
Karakoldaydık. Zar zor kendime gelmiştim. Başımı Somer'in omzuna yaslamıştım ve sorgu odasına çağrılmayı bekliyordum. İçeride ne anlatacaktım, onu da bilmiyordum. Ne yaşamıştım ben? Neyin içerisindeydim? Konuşmayı bırak, düşünmek istemiyordum. Şu an mutlu olmam gereken bir konumdaydım. Başım Somer'in omzunda, elim elindeydi. Bu şekilde gün batımı izleyebilirdik ya da bir park bankına oturup geleceğimizi düşünerek hayal kurabilirdik. Şimdi ise karakol koridorundaki sandalyelerde oturmuş sorgulanmayı bekliyorduk.
"Tamay," dedi Somer. "İyi misin? Biraz daha kendinde misin?" diye devam etti.
Yalnızca başımı salladım. Konuşabilecek gibi değildim. Boğazımda bir yumru oluşmuştu.
"Tamay Köksal!" dedi sorgu odasından çıkan polis ve eliyle içeriyi işaret etti.
Somer kolumdan tuttu, bana destek oldu ve içeri girdik. Orta yaşlarda, kahverengi ceketli bir adam karşımdaki sandalyeye oturdu. Ellerini masanın önünde birleştirdi. Derin bir nefes aldı ve bana baktı. Gözleri dolu doluydu. Boğazını temizleyerek söze girdi.
"Kaç yıldır başkomiserim fakat bu olaylar çok derinden yaralıyor beni. Üstelik sen kızıma çok benziyorsun..." dedi, ardından renkli gözlerinden bir damla yaş süzüldü. Elinin tersiyle yaşı silip burnunu çekerek devam etti.
"Biliyorum, konuşmak istemiyorsun ama o pisliği tıkabilmek için olayla ilgili sorular sormam lazım. O ev kimindi mesela?"
Konuşmak için kendimi zorlamalıydım ve öyle de yaptım.
"Teyzemin arkadaşının evi."
"Peki orada ne yapıyordun?"
"Ben yurtta kalıyorum ama hafta sonları teyzemin yanında kalmama izin veriliyor. Bugün de Burçak ablanın evinde kalacaktık teyzemle.
"Onlar neredeydi? Evde neden tektin?"
"Teyzem, Burçak ablayı havaalanına bırakacaktı. Ben de evde kaldım."
Neden evde kalmıştım ki? Neden ben de onlarla gitmedim?
"Anladım. O nasıl girdi eve?"
Duruşumu dikleştirmeye çalıştım. Çenem kasıldı. Sakin olmaya çalışarak başladım anlatmaya.
"Kapı çaldı. Burçak abla gelmiştir diye açtım. Karşımda onu gördüm. 'Buyrun?' dedim. 'Burada bir bayan vardı ona baktım ama... Ama sen de olur' dedi bana. 'Ne istemiştiniz?' diye sordum. Eve girdi ve ben de... İçeri koştum hemen. Arkamdan geldi. Bu kovalama biraz sürdü ama..." dedim ve iç çektim. Gözyaşlarım düşmeye başladı.
"Sakinleşince anlat, ben beklerim seni."
Somer elimi daha sıkı tuttu. Bir eliyle de saçımı okşuyordu. Eğildi ve "Ben yanındayım." diye fısıldadı.
Kendimi biraz toparlayıp kaldığım yerden devam ettim.
"B-beni bir köşeye sıkıştırdı. Önce saçlarıma dokundu. Beni bırakması için yalvardım."
Somer elini bacağına koyup yumruğunu sıktı.
"Sonra 'Bir şey olmayacak.' dedi ve öpmeye başladı."
Dayanamayıp kendimi bıraktım, artık titreyerek ağlıyordum. Somer sarıldı sıkıca. Ona sarılmaya gücüm yoktu, vücudum ağırlaşmıştı.
Başkomiser ayağa kalktı ve hızlı adımlarla dışarı çıktı.
ben kendimi durduramıyordum. Ağlamalarım hıçkırıklara dönüşmüştü. O pisliği öldürmek istiyordum. Şimdi anlıyordum birçok şeye maruz kalıp kendini korumak için kendisine saldıran caniyi öldürmelerini...
