Yeni Üyelik
24.
Bölüm

24.Bölüm - Şah

@elif.kinik

 

 

 

"Üfle mumu
Söndür
Onu..."

Bir fısıltı duyuldu dağların arasında. Ağaçlar dinledi , yapraklar hışırdadı. Kökler kıpırdadı çiçekler ürperdi. Bataklıkta yaşamaya alışkın olanlar gerileyip ormanın en dibine saklandı. Otlar solmaya , hayvanlar ölmeye başladı. Orman sakinleri korkuyla etraflarına bakındı. Nehirler kurudu. Göller küstü. Balıklar kayalara çarpıp kısa hayatlarına son verdi. Ormanlara hükmeden kral kürkünden vazgeçti.

Yıldızlar kargaşayı izledi. Ama ellerinden bir şey gelmedi. Dolunay'ın ellerine vurduğu kelepçeler şıngırdadı. Yeni doğan yıldız gözleri açılır açılmaz dumanlara şahit oldu. Yaşamak bu muydu ? Annesini aradı , çok geçmeden onu gökyüzüne hükmeden Dolunay'ın yanında buldu. Annesini bileklerinde parlayan bir şey vardı. Yıldız özgürlüğü tanıyamadı. Annesini neden zincire vurmuşlardı ? Yaklaştığın da annesinin bileklerinde ki zincirden rahatsız görünmediğini fark etti. Yüzünde gülümseme vardı. Dahada yaklaştığında kelepçelerin açık olduğunu sadece bileğinde durduğunu fark etti. Yıldız eğilip aşağıya baktı.

Zincire vurulan yıldızlar rol yapıyordu. Bu muydu aşağıda ki kargaşanın sebebi ?

Annesi küçük yıldızı fark ettiğinde bileklerinde ki zincirleri birbirine bastırıp onları kilitledi. Küçük yıldızın aklı karıştı. Kelepçeler açık mıydı yoksa kilitli mi ?

Parlayan yıldız annesinin yanına gelmesini bekledi ardından sorularını soracaktı. Fakat annesi yanına geldiğinde 'gitmeliyiz' demiş zincirlerin izin verdiği ölçüde elini tutup Dolunay'dan uzaklaştırdı. Küçük yıldız arkasına dönüp baktığında korktu. Gelirken fark etmemişti ama etrafta o kocaman yıldızın yanında siyah toz taneleri vardı. Gözlerini kısıp baktığında onların kül olduğunu fark etti. Yanan bedenlerin külleri.

'Anne...' titreyen küçük yıldızın sesini duyan annesi ona gülümsedi 'Onlar sana zarar veremezler ,' ve ekledi 'Çoktan öldüler.'

Gözleri yeryüzüne kaydı. 'Onlar sana zarar veremezler ,' dedi bir kez daha 'Savaş bizden çok uzakta.' Yutkundu küçük yıldız ve annesinin bileklerine baktı. Annesinin gülümsemesi azaldı. Azaldıkça yıldızın ışığı kısıldı.

'Anahtarlar orada ,' savaşın ortasında ki nehri göstererek 'Ama artık alamayız.' Küçük yıldız unuttu , annesi kelepçeleri kendi kilitlemişti , heyecanla atıldı 'Ben alırım.' Annesi burukça gülümsedi ve önden yürümeye başladı. 'Hayır , alamazsın ,' annesinin arkasından baktı 'Nehir çoktan okyanusa bağlandı.'

Anahtarı elinde tutan okyanus sakindi. Fırtına şimdilik dinmişti. Kara bulutlar yavaşça uzaklaşıyordu. Gözleri arkaya kayıyor döneceklerini fısıldıyorlardı. Bu fısıltıyı duymaya alışık olan okyanus ise sularının birleştiği diğer okyanusu izliyordu. Fakat bir şeyler farklıydı. Okyanus hiçbir zaman diğer okyanusla karışmamıştı. Yan yana , dip dibe ama karışmamıştı. Şimdi ise küçük bir damla tanıdık olan , dokunmak için yanıp tutuştuğu o sulara karıştı. İkinci damla , üçüncü damla...Arka arkaya sırayla sınırı geçti.

Okyanus okyanusa karıştı.

Bunu kutlayan kara bulutlar ufukta tamamen kaybolmadan yeryüzüne sevinç göz yaşlarını gönderdi. Yeryüzü ise buna , yağmur dedi.

Tık tık tık...

Arabanın camını döven damlaları silen silecekleri izliyordum. Hafif açık olan pencereden içeriye giren yağmur kokusu ise soluduğum en güzel havaydı. Anlam kazanmıştı. Yağmur benim için her zaman anlamlıydı ama bir gidişle anlamı da solmuştu. Şimdi tekrar anlam kazanıyordu. Terk edilmiş bir yuvanın ışıkları yanıyordu. Terk edilmiş zamanın , yelkovanı hareket ediyordu. Sanki bir gülümseme duyuluyordu gökyüzünde. Yağmurlar ve dolunay arasında savaş var gibiydi. Dolunay gülüyordu. Gök gürlüyordu.

"Şimşek çakacak ,"diye mırıldandım aydınlanan gökyüzüne bakıp. Birkaç saniye sonra yer sarsıldı. Işık sesten önce gelirdi. Yağmur , dolunayı yenebilir miydi ? Peki benim bu düşüncelerim sağlıklı mıydı ? Ben dolunayın tarafındaydım. Onu yenecek bir güç arayışında olmamalıydım. "Dolunay ,"dedim sanki uyuşmuştum. Ama bilincim de aklımda yerindeydi. Sadece farklıydım. Herkes bir şeyler yapıyor ben arada kalıyordum. Herkes emindi çünkü arkalarını toplayan biri vardı. Herkes mutluydu , biri mutluluğundan vazgeçmişti. Herkes iyiydi , biri iyiliğinden vazgeçmişti. Herkesin yanına birileri vardı , biri yalnızlığı seçmişti. Herkes olmak istemiyordum. İyi olmak istemiyordum. İntikam istiyordum. Ama yapayalnız olarak değil. Dolunay bile yalnız değildi , yıldızları vardı. Ama o bile beni yalnızlığa itmişti. Kül istemişti , öldür demişti. Yapmıştım. Zaferi yıldızlarla , ben güneşin doğuşunu beklerken kutlamıştı. Dolunay'ı düşürmeye niyetim yoktu. Gökyüzü yıkılırdı. Gökyüzünü yıkamazdım. Yeryüzünü ise sağ bırakamazdım. Benden çok şey almışlardı. Benden geriye kül kalmıştı.

Kabul ediyordum.

Ben , dumanları sevmiyordum.

Sevmek zorunda kalmıştım.

Sessize almıştım ama kalbime giden yollar açılmıştı. Kalbim beni bu hale getirenleri tanıyordu. Yakınımdı veya değildi. Ensemdeydi veya uzağımdaydı. Tanıyordum veya tanımıyordum. Değer veriyor veya vermiyordum. Kalbim beni uyarıyordu. Yapma diyor çığlık atıyordu. Suskunlar birlikte oldukları için bana meydan okuyabilmişlerdi. Afra bana güvendiği zaten kızmayacak dediği için bana meydan okumuştu. Yalnız kalmayacağını biliyordu , Aren'i vardı. Her şey birleşmiş bana kimse kalmamıştı. Ya da ben öyle sanmıştım.

Kemerin izin verdiği ölçüde yan döndüm. "Suskunlar , Dolunay'da can alıyorlar." Benim için yapamayacağı tek bir şey bile yoktu. Ölürdü ama benim için yaşardı. Öfkesini bana saklamıştı ateşi gibi. Zihni kilit altındaydı , anahtarı bana vermişti. Karanlığa alışık olan benim aydınlık halimdi. "Evet ," dedi gözleri yoldaydı. Kırmızı ışıkta dursak da , bakmadı. "Philip'i da Dolunay varken mi öldürdüler ?" fikrimi soruyordu. "Evet ,"dedim ışık hala kırmızıydı , gözleri dönmedi okyanuslarıma. "Dolunay vardı ," baştan aşağı beni seviyordu , inancımı kaybetmediğim tek o vardı. "Öyle olmalı." kırıldığım ama hesap sormaktan çekinmediğimdi. Beni olduğum gibi kabul edecek tek o vardı. Evsiz kaldığımda evim olacak oydu. Benim için fedakarlık yapacak , hesap sormak yerine benim tercihimdi diyecek olandı. Birlikte olmayı beceremiyorduk. Çünkü yanılmıştım.

Oyun kuran sadece ben değildim. Rüzgar'da bir şeyin peşindeydi. Benim aksime o bunu saklamamıştı. Fakat sırlarla boğulmuş okyanusum bunu da görmemişti. Onun yanına geldiğim her an yeni bir şey öğreniyordum. Kendimle ilgili. Rüzgar beni yanında istiyordu. Hep istemişti. Onun istediği tek şey bendim.

