Yeni Üyelik
6.
Bölüm

KORKU

@elifdidar

KORKU

Yaşadıklarım beni bir kara deliğe çekerken daha bunun bir başlangıç olduğu düşüncesi üzerime diri diri toprak atılmasına benziyor.

Öğrendiğim yeni bir gerçek daha ama bu sefer bu gerçek omuzlarımdan öyle bir yük kaldırdı ki anlatamam.

Karşımda duran Poseidon’a far görmüş tavşan gibi bakarken tek diyebildiğim “Ne” demek oldu.

Sizin dünyanızda neler anlatılıyor bilmiyorum ama ben Medusa’ya zarar vermedim, vermem de. Aksine, şu anda onu kurtarmaya çalışıyorum. Bunu görmüyor musun, Hera?” dedi yalvaran bir ses tonuyla. Gerçekten de Medusa’yı zorlamamış olabilir miydi? Eğer öyleyse bu benim açımdan gerçekten güzel bir şeydi ama onun sözüne hemen inanamadım. Bunun cevabını Medusa’dan da almalıydım.

“Neden bunca sene bekledin o zaman? Yıllar önce kurtarsaydın onu. Neden özellikle şimdi?” diye sordum.

“Onu ben tek başıma kurtaramam. Onun kanından olan birisi lazım onu kurtarabilmem için. Yani sana ihtiyacım var.”

Bu seferki dediği omuzumdaki yükü kaldırmamıştı, aksine hatırlatma yapmıştı.

“Tamam, ne gerekiyorsa yapalım ama,” dedim tehditkâr bir sesle.

“Bir daha benim ailemden birine zarar verirsen anlaşma iptal olur,” dedim ve Darian’ı işaret ettim. Neredeyse çocuğu boğuyordu.

“Ve Medusa’yı kurtarmaya çalışmam. Ne de olsa bu işte benim bir çıkarım yok. Sen de aşkına kavuşamazsın, haberin olsun,” diye devam etti ama bu dediğim laf mıydı? Ne olursa olsun bana güvenen insanları yarı yolda bırakmazdım. Medusa oradan çıkacaktı, başka seçenek yoktu.

Darian’ın yanına gittim. Hâlâ yerde oturuyor ve hızlı hızlı nefes alıp veriyordu.

“İyisin mi?” diye sordum mahcup bir sesle. Ne de olsa benim yüzümden olmuştu bu olay, değil mi?

Darian, “İyiyim ufaklık, merak etme,” dedi ve göz kırptı.

Ay, delireceğim ya! Bu çocuk ve hareketleri beni benden alıyor.

Koluna girdim ve onu yerden kaldırıp sabah uyandığım odaya götürdüm.

Bir yandan kolunu tutarken bir yandan da iyileştiğini düşünüyordum. Biraz zor olsa da sonunda ellerim ısınmaya başladı. Galiba işe yarıyordu.

Darian dönüp gözlerimin içine baktı ama bu sefer gözlerinde her zamanki alaycı ifade yoktu.

“Ne oldu? Neden öyle bakıyorsun?” dedim.

“Kendini zorlama, ben gerçekten iyiyim. Birazdan toparlanırım.” Dedi.

Üzerime güç uyguladığımı anlamıştı. Gel de toparla şimdi olayı.

“Evet, biraz zorlandım. Ayı gibisin, taşıyamıyorum ki seni.” Dedim geçiştirmek adına.

“Ayı değilim canım, kaslıyım. Sonuçta bir Darian kolay olunmuyor değil mi?” dedi yine o alaycı ifadesiyle. Gerçekten bu çocuğu bu laubalilikle nasıl muhafız yapmışlardı ya? Türkiye’de böyle birisi asker olsaydı eğer dayak manyağı yaparlardı bunu. Ah Türkiyem de Türkiyem, hemen de özledim. Ne olursa olsun ben oraya aittim, buraya değil. Taşınan toprağına, bayrağına can verilesi topraklara gittim ben, böyle salak saçma bir yere değil.

Ağzımın içinde “Tabi tabi” deyip Darianı geçiştirdim. O sırada da zaten odaya gelmiştik. Darian’ı yatağa oturturdum. Biraz dinlenmesi gerektiğini söyleyip odadan çıktım.

Poseidon’un yanına gidip eğitimlere hemen başlamak istediğimi haber vermem lazımdı. Bir an önce bu olayın bitmesini ve Türkiye’me geri kavuşmayı istiyordum.

Yemek salonuna geri döndüğümde annem, babam ve ablam orada yoktu. Sadece yardımcılar sofrayı topluyordu. Ortaya doğru “Herkes nereye gitti?” diye sordum. İçlerinden birisi “Bahçeye hava almaya çıktılar leydim” dedi. Teşekkür edip ben de bahçeye çıktım.

Burası gerçekten de kocaman bir yerdi. Etraf da güzel dekore edilmişti. Her taraf yeşilliklerle doluydu. Hem şık hem de doğal bir ortamdı.

Etrafı izlemeye devam ederken arkamdan bir ses geldi.

“Çok beğendin galiba etrafı.”

Arkamı döndüğümde karşılaştığım kişi Poseidon’du.

“Evet, etraf çok güzel dekore edilmiş. Beğendim.”

Bir an duraksadı ve iç çekti. Gözlerinden belli olan bir hüzün çöktü sanki üstüne.

“Burayı Medusa ile beraber dekore etmiştik. O zamandan beri de hiçbir şeyin yerini değiştirmedim. Onu kurtarınca etrafa yabancı olması, çabuk alışsın diye.” Dedi.

Demek ki buranın böyle güzel olmasında bir kadının parmağı varmış. İşte ya hemcinsimi yüceltmeyeyim de ne yapayım? Göz var nizam var be. Ne demişler, kadın eli değen her şey güzelleşir. Burası da bu sayede güzelleşmişti.

Merak ettiğim bir şey vardı ama sormaya da çekiniyordum. Ne de olsa adama çok fazla sert çıkmıştım. Acaba sorsam bana cevap verir miydi? O anki stresle parmaklarımla oynuyordum.

“Bir şey mi söylemek istiyorsun sen?” dedi birden. Ben tabii şok oldum hemen anlamasına.

“Yok, ne sorayım, bir şey sormayacağım.”

Dedim ama bu söylediğimin yalan olduğunu yüz metre ilerideki kişi bile rahatlıkla anlayabilirdi.

“Söyle, belli var bir derdin, içini kemirmesine izin verme. İçinde büyüttüğün her ne ise onu dışarı vur. Karşındakini üzerim diye mi korkuyorsun? Olabilir ama bunu saklamak sana eğer zarar verecekse, senin için söylemen daha iyi olacaktır. Hiç kimsenin veya hiçbir düşüncenin seni üzmesine izin verme ve en çok kendine değer ver. Ne de olsa sen de bu hayata bir defa geliyorsun, o yüzden tadını çıkar.”

Bu durumda hayatımın ne kadar tadını çıkartabilirsem tabi. Hayatım karmakarışık olmuştu, bir çıkış yolu ise daha çok ileride gibi gözüküyordu.

Poseidon’un söylediklerinden cesaret alıp sormak istediğim soruyu sordum.

“Siz Medusa ile nasıl tanıştınız? Birbirinize aşık oldunuz.” Dedim.

Ben ne zaman Poseidon’a Medusa hakkında bir şey desem, gözlerinde beliren o burukluk ortaya çıktı. Derin bir iç çekti, sanki mazi gözlerinde canlandı. Bir müddet bir şey demedi, sessiz kaldı. Sanırım eski konular hakkında soru sormam hoşuna gitmemişti.

Tam Poseidon konuşacakken, ileriden bir ses yükseldi.

“Hera!” Bu ses ablama aitti. Başımı çevirip ona baktığımda önünde bir köpek vardı ve onun başını okşuyordu. Bir yandan da eliyle gelmemi işaret ediyordu. Her zaman hayvanlara karşı bir zaafı vardı bu kızın, ama tam da zamanını bulmuştu yani.

“Geliyorum birazdan, beş dakika bekle.” Dedim ve Poseidona geri döndüm. Ama Poseidon tekrar o sert mizahını bürünmüştü.

“Sen ablanın yanına git, benim de birkaç işim var, onları halledeyim. Senin için de uygunsa derslere yarın başlayalım.” Dedi ve cevap vermemi beklemeden arkasını dönüp gitti. İnsan bir beklerdi, değil mi? Kız ne diyecek bir bekleyeyim der. Direkt gidilir mi? Bütün erkekler öküz mü ya? Buna inanmak istemiyorum.

Ablamın yanına gittim. Önündeki köpeği seviyordu. Benim yanına geldiğimi fark edince ayağa kalktı ve “Gel, seninle bir şey konuşacağım,” dedi. Ama arkasında bıraktığı köpek sürekli başını ablamın bacağına sürtünüyordu. Ablamın aklına bir şey gelmiş olmalı ki bir an gülümsedi.

“Dualarım kabul oldu ama keşke ayrıntı verseydim,” dedi. Ne dediğini anlamamıştım. Benim anlamadığımı anlayınca köpeği işaret etti.

“Peşimde köpek olsun dedim ama bunu kastetmedim,” dedi.

Bu sefer ikimiz de gülmeye başlamıştık. Ablamın diğer evrende bir sevgilisi vardı ama onu aldattığını telefonuna gelen bir mesajla öğrenmişti. Bilinmeyen bir numaradan pek de masum olmayan görüntüler gelince ablam deliye dönmüştü. Mesaj geldiğinde yanındaydım. Önce bir telefona boş boş baktı, sonra birden telefonu duvara çarpınca yerimden irkilmiştim. Ama çocuğu rahat bırakmamıştı. Gidip evini başına yakmış, bir de o fotoğrafları internete yaymıştı. Kısacası rezil rüsva edip bırakmıştı.

“Eee, sen bana ne diyeceksin abla?”

“Şey, diyeceğim ben sana ya,” dedi salına salına. Ne zaman böyle hareketler yapsa söylemeye çekindiği bir şeyler var demekti.

“Söyle hadi, ne oldu?”

“Sen, Poseidon’la anlaşma işine emin misin? Kendini istemediğin, rahat etmediğin bir ortamda kalmaya zorunlu hissetmeni istemiyorum.” Dedi.

“Ablacım, çok meraklı değilim tabi burada kalmaya ama tek seçeneğim burası. Hem sizin hem de benim güvenliğim için güçlerimi iyice kavradıktan sonra bu karmaşadan kurtulup kendi evrenimize geri dönmek istiyorum.” Dedim.

“Bak, Heracım, ne zaman canın bir şeye sıkılırsa bana anlatabilirsin, biliyorsun değil mi?” dedi. Ben de başımı sallayıp onayladım. Artık bu konunun kapanmasını istediğim için “Yarın derslere başlıyoruz.” Dedim.

“Haydi, hayırlı olsun. Dövüş derslerine ne zaman başlamak istersin?” dedi.

“Sen ne zaman müsait olursan, ne de olsa öğretmenim sendin,” dedim ve topu ablama attım.

“Bana kalırsa bugün başlayabiliriz, ne dersin?” dedi. Bu ne hız be kızım! Ama ne kadar erken o kadar iyi diye düşünerekten tamam deyip kabul ettim.

“Ee, nerede çalışmalara başlayacağız peki?” diye sordum.

“Poseidon bizim için çoktan çalışma alanı ayarlatmış, bahçenin arka tarafında. Sen git, üzerine rahat bir şeyler giy ve arka tarafa gel,” dedi.

“İyi de benim burada kıyafetlerim yok ki” dedim. Nereden bulacaktım şimdi ben rahat bir kıyafet?

“Ooo kızım, Poseidon her şeyi düşünmüş. Git kızlardan birine de, versinler,” dedi ve beni ittire ittire yolladı.

Geldiğim yolları geri dönmek zorunda kalmıştım içeriye. Bu sırada da etrafı daha detaylı incelemiştim. Gelirken dikkatimi çekmeyen bir heykel şimdi gözüme çarpmıştı. Bir kadın heykeliydi. Saçları dalgalı ve yüz hatları ise bir bıçak gibi keskindi. Çok güzel bir yüzü vardı. Heykel bile olsa gerçekten de büyüleyici bir güzelliği vardı. Bir yandan da siması o kadar tanıdık geliyor ama bir türlü çıkartamıyordum. Sanki çok tanıdık biri gibi ama bir o kadar yabancı.

Daha fazla zaman kaybetmemek adına saraydan içeriye girdim önüme çıkan ilk kıza “Poseidon bizim için kıyafet hazırlatmış onlar nerede acaba?” diye sordum. Kız biraz düşündü sonra da cevap verdi.

“Evet hatırladım, onlar sizin yeni odanızda, leydim.” Dedi şu leydi kelimesine bir türlü alışamamıştım ya, neyse ama yeni oda derken nereyi kastetmişti ki bu kız?

“Yeni oda derken neyi kastettiniz?” diye sordum.

“Sabah odanızda yangın çıktığı için Poseidon odanızı değiştirmemiz gerektiğini ve yeni kıyafetleri de gardırobunuza yerleştirmemiz gerektiğini söyledi.” Dedi.

“Peki, bana odayı gösterebilir misiniz?” diye sordum.

“Tabii ki, leydim, buyurun.” Diyerek elini önüne uzattı ve hemen yanımda ilerlemeye başladı. Bir üst kata çıktık. Burası sabah uyandığım kattı ama yanımdaki kız bir kat daha yukarı çıktı ve ilerideki odayı göstererek, “Bu oda, leydim.” Dedi ve selam vererek yanımdan gitti.

Odaya girdiğimde diğer odaya nazaran daha ferahtı ve gösterişliydi. Bir o kadar şık bir havası varken bir o kadar da sadeydi. Bu saray zaten hep böyle dekore edilmişti: sade ama şık.

Çiçek motifli bir makyaj masası, kocaman yatak ve yine çiçek motifli ahşap bir gardırop vardı. Penceresi ise bahçeye, daha demin gördüğüm heykele bakıyordu. O heykelde anlam veremediğim bir çekim hissi vardı, sanki beni içine çekip hapsetmek istiyor gibiydi. Bir o kadar güzelken bir o kadar da tehlikeli bir histi bence bu.

Etrafı incelemeyi bitirdikten sonra gardırobun kapağını açtım ve içindeki kıyafetlere baktım. Gardırop tıka basa doluydu. Antrenmanda giyeceğim kıyafetten tut balo elbisesine kadar vardı. İçlerinden en rahat olan takımı seçtim ve hemen üzerimi değiştirdim.

Tam kapıdan çıkıyordum ki kapı bir anda üç kere tıklatıldı. Kim gelmişti acaba? “Gelebilirsiniz,” diye seslendim. Kapı yavaşça açıldı. Gelen Poseidon’du.

“Yeni odanı beğendin mi?” diye sordu.

“Evet beğendim ama burası benim için biraz fazla büyük değil mi yani buranın atmosferi falan sanki biraz fazla gibi” dedim.

“Sana özellikle bu odayı verdim çünkü” dedi ve gözlerime dikkatlice baktı.

“Çünkü bu oda annenin ve benim kaldığımız odaydı. Annen gidince bir daha bu odada kalamadım ama artık burası senin odan,” dedi.

Şok olmuştum, ne diyeceğimi de bulamamıştım. Onun için özel bir oda olmalıydı ama bu odayı bana veriyordu.

“Aslında ilk başta bu odada olmanı istiyordum ama daha kıyafetlerin gelmediği ve dolabına yerleştirilmesi gerektiği için önce seni misafir odasına getirdik. Ama tabi sen sabah odayı yaktığın için daha eksikler olsa da senin buraya yerleşmeni biraz erkene çekmiş olduk” dedi ve sırıttı.

“Teşekkür ederim, bu kadar uğraşmaya gerek yoktu. Ne de olsa Medusa kurulduktan sonra burada kalmayacağım.” Dedim.

Poseidon’un bir an için yüzü düştü.

“Neden burada kalmak istemiyorsun?”

“Kendimi buraya ait hissetmiyorum.” Dedim net bir sesle. Kırıcı bir söz olabilirdi evet, ama ne de olsa o dememiş miydi bana, “İçin için tutma, söyle.” Diyen

“Belki...” dedi.

“Belki annen de gelince kendini buraya ait hissedersin.” Dedi sesinde belli olan bir ümitle.

“Bilmiyorum, belki ama şu an değil.” Dedim ve odadan çıktım. Oh, iyi yaptım! Demin aynısını bana yapmıştı, anlasın bakalım nasıl bir hismiş! Ama arkamda duyduğum ayak sesleriyle başımı çevirdim. Arkamdan geliyordu.

“Beni mi takip ediyorsun sen?” dedim.

Biraz şaşırmıştı, ne de olsa kimse ona senli benli seslenmiyor ve hesap sormuyordu ama ben herkes değildim. İkimizin de birbirine ihtiyacı vardı.

“Yani sayılır,” dedi, bir de kabul ediyordu.

“Sen antrenmandayken seni izleyeceğim,” dedi, sanki ne gerek varsa.

Omuz silkip, “Sen bilirsin,” dedim ve ilerlemeye devam ettim.

Arka bahçedeki alana gelince, ablam bana “Ben buradayım,” dercesine el salladı.

Yanına gittim, bana bakıyordu.

“Hazır mısın?” diye sordu.

Aslında hazır değildim ama başımı salladım.

“Zaten kendini savunmayı biliyorsun, sonuçta küçükken seni boşuna boksa yazdırmadık, değil mi?” dedi. Bir de bu konu vardı. Küçükken ne kadar kızardım beni boksa yazdırdıkları için! Hep dayak yer gelirdim eve. Anneme ağlayarak beni buradan alın derdim ama annem bana “Kızım, bu sana ileride lazım olabilir.” Diye beni ikna etmeye çalışırdı. Nereden bilebilirdim ki beni bu günlere hazırladığını?

Önce ısınma hareketlerine başladık ama tam ben ısınıyorken ablam aniden karnıma zarar vermeyecek derecede bir yumruk savurdu. Şaşırmış ve sinirli bir şekilde ona bakıyordum.

“Ne yapıyorsun, deli misin ya? Isınıyoruz burada.”

“Savaşta ısınmanı beklemezler, direkt saldırırlar. Başla, saldır!”

Sert bir yumruk savurdum ama sola doğru kaçınca havayı yumrukladım. Eğildiği yerden karnıma bir yumruk geçirdi. İki büklüm olmuş ve sinirli bir şekilde ona bakıyordum ama o bana devam et der gibi bakıyordu.

Sinirlenmiştim, hiç karşımdaki benim kardeşim deyip yavaş vurmak yok, sanki düşmanına vuruyor, gıcık ya! Ama artık ben de ona öyle davranacaktım, nasıl davranıyorsa öyle.

Başımı sağa sola estetik genişledim. Ablam sol taraftan bir yumruk atıyormuş gibi yaptı, tabi hemen sola kaçınca ayağımla karnına sağlam bir tekme geçirdim.

Ablama karşı hamle yapmanın sevinci ile gülerken bir anda bacağıma yapıştı ve beni kendisi ile yere yapıştırdı.

“Ne yapıyorsun ya, kaç yıllık hıncını çıkartıyorsun abla?” diye kızdım.

“Savaşta istisna yok kardeşim, buna alışsan iyi olur.” Dedi, bacaklarını boynuma dolamış, boğazımı sıkıyordu. Zar zor ayağa kalktım, benimle beraber sırtımda ablam da kalkınca kendimle beraber onu yere attım. O altta, ben üstte yerde duruyorduk. İki kolunu da tuttum ve “Yeter!” diye bağırdım. “Öldürecek misin kızım beni ya, bu ne? Al sana dövüş!” dedim ve bir kolundan tutup yüz üstü çevirdim. İki kolunu da sırtından sertçe tek elimle tuttum ve boşta kalan elimle de başını tutuyordum. “Oldu mu dövüş? Sanki karşında gerçek düşmanım var, bu ne öfke ya!” dedim.

“Tamam, haklısın Hera ama savaşta sana lazım olan sert dövüş. Kimse sana ay canım yandı biraz az vurayım demez, işkence eder hatta bazen hemen canını almazlar. Ölmek istersin ama sana işkence ederler, tırnaklarını teker teker sökerler, dişlerini teker teker çekerler, kolunu bacağını keserler, vücudunda yaralar açarlar sonra da iyileştir tekrar yaparlar, yemek vermezler su vermezler. Su diye kendi kanını içersin ama banamasın demezler. Kullanırlar seni sonrada kelleni keser kurda kuşa yem ederler. Bunların başına gelmemesi için sert dövüşmeyi ve kendini korumayı öğrenmelisin. Yaptığımız şey çocuk oyuncağı değil, bir an önce her şeyi öğrenmen ve güç kazanman lazım.”

Ablamın söyledikleri kanımı dondurmuştu, ama gerçekti. Şu sıralar hayatıma giren gerçeklerin çoğu zaten bana mutluluk getirdiği söylenemezdi.

“Tamam, doğru söylüyorsun, ama şimdi ben burada kolumu bacağımı kırsam, iyileşene kadar dövüşemeyeceğim,” dedim.

Ablam bana mala bakar gibi bakıyordu.

“Heracım, sen o üniversiteye nasıl girdin ve dönem birincisi oldun, bebeğim?” dedi.

“Şimdi bunun bizim konumuzla ne alakası var, abla?”

“Kızım sen salak mısın?” dedi ama bir anda arkadan bir homurdanma sesi geldi. Ablamla o yöne baktığımızda Poseidon ablama sinirli bir şekilde bakıyordu. Ablam bir an çekimser bir şekilde bana baktı ama “Boş ver sen onu, sadede gel sen.” Dedim.

“Burada olmaz, sonra konuşuruz. Bugünlük antrenman yeter, sen git biraz dinlen.” Dedi ve yanımdan gitti ama giderken de iki kere göz kırptı. Bu, ablamla benim aramda bir şifreydi. İki kere göz kırpınca yanıma gel demek oluyordu. Ben de onaylar bir şekilde gözlerimi kırpınca birbirimizden ayrıldık.

Ben Poseidon’un benim için ayarladığı yeni odama çıktım. Ablam da Poseidon’un onlar için hazırlattığı odasına gitti. Üzerim hep toz toprak olmuştu, hemen üzerimi değiştirdim ve odadan çıktım. İlk önce Darianın yanına uğradım, nasıl olduğuna bakmak için odaya gittim. Kapıyı iki kez çaldım ama içeriden bir ses gelmedi. “Darian, içeride misin?” diye seslendim ama Dariandan bir ses çıkmadı. Tekrar kapıyı çaldım ama yine ses gelmeyince bu sefer odaya girdim ama Darian içeride yoktu. Belki banyodaydı diye bu sefer de odanın içinde seslendim ama yine ses gelmedi. Odadan çıktım ve önüme çıkan ilk çalışana Darianı sordum.

“Ablanızın yanına gitti, leydim.” Dedi.

“Peki ablamın odası nerede?” diye sordum. Bana yeri tarif ettikten sonra teşekkür edip ablamın odasına gittim.

Kapıyı çaldığımda ablamın sesi duyuldu.

“Gelebilirsiniz.”

İçeriye girdiğimde yatağında tek başına oturuyordu. Beni görünce ayağa kalktı.

“Ne oldu ablacım, neden beni çağırdın?”

“Poseidon’un yanında konuşacak halim yoktu ya,” dedi sinirle.

“Ne oldu, anlat artık.”

“Kızım, ben sana kalıcı bir hasar verir miyim manyak? Senin iyileştirme gücün yok mu? Hem antrenmanda zarar görürsek ikimizi de iyileştirirsin işte. O yüzden eğitimini sıkı bir şekilde yapmamız lazım. Ama sen ilkinde çevirdiğin şu kolumu iyileştir bakayım.” Dedi.

Güçlerime o kadar alışamamıştım ki o an onu hatırlayamadığım bile. Ama ablamın son dediği şey içime oturmuştu.

“Canın çok yandı mı? Özür dilerim.”

“Acıdı ama önemli değil. Ben de sana saldırdım. Senin bir yerin acıyor mu?”

“O an acıyor ama sonrasında bir şey olmamış. Ne ezik var ne de morarma. Ben bir şey yapmadan kendi kendime iyileşiyorum herhalde.” Dedim. Ablam başını salladı.

“Peki bu gücünü Poseidon’a söyleyecek misin?” diye sordu.

Aslında söylemeyi pek düşünmüyordum çünkü ona güvenmiyorum. Belki beni Medusa’yı kurtarmak için kullanıyor. Medusa kurtulduktan sonra da beni bir kenara atacaksa hakkımda her şeyimi öğrenmesine gerek yoktu.

Ablama cevap olarak başımı iki yana salladım. “Ne de olsa bu gücümü kullanmak için sadece düşünmem yetiyor. Gerisi zaten kendiliğinden devam ediyor. Ama ateşi kontrol etmek çok zor. İstediğim zaman ortaya çıkmıyor. Çıktığında da kontrol edemiyorum. İçimden bir ses ‘Yak, yık, yok et her şeyi!’ diyor. O zamanlarda ben bile kendimden korkuyorum. Bu konu hakkında kesinlikle yardıma ihtiyacım var.” Dedim.

Ablam düşüncelerime hak verdiğini belirtti ve daha sonrasında biraz dinlenmek istediğini belirtti. Ben de odasından çıktım. Ama çıkarken de “Buraya gelirken Darianın senin yanında olduğunu söylediler ama burada yok. Nerede?” dedim.

“Koridorun sonundaki odaya yerleşti, oradadır.” Dedi. Ben de tamam deyip odadan çıktım.

Ablamın tarif ettiği odaya geldiğimde kapıyı çaldım. İçeriden “Gel” sesi yükseldi. İçeriye girdiğimde Darian bir havlu ile saçlarını kuruluyordu, büyük ihtimalle duş almıştı.

“Nasılsın” diye sordum

“İyiyim, sen nasılsın?” dedi umursamaz bir şekilde, ama tavrı bir değişikti. O yüzden anlam verememiştim. Ne çevirdiğini anlamak için yüz ifadesini izliyordum ki birden,

“Halimi hatırımı sormaya gelmedin herhalde Hera. Ne oldu?” diye sordu.

“Sabaha göre nasıl olduğuna bakmaya geldim, ama anlaşılan bir şeyin yok. Ben gidiyorum.” Dedim ve odanın kapısına doğru yöneldim. Ama bir anda Dariadan acı çekermiş gibi bir ses geldi.

“Ne oldu?” dedim telaşla. Ses çıkarmadı ama yere düşüp iki büklüm oldu, karnını tutuyordu. Telaşla yanına gidip “Darian, bir şey desene, ne oldu diyorum” dedim. Ağzından belli belirsiz “Karnım” kelimesi döküldü.

“Karnına ne oldu?” dedim ama yine cevap yoktu. Tişörtünü sıyırıp hemen elimi karnına koydum ve güç uygulamaya başladım. Ama aradan geçen yaklaşık otuz saniyenin ardından karnı hareketlenmeye başladı. Yüzüne baktığımda güldüğünü gördüm.

“Ne gülüyorsun be, canın yanmıyor muydu senin?” dedim sinirle.

“Şaka,” dedi yüzsüzce.

“Daha demin gayet ciddiydin ama.”

“Oyundu işte, şaka,” dedi.

“Gel bak, ben sana şakayı göstereyim.” Deyip ayağa kalktığım gibi karnına sağlam bir tekmeyi geçirdim. Bu sefer yerde gerçekten kıvranırken “Oh iyi oldu sana, bir daha seni iyileştiren senin gibi olsun.” Deyip öfkemi kustuktan sonra onu orada öylece bırakıp odama çıktım.

Manyak ya, yapılacak şaka bula bula bunu bulmuş.

Odama girdiğim gibi kendimi banyoya atıp güzel bir duş aldım. Günün tozundan toprağından güzelce arındıktan sonra kendime rahat bir kıyafet seçip yatağıma uzandım.

Yatakta uzanırken günü kısaca bir flashbackini gözden geçirdim ama aklıma takılan yine bahçede gördüğüm o heykel oldu. Beni kendine çeken bir cazibesi vardı. Bunları düşünürken birden uykuya dalmıştım.

Etrafta sisten başka bir şey yoktu. Burasının neresi olduğunu da bilmiyordum. Sislerin içinden ses gelmeye başladı. Sesin nereden geldiğini anlamak için etrafa bakmaya başladım ama aniden karşımda bir gölge belirdi.

“Sen de kimsin?” dedim. Sesim yankı yapmıştı ama karşımdaki kişi bana cevap vermek yerine kocaman bir kahkaha patlattı.

“Ben mi kimim?” dedi. Sesi ne yabancıydı ne de çok tanıdık bir yerden duymuş gibiydim ama kimdi?

“Nerede olduğunu bulamıyorum küçük yılan. Kaldır etrafındaki sisleri ve çık karşıma.”

Bana bir tek küçük yılan diyen kişi Athena’ydı. Demek ki beni arıyordu ama sis yüzünden bulamıyordu.

“Athena?” dedim teyit etmek için ama bu onu daha çok sinirlendirmişe benziyordu.

“Ne cüretle benim adımı kullanırsın!” diye bağırdı. Onun bağırmasıyla ses öyle bir yankı yaptı ki sanki beynim patlayacakmış gibi hissettim. Bundandır ki etraf gittikçe kararmaya başladı ama bir yandan da aydınlanıyor gibiydi.

Gözlerimi açtığımda saraydaki Medusa’nın odasındaydım.

Yine mi rüya? Benim rahat geçen bir uykum olmayacak mı?

Ben ne zamandan beri uyuyordum? Yatağa uzandığımda daha öğlen vaktiydi ama şimdi hava kararmıştı.

Birden kapı tıklatıldı.

Bu saatte kim gelmiş olabilir ki?

“Gelebilirsiniz.”

“Leydim,” dedi naif ses. Gelen sabahki kızdı.

“Efendim?”

“Öğle yemeğine çağırmak için geldim ama derin bir uykudaydınız. O yüzden kalmadınız, şimdi de akşam yemeğine inmeniz için çağırmaya gelmiştim.”

“Tamam, şimdi inerim,” dedim. Tam kız selam verip odadan çıkıyordu ki,

“Senin adın ne? Beni çağırmaya hep sen geliyorsun. İşkence gibi olmalı.”

“Hayır, efendim. Ne işkencesi? Adım Sara. Sizin özel hizmetçinizim. Benim işim sizinle ilgilenmek zaten.”

Bana özel hizmetçi mi vardı? Diğer evrende böyle değildik. Ben alışamam böyle. Kendi işimin çoğunu kendim halledebilirim.

“Her şey için senin gelmene gerek yok, Sara. Senin bana yemek saatlerini söylemen yeterli. Bir şey lazım olursa ben seni çağırırım.”

“Ama leydim, olmaz ki öyle. Poseidon ne der?” dedi. Bu kıza biraz da olsa rahatlık batıyor olmalı.

“Saracım, sen bana hizmet ediyorsun, Poseidon’a değil. Bu kadar kasmaya gerek yok. Ben de sizin gibi insanım,” dedim. Kız biraz olsun rahatlamışa benziyordu.

“Ama hiç çağırmamazlık yapmayın, leydim.”

“O zaman şöyle bir anlaşma yapalım: Sen her gün ben kahvaltıya indikten sonra sabah odama gel. Eksik, kirli, gözüne batan bir şey varsa temizle. Ben de bir şey lazım olursa seni çağırırım. Ama senin sadece sabahları gelmen yeterli.” Dedim. Ne de olsa günde üç kere sizi kontrol eden birisi varken ne kadar rahat olabilirdiniz ki?

“Tamam, leydim,” dedi ve selamını verdikten sonra odadan çıktı.

Ben de üzerime rahat bir şeyler giyip salona indim.

Herkes masanın başında yerini almış oturuyordu.

“Assolistimiz de gelmiş.”

Sesin sahibi Dariandı. Acaba bu çocuk bana bulaşmadan duramıyor mu? Göz devirip ablamın yanına oturdum. Sofraya oturmamla Poseidon konuşmaya başladı.

“Öncelikle Barlas ve Linda, size teşekkür ederim. Ne de olsa bunca yıl benim varisime anne ve babalık yaptınız. Onun için bundan sonra siz benim hikayem altındasınız. Ve sen Rosa, Hera’nın seni ne kadar çok sevdiğini görebiliyorum.” Dedi. Ardından Darian ve Rosa’ya bakıp, “İkiniz de artık benim himayemdesiniz. Her şey son bulduktan sonra sizi ailecek özel bir şatoya yerleştireceğim ve hayatınız boyunca tüm masraflarınızı ben karşılıyor olacağım.” Dedi. Ardından da bana baktı ve “Sen ise Hera, bu tahtın başına sen geçeceksin.” Dedi.

“Ben bu tahta nasıl geçebilirim? Ben ölümlüyüm, sizin gibi ölümsüz değilim ve ben kendi evrenime, ülkeme geri dönmek istiyorum.”

Hera, senin asıl ait olduğun yer burası ve bu taht. O yüzden gitmeyi aklından çıkar” dedi ve yemeğini yemeye devam etti. Ne demek gitmeyi aklından çıkar ya? Ben kendimi buraya ait hissetmiyorum, diyordum. Adamın dediğine bak! Tam itiraz ediyordum ki ablam kolumu dürtükledi. Bir şey de diyemedim ama burada da yaşamaya razı değildim. Yemek bitene kadar kimseden çıt çıkmadı.

En sonunda karnı doyan Poseidon sofradan kalktı ve odasına çekildi. Hemen ablama dönüp,

“Abla, bu adam gelmiş, bana burada kal diyor. Ben burada kalmak istemiyorum. Ha, bir de sen ölümsüz olacaksın diyor. Bu mümkün mü?”

Her şey bir son bulsun. Hera, nerede istersen orada kal. Ama şimdi uzatma. Ölümsüzlük konusuna gelirsek, bilmiyorum ablacım. Ama sonuçta güçlerinin olması bile bu konu için bir ihtimal bence.”

Ölümsüz olmak iyi mi yoksa kötü mü bilmiyorum. Çünkü en değer verdiğim kişiler ölümlü kişilerdi. Ne de olsa bu dünya sevdiklerimizle güzeldi. Onların ölümüne şahit olmak istemiyordum. Ya onları da bir şekilde kurtarmam gerek ya da ben de insan olarak kalmayı seçerdim.

Ben bunları düşünürken annem bana seslendi: “Kızım, neden yemek yemiyorsun?”

Bir anda irkilerek anneme baktım. “Şey, anne, ben doydum. Biraz da yorgunum. Odama çıkıp biraz dinlensem iyi olur.” Deyip bir şey demesine fırsat vermeden hemen masadan kalktım.

Ailemden ayrılma düşüncesi bile kalbime ok gibi saplanmışken, bu olay gerçekleşirse nasıl olacağım hakkında en ufak fikrim bile yoktu.

Gözlerim benden bağımsız bir şekilde doluyordu ama kendimi kontrol edemiyordum. Sürekli kendime güçlü olmalıyım, yolun başındayım daha bir şey yaşamadım desem de kalbimdeki sızı gitmiyordu. Odamda yatağımın üzerine oturmuş, öylece karşımdaki duvara bakıyordum.

                                                .....

Ne zaman uyuduğuma dair bir fikrim yoktu, ama uyandığımda sabah olmuştu. Başımda hissettiğim keskin ağrıyla iki büklüm oldum, sanki beynim patlamak üzereydi. Acıdan art arda çığlık atıyordum. Birden içeriye Sera girdi ve o da bir çığlık attı, ama hemen koşup yanıma geldi. Başımı kaldırıp hemen dizine yerleştirdi.

“Leydim, kendinize gelin.”

Sesini duyuyordum ama bir tepki veremiyordum. İçeriye başka sesler de girmeye başladı ama en net duyabildiğim ses ablamın sesiydi. Öyle gür bir şekilde bana sesleniyordu ki kulaklarım onun sesi ile dolup taşmıştı.

En sonunda titremeye başladım, bedenimin kontrolü sanki benim elimde değilmiş gibiydi. Ne olduğunu bir türlü anlayamamıştım, ama tek bir şey hissediyordum, o da korkuydu; ailemi bir daha görememe korkusu.

Odada bir curcuna vardı ama neler konuşulduğunu bir türlü seçemiyordum. Gözlerimi açmak istiyordum ama bir türlü açılmıyordu.

ROSA

İçeriye girdiğimizde Hera, Sera’nın dizinde yerde kanlar içinde çığlık atıyordu. Sera da başında ağlıyordu. Gördüklerim karşısında sanki başımdan aşağıya kaynar sular dökülmüştü.

Ne kadar seslenirsek seslenelim bir tepki vermiyordu. Ağzından burnundan kanlar akarken yerde tir tir titriyordu.

Donup kalmıştım, ne yapacağımı şaşırmıştım. Ama arkamdan bir şeyin itilmesiyle kenara sendeledim. Beni iten Dariandı. İçeri girince bir an duraksadı ama hemen Hera’yı yerden kaldırdı, nabzını kontrol etti. Bir kenarda annem çökmüş, bir kenarda Sera çökmüş ağlıyordu. Odanın içinde sert bir rüzgar esti ve birden odanın içinde Poseidon belirdi.

“Burada neler oluyor?”

Sesi öyle derinden geliyordu ki sesinde korku mu endişe mi var desem bilemedim. Kimseden bir ses çıkmadı çünkü kimse ne olduğunu bilmiyordu.

“Neler oluyor burada dedim!” diye gürleyince Sera kekeleyerek...

“Efendim, ben Hera leydimin çığlığını duyup odaya geldim ama bir baktım ki Hera leydim yerde yatıyor,” dedi ve ağlamaya devam etti.

Poseidon’un gözündeki korku çok net belli oluyordu. Ağzından tek bir kelime çıktı:

“Lanet!”

Beynimde, Athena’nın beni kaçırdığı gün Heraya söyledikleri yankılandı: “Ne de güzel demiş sizin atalarınız. Ben de aynı onun dediğini yaptım zaten ama senin haberin bile yok. Bekle, zamanla göreceksin zaten,” demişti.

Zamanla göreceksin demişti. O zaman bu zamanıydı yani. Kardeşim bir lanet uğruna burada, burada mı ölüyordu yani?

Poseidon’un gür sesi yankılandı odada. “Şifacıları çağırın, çabuk!” diye gürledi.

Ardından da bir hışımla odadan çıktı.

POSEDİON

Herayı o hâlde görünce içimdeki öfke zincirini kırmış bir aslan misali baş kaldırdı. Hera hem benim kanımdı hem de hayatta en değer verdiğim kadının kurtuluş biletiydi. Onun ölümü benim felaketim demekti. Öfkeyle saraydan çıktığım gibi Athena’nın sarayına gittim.

Her zamanki gibi tahtına oturmuş şarabını yudumluyordu. Beni görünce dudağının bir tarafı usulca kıvrıldı.

“Ne oldu kocacığım, biricik kızın ölüm döşeğinde mi yoksa?” dedi tükürürcesine.

“Sen ne yapmaya çalışıyorsun? Ben senin yanında yıllarca kızına zarar vermemen için mi kaldım. Yanında olduğum sürece ona zarar vermemen için anlaşma yapmıştık. Ama bakıyorum da sen bu anlaşmaya sadık kalma konusunda pek kararlı durmuyorsun.”

“Bizim anlaşmamız sen benim yanımdan ayrılınca bitti. Ayrıca senin kızın bu dünyaya gelip Medusa’yı kurtarmaya çalışıyor. Ben elim kolum bağlı duramazdım, değil mi sevgili kocacığım? Ben de ertelediğim lanetimi devreye soktum, o kadar.”

“Eğer kızıma bir şey olursa seni yaşatmam Athena.” Bu söylediğim üzerine bir kahkaha attı.

“Sen beni nasıl öldürebilirsin? Unuttun mu, ben bir ölümsüzüm, sevgilim.” Dedi ve tahttan kalkıp yanıma geldi. Bir elinde şarap varken diğer elini boynuma doladı, gözlerini gözlerime dikkatlice ve arzu dolu bakışlarıyla dikti.

“Yıllarca ikimizin kanından canından bir çocuk istedim senden, soyumuzu sürdürecek ve iki krallığı da yönetecek bir varis. Ama sen o ölümlü küçük yılanı kendi varisin olarak seçtin ve tahtını ona devretmeyi düşünüyorsun, öyle mi?” Bir kahkaha daha attı. “Üzgünüm ama o ölümlü o kadar yaşayamaz.” Dediğinde biraz da olsa haklılık payı vardı. Hera bir ölümlüydü, bizim kadar uzun yaşayamazdı. Ama ölümlüler arasından ölümsüz olan faniler vardı. Bir şekilde Hera’yı ölümsüz yapmanın elbet bir yolunu bulurdum, bulmak zorundaydım.

“Bizim seninle bir çocuğumuz olamaz Athena, bunu artık aklına sok. Senden asla çocuğum olmayacak.” Dedim en sert sesimle.

“O zaman sevgili varisine veda etme zamanı kocacığım” dedi ve beynime sızdı ve Heranın başında şifacıların olduğu ama hâlâ yatakta can çekişen halini görüyordum.

“Athena, sana ölmeyi diletirim, ölmek için bana yalvarırsın ama gözünün yaşına bakmam. Çabuk boz şu lanetini!”

Dilini damarına vurup küçümseyici bir bakış attı. Bu kadın tatlı sözden anlamıyor adamı, kaba kuvvete başvurmaya zorluyordu.

Bir anda odayı suyla doldurduğumda Athena çırpınmaya başladı. Nefessiz kaldığı için hareketleri sınırlıydı.

Kolunu tutup çevirdim ve yanımda gelirken getirdiğim güç engelleyici ile Athena’nın kollarını bağladım. Artık karşımda aciz bir faniden farkı yoktu.

“Kendini gözünde fazla abartıyorsun Athena. Benim gücümün karşısında senin gücün bir hiç.”

“Sen bunu nereden buldun?”

Bunu ele geçirmek gerçekten de kolay olmamıştı. Çünkü bu alet onun kendi icadıydı. Eşi benzeri bulunmayan istisnai bir parça olduğu için de son derece şaşırmış durumdaydı. Kendi kazdığı kuyuya kendisi düşmüştü.

“Sen tek bir şeyi anlamıyorsun Athena. Her şeyi mükemmel yapıyorsun, evet. Ama bir tek bu yok sende. Sevgi sende sevgi yok. Ve bil ki en büyük güç sevgiden gelir. Biz Medusayı kurtaracağız ve sen de buna engel olamayacaksın.”

Athena’nın güçlerini bastırdığım için Hera’nın üzerindeki lanet çekilmiş olmalıydı. Ama ne yazık ki Medusa için bu geçerli değildi. Çünkü Medusa’nın lanetini yaparken evrenin enerjisini de kullanmıştı. Herkesten güçlü olan enerji yalnızca evrenin enerjisiydi. Kesilmez derecede güçlüydü. O yüzden de sadece lanet bozulmalıydı, kırılamazdı.

“Ne yapacaksın? Medusayı kurtarana dek beni burada mı tutacaksın? Ne kadar aptalca bir plan! Ben bundan kurtulamaz mıyım sanıyorsun?”

Belki uzun bir süre onu burada tutamazdım. Ama işimi görene kadar onu oyalayabilirdim.

Athena’yı bizimle aynı saraya götürmedim ama bize yakın bir saray mahzenine yerleştirdim. Ne de olsa Hera’yı riske atamazdım. Athena’yı büyü ile bayıltıp hemen Hera’nın yanına gidip kontrol ettim.

Titremeleri ve kanaması durmuştu ama uyanmamıştı. Şifacılara sorduğumda bana şöyle dediler:

“Çok ağır bir lanetin üzerinden gelmeye çalıştı, efendim. Şu anda lanet uyku halinde olsa da vücudu çok fazla hasar aldı. Kendine gelmesi biraz uzun sürebilir.”

“Ne demek uzun sürebilir? Ne kadar uzun mesela?”

“Bilemiyorum, efendim. Bunu zamanla öğreneceğiz. Ne de olsa bu laneti yapan sıradan bir büyücü değil, bir tanrıça. Kurtulması çok zor olacak.”

 

Yeni bölüm geldi, keyifli okumalar. Sizce bu bölüm nasıldı? Yorumlarınızı bekliyorum.

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%