
Efsun Hanım'ın bana seslenmesiyle koridordaki amaçsız yürüyüşümü sonlandırdım ve ona doğru döndüm. Eliyle "gel" işareti yaptı, kafasıyla da odasını gösterdi. Onu takip ettim ve artık bana ait bir eşya hâline gelen koltuğa oturdum. Derin bir nefes alarak bakışlarını gözlerime sabitledi.
"Tamay, sana bir şey söylemeliyim ama nasıl söyleyeceğimi bilmiyorum." dedi canının sıkıldığını belli eden bir ses tonuyla.
Sadece kafamı salladım. Çekmecesini açıp bir dosya çıkardı. Bana uzattı. Tereddütle elime aldım, okudum fakat pek bir şey anlamadım.
"Ne bu?"
Oturuşunu dikleştirdi, ellerini masanın üzerinde kavuşturdu.
"Öncelikle beni sakin sakin dinlemeni istiyorum." deyip konuşmasına beni hazırlamaya çalışıyordu. Tepkisiz kaldım.
"Hani geçen senenin sonunda Bartu'nun tedavisi için yaptığımız kermes vardı ya, işte o ker-"
"Bartu nasıl? İyi mi?" diye sordum sözünü keserek.
Evet, sözünü keserek saygısızlık ettim fakat Bartu, benim için önemli bir yere sahipti. Bu okulda ne kadar düşmanım olsa da dostlarım da vardı. Hepsi iyi insanlardı ama Bartu ayrıydı. Hâlâ ergenlik dönemindeyim ama zirvesini yaşadığım dönemde tüm kaprislerimi Bartu çekti ve bir kere de "Seninle mi uğraşacağım? Git ne yaparsan yap!" demedi.
"Sorunun sorunumdur." dedi ve hep destek oldu.
Azra, benimle on iki yaşımdan beri uğraşıyordu. Sorunu ise saçma sapan duygular beslediği bir erkek. Beni gördüğü yerde saldırıyordu. İlk zamanlar kendimi ona açıklamaya çalıştım. Baktım olmuyor yanından geçip gitmeye başladım fakat kendini iyice kaybedip üzerime gelmeye başladı. Bazen okul çıkışlarında beni, örgütlediği kişiler tarafından taşlatıyordu. Yurda koşar adım gitmeye başlamıştım. O günlerden birinde Bartu olanlara şahit oldu ve onlara hadlerini bildirdi. Belli bir zaman boyunca Bartu benimle yurda kadar yürüyordu fakat gün geçtikçe rahatsızlanmaya başladı. Ben on dört yaşımdayken iyice kötüledi. Yatağa düşmeden birkaç ay önce artık benim yanımda olup beni koruyamayacağını belirtti ve bana sokak dövüşü tekniklerini öğretti. Çok nadirdi teknikleri kalkarak gösterdiği, bitince hemen geri oturuyordu. Bir süre sonra böyle ilerleyemeyeceğimizi söyledi ve zaten artık yatağa ihtiyaç duyuyordu.
Tabi bu sırada benim, Bartu'nun kanser olduğundan haberim yoktu. Yaşadıklarına bir anlam veremiyordum.
Güvendiği bir arkadaşını arayıp yurda çağırdı. Bir zamanlar da ona tüm dövüş tekniklerini öğretmişti. Şimdi onun, bana öğretmesini istiyordu.
Dövüş tekniklerini öğrendikten sonra kendimi korumayı öğrendim. Azra'nın yaptıklarına başkaldırmaya başladığımdan beri o geri adım attı. Ama benimle uğraşmayı bırakmadı. Bunun gibi birçok anımız var Bartu'yla. Ona çok şey borçluyum.
"Bartu iyi, kanseri yendi!" dedi coşkulu bir şekilde.
"Onu görebilecek miyim? Buraya gelecek mi?"
"Hâlâ tedavi oluyor. Ama belki seni yanına götürebilirim, tabi burada kalabilirsen..."
"O ne demek? Azra yine bir şeyler uydurarak beni şikayet mi etti?"