İnsan ne kadar "Anlıyorum, hissediyorum." dese de başına gelmeden anlamıyormuş, bunu fark ettim. Asıl şimdi avukat olmaya karar verdim. O; kimsesiz, şiddet gören ve zorbalığa uğramış kadınları savunup onları korumak için elimden geleni yapacağım...
Başkomiser, elinde iki şişe su ile geri geldi. Somer kollarını gevşetip elleriyle yüzümü sildi. Şişeyi açarak bana verdi.
"Tamay, senin anlatacakların bitti sanırım. Evet, çok zor ve canice yaşadıkların. Ama sen buna rağmen güçlü kalabildin. Burada, bu tür olayları yaşayan insanlarla iç içeyim ve çoğu, onlara tekrar musallat olmamasından korktukları için yaşadıkları olayları anlatmaktan çekinip o pisliklerin serbest kalmalarına zemin hazırlıyorlar. Sen çok cesurdun ve merak etme, elimden gelenin fazlasını yapacağım. Sana gelince delikanlı, senin orada ne işin vardı?"
"Ben Tamay'ı görmek için gidecektim. Tamay'ın çığlıklarını duyunca koşarak içeri girdim ve... O iğrenç varlık, aslında daha ağır sözler hak ediyor ama hem sizin karşınızda hem de Tamay'ın yanında yakışık almaz; Tamay'ı kucağına almış, pis ağzını ona değdiriyordu. Onu öyle görünce kan beynime sıçradı ve ben de gerekeni yaptım."
"Anladım. Sorgumuz bitmiştir. Geri kalanı bende. Siz merak etmeyin, en ağır cezayı alması için elimizden geleni yapacağız. Fakat bir şey daha var. Tamay, yurtta kaldığın ve oraya bağlı olduğun için bu olayı müdürüne iletmemiz gerekir."
"Hayır, lütfen yapmayın!"
"Yapmak zorundayım kızım. Sadece sana da haber vermek istedim."
"Bu olamaz. Somer yapmasınlar, beni evlatlık verirler. Teyzemden ayırırlar beni!" dedim bağırarak. Somer, beni odadan dışarı çıkardı.
"Tamay sakin ol! Olmayacak öyle bir şey. Bana güven."
"Nasıl olmayacak? Teyzemin, beni koruyamadığını düşünüp beni onlara verecekler." diye bağırırken teyzem koşarak bana geliyordu ve "Tamay!" diye seslendi. Ben de ona doğru koştum. Birbirimize sarıldık ve ağlamaya başladık.
"Tamay, iyi misin? Neden buradasın?"
"Sen nereden öğrendin?"
"Komşular eve polis geldiğini söyleyince buraya geldim."
Biz birbirimize sorular sorarken "Vallahi benim suçum yok, bırakın beni!" diye bir ses duyduk. Ses bize doğru yaklaşıyordu. Sesin sahibi, bana saldıran pislikti. Koşarak ona vurmaya çalıştım. Somer beni tutmasaydı başarılı da oluyordum.
"Tamay, sakin olmaya çalış. Bırak pisliğinde boğulsun!"
Teyzem neler olduğunu öğrenmek istediğini söyledi ama artık anlatmaya da, anlattıkça o olayları tekrar yaşamaya da mecalim yoktu.
Somer, "Hazan Hanım, Tamay çok yorgun. Eve götürelim, ben size olanları anlatayım." dedi.
"Senin ne işin vardı yeğenimin yanında? Ayrıca hayırdır? Bir nazikleşmişsin, otoparkta böyle değildin!"
"Teyze, eve gidelim. Lütfen..."
Gerçekten ayakta duracak halim yoktu. Arabaya bindik. Somer ve ben arkaya oturmuştuk. Bir süre sonra ben baygınlık geçirmeye başlamıştım. Somer hemen camı açarak nefes almamı sağladı. Teyzem yolunu değiştirip en yakın hastaneye götürdü beni. Doktor, tansiyonumun düştüğünü ve kendimi çok yorduğumu söyledi. Hastaneden çıkıp eve geldik. Eve varınca Somer, beni kucağına alıp kapıya kadar taşıdı. Teyzemin kapıyı açmasıyla içeri girdik. İçeri girdiğim anda başım dönmeye başladı, dengemi kaybettim. Somer koluma girdi, bana destek oldu. Her adımımda çığlıklarımı duyuyordum. O iğrenç şeyi yaşıyordum tekrar tekrar. Gözlerimdeki yaşlara engel olamadım. Hıçkırarak ağlıyordum artık. Somer sarılarak beni odaya götürdü. Yatağa yatırdı beni ve "Geçecek güzelim. Geçecek... Ben buradayım, yanındayım!" dedi saçlarımı okşarken. Sessizce ağlamaya devam ettim. Hıçkırıklarımın arasından "Atlı... Atlıkarıncam içeride." diyebildim.
