@elifdidar
|
YANGIN YERİ Ne değişikti insanların yapısı mesela; mutluyken o insanın içi içine sığmaz, ama eğer acı çekiyorsa kendisinin de bulunduğu ortamı ateşe veriyordu. Ben de ortalığı ateşe vermeye karar verdim. Burası sularla dolu bir şehir ise, burayı kurak bir alana çevirmeden gitmeyecektim buralardan. Ablamı saraydan uzak bir ormanın içine çektik, sırtını bir ağaca yasladık ve hemen yaralarını iyileştirmeye çalıştım. Aradan geçen kırk beş dakika sonra ablam hafiften kıpırdamaya başladı. “Biraz daha sabret abla, az kaldı,” dedim ve yaklaşık on beş dakika sonra iş tamamen bitmişti. Ablamın vücudundaki tüm yaralar iyileşmişti. Ablamın soluklaşmış teni normal haline döndüğünde gözlerini açtı ve babama, “Sen ne yaptın Hera?” dedi şaşkın bir ifadeyle. “Uzun hikaye abla, şu anda anlatamam ama söz, sonra anlatacağım.” Dedim. Peki, şimdi ne yapacaktık? Darian’a dönüp, “Nereye gidebiliriz?” diye sordum. “Ormanın derinliklerinde Rosa ile beraber yaptığımız bir yeraltı sığınağı var. Oraya gidebiliriz. Rosa yolu biliyor, seni o oraya götürsün. Ben annem ve babamı alıp geleceğim.” Dedi. Ablama dönüp onay aldıktan sonra yollarımız ayrıldı. Ormanda geçen çok da uzun olmayan yolculuğumuzun ardından ablam durdu ve bana dönüp “Gel, hadi geldik.” Dedi. “Ee, Darian, yer altı sığınağı demiştin.” “Yer altı sığınağı zaten ablacım, gel. Mağaranın içinde gizli bir bölme var, oradan geçmemiz gerekiyor.” “Tamam” diyerek peşine düştüm. Mağaranın içine girdik ama daha önce hiç mağaraya girmediğimiz için biraz ürkmüştüm. Yanımızdan geçen fare yüzünden küçük çaplı bir kriz geçirdim. Ablam bir duvarın dibinde durdu ve taşlara basmaya başladı. En sonunda taş duvar birden hareketlenip açıldı. İçeriye inen merdivenler demirden yapılmıştı, bu yüzden inerken çok ses çıkıyordu. İçerisi ne çok büyük ne de çok küçük bir yerdi. Ayrı ayrı duvarlar örülmüş ve 2+1 şeklinde dizayn edilmişti. Salonda iki tane kanepe, sehpa ve bükük bir dolap vardı. Ablam anlatmaya başladı: “Burası salon. Şu dolapta bize uzun süre yetebilecek miktarda konserve yiyecekler var. Buradaki iki oda ise birisi annelerin, diğeri de bizim odamız,” dedi. Annelerin odasında çift kişilik bir yatak ve dolap vardı. Bizim odamızda ise üç tane yatak ve bir tane dolap vardı. Bu küçücük odaya üç yatak nasıl sığmıştı, şaşırılacak iş ama gerçekten de emek isteyen bir yerdi. “Abla, siz burayı nasıl yaptınız? Yani buranın inşaatı zaman ve emek istemiştir. Siz uzun bir süre bizim dünyamızda yaşadınız.” “Buranın yapılması çok uzun bir mesele ama burayı daha çok Darian yaptı. Yerini ben seçtim, çalışmaları Darian yaptı. Ben de boş vakitlerimde gelip yardım ettim. Geçidi buraya açıp diğer evrenden eşyalar taşıdık falan filan işte.” Peki ya burası nasıl hava alıyordu? Etrafa baktım ama hiç cam pencere falan yoktu. Ablam anlamış olmalı ki, “Havalandırma sistemi var, burada pencere yok,” dedi. Başımı salladım. Demek burayı Darian yapmıştı, ama neden? “Sen anlat bakalım, beni nasıl iyileştirdin?”Olayları kısaca özetledikten ve yeni açığa çıkan gücünden bahsettim. “Oha Hera, bu gerçek mi lan?” Şok olmuştu. Bu tepkisine yüzünden hafifçe kıkırdamıştım. “Nasılım ama? Sen bir de beni Athena’nın karşısında görecektin. Ama gözlerinde öyle bir saf kin vardı ki, korkmadan edemedim.” Kıkırtılarımızın ardından bir ses duyuldu. Ben hemen ablama baktım. Ablam da bana. Ablam hemen bizim odaya gidip elinde bir kılıçla geldi. “Abla,” dedim kısık bir sesle. “Burada silah yok mu? Neden kılıç aldın?” “Burada öyle şeyler yok Hera. Ne kadar benzer yerler olsalar da bu evrende kurşun yok. Silah olsa bile kurşun olmadığından bir işe yaramaz.” Geçit açıp bizim dünyadan alamıyorlar mıydı madem boyutlar arası geçiş yapılabiliyordu, neden bunu fırsata çevirmiyorlardı ki? İkimiz de tetikte, kimin geldiğini anlamaya çalışıyorduk. Merdivenlerden ayak sesleri gelirken, “Kızlar, biz geldik, korkmayın,” diyen Darian’ın sesi duyuldu. Ablam ve ben ikimiz de derin bir nefes verdik. Darian’ın arkasından ise annem ve babam indi. Sonunda hepimiz toplanmış, sığınağın salonunda oturuyorduk. Kimseden çıt dahi çıkmıyordu ama bu sessizlik benim canımı daha da çok sıkmaya başlamıştı. Dayanamayıp en sonunda, “Şimdi ne yapacağız? Athena burada olduğumu ve ona meydan okuduğumu biliyor. Her yerde bizi arıyordur,” dedim karamsar bir sesle. “Uzun bir süre buradan çıkmamamız lazım. Çıksak bile saklanmalıyız çünkü Hera’nın da dediği gibi Athena bizi arıyordur,” dedi babam. “İçimizi karartmayın” diye söze başladı annem. “İlk önce Medusa’yı kurtarıp sonra savaşa hazırlanmamız lazım,” dedi. Ben anne ve babama baktım. “Siz nasıl savaşacaksınız ki? Yani beni yanlış anlamayın ama birazcık da olsa yaşlanmadınız mı?” dedim babama. Bana üstten bir bakış atıp, “Sen babanı ne sandın? Ben daha yirmi beşlik delikanlıyım,” dedi. Bu sözünün üzerine Darian, ben ve ablam bir kahkaha patlattık. “N-nasıl yani? Şimdi sen yirmi beş yaşındaysan nasıl yirmi beş yaşında olan iki tane çocuğun var? Doğruyu söyle yoksa siz üçüz müsünüz?” Herkes gülüyordu. Keşke hep böyle bir arada ve gülerken kalabilseydik diye düşündüm ama bu şu sıralar gözüme gerçekleşmesi imkansız bir hayal gibi geliyordu. Annem günün yorucu geçtiğini ve artık dinlenmemiz gerektiğini söyledi ve bizi odamıza yolladı. Bizim odamızda kapının karşısında ve yan duvarlarında olmak üzere üç tane yatak vardı. Kapı duvarına ise dolap koymuşlardı. Ablam hemen kapının karşısını seçti. Darian bana hangi tarafı seçtiğimizi sorar gibi bakıyordu. Ben de ben sağ tarafta yatarım dedim. Dariana ise sol taraf kalmıştı. Herkes yatağına geçti ve uyku pozisyonunu aldı. Yolumuzda neler olduğunu, neler yapmamız gerektiğini bilmediğim için Medusanın tekrar rüyama girmesi gerektiğini düşündüm içimden. İlk defa ona anne diye seslenerek, “Anne gel ve bana yol göster. Ne yapmam gerekiyor? Bana destek çıkan kişileri nasıl kurtarabilirim? Yardım et bana.” Dedim ve gözlerimi kapattım. Yaklaşık beş dakika sonra uykuya dalmıştım. Gözlerimi açtığımda bu sefer bir ormanda, gölün kenarındaydım. Etrafta güzel çiçekler vardı ve kuşlarla kelebekler etrafta uçuşuyorlardı. Burasının öyle güzel bir atmosferi vardı ki resmen büyülenmiştim. Etrafıma bakındım, kimse yoktu ama bir ses duydum. Bu sesi tanıyordum, ses Medusaya aitti. “Kızım,” dedi. Biraz bekledikten sonra ise, “Beni anneni çağırdın,” dedi. Anne kızını vurgulayarak söylemişti. “Biz şimdi ne yapmalıyız? Seni oradan nasıl kurtarabiliriz?” diye sordum. “Beni bu lanet olası yerden kurtarman için büyüyü bozman gerekiyor.” “İşte o nasıl olacak? Ben Hiçbir canlıya zarar veremem ben Athenayı Öldüremem benden bunu isteme” dedim “Madem Athena’yı öldüremezsin o zaman Kutsal meşaleyi bulman gerekiyor ve benim kilitlendiğim kapıya kanını akıttıktan sonra o kapıyı kutsal meşaleyle yakman lazım.” “Kutsal meşale de ne onu nereden bulabilirim?” diye sordum ama Medusa’dan bir ses gelmedi. Sorumu tekrarladım: “Kutsal meşaleyi nereden bulabilirim?” Tekrar bir ses gelmedi, görüntü bulanıklaştı ve yavaş yavaş bilincim yerine geldi. Ablamla Darian başımda dikilmiş, meraklı gözlerle bana bakıyorlardı. “Ne oldu? Niye başımda zebella gibi dikiliyorsunuz?” dediğimde Darian’in yüzü sanki ekşi bir şey yemiş gibi bir hal aldı. Bu hali aynı küçük bir çocuk gibiydi. Yataktan yeni kalkmış uyku mahmuru bir şekilde sormuştu bu soruyu. “Zebella ne demek be?” dedi. Ablam ise “Çok iri yarı, insanı korkutacak derecede büyük insan.” Diye açıklama yaptı. Bu sefer Darian’in o ekşimiş yüzünde kendini beğenmiş bir sırıtış oluştu. “Ne kadar heybetli olduğumu böyle anlatmaya gerek yoktu, prenses. Direkt çok yakışıklı ve karizmatiksin demen yeterliydi.” Ablam, Darian’in başına çok sert olmayan bir şamar attı. “Salak! O şu anda bize iltifat etmedi. Direkt cehennem zebanileri gibisiniz dedi.” Ama Darian yine çok bilmiş bir ifadeyle “Düşmana korku, dosta güven veririz biz.” Dedi. Ablam içinden sabır dilerken Darian ciddileşip, “Rüyanda konuşuyorsun, ne oldu, ne gördün?” diye sordu. Ablam da Dariana katıldığını belli edecek şekilde mırıldandı. “Medusa’yı gördüm, beni kurtarmak için kutsal meşaleyi bulup sarnıcın kapısını yakmam gerektiğini söyledi.” Ablam "Kutsal meşale mi o da ne?" diye Darian'a sordu ama o da bilmiyordu. Sarnıcın yerini bulmak o kadar zor olmazdı ama kutsal meşale dedikleri şey ne ise onu nasıl bulacaktık? İkisi de kendi yataklarına geçip oturmuş o şeyin ne olabileceğini düşünüyordu. "Ansiklopedi filan yok mu belki onlarda yazıyordur." diye bir öneride bulundum ama bana da çok mantıklı geldiği söylenemezdi. İkisi de başını iki yana salladı. Moralim çok bozulmuştu. “Ansiklopedide yazsa bile o ansiklopedi saray kütüphanesinde olmalı ve bizim de şu anda oraya girmemiz imkânsız bir olasılık,” dedi ablam. Ama Darian’ın aklına sanki aniden bir şey gelmiş olmalı ki yayıldığı yerden toparlanıp “aslında saraya girebilmeniz için bir yol biliyorum,” dedi. İkimiz de şaşırmış bir şekilde Dariana baktık. “Geçenlerde sarayın zindanında kaçmaya çalışan bir mahkûmun kazdığı tüneli bulduk ama Athena’ya bir şey demedik çünkü böyle bir şeyi gözden kaçırdığımız için bizi cezalandırabilirdi” diye açıklama yaptı. “Tünel neredeyse, gidelim o zaman.” Dedim ama ikisi bir ağızdan “Olmaz!” dedi. “Neden olmasın ki? Siz burada bekleyin, ben gidip bakıp geleyim.” "Hera, sen bu işi bu kadar kolay mı sanıyorsun? Athena bizi öğrendi, şu anda muhafızları en az üç katına çıkarmıştır bile. Kaldı ki bu olay olalı daha beş altı saat önce oldu. Çok tehlikeli olur." dedi ablam. Haklılık payı vardı ama korkuya düşen düşman akıllı düşünemezdi. Yeni planlar kurmadan önce hemen o meşaleyi bulmak zorundaydım. "Annem ve babam biliyor olabilir mi?" diye sordum. Bu sefer yerinden toparlanan ablam oldu. "Aslında babam önceden kütüphane sorumlusuydu, belki biliyordur." dedi ablam ve oturduğu yerden kalkıp kapıya doğru yöneldi. "Nereye?" dedim. "Annemle babamı kaldırmaya." "Abla, bugün zaten yorulduklarını söylediler. Sabah söyleriz, bırak uyusunlar." "Tamam o zaman sen de uyu, sabah konuşuruz." deyip kendi yatağına geçti. Herkes yatağına geçmiş ve tekrar uyku pozisyonunu almıştı, ama benim aklımda dolanan bin tilki susar mı, susmadı. Bir sağ dön, bir sol dön. Dayanamadım, pencere ya da balkon da yok ki hava alayım. Bunaldığım için azıcık dışarı çıkıp hava alayım dedim. Gelirken yaptığımız gibi kapının yanındaki taşa bastım ve kapı kendiliğinden açılmaya başladı. Ben çıktıktan sonra da kendiliğinden kapandı. Mağaranın içi kapkaranlıktı. Biraz ürksem de öğlen yaptığım ateşin biraz daha küçüğünü ortamı aydınlatmak için avucumda yakmaya çalıştım. İlk denemede olmadı. Bir daha denedim, yine olmadı. Sinirlenmiştim. Bu güç bir gelip bir gidecek miydi? En sonunda sinirlenip kolumu savuşturdum ki elimde minik bir kıvılcım belirdi. Ne yani, bu ateş benim içimdeki sinirden mi besleniyor? Yok artık! Elimde ateşim yanarken mağaradan dışarı çıktım. Ufuk daha yeni aydınlanıyor gibiydi. Etrafta yeşillikler doluydu. Böyle bir yeri bizim dünyamızda bulmak çok zordu. İnsanlar her tarafa göklere kadar uzanan beton yığınları inşa ettikleri için doğaya hasret kalıyorduk. Çalıların arasından bir çıtırtı sesi duydum. Bir an panik yaptım ama çalıların arasından zıplayarak gelen bembeyaz bir tavşan tam önümde durdu. Çipil çipil bakan gözleri tam gözlerimin içine bakıyordu, sanki bana bir şey anlatmak ister gibi. En sonunda yanımdan zıplayarak ayrılıp gitti. Ortam öyle huzur verici ve büyüleyiciydi ki o anın gafletine kapılarak mağaradan birazcık uzaklaşmıştım. Kulağıma gelen su sesini takip ettiğimde bir dere ile karşılaştım. Yol boyu akıp gidiyordu. Karanlığa rağmen içindeki renkli balıklar öyle parlıyordu ki daha da dikkatli bakmak için eğilince bir tane balık suyun yüzeyine doğru çıktı, bana doğru yüzdü ve tam önümde durdu. Hiçbir yere de gitmiyor ve asla kımıldamıyordu da. En sonunda ona dokunmak için elimi uzattığımda parmaklarım suya değdiği anda su beni içine çekti. Korkudan dolayı çığlık atmak istesem de ağzıma dolan su yüzünden sesim çıkmıyordu. Çırpınışlarım bir işe yaramıyor, görünüşte boyumu bile aşmayacak derinlikte olan derede ayaklarım yere değmiyordu bile. Suyun soğukluğu ruhuma işliyordu sanki. En sonunda çırpınmaktan yorulmuş ve oksijensizlik yüzünden de bitkin düşmüş bir şekilde kendimi boşluğa bıraktım. Etrafımı kap karanlıktı, gerisi ise derin bir boşluk. Gözlerimi açtığımda etrafın farklı olmasından dolayı irkildim. Hemen kendimi koruma pozisyonuna geçtim ve etrafı incelemeye başladım. Kocaman bir odaydı. Büyük penceresi ve şaşalı perdeleri vardı. El yapımı olduğu belli olan bol işlemeli bir gardırop, kocaman krem bir koltuk ve şu anda üzerinde bulunduğum bir yatak vardı. Odada iki tane kapı vardı. Yerimden kalktım ve bana en yakın olan kapıya doğru ilerledim. Ne çıkacağını bilmediğim için biraz tedirgindim. Ne de olsa burası kahrolası bir kaos evreniydi. Bir oda dolusu ceset de çıkabilir, değil mi? Sonunda kendimle olan tartışmamı bitirip kapının kolunu indirdim ve karşımda tabii ki de bir oda dolusu ceset yoktu. Yine benim abartmam. Burası odaya bağlı bir banyo. İki dakikada kendime atraksiyon yarattım ya! Ama bu bünyeye fazla. Diğer kapıya doğru yöneldim ama kapıya ulaşmadan kapı çaldı. Olduğum yerde kala kaldım, sesim de çıkmadı. Ama kapı tekrar çaldı, ama bu sefer kapının sesine ince ve naif bir kız sesi de eşlik etti. "Leydim uyandınız mı?" Ne, ne leydim mi, ne leydisi, ne olmuştu? En son ben suya düşmüştüm ama çıkmamıştım. Gerisi yok. Ben öldüm de başka birinin bedenini mi ele geçirdim? Anlamadım ki ya. "Leydim, uyandıysanız ses verin lütfen, yoksa içeriye girmek durumunda kalacağım," dedi aynı ses tekrar. Ben de boğazımı temizleyip "Gelebilirsiniz," diye seslendim. İçeriye çok genç duran bir kız girdi. "Leydim uyanmışsınız, günaydın." "Günaydın, günaydın da ben neredeyim yani burası neresi?" diye sorularımı sıraladım. "Burası Poseidon'un herkesten gizlediği küçük bir saray gibi düşünebilirsin burayı. Athena bile bilmez." diyerek açıklama yaptı. Demek Athena bile bilmez yani Athena benim burada olduğumdan bir haber. Bu iyiye işaretti ama Poseidon'un benimle derdi neydi? İnanılmaz derecede panik yapmıştım ama bunu yanımdaki kıza belli edecek değilim. "Sen kimsin peki?" diye sordum bu sefer. "Ben bu Poseidona bağlılık yemini etmiş bir çalışanım ve şu anda görevim de sizi Poseidona götürmek. Aşağıda sofrada sizi bekliyor." Ya sabır, bir de sofra kurdurtmuş. Ne ilgili baba! Gözlerim yaşardı ya. "Ben gelmiyorum, o çok değerli Poseidon benimle görüşmek istiyorsa yanıma gelsin." dedim. Kızın gözleri neredeyse yerinden çıkacaktı. Şok olmuş bir şekilde, "Leydim, Poseidon sizin ayağınıza gelmez. Sizin onun yanına gitmeniz gerekiyor." dedi. Hah, o da kimmiş? Ben onun suyunu buhara çeviririm. Bir de babam olacakmış! Pabucunun babası defolup gitsin! Odanın ortasında bulunan yatağa geçtim ve bağdaş kurarak oturdum. Ya o gelirdi ya da o gelirdi. Başka bir seçenek yoktu. Aradan yaklaşık yarım saat geçmişti ama ne gelen ne de giden vardı. Acaba bizimkiler ne yapıyordu? Annem ve babam beni çok merak etmiştir. Ablamla Darian beni aramaya çıkmış mıdır acaba? Umarım çıkmamıştır, yoksa güvenlikleri tehlikeye girer diye korkuyordum. Odadan dışarı çıksam mı çıkmasam mı diye de karar vermemiştim. Çıksam bir de Poseidon’la karşılaşırsak otomatikman ben ayağına gitmiş olacağım. Of ya! Birden kapı çalma sesi geldi. Tabii ben yine panik oldum ama bunu belli etmemem lazım. Ne de olsa burada beni öldürmek isteyen düşmanım ve onun kocaman bir ordusu vardı değil mi? Hemen ayağa kalkıp üstümü başımı düzelttim ve “Gelebilirsiniz!” diye seslendim. İçeriye giren kişiyle şok geçirdim. İçeriye gelen ablamdı. “Abla, senin burada ne işin var?” “Sana yardım etmeye geldik.” Dedi. Demek beni kurtarmaya gelmişlerdi. Canım ablam ya! Ama burası gizli bir yer değil miydi? Eğer onlar bulduysa Athena da kolaylıkla bulabilir. “Abla, burası gizli bir yermiş. Siz burayı nasıl buldunuz ya? Athena bunu bulursa, ben sizi nasıl korurum? Daha güçlerimi bile kontrol edemiyorum ki. Ne yapmam lazım?” diye aceleyle sorularımı sıraladım. “Sakin ol. Burayı biz bulmadık. Bizi buraya Poseidon çağırdı.” Ne? Onları da mı buraya Poseidon çağırmıştı ya? Aileme benim yüzümden zarar verirse o zaman ne yapacaktım? Bunları düşünürken birden sıcak bastı. Kendimi kontrol edemedim ve birden odanın içinde alevler çıkmaya başladı. Etrafımızda bir çember şeklinde yanmaya başlayan alevler giderek büyüyordu ama ben bir türlü bu alevleri dizginleyemiyordum. Ablam hem şaşkın hem de korkmuş bir şekilde yanıma geldi. “Hera ablacım, sakin ol.” Sakin filan olamadım, içimdeki güç beni daha da körüklüyor, sevdiklerime zarar verecekse durma ondan önce burayı yak küle çevir yok et diyordu ama yanı başımda duran ablam ise “Sakin ol, yapma” diyordu. Nasıl sakin olabilirdim ki? Yaşadıklarım ve ileride yaşamak zorunda olduğum şeyler o kadar da basit bir şey değildi sonuçta. Aniden odanın içinde kalın bir erkek sesi duyuldu: “Ne oluyor burada!” Kafamı kaldırdığımda sesin sahibiyle göz göze geldim. Seslenen kişi Poseidon’du. Ardından da annemin, babamın ve Darian’ın endişeli sesleri geldi kulağıma. Ama sonrasında odayı birden su kapladı. Tekrar boğulma korkusuyla daha da panik olunca kontrol edemediğim alevler daha da büyüdü. Su yavaş yavaş buharlaştı ama benim sebep olduğum alevler daha da büyüyordu. Ablam bana daha da yaklaşıp en sonunda beni kendine çekti ve başımı göğsüne yasladı. “Sakin ol ablacım, bak biz iyiyiz. Poseidon bize zarar vermek için burada değil, bizi kurtarmak için burada. Sakin ol, sakin...” diyerek başımı okşuyordu. Duyduklarım karşısında biraz olsun rahatlamıştım. Poseidon bize zarar vermek için burada değil demişti. Peki ya ne için buradaydı? Yavaş yavaş sakinleşiyordum. Ben sakinleşince de alevlerin boyutu küçülüyordu. En sonunda ben sakinleşince alevler de sönmüştü. Annem ve babam direkt yanıma gelip bana sıkıca sarıldılar. “Kızım bizi çok korkuttun yavrum. Ne olur yapma bir daha böyle.” Dedi babam. “Barlas, şimdi tekrar strese sokma kızı.” Dedi annem. Uzaktan bizi izleyen Poseidon’u gördüm. İçimde ona karşı zerre sevgi yoktu. Pislik, çıkarcı adam! Cehenneme kadar yolu var! Ki onun cehennemi ben olmalıydım. Anın verdiği deli cesaretiyle, “Ne oldu? Ayağıma kadar gelmişsin bir de. Alevlerimi söndürme çalışmak falan. E, tabi başaramadın ama ben seni ayağıma getirmeyi başardım.” Dedim kendimi beğenmiş bir şekilde. Poseidon yarım yamalak gülümsedi. “Aynı annene benziyorsun. O da senin gibi dediğim dedik ve başı dik birisidir.” “Medusa seni zerre kadar ilgilendirmez, o yüzden bir daha adını ağzına alma ve sadede gel. Bizi neden buraya getirdin, amacın ne?” “Benim amacım seni ve anneni korumak, kızım.” Hah, ben buna onun adını ağzına alma demedim mi ya? Bir de gelmiş burada bana kızım diyor. “Bana bak, bana kızım diyebilecek en son kişi bile değilsin sen. Tekrar diyorum, ne bir daha Medusa’yı an, ne de bir daha bana kızım de. Anladın mı, yoksa daha demin söndürmeye gücünün yetmediği alevlerle cehennemin olur yakarım seni,” dedim. Ablam koluma girmiş, “Sakin ol, bak adam bize yardım edecek diyorum. Hera, caydıracaksın şimdi, bir sus da adamı dinle ya,” diye fısıldadı ve kolumu çimdikledi. Sakin olmam lazım, sakinim, sakin. Ama olmuyordu. “Sakin olamam abla, sakin olamam!” “Bak şimdi, Hera...” dedi Poseidon. Sinir dalgası yükleniyor. Sakinim, sakin. Derin bir nefes aldım ve bir şey demeden yüzüne bakmaya devam ettim. “Anneni oradan kurtarmak istiyorsan ilk önce güçlerini kontrol etmelisin. Kontrolsüz güç eninde sonunda sana da zarar verecektir. Burayı Athena bilmiyor ve bulamaz seni. Bizzat ben eğiteceğim seni. Güçlerini kontrollü bir şekilde kullanmayı öğrendikten sonra da anneni kurtarabilmek için elimden gelen desteği vermeye hazırım.” “Elinden gelen desteği verecekmiş. Güleyim de boşa gitmesin bari. Daha geçen gün Athena’nın yanında bir kukla gibi duruyorsun sen. Sevgili Athenacığına ihanet edebilecek misin?” “Biliyorum bana güvenmen için bir sebep yok. Hatta güvenmemen için sebebin çok. Ama bir defa da olsa bana güvenmen gerek. Tek başına Athena’yı yenemezsin, aynı benim de yenemeyeceğim gibi.” Yok artık! Poseidon güçsüz olduğunu kabul mü etmişti yani? Oha! Poseidon’a boş boş bakarken hâlâ neyi kabullendiğini idrak etmeye çalışıyordum ama o hiç de pot kırmışa benzemiyordu. “Beni nasıl eğitmeyi planlıyorsunuz peki?” dedim. Yarım yamalak bir şekilde gülümsedi. “Yani teklifimi kabul ediyorsun,” dedi. “Hadi oradan be! Şu anda sadece düşünme aşamasındayım,” dedim kendimi ezdirmemek adına. “Tamam, sana düşünmen için zaman vereceğim ama şunu bil ki çok zamanımız yok. Athena her yerde seni arıyor, bunu biliyorsun. Eğitimlere ise sen kabul ettiğin zaman hemen başlayacağız. İlk önce gücünü sadece sinirlendiğinde değil, sakinken de açığa çıkarmayı öğreneceksin. Sonrasında ise gücünü kontrol etmeyi öğreneceksin. Ardından Darian ve Rosa sana dönüşmeyi, kılıç kullanmayı, ok atmayı falan öğretirler. Savaşa ne kadar hazırlanırsak bizim için o kadar iyi olur.” Dedi ve benim cevap vermemi beklemeden gitti. Herkes meraklı gözlerle bana bakıyordu. Ne cevap vereceğimi merak ediyorlardı ama ne yazık ki gururumu hiçe sayıp teklifini kabul etmem lazımdı. Athena’yı tek başıma yenmem imkansızdan da öte bir ihtimaldi. “Ne bakıyorsunuz ya? Hem ben açım. Aç karnına mantıklı karar veremem. O pislik herif bana yemek vermedi.” Dedim sinirle. “Ne, sana yemek vermedi mi?!” dedi Darian sinirle. Tam odadan sinirle çıkıyordu ki, “Dur, nereye?” dedim. “Sana yemek getirmeye.” Dedi. “Sen neden gidiyorsun, manyak birine söyle getirsin.” Dedi ablam. “Siz yemek yediniz mi?” diye sordum. Ablam başını iki yana salladı. Benim de aklımda cirit atan tilkiler sayesinde sinsi bir plan düştü. Posediona gıcıklık olsun diye onun sofrasında ailemle birlikte güzel bir ziyafet çekebiliriz yani. “Sen burada bekle, ben geliyorum.” Dedim ve odadan çıktım. Karşıma ilk çıkan kişiye, “Bizim için güzel bir sofra kurun lütfen. Yarım saat içinde sofraya inmiş oluruz.” Dedim ve odama geri döndüm. Herkes bir köşeye oturmuş beni bekliyordu. Ama o sırada odaya dışarıdan bakma fırsatım oldu. Her taraf kararmış, duman isleri odaya sinmiş, berbat bir durumdaydı. “Yarım saate soframızı kurarlar, o zaman ineriz.” Dedim ve ben de yatakta ablamın yanına geçip oturdum. ROSA BARLOW Hera odaya geldiğinde önce etrafına baktı, sonra yanıma gelip oturdu ve “Benim yokluğumu ne zaman fark ettiniz?” diye sordu. “Sabah kalktığımızda yatakta yoktun, her tarafa baktık ama seni bulamadık. Sonra dışarı çıktık, etrafa bakındık ama sen yine yoktun. Biraz daha ileri gidince derenin kenarında pelerinini bulduk. O an öyle panik yaptık ki elimiz ayağımız birbirine girdi. Ama birden suyun üzerinde siluetin belirdi. Suya dokunduğumuz anda da su bizi içine çekti ve işte buradayız.” Diye kısaca olayı özetledim. “Demek siz de böyle geldiniz, ben de suya dokununca buraya geldim,” dedi. “Peki, küçük yaramaz, senin dışarıda tek başına ne işin vardı?” diye bu sefer de söze babam girdi. “Yaaa baba, ben gece çok bunalmıştım. Hem böyle şeylere de hiç alışık değilim, biliyorsun. Benim bunalımca birazcık hava almam lazım. Burada dünyadaki evimiz gibi bahçe de yok. Ben ne yapıyım?” diye nazlandı. Zaten bu kızın bir deliliği bir de nazı beni benden alıyordu. Biz öyle sohbet ederken kapı çaldı ve içeriye genç bir kız girdi. “Leydim, sofranız hazır. İstediğiniz zaman gelebilirsiniz,” dedi ve gitti. Hera da bize bakıp, “Hadi gidelim, ben açlıktan şuracıkta bayılacağım şimdi,” dedi ve gözle kaş arasında hemen odadan çıktı. Beraber yemek salonuna indik ama bir anda bizi durduran bir şey oldu. Karşımızdaki sofraya bir ordu otursa doyacak şekildeydi ama biz sadece beş kişiydik. Bu ne bolluk paşam? Aç insanlar var, aç aç. Hera benimle aynı şeyi düşünmüş olmalı ki yüksek sesle "Bakar mısınız!" diye seslendi. Hemen yanımıza gelen minyon tipli bir kız "Buyurun leydim" dedi. "Bir daha bu kadar fazla bir sofra kurmanızı istemiyorum. Dışarıdaki bazı insanlar açken, hatta açlıktan ölürken beş kişi için bu kadar fazla bir sofraya gerek yok. Ne bizim için ne de Poseidon için. Azıcık halkının dertlerine ortak olsun be! Bu ne zevk sefa içinde yaşıyor adam." diye çıkıştı. Kız neye uğradığını şaşırmıştı. Haklıydı ama bizim kız da biraz deli. Sen kalk Poseidon'un sofrasına otur, bir de yediği yemeklerin hesabını sorup halkını düşünmediğini söyle. Bunu başka birisi yapsa şu anda şehir merkezinde darağacında sallanıyor olurdu. Heranın mızmızlanmalarının ardından sofraya geçtik. Tabii ki sofrada fazladan olan yemeklerin kaldırılmasını ve sonrasında ısıtılıp tekrar verilmesini rica etmiştik. Çalışanlar gerçekten şuracıkta bayılıp kalacaklar diye korkmadan edemiyorum. Ben çalışmadım ama kaostan ben yoruldum. Hera sürekli "Yok şu fazla, yok bu fazla, ziyan etmeyin!" diye söyleniyordu. Çalışanlar bir gelip bir gidiyordu ki en sonunda bu curcunanın yarattığı karmaşa ve sesten dolayı rahatsız olan Poseidon neler olduğuna bakmak için yanımıza geldi. Aman ne güzel, bir de bu eksikti! Darağacına artı dört ip daha ekleyin. “Burada neler oluyor?” diye sordu Poseidon. Tabii Heracımız durur mu, durmaz. Bu cesareti bu kız nereden alıyordu, bir türlü anlamıyorum. Korku filmlerinden korkan kız, asıl korkması gereken yerde korkmuyordu. Enteresan ama Hera her zaman bana derdi ki: “Ben görünmeyen şeylerden korkarım, görünenlerden değil.” Aslında çok yanlış düşünüyordu. Göremedikleri ona zarar veremez, ama gördükleri tehlikeli kişilerden korkmaması gerekiyor. Dünya’da bir söz vardı: “Ölüden değil, diriden kork” diye. O misal. "Bu sofrada çok fazla yemek var ve çoğu büyük ihtimalle yenmeyip çöpe gidiyor. Senin halkından aç olan insanlar var ki senin halkından olmasa da aç olan insanlar var. Neden yemekler çöpe gitsin ki? Çalışanlara dedim ki bundan sonra yenildiği kadar yemek yapacaklar ve bu sofradaki yemekler bitene kadar da yeni yemek yok sizin için de." dedi. Tamam ya, biz darağacını garantiledik. Daha fazlasına gerek yok. Heraya susması için göz kaş işareti yapsam da bir türlü susmuyordu. Poseidon "Sen beni mi sorguluyorsun küçük hanım, haddini bil!" diye bağırmadı, adeta gürledi. "Ben sizi sorgulamıyorum, yanlışlarınızı düzeltiyorum. Eğer bir ekip olarak çalışacaksak, birbirimizin yanlışlarını düzeltmemiz gerek, değil mi?" dedi Hera. Bir dakika, kendimi şu anda bir film izliyor gibi hissediyordum. Bizim kız ne dedi, ekip mi yani? Poseidon'un teklifini kabul mü ediyor? O zaman bu güzel haber. Hera'nın bu dediğine karşılık Poseidon'un yüzünde hafif bir sırıtış belirdi. "Yani teklifimi kabul ediyorsun öyle mi kızım?" dedi Poseidon. "Birincisi lütfen bana kızım demeyi kes, ağzına hiç yakışmıyor. İkincisi, mecburiyetten kabul ediyorum, yoksa kabul etmek en son düşüncem bile olamazdı." dedi. Poseidon anlık bir tereddütle Hera'ya baktı. Yüzünde bir an hüzün çöker gibi oldu, ama hemen toparladı. "Neden benden bu kadar nefret ediyorsun?" diye sordu. Bana kızım deme lafı onu biraz üzmüş benziyordu. Hera histerik bir şekilde güldü. "Neden mi? Bir de soruyorsun sen bana? Babalık mı yaptın ya? Hadi bırak babalık yapmayı, sen beni istedim mi acaba? Sen sadece bir anlık bir şey için Medusa'nın da benim de hayatımı mahvettin. Medusa'yı zorlamasaydın hiçbir şey olmayacaktı. Senden ne baba olur ne de başka bir şey. Medusa'yı kurtardıktan sonra mümkünse bir daha görüşmeyelim." dedi ve masadan kalkıp gidiyordu ki Poseidon'un gür sesi salonda yankılandı. "Dur, bakıyorum orada!" Hera durmadı, ama Poseidon'un da bunun altında kalmayacağı yüz ifadesinden belli oluyordu. Hera bir anda çığlık atıyordu ki çığlığının sonunda sesi boğuklaştı. Ona doğru baktığımda Hera bir su baloncuğunun içinde çırpınıyordu. Ellerinden minik minik alevler çıkarıyordu ama bugün çok yorulduğu, doğru düzgün yemek yemediği ve daha gücünü kullanmayı doğru düzgün öğrenemediği için bir işe yaramıyordu. Bir anda arkadan Darian'ın öfkeli sesi yükseldi. "Sen ne yaptığını sanıyorsun? Bırak çabuk Hera'yı!" diyordu ki aynı su baloncuğundan Darian da nasibini aldı. Şimdi Darian da Hera da o su baloncuğunun içindeydi. Hera bu durumu görünce yorgun olmasına rağmen avucundaki alevler daha da büyüdü büyüdü ve en sonunda kendi etrafındaki su buhar oldu. Hera serbest kaldığı gibi Poseidon'a öfke dolu bir şekilde yaklaştı. "Çabuk bırak onu yoksa anlaşma iptal!" diye bağırdı. Baba kız bağırmadan anlaşamıyorlardı gerçekten de. "Sen beni tehdit edebilecek durumda değilsin küçük hanım," dedi Poseidon ama Darian'ı da serbest bıraktı. Darian yere çökmüş bir şekilde öksürürken Poseidon tekrar konuştu. "Ne demek Medusayı zorlamasaydın? İlk önce onu açıkla bana," dedi Poseidon. Hera delirmiş gibi gülmeye başladı. "Ne var, yalan mı? Sen, sen Medusayı..." Hera bir an duraksadı ve diyeceği şeyin altında eziliyormuşçasına kelimelerini toparlamaya çalıştı. "Sen Medusaya tecavüz etmeseydin, bunların hiçbiri olmayacaktı," diye bağırdı en sonunda. Ardından gözünden bir damla yaş aktı, ama Hera hemen yüzünü sildi. Poseidon duydukları karşısında donup kalmıştı. Birkaç saniye boyunca Heraya baktı. "Ne demek tecavüz etmeseydin?" dedi "Bana şimdi duygu sömürüsü yapma ya," dedi Hera sinirle, ama Poseidon gayet ciddi duruyordu. "Bana bak Hera, sana kim ne anlattıysa yanlış anlatmış," dedi ve birkaç saniye Heraya baktı, duyduklarını hazmetmeye çalışıyor gibiydi. "Ben Medusa'ya tecavüz etmedim, her şey iki taraflı rıza ile oldu. Sen de tecavüz çocuğu değilsin."
Yeni bir bölümün daha sonuna geldik bölümü nasıl buldunuz yorumlarda yazmayı unutmayın bulabilirsiniz sevinirim diğer bölümlerde görüşmek üzere
|
0% |