"Hayır... Tedavi masraflarının karşılandığı kermeste bir çift, senin çağrılarına gelmiş. Senin sözlerinden, görüntünden çok etkilenmişler. O günden beri sık sık yurdun etrafındalarmış. Sürekli seni izliyorlarmış. En sonunda bir karara varmışlar ve... Ve cuma günü buraya gelip seni evlatlık almak istediklerini beyan ettiler."
"Ne demek evlatlık almak?!" diye bağırdım hiddetle. Öğle arasındaydık ve binanın boşluğunda yankılandı sesim.
Teyzemle yaşayacağım günlerin hayalini kurarken tanımadığım insanlarla bir evde hapis mi olacaktım? Olmazdı, olamazdı... Yıllar sonra ailemden birini bulmuşken başka bir aileye gidip ona veda edemezdim.
"Sakin ol, ilk önce bir dinle!"
"Neyi dinleyeyim? Benim bir ailem var zaten! Teyzem var. Bunu söylemedin mi?"
"Söyledim ama dinletemedim sözümü. Seni istiyorlar."
"Teyzem, benim akrabam. Yani kan bağı var. Beni, ona veremez misiniz?"
"Maalesef!"
"Neden? Böyle bir hak var, yasal olarak uygun."
"Veremeyiz çünkü teyzen, sana bakabilecek koşulları sağlamıyor. Bir işi olmadığı ve bakımını üstlenebilecek bir geliri olmadığı için seni veremiyorum."
"Ben de onları istemiyorum. Ben konuşursam ve istemediğimi belirtirsem vazgeçerler mi?"
"Normalde sen istemediğin sürece seni alamazlar ama..."
"Ama ne? Ne gizliyorsunuz?"
"Ama şunu bilmen gerekiyor ki, Bartu'nun tedavi masraflarının büyük çoğunluğunu onlar karşıladılar."
Son cümlesi kafamı bulandırmaya yetmişti. Ayağa kalktım ve yavaş adımlarla odadan çıktım. Koridorda yavaş yavaş yürümeye devam ettim. Sanki kafamı bir kova suyun içine sokup beni nefessiz bırakıyorlardı. Kulaklarım tıkanmış, beynimde yankılanan tek cümle; "Bartu'nun tedavi masraflarının büyük çoğunluğunu onlar karşıladılar."
Merdivenlerden inip bahçeye çıktım. Derin derin çektim havayı ciğerlerime. Nefesim kesiliyordu. Bartu için yaptıkları benim için de çok önemliydi. Onlara bir teşekkür borçluydum ama bunu yaparken kendi hayatımdan, hayallerimden ve geleceğimden vazgeçemezdim... Bir banka oturdum ve saatlerce gökyüzünü seyrettim. Gökyüzü bana her zaman umut olmuştu. Yine gökyüzü ile iç sesim arasında uzunca bir sohbet geçti.
Ders zilimin çalmasıyla istemeyerek de olsa sınıfıma girdim. Öğleden sonra dersler ölüm gibiydi. Geçmek bilmedi ama sonunda günü bitirmiştim. Çantam sırtımda yurda giderken yine Efsun Hanım'ın seslenmesiyle ona döndüm. Ağır adımlarla yanına gittim. Eliyle odayı işaret ederek "Misafirin var." dedi. Teyzem olduğunu düşündüm. Büyük ihtimalle Efsun Hanım olan biteni anlatmıştı ve bizi yalnız bırakarak konuşmamızı sağlayacaktı. Efsun Hanım salına salına merdivenlerden indi. Ben ise yavaşça kapıyı açtım ve gördüğüm şeyle şoka uğradım.
"Somer?"
Çantamı koltuğa fırlatıp boynuna sarıldım. Aniden akan gözyaşlarım omzunu ıslatmaya başladı. Bu sefer onlara kızmıyordum hatta geç bile kaldılar gözlerimden süzülmek için. ilk defa doğru kişinin yanında ağladığımı hissediyordum. Ellerimi sımsıkı dolamıştım boynuna. O da elleriyle belimi kavramıştı. Güvende olduğumu kokusuyla daha net algılıyordum. Bir süre daha böyle kaldık. Biraz sakinleştikten sonra ellerimi gevşettim.
"Özür dilerim, öyle bir anda seni görünce. Yani, ihtiyacım vardı. Sarılacak bir bedene ihtiyacım vardı. Beklemiyordum..."
"Şş, özür dilenecek bir şey yok! Her zaman yanında olacağım."
Koltuğa oturduk. Elleriyle yüzümü kavrayıp başparmaklarıyla gözyaşlarımı sildi. Sakin ve rahatlatan sesiyle ne olduğunu sordu. Derin bir nefes alarak anlatmaya başladım olanları.
"Ben, teyzemsiz yaşamak istemiyorum. Onunla daha yeni kavuştuk ve kaybetmek istemiyorum."
"Sakin ol ve bana bak. Gözlerime bak Tamay, öyle bir şey olmayacak! Tamam mı?"
"Nasıl olmayacak? Bartu'nun te-"
"Orası ayrı. Teşekkürünü edersin ama onlara evlat olarak değil. Şimdi onların isimlerini ver bana."
"Ne yapacaksın?"
"Soru sorma, yap!"
Gözlerimi devirmek istesem de bunu yapmadım. Kalkıp masada duran dosyayı ona verdim. Yarım saat daha konuştuk ve artık yurda gitmem gerektiğini söyledim. Aynı anda kalktık. El salladım, çıkmak üzereydim ki bileğimden tutup beni kendine çekti. Tekrar sarıldık. O büyülü sesiyle "Halledeceğim." diye fısıldadı. Başımı sallayıp ona kapılmaya izin vermeden yurda doğru yol aldım...
Yurda varır varmaz kıyafetlerimi değiştirdim ve kendimi yatağa attım. Bir günde bu kadar yorulur mu insan? Sadece birkaç hafta önce burası benim on sekiz yaşıma kadar yaşayabileceğim tek evdi. Şimdi ise "asıl evim" dediğim yerden buraya dönmek istemezken başka bir yere evlatlık gitmek acı veriyordu. Üstelik ailemi -en azından bir üyesini- bulmuşken başka insanlara evlat olmak, başka insanlarla aile olacağımı düşünmek bile berbat hissettiriyordu. Aslında istememe hakkım da vardı ama şu an Bartu'nun yaşıyor olmasını onlara borçluydum.
"Kendi hayatından vazgeçme Tamay! Onlarla elbet yüzleşeceksin. Biraz sohbetten sonra teşekkürünü edersin ve tekliflerini kabul etmezsin."
Bir kuru teşekkür, onların yaptığının karşılığını vermeye yeter mi?
"Tamam. Bırak, Somer halletsin. Zaten yeterince yoruldun. Biraz uyu ve dinlen."
Sonuna kadar haklıydı. Bir günde çok yıpranmıştım. Ve yine haklıydı ki Somer "Halledeceğim." dedi, hallederdi. Somer halleder... Somer...
2 Saat Sonra
Beyaz spor araba, Somer, antika dükkanı ve en sevdiğim şarkı "Nazende Sevgilim"...
Ne zamandan beri mi en sevdiğim şarkı? O andan beri...
Yağmur yağıyordu. Yağmur bizi ıslattıkça gülüyor, bir an olsun kaçmayı düşünmüyorduk. Şarkı arkada çalarken biz birbirimize yaklaşıyorduk. Ellerim omuzlarında, elleri belimde... Sokağın ortasındaydık ve dans ediyorduk. Etrafta kimsenin olup olmadığına bakmak için çevreye göz attım. Kimse, en önemlisi de teyzem yoktu. Başımı çevirdiğimde hayatımda gördüğüm en güzel kahve tonuyla karşılaştım. Baktıkça kayboluyordum ve bu kayboluştan hiç şikayetçi değildim. Saatlerce kalabilirdik böyle. Zaten en fazla ne olurdu ki? Ya üşütüp hasta olurduk ya da teyzeme yakalanırdık. Bir elimden tutup beni çevremde döndürdü üç kez. Sonra beni kendine çekti ve dansımıza devam ettik. Şarkının sonlarına yaklaşıyorduk ki adımı duydum, teyzemdi. Bize doğru koştu ve kolumdan tutup çekiyordu. Somer bir kolumdan, teyzem diğer kolumdan çekiştiriyorlardı. Teyzem kolumdan öyle bir çekti ki Somer bile tutamadı. Ben ise "Somer!" diye seslenebildim sadece...
"Kızım kalk! Ne teyzesi, ne Somer'i?"
Çok tanıdık bir sesti bu. Yavaşça gözlerimi açtım.
"Öldün sandım kızım. Hiçbir çağrıya kalkmadın. Şarkı açtım belki uyanırsın diye ama-"
"Nazende sevgilim... Rüya mıydı onlar?"
"Rüya ya da kabus ben bilemem. Somer, buraya gelen çocuk muydu?"
Başımı salladım.
"Bunun bilgisini de teyzene vermem gerekiyor."
"Bilgisini de derken? Evlatlık işini söylediniz mi?"
"Henüz değil."
"Efsun Hanım, lütfen bir süre söylemeyin. Lütfen..."
"Bunu teyzenin de bilmesi gerek. Gizlemem mümkün değil."
"Sonsuza kadar gizleyin demedim. Haftaya pazartesiye kadar söylemeseniz yeterli."
"Cuma günü seninle konuşmaya gelecekler."
Ne çabuk, sanki yangından mal kaçırıyorlar!
"Senin, onlara ısınmanı istiyorlarmış."
"Tamam, konuşalım bakalım. Ama lütfen dediğim güne kadar teyzeme bir şey söylemeyin."
"Peki, öyle olsun. Süren bitince her şeyi anlatacağım. Somer dahil!"
Kalkıp elimi yüzümü yıkadım. Ardından etüt yaptığımız odaya geçtim. Yaklaşık üç saat sonra yataklarımıza geçtik. Tabi ki uykum yoktu. Ne yapsam diye düşünürken uzun zamandır bir şeyler yazmadığımı fark ettim. Odadaki masaya geçip masa lambasını açtıktan sonra bir şeyler karalamaya başladım. Sabaha nazaran daha sakin ve dinçtim. Düzelecektik bir şekilde.
Ne zaman baba, mezara girince mi?
Bunu nereden duymuştuk? He, hatırladım. Burçak abla video izlerken duydum.
Neyse konuyu dağıtmayalım, motive oluyorum burada! Her şey yoluna girecek. Yanımda teyzem ve Somer varken elbet güzel olacaktı her şey. Güneş doğmadan neler doğar. Belki de vazgeçecekler. Belli mi olur?
"Tamay kapat artık ışığı, vampir misin sen? Sabah kalkmaz, gece yatmaz!" dedi odamda kalan kız.
"Pardon, kapatıyorum. Bir de, vampir ne? Yarasa deseydin bari!" dedim gülerek.
"Tamay!" dedi sarhoş ve kızgınca.
Kapattım ve pencereden aya "İyi geceler" dileğinde bulunduktan sonra rüyalara daldım...
Sabah olmuş ve yine rutinlerimi gerçekleştireceğim bir güne uyanmıştım. Formalarını giy, okula git; okuldan dön, ders çalış ve uyu... Sıkıcı bir rutindi. Tamam, bazen okul dönüşünde sinema odamızda film izliyorduk ama artık o bile memnun etmiyordu beni.
Annemlerin hikayesi varken başka filmler beni etkilemiyordu. Hikayeleri, serilik bir romandı. Çok satardı ama bana özeldi bu kitap. Yalnızca benim gözlerimle ve duygularımla muhatap oluyorlardı. Ne garip bir duygu; bir zamanlar yaşamış olup kızına hikayeni anlatmak için romanlık mektup yazan bir annenin mektubunu, yıllar sonra okuyor olmak...
Annemin hissettiklerini hissetmek, onları yaşıyorlarmış gibi hayal etmek... Çok, çok garip!
Onları okumadığım her gün çok özlüyorum.
Ama annenin mezarına gitmiyorsun Tamay!
Bu konuyu konuşmak için hazır hissetmiyorum...
Beklenen cuma
Cuma günü gelmişti. Beni evlatlık isteyen çift gelecekti. Okuldan geldikten sonra dolabı açtım ve giyecek bir şeyler aradım. Aslında onlar için hazırlık yapmayı hiç istemiyordum. Çünkü benim yerimde başka biri olsa kendini sevdirmemek için sıradan kıyafetler giyip saçma sapan davranışlarda bulunurdu. Ben bunların hiçbirini yapamıyordum. Teşekkür etmem gerekiyordu, saygısızlık değil!
Siyah kot ve zümrüt yeşili bir sweat giydim. Altın sarısı saçlarımı özenle taradıktan sonra örmeye çalıştım ama beceremedim. İki yandan balıksırtı örgü istiyordum. Tam o sırada Efsun Hanım, kapıyı tıklatıp içeri girdi. Ondan yardım istedim. Saçlarımı örerken sohbet etmeye başladık. Konu benim çocukluğumdu. Kendimi gelin olan kızlar gibi hissettim. Hani ailede öyle olur ya, giderken çocukluğundan bahsedilir. Yani duyduğum ve izlediğim kadarıyla öyle oluyormuş...
Tamamen hazır olduktan sonra onlar gelene kadar odamda kitap okuyordum. Yaklaşık yarım saat sonra yurtta hizmetli olan bir abla misafirlerin geldiğini, beni beklediklerini söyledi. Uzandığım yatağımdan kalkıp aynadaki görüntüme son kez baktım. Kapıdan dışarıya adım attım. Koridor bomboştu. Soğuktu ya da ben üşüyordum. Sanki gerçek ailem bulmuş gibi heyecanlıydım. Ellerim buz kesmişti. Mücadeleme adım adım yaklaşıyordum. Kapının önüne yaklaşınca durdum. Derin bir nefes alıp verdim. Kapıyı tıklatmamın ardından içeri girdim. Gözler bana çevrildi ve çift tarafından derin bir incelenmeye alındım. Beni süzme işlemleri bittikten sonra birbirlerine bakıp gülümsediler. Efsun Hanım'ın oturmamı işaret etmesiyle oturdum. Bu kez ben onları süzüyordum.
Hanımefendi kumral saçlara, mavi iri gözlere sahipti. İnce belli ve orta kiloluydu. Orta yaşlarda olduğunu beyazlamaya yüz tutmuş saçlarından ve yüzündeki çizgilerden anlayabiliyordum. Beyaz fırfırlı gömlek üstüne kahverengi şık bir ceket ve kahverengi, kendinden desenli kalem etek giymişti. Çok asil, oldukça da sevimliydi. Dizilerdeki oyunculara benziyordu.
Beyefendinin de beyazlamaya başlamış siyah saçları, mavi gözleri vardı. Tam bir işkolik şirket müdürü tipi vardı. Koyu lacivert ceketinin içine açık mavi bir gömlek giymişti. Altına yine lacivert olan keten bir pantolon giymişti. Dış görünüşü anlayışlı ve iyi yürekli olduğunu gösteriyordu.
İkisi de iyi insanlara benziyorlardı. Kim bilir benim için ne hayaller kurmuşlardı. Belki benim için oda bile hazırlatmışlardı. Eğer teyzem olmasaydı kabul edebilirdim bu isteklerini ama benim bir ailem var. Kaybetmekten korktuğum bir teyzem var. Mecburen reddedeceğim...
"Merhaba!" dedim yüzüme gülümseme yerleştirerek ve başımı öne eğdim. Onlara bakmaya devam edersem ya onlar bana bayılacak ya da ben onlara bağlanacağım.
Söze beyefendi girdi.
"Merhaba kızım! Ben Süreyya Karabulut. Tanıştığıma memnun oldum." dedi gülümseyerek ve elini uzattı.
Hanımefendi de elini uzatarak "Benim adım Gönül. Memnun oldum tatlım!" dedi.
Ona da karşılık verdim. Biz tanışma faslını bitirince sözü Efsun Hanım devraldı.
"Bugünlük sadece tanışma ve kaynaşma süreci gerçekleşecek. Eğer bu süreç sağlıklı ilerler de birbirinizi benimserseniz Tamay'ın teyzesini çağırıp gerekli belgeleri doldurmasını isteyeceğiz. O da kabul ederse aile olabilirsiniz. Ben şimdi çıkıp size kahve getireyim. Siz sohbetinize devam edin."
Efsun Hanım'ın odadan çıkmasıyla bu tatlı çift bana döndüler. Klasik soru yağmuruna tuttular beni.
"Okul nasıl? Burayı seviyor musun? Efsun Hanım'la aran nasıl? Nelerden hoşlanırsın?" vs...
Konu sonunda teyzeme gelmişti.
"Efsun Hanım'ın dediğine göre teyzen okuduğu için seni yanına alamıyormuş fakat hafta sonları onunla kalıyormuşsun." dedi Gönül Hanım.
"Evet, henüz mesleğini gerçekleştirmiyor. Yüksek lisans yapıyor. Okulu bittiğinde çalışmaya başlayacak." dedim oturuşumu dikleştirerek.
"Teyzenle aran iyi galiba. Onu seviyorsun." dedi Süreyya Bey.
"Neredeyse bir ay oluyor tanışalı. Birbirimizi iyi tanımıyoruz ama onu ok seviyorum. İyi anlaşıyoruz. Birbirimize bu kadar kolay uyum sağlamamız da kan bağından galiba. Onu geç buldum ama erken kaybetmeye niyetim yok. Daha çok beraber geçireceğimiz günler var teyzemle."
"Son söylediklerin bizeydi herhalde." dedi çekinerek Süreyya Bey.
"Bakın, size içim ısınmadı değil! Bundaki en büyük faktör dostumun tedavi masraflarını karşılamanız. Bunun için size minnettarım ama ben teyzemi bırakamam. Benim tek ailem o. Ben sizinle yeni bir hayata başlayamam. Kararım kesin, buralara kadar zahmet vermeyin. Tanıştığıma memnun oldum. İyi günler!" dedim ve dışarı çıktım.
Koşar adımlarla lavaboya gittim. Soğuk suyu yüzüme çarptım.
"Yaptım, yaptım! Hem teşekkür ettim hem de onları istemediğimi söyledim. Vazgeçmişlerdir bence! Onları istemeyen birinin peşinde niye koşsunlar ki? Yok yok, bitti bu iş!"
Koridordan sesler geliyordu. Lavabonun kapısından kafamı çıkarıp onları gözetlemeye koyuldum. Ardımda bıraktığım çift ve Efsun Hanım, yurdun çıkışına doğru yürüyorlardı. Bir şeyler konuşuyorlardı ama ses yankılandığı için anlayamıyordum. Onlar binadan ayrılınca odama gidip kitabıma kaldığım yerden devam ettim. Akşam yedide teyzem geldi. Birkaç eşyamı alıp yanına gittim ve evimize gitmek üzere yola çıktık. Yol boyunca hafta değerlendirmesi yaptık. Sınavlarına az kaldığını, yoğun olduğunu söyledi. Yarın ve pazar günü Burçak ablanın evinde kalacakmışız.
Neden Burçak ablanın evinde kalıyoruz ki?
Bilmiyordum. Şu an sormayı da düşünmüyordum. Düşündüğüm tek şey mektubu ve atlıkarıncamı yanıma almam gerektiğiydi.
Düşündüğün iki şeyden biri Somer!
Evet, öyle. Ne ara hayatıma bu kadar girdi? Aklımdan kalbime, kalbimden aklıma bir köprü kurdu ve sürekli o köprünün üzerinden yolculuk yapıyor. Ne ara inşa etti bu köprüyü? Ben nasıl görmedim bu süreci ve dur demedim? Kör oldum resmen, her şeye kör...
Eve vardık ve biraz dinlenip çay içtik. Sonrasında teyzem derslerine geri döndü. Ben ise günün vermiş olduğu yorgunluk hissi ile kendimi yatağa bıraktım...
Uyandığımda teyzem odamdaydı. Yatağımın yanına sandalye çekmiş beni izliyordu.
"Günaydın." dedim güler yüzle.
"Günaydın." diye karşılık verdi.
Yerimden doğrulup elini tuttum. Şu anki duygularını anlayamıyordum. Mesela neden beni izliyordu? Kaç saattir beni izliyordu?
Neden ona sormuyorsun?
Haklı, sormalıyım.
"Teyze, iyi misin?"
Başını, aklını karıştıran şeyleri atmak istercesine sağa sola salladı. Onu kendime çektim, sarıldık ve konuşmaya başladık.
"Ne zamandır buradasın?"
"Yarım saattir."
"Niye uyandırmadın beni?"
"Çok güzel uyuyorsun kuzum."
"Peki ne geldi aklına? Dalmıştın."
"Hiç... Hiçbir şey. Hadi, geç kalacağız!" dedi ve hızlıca kalktı.
Koşar adım çıktı odadan. Bir şeyler vardı teyzemde ama ne?
Ben de kalkıp odamı topladım. Kıyafet değiştirmemin ardından mutfağa gittim. Bir şeyler atıştırıp Burçak ablaya gitmek için yola çıktık. Vardığımızda Burçak abla bizi karşıladı. Bugün de çok güzeldi. Kalın dalgalara sahip olan saçlarını düzleştirmişti. İspanyol paça kot pantolon, kolları bileklere doğru bollaşan siyah bir bluz giymişti. Bu hazırlığa bir de sıcak gülümsemesi eklenince insanın büyülenmemesi elde değildi.
İçeri girdik ve sarıldık. Küçük valizlerimizi girişe bırakıp salona geçtik. Teyzemle yan yana oturdular.
"Ne zaman geleceklermiş?" dedi teyzem.
"Bu akşam."
Neyden bahsediyorlardı acaba?
"Burçak abla, neden böyle hazırlandın?" dedim merakıma yenik düşüp.
"İstenmeye gidiyorum canım."
Anlamamıştım.
"Burçak'ı isteyecekler kuzum." dedi açıklama şeklinde teyzem.
Hemen yanlarına oturdum.
"Ayy, çok mutlu oldum! Hayırlı olsun abla." dedim heyecanla.
"Kabul etmeyeceğim ki!" dedi omuz silkerek.
Yine anlamamıştım. Teyzem yine söze girdi.
"Burçak istemiyor. Yalancıktan isteme, diyebiliriz."
"İyi de neden?"
"Çünkü ben, onu tanımıyorum. Ben tanışıp sevdiğim biriyle evlenmek istiyorum. Neden tanışma hikayemiz romantik filmlere konu olmasın?"
"Belki seversin?"
"Küçük bir ihtimal. Zaten böyle gideceğim. Uçakla gidip dönerim. Çok fazla durmam. Akşam isteme olur. Sabah biraz annemlerle vakit geçirip öğlene dönerim."
"Kızım, biraz hazırlık yap. Böyle de çıkılmaz!"
"Aman, ne hazırlanacağım? Mahalledekilerden biri işte."
"Aa, daha önceden de seni seviyordu o zaman?"
"Yok ya, ne sevmesi? Nefret ediyordu. Biz mahallede maç yapardık. Sürekli karşı takımlarda olurduk. Her maçta sakatlıyordum onu. Bir keresinde topu nasıl attıysam yüzüne isabet etmiş ve gözlükleri kırılmıştı. Biraz daha aşağı kaysaymış gözlük camı, kör olabilirmiş. Akşam eve gelip beni aileme şikayet etmişlerdi. Abim hemen beni savunmuştu. 'Gözlüklerini çıkarıp oynasaydı ya da ağlayacaksa oynamasaydı.' diye."