"Hemen getiriyorum."
Yanıma gelip atlıkarıncayı yatağıma koydu.
"Açar mısın?"
Başını salladı ve açıp komodinin üzerine koydu. Yatağın ucuna oturup saçlarımı okşamaya devam etti. Hem atlıkarınca müziğinin verdiği rahatlıkla hem de onun, yanımda olmasının verdiği güvenle gözyaşlarımın ıslattığı yastığa sarılıp uyuyakaldım.
2 Saat Sonra
Başım çok ağrıyordu. Zorla gözümü açtım. Yavaşça yataktan kalktım. Aynanın karşısına geçtim, bileğimdeki tokayla saçlarımı atkuyruğu topladım. Kapıyı açıp içeri gittiğimde Somer ve teyzem kahve içiyorlardı. Beni görünce ayaklandılar.
"Kuzum iyi misin?"
"Biraz başım ağrıyor ama daha iyiyim."
Teyzemin yanına, Somer'in karşısına oturdum. Somer direkt gözlerime bakıyordu. İnanılmaz bir andı. Teyzem, ben ve Somer beraber oturuyorduk. Teyzemin çoktan onu kovması gerekiyordu.
"Tamay, sana bir şey söylemem gerekiyor." dedi teyzem.
"Evet?"
Derin bir nefes aldı ve tuttu. Yavaş yavaş nefesini verirken gözlerini kapattı.
"Beni yurttan aradılar. Yarın seni yurda götürmem gerekiyormuş ve..." diyip sustu.
"Ve?"
Somer ile teyzem birbirlerine baktılar ve teyzem başını yere eğdi. Teyzem birkaç dakika sonra bana dönerek "Ve seni bir daha bende kalman için vermeyecekler."
"Ne?"
Ağzımdan sadece bu iki harf döküldü. Şaşkınlık ve sinir esir aldı vücudumu. Bu kadarını beklemiyordum. Bunu yapamazlardı. Ben, teyzemden ayrılmamak için çırpınırken yine önüme büyük bir engel koyulmuştu.
"Yapamazlar!"
Ayağa kalktım.
"Olmaz, ayrılamayız!" dedim teyzeme bakarak.
"Sakin ol, bizi kimse ayıramaz ama önce sakin ol. Tekrar bayılacaksın, otur şuraya!" dedi teyzem ve ellerimden tuttu.
"Teyze, benim hava almam lazım. Duvarlar üzerime geliyor." dedim yakamı tutarak çekiştirirken.
"İzniniz olursa, ben dışarı çıkartayım?" dedi Somer.
"Olmaz! Onu bu halde gönderemem."
"Yalnız değil. Ben varım. Kısa süre içinde getiririm."
Teyzeme dönüp "Lütfen." der gibi baktım.
"Peki ama on buçukta burada olacaksın. Anlaşıldı mı? Ve Somer, ona dikkat et." dedi bir anne edasıyla.
Başımı sallayıp odama gittim hazırlanmak için. Siyah kot pantolon, gri ve beyaz çizgili bir badi giydim. Saçlarımı açık bırakıp hazırlanmamı tamamladım. Somer ile birlikte arabaya bindik.
"Nereye gidelim?"
"Her şeyden uzak bir yere."
"Peki..." dedi ve arabayı çalıştırdı.
Hızlı kullanıyordu ama şu an pek de korkmuyordum. Hatta kendimi çok iyi hissediyordum.
"Yavaşlayabilirim istersen."
"Hayır. Daha çok hız!"
Radyodan bir şarkı açtı. Şarkıyı dinledikçe ağlama isteği ile taşıyordum. Hafif bir çığlık attım. Şarkıyla daha da depreşiyordu içimdeki duygular.