Benim istediğim oydu ama hep ertelemiştim.

Şimdi ise her şeyi koymuştum masaya ertelemeyecektim onu. Ölüm saklamış olsa da saati elimde hala kozum vardı. Ve sırf Rüzgar ile olayım diye de bütün kartlarımı ortaya koyacaktım. Boş nasihat ediyor gibi geliyordu. Daha önce de düşünmüştüm. Daha önce de yanına gitmiştim. O bana söz vermiş tutmamıştı. Ben kendime söz vermiş kırılmıştım. Şimdi ise defalarca gittiğimiz o yolu yağmur eşliğinde acelemiz olmadan gidiyorduk. İkimizde anlamaya çalışıyorduk. İkimizde yaşananları kabul ediyorduk. Sakindik , acele etmiyorduk. Arabayı sürüşü bile sakindi. Çevremiz bile sakindi. İnsanlar da sanki pes etmişti.

Elimde olan anahtarı parçalayıp atmıştım. Rüzgar'ın zihnini serbest bırakmıştım. Ona arzuladığı , istediği tek şeyi vermiştim. Onun sakinliği buydu. Rüzgar Kor'un sakinliği biten savaşın gün doğumuydu. Rüzgar kazandığını biliyordu. Herkes kaybetmişti ama o kazanmıştı. Beni kazanmıştı. Bu benim düşüncem değildi. Dün gece kulağıma fısıldadığı sözleriydi. Ona son gelişim olduğunu biliyordu. Bana gülümsemişti. Sırtımda ki her bir izi öpmüş , elimi kalbine koymamı istemişti. Rüzgar acısını böyle anlatmıştı. Ve fısıldamıştı. İçinde olduğu savaşın bittiğini söylemişti. Kontrol edemediğim nefeslerim ve avcuna verdiğim kalbimle imkansız demiştim. Savaş yeni başladı. Bir kez dağa gülmüştü. Ve bana yanıldığımı anlatacağını söylemişti. Bir kez daha inanmıştım. Söz vermemişti , anlatacağım demişti. Anlatacaktı. Kendi savaşını anlatacaktı.

"20 Ocak ,"dedi dirseğini kapıya yaslayıp camda ki damlaları izlerken "Sabah altı yirmi yedi. Heathrow havalimanına indik. Sol el bileğimde bandaj vardı. Poyraz damar yolu açmıştı. Damar patladığı ve serum deri altı olduğu için alkol ile sarmak zorunda kalmışlardı."

"Basıncı ayarlamadı mı ?"derken buldum kendimi. Kalbim korkuyla atmıştı. Canı yanmıştı. Oysa anlattığı için heyecanlanmalıydım. Serumun takılma sebebini sormalıydım. Ama sadece şişen kolunu düşünmüştüm. Acımıştır...Dudağı hafifçe kıvrıldı. Zoraki bir gülüştü. "Çok soğuktu. Hava o kadar soğuktu ki hiç ısınamayacak gibi hissetmiştim. Arda hemen arkamda doktorla konuşuyordu. 'Ateşi çok yüksek uğraşıyoruz ama düşmedi.' demişti veya böyle bir şey hatırlamıyorum. Ama endişeliydi. Endişesi hiç geçmemişti zaten ," korna sesleri geliyordu. Gözlerimi yüzünden çekmedim , çekemezdim. Önümüzde ki arabalarda kornaya bastı. Trafik ışığı kırmızıda takılı kalmıştı. Çok da güzel yapmıştı. Ben çekemezdim gözlerimi o da süremezdi arabayı. Böyle kalsındı. Bu sefer şehir de bizimle beraber donsundu. "Hani diyorsun ya yani içinden kendini suçluyorsun ya Afra için ," gözlerime baktı "Bende suçluyorum Ömür. Ben de senin gibi kendimi suçluyorum. Kardeşime bunu yaptığım onu endişeye mahkum ettiğim için suçluyorum. Ondan onu aldığım için suçluyorum ," Rüzgar anlatıyordu...Rüzgar sözünü tutuyordu.

Gözleri tekrardan cama döndü. "Ben telefonla konuştuğunu sanmıştım ," kısa ömürlü bir kıkırtı döküldü dudaklarından "Doktor Arda'nın yanında duruyormuş. Hangi ara gelmişti fark etmemiştim. Ben...şimdi anımsıyorum da uçaktan inerken o demir merdivenlerin sesini. Arkamdan inmişlerdi ama o an algılayamamışım. Karşımda sırayla dizilmiş arabalar bana bakmamak için çaba sarf eden korumaları..."derin nefes aldı. Yetmemiş gibi başını iyice cama doğru çevirdi. "Üşüdüm çok üşüdüm. Onlar ateşe bağladılar ben yıkılışıma. Yansaydım tekrar kalkardım. Yıkıldım , kalkamadım ," bekledi , bekledim. Sesini duymak için bekledim. Hafif dikleşti. Elini cebine sokup cüzdanını çıkardı. İçinden bir şey çıkardı. İçim titredi. Cüzdanı kenara koydu. Kağıdı parmakları arasında tuttu. Kararsızdı. Ama çıkardığı an kararını vermişti. Bana uzatacaktı. Gözlerini bana değdirmeden uzattı. İçim gibi elimde titredi. Uzanıp aldığımda kağıt değil katlanmış fotoğraf olduğunu fark ettim. Yutkundum ve yavaşça açtım. Dudaklarımı birbirine bastırdım. "Bunu Poyraz çekmiş. Neden bilmiyorum ama çekmiş. O günün kanıtı olarak sakladım...Neden kanıda ihtiyacım olsun istedim bilmiyorum ama..."

"Sana inanamazsam diye ,"dedim çatlayan sesimle. "Olurda sana inanamazsam , olurda senden gidersem , sana dönerim diye , belki ikna edebilirsin diye..." Başım koptu sanki. Fotoğrafta Rüzgar vardı. Omuzları çökmüştü. Başı gökyüzüne dönüktü. Açık alanda nefes almaya çalışıyordu. Bedeni yan duruyordu. Sanki geri dönmek ister gibi...Uçağa dönmek , evine dönmek , bana dönmek ister gibiydi. "Belki ,"dedi tekrardan camı döven damlalara döndü "Ama hava çok soğuktu Ömür. Bir daha hiç ısınamadım. Şehir bana bunu anlattı. Isınamayacaksın dedi , inandım. "

"Belki de ,"dedim boğazım kurudu "Bizim suçumuz budur. Direk inanıyoruz." Hayır dercesine başını salladı. "Sen emin olmadan inanmazsın. Ama ben inanıyorum. İnanırsam daha kolay olur , geçer sanıyorum."

"O zaman ki düşüncen mi bu ?" Rüzgar inanmazdı. Rüzgar inanacak kadar çaresiz bırakılmıştı. "Ateş olan biri nasıl üşür ? O zaman aklımda ki soru buydu."

"Ateş de söner." dedim kuruyan dudaklarımı ıslattım "Evsiz gibiydim. Gibisi fazlaydı öyleydim. Çok fazla düşünce geçiyor sesler birbirine karışıyordu. Ama bir tanesi bir tanesi ızdırap doluydu. Geri sarıp duruyordu ," hangisi diye sormak istedim ama o sormamı istemiyordu. Sustum. Bir kez baktı ama gözlerime değil boynuma. Hep bunu yapıyordu. Elini boynuma götürüyor okşuyor , başını boynuma saklıyor , orada nefesleniyordu. Bunu kokum için yaptığını sanıyordum. Eskiden bu yüzden yapardı ama bana değmeyen gözleri bunun değiştiğini fısıldadı. Rüzgar boynuma sığınıyordu. "Arda yanıma geldi. Bir şey söylemedi sadece hafifçe ızdırap çekercesine gülümsedi. Onu izledim. Arabaya bindi , arabaya bindim. Kardeşimdi , beni toplardı. Allah biliyor ya o ve Poyraz olmasa nefes alamazdım. Bir düzine araba içleri dolu benim olduğum araç ise ruhsuzdu. Yas tutuyordu. Beni eve götürdüler. Doktor hastaneye gitmemiz gerektiği söylesene Poyraz daha fazla hastane ortamında kalmamam gerektiğini daha kötü hissettirdiğini söylemiş. Bade anlatmıştı."

Daha fazla...

Daha fazla...

Daha fazla...

"Benden kaynaklı ,"dedim gülümseyerek "Benden kaynaklı." Başımı hafifçe iki yana salladım. Başını çevirdi. Gülümsememe baktı. Gözlerime baktı. Elini uzattı. Yanağıma koydu. Göz altımı yavaşça okşadı. "Yine gözlerin doldu." Dudağımı ısırdım. "Benim yüzümden dimi ?" Yanağımda ki elinin üzerine elimi koydum. "Dimi ? Seni haftalarca hastaneye mahkum ettim bu yüzden dimi ?" Burnum sızladı "Bıktın dimi ? Ondan değil mi ?" Uzandı. Gözlerim kendiliğinden kapandı. Okyanustan firar eden tek damla ellerinde yok oldu. Dudaklarını usulca dudaklarımın üzerine bastırdı. Bekledi. Bekledim. Hafifçe geri çekildi. Öpüşü de sakindi. Ufak bir buseydi. Anları mühürlercesine.

"Evet."

İnanmadım. Ben ona ilk defa inanmadım.

"Sendim ,"dedim gözlerimi sıkı sıkıya kapattım "Seni benden ayıran ," dişlerimi sıktım "Sendin değil mi Kor ?" Kalbim sıkıştı "Sebebi dışarıda değil sendeydi."

"Evet."

İnandım. Ben ona bir kez daha inandım.

"Rüzgar ," gözlerimi araladım "Beni eve mi götürüyorsun ?" gözü kısıldı. Dudağın da kırık bir gülümseme can buldu. "İster misin ?" Devam etmesini bekledim "Eve gitmek ister misin ?" Benim bu lanet savaşta kenara itme demekti. "Evet ," dedim başımı hafifçe aşağı yukarı sallayarak. Seni bu lanet savaşta kenara itmeyeceğim. Senden başka kimsem kalmadı. Doğru yolu sonunda buldum. Hepsi sadece iki kelimede buluşmuştu. "Eve gidelim."

Abim , Ateş Bozkurt yanına gitmemle dünyayı ateşe verecek güce sahipti. Ablam , Alev Bozkurt gülümsememle aramızdaki duvarları tek dokunuşuyla yıkacak güce sahipti. Kıyaslamam doğru değildi ama bir kez daha bu aptallığı yaptım. Rüzgar benden bir şey beklemeyen tek kişiydi. Şartı olmadan , koşulsun saran tek kişiydi. Benim için yapacaklarının sınırı yoktu. Buna kardeşini karşısına almak da dahildi. Onu kıramaz incitemez canını verirdi ama benim için karşısına da alırdı. Hem sakınır hem savaşırdı. Beni korkutanda buydu. Orası evdi ama evim miydi ? Bade bana yer bırakmazdı. Bade Kor zekiydi , kör kalmaz , dökerdi. Ama orası evdi. Rüzgar vardı. Yatacak yatak sığınacak kollar vardı. Bekleyenimin olacağı arayıp geliyor musun diyecek biri vardı.

Bir farkındalık ve kabulleniş daha geldi.

Ben bunları özlemişti. Afra , Aren ve Kaya ile her adımımız aynıydı. Gittiğimiz yerlerde aramamıza gerek kalmazdı , seslenmemiz yeterdi. Biri geç kaldığında sebebini bilir rahat ederdin. Bu rahatlığın da sorumluluk olduğunu fark ettim. Bu gün şunları yapacağız plana uyacak sorumluluğumuzu yerine getireceğiz... Planlarım bizi hayatta tutmuş , takıntı derecesinde ki kontrol halim bizi yoldan çıkarmış , bilinmezlikten bu denli nefret etmeme neden olmuştu. Zincirlemeydi , yine.

"Gidelim." dedi gözlerimde ki geçişleri takip ediyordu. Okuyor , kırık kalbine , yıpranmış küllerine rağmen önceliği bir kez daha bana veriyordu. Bende baktım. Dikkatle. Orda derinlerde yüzeye her saniye daha da yaklaşan bir şey fark ettim. Söyle diyordu. Bana yakmam gerekeni söyle. "Rüzgar ," dedim sessim cansızdı "Senin suçun değildi ," dedim dün gece sırtımı izleyen gözlerini anımsayarak. Cevap vermedi aksine yüzümü ilk defa görüyormuş sanki ezberinde değilmiş gibi inceledi. Bir kez daha söyledim. Birkaç kez daha söylersem inanacak gibi. "Senin suçun değildi."

"Belki ," demekle yetindi. "Benimle kal Ömür. Sonucu ne olursa olsun. Yeterince ayrı kaldık." Yeterdi. Rüzgar beni yanında istiyordu. Bunu binlerce kez içimden tekrar ettim. Dışımdan ise sadece başımı salladım. Geri çekildi , çekildikçe ruhum daha da ruhuna bağlandı. Sarıldı kaldı.

Rüzgar önüne döndüğünde şehir de uyandı. Pencereden baktığımda trafik polislerini gördüm. Şeritleri düzene sokmak için uğraşırken bize geçmemizi işaret etti. Önümüzde ki araçlar son kez kornaya basıp hareket ettiklerinde Rüzgar'da yine aynı sakinlikle aracı çalıştırdı. Sesiz kalmayı seçtim. Suskunlar'ı denge adı altında intikam için toplamıştım. Ama dengeyi sağlayamamıştım. Çünkü dengeyi sağlamaya çalışan benim içimde ki terazi dengede değildi. Bir taraf sürekli ağır geliyordu. Dengeyi sağlamaya çalışan ben daha kendi dengemi sağlayamıyordum. Bu yüzden sürekli yorgun ve bitkindim. Bir şeyler yapıyordum ama anlamsız geliyordu. Afra ve Aren ile yüzleşmem kendime yaptığım iyilikti. Şimdi ise kendime daha merhametli davranıp Rüzgar'ı seçiyordum.

Gözlerimi yoldan çekip Rüzgar'a çevirdim. Durgundu. Anlayamadığım şekilde durgundu. Kırgın bakıyordu. Sakinliği can yakıcıydı. Gece gözlerime bakan okyanusları sabah kaybolmuş gibiydi. Boynumda dinlenen kulaklarıma yankılanan sesi sanki yanış gelmiş gibiydi. Sakinliği savaş gün doğumu gibiydi ama savaşın kayıplarıyla da yüzleşmişti. Sakinliği benim öfkem kadar ses getiriyordu. Kalbim parçalara ayrılıyor içinde kendiyle yaptığı kavgayla yüzleşmesini bekliyordum. Ama iyiydim. Zorlama yoktu , kaçma yoktu. Yanımdaydı , yanındaydım. Ve eve gidiyorduk.

Sinyal verip şerit değiştirdi. Değiştirmemesi gerekiyordu. Pas geçtiği yol eve gidiyordu. Sessiz kaldım ve iyice arkama yaslanıp onu seyretmeye devam ettim. Şehir merkezine giden yola döndü ardından tekrar sinyal verip aracı kenara çekti. Kemerini açıp camı döven damlalara baktı ve bana döndü. "Ne düşünüyorsun ?" dedi bakışlarımı inceledi. Dudak büküp "Çocuk yapmayı hiç düşündün mü ?" dediğimde dudakları kıvrıldı ve sesli güldü. Uzanıp dudaklarını yanağıma bastırdı. "Belki başka zaman." dedikten sonra başını boynuma saklayıp kokumu içine çekti. Geri çekildiğinde göz kırpıp araçtan indi. Yağmur onu sarmalarken arkamızda duran aracında kapıları açıldı. Rüzgar onu görmezsem huzursuz olacağımı bildiği için ellerini cebine sokup arabanın önüne geçti. Başımı düzeltip damlaların arasında onu izledim. Maxs yanına geldiğinde iç çektim.

"En azından şansımı denedim."

Rüzgar Kor

İyi fikirdi. Ömür'ü alıp bu lanet karmaşanın içinden sıyrılıp çıkmak için çocuk yapmayı düşünebilirdim. Fakat Ömür ve benim çocuğumuzla baş edecek kadar güçlü değildim. Başımı çevirip arabada kollarını göğsünde toplamış beni izleyen gözlerine baktım. Maxs yanıma geldiğinde bakışları saliselik benden ayrılmış ve onu süzmüştü. Daha sonra tekrardan bana dönmüştü. Yağan yağmura , camda ki buğuya rağmen gözlerinde ki kurdun açlığını hissedebilmiştim. Maxs'ı beni izlerken tehdit ediyordu. Bu dudağımın kıvrılmasına neden oldu. Onunla baş etmek zordu. Ama en çok da bu halini seviyordum. Onun deli halleri benim ateşimi saklıyordu.

"Beni öldürür mü ?"diyen Maxs ile burnumdan güldüm. "Muhtemelen evet." o da güldü. "James'ın masasına oturup Owen'a silah çektiğinde bu soruma cevap almıştım. Sadece teyit etmek istedim."

"Onunla ilgili hiçbir şeyi teyit etmene gerek yok Maxs. Yaptıysa bunu saklamaz. " ellerini hafifçe havaya kaldırdı. "Ben dostunum Kor. Sevgiline bunu söylemelisin ," Toprak kokuyordu. Huzur kokuyordu. Ama huzursuzdum çünkü burada olmak yerine arabada Ömür'ün yanında gerçek huzurun içinde olmak istiyordum. İleteceğim dercesine başımı salladım. Daha fazla uzatmadan sadede geldi. Bu özelliği anlaşmamızı kolaylaştırıyordu. Uzun uzun konuşmaktan hoşlanmıyordum. Laflar külleri çağırıyordu. "Sebastiyan ülkede değil. Sanırım iki gece önce sabah sularında ayrılmış. S.R.A'nın çöktüğü gece de olabilir emin değilim. Fakat haklıymışsın James ile iş yapıyor. O tırlar James'a aitmiş. Sahi koca bir ormanı yakıyordun bu senin için bile deliceydi." Ömür'ün tırı havaya uçurduğu , S.R.A'nın ameliyathane bozması çadırını , uyuşturucu ürettikleri fabrikayı yaktığımız günü kastediyordu. "Zarar gelmedi." demekle yetindim. Hayal itfaiyeye haber vermişti. Aksi halde kaç dönümlük arsa , kaç yıllık ağaçlar küle dönecekti.

"Nasıl bir sisteminiz var Kor ?"dedi merakla "Polisler tam istediğiniz anda orada oluyor. Şehrin merkezinde adam öldürüyorsunuz ama bir görüntü bile sızmıyor. Nasıl bir düzeniniz var ?" dudağım kıvrıldı "Dostlarımla bile paylaşmayacağım sisteme sahibim." Sözlerim onu güldürdü ama uyarımı almıştı. Ne ben ne de diğerleri Hayal ve Poyraz'ın yazılımları hakkında veya kat altı hakkında tek kelime konuşmazdık. Oturup yasak dememiştik kat altı kurulduğu anda herkes kendi çenesini kapalı tutmaya sessizce yemin etmişti. Bu sözü edilemeyecek tek şeydi.

"Fyodor hala elçilikte James onu umursamıyor , umursamıyormuş gibi yapıyor. Aksine Fyodor'un hala hayatta olması onu geriyor. Sabah ziyarete gittim. İçeri girmeme izin vermediler. Adamları geldiğimi haber verdiğinde kendisi dışarı çıktı. Fakat saklamaya çalıştıkları yaşlı yüzüne yansıyor. Albert'ın kızı hayatta ve muhtemelen o evde ," yaşadığına emindim. Bizzat kontrol etmişim. S.R.A'da yaralanmış ve zehirlenmişti ama yanına gittiğimde hala hayattaydı. Benden hemen sonra da James gelmişti. Çatıdan indiğimde orada değildi. James onu alıp çekip gitmiş adamlarını ise geride bırakmıştı. Bu bana keyif ve fikir vermişti. Bu saplantılı aşk belki işimize yarardı. Sıkıntıyla derin nefes aldı "Fyodor hakkında konuşmuyor. Bana da konuşmuyor olabilir. Bilmiyorum Kor. James ile sandığın gibi yakın değiliz. Olayı fazlasıyla kurcaladım daha fazlası kuşkulanmasına sebep olacaktır."

"Çok geç." dediğimde kaşları çatıldı. "Ne ?" toprak kokusunu içime çektim. "James senden çoktan şüphelenmeye başlamıştır. Peşine birilerini takması an meselesi." dediğimde durdu. An ve an değişen mimiklerini izledim. "Sen ," anlıyordu "Bunu bilerek yaptın." dedi kelimeleri tükenmişçesine. Haklıydı , bilerek yapmıştım. "Sanırım özür dilemem gerekiyor ," dudağım kıvrıldı "Fakat dilemeyeceğim."

"Beni önüne attın." dedi çenesi kasılmıştı. Tek kaşımı kaldırdım "Seni uyarmadığımı söyleyebilir misin ?" düşünüyor gibi yaptım "Sanırım söyleyemezsin ," omzuna hafifçe vurdum "İyi tarafından bak. Sebastıyan'ı bulacağım."

"Beni oyuna getirdin."

"Beni oyuna getirebileceğini sananlardan mıydın ?" dedim alayla. Cevap vermedi. Yada kendine zaman tanıdı. "Biliyordum Maxs. Sebastiyan'ın ülkede olmadığını , Fyodor'un hala elçilikte olduğunu ve kızın yaşadığını. Bunlar erişmesi zor bilgiler değil. Benim için değil. Ama birine ihtiyacım vardı. Aralarından birinin daha önce Kor ile görünmüş olan birinin ihanet edebilme ihtimali olan birine ihtiyacım vardı. James'ın tekrardan Sebastiyan'ı çağırması için bir sebebe ihtiyacım vardı. Ve sen bana bu sebebi verdin. Bana kırılma , dost olmak istiyorsan artık tek amacın yaşamak olmalı. Eğer yaşarsan seninle iş yapmayı kabul edeceğim. Silahlarını taşımak için birkaç gemi verebilirim."

"Bunu yapmak için bir sebebin yoktu Kor. Sebastıyan seni bir kez buldu kaybetmeyecektir. Yer ve gök bile onun sana beslediği nefrete şahit. Sen sadece oyun oynamak istedin." Bu da farklı bakış açısıydı. "Oyunlarla işim yok benim Maxs. Sadece yeterince fırsat tanıdım ," dediğimde neyi kast ettiğimi anlamıştı. "Sessiz kalmaktan sıkıldım." Yağmur hızlandı. Bu onu daha çok gerdi. Islanmak hoşuma gidiyordu. Sönebileceğimi hatırlatıyordu. Her ateş sönerdi , bunu unutmamak için yağmura ihtiyacım vardı. "Ne yapacaksın yani ? İzlemeyecek , bakmayacak , unutmalarını beklemeyecek direk hamle mi yapacaksın ? Bu sana göre değil Kor. Kendi kuralların dışına çıkarsan sende sıradan olursun. Bir sonra ki hamlen ne olacak ? Onların ayaklarına mı gideceksin ?" alay , nefret ederdim. Ama kullanışlıydı.

"Oyunlarla işim yok Maxs ," dedim bir kez daha "Ben sadece kan dökeceğim." afalladı. Her şeyi duymaya hazırdı ama direk bu sözleri işitmeyi beklemediği aşikardı. "Bu dünyada umurumda olan tek bir şey var. Devamı ile ilgilenmiyorum. Suskunlar mı umurumda değil. James mı canı cehenneme , bir sıkımlık canı var ," dedim gök bir kez daha gürledi "Sakin biriyim Maxs ama son zamanlarda canım fazlasıyla sıkıldı ve biri bunun bedelini ödemeli."

"Senin tarafında olmaya çalışıyorum."

"Bunun bir sebebi olmalı." dedim bir kez daha. Üç ay önce de aynısını söylemiştim ama cevabı tatmin etmemiş , öldürme isteğimi uyandırmıştı."Yüzleşmeye çalışıyorum," dediğinde devam etmesini bekledim. "Hata yaptım Kor. Bedelini de ödedim ," gözleri arabaya doğru kaydı ama saniyelikti. Tekrar bana döndü. "James'ı indirmek istiyorum çünkü benden çok değerli bir şey aldı. Ailem yok , sevdiğim bir kadın yok. Ama buna rağmen James değer verdiğim bir şeyi almayı başardı. Hatam da buydu , fark edemedim. Yükselmeye , daha çok üne sahip olmak için çok şey feda ettim ama feda ettiğim hiçbir şeyin gözümde değeri yoktu. En sonuncusuna kadar. Hatam da buydu. Değer verdiğimi bile fark edemedim ," güldü alayla ama bu sefer alay ettiği kendisiydi. "James'a meydan okuyamam , kaybederim. Kan mı istiyorsun dök , öldürmek mi istiyorsun öldür ama bırak bunda benim de payım olsun. Çünkü kendi intikamımı alamayacak kadar küçük düştüm."

"Benim dökeceğim kanlara kimse ortak olamaz ," dedim net bir sesle. "Ben dost istemiyorum Maxs. Hata yaptıysan bu senin hatandır. Kimseye yardım etmeyeceğim ama kimseye borçlu da kalmam ," son sözlerim dikkatini çekti "Sen bana Sebastıyan'ı vereceksin. Bende karşılığını ödeyeceğim. " dedim dudağım hafif kıvrıldı. Ne demek istediğimi anladığında onun da dudağı hafifçe kıvrıldı. Daha fazla bir şey demeden arkamı dönüp arabaya ilerledim. "Ona dikkat etmelisin Kor ," dedi arkamdan "Sonunu getirebilir." Bahsettiği Sebastıyan veya James değildi. Ömür ile gözlerimiz buluştuğunda dudağımda ki yalancı gülümseme canlandı.

Ne diyebilirdim ki , ona olan sevgim sonumu getirebilirdi.

"Ona güveniyor musun ?" arabaya bindiğimde Ömür gözlerini Maxs'te tutmaya devam ediyordu. Aracı çalıştırıp yanından geçtiğimizde gözleri bana döndü. "Günahımı bile vermem." kıkırdadı. Sesine ölmek istedim. "Aklında hangi kurtlar dolaşıyor ? Sadece oturup beklesen de Sebastıyan sana koşarak gelecektir." bizi izlediğini ve dudaklarımızı okuduğunu biliyordum. Ama sorusundan daha çok üzerinde durmak istemediğim o aptal düşünce aklımda sağa sola çarptı. Sadece benim dudaklarımı okusa çok güzel olurdu. Neyse ki bu aptal düşüncem sadece düşünce olarak kaldı. Arada kendimden nefret ediyordum. Dizilerde ki o karakter yoksullarına benzeyeceğim diye ödüm kopuyor kendimden tiksiniyordum. Merak ediyordum da Ömür saliseler içinde aklımdan geçen bu konuyu duysa ne yapardı ? Çok basitti , aylarca dilinden düşmem alay konusu olurdum.

"Maxs benim dostum veya onun gibi herhangi bir şey değil ama o bunaklar bile böyle düşünüyor. Owen ölmeden önce bunu defalarca dile getirmişti. Benim kulağıma gelecek kadar. Ne hikmetse James bundan hiç rahatsız olmadı. Üç ay önce yanıma geldi. İş yapmak istediğini böylelikle ona güvenebileceğimi ima etti. Benim tarafımda olmak istediğini dile getirmişti. Sebebini sorduğumda cevabı tatmin etmemişti. Geçtiğimiz gün arayıp buluşmak istediğini James ile ilgili önemli bir şey söylemesi gerektiğini söyledi. Bana söyledikleri ise herkesin bildikleriydi. Ya beni aptal yerine koyacak kadar aptaldı ya da gerçekten değersiz olduğuna inanmamı istiyordu."

"Sende onu yem olarak mı kullanmak istedin ? Peki James söylentileri umursamamışken şimdi Sebastıyan'ı peşine takar mı ?" uzanıp dizinde duran elini avcuma aldım. Parmaklarını parmaklarımdan geçirip dizime koydum. "Takmaması gerekiyor." dediğimde aşık olduğum zihni parçaları birleştirdi ve benim tabirimle kocaman gülümsedi. Gülüşünden öpmek istedim. Kullandığım arabaya lanet etmek geldi içimden ama yanımdaydı , edemedim. Sadece daha çok yandım. "Az önce bir şey fark ettim ," Sevindim. Çocuk gibi. Şu kelimeyi dudaklarından çıkarken duymak bir çocuğun istediği oyuncağa kavuşması sevinciyle eşti. "Aynıyız. Sözlerimiz , düşünce tarzımız hepsi aynı. Muhtemelen aklından geçirdiğin kelimeler bile aynı. Bunu da daha önce konuştuk evet ama...farklı geliyor Rüzgar. Baştan sona her şeyimiz aynı."

İtirazım yoktu , aynı olsundu.

"Aynı evdeydik. Aynı kanalı izledik. Aynı yemeği yedik. Aynı kitapları okuduk. Aynı sözlere maruz kaldık. Aynı duaya amin dedik. Aynı duvara bakıp sessizce bekledik. Aynı sıralara oturduk. Yan yana durup , yan yana yaşadık. Kaçınılmazdı Ömür , biz de kaçmadık." Böyle bir şeyden kaçınılır mıydı ? Ona benzemek en güzel ödülümken. Değişiyordu , uyanıyordu. Ne güzel ödüldü ? Fakat unutmuyordum , uyumuyordum. Onun gülüşü içindi bunca kayıp. Onun gülüşü içindi bunca kırgınlık. Peki affedebilecek miydi gülüşü için yapılanları ? Affedebilecek miydi beni ve aynada ki yansımasını ? İşte burada tıkanıyordum. Alışmıştım elimi uzatınca ona dokunmaya. Sonra gitmiştim ama yine de aramıştı elim tenini. Sonra gelmişti bana sanki hiç gitmemişim gibi tenim tenine mühürlenmiş alışmıştı. Bütün mesele buydu , azap çekme sebebim buydu.

Sessiz kaldı ama gülümsemesi dudaklarında yaşamaya devam etti. Bütün mesele oydu ve ben onun için diğer her şeyi gözden çıkarmıştım. Ne tuhaftı ? Düşündükçe beni affetmesi gereken daha fazla şey çıkıyordu. Affedecek bir şey yapmadın dediğinde okyanus nasıl da kurumuştu. Değişmediğimi söylemiştim. Tüm dünya bir olmuş ama ben ikna etmiştim. Ama en önde kendim ikna olmuştum. Bende değişen bir şey vardı. Öğrendiğim bir şey vardı. Ömür'ü konuşturmaya , saklamaması için çabalarken benimde ondan farkım yoktu.

Tek fark o bana direnemiyordu.

Ben ise ona direnmeyi öğrenmiştim.

Bu onu kıracaktı değil mi ? İçinde ki kırgınlıkların sonu bende bitecekti. Hepsini bir anda yıkamazdım omuzlarına , ona da söylemiştim , söylediğimde kabul etmişti. Fakat ızdırap verecektim. Yavaş yavaş...Gitmezdi ama , gelmişti bana. Gitmezdi...

Elini okşadım. Onu izledim. Arabayı sürdüm. Gülümsemesi bir an bile solmadı. Solmadı ya yetti o bana. Ben ondan güç aldım , onun için.

Sinyal verip evin yoluna girdim. Evimizin yoluna. Gülümsemesi azalacak mı diye baktım ama yine de gülümsüyordu. Kaburgalarımın arasında ki baskı azaldı. Biliyordum sevmediği ortamlarda durmazdı. Kabul etmek istemesem de Bade ile iyi anlaşamıyorlardı. Bu da kaburgalarımın arasına saplanan bıçak gibiydi. Belki de bununda gibisi fazlaydı.

Ruhumda ur vardı.

Ömür'ün avcunda ise iyi gelecek merhem.

Arabanın hızını düşürdüm. Korumalar aracı tanıyıp bahçenin kapısını açtılar. "Savaş ve Barış ?"diye mırıldandı soru niteliğinde. Dudaklarında hala tebessüm vardı ama dikkat kesilmişti. Evin önünde duruyorlardı. Buraya gelirken onları da peşimden getirmiştim. Arka koltukta ki Kar Tanesi'ne dikiz aynasından baktım. Havlamalara alışıktı ama o bile garipsemişti. Uzun zamandır Savaş ve Barış'ın yeri inleten seslerini duymadığından korkmuşta olabilirdi. Kar Tanesi'ni sahiplendiği zaman Savaş ve Barış'ı da almıştık. Beraber büyümüşler Ömür , Kar Tanesi kadar onları da sevmişti. Fakat ben ona sormadan ikisini de alıp buraya getirmiştim.

Buraya geldikleri zaman garipsemiş bana göre Ömür'ü arayıp durmuşlardı. Ne kadar sesli söyleyemesem de onları görmek bana iyi geldiği kadar kötü de gelmişti. Bu yüzden kulübelerini arka bahçeye taşımışlardı. Varlıkları ve sesleri güvende hissetmemi sağlamıştı ama onların bile bana öfkeli olduğunu biliyordum. Arka bahçeye kısa sürede alışmışlardı çünkü Türkiye'de de arka tarafta kalırlardı. Kendilerine ait bir bölgeleri bulunurdu. Sadece bazı durumlarda onları ön tarafa getirirdim. Tıpkı şimdi olduğu gibi.

"Gezmeye çıkmışlar." dediğimde Ömür bana bakmadan elimi sıktı. Ardından elini çekip kapıyı açtı. Dimdik duruyor gözleri arka ayakları üzerinde duran ve havlayan Savaş ile Barış'a bakıyordu. Onu buraya getirmiştim. Onu benim biten savaşıma getirmiştim. Onu buraya getirmiş için de olduğu savaşı duyduğumu bir kez daha görsün istemiştim. Onu buraya getirmiştim ona bir şey olmasın diye. Onu buraya getirmiştim bütün gücümü avcuna verdiğimi anlasın diye. Onu buraya getirmiştim savaşımın başlama sebebinin o olduğu ve bitme sebebinin de onu geri kazandığımı anlasın diye. Onu buraya getirmiştim her şeyi anlatayım diye. Onu buraya getirmiştim dört duvarın arasında gülüşünü duyup sığınabileyim diye. Onu buraya getirmiştim kendine zarar vermesin diye...

Onu buraya getirmiştim onu kırma sebebimi anlatabileyim diye...

Onu buraya getirmiştim sözlerimi tutamama sebebimi anlatabileyim diye...

Onu buraya getirmiştim , yanıma...Anlayınca beni affedebilsin diye...

Ben Rüzgar Kor. Yan karakter değildim. Yan karakter gibi davranmayı onun için kabul etmiştim. Ben Rüzgar Kor. Ona zarar gelmesin diye kendi savaşımı bitirip onunkine dahil olmuştum. Ben Rüzgar Kor. Güç olarak bilinen kadının en nefret ettiği şeyleri yapmıştım. Ben Rüzgar Kor. Birinin onu korumasından nefret eden kadını korumuş bunu ondan saklamıştım. Ben Rüzgar Kor. Ona bunu anlatamamış yüküne yük eklerim diye korkmuştum. Ben Rüzgar Kor. Kaybolmuştum. Yolumu yine onda bulmuştum. Ben Rüzgar Kor. Beni affetmesi için gözlerine bakmış , affedilecek bir şey yapmadın cevabını almıştım. Ben Rüzgar Kor. Kadına aşık olmuş ateşimi kalbine gömmüştüm. Ben Rüzgar Kor. Hamlelerim bitmezdi ama onun için yaptığım planın sonuna yaklaşıyordum. Ben Rüzgar Kor. Yapacağım son hamlenin ağırlığını Londra'ya geldiği , gözlerini aramızda adımlar , siyah camlara rağmen gördüğüm andan beri hissediyordum.

Ben Rüzgar Kor.

Sevdiğim için ondan bile vazgeçmiştim.

Adım attı. Arabadan inip adımlarını takip ettim. Aramızda ki üç adımı kapatmadım. Korumalar Kar Tanesi'ni alırken bile arkasını dönmedi. Yürüdü , yürüdüm. Evin önüne geldiğinde açık olan kapıyı açıp içeri girdi. Arkasından girdim. Topuklu ayakkabısı parkeye değdiğinde bu bile içimi huzurla doldurdu. Merdivenlere doğru baktı. Salonda ki kalabalığa baktı. Arda ayakta gömleğinin kollarını dirseğine kadar katlamıştı. Bade keyifle tekli koltukta oturuyordu. Kazanmış gibi. Hayal sessiz ama dik duruyordu. Poyraz sakindi ve memnundu. Gözleri sehpanın üzerinde ki kanlı bezlere takıldı ve tekrardan merdivenlere baktı. Üst kata çıkanlara değil bodruma inenlere. Ve yavaşça bana doğru döndü.

"Kor ," zihnimde 'herkes yine gitmiş' diyen sesi yankı yaptı. Okyanuslarıma bakarak "Herkes geldi mi ?"

 

 

🎭

 

 

Yazar Anlatımıyla

Gökyüzünün derdi neydi ? Neden bu kadar öfkeliydi ? Neden bu kadar kasfetliydi ? Neden bu havadan nefret edenlerle sevenleri aynı toplumda barındırıyordu ? Sorular cevaplardan vazgeçmişti. Kuruyup ölmeyi tercih etmişlerdi. Yıldızlar seyirci olmayı seçmiş oturup izlemeye başlamışlardı. Gözler ışıkların yandığı , köpeklerin havladığı , kedinin peteğin üzerine uzandığı kalabalık evden uzaklaşmış terkedilmiş gibi sessiz olan eve çevrilmişti. Yıldızlar bir kez daha meraklandı.

Terkedilmiş eve yaklaşan biri vardı. Düşman mıydı ? Düşman olmaya yakın mı ?

Düşmanlar gizli gizli yaklaşırdı. Öyle ki kadın ön taraftan gelmek yerine evin arka tarafının baktığı ormandan girmeyi tercih etmişti. Belki de , diye düşündü yıldızlar orman ona iyi geliyordur. Bu fikre katılanlar , katılmayanlarla karşı karşıya geldi. Dolunay son noktayı koydu. 'İzleyin ve öğrenin.'

Eve yaklaştıkça içi dahada huzursuz olan kadın buraya kadar elini kolunu sallayarak nasıl geldiğine anlam veremiyordu. Çoktan etrafı sarılmış , ateş çemberinin ortasında kalmış olmalıydı ama...etraf sakindi , sessizdi. Ve korumasızdı. Güneşin tepede olduğu zamana inat , terkedilmişti. Yeni dinen yağmur tekrardan yağmak için hazırlık yaparken evin bahçesine girdi. Soru işaretleri daha da artarken sönük olan lambalar elini beline götürmesini neden oldu. Silahın kabzasını kavrayıp belinden çıkarmış ve olabildiğince sessizce ateşler konuma getirmişti.

Bu ev hep gürültülü ve ışıl ışıl olurdu.

Yıldızlar nefesini tuttu. Kadın iki adım attıktan sonra hızla arkasını dönüp silahı doğrulttu. Korkmadı , tereddüt dahi etmedi. Kendisine doğrultulan silahı umursamadı. Karşısında ki geceye sarılmış ormanla karışmış gözleri gördüğünde ise başını dik tutmaya devam etti. "Burada ne oldu ?" Kabzayı tutan parmaklarını kapatıp açtı. "Ne olmuş ?" Dudağı kıvrıldı "Herkes nerde ?"

"Çok soru soruyorsun." Sesinde ki ve cümlede ki imayı kaçırmadı. "Cevap vermiyorsun." Dedi meydan okuyarak. Adamın dudağı kıvrıldı. "Silahını indirmeyecek misin ?" Kadın kaşlarını kaldırdı "Sen indirmeden , hayır."

"Damarlarında Bozkurt kanı da yok ne bu ben doğrulttuğum silahı indirmem havaları ?" Çok soru soruyorsun demek istedi , misilleme yapmayı seviyordu ama sevdiği diğer şey ise meydan okumaktı. "Kurtlarla büyüdüm." Adam cevabı kabul etti. Ama gözleri zihninde dolaşan tilkileri saklamıyordu , görsün istiyordu. Kadın da gördü. Adam silahını indirip beline koydu. "Kurdu büyüten de bendim."

Yanından geçip giden bedene omzunun üzerinden baktı. Boşluğa doğrulttuğu silahı indirip beline taktı ardından adamın arkasından ilerledi. "Gecenin bu vaktinde neden geldin ?" Oyunu kenara koyduğu sesinden belliydi. Kadın da ona ayak uydurdu. "Konuşmak için geldim." Omzunun üzerinden kısa bir an bakan adam "Hesap sormak için geldiğin belli Afra."

Gök gürlediğinde bulutlar hazırlıklarını bitirmiş göz yaşlarını serbest bırakmışlardı. Yağmur yüzünden süzülerek yere damlıyordu. Afra o an yağmurdan nefret etti. Arda daha yeni yaralarına pansuman yapmıştı. Sevdiği adamın üzerinde ki izlerini silmek ister gibiydi. Oysa yağmur sadece yağıyordu ona anlam yükleyen insanlardı. "Ateş abi nerde ?" Kuzgun güldü "Hesap soracağın kişi biraz rütbeli farkında mısın ?"

"O nerde Kuzgun ?" Adam durdu ve başıyla arkasında kalan kapalı bahçeyi işaret etti. Afra hiç duraksamadan oraya ilerledi. Brandayı aralayıp içeri girdi. Ve yüzünü buruşturdu. Burnuna çiçek , böcek kokusu gelmesi gerekiyordu. Kan değil. İçerisi havasız ve kan kokuyordu. Sadece kan kokuyordu. Nemden brandalar ıslanmıştı. Üç sıra yükselti vardı. Kadın adlarını unutmuştu. Üzerlerinde ise toprak ve normal şartlarda bitki ekili olması gerekiyordu. Aralarından yürüyüp geçti. Kuzgun da tam arkasında onu takip ediyordu. Nemin ve kan kokusunun arasında bir esinti hissetti. Kaşları hayretle havaya kalktığın da Ateş Bozkurt'a içten içe bir kez daha hayran kaldı.

Oradaydı. Kan ve pislikten uzakta gayet şık bir şekilde oturuyordu. Arkasında brandayı kesip pencere yapmışlardı. Temiz hava içeri giriyordu ama sadece Ateş Bozkurt'a yetecek kadar. Sandalyeye oturmuş eserini inceliyordu. Karşısında yarı çıplak ayakları morarmış sadece parmak ucu yere değen tavana ellerinden asılmış biri duruyordu. Afra içten içe onun kim olduğunu biliyordu. Haber kanalları bangır bangır Rusya'da ki saldırıyı ve kayıp olan güvenlik görevlisinden bahsediyordu. Ateş Bozkurt adamı oradan çıkarmış yetmemiş ülkeden de çıkarıp buraya getirmişti ve kadın emindi bunu hiç zorlanmadan yapmıştı.

Fakat bu adam kimdi ? Kimdi de Ateş onu öldürmek yerine acı çektiriyordu ? Öğrenmek istediği bir şey mi vardı yoksa zevk mi alıyordu ? İkincisi olduğunu düşündü.

Adamın mavi gözleri Afra'ya değdiğinde kadın bir kez daha aynı düşüncenin esiri oldu. 'Farklı'. Bozkurt ailesinin hepsinin gözleri maviydi ama onun ve ondan önce olanın gözleri farklıydı. Farklı bir maviydi. Ömür'den farklıydı. Alev'den farklıydı. Ateş Bozkurt başlı başına farklıydı. Farklılık kelimesi Ömür'den doğmuştu. Ömür her zaman ayrılmıştı. Babası , annesi , kardeşleri , abisi , sevgilisi onu herkes ayrı bir yere koymuştu ama bu kargaşada asıl farklı olan ve saklanmayı tercih eden oydu. Ateş Bozkurt , ayrıydı ama aynıydı.

"Hoş geldin Afra kokuyu mu aldın ?" Cümleyi nereye çekersen oraya geliyordu. Afra ise soru olmayan soruyu görmezden geldi. "Fazla zamanım yok Ateş Bozkurt bir şey sormaya geldim." Kuzgun , Afra'nın arkasından çıkıp bile isteye kanlara basarak Ateş'in yanına ilerledi. İçeri giren hava saçlarının birkaç tutamını bozmuştu. Uzanıp orda olduğunu fark etmediği sehpanın üzerinde duran paketi aldı. "Neden , Arda yokluğunu fark etmeden geri mi dönmelisin ?"

"Abi ,"dedi sakince "Sadece sormak istiyorum." İçin de bir şeylerin kırıldığını hissediyor parçaları batıyordu. "Benimde sormak istediğim şeyler var ama karışmıyorum." Hayretle kaşlarını havaya kaldırdı. "Ömür ile aramızda olan bizi ilgilendirir." Sinir...Ateş'in yüzüne an ve an çöken şey saf öfke ve sinirdi. O an Kuzgun'un burada olma sebebini anladı. Korumak için buradaydı. Ateş'i kendi öfkesinden korumak için buradaydı.

"Hepsi bu değil mi senin için Afra ? O senin kardeşin. Kan ile değil can ile ," alayla güldü "Onun için ölürsün onun için öldürürsün ama onu kendi ellerinle de öldürebilirsin !" Ayağa kalkan Ateş ile eş olarak bir inilti duyuldu. Kanlar içinde ki beden kendine geliyordu. "Öfkeni anlamıyorum abi ," dedi Afra sakin kalmak için çaba sarf ederek "Ömür ile-"

"Onu bu hala kim getirdi Afra ? Onu bu denli çaresiz kim bıraktı ? Onu kim terk etti ?"

"Ben değil !" Sesi yankı yaptı "Ona zarar verecek hiçbir şey yapmadım ben !" Öne doğru adım attığında Kuzgun sehpayı ayağıyla ittirdi. Sallanan sehpa devrilmekten son anda kurtuldu. Fakat Ateş'in dikkati dağıldı. Ve ana döndü. Sakinleşmek ve en önemlisi karşısındakinin kim olduğunu kendisine hatırlatmak için küçük bir hamleyi ama yetmişti. "Kardeşim için yaptım.Ne yaptıysam onun için yaptım!"

Ateş yutkundu derin nefes aldı.

Acı bir haykırış...

Anı hareketle un çuvalı gibi sallanan beden bacağına saplanan bıçak ile ses tellerini parçalamak istercesine bağırmıştı.

Gözleri şokla irileşen Afra fark etmeden bir adım geriledi. "Git buradan Afra. Git." Arkasını dönen adam ile kadın kendine geldi ve "Onun peşindesin değil mi ?" Kuzgun içine çektiğini dumanı ağır ağrı üfledi. "O piçi arıyorsun değil mi ?" Ateş hızla arkasını döndü "Bana hesap sorma hakkını sana kim verdi ?" Sesi buzdan farksızdı "Hesap sormuyorum , soru soruyorum."

"Sen , emanetime sırtını döndüğünde bana soru sorma hakkını kaybettin." Afra irkildi. Evlerinde kaldığı , abi demekten bir an bile tereddüt etmediği adamın yabancı gözlerini tanıyamadı. "Abi ," dedi kısık sesle "Benim Afra ," sesi titremişti "Benim ben ! Ömür'ün olduğu kadar senin de kardeşinim ben! Sen söylerdin bana bu cümleleri ! Ömür'den farkın yok derdin ! Şimdi ne oldu !?" Hızla başını iki yana salladı "Benim tanıdığım Ateş Bozkurt önce Ömür'e gider pardon onun gelmesini bekler sarılır anlatması için sabırla beklerdi. Daha sonra çıkar benim yanıma gelir olayı bir de benden dinlerdi ! Beni yargılıyorsun ! Sanki onu bile isteye yakmışım gibi ! Yanmasın diye çabalarken ! İki kelime etsin diye çabalarken !" Kalbinin kasıldığını hissetti. Yanağından süzülen damlayı parmağının ucuna aldı.

'Sil timsah göz yaşlarını Afra Gür. Sen acı çekmezsin.'

Gözlerini kapatan kadın Rüzgar'ın sözlerini unutmaya çalıştı. Arda'ya yalan söylemişti. Umursamadığını gerçekten de canının yanmadığını söylemişti ama yalandı. Rüzgar soy ismi gibi kadını küle çevirmiş korları savrulmuştu. Ama Afra hak veriyordu. Ve seviniyordu. Rüzgar varsa Ömür vardı. Ömür ona anlatırdı , yalnız değildi. Onun gidişine rağmen yalnız değildi. "Ben yapmadım ," dedi acıyla. Bedeni acı çekmiyordu doğru. Yüzünde ki kabuk bağlayan yaralarını hissetmiyordu ama yüreği yanıyordu. Dayanamıyordu. Daha yeniydi kardeşinin sözleri. Ama aralarına giren okyanus onu boğuyordu. Afra daha önce hiç bu kadar kimsesiz hissetmemiş , Ömür ve Kaya'dan ayrı kalmamıştı. "Ben sadece korudum."

"Sikimde bile değil senin koruman." Kuzgun sert gözlerini Ateş'e çevirdi "Sus ," dediğinde Ateş öfkeyle yanan gözleri ona döndü "Alev'e benzemeden sus. Anlayışını kaybetmeden sus. Karşındakini gör Bozkurt , kim olduğunu hatırla ve sus." Ateş kıza baktı. Kızaran gözlerini gördü , bekledi ve bir kez daha derin nefes aldı. "Neden ?" Dedi sesi güçsüz çıkmıştı "Neden onu bu kadar yıprattın ? Seni dışarı koyacak kadar ne yaptın ? Senden vazgeçecek ne yaptın ? Afra ," dedi Ateş içinde ki hesaplaşmayı fısıldadı "Beni değil seni istedi. Neden kıymetini bilmedin ?"

Kuzgun elinde ki sigaranın yere düştüğünü fark etmedi. Afra o an her şeyi affetti. Az önce öfkeyle bağıran adamın her sözünü affetti. Ateş Bozkurt acı çekiyordu. Ateş Bozkurt'un hesaplaşması kendiyleydi. Yediremiyordu , dolduramıyordu. Sakinliğine herkes alışmıştı kimse bağırsın istemiyordu. Ateş'de Ömür gibi bir kalıba mahkum edilmişti. Sakin olmalıydı. Kızmamalı , hataları kapatmalıydı. Liderlik etmeli , pes etmemeliydi.

Kurtları kafese kim kapatmıştı ?

Adım atan Afra kan birikintilerine bastı. Ateş'e yaklaştıkça adamın gözlerinde ki ifadeyi tanıdı. Çaresizlik ve saf acı. "Bu dünyada kimse hatta biz bile onun sana verdiği değerin önüne geçemeyiz. Sana duyduğu hayranlığın önüne geçemeyiz. Sana duyduğu sevginin önüne geçemeyiz ," Ateş baktı ama gözlerinde ki saf duygular kaybolmuştu. Boş gözlerle izliyordu. "Sen onun her dağim abisi olacaksın. Kan ve can ile. Bizden her zaman öndesin abi. Senin yerini doldurmaya çalışmıyorum , Aren'nin de böyle bir amacı yok ," Bilirdi , Ateş Bozkurt bu sözlere gerek duymaz neyin ne olduğunu bilirdi. Ama canı yanmıştı , ruhunda ki yara kabuk bağlamamıştı.

'Boşa uğraşıyorum.' İçinden söylediği iki kelime kabulleniş doluydu. "Haddim olmayan şeylere bulaştım. Zorladım , zorladıkça incittim ama bunu ona ben yapmadım."

Ateş güldü "Bunu başlatmamış olabilirsin. Ama onu bitirenlerdensin."

"Sende onlardansın ," Kelimeler bomba misali aralarına düştü. "Suçsuz olman hiçbir şeyi değiştirmez. Yanında değildin , çünkü seni kovdu ve sende bir anlık öfkeyle söylenen sözlerin ciddiye alıp ülke değiştirdin."

An ve an kanlanan gözleri izledi. "Git , git Afra ben senin daha fazla kırmadan def olup git." Başını dikleştiren kadın "Kovsan da gitmem Bozkurt , hiç gitmedim." Durdu. Ateş'in alayla kıvrılan dudağı zihninde Ömür'ün sesinin yankılanmasına sebep oldu. Bilekliğinin yere düştüğünde çıkardığı var ve yok o sesi işitti. Elini bileğine koydu , alışık olduğu metalin yokluğu iliklerine kadar işledi ama ses edemedi. "Emin misin ?"

"Onun içindi." Dedi bir kez daha. Ateş sırtını kadına dönüp kısık kısık inleyen kurbanını doğru ilerlerken "Hep öyle derler."

"Sende mi diyorsun ?" Afra bir kez daha çıkıştı. Pes etmek onun lugatında yoktu. Yenilmeyecekti. "Bir anlık öfkeyle söylediği kelimelere mi takılı kaldın Ateş Bozkurt ?" Ensesinin uyuştuğunu , uyuşukluğun başına nuks ettiğini an ve an hisseden adam ağır ağır Afra'ya döndü. "Bir anlık öfke ?" dedi tüyleri diken diken eden bir sakinlikle. İlk söylediğinde duymazdan geldiği kelimeleri bir kez daha işitmek susacağı , hayır kendini tutabileceği bir şey değildi. "Kendi canıyla ," dedi ölüm gibi "Kendi canı ile tehdit etti ," Her bir kelimesi sessiz haykırış gibiydi. "Def olup gitmezsem kendini öldüreceğini söyledi !"

Bağırışı ve kanlanan gözleri kalbinin acısını yansıtmaya yetmiyordu. "Benim kardeşim ! Beni kendi canıyla tehdit etti !" Hızlı hızlı inip kalkan göğüs kafesine rağmen ciğerlerine hava giremiyor kaburgaları sızlıyordu. "Kardeşim ona dokunmama tahammül edemedi ! Saçını okşadığım için saçlarını yoldu ! Göz yaşlarını sildim diye gözlerini tırnakladı ! Sen bana ne anlatıyorsun lan !?"

Arkasını dönüp hızla dışarıya çıktı. Son akıl kırıntılarını , kadına zarar vermesin diye kullanmıştı.

Giden adamın arkasından bakmaktan başka bir şey yapamayan Afra bu çıkışı beklemiyordu. Ama bunun için çabalamıştı. Yerde ki kan birikintisine bakmaktan başka bir şey yapamayan kadın kesik kesik nefesler alıyordu. "Farkındasın ," diyen Kuzgun paketten bir sigara daha alıp yaktı "Zorlamanın sadece büyük bir çıkışa sebep olacağın farkındasın. Fakat senin de başka çaren kalmamış. Susmuşlar göz göre göre yanışa şahit olmuşsun ," adamın her kelimesiyle ellerini iki yanında yumruk yaptı "Susamaman normal Afra. Seni anlıyorum." Dizlerinin titrediğini hissetti. "Yemin ederim kıyamıyorum ," diyen kadının sesi titredi "Canı yanıyor dayanamıyorum. Kardeşim o benim..."

"Onunda kardeşi ," gücü yoktu kadının. Direnemedi "Kendisi ile tehdit etti. Afra,"diyen Kuzgun ile arkasını dönmek için çaba sarf etti kadın. Göz göze geldiklerinde Kuzgun'nun anlayış dolu yüzü direncini iyice kırdı. "Ateş kovuldu. Ölüm döşeğinde olan kardeşi tarafından kovuldu. Öyle kolay cümlelerle de değil. Sen duymadın ama ben sana söyleyeyim ," Ağrı olduğunu biliyordu ama duymak kaldırabilecek mıydı ? "Afra yeter bana. Abimde olur ablamda ," Devamını duymak istemedi ama dinledi "Kaya yeter bana abimde olur ablamda ," dudaklarını sertçe birbirlerine bastırdı "Aren yeter bana abimde olur ablamda," bu cümleleri yeterdi kardeşini gözünden sakınan , yatarken nefesini dinleyen dağ gibi bir adamı dal parçası gibi kırmaya. "Seni istemiyorum Ateş Bozkurt , yanımda , evimde , ülkede bile istemiyorum. Def olup gideceksin yoksa yemin ederim ," Her bir sözü ezberlemişti Araf. Ateş'in yüzünde ki çaresizliği ezberlediği gibi. "Gözünün önünde öldürürüm kendimi ," Afra'nın yere eğdiği başını düzeltmek için nazikçe çenesini tutup kaldırdı "Ciddiydi Afra , Ömür ciddiydi ," ve ekledi "Kendi canına kıyacaktı ,"

Elini geri çekip sigarasından bir duman daha içine çekti "Rüzgar bu yüzden Ömür'ün sürekli boynuna bakıyor. Sürekli elini boynuna götürüyor. Bu da benden sana bonus bilgi olsun." Titreyen gözlerini kırpıştırdı "Biliyor mu? Rüzgar biliyor mu ?" Kuzgun güldü "Dalga mı geçiyorsun ? O adam Ömür'ün nefesini ezbere biliyor. Onun ciğerlerinden çıkan hava Rüzgar'ın yaşama sebebi. O odada olan her şeyi biliyor. Ve daha fazlasını."

"Ömür'de hatırlı-"

"Hatırlamak farklı hatırlatmak farklı. Ömür unuttu Afra. Rüzgar ise ilmik ilmik işliyor içine. İşte senin hatan buydu. Ömür bu yüzden dayanamadı." Gözlerini silen kadın "Endişelenme biliyorum. Ömür bana anlattı ," ellerini iki yana açtı "Sonrası yok. Sadece iyi olmasını istedim." dedi kabullenişle. "Şimdi de iyi olmasını istiyorsun , bu yüzden buradasın. Ne öğrendin ?" Afra soruyla buraya gelme sebebini hatırladı. Hesap sormaya değil teyit etmeye gelmişti. Başından beri emin olsa da. "O piçin peşinde değil mi ?" Kuzgun ağır ağır başını salladı. "Evet."

"Bunun için o orospu çocuğunu bulabilmek için ," söyleyemiyordu. Kelime dudaklarından çıkmıyor , kabullenemiyordu. "İş mi yaptı ? Onlarla iş mi yaptı ?" hafifçe gülen adam başıyla kapıyı işaret etti. Afra yutkundu ve Ateş'in yanına gitmek için adımlarına yön verdi. Gergin ama cevaba açtı. Geldiği yoldan dışarı çıktı. Etrafına baktı ve Ateş Bozkurt'u ağaca yaslanmış kollarını göğsünde toplamış yere bakarken buldu. Adamın amacı sadece hava almaktı , gitmek değil. Afra'nın ne öğrendiğini öğrenmeden onun gitmesine de izin vermezi ve buna gerek kalmayacağını kadının dakikalar sonra yanına geleceğini de biliyordu. Ufak adımlarla yanına gelip karşısında durduğunda Ateş hafif yana kaydı. Sessiz emre uyan Afra adamın yanına geçip onun gibi ağaca yaslandı.

"Albert seni takip etmeye başladığında neden kaçmadın ?" Afra bu soruyu beklemiyordu ama adamın -Suskunlar dışında - her şeyi bildiğini de biliyordu. Başını yan çevirip yüzüne baktı "Öğrenmek için ," dedikten sonra tepkisini izlemek için bakışlarını adamın yüzünde tutmaya devam etti "Albert'ın Fyodor ile olan bağını öğrenmek için." ifadesizlik. Ateş Bozkurt hazırlıklıydı ve tepki vermedi. "Bağı olduğunu da nerden çıkardın ?" önüne dönen Afra kollarını Ateş gibi göğsünde topladı. "Sen söyle Ateş Bozkurt ," dedi ve gelme sebebini geceye fısıldadı.

"Fyodor'un uyuşturucularının taşıyıcısı sensin."

Loading...
0%