9. Bölüm

Nazende Sevgilim

Elif Açeh
elifezgaceh

Kimin, hayatınızda nasıl bir etki yaratacağını bilemezsiniz...

Ne hissetmeliydim şu an? Korkmakta haklı mıydım? Yoksa bu bir tesadüf müydü?

Kutudaki hediyeyi elime aldım. Dikkatlice inceledim, hiçbir fark yoktu. Zaten orada da bir tane vardı. Endişeyle mağazanın kartını bulmak için kutuyu aradım ve bir kart buldum. Mağazanın kartı değildi, üzerinde el yazısıyla bir şeyler yazıyordu.

"Atlıkarınca, kendisine böyle baktığını görse erirdi...

Somer"

Beni takip etmişti. Ama neden?

Belki tesadüftür. O da oradan bir şey alacaktır ve oyuncağın müziğiyle seni görmüştür. Hem seni mutlu etmek hem de kendini affettirmek istemiştir.

Belki de öyleydi. Öyle olduğunu düşünüp hediyemi kutusuna koydum ve masanın ucuna doğru ittim.

Teyzemleri merak edip onların yanına gidecekken ellerinde yiyeceklerle bana doğru geldiler.

"Nerede kaldınız? Sıkıldım burada." dedim tedirginlik ve korkularımı belli etmemeye çalışarak.

"Ne yiyeceğimize karar veremedik." dedi Burçak abla.

Elindekileri koyup oturdular. Kimseden çıt çıkmıyordu. Ben önümdekini yerken çaktırmadan ikisine bakıyordum. Arada bir göz göze gelip sonra tekrar tabaklarına bakıyorlardı. Ne gizliyorlardı ki? Benden mi gizliyorlardı, yoksa konuyu mu konuşmak istemiyorlardı? Teyzem boğazını temizleyerek söze girdi.

"Ne almış o çocuk? Baktın mı kutuya?"

Burçak abla ve teyzem meraklı gözlerle bana baktılar.

"Benden bir şey mi gizliyorsunuz?"

Birbirlerine baktılar ve başlarını iki yana salladılar. Hiçbir şey söylemeyecekleri belliydi ama öğrenene kadar peşini bırakmayacağım.

"Neden konuşmuyorsunuz o zaman? İçeride ne konuştunuz da birbirinize bakıp belli etmemek ister gibi duruyorsunuz?"

"Yok canım! Ne gizleyeceğiz?"

"Bir şey gizlemiyoruz tatlım!"

Gözlerini kaçırarak söylediği bu cümleden gizledikleri bir şey olduğuna emin oldum.

"Madem bir şey gizlemiyorsunuz, neden sorduğun ilk soru kutuda ne olduğuydu teyze?" dedim bir dedektif edasıyla.

Birbirlerine bakıp yine kendi dillerinde bir şeyler konuştular. Gerçekten yapıyorlardı bu sporu. "Bakışma sanatı" işini geliştirmişlerdi.

Bakışma sanatı mı? O ne?

Yok muydu öyle bir şey? Yoksa da artık var. Daha uygun bir isim düşünülemez! Bu gerçek bir sanat ve bayağı maharet istiyor. Hani dizi ve filmlerde "X:Sen de benimle aynı şeyi mi düşünüyorsun? Y:Bilmem sen benim düşündüğümü mü düşünüyorsun?" klasiği var ya, işte onun gerçek hayata dönüştüğünü düşün. Bence müthiş...

Ben "Bakışma sanatı"nı sorgularken onlar hâlâ verecekleri cevap arama peşindeydiler. Birkaç dakika sonra teyzem başını yana yatırıp beni işaret etti ve Burçak abla da başını aşağı yukarı salladı. Teyzem derin bir nefes aldı.

"Sence o çocuk nasıl biri?"

Hangi çocuk nasıldı?

"Ne çocuğu? Hangi çocuk?"

"Sana hediye veren yakışıklıyı soruyor teyzen." dedi Burçak abla ve söylediği şeyi fark edince iki eliyle ağzını kapattı.

"Niye onun hakkında bir şey düşüneyim ki?" dedim hiçbir şeyi belli etmeden.

Bu bir şey düşünmemiş hâlin mi Tamay?

Doğru, kendimi bile kandıramam bu konuda! Ama ben tipini falan düşünmedim. Sadece bana not göndermesi tuhaf geldi. Herhalde korkumdan tipine sıra gelmedi. Ayrıca çok da yakışıklı değil. Alt tarafı elimi uzatıp dağıtmak istediğim kıvırcık kumral saçları, bakınca lezzetli bir kupa kahveyi andıran kahverengi gözleri vardı.

Deri ceket de nasıl yakışmıştı değil mi?

Ayy, evet! Dur, hayır ya! Ne oluyor bana? Yok öyle bir şey! Ne bu duygu, daha bir defa gördüğüm birine?

Ha, bir daha göreceksin yani!

Ya, niye çarpıtıyorsun? Beni kendime getireceğine ucu bucağı olmayan bir yola götürüyorsun. Ne bu duygu, aşk mı? Eğer öyleyse ben almayayım! Daha önce başımıza geleni biliyorsun Tamay. Sakın o tuzağa düşme! Kırmızı balık olup yemi yeme kızım! Bir Tamay atasözü der ki:

Aşk denen şey, dik bir uçurumdan atlamaktan farksızdır...

Teyzemin beni dürtmesiyle iç sesimle olan savaşım son buldu.

"Daldın tatlım."

"Hı?" dedim dünyada olanları unutarak.

"Sana hediye verdi ya! O yüzden belki düşünmüşsündür diye sordum."

"Ee, ne olduğunu söylemeyecek misin?" dedi Burçak abla. Doğum günü hediyesini söylemesi için ebeveynine yalvaran kız çocuğu gibiydi.

"Atlıkarınca." dedim düz bir sesle.

İkisi de "Atlıkarınca mı?" diye bağırdılar.

"Wow!" dedi Burçak abla. Teyzem ise duruşunu dikleştirmekle yetindi.

"Neden atlıkarınca? Neden kar küresi veya çiçek falan değil? Neden hediye aldı? Neden sana aldı, teyzene almadı?" diye soru yağmuruna tutuldum Burçak abla tarafından.

Teyzem ayağıyla, Burçak ablanın ayağına vurdu. Burçak abla acıyla inlerken teyzem söze girdi.

"Tesadüftür, kendini affettirmek isteyip hediye almıştır ve yaşça daha yakın olduğu için Tamay'a vermiştir. Başka bir açıklaması yok bence. Haksız mıyım Tamay? Siz önceden tanışmıyordunuz değil mi?"

"Yok, tanışmıyoruz. Bu konu çok uzadı, kapatalım artık. Belki çocuk yaptığı hatayı anlayıp böyle bir yola başvurdu? Kendine yakışanı yaptı." dedim ama son söylediğim nasıl olup ağzımdan çıkmıştı bilmiyorum.

"Kendine yakışan?" dedi ve kıkırdayarak ve teyzemin göz tehdidiyle sustu Burçak abla.

"Hadi masaları toplayalım!" dedi teyzem ve Burçak ablayla kalktılar.

Ben de bu sırada dışarıya baktım. Hava kararmaya başlamıştı. Yağmur yağıyordu.

İstanbul hep güzel ama yağmur yağdığında sanki farklı bir büyüye bürünüyor. Sanki yağmur yağınca pisliklerinden arınıyor şehir. İnsanların yüzlerinde gülümsemeyle karışık hüzün oluşuyor.Martılar yalnız insanlara eşlik ediyor. Dalgalar umut getiriyor kıyılara. Islak kaldırımlar ve camlara vuran yağmur damlaları sessizce birer melodi fısıldıyor yanından geçen insanlara. Sanki kalplerindeki tüm olumsuz duygular yok oluveriyor bu fısıltılarla...

Kapıdan dışarı bakarken beyaz spor arabayı fark ettim. Hemen ayağa kalktım ve kendimi dışarı çıkarken buldum. Dışarı çıkar çıkmaz arabadaki bir çift kahve göz, mavi gözlerimi buldu. Hareket edemiyordum, o da arabadan inmiyordu. Bir süre sadece bakıştık. Sonunda bir adım atabilmiştim. Arabadan inip kapıyı kapattı fakat yine sadece bakışıyorduk. Anlamsız bir gülümseme oluştu yüzümüzde. Kafamı kaldırıp gözlerimi kapattım. Yağmur daha anlamlıydı artık. Tekrar ona baktığımda onun da kafasını kaldırıp yağmurun yüzüne düşüşünün verdiği huzuru hissettiğini gördüm. Beni kafenin çatısı koruyordu biraz da olsa ama o sırılsıklamdı. Kafenin karşısındaki antika eşyaların satıldığı dükkandan "Nazende Sevgilim" şarkısı çalıyordu. Sanki bu ortam için bir o şarkı eksikti ve onun da gelmesiyle puzzle tamamlandı.

Şu an hissettiklerim neydi? Niye ağzım ayrılasıya gülmek istiyordum? Niye karnımda kıpırtılar oluyordu? Neydi bu? O da benimle aynı şeyleri mi hissediyordu?

Şarkı boyunca bazen gökyüzüne, bazen de birbirimize baktık. Şarkının bitmesiyle arabaya bindi ve gitti. Arkasından bakakaldım. Teyzemin bana seslenmesiyle içeri girdim. Neden bu hâlde olduğumu sorunca bir kedi görüp yağmurdan koruduğumu söyledim. Ne diyecektim? "O çocuk için adını bile duymadığım bir duygu besliyorum." mu?

Neyse ki sorgulamadı. Kafeyi kapatıp eve gittik. Biraz oturup konuştuk. Burçak abla da bizimle kalacaktı. Yarın birlikte kafeye gidip biraz çalıştıktan sonra dönecektik.

Bugün hem yorucu hem de farklıydı benim için. Artık dinlenme vaktiydi. Yatağıma girip bugün yaşadıklarımı düşünürken uyuyakaldım...

Teyzemin seslenişiyle uyandım. Hemen kalkıp banyoya girdikten sonra saçlarımı tarayıp temiz kıyafetler giyerek kahvaltı masasına koştum. Hızlıca kahvaltı yapıp kafeye gitmek için yola çıktık. Bugün cumartesiydi, hâliyle müşteri çoktu. Eşini, dostunu alan; sevimli ve oldukça da ihtişamlı olan bu kafeye geliyordu. 2 saat çalıştıktan sonra Burçak ablaya devredip geri evimize döndük. Teyzem, ders çalışması gerektiğini bu nedenle de benimle ilgilenemeyeceğini söyledi. Aslında benim de niyetim eve döndükten sonra derslerime bakmaktı. İkimiz de farklı odalarda hedeflerimize ulaşmaya çabalıyorduk. Yaklaşık 4 saat çalıştıktan sonra biraz dinlenmeye karar verdim. Kutudan atlıkarıncamı çıkarıp masamın üzerine koydum.

Neydi dün yaşananlar? Kimdi bu çocuk? Beni neden takip ediyordu?

Anla işte kızım! Aşk bu! Aşık bu çocuk sana!

Bu olabilir miydi? Peki, ben buna hazır mıydım? En son yaşadığım şeyden sonra tekrar aşka hazır mıydım?

Bilmiyorum... Gerçekten bilmiyorum.

En azından şans ver.

Neye şans vereyim? Ortada bir şey yok. Kendi kendimize gelin güvey olmayalım. Eğer ilerleyen zamanlarda bir şeyler yaşanırsa bakarız. Şimdi annemlerin hikayesine devam etmek istiyorum.

Defteri alıp yatağıma uzandım. Fakat atlıkarıncamın yanımda olmasını istedim bir an. Kalktım ve elime alıp tekrar yatağıma uzandım. Atlıkarıncayı kucağıma aldım. Elime de defteri aldım ve okumaya başladım...

Geçirdiğim en güzel günlerden biriydi. Pastalarımızı yedikten sonra Doruk ve Yağız radyodan bir şarkı açtı. Bu şarkıyla beraber Feray annemler ve biz, çiftler olarak dans etmeye başladık. Gözlerim, gözleriyle buluştu. İkimizin aklında da sonsuz düşünce vardı fakat kimsenin ağzını bıçak açmıyordu. Öylece bakıyorduk birbirimize.

"Gözlerine söyleyecek kelime bulamıyorum. Bir çift göz nasıl böyle güzel olabilir? Nasıl güzel bakabilir?" dedi fısıldayarak.

"Benim söyleyebilecek sözüm var," dedim gülümseyerek.

"Gözlerine sonsuza kadar bakmak ve sonsuzluğunda kaybolmak istiyorum."

Yüzüne sıcak bir gülümseme yerleştirmesiyle gözlerindeki derinlik arttı. Bir süre daha sessizce dans ettikten sonra çalan müziğin değişmesiyle biz de eşlerimizi değiştirdik. Poyraz ile Feray annem, Emin babamla da ben dans etmeye başladık. İki taraf da birbirine laf atıyor, gülüp söylüyordu.

Aslında benim için üzgün ve kırgın geçecek bugünü, mutlu ve eğlenceli hâle getirmişlerdi. Onlar benim "İyi ki" dediğim insanlardı...

3-4 saat böyle müzikli ve bol sohbetli geçti. Sonrasında annemle babam yorulduklarını söyleyip uyumaya gittiler. Saat 22.00'ye geliyordu. Doruk ile Yağız, biraz bizimle kaldılar. Okul, aşk, bizim meselelerimiz derken bir buçuk saat konuştuk. Onlar da uyumak istediklerini söylediler ve gittiler. Yine baş başa kalmıştık ve içimden "Sonunda" demiştim.

Sonunda "Afet" konusunu açacaktım.

"Kaldık biz bize." dedi ve gülümsedi.

"Hadi konuş! Sabah 'Gece konuşalım' demiştim. İçinde tutamayacaksın, kıpır kıpırsın saatlerdir. Kötü bir şey mi var?"

Gözlemlerinden dolayı şaşkınlığa uğratmıştı beni. Boğazımı temizleyerek söze girdim.

"Öncelikle bu olaylar yaşandığında seni kısa bir süre yargıladım fakat çok kısa sürdü. Sonra eğer böyle bir şey varsa da açıklamanın da var olduğunu düşündüm. Şimdi konuya geleyim. Sen yaralı şekilde yatarken ben başında bekliyordum. Gece vaktiydi, sana mesaj geldi. Afet diye biri yazmış ama sende numarası kayıtlı değil. Telefonundan mesajı silmedim, açıp oku. Bu kişinin eski kız arkadaşın ya da benim yerime koyduğun biri olduğunu düşündüm. Sonra işte uyanmanı bekledim ama bu içimi kemirip durdu. Senin hakkında bunları düşündüğüm için özür dilerim."

"Hayır, özür dileme! Haklısın. Ben de olsam aynı şeyi düşünürdüm. Ama ben, bu kişiyi tanımıyorum. Afet diye hiç tanıdığım olmadı."

O bana açıklama yaparken birden telefon parladı ve söndü. Bir mesaj gelmişti. Başka yöne baktım.

Neden onun mesajlarına bakayım ki? Takıntılı biri değilim. Hiç merak da etmiyorum...

Kimi kandırıyorum? Deli gibi merak ediyordum. Kadınların ortak özellikleri içinde galiba merak ve kıskançlık. Ne yapalım, bizi böyle kabul edin...

Eliyle çenemi tutup kendine çevirdi.

"Bakabilirsin sorun yok. Senden gizli bir şeyim de yok."

İkimiz de telefonun ekranına baktık. Mesaj benim telefonumdan geliyordu. Beni "Sonsuzum" diye kaydetmesine mi bayılsaydım, yoksa telefonumdan mesaj gelmesine mi?

Aynı anda birbirimize baktık. İki dudağımın arasından nefes bıraktım. Babamdan mıydı mesaj? Elimi tuttu ve mesaja tıkladı.

"Doğum gününde kendi memleketindesin ama yanında ailen yok. Nasıl bir duygu bilemem ama senin yanında olamadığım için fazlasıyla üzgünüm. Aşkın uğruna yapıyorsun bunları, biliyorum. Sana yapma diyemem. Yap! Herkese inat, vazgeçme ondan. Belki de bu, senin kurtulma şansın. Ben de isterdim, senin gibi başka şehirde okuyup hayatımın prensiyle karşılaşmak ve prenses olmak. Ben zaten hep sana özendim, hep senin gibi olmak istedim. Sen güçlüsün bir kere. Cesursun, babama karşı çıkıp o üniversiteye gittin. Her şeye rağmen hayallerinden vazgeçmedin. Babam her gün dövüyordu okumaman, vazgeçmen için ama sen geceleri mum ışığında çalışmaya devam ettin.

Sonunda ne oldu bak! Mutluluğun merdivenlerini tırmanıyorsun. İlerideki hayatında sonsuz bir mutluluk seni bekliyor. Her zaman sevdiklerinle mutlu ol ablam. Keşke yanında olsaydım bugün. Senin o güzel gülüşüne şahit olsaydım. Şu an yanında değilim bedenen ama şunu unutma ki, hep arkandayım ve sen, hep benim örnek aldığım kişi olarak kalacaksın. İyi ki doğdun hayatımdaki en güzel insan! İyi ki doğdun prensesim!

Birkaç şey daha söyleyeyim. Poyraz abi, tam olarak tanışamadık ama ablamın her şeyi karşısına alacak kadar sevdiği birisin ve benim için de ayrı bir yerin var. Umarım hep mutlu olursunuz. Senden ricam ve sana emrim ablama çok iyi bakman. Onun gözlerinden yeterince yaş akıttılar. Sen onu hep güldür. Biliyorum, onu bırakmazsın ama yine de söyleyeyim. Hiç vazgeçmeyin birbirinizden. Bence babamlardan izin bile almayın. Kaçıp gidin buralardan. Gidin ve evlenin...

Eğer bu dediğimi yaparsanız uzun bir zaman görüşemeyeceğiz ablamla ama belki teyze olurum, işte o zaman hiç durmam ve yanınıza gelirim. Sizi çok seviyorum!

Bu telefona gizlice ulaştım ve mesajı da gizlice yazıyorum. Sadece görün ve okuyun. Sakın cevap yazmayın.

Kalbimdesiniz...

Hazan"

Bölüm : 02.05.2025 23:22 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...