"Son birkaç ay zor geçti.
Sevgim değil, sabrım tükendi..."
Denize yaklaştıkça martı sesleri geliyordu. Elimi yana açıp rüzgara bıraktım ve martıları kucakladığımı hissettim. İçimdeki yangın bir nebze olsun sönmüştü. Kendimi şarkıya ve rüzgara bıraktım.
"Gitsem buralardan, arkama bile bakmadan.
Senden tek isteğim anılarımızı saklaman..."
Şarkının bitiminde kendime geldim. Somer arabayı durdurunca gözlerimi açtım. Bir uçuruma gelmiştik. Arabadan inip önüne doğru ilerledik. Yüzümüzü deniz manzarasına döndük. Akşam güneşi denize vuruyordu. Çok güzel bir manzaraydı. Bu güzel manzarayı Somer'le izlemek ayrı güzeldi. Tam o anda bana baktı.
"Şimdi iyi misin?"
"Sayende evet."
Ona sarılırken buldum kendimi. Sonra aniden geri çekildim ve denize doğru döndüm. O da, beni utandırmamak için önüne döndü. Arabadan çalan fon müziği ile biraz daha sustuk. Güneş batımını izledik birlikte.
"Artık dönelim mi?"
"Dönelim."
"Seni son bir yere götürüp teyzene teslim edeceğim. Hadi atla!" dedi, gülümsedi ve göz kırptı.
"Nereden?" diye sordum uçuruma bakarak.
Kahkaha attı. Anlamayarak ona baktım. Gülerek "Arabaya." dedi.
Trip atarak arabaya bindim. Ardımdan o da bindi. Hâlâ gülüyordu. Kollarımı göğsümde birleştirdim, kaşlarımı çatarak "Ne gülüyorsun? Komik mi?" dedim.
Beni taklit ederek "Komik!" dedi ve gülerek arabayı çalıştırdı.
Ne vardı bu kadar gülünecek? Uçuruun yanında duruyorduk. Atla deyince de... Arabaya atlanır mı hiç? Binilir!
Yol boyunca verdiğim cevapla dalga geçti.
"Of, indir beni!" dedim ona bakarak.
"Geldik bile!"
"Eğer gülmeye devam edersen arabadan inmem!" dedim tavrımı sürdürerek ve saçımı savurdum.
Arabayı durdurdu. Bir eliyle çenemden tutup beni kendine çevirdi. Uzun uzun baktı gözlerime.
"Peki dildarım!" dedi ve arabadan indi.
Dildar ne demekti acaba? Bilmediğimi belli etmemeliydim ve eve gidince teyzeme soracaktım. Kapımı açtı, elini uzattı destek almam için. Elimi avucuna indirdim. Arabadan indim. Tam yürüyecekken beni kendine çekip kulağıma "Merak etme, ne demek istediğimi anlayacaksın." diye fısıldadı.
Ona baktım ve yürümeye başladım. Bir caddeydi burası. Biraz daha yürüdükten sonra bulunduğumuz yerin Galip Dede Caddesi olduğunu öğrendim. Sanırım buradan yürüyerek Galata Kulesi'ne gidecektik. Artık hava karanlıktı ama ışıklardan dolayı her yer ışıl ışıldı. Bir sürü tezgâh, tezgâhlarda rengarenk eşya ve yiyecekler vardı. Somer bir anda elimi tuttu sımsıkı ve hiç bırakmayacakmış gibi. Öylece yürümeye devam ettik. Rengarenk yapay çiçekler yapılmış taçların bulunduğu bir tezgâha geldik.
"Hadi seç!"
Ona baktım, gülümsüyordu. Taçların hepsine göz gezdirdim. Sonra tekrar Somer'e baktım. Kararsızlığımı anlamış gibi bendeki bakışlarını tezgâha çevirdi. Sanki taçları teker teker deniyordu kafamda. İkimiz de elimizi beyaz taca uzattık. Birbirimize bakarak gülümsedik. Tacı alıp başıma taktı.
"Çok güzel oldun, çok yakıştı."
Tacın parasını ödedikten sonra el ele dolaşmaya devam ettik. Büyük bir kalabalık vardı önümüzde ve gitar sesi duyuyorduk. O tarafa doğru yaklaştık.
"Bir yıldız gökte kayıp giderken,
Islak bir yolda yalnız yürürken,
Bambaşka bir şeyi düşünürken aklımdasın..."
Somer, beni çekiştirdi, gitarcının önündeydik. Ellerimi omzuna, ellerini belime yerleştirdi. Dans etmeye başladık.
"Ne yapıyorsun?"
Utanıyordum bu kadar insanın gözünün önünde dans ettiğim için.
"Kendini bana bırak ve gülümse!"
Dediğini yapıp kendimi ona bıraktım. Çok iyi bir ritim yakalamıştık. Şarkı ile tek vücut olmuştuk adeta.
"Geçmiş değil bugün gibi,
Yaşıyorum hâlâ seni,
Sen hep benim yanımdasın..."
Artık bedenimin kontrolü Somer'e aitti. Hiç dans etmeyi bilmeyen ben, dans yarışmasına katılsam birinci olacakmışım gibi hissediyordum. Beni etrafımda döndürüp kendine çekti.
"Gündüzümde gecemdesin,
Çalınmasın, söylenmesin.
Sen benim şarkılarımsın..."
Şarkının bitmesiyle birbirimizden ayrıldık. Kapattığım gözlerimi açtığım anda onunkilerle karşılaştım. Bir süre bakıştık. Alkış sesleri irkilmemize yol açtı ve etrafımıza bakındık. Bedenlerimizin oluşturduğu melodiye kapılıp diğer insanları unutmuştuk. Küçük bir selamın ardından tekrar yürümeye başladık. Yol boyunca yaşadığımız o güzel ana gülümsüyorduk.
"Biraz koşmaya ne dersin?"
Gülümsedim ve başımı salladım.
"Üç dediğimde. Bir... üç!" dedi ve koşmaya başladı.
"Ya, bu haksızlık!" diye bağırarak peşinden koşmaya başladım.
İnsanlara çarpmamak için büyük bir savaş veriyordum. İstanbul'un ne kadar kalabalık olduğunu bir kere daha görmüştüm. Ona yetişebilmek için daha hızlı koşmaya başladım. Yakaladığımda ikimiz de nefes nefese kalmıştık. Somer dizlerini tutup eğilmişti, ben de ayakta soluklanıyordum.
"Çok iyi geldi." dedim.
Hem nefes almaya çalışıyor hem de kesik kahkahalarla gülüyorduk. Yavaş yavaş adım atmaya başladık. Biraz daha yürüdükten sonra Galata Kulesi görüş açımıza girdi.
Galata Kulesi'ne bir kere Bartu'yla gelmiştik. Dondurmalarımız elimizde, Galata Kulesi'nin en üst katına çıkmıştık. Hatta "Kim önce çıkacak?" yarışı yaparken ben dondurmamı düşürmüştüm de Bartu ile aynı dondurmadan yemiştik. Efsun Hanım kuleyi gezerken biz, bir pencereden Kız Kulesi'ne bakıyorduk. Bartu bana, Kız Kulesi ile Galata Kulesi'nin efsanesini anlattı.
"Kız Kulesi yapılmış ilk önce. Bütün aşık çiftler Kız Kulesi'ne hayranken o, aşık çiftleri görerek yalnızlaşmış. Bir gün karşısına Galata Kulesi'ni yapmışlar tüm büyüleyiciliğiyle. Bu iki muhteşem kule birbirlerine aşık olmuşlar fakat İstanbul Boğazı aşklarını imkansız kılmış. İmkansızlık içinde eriyip giden Kız Kulesi'ni gören Galata Kulesi, ona aşkını duyurabilmek içinmektuplar yazmaya başlamış. Günlerden bir gün Ahmet Çelebi, Galata Kulesi'nden Üsküdar'a uçmak için kulenin tepesine çıkmış. Bunu fırsat bilen Galata Kulesi, aşkını Hezarfen Çelebi'ye anlatıp mektubu Kız Kulesi'ne ulaştırması için ona vermiş. Çelebi, mektupları yanına almış fakat rüzgâr o kadar şiddetliymiş ki mektupları İstanbul Boğazı'nın dört bir yanına dağıtmış. Kız Kulesi yine de anlamış Galata Kulesi'nin aşkını ve martılarla beraber şarkı söylemeye başlamış. İmkansız olan aşk artık karşılıklıymış. Bu mutluluk ve aşkla iki kule de İstanbul'da parlamaya başlamış."
Bu hikayeyi dinlediğim günden beri iki kuleye de ayrı bir hayranlığım var. Şimdi de bu güzel kulenin önünde Somer ile duruyorduk. Bu mükemmel esere bakarken bir ürperti geldi, hava soğumaya başlamıştı. Kollarımı sıvazladım.
"Üşüdün mü?"
"Koşup birden durunca..."
Sırtından ceketini çıkarıp bana giydirdi.
"Sen?"
"Bana bir şey olmaz!"
Bir kestane tezgâhına götürdü beni. Tezgâhın başında elli altmış yaşlarında bir amca duruyordu. Hafif kiloluydu, üzerimde siyah bir kaban vardı. Beyazlaşmış saçlarının büyük bir kısmını siyah şapkasıyla örtmüştü.
Somer iki küçük toba kestane istedi. Amca hızlıca siparişimizi hazırladı ve bize verdi. Sımsıcaktı ve çok güzel kokuyordu.
"Amca, fazladan battaniye ya da örtü gibi bir şey var mı yanında?"
"Var kızım." dedi ve tezgâhın altından siyah, çok ince olmayan bir örtü çıkardı.
Örtüyü iki kat olacak şekilde açtım ve Somer'in sırtına giydirdim. Somer, beni kendine yaklaştırdı. Örtüyü benim de sırtımı örtecek şekilde bana uzattı. Birbirimize bakıp tebessüm ettik.
"Ah çocuklar, ne tatlısınız!" dedi amca ve devam etti. "Bir zamanlar biz de böyleydik."
"Biz?"
"Eşim ve ben."
Gözleri doldu. Belli ki eşine bir şey olmuştu.
"Biz de gençken buraya, Galata Kulesi'ni görmeye gelirdik. Burada benim gibi bir amca vardı kestane satan. Her gelişimizde kestane alırdık. Artık rutinimiz haline gelmişti. Amca ile aile olmuştuk. Bir zaman sonra amcayı ziyaret için gelmeye başladık. Ona uğrar, kestane yiyip çay içerdik. Kestane satışlarına yardım ederdik."
"Eşinize ne oldu peki?"
"Yani siz buradasınız. Ya o?" diyerek tekrar soru yönelttim.
"İki yıl önce vefat etti." dedi başını yukarı kaldırarak.
"Ne zaman sizin gibi tatlı çiftler görsem aklıma o gelir ve gökyüzüne bakarım."
Ortam hüzün dolmuşken birden atıldım.
"Yanlış anladınız! Biz çift değiliz." dedim koca bir yanlışı düzeltmek ister gibi.
"Evet. Çift değil, teksiniz. Kalpleriniz tek olarak atmazsa gerçek sevgi olmaz." dedi ve kıkırdadı.
Somer'in de yüzündeki gülümseme genişledi. Amcaya veda edip kuleye doğru yürümeye başladık.
"Saat kaç?" diye sordum korkuyla.
"Dokuz." dedi büyük bir rahatlıkla.
Yarım saate evde olmazsam teyzem, Somer'le hiçbir yere göndermezdi.
"Sakin ol, yetişeceğiz." dedi ve arabaya doğru yürümeye başladık.
Arabaya bindik. Bir süre yol gittikten sonra eve geldik.
"Bu güzel gün için ve beni yalnız bırakmadığın için teşekkür ederim."
Gözlerine baktım. Çok derin bakıyordu yine. Ona sarıldım ve arabadan indim. "İyi geceler." diyerek eve girdim.
Merdivenleri çıkıp içeri girene kadar araba sesi gelmedi. İçeriye girip kapıyı kapattıktan sonra teyzem mutfakta işleri olduğunu, bitirip geleceğini söyledi. Salona gidip pencereden baktım. Hâlâ buradaydı. Arabadan inmiş pencereye bakıyordu. Göz göze geldik. Gülümsedi ve soğuk havaya sıcak nefesini bıraktı. Yaslandığı yerden yavaşça doğrulup arabasını sürmeye şoför tarafına yürüdü. Kapıyı açıp bindi ve bir süre sonra gözden kayboldu. Görüş açımdan çıkana kadar izledim onu. Ah Somer...
