Yeni Üyelik
3.
Bölüm

Sadece Çocuktum Belki De

@elifebrarrd

𝐔𝐘𝐀𝐑𝐈: 𝐊𝐚𝐧 𝐕𝐚𝐡ş𝐞𝐭 ö𝐥ü𝐦 ş𝐢𝐝𝐝𝐞𝐭 𝐯𝐞 𝐭𝐚𝐜𝐢𝐳 𝐢ç𝐞𝐫𝐢𝐫 𝐤üçü𝐤 𝐲𝐚ş𝐭𝐚𝐤𝐢 ç𝐨𝐜𝐮𝐤𝐥𝐚𝐫ı𝐧 𝐨𝐤𝐮𝐦𝐚𝐦𝐚𝐬ı ö𝐧𝐞𝐫𝐢𝐥𝐢𝐫

_______________________________________


Çok geç olmuştu, saçlarımı tarayıp hafif bir makyaj yaparak işimi bitirmiştim. Yine alarm kurmayı unuttuğum için okulu kaçırıyordum. Tahminen aradan iki ders geçmişti ama ben hala okulda değildim. Çantamı sırtıma aldım ve aynadan kendime baktım. Üstüme hava soğuk olduğundan kahverengi boğazlı bir kazak ve altına siyah bir kot pantolon giymiştim. Aynaya bakarken daldığımı fark edip telefonumu masanın üstünden aldım ve çantama atıp merdivenlere yöneldim. Merdivenden indiğim sırada son basamağın orada duran annemi gördüm. "Kızım, seni bekliyoruz. Bir saattir, hadi dışarı çık, seni baban bırakacakmış," dedi. Annem başımı olumlu anlamda sallayıp dış kapıyı açarak kendimi dışarı attım. Hava serin ve güzeldi. Babam arabada beklerken hızla bağcığımı bağlayarak doğruldum. Arabanın kapısını açtığımda, babam bana yapmacık bir kızgınlık ifadesi takındı. "Aaa, çok geç oldu. Daha fazla geç kalırsan kızarım ama," dedi. Gülümsedim ve yolcu koltuğuna binip kapıyı kapattım.


Okula vardığımızda hızla arabadan inip okula girmiştim. Gelmemiz kısa sürmüştü. Hızla merdivenleri çıktım. Sınıfım en üst kattaydı, bu yüzden her gün şu lanet olası merdivenleri çıkıyordum. Sınıfın kapısının önüne geldiğimde kapıyı iki kere tıklatıp içeri girdim. Öğretmen görevlisinden özür diledim ve en arkadaki sırama yöneldim. Geç kaldığım için kaşları çatılmış ve kızgın bir ifadeyle bana bakıyordu. En sonunda benden gözünü çekti ve sakinleşip ders anlatmaya devam etti. Önüme döndüm. Ders matematik olduğu için pek dinlemek istemiyordum. Bu yüzden önüme bir defter çıkardım ve resim çizmeye karar verdim.


Kalemi bıraktım ve resmi bir kenara koydum. Başımı kaldırıp tahtanın yanındaki duvar saate baktım. Zilin çalmasına daha 15 dakika vardı. Bu okul hiç çekilmiyor resmen. Hem, bu dersler neden bu kadar uzun? Resmen ders değil, işkence denir buna. En azından derse odaklanırsam zaman geçer herhalde diye düşünerek tahtaya döndüm. Öğretmen görevlisi konuyu anlatmış görünüyordu. Ben dinlemediğim için tahtada gördüğüm her şeye cin görmüş gibi bakıyordum. Dışardan nasıl göründüğümü tahmin edemedim. Ama tahtadan başımı ayırınca öğretmen görevlisinin bana attığı bakışlardan dolayı yüz ifademi düzeltip gülümsedim. Bana sanki "senden bir bok olmaz" der gibi bakıyordu ve haklıydı da. Benden bir şey olacağını düşünmüyordum.


Dersi biraz bile olsa dinleyip konuyu az buçuk anlamıştım ve yazı yazmaya başlamıştık. Yazı yazmayı bırakıp kafamı kaldırdım. Neden mi? Evet, kapı çalınmıştı ve içeri müdür yardımcısı girmişti. Kendimi biraz geriye alıp belimi sıraya yaslayarak kollarımı önüme bağladım ve içeri ne için geldiğini öğrenmeyi bekliyordum. Müdür yardımcısı hepimize gülümseyerek baktı ve en sonunda da şu gıcık görevliye "Evet çocuklar, dersler iyi gidiyordur inşallah. Hocam, sizin de dersinizi böldüğüm için özür dilerim. Yeni bir öğrencimiz vardı, onu getirmiştim," dedi ve başını kapıya doğru çevirip el hareketiyle birini çağırdı. Çocuk içeri girdi ve bize doğru gülümsedi. Sadece bakıyordum, hiçbir duygu yoktu yüzümde. Sınıftaki bazı kızlar çoktan aralarında konuşmaya başlamıştı. Eğer yeni gelen çocuğa asılmazlarsa, ben de asil değilim. Bu da son sözüm. Keşke iddiaya gidebileceğim birisi olsaydı. En azından daha eğlenceli olurdu.


