Yeni Üyelik
18.
Bölüm

18.Bölüm - Mesela Yani

@elif.kinik

 

 

 

"Öpsem dudaklarından

 

 

 

Döner misin zamanıma ?"

 

Rüzgar Kor’un anlatımıyla...

 

Parmaklarını klavyeden çektiğinde attığı mesajı tekrar okumadı. Yüzünde değil gözlerinde hayır dediği her şeye evet demek zorunda kalmış gibi bir ifade çöktü. Kara bulutlar misali aniden ama yavaş yavaş. Arda bana bir şeyler anlatıyordu ve ona odaklanmak zorunda kaldığım için gözlerimi kara bulutlarından çektim. Zaten onu izlediğimi fark etmeyecek kadar kaybolmuştu. Bakışlarım Arda’ya dönsede ruhumun ve aklımın sadece ondan ibaret olduğunu ve en çokta yanında olduğumu belli etmek için elini tuttum. Dudaklarımdan Arda’nın sorularına cevaplar dökülsede gözlerini elini tutuğum eline çevirdiğini daha sonra da başını kaldırıp doğrudan bana baktığını görmüştüm. Ve o da görmüştü çünkü okyanuslarına çöken bulutlar az da olsa dağılmış okyanusa güneş ışığı düşmüştü. Fakat biliyordum Güneş ışığının ulaşamadığı yerlerde karanlık her zaman hakim olacaktı. Ama hayat da devam edecekti. "Fyodor elçilikte şu an onun için yapacak bir şey yok. En küçük hamlemiz Türkiye ile Londra'nın hatta Fransa'nın karşı karşıya gelmesine sebep olur." Sözlerim ruhsuzdu. Arda’ya fazla değer veriyordum ama keşke daha sonra gelseydi demeden kendimi alamadım. Ömür’e sarılmaya ihtiyacım vardı. Okyanusu ona zarar verecekti. Kimse ona zarar veremezdi. "Sanki yan yanaymışız gibi." diyen Arda gülüp devam et dercesine başını salladı. Ne kadar çabuk bir plan hazırlarsam o kadar çabuk Ömür’e sarılabilecektim. Elim zaten elindeydi , yalnız hissetmiyordu. Bu yüzden devam ettim. "Bizim önceliğimiz Sebastian. Ortaya çıkıp kaybolması kıyamet alameti. Eğer bir hamle yaptıysa hemen arkasından ikincisini yapar. Ne bir gün nede birkaç saat bekleme gereği duymaz. Bir şeyler çevirdiğine eminim. Bu yer Sebastian ile ilgili bana ne verecek Arda ?" Ömür yüzme biliyordu ama yüzme bilip kendi sularında olması boğulmayacağı anlamına geşmezdi. O boğuluyordu hissediyordum ve okyanusa vuran güneş ışığı onun boğuluşunu aydınlatıyordu. "Keşke kesin bir şey söyleyebilsem Rüzgar ama bunu anca içeri girdiğimizde öğrenebiliriz." Arda’nın sözleri huzursuz ve kaybetme korkumu beslemişt , beni memnun etmemişti.

Memnun olmamamın yanında gerilmiştim ve Ömür bunu hissetmişti. Plan yapmak hiçbir zaman benlik bir şey olmamıştı. Reflekslerim ve zihnim normal birine göre daha hızlı çalışıyordu. Düşünür ve salisesinde harakete geçerdim. Ömür yanımda olduğu zamanda da onu korumak içinde olsa plan yapma gereği duymazdım. Çünkü o her zaman her olasılığı hesaplardı. Bu beni sorumsuz veya vurdum duymaz yapıyordu bazılarına göre ama aksine zihnim olayın içine girdiğinde tepki vermeden direk çözüm buluyordu. Onun düşünen zihni ve benim reflekslerim yıllarda birbirlerine bizim gibi bağlanmışlardı. Yadırgamıyor ve dışarda ki seslere kulak vermiyorduk. Yani en azından eskiden böyleydi.

Onun yokluğunu iliklerime kadar hissettiğim ilk an ensemdeki soğuk metali hissetiğim andı. Bana kıpırdamamamı söyleyen adama gülmüştüm. İstesem de kıpırdayamazdım. Elim kolum kilitlenmişti. Kalbim pompaladığı kanı geri kendine çekmişti. O adam değil enseme silahı dayamak yerinden çıkamaz , silahına davranamadan canını verirdi. Ama yoktu...Benim dik başlı sevdiğim yanımda yoktu. Poyraz ensemde ki silahı ortadan kaldırdığında o adamdan önce ben yere düşmüştüm. Ayaklarım bedenimi taşıyamamışti. Poyraz’ın korku dolu sesi hala kulaklarımdaydı. Bir şey oldu sanmıştı. Çok şey olmuştu ama anlatamamıştım. Ömür’ün yokluğunun beni benden ettiği ilk saniyelerdi.

O bir yerden çıkıp gelmeyecekti , gelemeyecekti. Çünkü elini bırakmıştım çünkü onu bırakmıştım.

Zihnim uyuşmuştu. Kalbim ne olduğunu anlayamamış boşluğa düşmüştü. Bedenim ilk kez karşılaştığı bu hastalıkla baş etmeyi bile denememiş ölümcül demişti. Haklıydı ölümcüldü. Ve o ölümcül hastalık birkaç gün sonra bana ilk yan etkisini göstermişti. Zihnim olasılık hesaplamak zorundaydı. Çünkü sevdiklerimi ve sevdiğimin sevdiği bedenimi korumaktan başka çarem yoktu. Ben kendimden geçmiştim ama Ömür beni izliyordu biliyordum. Başıma gelecek kötü bir şeyde duymak istemese de kulağına giderdi. Konuşamaz acı içinde kıvranırdı. İzin veremezdim bu yüzden kendime dikkat etmenin yollarını aradım. İlki de olasılıklardı. Her dakika düşünüp tehlikeleri hesaplamak , ortadan kaldırmaktı.

Ben değişmemiştim sadece bir emanete sahip çıkmıştım.

Ömrüm olan kadının sevdiği bedene ve ruha sahip çıkmıştım. Değişim bunun neresindeydi ? Değişseydim onunla göz göze geldğimiz ilk an zihnim susar mıydı ? Her şey aylar öncesine döner miydi ? Çevremdekilerin söylediklerinin aksine ben değişmedim.

"İçim rahat değil Arda." dediğimde Arda kaşlarını çattı "Aklında ne var Rüzgar ? İçini huzursuz eden şey ne ?" Kısa bir anlığa Ömür’e bakmıştı. "Daha fazlası var gibi geliyor Arda. Fyodor ile olan bağlarından daha farklı , daha büyük bir şey varmış gibi geliyor." Olasılık hseaplamakta berbat olabilirdim ama hislerimde yanılmazdım. Emindim başka bir şey vardı. Ve bir şeyden de emindim. Sevdam olan kadın bu olay hakkında ayrıntılı bilgiye sahipti. Bu durumu özlemiştim ona dair her şeyi özlediğim gibi.

"Fyodor dışında biriyle bağlantısı olduğunu mu düşünüyorsun ? Sebastian herkesin köpekliğini yapmaz." sadece Arda'nın yüzüne baktım ve kaşları hayretle havaya kalktı. "Evet , Fyodor'un neden yapsın ? Gücü olmayan , silinip gitmiş , kazandığı paranın çoğunu uyuşturucudan geldiği ve bu paranın da büyük bir kısmını başkalarına kaptırdığını düşünürsek , Sebastian böyle birine hizmet etmez Arda." Kısık bir nefes aldı ve o nefes bana çok şey anlattı. Konuşacaktı...İçinde bulunduğu karmaşadan her zaman yaptığını yaparak kurtulmaya çalışacaktı. Olasılık hesaplayıp plan kuracaktı. "Sebastian başka biri için çalışırken başka birine hizmet ediyormuş gibi yapacak biri de değil ,"diyerek dudaklarında ki mühürü kırdı. "Adam öldürmekte üzerine tanımayan , işkence çektirmekten zevk alan ve en önemlisi patronlarıyla işi bittikten sonra onları öldüren bir seri katil ,"güldü ve ona bakan gözlerime baktı. "Sebastian , Fyodor ile çalışıyor olamaz." Sessizce güldüm. Elim hala elinin üzerindeydi. Uzanıp avcumna ki telefonu aldım ve masanın üzerine koyduktan sonra parmaklarımı parmaklarından geçirdim.

Tekrardan Arda’ya baktım. "Fyodor canından korkan biridir. Sebastian ile çalışmayı geçtim , yanına bile yaklaşamaz. Dün toplantı salonunda aklıma gelmedi ama düşünmek için fazlaca zamanım olduğundan ," kollarımdan çıkıp sabah saatlerinde kaybolduğu andan bahsediyordum ve sesimdeki imayı anlamıştı , biliyordum." Yeni fark ettim. Bu işin arkasında başka bir şey olduğuna bu sebeple eminim."Arda'yı kardeşimi tanıyordum. Sormak istediği sorular vardı ama yuttu çünkü sözler dudaklarımdan dökülsede aklımda ve kalbimde dolaşan korları gördü. Dosyayı alıp telefonun yanına koydum. "Ben ne yapmalıyım ?" bizimle gelmeyeceğini biliyordu. Arda hiçbir zaman kurcalamazdı. Aksine sözlerime uyar iki eli kanda da olsa dediğimi yapardı. Böyle bir kardeşe sahip olduğum için her gün şükrediyordum. Kan bağımız olmasa da o son nefesime kadar kardeşim olacaktı.

Arda’ya cevap vereceğim esnada kalbim tekledi. Kısık bir nefes aldığımda Ömür’e bir şey yansıtmamak için büyük bir çaba sarf ettim. Elim elindeydi bedenim hafifçe bile kasılsa hissederdi. Ama başarmıştım anlamamıştı. Fakat gözlerinin içine baktığım kardeşimin yüzüne endişenin gölgesi düşmüştü. Sadece bakışlarımla onu uyardığımda kendini toparlamıştı. Fakat bu olmaması gereken bir şeydi. Ömür Arda’nın saliselik tepkisini yakalardı ama yakalayamamıştı. O an anlamıştım ben tekleyen kalbimi ondan saklamamıştım o cephenin tam ortasında kalmıştı. Dün geceye gitti zihnim. Odaya girdiğimde dudaklarımda tebesüm oluşmuştu. Duş almış ve oda onun şanpuanının kokusuyla dolmuştu. Yatağa veya banyoya bakma gereği duymadan direk balkona yönelmiştim. Öylece duruyordu. Kırız geçirdikten sonra düştüğü o boşluktaydı ve kollarıma aldığımda da o boşulktan kurtulamamıştı. Elimin yandığını hissetmiştim. Sırtında dolaşan parmakalrım yara izlerine denk geldiğinde tenim öyle bir yanmıştı ki sanki ölüyordum. Nereyi düzeltmem hayır nereyi iyileştirmem gerekiyordu ? Öpsem geçer miydi ? Sadece sarılsam ? Ya da ne isterse ? Ama hayır ne yaparsam yapayım o yaralar bedenine açıldığında yanında olmadığım gerçeğini değiştiremeyecekti.

Canına zarar geldiğini anladığımda yıkılmamıştım ama yarası toparlanırken yanında olmadığım gerçeğiyle baş edememiştim.

Olay bu kadar basit özetleniyordu ama canımın canını yakanların nerede olduğunu bile soramıyordum. Sorsam o buruk tebesüm toprağım olacaktı.

Tıpkı şimdi ne yapacağımı bilemediğim gibi dünde mantıklı düşünebilmek için çok çaba sarf etmiştim. Yanımda bir nefes kadar uzağımda şimdi o çaba sarf ediyordu. Duymayayım diye ama yapamazdı. Duyuyordum , ruhunda ki savaşı duyuyordum.

Arda kendini fazlalık gibi hisetmiş olacak ki bir an önce istediğini öğrenip gitmek için Ömür’e dönüp "Fuyodor'un diğer mekanına nasıl kestirmeden gidebilirim ? Londra'yı benden iyi biliyorsun." diye sordu. "Diğer mekanının yerini bildiğimi mi düşünüyorsun ?"Sevdam olan kadın ise bana savaşını yansıtmamak için direnmeye devam ederken dik başlılığı ile cevap vermişti. Dik başlılığına hayran ve aşıktım ama derimin bir kez daha yüzüldüğünü hissettim. Çünkü Ömür elini elimden çekti. Gidecekti...Önden gitmeseydi olmaz mıydı ?

Arda sanki tuhaf bir şey duymuş gibi boş bakıp yüzünü hafifçe buruşturdu. "Elbette biliyorsundur. Sen bizden her zaman önde olursun Alya ," Gitmesin , gitmemeliydi. "Bilmiyor musun ?" Arda’nın sesinde inanamazlık vardı. Bana bakıp teyid etme ihtiyacı duydu. Benim gözlerim ise okyanuslarındaydı. Çok şey anlattım. Gitme , gidersen deprem olacak ama duyamadı... Bana bakmadan Arda'nın yanından geçti. "Spring parkı orda ki patika en kestirmesi." odadan çıktığın da sanki dünya döndü.

Savaşlar sessiz olmazdı benim sesimi duyamazdı , duyamadı. Sorun değil sadece odadan çıktı diye fısıldayan yanımı dinleyemiyordum. Ne olursa olsun onun gidişini izleyemezdim. Attığı her adım kalbimi ağrıtıyordu. Sorun değil diyen yanım biraz daha yüksek konuşunca onu taklit ettim ama yalandı. Her şeye evetti ama gidişi kocaman bir hayırdı.

Söz verdin Ömür’üm. Bana bir kez daha gidişini izletme olur mu ? Bu sorun değil ama kalbim acıdı...

*

Evin eşiğinde korumaların arabamı garajdan çıkarışlarını izliyordum. Aslında sadece bekliyordum.Bagaja söylediklerimi yerleştirip kapattılar. Başka bir şey söyleyecek miyim diye bana döndüklerinde benim odağım asıl hedefini bulmuştu. Ömür yavaş adımlarla arabaya doğru ilerliyordu. Onu inceledim. Yarası kanıyordu ama hangisi ? Bedenini değil ruhunu inceledim ama anlayamadım. Düşünmek için çabaladım. Ne olmuş olabilirdi ? Az önce ki halinin üzerine yeni bir çaresizlik eklenmişti. Yine ve yeniden.

Kim ne istiyordu ondan ? Belki de bu soruya cevap aramamalıydım. Hayır , bu soruyu soramamalıydım. Ama sormak zorundaydım. Sormamalıydım çünkü cevabı hoşuma gitmeyecekti. Sormalıydım çünkü çaresizliğinden nefret ediyordum.

Ama sorunu cevabı çoktan bulunmuştu. Onun çaresizliğine , kaybolmuşluğuna yenisini ekleyen benim değer verdiğim sırtımı yasladığım kardeşimi emanet ettiğim adamdı. Devamını düşünmek istemedim çünkü bu yükü onun omuzlarından nasıl alacağımı bilmiyordum. Daha az önce onu teselli ettiğim yerden darbe almış olamazdı , olmamalıydı ama içten içe biliyordum tam da oradan darbe yemişti ve bu yaranın ne kanı dururdu ne de dikiş tutatrdı.

Ben avukattım ama bir hakim gibide düşünebiliyordum. Ve bu mahkemenin kararı verilmiş , kalemi kırılmıştı.

