@elifece.dgn
|
Bodrumdaki siyah panomun önündeydim. Yeni hedefim hakkında topladığım bilgileri yerleştiriyordum. Yeni hedefim, Poyraz Kılıç adındaki silah kaçakçısıydı .Bu adamın tek yaptığı şey buydu diğer hedeflerime göre aralarındaki en masum kişiydi.
Ne bir düşmanı vardı nede bir kan davası. kaçakçılık yapması dışında klasik iki çocuklu bir aile babasıydı. Ama ölmesini isteyen kendi öz kızıydı. Bu aşırı garipti. Kızına tecavüz yada işkenceler mi etmişti acaba ?
İnsanın aklına her şey geliyor...
Daha fazla bilgiye ihtiyacım vardı. Yeni bir kahve ile bilgisayar masama geçmiştim. 2 farklı monitöründen de belgeler yada işe yarayacak bir şey arıyordum. Çok yorgundum. Gözlerimden uyku akıyordu resmen.
Gecenin üçüydü ama uyku bugün çok erken gelmişti. Gözlerimi ovuşturduğum sırada bilgisayarıma isimsiz bir mail geldi. Bu mail adresim sadece hedeflerim içindi, yeni bir görevdi galiba. Okurken şoka girdim . Bu mail Polat kılıcın bir daha ki silahları yurt dışına göndereceği limanın konumuydu. Tuzak olabilirdi. Tabi benim yerimde başka biri olsa böyle düşünürdü.
Gercektende tuzak olma ihtimali vardı fakat mail Polat'ın kızı Alev Kılıç'ın bilgisayarından atılmış olmasaydı. En büyük düşmanı kendi koynunda büyütmüş tü, ne kadarda trajik bir olay.
Fakat şuan yapmak istediğim tek şey uyumaktı. Rüya alemi bu aşağılık dünyadan uzaklaşabildiğim tek yerdi.
Sabahın yedisiydi telefonumun çalması ile uyandım. Arayan Yıldızdı. Uzun bakımlı sarı sacları, gökyüzü gibi masmavi gözleri ve bembeyaz teni ile çok güzel bir kadındı. Keşke kalbide güzel olsaydı. Kontrolcü, kibirli, şımarık ve kalpsizdi.
Ben yine de sevmiştim zamanında onu beni aldattığında ise bütün her şey bitmişti ama hala yüzsüz gibi arıyordu. İnsanın biraz gururu olurdu. İkinci aramadan sonra açtım telefonu.
"Efendim Yıldız ne istiyorsun sabah sabah" "Seni istiyorum" "Yıldız yeter" "Yetmez Aziz, yetmez. Seni seviyorum altı aydır peşinde koşuyorum abartma artık bir hataydı o"
"Yıldız ben ise seni sevmeyi altı ay önce bıraktım ayrıca senin hata dediğin şey kabul edilemez . yeter bir daha arama beni "Telefonu kapattım daha da dayanamadım. Sinirden kan beynime gidiyordu resmen. söyle bir düşününce bu konuşmanın üstüne 'Orospunun tekine elveda' şarkısı güzel giderdi.
Bugün o limanı kontrole gidecektim nerelerde koruma olur yada nereleri kör nokta bilmeliydim. Yarın gece yarısına doğru silahlar gemiye taşınacaktı ve Poyrazda orda olacaktı. Her şeyi planlamalıydım hem de acilen.
Duştan çıkmıştım üstüme spor bir siyah gömlek ve beyaz kumaş bir pantolon giydim. Aile evine doğru ilerliyordum . benim evim aile evimizin çaprazında bulunurdu. Eve yaklaştığımda arkamdan birinin bana seslenişini duydum. seslenen kişi Serdarın sevgilisi Havva'ydı . Göğüslerine uzanan kırmızı saçları, tatlı sempatikliği ve zekası ile dikkatleri üzerine çeken biriydi. Poyraz ve Havva benim arka plandaki destek ekibimdi.
"Selam Aziz . Serdar sizde olduğunu söyledi de ,nerde o?" başımı sallayarak selamına karşılık verdikten sonra kendimden emin bir şekilde konuştum.
" Bahse girerim mutfakta açım diye gezip çalışanlara zorluk çektiriyordur" kız kısa bir şekilde gülmekle yetindi.
Beraber eve girmiştik. Herkesin büyük salonda olduğunu yemek vaktine az kaldığını duyunca oraya geçtik. O sıra mutfak tarafından elinde sigara böreği ile masaya yaklaşan Serdarı gördük, yanılmamıştım. elindeki böreği kendi tabağına koyup elini sildikten sonra sevgilisine doğru yürüdü.
Hayatta selam vermez önce sevgilisine sarılacaktı öyle anca, hanımcı işte.
Herkes masaya oturmuştu yemek yemeğe başlamıştık keşke zamanı durdura bilseydim bütün sevdiklerimle olduğum bu an sonsuza kadar kalabilseydi. Herkes mutlu ve kanla kaplı olan gerçek beni göremedikleri bu an öyle güzeldi ki ama bir gün hepsi gerçek beni tanıyacaklardı.
Ben her tetiği çekişimde daha fazla kirleniyordum. Ölü cesetlerin bulunduğu bir kan okyanusunda yüzüyordum. Her kulaç atışımda, sevdiklerimi de boğuyordum bu okyanusta. Daha ne kadar yüzebilecektim ki bu okyanusta, gücümü bir gün kaybedecektim illaki ama o gün sevdiklerimi koruyabilecek miydim ki?
Her gün yaşam enerjisi solan sırf oğlu ve kızı üzülmesin diye gülen annemi, Bu pisliğin içinde doğan masum herkesi kendi gibi iyi gören kız kardeşimi, Kardeşim gibi olan Serdarı ve daha ölümü dirimi bilmediğim babamı koruyabilecek miydim?
Aziz sen bu kadar güçlü müsün, söylesene!
Güçlü taklidi yapan ; karanlıkta, gölgelerde saklanan biri misin?
Hayır ben güçlüyüm. Ben karanlıkta doğan bir Azrail'im. Tüfeğimden çıkan bir kurşun bir canın yok olması demekti. Ben hedefim olan kişi daima ölürdü...
Limanın önündeydim. Hava hafif yağmurluydu. Gece yarısına az kalmıştı. Limanın ana binasında olan iki güvenlik görevlisi vardı bu benim için iyi bir avantajdı.
Seri ama sessiz adımlarla içeriye girdim. Bekçilerden biri liman tarafında olduğunu ön görürsek, içeride sadece bir görevli olmalıydı. Büyük konteynerlerin arkalarından saklanarak ilerledim. Güvenlik kulübesi tam karşımdaydı. Camın altında çöktüm ve içeri izledim.
Kameralar önünde oturan bir kişi vardı telefonundan okey oynuyor arada küfrediyordu. Yavaşça kapıya doğru ilerledim, beni fark etmemeliydi ufak bir ses bile burada yankılanırdı sonuçta. Kapı hafif aralıklıydı yavaşça açtım ve içeri sızdım. Adamın ağzını bir elimle kapatarak bir elimle de boğazında asılı olan güvenlik görevlisi kartını çektim.
Çok çırpınması sebebi ile daha kısa sürede o ip onun boğazını sıktı ve kırk dokuz saniye içerisinde nefessiz kaldı. Şimdi yapmaktan en nefret ettiğim şeye gelmiştim, başkalarının elbiselerini kullanarak kılık değiştirmek. Aslında buna ihtiyacım yoktu ama daha güvenli olurdu böyle.
Adam bana kıyasla biraz yapılıydı, bu yüzden kendi kıyafetimin üstüne giyebilmiştim. Kartın üstünde sadece görevli olduğu kimliği olmaması ayrı bir avantajdı. Şans yüzüme gülüyordu hadi hayırlısı.
Cesedi oradaki dolabın içine koyduktan sonra kameraları izlemeye başladım. Hepsinin acısını hesaba katıp, bütün kameraların nereyi gördüğünü telefonuma attım.
Unutmamalıyım sonuçta. Gözüme 2 kör nokta ilişti ama insan gözü ile de gözükmemen gerekiyordu. Dışarı çıkmalıydım. Depodan çıktım ve limanın iskele tarafına yürümeye başladım. Önünde yürüyerek devriye atan görevliye yaklaştım. Bana garip bir şekilde baktı.
"Sen kimsin ve Ercan nerede" öldürdüğüm kişiden bahsettiği belliydi.
"Adımı ne yapacan anasını satayım. Devriye değişme zamanı hadi " diye öylesine bir cevap verdim.
"Ben o boktan küçük kulübeye girmem sen git orda oturarak kıçını düzleştir ben burada iyiyim" dedi. Hem benim kıçım oldukça güzeldi iki oturmaya mı düzleşecekti.
Daha fazla oyalanamazdım madem dediğim olmuyordu bende oldururdum. Yanına yaklaştım "bak dostum ..." Deyip devamını getirmeden kafa attım onun sendelemesinden faydalanarak arkasına geçtim ve boynunu kırdım.
Ama yani tıpış tıpış gitse orda otursa ölmeyecekti bu benim sorunum mu?
Belirlediğim o iki noktaya gitmeye başladım. ilki dikkatli bakma ile çıplak gözle görülürdü orası olmazdı. İkinci yer yüksek konteynerlerin bulunduğu yerdi ama vinç kadarda yüksek değildi. İnsan gözü ile de, kamerayla da görünmüyordu. Arka tarafından da biraz zorlanarak olsa da rahat kaçabilirdim.
Şimdi asıl mesela casus kameralarını kurmaya geldi. Aslında buradaki kameralara sızabilirdim fakat hem devlete aitti hem de onlar zaten bunları imha ederlerdi. Şansa bırakamazdım. Belli noktalara kameralar yerleştirip kurdum, artık gidebilirdim.
Çok garip ve karanlık bir evdeydim, burası benim evim değildi. Evi incelemeye başladım. Evin her yerinde kırmızı dekorlar vardı. Birden şömine yanmaya başladı. Öyle gür öyle güçlü yanıyordu ki bütün ev yakında kül olacak gibiydi.
Ateşten uzaklaşmaya çabaladım fakat bir adım bile atamadım. Bir anda bir güç beni ateşe çekmeye başladı. Sanki boğazımda bir tasma veya zincir vardı da beni ateşe doğru çekiyorlardı.
Ateş beni sarmaya başladı. Her yerim yanıyordu ama hala ateşin içinde bir yere çekiliyordum. Bir anda yere düştüm ve karşımda kırmızı elbiseli bir kadın vardı. Yüzünü göremiyordum ama zincirin ucu onun elindeydi.
Oturduğu koltuğun ve benim olduğum yerin çevresi alevlerle doluydu. Alev çukuruna düşmüş gibiydim.
"Sen kimsin. Yüzünü göster bana!" ne kadar bağırsam da cevap yoktu.
Bir anda zinciri çekti ve ona daha çok yaklaştım. Korkunç bir kahkaha attı ve bacak bacak attığı ayağıyla bana bir anda tekme attı.
Kan ter içinde yatağımdan fırladım. Her şey bir kabus muydu? Bu kadar gerçekçi hissettiren akıl almaz bir kabus görmemiştim hiç. Bunda bir anlam vardı kesinlikle.
Yüzümü yıkadım, şimdi azda olsa kendime gelmiştim. Ama bu yeterli değildi. Güzel bir spor ve peşine soğuk bir duş iyi giderdi. Güzel bir spor ve peşine soğuk bir duş iyi giderdi Arka bahçedeki , cam duvarlı spor kulübeme geçtim. Biraz ısınma hareketi ve güzel bir kardiyo dan sonra ağırlık kaldırmaya başladım. Şimdiden bir buçuk saat geçmişti. Az bir mekik çekip bırakmayı planlıyordum.
Bir, iki, üç, dört, beş,.. otuz sekiz, otuz dokuz, kırk... Sürgülü cam kapı açıldı ve içeri Helin girdi. Mekik çekmeye devam ederken konuştum. "Hayırdır prenses, bacak çalışmaya mı geldin?" sadece göz devirdi ve tam karşımda bağdaş kurdu.
"Ne yani abimi özleyip yanına gelemem mi? Hem canım sıkılıyor." dedi yavru köpek bakışı yaparak. Böyle bakarak insanlara her istediğini yaptırırdı.
"Gelebilirsin , sen yanında olunca bu abi çok mutlu oluyor" diye cevap verip yanına oturdum. Elimle saçını okşadım ve "isterse bu prenses benle koşuya gelebilir, tabi dayanırsa onca yola" diye ekledim.
Direk ayağa fırladı ve "Tabi ki dayanırım hemen üstümü değiştirip geliyorum" başımı sallayıp onaylamamla onun eve koşması bir oldu. Bende küçük sırt çantamın içine su ve yara bandı ve bir kaç şey koydum. Sakar bir kız kardeşe sahiptim sonuçta , hem susarsa temiz su içmesi daha iyi olurdu.
|
0% |