Oflayarak gözlerimi devirdim. Sınıfa yeni bir salak daha katılıyordu. Ne mutlu bana, artık daha çekilmez olacaktı. Başımı masaya çevirip kağıdımı geri önüme aldım. Müdür yardımcısı ve öğretmen görevlisi aralarında bir şey konuşuyorlardı ve en sonunda konuşmaları bitince müdür yardımcısı, "Evet, arkadaşınızla tanışırsınız. İyi dersler size de, hocam." dedi ve sınıftan çıkıp kapıyı kapattı. Öğretmen görevlisi çocuğa baktı, "Evet, oğlum, bize kendini tanıt." dedi. Başımı kaldırmaya gayret etmedim, çünkü umrumda değildi. Kağıda bu sefer bir şeyler çizmek yerine sadece karalıyordum. Köşesini çocuk konuşmaya başladı, "Benim adım Efe Çakır. Önceki okulumdan bir sebepten dolayı bu okula nakil edildim." dedi ve sustu. Efe Çakır... Tanıdık geliyor ama bulamadım.


Kalem bir anda elimden düştü. Başımı kaldırıp istemiyormuş gibi bir bakış attım. Niye mi? Çünkü o sesle itibaren sinir olmuştum. Öğretmen görevlisi, "Oğlum, yer yok. Şu anlık asilin yanına geç." dedi ve oysaki her yer boş sayılırdı. Efe yanıma yürüdü ve gülümseyerek oturdu. Ben ise sadece göz devirmeye yeltenip kağıdıma yine döndüm. Bastırmaktan dolayı kağıdın köşesini yırttığımı gördüm ve elimle kalemi bastırmayı bıraktım. Efe denen çocuğun bakışlarının bende olduğunu fark ettim ve bende ona dönüp, "Ne bakıyorsun?" dercesine başımı salladım. Sadece güldü. Bu bile sinirimi oynatmak için tek hareketi oldu. Tahtaya baktığımda yine gıcık kadının bir konu anlattığını gördüm. Bu kadın hem hiç bıkmaz mıydı konu anlatmaktan? Eğer bir dahaki ders yine bu kadınaysa derse girmeyeceğim. Çok sıkıcı.


Tahtadan gözümü ayırınca çocuğun dersi izlemek yerine yine beni izlediğini görünce sinirlenip kısık bir sesle konuştum, "Olum, senin derdin ne? Dönsene önüne, ne bakıp sırıtıyorsun?" dedim. Efe hızlıca önüne döndü ve bana bakmayı bıraktı. Oflayarak, bende önüme döndüm. Sanırım zil çalınca bu Efe denen çocukla konuşacaktım.


"Ayol, bu sıra hiç mi bitmez?" diye konuştu Nisa. O bizim sınıfın en çok dedikodu yapanıdır, her dedikoduyu bilir. Gözlerimi devirdim ve ona baktım. "Sen değil miydin, 'Şu an sıra azdır, gel bir içecek alıp öyle dolaşalım' diyen?" Nisa bana hak vermiyormuş gibi baktı. "Sen uğursuzsun, bak, her bu saatte geldiğimde boş oluyor burası." dedi. Nisa dalgaya alıp güldüm bu cümlesine. "Off, boşver. Bak, daha çok var. Gel, biz gidip biraz dolaşalım, hadi." dedim. Nisa başını tamam der gibi sallayıp peşime takıldı. Ders yine o gıcık hocaya olduğu için dersi asıp biraz dışarı çıktık. Efe'yle konuşma işini sonra halledicektim. Şu anlık sadece eğlenceye bakıyorum.


Okuldan fazla uzaklaşmamıştık ve...


Karşımızda biraz ileride sigara içen çocuk, yani Efe, vardı. Ama nasıl? O ne zaman dersten çıkıp gelmeyi başarmıştı!? Onu görünce yerimde durdum. Nisa da bana uyarak durduğunda gözümle ileri gösterdim. Nisa başını efenin olduğu tarafa döndürdü ve o da aynı benim gibi şaşırmıştı. Bana doğru döndü ve onun duymaması için biraz yaklaşarak kısık bir sesle, "Ayy, çok tatlı değil mi? Yalnız, yanınamı gitsek biraz, onunla da takılalım." diye bir fikir sundu ortaya. Hayır der gibi bir bakış attım Nisa'ya ama Nisa sinsi bir şekilde gülümsedi ve neden öyle gülümsediğini anladım... Yanımdan hızlıca geçip Efe'ye doğru yöneldi ve ona seslendi.


"Efeee!"


Gözlerim fal taşı gibi açılmış utançla elimi yüzüme çarptım. Nisa efenin yanına çoktan gitmiş, konuşmaya başlamıştı. Nisa çok fazla saçmalamasın diye ben de hışımla yanına gittim. İlk önce Efe'ye gülümsedim, sonra Nisanın kolunu tuttum. "Aa, ne tesadüf, biz de yolda geçerken seninle karşılaştık. Nisa bir selam vermek istedi, ama artık gidebiliriz değil mi, Nisacım?" dedim ve Nisanın kolunu biraz sıktım. Yalandan bir şekilde gülümseyerek ona baktım. Yüzünü buluşturdu,"Ayol, ne gitmesi efe, sende katılsana bize," Nisa'nın kolunu çok fazla sıktığımı sadece Nisa kısık bir şekilde bağırdığında anladım ve kolunu bıraktım. Efe bize baktı ve gülümseyerek başını salladı. "Olur, ben de katılırım zaten kütük gibi burada durmaktan sıkılmıştım," dedi. Efe içimde sinir patlaması yaşıyordum, onun bizim yanımızda ne işi var hem? "Ahaha, ne iyi o zaman. Hadi gelin bari geri dönelim, okul bahçesinde otururuz," dedim. Belki okula dönünce bir şekilde kaçarım diye, ikisi de kabul edercesine kafasını salladı ve geri geldiğimiz yoldan dönmeye başladık.


Nisa sinsi sinsi gülümsüyordu, ben ise ona sana gösteririm bakışları atıyordum. Gözlerimi Nisa'nın üzerinden çekerek Efe'ye yönelttim, telefonuna bakıyordu. Onu biraz incelemiştim aslında. Birine çok benziyor... Ama çıkaramıyorum! Yüzüme sahte bir gülümseme ekledim. "Efe, sen nereden transfer oldun buraya peki?" diye bir soru yönelttim. Başını telefondan kaldırıp o da bana gülümseyerek baktı. "Önceden Ankarada okuyordum, oradan taşındık ve İstanbul'a geldik. Sonra okul telaşı falan, evimize en yakın olan buraya gelmeyi seçtim. Okul biraz zor kabul etti ama geldim sonuçta," dedi ve güldü. İyiymiş dercesine başımı salladım. "Peki, sevdin mi okulu?" diye sordum.


Biraz düşündü. "Eh, yani güzel bence," dedi. Yine başımı sallayarak geçtim. "Biliyorum, çok sordum ama saçların rengi doğuştan mı?" Efenin çok mükemmel insanı büyüleyen bir kızıl saçı vardı, baktıkça hayran kalıyordu insan ve bunun doğuştan olduğuna inanmak bile çok zor. "Evet, doğuştan saç rengimi annemden almışım. O da benim gibi kızıl saçlıydı," cümlenin sonuna doğru sesi kısık çıkmıştı. Peki neden? Nisa yine her olaya atladığı gibi atlamıştı. "O öldü mü?" diye sordu. Ona yanlış bir soru sorduğunu fark ettirmek amaçlı tırnağımı etine geçirip bana baktığında, yapma der gibi bir bakış attım. O da yanlış bir soru sorduğunu anladığı için dediklerini geri almaya çalışmıştı. "Aa, yani şey pardon, yani demek istediğim... Aa, ne güzel annene çekmişsin," dedi. Daha çok batarak, normal bir gün olsa bu cümleye gülebilirdim ama şimdi bunu yapmayacaktım. Efe, Nisaya bakıp güldü, yine bu çocuğun gülme sıkıntısı vardı, her şeye gülüyordu. "Geri çevirmeye çalışmana gerek yok. Evet, öldü. Ben küçükken gözümün önünde bir trafik kazasında..." dedi. Kalbime bir acı oturmuştu, ne olduğunu anlayamadığım bir acı sanki bağırıyordu bana, aynı acıları onu anlıyordum. Aynı kardeşime olduğunu gibi olmuştu, ona küçük bir kaza ama büyük yaralar bırakmıştı. Hayatın bize ilk acımasızlığı o zaman olmuştu, belki de bizim sınavımız o zaman başlamıştı. Küçük bir kız çocuğu, kardeşinin parçalanmış vücudunu görmesi, bu hiç kimsenin kaldıramayacağı bir şeydi ama ben kaldırmak zorundaydım. O olayın üzerinden yıllar geçmişti, çoğu kez psikologa gitmiştim, intihar etmeye kalkışmıştım, açlıktan bayılmıştım... Ben o günden sonra ölmüştüm ve şimdi karşımda benim gibi ölü bir kişi vardı.


