@elenorbae
|
Kendi içinde kaybolmuş bir insanın tek kurtuluşu, başka bir insana tutunmaktır. Jean-Paul Sartre
Bölüm şarkıları: Sertap Erener O, YeRadiohead – Creep
4. BÖLÜM "KADER DİYELİM"
Eve gelene kadar yanımdan hızla ayrılan kızı düşünmüştüm. Yol boyunca aklımda dolanıp durmuştu. Kapıyı çaldım ve beklemeye başladım. Çok beklememe gerek kalmadan birkaç saniye sonra endişeli gözlerle bana bakarak kapıyı araladı annem. Endişeli olduğunu saklamaya çalışırcasına bir tebessümde bulundu hafifçe. "Hoş geldin oğlum." diyerek geçmem için çekildi. "Hoş buldum." dedim ve eğilerek terliğimi çıkarıp elime aldım ve içeri girdim. Terliği yerine koyarken annem de o sırada kapıyı kapamıştı. "Abicim." oturma odasına gireceğim sırada Adin hızla üstüme zıplayarak durdurmuştu beni. Ellerimi beline sararak düşmemesi için destek oldum ben de. "Aldın mı bana lolipop?" gözlerimin içine bakarak hevesle konuştu. Ağzımı aralayıp tam verecektim ki "Adin, abin hasta kızım, in bakayım kucağından." diyerek ayaklandı oturduğu koltuktan babam. Adin inmek için harekette bulunduğunda izin vermedim ve iyice sarıp sarmaladım kollarımla. "Önemli değil baba." Annem bileğimde asılı olan poşeti alarak mutfağa geçti. Ayaklanan babam da aynı şekilde takip etti annemi. "Aldım, ama bu aralar çok fazla şeker yemeye başladın. Gözümden kaçmadı." dedim ve kucağımdaki Adin ile birlikte yavaş adımlarla mutfağa girdim. "Sen beni görür müydün ya." şakasına söylediği sözlerin doğruluğuyla olduğum yerde kalakaldım. Birbirimizle sık sık atışır, laf sokmaya çalışırdık; aslında Adin, “laf sokma” adı altında bir şeyler söylerdi ve sonra bununla gururlanırdı. Şu an da öyle yaptığını düşünmüş olacak ki kıkırdayarak yanaklarımı tutuyor, yüzümle oynuyordu. Yüzünde, sanki büyük bir yarış kazanmış gibi bir sırıtış vardı. Babam ve annemin bakışları üzerimizde geziniyordu. Annem hafifçe boğazını temizleyerek, “Hadi sofraya,” diye mırıldandı. Kendime gelerek, “Doğru görememiştim ama bundan sonra göreceğim,” dedim ve gözlerimi kocaman açarak yüzümü Adin’in yüzüne yaklaştırdım. Adin, bu hareketim karşısında kafasını geriye atarak kahkaha attı. Onun bu neşesi, anı daha da keyifli hale getiriyordu. Yüzüme çarpan gerçekle ve bir yandan da Adin'in gülüşüyle yüzümde buruk bir tebessüm oluştu. Kucağımdan Adin'i indirerek masanın yanına geldik ve sandalyeleri çekerek hepimiz masaya oturduk. … Hızla anahtarla kapıyı açtım ve içeri girdim. Bağırış sesleri beklerken yalnızca ağlama sesiyle karşılaştım. Birkaç adım attım ve yerdeki cam kırıkları dikkatimi çekti. “ANNE! İDİL!” diye seslenerek oturma odasına doğru ilerledim. Odaya girdiğimde, koltukta oturan İzel'in kucağında ağlayan Deniz ve yanında oturan Derya’yı gördüm. Derya ile göz göze geldiğimde, ıslak gözlerini koluna sildi. İzel, Derya’nın koltuktan inmesine izin vermedi; her yeri kaplayan cam kırıkları yüzündendi. “Annem?” diye sordum, İzel “Yatak odasında,” dedi titreyen bir sesle. Yatak odasına doğru ilerledim, kapıyı açtım ve içeri girdim. Annem yerde oturuyordu; sırtını yatağa yaslamış, dizlerini çekmiş ve duvara boş gözlerle bakıyordu. Alışık olduğumdan hemen anlamıştım, sinir krizi geçirmişti. Ne kötü bir alışkanlık… Hemen yanına ilerledim ve karşısına oturdum. "Anne?" sakin ve sessiz bir sesle konuşarak bana bakmasını bekledim. Beklediğim gibi de olmuştu, aynı boş gözlerini bana çevirerek sessizce "Bıktım." diye mırıldandı. Gözlerimin dolduğunu hissettiğimde bunu belli etmemek için anneme hızla sarıldım. Bir elimle sırtın sıvazlarken diğer elimle de saçlarını okşamaya başladım. "Bıktım… Bıktım… Bıktım. Bıktım." Sesinin sonlarına doğru yükseldiğini duyuyordum. Hızlanan nefes alışverişleri ve hızlı hareket eden göğüs kafesiyle sinir krizinin dinmediğini anladım. “Bıktım. BIKTIM. BIKTIM! BIKTIM!” derken saçlarını çekiştirmeye başladığında, hemen ellerimle bileklerini kavradım. Bu durum dakikalarca sürdü; annem saçlarını çekiştirmeye çalıştı, ben de bileklerini tutarak kıymaya çalıştığı saçlarını öpmekten kendimi alıkoyamadım. Sonunda, onu yatağa taşıdım ve uyuyana kadar yanında bekledim. Sevdiği gibi saçlarıyla oynamıştım, daha hızlı uykuya dalabilmesi için. Oturma odasına girdiğimde, koltukta birlikte uyuyan Deniz ve Derya’yı gördüm. Derya, Deniz’e sıkı sıkı sarılmış, huzurlu bir şekilde uyuyorlardı. Evin içinde gram huzur yokken, onların bu sakinliği içimi bir nebze olsun rahatlattı. İzel, mutfaktan çıkarak yanıma geldi. Kafamı çevirdiğimde, yorgun ve uykulu gözlerle karşılaştım. “Geç otur. Dinlen biraz,” dedi. İzel’in yanına koltuğa oturdum, dirseklerimi dizlerime yaslayarak yüzümü avuçlarımın arasına aldım. Tebessüm ederek, “Ne kadar dinlensem geçer bunlar? Ne kadar uyusam geçer bütün bu acılar? Ne zaman geçer bu kâbus?” dedim, ellerimle yüzümü sıvazladım ve derin bir nefes aldım. Koltuktan kalkarak Derya’nın yanına ilerledim ve sakince kucağıma almak için harekete geçtim. Elleriyle hafifçe sırtına dokunduğumda irkildi ve ağlamaklı bir ses çıkardı. Ağlamaması ve uyanmaması için hemen kucağıma alıp sırtını sıvazladım. “Bir şey yok ablacım, ben buradayım, yanındayım. Her zaman,” diye mırıldandım ve kafasına öpücükler bıraktım. Onun bu huzursuz halini gördükçe, içim bir kor gibi yanıyordu. Ah be ablacım, ben sizin yanınızdayım da benim yanımda kimse yok... Derya ve Deniz’i annemin yanına yatırdıktan sonra, uyanmayacaklarından emin oldum. Ardından yavaşça kapıyı kapatıp odadan çıktım. Koridor boyunca yürürken, yalnızlığımın ağır baskısı içimi sardı. Ama yine de Derya ve Deniz’in huzurlu uykusunu düşündüm; belki de bu an, benim için de bir nefes alma fırsatıydı. Ben onlarla ilgilenirken, İzel evdeki dağınıklığı toplamıştı. İzel’in anlattığına göre, babam olacak o adam eve gelmiş ve her zamanki gibi saçma nedenlerden dolayı anneme esip gürlemişti. Annem de, en son dayanamayarak içinde biriken bütün nefreti ve öfkesiyle eline aldığı cam şişeyi babamın kafasında parçalamıştı. Şu an nerede, ne yapıyordu, düşünmek istemiyordum. İyi ki yapmış, hak etti demek istiyorum ama bunun günah olduğu aklıma geliyordu. Sonra babamın yaptıkları geliyor gözümün önüne. Ona günah değil miydi yani? Hayır, aksine en çok onun yaptıkları günahtı ama babam bunu pek de umursamıyordu. "Babam" demeye bile dilim varmıyordu; bu kelime bile içimdeki öfkeyi daha da büyütüyordu. O an, onun varlığının getirdiği karanlık düşüncelerle başa çıkmaya çalışıyordum, ama içimdeki çatışma dinmek bilmiyordu. Bütün bu olanlar, her şey, içimi yakarken, sadece Derya ve Deniz’in huzur dolu uykularını korumak istiyordum. Olan biteni kabullenmek zorundaymışım gibi hissediyordum ama değildim. Ve içimdeki kaygı, bir an olsun dinmiyordu. Dinebileceğini de düşünmüyordum. İzel, bakıştığı çocukla gelişmeler olunca hemen yanıma gelip yüz yüze konuşmak istemişti ama sadece istemekle kalmıştı. Eve geldiğinde karşılaştığı manzarayla ne yapacağını bilemediği açıktı. Çocuklarla mı ilgilensin yoksa annemle babamı mı ayırmaya çalışsın? Ben kavga ve gürültüye alışkındım ama İzel, bana kıyasla sakin ve güzel bir çocukluk geçirdiği için – ki ailesi de iyi insanlardı– bu durumlar ona çok korkutucu geliyordu. Gözlerindeki korku, onun bu karmaşık dünyadan ne kadar uzak olduğunu gösteriyordu. Korkunçtu da; kimse ne psikolojik ne de fiziksel şiddete, zorbalığa veya bu listeyi uzatabileceğim boktan şeylere maruz kalmamalıydı. Kimse de yaşatmamalıydı. “Keşke gitmeseydim evden. Keşke,” içli bir nefes alarak mırıldandım. Ev sessiz ve karanlıktı, ben ise koltukta oturan İzel’in bacağına uzanmıştım. Saçlarımla oynadığı için hafifçe uykum geliyordu. “Bilemezdin böyle olacağını. Sen gittin ben geldim,” dedi İzel. “Biliyor musun, o kadar alışmışım ki, alıştırmış ki o herif; anlıyorum ne zaman ne olacağını. Evden hiç çıkmak istemiyorum, onları tek bırakmak istemiyorum. Keşke bir imkân olsa da kendimi böyle beşe falan bölebilsem ya da kopyalayabilsem,” diye yanıtladım. Kısık gülüşü kulağıma ilişti; ben de sonra hafifçe gülümsedim. Yavaşça gevşemem, gülüşümün solması ve gözlerimin kapanması uykuya dalmaya yakın olduğumun habercisiydi. En son hatırladığım, İzel’in bana bir şeyler anlatması ama benim uykuya dayanamayarak çoktan kapanan gözlerimle derin bir uykuya dalmam oldu. Geçmeyeceğini bildiğim her şeyin üstünden bir hafta geçmesine rağmen annem, ruh gibi evde dolanıyordu. Evden çıkmıyor, Deniz’i emziriyor, yemek yapıyor ve arada bir evi topluyordu. Çalışmıyor olsaydı, sadece Deniz’i emzirir, tüm gün uyurdu ama bir yandan da kendini salmamaya çalışıyordu. Onun bu çabası, içindeki karmaşayı bastırmaya yönelik bir mücadele gibiydi; ama ben, evin sessizliğinde en başından berri kaybolmuş gibi hissetmeye devam ediyordum. İş yerinden izin alıp gitmeyecek ve bu günlerde annemin yanında duracaktım ama şartlar el vermiyordu. Sürekli izin alarak işi kaybetmek istemiyordum, çünkü bu işi zar zor bulmuştum. Derya’nın okulu, test kitapları ve eve alışveriş yapabilmek için paraya ihtiyaç vardı. Babam sadece kira ve faturaları öder, sonra kenara çekilirdi; geriye kalan parayla ne yaptığı ise belirsizdi. Hem sorumluluklarım hem de annemin durumu arasında sıkışıp kalmıştım. Evin kapısını açarak içeri girdim ve ardımdan kapadım. Anahtarı anahtarlığa koyup, ayakkabılarımı ayakkabılığa bıraktım. İş çıkışı evin ihtiyaçlarını ve biraz da abur cubur almıştım. “Ben geldim,” diyerek oturma odasından içeri girdim. Derya koltukta, sırtı bana dönük bir şekilde oturuyordu. Arkamı dönüp mutfağa gitmek için adım atmıştım ki burun çekmesiyle durdum. “Derya, ağlıyor musun balım?” Cevap vermeyince elimdeki poşeti yere koyarak yanına gittim. “Derya, ne oldu?” Hemen karşısına geçip önünde çöktüm, gözlerim vücudunda, kıyafetlerinde gezindi. Gözlerim parçalanmış dizinde durduğunda yüzümü buruşturdum. Elimi dizine doğru götürdüm ve parmaklarımı hafifçe etrafına değdirdim; içimde bir endişe belirmeye başladı. Yüzümü buruşturarak, “Ne oldu balım? Düştün mü? Biri mi itti yoksa?” diye hızlıca sorularımı sıraladım. O, ıslanmış ve hala yaşlar akan gözlerini bana çevirdi. “Mahallede bir tane çocuk var, sürekli uğraşıyordu benimle. Bugün de itti beni,” dedi. İçini çeke çeke anlatması içimi daha da parçaladı. Gözlerimin dolduğunu hissettiğimde derin bir nefes aldım ve gözlerimi hızla kırpıştırdım. “Devam et,” dedim. “Adı Eren. Benle çok uğraşıyor. İlk başta beni seviyor diye düşünmüştüm. Ama sonra dedim ki, seven sevdiğini üzer mi? Üzmez. Canını yakar mı? Yakmaz. Başlarda bir şey demiyordum ama sonra uyarmaya başladım, dinlemedi. Baktım durmuyor, dinlemiyor, ben de annesine söyledim bugün.” Derin bir nefes alarak devam etti, “Annesi ona kızdı. Sonra ben de annem çağırdığı için eve geliyordum. Sonra… Sonra işte itti beni.” Derya konuşurken ben de koltukta yanına oturmuş, gözlerinin içine bakarak dikkatlice dinlemiştim. İçimde bir kor yanıyordu; onun yaşadığı bu acıyı bir an önce dindirmek istiyordum. Kötü ebeveynlerin yetiştiremediği kötü çocukları sevmezdim, sevilecek gibi de değillerdi zaten. “Sonra ne oldu, Eren seni itince? Annem ne dedi?” diye sordum. “Annem kızdı, ‘Niye dikkat etmiyorsun, kıyafetini kirletmişsin’ dedi,” “Annem seni gördü ve sadece bunları mı dedi? Eren’i uyarmadı mı?” dedim, kaşlarımı çatarak. “Hıhı,” dedi kafasıyla onaylayarak. Bu durum karşısında daha da sinirlendim. Derya’yı kendime çekerek sıkıca sarıldım. Saçlarını öptüm ve derin bir nefes aldım. “Bütün bunlar… İyi şeyler değil. Çok kötü şeyler. Bunları yaşamış olman... Annemin tepkisi... Eren ile bir de ben konuşayım,” dedim kararlılıkla. İçimdeki kor, artık bir ateşe dönüşmüştü; bu durumu sonlandırmak için bir şeyler yapmalıydım. “Hayır, sana söylediğim için de ispiyoncu der iter beni,” dedi Derya. “İtmesine izin vermeyeceğim. Güzelce konuşacağım,” dedim, ona güven vermek istercesine. Kafasına öpücük kondurarak, “Aç mısın?” diye sordum. “Evet, hem de çoook,” dedi. Bir anda dizinin acısını ve olanları unutmuş gibi heyecanla konuşmaya başladı. İçimde bir sıcaklık vardı; onun gülümsemesi, tüm zor zamanların arasında bir nefes gibiydi. “Tamam, bir şeyler yiyelim, sonra baktırırız dizine,” dedim ve hızla Derya’yı kucağıma aldım. Yarası derin olduğu için sağlık ocağına gitmek daha iyi olurdu ama o kapalıydı şimdi. “İlk önce ellerimizi yıkayalım.” Derya’nın kıkırtıları eşliğinde banyoya gidip güzelce ellerimizi ve yüzümüzü yıkadık. Şimdiyse Derya televizyondan bir şeyler izlerken ben de tost hazırlıyordum. Annem ve Deniz yatak odasında yatıyorlardı. Uyandığında, Derya'nın anlattıkları hakkında onunla konuşacaktım. Nasıl sessiz kalabiliyordu, nasıl bir şey demiyordu, aklım almıyordu. Tostu hazırlamış ve Derya ile güzelce yemiştik, çizgi film izlerken. Şimdi otobüs parası vermemek için Derya’yı sırtıma almıştım ve hastane yoluna koyulmuştuk. “Abla, eğer ağırsam indir beni, belin ağrımasın,” dedi. “Ne ağırsın kızım, hafifsin; sen hatta yok gibisin,” dedim. “Ya abla, nasıl yok gibiyim, saçmalama!” kıkırdayarak söylenmişti. “Saç mallanmaz, taranır,” dedim. Gülmesi için komik bir espri yapmıştım, tabii espri denirse. İçimdeki kaygılar bir nebze olsun azalmıştı; onun gülüşü, karanlık günlerin arasında bir ışık gibiydi. “Iıyy abla ya, sus, sen konuşma lütfen,” dedi Derya. “Hih! Ablaya hiç öyle denir mi, günah,” dedim, kafamı iki yana sallayarak kınarcasına yan yan bakış attım. Konuşmasına izin vermeden ikimizin de söylemekten zevk aldığı şarkıyı söylemeye başladım. “Çekilin kardeşim peşimden. Bana ne hocam dünya işinden.” Devamını söylemesi için bekledim. “Ye, o ye,” diyerek devamını getirdi. “Dolduruşa gelmem, dolmuşa binmem. Ecinni gibiyim harikayım ben.” İkimiz de kahkahalarla gülerek şarkıyı söyledik. "Arabesk pop caz alaturka. Sırtımda yamalı bir hırka. Yırtık pırtık blue Jean. Haydi, gidelim parka." Bu kısmı birlikte ve iki kez söyledik. "Eteğim fırfır hayatım gır gır. Evde rahat yok her gün dırdır." diye devam etti. "Ye o ye." devamını getirdim ben de. Gülüşmelerimiz, şarkının ritmiyle birleşiyor ve gittikçe kararan yolun karanlık köşelerini aydınlatıyordu. Derya'nın sesi, tüm olumsuzlukların üstünde bir melodi gibiydi. Derya’nın neşesi, üzerimdeki yükü hafifletiyordu; bu an, tüm zorlukları bir nebze olsun unutturuyordu. İçimdeki kaygılar yerini huzura bırakmıştı. Derya sığınacığım bir liman gibiydi. İkimiz de bu anın tadını çıkarırken, hayatın getirdiği zorlukların biran olsun biraz geride kaldığını hissettim. Şarkılar söyleyerek, sohbet ederek hastaneye gelmiştik. Derya'nın pansumanını yaptırdıktan sonra odadan çıkmıştık. Şimdiyse Derya, sandalyesinde oturuyordu, ben de yemek için çikolata ve süt almak üzere kantinde sırada bekliyordum. Sıra bana geldiğinde ücreti ödeyerek arkamı döndüm. Derya'nın olduğu masaya doğru yöneldiğimde, yanında Derya ile hemen hemen aynı yaşlarda bir kız çocuğu olduğunu fark ettim. İkisi, neşeyle sohbet ediyorlardı. Yanlarına yaklaştığımda ikisi de beni fark etmiş ve susmuşlardı. “Merhaba,” dedim, kız çocuğuna bakarak. “Merhaba,” sessizce mırıldandı. Derya'nın yanına oturdum ve ellerimdekileri masaya bıraktım. “Ben Derya'nın ablası Dalia,” diyerek elimi uzattım. İlk tereddüt etse de o da elimi tutup salladı. “Ben de Derya'nın arkadaşı Adin,” dedi çekimser bir şekilde. “Mahalleden,” diye tamamladı Derya, gülümseyerek. Aldığım çikolata ve sütü Derya'nın önüne, kendiminkileri de Adin’in önüne doğru ittim. “Aa, öyle mi? Daha önce hiç görmemiştim seni,” dedim, saçımı tokadan kurtarıp omuzlarıma doğru dökülmesine izin vererek. “Şey, biz biraz üst tarafta oturduğumuz için Derya'nın yanına çok gelemiyorum.” Adin önündekilere dokunmazken, Derya tam tersi bir şekilde vahşice çikolatanın paketini açmış ve bir ısırık almıştı. “Yesene,” diyerek eliyle önündekileri işaret etti Derya, Adin’e. “Şey... Tamam,” dedi Adin, çekingen bir tavırla. Adin, paketi yavaşça açtı ve bir ısırık aldı. Ben de hemen önündeki sütü alıp, pipetini poşetinden ayırarak kutuya geçirdim. Sütü Adin'in önüne koyduğum sırada, Derya sütünü üstüne dökmuştü. Cebimdeki peçeteyi alıp sandalyeden kalktım ve kıyafetine doğru eğildim. Eğilmemle birlikte saçlarım aşağı doğru sarkmıştı, çok takılmadan lekeyi silmeye başladım. “Abla, çok özür dilerim,” dedi mahcup bir sesle. “Önemli değ-” derken, “Abi,” diye elini kaldırıp salladı Adin. Kafamı kaldırıp Derya'ya bakarak “Önemli değil, balım.” dedim. Tam o sırada yanımıza doğru yaklaşan adım seslerini duyduğumda, “Abi, bak bu Derya, bu da ablası Dalia.” diye heyecanla konuştu Adin. Yanımdaki sandalyenin çekildiğini duyduğumda, “Merhaba,” dedi Adin'in abisi. Peçeteyi Derya'nın tişörtünden çektim ve hafiften dikleşip abisine doğru döndüm. "Merhaba," dedim ben de. Abisi sandalyesini Adin’e doğru iterken, kafamı çevirdiğimde göz göze geldik. Kader miydi, tesadüf mü, bilmiyorum ama karşımda yine o vardı; hastanede çarpıştığım -bunun öncesi sonrası da vardı tabii- kişiye. “Sen,” dedim, inanamaz bir ifadeyle. O da bana öyle baktı ki, sanki bu karşılaşmayı hiç beklemiyor gibiydi. “Tesadüf,” gözlerimi kaçırıp mırıldandım. O hızla toparladı kendini ve “Bence kader diyelim,” diye yanıtladı. Böyle karşılaşmaları, onlar için tesadüf gibi gözükse de, kaderin onlar için ne yazdığını, ne planladığını bilmiyorlardı. Belki de hayat, onları bir araya getirmek için yollar arıyordu. Zamanla, bu karşılaşmaların sadece birer rastlantı olmadığını anlamaya başlayacaklardı. ⏳
Yıldıza basıp beni takip etmeyi unutmayınnn :’)) Bölüm hakkında düşünceleriniz nelerr? 2709241838 |
0% |