Hafifçe sendelediğinde korumalardan biri öne atılmıştı. Elimle onu durdurdum ve kenrara koyduğum montunu alıp yavaş adımlarla yanına yürümeye başladım. Kalbimin ritmi sendelediği an değişmişti ama bilerek yavaş adımlar atıyordum. Bahçede ki gözleri üzerindeydi ve herkesin ona bakmarken sendelemesi onun dilinde ben güçsüzüm demekle aynı anlama geliyordu. Güçsüz değildi , güçsüz olmanın tanımıda ki bir harf bile değildi ama onun alfabesinde güçsüzlük buydu. Ve sarsılan bedenini toparlaması için üzerindeki gözlerinin yok olması gerekiyordu. Attığım her adımla ona yaklaşırken bakışlarım sadece saniyelik .... gözlerine değdi. Bu kadardı artık ömrüm olana kadının üzerinde tek bir göz bile yoktu herkes kendi işine dönmüştü.

İstese bütün hekesi kör yapardım. İstese bütün dünyayı yakardım. İçinde kim olduğu umurumda olmazdı.Kötü biri değdlim , masum olanlara zarar vermezdim fakat bu da benim dünyamda ki masum olan tek canı hedef alacakları zamana kadardı. Ondan sonra kötü veya iyi diye nitelendirileceksem kötü olmayı seçiyordum. Kim olduğunu umursamaz o tetiğe basar öldürmez acı çekmesini sağlar ardından ateş onu yakarken yanan derisinin sesini dinlerdim.

Arkasında durduğumda omuzlarına kabanını koydum. Bedeni buz gibiydi soğuk havadan değil ruhunun soğuklugundandı. Ve ısındığını hissettim. Omuzlarında koyduğum kabandan değildi yanında olduğumu bir kez daha hissetmişti. Bir döngü vardı. Kendini çaresiz hissediyordu sonra elim elini buluyor çaresziliği dağılıyordu. Sonra bir kez daha aynısı yaşanıyordu. Ve bu arka arkaya tekrarlanmaya başladığında yeni bir çarezizlik doğuyordu. Sürekli aynı şeyleri düşünüp , yerinde saydığını hissettiriyordu oysa az önceki çaresizliğiyle şimdiki farklıydı. “Güzelim ,”dedim kabanı bedenine iyice sarıp kulağına fısıldadım “Kayıp mı oldun Ömür’üm ?” bedeni artık sıcaktı. Keşke hep kollarımda kalabilseydi onu korumamın tek yolu buydu.

"Hayır ,"dedi başını dikleştirip. Bana doğru döndüğünde bir adım gerilemek zorunda kaldım. “Aksine kendime geldim.” Dudağında ki gülümseme ona yabancıydı. Kendini kandırıyorsun diye mırıldanan iç sesim bile artık pes etmişti. Emin olmam gerekiyordu. Daha fazla kanıta ihtiytacım vardı. Yetmezdi ki bunlar. Emin olacaktım. Her açıdan emin olacaktım.

Arkasını dönüp yolcu koltuğuna oturdu. Oysa bilerek bu arabayı çıkarmalarını istemiştim. Nir nebze de olsa yüzü güler diye umut etmiştim. Hız yapmayı seviyordu. Ben araba kullanmayı sevmezdim onun için sevmiştim ama şimdi sürmek istemiyordu. İşe yaramamıştı , yüzünde ki yabancı gülümseme kaybolup kendi gibi gülememişti. Kimseye fark ettirmeden iç çektim , yere baktim. Sorun değildi , başaka bir şey deneyecektim. Zaman kaybetmeden sürücü koltuğuna geçtim.

Motoru çalıştırdığımda "Sürmek ister misin ?"dedim yumuşak bir sesle. Sürmek istediğini biliyordum. "Bu arabayı seviyorsun." Motorun sesi , yol hakimiyeti her şeyine bayılıyordu. "Hayır sen sür." dedikten sonra kemerini bağladı. Tamam sorun değildi. Dediğim gibi başka bir şey bulacaktım. Bunun işe yaramayacağını biliyordum ama yinede fark ettirmeden bir kez daha iç çektim.

Direksiyonu tek elimle çevirip arabayı kapıya doğru yönlendirdim. Dikiz aynasından arkama baktım. Arda evin önünde kollarını göğsünde toplamıştı , başıyla selam verdiğinde kornaya basıp arabaya gaz verdim. "Telefonun ve silahını yukarıda bıraktın ," dedim ve kendi silahımn yanına yerleştirdiğim silahını ona doğru uzattım. "Fyodor'un uyuşturucu ürettiğini bizde yeni öğrendik." Sesim tereddütlüyü ama bu teredütü de sadece o anlayabilirdi. "Kendini fazlasıyla geliştirmişsin Kor. Öyle ki artık benim önümdesin." Dedi rahatça.
Sözleri nadiren beni rahatsız ederdi , etmişti. Arabanın hızını istemsizce arttırdım. Yola odaklı kalmalıydım. Başka bir yol bulana kadar susmalıydım. Onun önünde değildim. Direksiyonu kırıp araçlara makas atarak geçtim. Motor sürmeyi severdim , ölüme sarılmak gibiydi. Araba sürmeyi sevmezdim , yanında ki için dikkatli olmaktı. Şimdi dikkat etmeliydim ama yavaş gidersem canım olanın bıçak kadar keskin sözleri derimi kesip kalbime ulaşacaktı. Ben dayanırdım da zihni toparlandığında kendi dayanamazdı. Bu yüzden hızlı gitmeyi seçtim.

Aramızda ki tek ses arabanın sesiyken başka bir ses daha duyuldu. Ceketimin iç çebinde ki telefonunu kolaylıkla alıp ona uzattım. Gözümü yoldan ayırmasamda telefonu alma amacının mesaja bakmak değilde uzattığım için olduğunu el haraketinden anlamıştım. Fakat daha sonra bir şey kararını değiştirdi ama ben yine de gözlerimi yoldan çekmedim. Bir şey saklıyordu ama kurcalamazdım. Demek ki bana anlatabileceği bir şey değildi belki de anlatacak zamanın içinde değildik. Bu konu kurcalamayacağım tek şey olacaktı. Çünkü yine biliyordum ki bunu kurcalamaya ne soy adım ne adım ne de sevdiği adam olmam yetmezdi. Ona güveniyordum ve bu konuda bir şey bilmesem de her daim ona destek olacaktım. İyi veya kötü benim için sadece Ömür önemliydi.

Yol kavisli bir hal almaya başladığın da plan yaptığını alnlamıştım. Alıp vermiş , düşünmüş ve karar vermişti.

 

 

Dikleşip torpidoyu açtı. Her zaman oraya onun için şarjör koyardım. İki tanenin yeterli olacağını karar vermiş olacak ki iki şarjör almakla yetindi. Boş atış yapmayacaktı çünkü uyuşturucu tahammül edebileceğimiz bir şey değildi.

Benim silahımın yedek şarjörlerinden de üç tane alıp kucağına koydu. "Fyodor ,"dediğinde araba viraja sert bir giriş yapmıştı "Onu oradan çıkarmak zor olacak." Arabadan bir an önce inmek istiyordum. Daralıyor bunalıyordum. Gerçekten de sevmiyordum. "Zor değil kendi ayağı ile gelecek." Sırtını kapıya yasladı. Normalde ona bakardım ama bakmadım. "Plan mı yaptın Kor ? Külleri misafir edecek mi bizi ?" Sözlerinin etkisiyle yüzüne baktım ama bir şey demedim. Susmam gerekiyordu , onun için. Kriz geçirecekti ve bu ondan önceki duraklardan biriydi. Knedine geldiğinde kendini suçlamasına izin vermeyecektim.

Aynı anda silahlarımıza davrandığımız da Fyodor'un bu yerin güvenliğini hat safhada tutuğunu fark etmiştik. Silahıma ait kucağında duran şarjörleri bana verdi. Bir tanesi ise bilerek kendine almıştı. "Arda'ya sormuştun ya ,"dedi arabayı durdurmak zorunda kaldığım da "Burası Sebastian hakkın da bana ne verecek diye ," motor bağırdı , öne atılmak için can attığını belli etti. "Sanırım ta kendisini."

**

Sebastian tam karşımızdaydı. Elleri cebinde dudağında gülümsemesi vardı. Yanında diz çökmüş ve ellerinde ki silahları bize çevirmiş iki kişi , sağ tarafta taşlı yolda duran dört kişi onların karşısında ki beş kişi de de ağır silah vardı. Motoru bir kez daha bağırttım. Araba öne atılmak için yalvarıyordu. İzin vermedim ve kontrolü elimde tutmaya devam ettim. Arabanın camı içeriyi göstermiyordu ama gözümü bile kırpmadan Sebastian'ın gözlerine bakıyordum. Zihnimde aynı sahne dönüp duruyordu. Emre’nin öylece yerde yattığı ve hiçbir şey yapamadığım. Kendimi suçlamadığım tamameen yalandı. Suçluyordum ve nefret ediyordum. Belki düşünseydim ya da hesaplasaydım Emre yaşıyor olabilirdi....Üzerime sinmiş barut ve daha kurumamış kan lekeleriyle çıkıp yanlarına gitmeseydim...Sebastıyan o an bizi takip etmeye başlamıştı eğer gitmeseydim bunlar yaşanmazdı.

Kendimi kandırıyordum. Emre ne olursa olsun o saatte o dakikada hayatını kaybedecekti ben ne yaparsam yapayım buna engel olamayacaktım. Ama olmuyordu , bastıramıyordum. Bastırmak için çaba da sarf etmiyordum. Onu öldürmek istiyordum ve öldürecektim. Bu işe son verecektim.

Sebastian ellerini cebinden çıkardığınd bir kez daha motoru bağırttırdım. Çekilme dedim sakın yolumdan çekilme ve bunu anladı. Sebastian sesli güldü ve arkasını dönüp ilerlemeye başladı. Dudağım keyifle kıvrıldı. Bu sahneyi defalarca yaşamıştık. Oyun oynuyorduk. Sonunda bir tarafın öleceği eğlenceli bir oyun.

Silahımı bacağımın üzerine koyduğumda Ömür gözlerini üzerimden çekti ve hızlıca hedefleri süzdü. Vitesi hızlıca kırdığımda (?) araba öne doğru atıldı. Sağ tarafımızda kalan adamlar yola doğru bir şey fırlattı.

Parlayan ve sivri uçları ola dikenli tel göz kırpt. Bende ona gülümsedim ve gaza biraz daha bastım. Sebastıyan’ın bu hamlesi kılasikti ve bekliyordum ama onlar beklemiyorlardı. Bu adamlar ya onun adamları değildi ya da ruh hastası öylesine birileerini tutup öldürmemi bekleyerek kendini memnun ediyordu.

Silahlarını ateşleseler de arabanın zırhına saplanan kurşunlar durmayacağımızı anlatmıştı. Önümden çekildiklerinde bu durumdan zerre memnun olmamıştım. Kim olduklarıyla ilgilenmiyordum Sebastıyan’ın yanında bir salise bile durdularsa ölmek zorundalardı.

Arabayı hızla dikenlerin üzerinden geçirdim. Tekerlekler tümsekte geçiyormuş gibi sekmekle yetindiler. Bu da onlar için ikinci bir şoktu. Direksiyonu kırdığımda tekerlekler kaymış araç kendi ekseninde yarım tür dönmüştü. Döndüğü esnada ise ikimizde kemerleri açmış silahları hazır konuma getirmiştik. Arabanın önü Sebastian'ın adamlarına doğru döndüğünde aynı anda kapıları açıp dışarı çıktık. Silahları kapının üzerinden adamlara çevirdiğimiz de ellerinde ki ağır silahların zekaya karşı hiçbir hükmü olmadığı anlamışlardı. Ama artık çok geçti. Çünkü bu alanda nefes alan sadece ben ve Ömür kalmıştık.

Sırf Sebastıyan mutlu olmasın diye adamları öldürmesem mi diye çok kısa bir düşünce geçmişti aklımdan ama değmezdi. Böyle bir riske gerek yoktu. Ömür yanımdaydı kestirmeden gitmek ve o yolda önüme çıkan herkesin ölmesi gerekiyordu. Ömür’e fark ettirmeden onu korumamın tek yolu buydu. Eğer farkına varırsa kendini güçsüz görecekti. Fark ettirmeden ve yavaş yavaş en iyisi buydu. Gölgesi olmaya razıydım.

"Hala seviyor musun ?"dediğimde bakışlarım arabanın kaportasında ki delikteydi. Aracın zırhı ağır hasar denmese de hasar almıştı. Gözlerime bakarak "Evet ," dedi "Yine de seviyorum," Tek kaşım havaya kalktı. Beklemiyor değildim sadece bu kırız geçirmenin eşiğinde yapacağı bir şey değildi. Arasını döndüğünde ölümlerin arasında gülümsedim. Hala direniyordu. Her şeye rağmen masum olan teş şey Ömür’dü.

"Gidelim." Dedi ve yine önüme geçip yürümeye başladı. Karşısına kimse çıkamazdı çıkan olursa durduracaktı. Attığı adımlar bunu bağırıyordu ama arkasında bıraktığı adımları sakince takip eden ben onu iyileştirmek için hayır onu şimdiki zamana yanıma döndürüp tekrardan yanında olduğuma inandırmak için ne yapması gerektiğini düşünüyordu. Az konuşuyordum , onun yanında susmazken. Ve çok düşünüyordum onun yanında düşünmezken.

Ve iç sesim sürekli aynı şeyleri söylüyordu. ‘Onun yanında ölmeyi bekleyen yan karakter gibisin.

Bunu o kadar çok tekrar ediyordu ki sussa da duyuyordum. Ömür Londra'ya geldiğinde bu cümle kitaplığımın ilk rafına eklenmişti. Hayır geldiğinde değil onunla ilk kez uzunca konuştuğumuzda. Blac'in cenazesine giderken arabada. O güldüğünde o sese cevap verip 'Onun hikayesinin baş karakteri benim ve , ' Diyebiliyor ve ekleyebiliyordum 'Bas karakter ölürse hikaye biter.'

Ama şimdi onun savaşını durdurmak için düşünürken kendimle ilgilenmek saçma ve zaman kaybıydı. Zor bir gün geçiriyordu , günler...Gülümsemesine ve yanında olduğuma inanmasın bundan sonra yanında kalacağıma inanmasın ihtiyacım vardı.

Ama biliyordum ki bu kolay olmayacaktı. Çünkü ne kadar sevse de sevsem de araya giren zaman onun kalbini yıpratmisti. Yanlız kalmıştı. Suçlamıyorum diyen dudakları ve mühür vurulmuş kalbi savaşamıyordu. Bu savaş asla baslayamiyordu çünkü başlarsa bana zarar geleceğinden korkuyordu. Ama bu savaşa bu gün başlatmak ve bitirmek zorundaydım.

Bir şeyden emin olmak zorundaydım. Emin olduğumda anlayacaktim ; bu onun tercihi değildi. Ve o zaman sessizce arkasında durmayacaktim. Ömrüm olan kadın tek savasmayacaktı ama önce savaşının kime karşı olduğundan emin olmalıydım.

Kendine mi yoksa kendine mi ?

Beni izlediğini hissettim. Önlem için sırtım ona dönüktü. Arkayı kontrol ederek onu takip ediyordum. Baikaç adım daha attıkatn sonrad uraksadı ve ayakkabısının ucuyla yeri kazdı. Yana kayarak neye baktığına baktım. Şeffaf poşeti gördüğümde daha fazla bakma gereği duymadım. Uyuşturucu olduğunu anlamak için dahi olmaya gerek yoktu. “Malları yüklüyorlar ,”dedim duyduğumuz yüksek sese karşı. Sanki görebilecekmiş gibi ağaçlara baktım.

"Arkadan girelim ,"dedi "Zaten dışarı çıkamayacaklar." Yolu takip etmek yerine baktığım yere ağaçların arasına yöneldi. Attığı her adımı takip ettim. Nereye basarsa aynı yere bastım. Buraya daha önce gelmiş olabiilirdi , belkide bu sabah buraya gelmişti. Bilemiyordum ama ormanda rahatça dolaşması hoşuma gitmiyordu. Çünkü ben ormanda rahatça dolaşan hiç kimseyi sevmezdim. Bir kıvılcıma bakardı. Burada savunmasızdım. Ateşten veya yanmaktan korktuğum için değil , ben yanmazdım ama neyle karşılaşacağını bilmeden güzel diye ormana girenler ya zarar vermiş koca asırları yakmış ya da koca asrılar yanarken onları yakmıştı. Fakat Ömür yanmaktan korkmuyordu , korkmazdı. Bu emin ve yolu bilen adımlarının sebebi buraya daha önce geldiğinden miydi yoksa gelmediğinden mi ? Beni tedirgin edip savunmasız bırakan onun emin oluşu muydu yoksa emin olmak içi verdiği çaba mı ?

Ormanları sevmezdim , saklanacak çok yer vardı ve saklanacak hiçbir yer yoktu.

Depo veya fabrika görüş alanımıza girdiğinde hissettiğim hareketlik ile sırtımızı ağaca yasladık. "Diğerlerini ne yapacağız ? İçeri de hepimizi zengin edecek mal var." Ömür ile göz göze geldik. " Alex mi özendin ? Gözümüzün önünde herif kurşuna dizdi ," Sebastyan..."Sorgulama dediğini yapalım." demiş ve başıyla yürü diye işaret etmişti. Diğer adam bu sözlerinden memnun olmasa da önden yürüyüp deponun arka kapısına ilerledi. Diğeri ise onun gidişini izlerken arka cebinden çıkardığı şeffaf poşete bakıp güldü ve cebine geri sokup arkasından depoya girdi.

Ömür ile tekrar göz göze geldiğimizde aynı anda silahları çıkarıp susturucuları takmış ve sesiz adımlarla ikisinin girdiği arka kapıya ilerlemiştik. Elimi kapıya koyduğumda kapının yanına geçmişti. Aniden kapıyı çekip açtığımda silahının namlusununu içeriye çevirdi ama beklenenin aksine içeride kimse yoktu. İçeriye girip sağ tarafa doğru döndüğünde bende arkasından girip sol tarafa döndüm. "Burayı boş bırakmaları normal değil ,"diye mırıldandım ve silahımı indirdim. Ömür ise sadece yere çevirdi. "Az önce gördüğümüz adamlar fazla rahatlardı." Sesli düşünüyordum. Susmak ve içimden düşünmem gerekirdi ama o yanımdayken sessiz kalmak gerçekten de zordu. Konuşmak ve daha çok konuşmak istiyordum. Konu ne olursa olsun bunu bastırmak çok zordu. Sebastyan’ın burayı boş bırakma sebebi hakkında tahminim vardı ve bunu da söylemek istedim. O benden daha iyi plan yapardı belki yardımı dokunur diye dudaklarımı aralamıştım ama "Sebastian ,"diyip bir yere sapmadan düz ilerlerken "Onu bulursak sorulara gerek kalmaz , direk cevabı buluruz , gidelim. " demişti. Konuşmasamda olurdu. Sorun değildi belli ki o çoktan planı yapmıştı. Bu iyi bir şeydi. Ben sonra da konuşurdum.

Ömür’üm her şeyin en doğrusunu bilirdi.

Zaten burası boş laflar yapacağımız bir yer değildi. Evde değildik o yanımdaydı ama birazdan kurşunlar üzerimize yağabilirdi. Boş konuşmak fayda etmezdi. Ama söyleyeceklerin boş değildi Rüzgar. Tehlike sezdiğinde anlık düşünürsün ve düşündün. Konuşmalıydın Kor. Hayır , susmalıydım ve susmuştum. Ben dahil herkes susacaktı ve sadece o konuşacaktı. Çünkü benim sezdiğimi o benden de önce sezmişti , biliyordum.

Arkasından etrafa bakarak yürüdüm , bakmasam da olurdu o zaten bakıyordu. Duvra baktı ve yürümeye devam etti. Hafif kaşlarım çatıldı. O an başka bir gerçek yüzüme çarptı. Ömür’ün tehlike tanımı sadece insanlardı. Ama tehlike sadece insanlardan gelmezdi. Boş gözlerle baktığı duvarda ki resim de bir tehlikeydi. Diğer elinde silahı olduğu ve boşta ki elinde de dikiş olduğu için nazikçe bileiğin tutum. O dikkat etmese de benim kalbim elinde ki yara da atıyordu.

Bileğini tuttuğumda elini kendine çekmişti. Bu beklediğim bir şey değildi. Elim boşluğa düştüğünde kendimi uçurumdan düşer gibi hissettim ama sonu okyanustu. Yan durup yüzüme baktığında o saniyeler sanki ağır çekimde gerçekleşmişti. Bileğini sanki bir şeyi saklamak istercesine ortugunde zihnim kendini yine düşünürken buldu. O bileğinde iki bileklik vardı. Biri kelepçeye benzeyen diğeri ise benim verdiğimidi. Benim verdiğim bilekliğe bakışını gördüğümde orada olduğunu unuttuğunu anladım. Öyle biri olsa bakışlarını anlayamazdı çünkü düz bakıyordu. Tek duygu barındırmadan ama ben anlıyordum. Nasıl anlamayacaktım ? Teni tenime , sesi sesime , kalbi kalbime mühürlü olan kadını nasıl anlamayacaktım ?

Yutkunduğunda bakışlarım yüzünü buldu ve bu sahne yaşanmamış gibi duvarı işaret ettim. Başka çarem yoktu. Üzülürdü , üzülmemeliydi. "Bu simgeyi daha önce gördün mü ?" dedim gözleri gözlerinden kopmakta zorlandı.

Kaşları hafifçe çatılırken bir adım attı. Duvara dokunmak için elini uzattığın da duyduğumuz adım sesleriyle duvarın arkasına saklandık. Diz çöktüğümüzde adım sesleri çoğaldı. Sesleri dinledi. Adımların ağırlıkları ve adımların birbirlerini karıştıkları her saliseyi. Kaç kişi olduklarını bulmak benim için çocuk oyuncağıydı ve burada çocuk ben olmasam da oyuncak onlardı. "Sebastian'ı duydunuz dikkatli olun. O ikisi buraya gelirlerse canlı çıkamayacaklar !" Bizi öldürmek isteyen ilk kişiler değillerdi çok umursamadım ama cümlede dikkatimi çeken başka bir şey vardı. Sebastıyan onlara haber vermemişti. Az önce ki karşılaşmamızdan sadece orada ki adamların haberi vardı ve onlarda ölmüştü. "Kameraları da kontrol edin fabrikaya gelen tek bir yol var. Oraya yaklaştıkları an haberim olsun ," kısık bir sesle güldüm "Hadi !" adımlar arka arkaya uzaklaştı. Bir , iki , üç...ikisi hala buradaydı. Sesler kesildiğinde duvarın birkaç adım uzağında iki kişinin soluklarını duydum , her zaman ki gibi yanılmamıştım. Büyük bir sessizlik hakimdi ve sessizliği bölen tek şey adamlardan birinin üzerinde ki metallerin birbirlerine çarpmasıydı.

Ömür ile bir kez daha bakışlarımız buluştuğunda önden ilerledim. Solda ki adama yöneldim muhtemelen emiri veren buydu çünkü diğer adama kıyasla daha dik ve bir adım kadan önde duruyordu. Tam arkalarına geçtiğimizde yakmak için can atan bedenime inat elimle ağzını kapattığ boynuna silahı yaslayıp tetiğe bastım. Kollarıma düşen adamı hızlıca duvarın araksına çektim. Ömür’ün yanına döndüğümde ayaklarının önünde yatan diğer adamıda duvarın araksına götürdüm. “Harika ,”dedi yerdeki kan izlerine bakarak “Şimdi kimse anlamayacak.”dudağım kıvrıldı. Göz kırptığımda burnundan güldü.

"Bunlar Fyodor'un adamları ,"dedim yanına gidip yanağına sıçrayan kanı parmağımla sildim "Sebastian burada olduğumuzu onlara söylememiştir ," Devam etmemi bekledi , bu beni mutlu etmişti. "Bizi oyalamaya veya zaman kazanmaya çalışmıyor. Dediğin gibi 'Sebastian başka biri için çalışırken başka birine hizmet ediyormuş gibi yapacak biri değil.' Fyodor yolun sonunda gördüğü ışığı kimin tuttuğuna bakma gereği duymamış. Bu da onun bedeli. Sebastian , patronuyla işi bittiğinde onu öldürür çünkü kimse ona emir veremez. Fyodor ona emir verecek konumda değildi ama yine de prensip sebebiyle adamlarını öldürüyor ,"kaşlarım hafifçe çatıldı "Bize , öldürtüyor. Amacı bu. Ama bir parça sürekli eksik kalıyor ," ona baktım "Fyodor'un bu oyunda yeri ne ? Ve-"

"Sebastian'ın bir sonra ki kurbanı şu an ki patronu kim ?" Kısa bir sessizlik oldu. Hesaplıyordu ve bu beni daha da mutlu etti. En azından şimdideydi. Kısa süreceğini hissetsemde , şimdideydi. Tekrardan yürümeye başladığında burnuma ağır bir koku ilişmişti. Ömür’de kokuya yönelmişti etrafı inceleyerk arkasından ilerledim. Bulunduğumuz yer deponun veya fabrikanın arka girişiydi ve doğrudan ön tarafa bağlanıyordu. Fakat sol tarafta bir koridor sağ tarafta üst tarafa çıkan merdivenler vardı. Merdivenler demirdi o yüzden üst katı incelemeyi herkesi temizledikten sonra bakmayı düşündüm. Ömür’de benim gibi düşünmüş olacak ki direk sol tarafta ki koridora yönelmişti.

Koridorun sonundan gelen sesler odada bizi bekleyen misafirler olduğunun habercisiydi. Aniden durup bileğimi tuttu. "Pas geçebiliriz ,"dediğinde kast ettiğini anlamadım "Sebastian bu gidişle kaçacak. Çok zaman kaybettik.” Bütün bedenimin gevşediğini hissettim. Kendimi sıktığımı fark bile etmemiştim ama onun gözleri kendi gibi bakmaya başladığında okyanusum durulmuştu. Fakat bir şeyler yolunda gitmiyordu. Bileğimi tutan eli kasılmıştı ardından gevşemişti. "İçerdekiler Fyodor'un adamları. Belki de sadece bir avuç adamı kaldı. Onları ortadan kaldırmak Fyodor'a darbe vurmak demek ," sesimi duyduğunda kasılan eli gevşemişti "Güzelim ,"dedim gözlerimde ki okyanusa ait olan ateş gülümsedi "Bu gün Fyodor'u bitirelim."

"Acele edin ! Üçüncü kamyon çıkmak üzere !"koşuşturma sesleri bağırışlarla karışıyordu. Kapının diğer yanına hızlıca geçtiğimde Ömür dizlerinin üzerine çökmüştü. Dinlemeye başladım ve birkaç saniye sonra dudaklarımı sessizce oynattım. "On iki." Üzerime düşen görevi yapmıştım. Asıl dikkatimi çekene baktım. Dizleri ve eli...Tıpkı bileğinde ki bileklik gibi bunu da unutmuştu ama ben unutamazdım. Teninde ki her kesiğin acısı bendeydi. Sızlıyor , yanıyor ve kanıyordu. Dizi sızlıyor , eli kanıyor , kalbi yanıyordu. Yaralarını ona tekrardan hatırlatan bakışlarım etkili olmuş , ayağa kalkmıştı.

Yetersizlik hissi kalbimin kasılmasına sebep oldu. Aksiyete gibiydi. Aniden , sebebpsizce , hatta mutluyken gelip içime oturuyordu. Asla olmayacak , düzelmeyecek ve asla bitmeyecek...Bunu burada bu konumdayken hatırlamam yersizdi ama bir gün Poyraz’a söylemiştim. Ve bana tek bir cümle kurmuştu. “Bir kitanın aynı satırlarında kalmışsın.” Sessiz kalmıştım ama çok şey anlamıştım. Fakat bu yetmemişti. Yetememişti tıpkı benim gibi.

Bu sefer o beni ana döndürdü. Ve bunu da bilmeyerek yaptı. Benim andan koptuğumu fark etmemişti zaten edemezdi. Onsuz geçirdiğim ayların bana kattığı şeylerden biri de buydu. Gözlerim bile aynı bakardı ama ruhum çoktan kopmuştu.

Kıpırdanıp silahını daha sıkı kavradığında bunu işaret olarak almıştım. Aynı anda yerimizden çıkkıp tetiğie basmıştık. Kurşun yuvadan çıktığı an tek arzuladığım dökülecek kanlar ve belkide yanacak bedenlerdi. Çocuk gibi davranma faslının sonuna gelmiştik. Kapıya yakın olan iki beden geriye doğru savrulup yere yığıldığında ilk bulduğumuz yerin arkasına siper almıştık. Hızlı toparlanmaları kısa sürede olsa Sebastıyan ile beraber çalıştıklarının kanıtıydı. Ömür’ü kotrol ettim. Çatık kaşlarına rağmen hafifçe kıvrık olan dudağı her şeyin yolunda olduğunu söylüyordu. Bu yüzden bende beni mutlu edecek şeyi yapmak için harakete geçtim.

Saklanbaç ışıkta oynanmazdı. Karanlıkta saklananlar saklanmazdı gölgelere sarılır saklandıklarını sanırlardı ama gelen ufak ışık gölgeyi yok eder bedeni sobelerdi. Saklanbaç ışıkta oynanırdı. Işıkta saklananları bulabilmek marifetti. Bulunamayanlar ise....onlar asla bulunamadılar.

Sağı solu ve önü kapalıydı. Kendine saklanacak güzel yer bulmuştu. Atışıda gayet iyiydi ama çok yanlış kişiye sıkıyordu. İki kez daha tetiğe bastıktan sonra tekrar sper aldı. Şarjör değişikliği yapacağı esnada durdu ve silahında ki gözleri yavaşça bana doğrı döndü. “Siktir.”dediğinde dudağım kıvrıldı. “Bence de.”yakın mesafeden ateş ettiğim için kurşun hızla başına saplanmış kan arkasında ki dolaba sıçramıştı. Çaprazında kalan adam buraya doğru döndüğünde gözlerimi yerde anlından kan akan adamdan çekmeden silahı oraya doğrulttum ve ıskalamayacağıma emin tetiğie bastım. Kurşun boynuna isabet etmişti. Tamda istediğim gibi önce dizlerinin üzerine düştü daha sonra gözleri bile kapanmadan yüz üstü yere yığıldı. İç çektim. Kan kokuyordu , güzeldi. Ona dokunacak her şeyin ölümü güzeldi.

Tıpkı onu vurabilmek umuduyla yerini değiştirip benzin dolu varilin arkasına saklanan Fyodor’un baş koruması gibi. Ömür varilin arkasına saklanmadan yerinden çıkmıştı ama adam çoktan varilin arkasına saklanmıştı. Aptaldı. Ömür burada olmadığımı bilse o varili havaya üçururdu. Adamı yakar ve bunu izlerdi. Zaten hangi aklı başında bir varilin arkasına saklanırdı ? Harakete geçip oraya doğru ilerledim. Biz vurmazdık ama bu aptallar bizi vurmaya çalışırken birbirlerini vurabilirlerdi. Ve varilin orda ki üstün zekalı şerefsizi biz sanabilirlerdi. Yeterince eğitimli değillerdi ve her saniye ölenlerle birlikte sitrese giriyor ölüme yaklaştıklarını hissediyorlardı.Hoşuma gidiyordu.

Duvrada ki derme çatma pencereden üzerime düşen ışık iç çekmeme sebep olurken gözlerini kısıp elini gözüne siper eden adamın arkasından yaklaşıp bir saniyeden kısa sürede boynunu kırıp kenara ittirdim. Bilerek saklanmadım ve bana bakan okyanuslara göz kırptım ardından iki adım gerileyip tekrardan görüş alanından çıkıp varilin arkasında ki adama yöneldim. Bununla beraber üç kişi kalmıştı. Varillerin yanına yaklaştığımda diz çöküp silahımı belime koydum. O sıra Ömür’ün deponun ortasında ki derme çatma etrafı brandalarla kaplı odanın içine girdiğini gördüm. Kaşlraım çatıldı ve içimde ki ses beni uyardı. Bir şeyler yolunda gitmiyordu. Çünkü varilin arkasına saklanan adam burada değildi. Diğer ikisinin birbirleriyle konuşmalarını duydum. Nerede olduğumuzu , nereye saklandığımızı birbirlerine sorup panik hallerini saklamaya bizi korkutmaya çalışıyorlardı. Ama sadece iki bedenden gelen ses vardı. Üçüncüsü hiç bir yerde yoktu. Sabrımın bittiği nokta tam da burasıydı. Göremediğim biri tehdit demekti. Duyamadığım biri ömrüm olana yaklaşıyor olabilirdi.

Yanacaktı. Çığlık atacaktı. Müzik niyetine dinleyecek , gülümseyecektim.

Oyun oynamak istiyordu ama saklanbaçta bulunamayan bendim. İki adam ecellerine doğru ağır adımlarla geliyorlardı. Onları umursamadım etrafı Ömür gibi dinlemeye başladım. Adım sesleri ikisine aitti , fısıltılar onlardan geliyordu. Ama bir ses onlardan gelmiyordu. Bir şey dökülüyordu. Gözlerimi yerden kaldırıp bir salise bile beklemeden ayağa kalktım. Elim çoktan silahı kavramış ve bana doğru dönmüş dehşete kapılmış iki bedene doğru iki el ateş ettim. Bakma gereği duymadım ve hızlı adımlarla sese doğru ilerledim. Dökülme sesine bir gümbürtü eşlik etti. Bir şey devrilmişti. Burnuma ilişen koku benzindi ve düşen şey ise varildi. Odanın arka tarafına geldiğimde bir kurşun yuvasıondan çıkmıştı. Reflekse sırtımı duvara yasladım. “İzle Kor ! Sevgilinin yanışını izle !” çakmağın sesini duydum. “Akıllı biri olduğunu sanardım ! Onu saklamalıydın ! Şimdi herkes kalbinin peşine düşecek ! Nerede görülmüş bir insanın kalbini dışarıda taşıdığı !? Bunun bedeli ölümü olur Kor ! Bu da sana ders olsun !” Yerde ki cam parçasından onu görebiliyordum. Çakmağı elinden bıraktığı an yerimden çıkıp tetiği çektim. Acı içinde gerilemiş sırt üstü yere düşmüştü. Yanıan ilerleyip vurduğum bacağına ayağımla bastım. “Ölme.”dedim alevler odayı sarmalamak için ilerlerken. Ardından arkamı dönüp odanın kapısına doğru hızla ilerledim.

Ateş beni temsil ederdi. Benim ateşim Ömür’e dokunamazdı.

Odanın girişi olan fermuarlı brandaya doğru koştum. Alevler arkadan öne doğru hızla ilerlerken açık olan brandadan hızla içeri girdim. Duman içeriye dolmuş olsada içeride ki o iğrenç kokuyu bastıramamıştı. “Ömür !” bileğini tuttup keendime çektiğimde elinde tuttuğu şey yere düştü. “Çıkmalıyız !” donmuştu. İçeriye dolan dumanı fark etmeyecek kadar donmuştu. Bileğinde ki elimi eline kaydırdım ve öne doğru adım attım. Ama durdu ve elini çekip yere eğildi. Düşürdüğünü alıp elimi tuttu. Hızla dışarıya çıktığımızda giriş yanmaya başlamıştı. Saniyeler sonra oda alevlere teslim olmuştu.

Gözleri yerde acı içinde kıvranan korumadaydı. Ben ise elinde tuttuğu oyuncak arabaya bakıyordum. Koruma...fazla cesur konuşmuştu. Bu cesareti ona veren neyse öğrenecektim bu yüzden yaşamasına izin vermiştim. Daha sonra sözlerinin bedelini yüzülecek derisi , kopartılacak dili ve yanan bedeniyle ödeyecekti.

Ömür’ün elinden süzülen kan avcunda sıkı sıkıya tuttuğu oyuncak arabay doğru süzülüyordu. “Bu ne ?”dedim elimi uzattım ama tereddüt ettim. Gözlerine baktım. Yutkundum. Tahmin ettiğim değildi biliyordum. Tahmin ettiğim olmamalıydı. Ama biliyordum....lanet olsun ki ben yanılmazdım. Terredütü kenara bırakıp kanının bulaştığı oyuncak arabayı elinden aldım. Yanan odaya baktım ama ora birine , birden çok bedene mezar olmuştu. Biliyorum ! Lanet olsun ki biliyorum ! Gözlerime yansıyan alevler bedenimi sarmaladı. Hızla yerde kıvranan adama gittim. Yakasını kavrayıp kendime doğru çektim. Acısına rağmen güldü. Kemiklerini kırmak istedim. Ciğerlerini söküp boğulmaısnı istedim. Kendi kanından başka sıvı almamasını kanında boğulmasını istedim. “Geç kaldınız ,” öksürdü. Kalbini canlı canlı kesip çıkarmak bayılınca uyandırıp devam etmek istedim. “Her zaman ki gibi.” Ama sadece tek bir şey söyledim. “Yaptınız mı ?” güldü. Çenesini kırıp iyileşmesini beklemek ardından tekrar tekrar kırmka istedim. “Yaptık Kor. Bütün organlarını aldık işimize yarayan , yaramayan hepsini ,” organlarını sökmek ona yedirmek istedim. Alvelere bakarak “Yazık mezarı bile olmadı. Oysa diğerlerinin mezarları vardı. Çoklu.”

"Çoklu." diye onun dediğini taklit ettim ve başımı sallayıp ayağa kalktım. Adamı da ayağa kaldırıp alevlere doğru çektim. "Beni ölümle mi korkutuyorsun ?"bakışları bana kaydı "Ben ölmekten de sizden de korkmuyorum. Hizmet ettiğim kişiye sadık olarak öleceğim ama sen Bozkurt zamanı geldiğinde ölemeyeceksin bile. Kor seni kurtarmaya da geç kala- Ahhhhhh !" Tıpkı o çocuğa yaptıkları gibi çöp atar gibi onu alevlerin arasına attığımda çıkamaması içinde silahımı çekip iki ayağından vurduğumda sözü kesilmişti. Çırpınan bedenini izledim. Pişmanlıkşa. Daha fazla acı çekmeliydi. Ama her sözü Ömür’ün canından can alıyordu. Canını almaktan başka çarem yoktu. Basit bir ölümdü ama ölmüştü.

Bana baktı. Yumruk olan ellerime. Gözlerim yanan ve artık çırpınmayan bedendeydi. Göğsüm hızlı hızlı inip kalkıyordu. Emre'yi hatırlamıştım. Acı çekmeden öldüğü için sevinmiştim ve ölümüne sevindiğim için kafama sıkmak istemiştim. “Kim ?"dedim alevleri izlemeye devam ederken "Bu Fyodor'un yapabileceği bir şey değil. Bunu kim yaptı ?" yanıma geldi, ve avcumda ki oyuncak arabayı aldı. "S.R.A ,"dedi oyuncağın üzerinde ki kanını temizlemeye çalışırken. "Bu S.R.A." dediğinde alevlerden ayrdım gözlerimi. "Ne ?" arabayı temizlemeye devam etti. Eli kanadığı için temizleyemiyordu. "S.R.A'nın sahibi Albert'ın kızı James ile ilişkisi var ," Anlattıklarını duyuyordum ama dinlemiyordum. Ömür kriz geçiriyordu."Çocukları kaçırıp veya bulup şirketine getiriyor. Belli tarihlerde kargo taşır gibi bir kamyon önden çocukları indiriyor. Diğer kamyon arka kapıdan ceset çıkartıyor. Çocuklar şirkette sadece birkaç kişinin girmesine izin verilen kata çıkartılıyor ve organları alınıyor. Bu ,"dedi alevleri başıyla işaret edip "Fyodor burayı James ile beraber kullanıyor olmalı. James sevgilisine burayı söylemiş olmalı. Bu alanda çocukların organlarını almak için ,” Eli kanıyordu. Eli çok fazla kanıyordu. Dikişi patlamıştı. Sarmalıydım. Kanaması durmalıydı. Acısı dinmeliydi. "Gidelim." dedi arkasını dönüp ilerlemeye başladı.

"Bana arkanı dönme."dedim başka çarem kalmamıştı. Çok denemiştim. Kırmaktan korkan ben onu kıracak mıydım ? Gerçekten kıracağım o muydu ? "Anlamadım." Dedi. Anlamayan o muydu ? Ben onun sözünü yere düşürmezdim. Göz yaşı dökmesine izin vermezdim , bana sarılmadıkça. "Bana arkanı dönme." Ben ona kıyamazdım nasıl sesimi yükseltecektim ? "Bir çocuk daha masum yere öldürüldü ve belki de Sebastian şu an ülke değiştiriyor ve sen bana arkanı dönme mi diyorsun ?" gözlerimde ki alev harlandı ama beni yaktı. "Bana arkanı dönme Ömür." dedim bir kez daha. Burnundan güldü "Alay mı ediyorsun benimle ? Şu an bunun sırası mı ?" dudağımın kenarı tıpkı onun gibi kıvrıldı. Kırmasam olmaz mıydı ? Başka yol yok muydu ? Kırılmasındı...Üzülmeseydi...Başka yol yoktu. "Şu an umurum da olan tek şey bu ," direniyordu. Bana zarar vermemek için kendine anlatıyordu. Karsında duranın ben olduğumu anlatıyordu. İnanmıyordu. İnandıramıyordu. Belki de kaybediyordu. Ama Ömür kaybetmezdi. "Bunu mu arıyorsun ?" elimi havaya kaldırıp silahını gösterdim. Bunu yapana kadar elinin beline gidip boşa düştüğünü bile fark etmemişti. "Sanırım bu bende kalacak."

"Sen ne yaptığını sanıyorsun Kor !?" öfke bedenini sarıyordu. Sakin olmaya direnmeye çalışıyordu. Ama bu sefer kaybetmeyen kadın kaybetmek zorundaydı. Ömür kaybetmezdi ama şimdi kaybedecekti."Rüzgar saçmalıyorsun ver silahımı def olup gitmeliyiz ! Sebastian hala buralarda olabilir. Almam gereken bir intikam var." dudaklarımdan bir kıkırtı kaçtı ve silahını elimde çevirip belime koydum ardından başımı omzuma doğru yatırdım. "İntikam ? Senin intikamın. Oysa Sebastian benden iki can almıştı." sakindim. Ama sadece dışarıdan. Çünkü bu onu kızdıracaktı. Kızmasını istemiyordum ama istemek zorundaydım."Biz demiştin ,"dedi hızlı hızlı nefes alıp verirken "Senin acını benim olarak gördüğümü söylemiştin. Bizim dedin !" bağırdı. Ama bir yanı buna kızdı. Tekrar tanıttı kendine beni. "Biz iki kişiyi tek bir bedende toplar ama sen tekil konuştun Ömür. Biz değil sen dedin ," elleri titriyordu. Ensesini kaşıdı göz bebeklerini kontrol edemiyordu. "Bu ağır mı geldi o zaman başka bir şey söyleyeyim. Beni vuracaktın değil mi ?" irkildi. Kenime çekip sarılmak istedim. Bunu yaparsam beni vuracağını bilsemde sarılmak istedim. Sonuçta ben ölümle bir o ölümle karşı karşıyaydı. "Silahını bu yüzden arıyordun." güldü "Seni vurmak mı ? Kafayı mı yedin Kor !?" sakin olmalıydı. Eminim , bunu kendine söylüyordu."Yaklaşma !"diye bağırdı. "Yerinde kal ! Yaklaşma !"ama umursamadım adım adım yaklaştım.

"Cevap ver , beni vuracaktın değil mi Ömür Alya Bozkurt ?" durdu. Ellerinin titremesi durdu ve dudaklarından bir kıkırtı kaçtı. Başımı hafifçe omzuna doğru yatırıp bana baktı. Bir kez daha güldü. Öldüm ama kimse fark etmedi. Çünkü burada artık sadece ben vardım. "Sen ,"dedi kıkırdayarak "Bana emir mi verdin ?" gözlerimi gözlerinden çekmiyordum. "Soruma cevap ver Ömür Alya !"kıkırdadı. Ona bağırmıştım ama o orada mıydı ? "Sen kimsin de bana bağırıyorsun ?"dedi tane tane "Ben sesini yükselteceğin biri değilim ,"dedi kolumu okşayıp yüzüme doğru eğildi "Ben tanıdığın kişi değilim." bakışlarım değişmedi. "Bana cevap ver Bozkurt , beni öldürecek miydin ?"

"Evet !"dedi gülerek "Seni bana bağırdığın için öldüreceğim Kor. Bana zarar veren her şeyi öldüreceğim ! Güçsüz olmama sebep olan her şey yok olacak !" beklemediği bir şey oldu ve güldüm. Kaşları çatıldı. "Artık biliyorum." dediğimde yalandan sordu "Neyi ?" bakışlarım dudaklarına kaydığında kaşları daha da çatıldı ve ne yapacağımı anladığında geri çekilmek istedi ama geç kalmıştım. "Kime karşı savaştığımı." sözlerimin ardından başka bir şey diyemeden dudaklarım dudaklarını buldu.

İrkildim.

Uyandı.

Ve nefes aldı.

Dudaklarının üzerinde ki baskıyı hafifletip hafif geri çekildim. Kırdım mı bilmiyordum ama kırıldım , parçalara ayrıldım biliyordum. Ona sesim yükseldi sesimden olmak istedim. Öptüm tekrar doğduğumu hissettim. Cnım dudakalrındaydı bilsin istedim. Sessizce dolaştı elim saçında belinde uyansın , bir daha dalmasın istedim. Elini ensesime götürüp dudaklarını dudaklarımın üzerine bastırdı. Nefesi nefesime karıştı , ölümü bir kez daha sevdim. Son kez dudaklarına ufak bir buse hediye ettim ve geri çekildim.

Kısık gözlerini gözlerimde dolaştırdı. Gözleri çok güzeldi ve her kötülükten korunmalıydı. Bana kendi gibi bakan gözleri her zaman özgür olmalıydı. "İzin vermeyeceğim ,"dedim anlamazken "Bundan sonra ne yaparsan yap hiçbir alev sana dokunamaz. Hiç kimse ,"tekrar dudaklarına bir buse kondurdum "Sen bile ,"anlamıyordu ama mest olmuştu. "Bundan öncesi yok Ömrüm ,"dedim ve gözlerine ilk kez gördüğü bir ifadeyle baktım. "Bundan sonrasında biz varız ," gözlerim ona bakıyoru ama sölerim onaydı "Kartları dağıtabilirsin Ömür Alya ,"ve bakışlarım dudaklarına düştü "Bu oyunda hile yapacağım."

Loading...
0%