Okula geldiğimizde, onlara bir yerde beklemelerini söyleyip içeri kaçmıştım. Lavaboya girip yüzümü yıkayıp duvara yaslanmıştım, önümdeki kabının kapısına boş boş odaklanmışken telefonuma bir bildirim geldi. Telefonumu cebimden çıkarıp ekranı açtım ve bilinmeyen bir numaradan mesaj geldiğini gördüm.


"Konuşabilir miyiz? Dışarıda bekliyorum. -Efe"


Efe benim numaramı nereden bulmuştu?


"Telefon numaramı nereden buldun ve Nisa nerede?"


"Nisa'yı koridorda yakaladı hoca, derse girmek zorunda kaldı. Ben görünmeden kaçmayı başardım ve telefon numaranı Nisa'dan aldım."


Ah Nisa, senin vardıya! Herkese telefon numaramı vermekten sıkılmadın mı hala? Sıkıntıyla nefesimi verip yazmaya başladım.


"Tamam, geliyorum. Bahçede bekle beni."


Mesajı attıktan sonra lavabodan çıkıp kapıya yöneldim Okulun dışarısına çıkan kapıyı aralayıp sessizce çıkarak merdivenlerden hızlıca inmeye başladım. Son basamağa geldiğimde duvarın dibinde duran Efe'yi gördüm. Yanına gittiğimi fark etmemiş olacak ki bir noktaya dalmıştı, yanına vardığımda gölgem önüne düştü ve kafasını kaldırdı. Sıkılmıştım resmen, kurtuluş yoktu. Sözde onlardan uzak, boş bir ders kaynatıcaktım! Onunla fazla göz göze gelmeyi ve sıkılmış muhabbetler etmeyi tercih etmediğimden yaslandığı ağacın yanındaki banka oturdum. Büyük ihtimalle kameralar bizi de çektiğinden başımıza iş alıcaktı ama bundan sonrasında da pek umrumda olacağını sanmıyorum. Elimle yanımı gösterdim ve oturmasını işaret ettim, ayakta bana dik dik bakması sinirimi bozuyordu. Beni ikiletmeyip yanıma oturdu, sigarası elindeydi ve birşeyler düşünüyor gibiydi. Sigarasını dudağından çekerek havayı dışarı üfledi. Okulda sigara içmek bu kadar kolay olmamalı, bizim okul cidden garip. Buna neden izin veriyorlar ki mesela? Efe, "Asil aslında bir şey soracağım ama doğruluğundan emin değilim. Belki geçmiş acılarını açar diye de sormak istemiyorum ama..." dedi. Gözlerimi devirdim, ne soracaktı ki? En fazla "Kardeşin neden öldü?" diye sorabilirdi, onu da zaten alıştığımdan dolayı sorun etmiyordum. Efe'ye bakıp tek kaşımı kaldırdım. "Ne söyleyeceksen lafı dolandırma Efe, uzun konuşmaları sevmem," dedim ve önüme döndüm. Efe derin bir nefes verdi ve sigarasından bir duman çekip üfledi. "Asil... Sen hiç aslında birini öldürdün mü?" Bu soruyu beklemediğim için öksürerek ona döndüm. Hassiktir, o bunu nereden biliyor! Yüz ifademden şaşırdığımı anlamaması için yüzümü eski haline döndürdüm ve ona odaklandım. Kimse bilmiyordu, kim söyleyebilirdi bunu? Kim, hangi cürretle! "Hayır, ve bir daha bana saçma sorularla gelme lütfen," dedim ve yalandan bir gülümsemeyle önüme geri döndüm. Öğrenmiş olamazdı bunu, annem ve babam da dahil, kimse bilmiyordu sonuçta! Bir şey olduğunu belli etmemek için yüz ifademi asla bozmamıştım ama biraz tedirginlik hissetmiştim. Eğer bu konu öğrenilirse benim için hiç iyi olmayacaktı, çünkü ben bir katildim, ben bir hastaydım. Belki de sadece masum bir çocuktum, benim ellerimi ben değil, hayatım kirletti. İyi bir insandan kötüye dönüşmemin tek nedeni hayatımdı, belki de sadece normal bir insan olabilirdim, değil mi?

Loading...
0%