Hepimiz gülmeye başladık. Teyzemin "En büyük aşklar nefretle başlar." demesiyle Burçak abla, kollarını birbirine bağlayıp küsmüş gibi yaparken biz gülmeye devam ettik. Teyzem, Burçak ablayı havaalanına götürmek için aşağı indi. Biz, Burçak abla ile vedalaştıktan sonra evde tek kalmıştım. Hemen atlıkarıncamı çıkarıp salondaki komodinin üzerine koydum. Koltuğa oturup müziğini açtım atlıkarıncamın. Gökyüzünü izlemeye koyuldum. Ne kadar sonsuz ve huzur doluydu. Aynı deniz gibi...
Denizle gökyüzü birbirine aşıktı. Gökyüzü maviliğini denize yansıtınca bir manzara oluşuyordu. Gökyüzü ile birbirlerinde kayboluyorlardı. Birbirine kavuşamayan ama kavuşamadıkça büyüyen aşkı simgeleyen iki güzel unsur...
Ben denizle gökyüzünü düşünürken o sırada kapı çaldı. Burçak ablanın bir şey unutup döndüğünü düşünerek kapıyı açtım. Gelen Burçak abla değildi. Orta yaşlarda bir adam, bana baktı ve gülümsedi.
"Buyurun?"
"Buyuralım tabi. Burada oturan bir bayan vardı, ona bakmıştım ama sen de olur yani!" dedi ve sırıttı.
"Anlamadım?" dedim yüzünü izlerken.
"Evde biri var mı?"
Niyetinin farklı olduğunu sezip kapıyı kapatmaya çalıştım. Elini kapıya yaslayıp ittirdi.
"Ne istiyorsunuz?" diye bağırdığım anda eve girdi.
"Seni!" dedi ve bir adım attı bana doğru.
Hemen salona koştum. Bağırmaya başladım.
"Kimse yok mu? Yardım edin!" dedim sesimin son volümü ile.
Elime ne geçtiyse fırlattım. Bir yandan da evin içinde kaçacak yer arıyordum. Bir köşeye sıkıştırdı beni.
"Lütfen bırak beni!" diye yalvarmaya başladım.
"Merak etme güzelim. Bir şey yok." dedi ve saçlarımı okşayıp koklamaya başladı.
Kollarının arasında aldı beni ve pis dudaklarını yanaklarıma değdirmeye başladı. Tüm gücümle tekmeliyordum onu ama hiçbir işe yaramıyordu. Öğrendiğim tekniklerin hiçbiri işlemiyordu. Çırpınmaktan gücüm kalmamıştı. Artık kendimi bıraktım. Dudaklarının değdiği yer buz kesiyordu sanki. Ellerini hissediyordum bedenimde. O dokundukça kanım donuyordu.
"Lan, bırak onu!" diye bir bağırma sesi geldi kulağıma. O pisliği çekip aldı üzerimden. Etraf bulanıktı artık. Göremiyordum. Yalnızca sesleri duyuyordum. Anladığım kadarıyla birileri, beni kurtarmaya gelmişti. Yerde uzanıyordum, gözlerim dolu doluydu. Gözyaşlarım intihara karar verdiler ve atladılar. Yere düştüklerinde oluşan sesi duymaya başladım. Titriyordum, çok üşüyordum. Görüntü netleşmeye başlamıştı. Bana saldıran pislik yerde, Somer'in tekmelerine maruz kalıyordu. Somer'in... Somer?
"Pis herif! Ona nasıl dokunursun?" dedi ve birkaç küfür saydı.
"Abi özür dilerim! Valla bir daha buranın yakınından geçmeyeceğim." derken ağzındaki kanlar etrafa saçılıyor ve dudağı patladığı için dedikleri tam olarak anlaşılmıyordu.
Kapıdan polisler girdi ve yerdeki sapığı kelepçelediler. Somer'e bir şeyler söylediler. Ardından Somer yanıma koştu.
"Tamay duyuyor musun? Tamay, buradayım ben. Yanındayım." dedi tekrar tekrar.
Bir süre sonra görüntü ve sesler yok oldu...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |