
Son kısım bana yazılmıştı galiba! İpucu bulmayı umarak okumaya devam ettiğim mektupta annemin, bana hazırladığı cümlelerle karşılaştım. Sanki hayatımın her yerinde yanımdaymış gibi. Ne zaman ihtiyacım olsa ve onu arasam cümleleriyle yardım ediyor. Doğru yolu bulmamı sağlıyor. Maalesef yanımda değil, maalesef yaşamıyor. Ama her zaman annelik görevini yerine getiriyor. Beni hiç yalnız bırakmayarak nasıl bir anne olduğunu gösteriyor. Anne olmak için nefes almanın şart olmadığını gösterdi bana.
"Güzel yürekli annem... Biliyorum, beni duyuyorsun! Seni çok seviyorum! Evet, bu dünyada tanışamadık ama diğer dünyada kavuşacağız. İyi ki benim annemsin!"
Teyzemin mutfağa çağırmasıyla yanına gittim. Kahve içerek sohbet etmeye başladık.
"Burçak ablayla nasıl tanıştın?"
"Bir arkadaşım bana kedisini bırakmıştı. Şehir dışına çıkması gerekiyormuş ve başka kimsesi yokmuş kedisini bırakabileceği. Kedisinin aşı günü gelmiş. Veterinere götürülmesi gerekiyordu, ben götürdüm. Veteriner, Burçak'ın annesiymiş. Orada karşılaştık ilk olarak. Daha sonra kütüphanede karşılaştık. Ben kütüphaneye gittiğimde masalar doluydu. Burçak, beni hatırlamış; bana el işareti yapıp masasında yer açtı. O gün birbirimize ısındık ve sürekli birlikte çalışmaya başladık. 'Ruh ikizi' denen şey var ya, benim ruh ikizim Burçak'tı. Buna eminim."
"Peki, kafe açmaya nasıl karar verdiniz?"
"Bir gün hayallerimizden söz açıldı. İkimizin de ortak hayaliymiş bu. Hayallerimizi gerçekleştireceğimize dair birbirimize söz verdik. Bunun için para biriktirmeye başladık. 1-1.5 yıl sonra yeterli paraya ulaşmıştık. Hemen gidip kafeyi satın aldık.İlk başta gözümüz korktu tabi ki! Kafamızda bir sürü soru işareti vardı. İkimiz de tecrübesiz ve heyecanlıydık ama yine de sakinliğimi korumaya çalışıyordum. Belki de hayatın verdiği yorgunluk var...
Bu nedenle Burçak'a nazaran daha sakindim. Bu hâlâ böyle! Burçak hâlâ her şey için panik yapar. Kafenin ilk günlerinde çok stresliydik. Ne yapmamız gerektiğini, nasıl düzenleyeceğimizi bilmiyorduk. Zamanla her şey yerine oturdu ve kafemiz bayağı başarılı oldu. Birçok il ve ilçeden müşteri gelmeye başladı. Bize instagram hesabı açmamızı, o şekilde daha başarılı olacağımızı söylediler. Açtık, her şeyi daha büyük özenle hazırlayarak yaptığımız sunumları fotoğraf çektik ve hesaba yükledik. Gün geçtikçe hesaba ve kafeye olan ilgi artmaya başladı. Haberlere ve gazetelere çıktık. Böylece hayallerimizi gerçekleştirmekle kalmayıp daha fazlasını başardık."
Çok güzel şeyler yaşamış teyzem. Daha da güzellerini hak ediyor. Anılarında onu kıran, üzen veya kızdıran şeyler de var. Sevinçlerini anlatırken bile buruk yanını gösteriyor. Ne kadar gizlemeye çalışsa da yapamıyor. Yavaş yavaş tanıyorum teyzemi. Elbet anlatır kendini, hikayesini. O günü sabırla bekliyorum. Şimdilik aklıma gelen soruları uygun sözcükler kullanarak soruyordum ve teyzem hakkında bu şekilde bilgilere sahip oluyordum.
"Kafede çalışmayı neden bıraktın teyzoş?"
İç çekti, gözleri doldu. Belli ki burada bir şeyler vardı.
"Bunun için biraz zamana ihtiyacım var. Daha sonra anlatsam?" dedi yaşla dolu gözlerini tavana dikmiş bir şekilde.
Büyük bir yarası var. Belki bir ayrılık sürecinde. Belki bir şeyleri unutmak istiyor veya tam unutmak üzereydi ben tekrar hatırlattım! Ayy... Ne yaptım ben? Ama bilemezdim ki!
En iyisi şu an onu yalnız bırakmak. Ben de deftere geri döneyim.
"Sen nasıl istersen! Kahve ve sohbet için teşekkür ederim teyzeciğim. Ben odamdayım." deyip sarılarak alnına bir öpücük kondurdum. Odama girip yavaşça kapıyı kapattım. Yatağıma uzanıp komidinin üzerine bıraktığım defteri elime aldım ve kaldığım yerden okumaya başladım...
Poyraz'ın telefonuna gelen mesaj aklımı meşgul ediyordu. Bunu Poyraz'a sormalıydım ama daha yeni iyileşti. Biraz daha gizli tutmaya karar verdim. Bu sırada o da tamamen iyileşirdi.
"Ne düşünüyormuş benim gülüşü güzelim?"
Odada kimse kalmamıştı, düşüncelerimle boğuşurken dünyadan kopmuşum.
"Herkes nerede?"
"Sen iç sesinle savaşırken birçok şey oldu burada. Doruk ile Yağız alışverişe gittiler. Annem ve babam bahçedeler. Yani evde biz kaldık."
"Bu çok tehlikeli!"
Sesimin tonunu ayarlayamamış, fazla bağırmıştım. Poyraz'a baktığımda gülüyordu. Bana "gülüşü güzelim" demişti ama kendini görseydi keşke. "Sensin gülüşü güzel!" dedim. Bir an duraksadım. Acaba dışımdan mı söylemiştim? Yere bakan gözlerimi tekrar Poyraz'a çevirdim. İçimden söylemiştim... Hâlâ gülüyordu.
"Neymiş tehlikeli olan?"
"Ne tehlikeliymiş?"
"Sen dedin ya 'Bu çok tehlikeli!' diye. Onu soruyorum, ne tehlikeli?"
"He, onu diyorsun! Ne tehlikeli? Anne ve babamızın dışarıda yalnız olması! Hadi biz de gidelim yanlarına!"
"Yok yok! İyiler onlar, otur sen."
"Ne demek 'iyiler'? Ya babamgil bir şey yaparsa? Kalk, gidelim!"
"Yapamazlar! Endişelenme, gel otur! Şurada uzun zaman sonra yalnız kalmışız sen kaçmaya yer arıyorsun. Seninle ilgilenmedim diye mi böylesin?"
"Ne alakası var? Sana olduğu gibi onlara da bir şey olmasından korkuyorum. Neden senden kaçayım? Uyanman için saatler yanı başında bekledim. Uyandın, niye kaçayım?"
"Bak... Bir daha kimseye bir şey olmayacak! Biz birlikteyken hiç kimse bir şey yapamaz. Aklına kötü şeyleri getirme. Gazal, gözlerime bak!"
Yerde bir noktaya sabitlenmiş dolu dolu olan gözlerimi onunkilere çevirdim.
"Seninle ben... Biz hiç ayrılmayacağız. Bizi ancak ölüm ayırır!"
"Az kalsın ölüyordun... Sen... Gidiyordun. Benden, bizden gidiyordun... Ayrılıyorduk biz."
Beynimde bu cümlelerle bağırırken dışa sadece fısıltı olarak çıkarabiliyordum. Gözyaşlarıma engel olamadım, düştüler. Birkaç cümle daha söyledim fakat bu sefer istemsizce bağırarak oldu bu.
"Ölüyordun Poyraz! Beni yalnız bırakıyordun."
Sarıldı hem de son sarılışımızmış gibi. "Ne olur öyle olmasın!" diye yalvardım içimden. Kokusunu derin derin içime çektim. Öyle bir sarmıştı ki kollarıyla sanki beni ondan alacaklarmış gibi. "Ne olur öyle olmasın!" dedim yine. Birkaç dakika öylece kaldık. Poyraz yavaşça ve isteksizce kollarını gevşetti, kollarımdan tuttu.
"Ben buradayım, yanındayım. Gitmedim ve gitmeyeceğim! Biz evleneceğiz, o kadar güzel bir düğünümüz olacak ki yıllar geçse de kimse unutamayacak. Her şey bizim istediğimiz gibi olacak. Nasıl ve nerede olacağına karar vereceğiz. Belki de veremeyip bir sürü tatlı tartışmalar yaşayacağız. Ama sonuç olarak senin istediğin olacak. Mükemmel ve daha önce yapılmamış bir düğünümüz olacak. Sen beyazlar, bense siyahlar kuşanıp birbirinden ayrı kalamayan renkleri birleştirdiğimiz gibi biz de ayrılmamak üzere birleşeceğiz. Nikahımızda o malum soruya öyle bir "Evet!" diyeceğiz ki, gelecekteki çocuklarımız bu sevinç çığlıklarımızı duyacak. Ama ayağıma yavaşça bas lütfen!"