Ah kahvelerine hayran olduğum, nasıl bu kadar büyüleyici olabiliyorsun? Perdeyi çekip yüzümü ve bedenimi odaya döndürdüm. Ve... Büyü bozulmuş, o pis anlar tekrar gözümün önüne gelmişti.
"Hayır kızım, hayır! Somer kurtardı seni, geçti gitti." dedim fısıldayarak kendime.
Yanımdaki koltuğa oturdum. Ellerimi saçlarımın içinden geçirip saçlarımı arkaya attım. Perdeyi kapatmak iyi bir fikir değildi. Ayağa kalkıp tekrar açtım. Sarı sokak lambası vuruyordu odaya. Koltuğa oturup bu loş ortamın tadını çıkarmaya başladım. Yanımdaki küçük masada duran atlıkarıncamı elime aldım. Altında bir not vardı.
"Geçti... Ben hep seninleyim. O iğrenç olayı hatırlayacak olursan gökyüzüne bak ve ay ışığını gör. Ben de seni oradan izleyeceğim. Ve... Aya baktığında gülümse. Gülümse çünkü senin gülüşün benim aydınlığım... Gülmek en çok sana yakışıyor!"
Gülümsetti beni, yine ve yine...
Atlıkarıncamın düğmesine basıp çalıştırdım ve masaya bıraktım. Bu hoş melodi ile tekrar ayağa kalktım. Pencerenin önüne geçip ay ışığına baktım gülümseyerek. Karnımda gıdıklanmalar hissetmeye başladım. İçim kıpır kıpırdı. Bu duygu tanıdıktı ama daha yoğundu. Bu bambaşkaydı.
Aşk işte!
Hayır, ben aşık değildim! Aşk kötü bir şey.
Bak, geçmişteki aşk değil oyundu.
Bunun da oyun olmadığını nereden bileceğim?
Bir düşün, Somer'i düşün. Bakışlarını, gülüşünü, söylediklerini... Kestane satan amcanın dediklerini düşün. Bu oyun olamaz."
Haklıydı. Bu önceki gibi değildi. Farklıydı. Aşk denen şey buydu belki de...
"Tamay..."
Teyzemin seslenmesiyle kapattığım gözlerimi açtım.
"Ne yapıyorsun karanlıkta?"
"Açma teyze!" diye karşılık verdim.
"Neden?"
Karanlık ruhuma iyi geliyordu. Herkes bir ışık yakmaya, etrafı aydınlatmaya çalışırken ben karanlıkta kalıp kendimi bulmak istiyordum. Işıklar yoruyordu bizi. Belki de ışık yakmaya çabalarken tükeniyorduk. Karanlık benim kendime dönüşüm.
"Karanlık daha iyi geliyor."
"Peki." diyip yanıma oturdu.
"Anlat bakalım," dedi gözlerimin içine bakarak.
Anlaşıldı büyük bir sorgu içindeydim. Bu konuşma uzun sürecekti.
"Neyi?" dedim uzun sürecek konuşmamızı daha fazla uzatmak adına.
Duruşunu dikleştirip "sohbet" duruşunu aldı.
"Somer ile aranızdakileri."
"Ne varmış aramızda?"
"Tamay, ben anlarım. Hadi anlat!"
"Neyi anladın teyzeciğim?"
"Sen mi anlatırsın yoksa ben, onu da buraya çağırıp ikinizi birden mi sorguya çekeyim?"
"Anlaşıldı. Ee, ben Tamay. Sorguya çekilmeye hazırım. Ne duymak istiyorsunuz Hazan Hanım?"
"Mesela daha önce tanışıyor muydunuz? Nasıl konuşmaya başladınız? Sana neden hediyeler aldı? Seni takip mi ediyor? Bugün seni nasıl buldu?" dedi tek nefeste.
"Sakin ol şampiyon! Aramızda bir şey yok teyze ama..."
Telefonun çalmasıyla sohbetimiz bölündü.
"Buyurun Efsun Hanım?" dedi teyzem.
Bu saatte neden arıyordu ki? Dediklerini duymaya çalıştım ama çok azını anlayabiliyordum.
"Dinliyorum, nedir?" dedi teyzem bana bakarak.
"Bir çift, Tamay'ı mı evlat edinmek istiyor?"
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |