bu döngüyü? Başlatmasaydı her şey daha güzel olurdu belki. Yoksa eninde sonunda o kötülüğü biri yapar mıydı? Bu döngü geç de olsa başlar mıydı?

Bu etkilenenlerin arasında annem ve babam da vardı, herkes gibi. Belki bu döngüyü kırabilirlerdi ama yapmamışlardı. Bunu kabul etmişlerdi. Nesiller boyu süren bu kötülükten etkilenmişlerdi ve sıra bize de gelmişti. Ama hayır, buna izin vermeyecektim. Bu döngüyü kıracaktım. Böyle olmalıydı, başka çaresi yoktu. Sağlıklı olmayan iki insandan sağlıklı çocuklar yetiştirmelerini bekleyemezdik.

Ben de çok sağlıklı değildim; malum, ilk çocuk olup iki sağlıksız ebeveyn olunca…

Gittikçe onlara benziyordum. Bu sefer olmayacaktı, kardeşlerim benim yaşadıklarımı yaşamayacaklardı, buna izin vermeyecektim. İyi bir insan, iyi bir abla, iyi bir arkadaş olacaktım.

Olduğum konumda böyle düşünmek bile komikti. Eve geldiğimde, annemle, evle ve kardeşlerimle ilgilenmiş, bir de yetmezmiş gibi babamın dertlerini ve sıkıntılarını çekmek zorunda kalmıştım. Önce eve gelip anneme bağırmıştı, bayıldığı için. Ardından da bana bağırarak, neden bu evle ilgilenmediğimle ilgili dakikalarca bağırıp çağırmıştı.

Evde nefes alamadığımı hissettiğimde, üstüme kapüşonlumu alıp bir hışımla evden çıkmış, İdil ile sürekli oturduğumuz merdivenlere doğru yol almıştım. Yol yokuştu ve ben her zaman bu kararımı sorgularken, yokuş çıkmaktan nefret ederim, şimdi kafamdaki düşünceler sayesinde bu sefer yol hızlı geçmişti. Kapüşonumun şapkasını geçirirken, merdivenin birkaç basamağını çıkıp rastgele bir yere oturdum. Bu sefer tektim. Gözlerimden akan yaşlarla düşünüyordum; hem de çok fazla düşünüyordum. Kafam allak bullak olmuştu.

Ağzımdan firar eden hıçkırıkla bacaklarımı kendime çekip sıkıca kollarımı sardım. Kafamı dizlerimin üzerine koymuş, yarınların varlığını unutarak hıçkıra hıçkıra ağlıyordum. Bir süre sonra gözyaşlarım azaldı, yüzümdeki izler kaldı. İç çekişlerim, sessiz sokakta yankılanıyordu; yalnızdım, sadece ben ve iç çekişlerim.

Hayır tek değildim, biri vardı. Arkamdan gelen adım sesleriyle irkildim ve oturduğum yerde daha dik oturdum. Kafamı çevirdiğimde, birkaç basamak yukarıda birinin ayakta dikildiğini gördüm. Görüş açımda yalnızca su mavisi, önü açık bir terlik vardı.

Ayaklar hareket etti ve yanıma kadar geldi. "Merhaba, yanlış anlamazsan oturabilir miyim?" dedi. Bir yerden tanıdık geliyordu bu ses ya da ağlamaktan, beynim akıp gitmişti ve ben algılarımı kaybetmiştim.

Kafamı kaldırdım; gri kapüşonunu benim gibi başına geçirmişti. Altında ise gri ve siyah bir eşofman vardı. Arkadan vuran sokak lambasının ışığıdan ötürü yüzünü tam seçemiyordum

Kafamı önüme çevirdim, kafamı olur dercesine salladım. Başka bir zaman olsa bir dakika dahi durmazdım ama şu anda çok da takılmıyordum buna. Ne yapardı, en fazla öldürürdü beni. Ama içimden bir ses, kötü bir şey yapmayacağını söylüyordu.

Oturduk. Birkaç dakika sessizce oturduk. "Eline ne oldu?" diye sordu ve sessizliği böldü. Elime çevirdim bakışlarımı.

Birkaç gün önce sokakta bir kediyi sevmiştim. Kedi de kendini sevdirmişti ama birden pati atarak elimdeki üstünü oldukça kötü bir şekilde çizmişti. Elimi suya tutup ardından kolonya dökmüştüm ama izi kalmıştı; derin bir yara bırakmıştı o. "Kedi," dedim sadece.

"Peki, gittin mi hastaneye?" kafamı iki yana salladım. "Bunun için mi?" diye mırıldandım.

‘’Evet,’’ elimi parmağı ile işaret ederek ‘’bunu için.’’ dedi. ‘‘Küçük bir çizik diyip geçmemelisin; eğer sokak kedisiyse, kuduz olabilirsin." dedi. ‘’Aşım var.’’ dedim bir hışımla. Böyle diyince bir an komik olmuştu. Önce gülümsedim, ardından bu gülümseme hafif kıkırtıya dönüştü. Onun da bana eşlik edişini duydum ama bir an, gülmek ağır gelmiş ve içime bir ağırlık çökmüştü. Yukarı kıvrılan dudaklarım bu sefer aşağıya doğru düşmüştü ve yanağımdan çeneme doğru gözyaşlarım tekrar akmaya başlamıştı. Kendimi kaybetmemek için derin bir nefes aldım, ama her nefesle birlikte içimdeki sıkıntı büyüyordu.

Ofladım ve kapüşonumun şapkasını iyice yüzüme doğru çektim. Yanımdaki kişinin bir an afalladığını, ardından gelen gülümsemesinin yavaş yavaş solduğunu hissettim. Boğazını temizleyip elini sırtıma koyduğunda, ben de kafamı dizlerimin üstüne koydum yeniden. "İyi değilsin, neyin var?" dedi sakin bir sesle. "Hayat zor, bir de buna ek olarak bu hayatı zorlaştıran insanlar var. Hangi biriyle başa çıkacağımı bilmiyorum artık," dedim iç çeke çeke.

Çamaşırı, bulaşığı, dersi, işi, annesi, babası, kardeşi, okulu… Of off. Mezuna kaldığım için en çok dersler geriyordu beni. Bazı zamanlar okumayıp bir işe gir, Dalia diyorum. Üniversiteye gitme, kardeşlerin var ve küçükler; hem annem tek başına ilgilenebilecek miydi? Baban kızıp bağırdığında ağlamamaları ve korkmamaları için yanlarında olmam gerekiyordu.

Gidersem eğer, üniversiteye başka bir şehirde okumak istiyordum çünkü burada yapamazdım. Hem ailemden hem de buradan bıkmıştım artık. Daha doğrusu düzgün çıkıp gezmediğim için sıkıcı geliyordu. Sürekli aynı yer, aynı insanlar, aynı yüzler... Ya da sadece kaçmak istiyordum.

"Bazen üç maymunu oynaman gerekirken, bazen de Heidi gibi davranmalısın. Bu dünya, yaşaman gereken hayattan çok bir tiyatro sahnesine benziyor. Ne kadar iyi bir oyuncu olduğunu yavaş yavaş anlıyorsun. Kimi zaman dünya yansa umurunda olmaz; kimi zaman en küçük kıvılcım için diken üstünde durursun. Ama ne rahatlığın ne de gerginliğin uzun sürer; her şeyin bir sonu vardır. Nihayetinde, her şeyin bir kapanış anı gelir." derin bir nefes aldı.

‘’Demem o ki, üzme kendini; hiçbir şey senden, kendinden önemli değil. Olmamalı. Bu dünyaya bir kez geleceksin ve bu hayatı, bu yaşlarını bir kez yaşayacaksın. O seni üzen insanlar zamanı geldiğinde hayatından çıkacak, eninde sonunda." dedi ve derin bir nefes verdi.

"Peki, sen?" dedim.

"Hı?" soruyu sormamı beklemiyormuş gibiydi.

"Senin için bu geçerli mi? Kendin için aynı şeyi yapıyor musun, hayatın için?" diye sordum, kafamı kaldırarak az ilerideki sokak lambasına ve onun oluşturduğu gölgelere baktım. Burnumu çekerken, "Şu ana kadar hayır, ama bundan sonra hayatımın en iyi oyuncusu olacağım. Sonuçta benden sadece bir tane var," dedi ve birkaç saniye süren gülüşü kulaklarıma çalındı.

"Ben de hayatımın en iyi oyuncusu olacağım. Yani en azından denerim. Bakalım kim en iyi olacak ve o ödülü alacak." Dedim, gülümseyerek ona döndüm.

O da kafasını çevirdi ve göz göze geldiğimizde, ikimizin yüzündeki tebessüm yavaşça solmaya başladı.

"Sen..."

"Sen..." İkimizin ağzından bu kelime, adeta bir nefes gibi sessizce döküldü.

Tam aynı anda konuşmuştuk ki; o sırada cebimdeki telefon çalmaya başladı. Hızla telefonu çıkarıp açtım

"Efendim, İdil?" dedim. "Dalia, neredesin?" sesi endişeyle doluydu. Ayağa kalktım ve onun da kalktığını hissettim.

"Oturuyorum. Ne oldu, sesin kötü geliyor?" diye sordum. Tam o anda, bir şeyin kırılma sesi kulağıma çarptı.

"Baban," dedi sadece. Tek bir kelime yetti; hızla merdivenlerden inmeye başladım. "Tamam, geliyorum," dedim ve telefonu kapattım. Son basamağa geldiğimde durdum; arkamı döndüm ve oturduğumuz yerde bu sefer ayakta duran kişiye baktım.

Boynunu ipten, ruhunu Azrail'den kurtardığım kişiye; hastanede çarpıştığım kişiye ve az önce sohbet ettiğim kişiye... Bana afallamış gözlerle bakıyordu. Bakışmamızı hızla kesip önüme döndüm, telefonu cebime koyarken, içimden bana kötü hissettiren her şeyi atmak istercesine, hızla hareket ettim ve koştum, sınırlarımı zorlayarak.

O gün, o akşam, genç kız koşarken, genç adam ayakta durdu, elleri iki yana sarkmış, afallamış gözlerle koşan kıza baktı. Genç kızın koşarken kapüşonu açılmıştı; özgürleşen saçları rüzgârda savruluyordu. Genç adam, hastanede çarpıştığı kıza bakarken, o gözden kaybolana kadar orada öylece durdu.

 

            ⏳

 

Bölüm hakkında düşünceleriniz?

İleride ki bölümlerde hangi sahneler görmek istersiniz?

Yıldıza basarak ve beni takip ederek destek olursanız çookk mutlu olurumm.

2409240104

 

Loading...
0%