İkimiz de tebessüm ettik. Başımı omzuna yaslayıp elimi tuttu ve sözlerine devam etti.
"Sonra eşyalarını özenle seçip yerleştirdiğimiz evimizde çok güzel günlerimiz olacak. Geceleri şöminenin başında yine böyle hayaller kuracağız. Sen meyve kesip bana yedireceksin o akşamlarda. Belki bir kış akşamı bize çok mutlu bir haber vereceksin. Belki bir bebeğimiz olacak."
"Neden kış akşamı?"
"Bilmem, birden ağzımdan çıkıverdi. Neyse dur, bölme! Bu müjdeli haberi annemlere veriyoruz ve ertesi akşam evde toplanıyoruz. Müthiş yemekler hazırlıyoruz onlara. Doruk ve Yağız, kız-erkek kavgası yapıp isim düşünmeye başlıyorlar. Onların bu anlamsız ama tatlı tartışmalarına gülüp müdahale etmeye çalışıyoruz, aldırmayıp devam ediyorlar. Bir süre sonra 'Çok mu şişmanlarım?' diye düşüncelere girip bana "Beni sevmeyi bırakma, söz ver!" diyorsun. Saçlarından öpüp "Asla bırakmam!" diyorum. Her geçen gün daha da artıyor triplerin. Karnın büyüyor ve sana çok tatlı kıyafetler alıyoruz. Yavaş yavaş bebeğimizin odasını da tasarlıyoruz."
"Cinsiyeti ne peki?"
"Orası belli değil! Yani ben ikisini de istediğim için bu hayalde onu belirtmiyorum. Sence ne?"
"Sağlıklı olsun da..."
"Tabi ki öyle. Gönlünden geçen ne Gazal Hanım?"
"Gönlümden geçen... Imm, şey..."
"Ney? Hayalimiz bölündü, çabuk söyle!"
"Kız... Kız olsun isterdim. Bu memlekette kızlara hep kötü bakılıyor. Sanki kız doğurmak kötü bir şeymiş gibi! Onlara ve böyle düşünen herkese inat bir kızım olsun isterdim."
Nazikçe başımı tutup öptü. Tekrar başımı omzuna yasladı.
"Çok güzel bir anne olacaksın! İnşallah... Devam ediyorum. Yavaş yavaş doğum günü yaklaşıyor. Seninle birlikte ve hatta senden daha fazla panik yapıyorum. O gün geldiğinde hastane çantasını kontrol ediyorum. Annemi de bir hafta önceden bizim eve çağırıyorum. Bekliyoruz, bekliyoruz fakat bir türlü gelmiyor. En son gece yatıyoruz ve senin sancın başlıyor. Hemen hastaneye gidiyoruz. Seni doğumhaneye alıyorlar ve biz de dışarıda seni bekliyoruz. Uzun bir süre bekliyoruz. Sabırsızlanıyorum ve korkuyorum da bir şey mi oldu, diye. Tam doğumhaneye dalacakken kapı açılıyor, doktor çıkıyor. İyi olduğunuzu, bir odaya alacaklarını söylüyor. Doktor gittikten birkaç dakika sonra İclal anne ve Hazan geliyorlar nefes nefese bir şekilde. 'Neredeler, nasıllar?' diye soruyor annen. O sırada kapı açılıyor. Önden bebeğimiz, sonra da sen çıkıyorsun. Odana götürüyorlar. Oda bembeyaz süslemelerle dolu. Hepimiz odadayız ve sen de kendindesin. Sohbet ediyoruz. Kapı tıklatılıyor, içeri baban giriyor elinde papatyalarla."
"Babam mı? Bir de çiçek getiriyor?"
"Şişt, büyüyü bozma lütfen!"
"Tamam, pardon Poyraz Bey!"
"Geliyor ve yatağına oturup 'İyi misin kızım?' diyor. 'Sen geldin ya, daha iyiyim!' diye karşılık veriyorsun büyük bir mutlulukla. Birkaç dakika sonra bebeğimizi getirip kucağına veriyorlar. Kokusunu içine çekiyorsun. Misler gibi kokuyor bal arımız!"
Sözleri kapının çalmasınlar yarıda kalıyor.
"Annemler gelmişlerdir. Artık hayalin devamı bir dahaki tek kalışımıza olsun!"
Kapıyı açmaya gitti. O sırada ben de kurduğu hayali sorgulamaya koyuldum. Acaba şu an mı kurmuştu bu hayali? Yoksa önceden de aklında mıydı? Nasıl bir hayaldi bu? Hep sorardım kendime "O da benim gibi aşık mı?" diye.
Bizim için ne hayaller kurmuş, bu nasıl bir sevmek? Belki de bana anlatmasaydı bunları, ben hâlâ kafamda soru işaretleriyle oyalanıp duracaktım.
Benim için sorun olan "Afet" konusunu açmaya karar verdim. Ama ne zaman? Bir daha ne zaman yalnız kalacağız kim bilir?
Düşüncelere dalıp Poyraz'ları unuttum. Hakikaten nerede kaldılar?
"Poyraz!"
Ses gelmedi. Ayağa kalkıp kapıya doğru gitmek için bir adım attığımda Poyraz kucağında çikolatalı bir pasta ile içeri girdi. Ardından ailedeki herkes içeri girip etrafımızda toplandılar.
"İyi ki doğdun kar tanem!"
Şaşkınlıktan ne yapacağımı bilmiyordum. Bugün benim doğum günüm müydü? 21 Mart...
Ben doğum günümü nasıl unuttuğumun ve uzun yıllar sonra memleketimde doğum günümü kutladığımın şaşkınlığındayken Feray annem "Kızım, mumları üflesene!" diyerek şimdiki zamana döndürdü.
Gözlerimi kapatıp başımı iki yana sallayarak kendime gelmeye çalıştım. Derin bir nefesin ardından gözlerimi açıp mumları üfleyerek aldığım nefesi geri verdim. Alkış sesleri duydum. Buğulanmış gözlerimi ellerimle silip herkesin yüzüne baktım teker teker. Hepsinin gözünde ayrı bir ışıltı vardı. Şu an herkes sevinçten havalara uçmamı bekliyordu ve ben bambaşka bir dünyada gezerek bu anı mahvedemezdim.
Üzerimden o hüznü atmaya çalışarak "Teşekkür ederim hepinize!" dedim büyük bir gülümsemeyle. Sırayla herkese sarılmaya başladım. Bana iyi dileklerde bulunuyorlardı. Sıra Poyraz'a geldi. Annem herkesi toplayıp mutfağa götürdü pasta koyma bahanesiyle. Beklediğim ve istediğim ortam oluşmuştu.
"Nasıl, beğendin mi sürprizi?"
"Hangisini? Hayali mi, doğum gününü mü?"
"Hayalim bir sürpriz değildi, sürprizin bir parçasıydı. Zaten 'Bizli' hayallerimden bahsedecektim, nasip bugüneymiş. Hem seni oyalamak için fırsattı hem de hayalimi öğrenmiş oldun. Asıl sürpriz için aracı gibi bir şeydi."
"Öğrendim ama hâlâ eksik! Daha önceden mi kurdun bu hayali yoksa oyalarken mi?"
"Buraya gelirken otobüste evliliğimiz hakkında olan yerleri, bizi ayırdıklarında, daha doğrusu ayırmaya çalıştıklarında da bebeğimizle ilgili yerleri hayal ettim. Neden takıldın bu kadar? Hayali mi beğenmedin?"
"Hayır, aksine çok beğendim! Sürprizi de öyle. Sen mi ayarladın?"
"Evet! Başka kim bilecek doğum gününü?"
"Ben söylediğimi hatırlayamadım..."
"İlk buluştuğumuzda birbirimizi tanımaya başlarken sorduğum ilk soru doğum günündü. Hatırladın mı?"
"Aa, evet! Şaşırmıştım, adımdan önce niye doğum tarihimi merak ediyor, diye merak etmiştim."
"O gün anlamıştım işlerin buraya geleceğini ve evlenme kararı alacağımızı."
"Nereden anladın?"
"Sende apayrı bir duygu hissettim. Senden önce birini sevmiştim ama o yalanmış."
"Adı Afet miydi?"
"Hayır. Nereden çıktı Afet?"
"Hiç... Aslında bu konuyu konuşacaktım seninle!"
Ben tam konuyu açacakken ellerinde pasta dilimleriyle Doruk ve Yağız geldiler.
"Gece konuşalım Gazal!" dedi Poyraz ve kanepeye geçti.
Yanına oturup "Bu arada teşekkür ederim. Annem, babam unuturken sen hatırladın ve bu planı yapıp bu halinle benim için uğraştın. İyi ki'msin Poyraz!" diye fısıldadım kulağına.
"Sen de benim iyi ki'msin!" dedi eğilerek.
Annem ve babam da geldiler, hem sohbet ettik hem de pastamı yedik...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |