Yeni Üyelik
11.
Bölüm

10. Bölüm

@eliffbulu

26 Mayıs 2015 – Ankara

 

Sonun baban gibi mi olsun istiyorsun?” Feyza bağır çağır Elfida’nın istediği mesleği reddediyordu. “Evet!” diye haykırdı Elfida arabanın sağ koltuğunda. “Babam normal bir şekilde ölmedi anne, onunki ölüm değil şehadeti. Şunu anla artık.”

Feyza ışıkları geçip arabanın gazına var gücüyle bastı. “İstihbaratta çalışmak ne demek ya? Delirdin mi sen? nasıl bana sormadan yaparsın böyle bir şeyi?” nefes almadan sorular yağdırıyordu. Elfida ise en son dayanamayarak annesi gibi bağırmaya başladı.Babam için yapıyorum!” dedi. “Babamın intikamı için.”

Feyza içindeki siniri hala dinmemişti. Çok sevdiği eşi gibi kızını da kaybetmek son isteyeceği şey bile olamazdı. “Ben bir sevdiğimi daha kaybedemem, Elfida”

“Kaybetme diye yapıyorum zaten,”

Feyza öylece kaldı duyduğu cümle ile. O kadar haklı bir cümleydi ki…

Feda edecekti, birileri bir şeylerini kaybetmesin diye. Her şeyini kaybedecekti, birileri ölmesin diye.

“Hayır, kabul etmiyorum ne kadar tehlikeli biliyor musun sen?” Feyza hala diretiyordu. “Biliyorum.”

“Derslerin çok iyi gir sınavına doktor ol! Şunu yapma annem yalvarırım.” Elfida bekledi, “Anne,” dedi. “Bilmiyormuş gibi davranma. Babamın emanetiyim ben. Ne yazdı babam o mektuba?” dedi annesine dönüp. Annesi arabayı son hızda kullanırken yol gece olduğu için bomboştu.

“Elfida, vatanıma emanetsin kızım. Son nefesine kadar bu vatan için çalışacağına adım kadar eminim. Her ne olursa olsun feda etmekten çekinme. Sen feda edensin, yosun gözlüm. Önce Allah’a sonra vatanıma emanetsiniz.”

Elfida babasının ona yazdığı mektubun bir kısmını okurken çoktan gözleri dolmuştu. Önüne döndüğü sırada ağzından koca bir çığlık koptu. “Anne!”

Araba karşıdan gelen bir araba ile son hızda çarpıştı. İki araba da duman çıkarmaya aşladığı sırada Elfida kapanmak üzere olan gözlerini etrafta gezdirdi. “Baba…” dedi.

“Yardım edin,” kolunu kıpırdatamıyordu, gözleri annesini buldu. “Anne,” dedi bu kez. “anne uyan.”

Bilinci kapanmak üzereydi artık. Zar zor telefonunu alıp güç tuşuna art arda basıp yardım istedi. Telefon ayarları ambulansı aradığında son kalan dermanı ile konuştu.

“konumumu sinyalden bulun, bir kaza…” yutkunup evam etti. “Kaza oldu.”

“Tamam, sakin ol. Ben şimdi konumuna bir ambulans gönderiyorum, telefonu kapatma.” Bekledi birkaç saniye. Daha sonra karşı taraf konuştu. “İsmin ne bakalım, canım?” Elfida sıkışıp kaldığı yerden “Elfida.” Dedi. “Ne güzel ismin varmış, Elfida kaç yaşındasın?” kendini bırakmaması için karşıdaki kadın sorular sormaya devam ediyordu.

“On… On dokuz.”

“Ne güzel, gencecik bir kızsın, yanında kim var?”

“Annem,” dedi Elfida aynı zorlukla.

“Nefes alıyor mu bakabilir misin? Gözlerini sıkıca kapatıp geri açtı, Elfida. Hareket elindeki telefonu kucağına bıraktı. Uzanıp annesinin bileğine dokundu.

Nabzı atmıyordu.

Göz yaşları artmaya başladı. “Elfida orada mısın?”

“Ölmüş.”

Karşıdaki operatör kadın sakin tutmaya çalıştı Elfida’yı. “Tamam, ambulans yolda. Kurtulacak annen. Yanında baban veya başka birisi var mı?”

“Kimse yok, babam şehit benim.” Bekledi, en sonunda olduğu yerde başı yana düştü. Bilinci tamamen kapanırken sadece ambulansın siren sesini duyuyordu.

🎀

 

3 Eylül 2023 – Hatay

Elfida Türkeç

 

Tehlikeli olduğunu bile bile freni patlamış bir kamyon gibi yalnızca birisine çekilir mi insan? Yıkılıp döküleceğini bile bile…

Zaman birkaç dakikadır durmuş gibiydi. Sanki yer yüzündeki her şey ortadan kalktı.

Kollarında olduğumun farkına varınca kendimi bir anda geri çektim. O olamazdı, değil mi? Babamın tanıdığı ve babamı tanıyan o olamazdı.

“Bana bunu ikinci kez yapamazsınız, “ kurduğum cümlenin anlamını çok iyi biliyordu. Etraftaki insanlara baktığımda kimsenin bizimle ilgilendiği yoktu. Acaba bu kez neyi bahane edecekti?

Bana doğru bir adım attı. Elini kulağıma yaklaştırıp gizlice minik kulaklığı aldı. Kendi kulağındakini de çıkarıp eline aldı.

“Seni öptüm,” dedi. “bu kez izlendiğimiz için değil.”

Mavi gözleri saçlarımda gezindi.

“Seni öptüm,” dedi ve ekledi. “çünkü bunu istedim”

Bunu yapamazdı. Başımı sağa sola salladım. “Operasyonu bu şekilde tehlikeye atamazsınız, bu plana sadık kalmaktan çıkar.”

Tam o konuşacakken araya girdim. “Lütfen içinde olduğumuz durumun farkında olun ve bu durumu daha sonra konuşun benimle.”

Gözlerindeki siniri çok net anlayabiliyordum. Bana sinirlenmesi saçmaydı. Oy paşam, önce gelip öp sonra bana sinirlen.

“Ben yukarı çıkıyorum. Toplantı birazdan başlar.”

Bir şey demesini beklemeden yukarı çıktı, üçüncü kata geldiğimde çantamdan kartı çıkardım. Toplantı odasının kapısındaki makinaya kartı okuttuğumda kapı açıldı. İçeri bir adım attığımda içerideki adamlara göz gezdirdim. Hepsinin gözleri üzerime döndü.

“Maram’ı bekliyordum.” Diyen tok sese döndüğümde orta yaşları biraz geçmiş bir adam duruyordu. “Ne yazık ki kendisi beni gönderdi. Rahatsız olmayın, devam edin.” Dedikten sonra içerideki koltuğa oturdum.

“Sizi de tanısaydık.”

Derin bir nefes alıp konuşan adama baktım. “Emin olun kendimi tanıtmayı hiç sevmem.”

“Etkileyici,” yüzüme bir gülümseme takındım.

“Devam edelim, nerede kalmıştık?”

“Ankara’da yapacağımız patlamayı geçtik. Kimyasal silah diyorduk.”

Şimdi bu adamlar neyin nesiydi? Maram ve Akgün ile bağlantıları neydi?

“evet! Kimyasal silahlar.”

Abi bir insanın konuşma tarından mal olduğu anlaşılır mı? Bu malın anlaşılıyor.

“Öncelikle silahı anlatmakla başlayayım.” Aksanından Türk olmadığı anlaşılıyordu. Daha çok alman gibiydi.

“Silahların etki etmediği tek yol ürettiğimiz ilaç. Silahı hava yoluyla insanlara aktarmayı düşünüyoruz. Havadan etkilenen insanlar çok süre geçmeden zehirlenerek ölecek.”

Hayır, sen öyle düşünüyorsun.

“Silahları kısa bir süre içinde aktif edeceğiz.”

Bacak bacak üzerine attıktan sonra “Peki sonuç?” dedim.

Adam gülümseyip ana baktı. “Daha fazla ölüm?” kaşlarımı çattım. “Fena değilmiş,”

Elim kıvırcık saçlarıma gitti. Hafifçe karıştırdıktan sonra elimi çektim. “Maram sizi neden gönderdiğini öğrenebilir miyim?”

Sürekli konuşan adamın yanında genç birisi konuştu.

Gözlerimi üzerine dikip bir süre onu süzdüm. “Öğrenmenizi isteseydim,” işaret parmağım ile kapıyı gösterdim. “Kapıdan girer girmez söylerdim.”

“Bu kadar cesur davranmanızı neye borçluyuz, isminin bilmediğim bayan?”

Yavaşa ayağa kalktım. Olduğum yerde kaldım. “Birincisi; bayan değil, kadın. İkincisi; cesurluk ailede var diyelim. Babamdan geçmiş.” Adam söylediklerimden keyif alır bir şekilde güldü.

Birazdan beynini patlatacağım haberi yok.

“Toplantının bu kadar kısa süreceğini tahmin etmemiştim.” İleri birkaç adım atıp karşısında durdum. “Çok uzatmaya gerek yok.”

Başımı sallayıp arkama döndüm. “Silahı görebilir miyim?” oturan adamlardan birsi beklediğim bir soru sormuştu.

Muhtemelen liderleri diye düşünüyordum sürekli konuşanı.

Oda genişti. Bazıları kenarlardaki koltukta oturuyordu. Kenara geçip sessizce adamın silahı açışını bekledim.

Bu onların açısından büyük bir kozdu, on binlerce insanın hayatına bu şekilde son verebilirlerdi

Adam ortada duran kumaşı kaldırdı.

Anlamadığım bir şırınga gibi bir şey ve küçük metal bir kut vardı. Adam gülümseyerek şırıngayı eline aldı. “Şırıngadaki ilacı kutuya boşalttığımda havaya ilaç yayılacak, bu da ölüme neden olacak.”

Siktir, şu an bunu yaparsa ölecektim.

“Geliştirdiğimiz ilaç sayesinde bu hava size bir etki yaratmayacak.”

İlacı ver o zaman mal, ne bekliyorsun?

“İlaç, peki?” diye bir soru atıldı ortaya. “Sadece özel kişiler alabilir.”

Hay sana da, özel kişilerine de, ilacına da…

Elimi kulağıma attığım sırada aradığım şeyi orada bulamamak endişe vermişti. Düşürmüş müydüm?

Hayır, komutanda kaldı.

Böyle önemli bir şeyi nasıl unutabilirim. O çok önemliydi.

“Ve şimdi,” dedi adam. Başımı kaldırıp ona baktım. “Özel kişiler kimmiş onu öğreneceğiz.”

Uzun zamandır ilk kez hissettiğim korku bedenimi yavaş yavaş ele geçiriyordu, öleceğim için değil, devletime burada öğrendiklerimi aktaramayacağım için. Adam şırıngayı yavaşça kutuya boşalttığında kutudaki ilaçla şırınga tepkimeye girerek cızırtılı bir ses çıkarıp ardından buhar gibi bir havayı etrafa yaydı.

Bir şey bulmam lazım, yoksa birazdan ölecektim.

Düşün kızım düşün yapmak zorundasın.

Kamera, elbisemde kamera vardı. Olanları görüyorlardı ama duyamıyorlardı.

İlaç havaya tamamen karıştığında nefesimin kesildiğini hissediyordum. Nefesimi tutmam ne kadar işime yarardı bilmiyorum ama nefesimi tutum. İçerideki adamlardan birisi yere yığılırken ilacı yayan adamın yüzünde bundan memnun bir ifade vardı.

Şimdiye kadar birilerinin gelmiş olması lazımdı.

Bir dakika, on bir saniye.

Kimse yok.

Bir dakika, on beş saniye.

Kimse yok

Bir dakika, yirmi saniye.

Yine kimse yok.

Nefesimi sadece iki dakika ile üç dakika arası tutabilirdim. Bu süre ise git gide azalıyordu. Biraz daha beklersem ilaçtan değil nefessizlikten burada ölecektim. Etrafı izlerken adamlardan birisi daha yere yığıldı.

Bizimkilerle iletişime geçmem lazımdı. Bir şekilde onlara burada neler olduğun göstermem lazımdı.

Gözlerim endişeyle kapıyı buldu. Ya buradan çıkıp kendimi deşifre edecektim ya da umudumun son parçasına kadar birinin gelmesini bekleyecektim.

Beklemeyi seçtim.

Artık nefes almam gerekiyordu. Biraz daha beklemem lazımdı.

O sırada kapı pat diye açıldı.

Kendimi yavaşça yere doğru bırakırken tuttuğum tüm nefesi bıraktım.

 

🎀

 

On beş dakika önce (Elfida odaya girdikten hemen sonra)

Etraf Barın Alp’i tedirgin edecek derecede sessizdi. Kulaklığına gelen Büge’nin sesiyle etrafını kontrol etti.

“Elfida girdi mi?”

“Girdi, birkaç dakika oldu.” Diye cevap verdi.

“Tamam,”

Barın Alp yürüyüp içeride tekrar gezinmeye başladı.

Elfida artık öğrenmişti, ne diyecekti ki ona? Ya da ne diyebilirdi.

Ben senin babanı tanıyorum, beni o yetiştirdi. Sonrada şehit oldu mu? Aklını kaçırmış olmalıydı. Tam iki kez onu öpmüştü. Bir şeylerin yanlış ilerlediğinden de emindi. “Ne kafa bıraktı, ne denge.”

Derin bir nefes aldı, Büge le konuşmasının üstünden belkide beş dakika geçmişti..

“Herkes beni dinlesin, Ben Büge Demirci. Adamda bir ilaç var, eğer ilacı Elfida’ya vermezsek ölecek.”

Büge’nin kurduğu cümle ile Barın Alp olduğu yerde kaldı.

“Tekrar ediyorum, ilacı Elfida’ya vermezsek hava yüzünden ölecek.”

Etrafına baktı. Sonra ise merdivenlere.

“Büge, ilaç kimde?”

“Bende, giriş kapısındayım birazdan ikinci kata çıkıyorum, oranın kameraları devre dışı. İkinci kata çıkın.”

Barın Alp hiçbir cevap vermeden merdivenlerden yukarı çıkmaya başladı. İkinci kata geldiğinde Büge kenarda elinde küçük bir kutuyla bekliyordu. Hızlı adımlarla Büge’nin yanına gelip ilacı aldı.

“Ardımdan gel, sıkıntı çıkarsa ben Elfida’yı alacağım.”

Büge başını salladı. Bacağına sakladığı silahı çıkarıp Barın Alp’e uzattı. “Lazım olur,” dedi.

Barın Alp silahı aldığı gibi üçüncü kata koştu. Ardında Büge gelirken toplantı odasının kapısına bir tekme attı.

Kapı açıldığında gözleri ilk olarak kapının karşısındaki duvarda yere çökmüş olan Elfida’yı gördü. Bakılarını ondan çekip silahını ayakta duran adama doğrulttu. Bir an bile düşünmeden susturucu takılı olan silahın tetiğine bastı.

Silahı indirip yerde yatan Elfida’nın yanına oturdu. Gözleri kapanmak üzereydi. “Elfida, bana bak.” İlaç kutusun açıp içindeki ilaçtan bir tanesini alıp Elfida’nın ağzına yaklaştırdı. “İç bunu,” Elfida ağzını açar açmaz Barın Alp ilacı ağzına attı. Büge ise çoktan ilacın üzerini kapatmıştı. “Elfida, iyi misin?” Elfida içtiği ilacın etkisini yavaş yavaş görürken Barın Alp telaştan ölmek üzereydi.

Elfida başını aşağı yukarı sallayıp derin bir nefes aldı. “Allah kahretsin!” içeri giren Buğra’nın sesi geldiğinde Barın Alp sinirle arkasına döndü. Ama Elfida’nın yanından kalkmadı. “Bekle sen bekle, senin hesabını sonra soracağım ben.” Önüne dönüp Elfida’ya baktı. Elini yanağına koyup yüzüne dikkatli bir şekilde baktı. Yüzüne terden yapışan birkaç tutam saçı geriye doğru attı.

“Tamam, tamam iyisin.” Ne kadar Elfida’ya söylüyor olsa da bunu kendini yatıştırmak için yapıyordu. Ona bir şey olmasından korkuyordu. Bir komutan asker ilişkisi için bu çok fazlaydı. Bunu ikisi de biliyordu. Belki de başları belaya girecekti. Fakat bu ne Elfida’nın ne de Barın Alp’in umurundaydı.

Çünkü onlar boğazlarına kadar belanın içine batmış, belanın ta kendisi olmuşlardı.

“Büge, haber ver çıkış yapıyoruz.” Hâlâ Elfida ile ilgilenmeye devam ediyordu. “Çıkışı nereden yapacağız?”

“Arka kapıdan, beni takip edin.”

Barın Alp ayağa kalkacağı sırada kolunu Elfida’nın bacağının altından geçirip diğer kolunu da beline sardı. Elfida’yı kucağına alıp ayağa kalktı. “Yürüyebilirim,” diye mırıldandı Elfida en sonunda. “Burada emirleri ben veriyorum, Türkeç.”

Önde Barın Alp, kucağında Elfida ile yürürken arkasından Büge ile buğra yürüyordu. Üçüncü katın yangın merdivenine yürüdükleri sırada Barın Alp bir anda adımlarını durdurdu.

“Buğra önüme geç.”

Buğra bir şey demeden ikisinin önüne geçti. “Silahını çıkar, birisi olursa bizi korursun.”

Bu yaptığı yalnızca Buğra’yı cezalandırmaktan başka bir şey değildi. Bunu istiyordu. Buğra sinirle belinden silahını çıkarıp sıkı bir şekilde tuttu. Büge de arkalarından yürüyüp etrafı kolaçan ediyorlardı. Yangın merdivenlerini bir süre inip ilk kata geldiler.

“Sola dön.” Barın Alp’in emri ile buğra yönünü sola çevirdi. Nihayet bahsettiği kapıya geldiklerinde “Komutanım, indirir misiniz beni?” diye barın Alp’e bakarak konuştu Elfida. “İndirmem,” diye cevabını aldı. “Büge,” dedi Barın Alp tok sesiyle. “Uyku ilacı var mı?”

“Var, kim için?”

“Elfida hanım hasta, verelim de uyusun.”

Elfida itiraz der bir ses tonuyla “Hasta falan değilim, beni de indirin artık.” Barın Alp derin bir nefes alıp kucağındaki kadına baktı.

“Elfida, bak. Çok konuşmayı sevmem özellikle de bir şeyi iki kez söylemeyi.” Barın Alp devam edecekken Elfida araya girdi. “Bende bir şeylerin istemediğim bir şekilde gitmesini sevmem.”

Barın Alp gözlerini devirip kapıdan çıktı. “Arabayı açın.” Buğra cebinden arabanın anahtarını alıp düğmeye bastı.

“arka kapıyı açın, buğra arabayı kullan.”

Büge hızlıca arka kapıyı açıp ön koltuğa oturdu. Buğra da şoför koltuğuna oturdu.

Barın Alp kucağındaki Elfida’yı arka koltuğa bırakıp yanına oturdu. Kapıyı kapattıktan sonra arabanın içine bakınıp önceden arabaya bıraktığı montunu aldı. “Gel buraya,” diye mırıldanıp Elfida’nın omzuna kolunu attı. Elfida başını Barın Alp’in göğsüne koyarken Barın Alp aldığı montu Elfida’nın üzerine örttü. “Uyumaya çalış, buradan direkt güvenli eve geçeceğiz.” Elfida belli belirsiz son mecali ile başını salladı.

Buğra arabayı çalıştırıp binanın önüne doğru hareket etti.

“Hatırlıyor musunuz?” diye mırıldandı Elfida, yalnızca Barın Alp'in duyabileceği bir ses tonu ile. “Neyi?”

“Lojmana ilk geldiğinizde benimle konuştuğunuz zamanı.”

Barın alp titrek bir nefes verdi, yıllardır gözü gibi baktığı uzaktan koruduğu kız çocuğu şuan kollarının arasında uymak üzere olan güzel bir kadındı.

“Hiç aklımdan çıkmadı ki,”

“konuştuğumuz an mı?”

“Hayır, sen.”

İkisi de bir süre hiçbir şey söylemedi. Bile isteye yakın olurken, bir şekilde bunun kendilerine ne kadar zarar vereceğini, onları ne kadar yıkacağını da biliyorlardı.

“Ne kadar kaldı?” dedi Barın Alp. “On beş dakika kadar,”

Başını salladı. Elfida ise sessiz bir şekilde Barın Alp’in göğsünde gözlerini kapatmış bekliyordu.

Ortamda oluşan ısa süreli sessizliği ise peş peşe gelen silah sesleri oldu. Elfida korkuyla başını kaldırıp arabanın arkasına baktı. Büge aynaları kontrol ediyordu. “Ne oluyor?” diye bağırdı Büge silah seslerinin arasından.

Sesler devam ediyordu. Atılan kurşunlardan birisi arabanın arka camını tuzla buz ederken Barın Alp elini Elfida’nın başına koyup başını eğmesini sağladı. “Saldırı var!”

Arabaya koyulan silahlardan hemen yanında duranı alıp arabanın kırık camından arkadan gelen arabayı nişan aldı. ”Büge silah al!” dedi Barın Alp.

Büge hızlıca bir silah alıp ön camı açtı. Elindeki silahın tetiğine üst üste birkaç kere basıp ateş etti. Buğra arabayı nişan alan kurşunlardan dolayı direksiyon hakimiyetini zar zor koruyordu.

“Bana da silah verin!” Barın Alp elindeki iki silahtan birisini Elfida’ya uzattı. Elfida başını eğdiği yerden doğrulup kırık camdan arkadaki arabanın tekerine nişan aldı. Attığı kurşun arabanın lastiğini delerken araba olduğu yerde bir süre sürüklenip sonunda durdu. “Tek kurşun, tam isabet.”

“Siktir, bizim lastiği de patlatmışlar.” Herkes derin bir nefes alıp geriye yaslanırken buğra arabayı gidebildiği yere kadar götürüp direksiyonu ormana kırdı. Frene basıp arabayı durdurdu. “Daha fazla gidemeyiz.” Dedi ellerini direksiyondan çekerken.

Barın Alp ağzının içinde bir küfür savurup arabanın kapısını açtı. “Arabadan inin. Büge, buğranın arkasından yürü. Elfida arkama geç.” Diye emrini verip arabadan indi. Elindeki silahı aşağıda tutup yavaş adımlarla yürümeye başladı. Elfida da arkasından silahıyla birlikte yürüdü.

Büge ve buğra yan yana yürüyüp ilerlerken yola çıktıkları anda bir silah sesi ve sonrasında acı dolu bir inleme sesi duyuldu. “Elfida!” Barın Alp korkuyla arkasına dönüp Elfida’ya baktı.

Vurulan Elfida değil, Büge’ydi.

“İyi misin?” Buğra büğeye bakarken Büge elini kurşunun sıyırdığı koluna attı. “Saklanın.” Barın Alp geriye bir adım atıp ağaçlardan birinin arkasına geçti. Buğra Büge’yi de alıp geriye ağaçların arasına girdi. Hava karanlık olduğu için kimse birbirini görmüyordu.

“Sikerim böyle işi’” Elfida silahında biten mermi şarjörünü çıkardı.

“Benim mermin bitti.” Tek değildi. Buğra’nın da mermisi yoktu.

“Burada bekleyin, Büge eve geçene kadar dayanabilir misin?” Elfida boş şarjörü silaha tek hamlede takıp konuştu. “Evet.”

“Nereye?” gelen Barın Alp’in sorusuydu.

“Arkadan dolanacağım.”

Elfida ayağındaki topuklulara rağmen hızlı adımlarla ağaçların arasına daldı. Ses çıkarmadan gitmeye özen gösteriyordu.

İlerlediğinde ileride bekleyen arabayı gördü. Aynı sessizlikte yürüyüp arabanın arkasına geçti. Sadece önde ve arabanın sağında adam vardı.

Elfida adama arkadan yaklaştığı sırada elindeki silahı adamın kafasına sert bir şekilde vurdu. Adam kafasına aldığı darbe sayesinde yere yığılırken öndeki ada çoktan silahını Elfida’ya doğrultmuştu. “Ben seni adamdan saymadım, dayak istersen gel ablam.” Dedi Elfida oldukça rahat bir ses tonuyla. Elfida adamın arkasından gelen Barın Alp’i görebiliyordu.

“Bir kızıl kafamız eksikti.”

Adamın kurduğu cümleyle Elfida sinirle adamın elindeki silaha eliyle vurup tekeyi adamın kasıklarına geçirdi. Barın Alp silahını sıkacağı sırada adam yere kendini acıyla atarken Elfida elindeki boş silahı atıp adamınkini havada yakaladı.

Hiç düşünmeden silahın bir mermisini adamın karnına sıkıp konuştu.

“Kızıl mı lan bu? Bakır gerizekalı!”

Yerdeki adam acıyla kıvranırken Barın Alp kaşlarını çatıp güldü. “Sen daha demin adam saçlarına kızıl dedi diye adamı mı vurdun?” dedi.

Elfida ise tüm ciddiyetiyle “Evet,” dedi. “Siz yapmıyor musunuz?” mesela birisi gözlerinize mavi yerine yeşil dese vurmaz mısınız?”

Barın Alp’ten onaylamaz bir ses çıktı. “Cık,” dedi dilini damağına vurup. “Kör gözünü sikeyim, der geçerim.”

“Cidden babana benziyorsun, oda manyak gibiydi.”

Elfida ağır ağır başını kaldırıp Alp’e baktı. “Ne?”

“Zamanı gelmiş midir bir şeylerin?” dedi Elfida’ya doğru birkaç adım atarken. “O gün lojmandan gittiğinizde, babam da vardı değil mi?”

Ağır ağır başını salladı, Barın Alp. “Vardı, “

Yavaş yavaş dolmaya başladı gözleri, ağlayamazdı. Başkalarının yanında ağlamazdı.

Tek başınayken kendine kızardı.

Onun nazı yalnızca babasına geçerdi.

“Bu zamana kadar, hiç mi gelmedim aklınıza.” Dedi çatallı bir sesle. “Hep aklımdaydın, hep gözümün önündeydin.” Başını sağa sola salladı Elfida. “Babamı tanıyordunuz,” dedi. “Elfida,” sinirle elindeki silah yere attı. “Konuşmaya gerek yok, karargaha haber gönderiyorum, yardım yolasınlar.”

Gram dinlemeden yürüyüp gitmeye başladı.

“Bekle şurada, bu koyduğumun adamını ne yapacağız?”

“Bana ne? Bulun işte bir şey.”

“Lan delirtme beni, sen vurdun adamı. Kızıl dedi diye hani.”

Elfida adımlarını durdurup geriye döndü. Oflayarak Barın Alp'e doğru yürüdü. Barın Alp ise karşıdan gelen kadına baktı. “Ne psikopat bir şeysin sen ya?”

“Dinime küfreden Müslüman olsa.”

Barın Alp gözlerini her zamanki gibi devirip yere eğildi. Yerdeki adamı kolundan tutup bir çırpıda ayağa kaldırdı. Adam yediği kurşundan dolayı acıyla inledi. Barın Alp ise boka bakar gibi adama bakıp “Bağırma lan, başım ağrıyor.” Dedi.

“şaka gibi gerçekten, enim şuan daha farklı operasyonlarda olmam gerekiyordu.” Diye eklediğinde Elfida atladı araya.

“Ay kusura bakmayın, Alp bey. Dağa bayıra çıkamadık sizinle.”

Barın Alp öylece olduğu yerde kaldı. “İkinci ismimi kullanma, sevmiyorum.”

“Tamam,”

Barın Alp'in kulaklığından Yasin'in dalga geçer gibi gülen sesi duyuldu. “Komutanım, duyduğuma göre yola sevdiceğinizle mahsur kalmışsınız.”

“Aynen, Yasin. Şimdi sus ve konuma adam gönder. Delirmek üzereyim zaten.”

Yasin şen bir kahkaha patlatıp konuştu. “Tamam, lan. Gelir birazdan bekleyin orada.”

Barın Alp tuttuğu adamı geriye patates çuvalı gibi geri bıraktı.

“Bir çıkayım şuradan, iki gün aralıksız uymayanın da ta a…” Elfida elini Barın Alp'in dudakları üstüne kapatıp susturdu.

“Sessiz.” Dedi fısıltıyla.

İkisi de karanlığın içinde etrafa bakarken ortada çatırtı seslerinden başka ses yoktu.

“Siktir git lan, komutanım sıçar ağzına.”

Yasin.

Elfida elini ekip Yasin'in gelen sesini dinledi.

“Ulan Yasin, ulan Yasin!”

Yasin ağaçların arasından keremle birlikte çıktığında Barın Alp sinirle bağırdı. “Lan, siz bugün beni delirtmek için anlaştınız mı lan!”

“Komutanım, sinirli.”

“Nerede lan araba, hızlı olun gidelim hemen.”

“Büge ve Buğra’yı aldılar bizim araba az ilerde.”

Barın Alp hiçbir şey demeden Elfida’nın kolunu tuttu. İkisi önde diğer ikisi arkada yürüyüp arabaya yaklaştılar. “Ver anahtarı,” Barın Alp anahtarı alıp arabanın sürücü koltuğuna oturdu. Elfida önde kerem ve Yasin arkaya oturunca Barın Alp arabayı yola çıkarıp sürmeye başladı.

Kısa süren yoldan sonra sabah geldikleri evin önünde arabayı durdurdu. “Hadi,” yanına döner dönmez başını cama yaslayıp uyuyan Elfida’yı gördü. “Uyumuş mu?” arkadan gelen Kerem’in sesiyle başını salladı. “Yukarı taşırım ben,”

“Kerem, sana düşmez koçum. Hadi yukarı çıkın siz.”

Yasin ve Kerem arabadan inin iki katlı evin bahçesine yürüyüp evin ziline bastı. Buğra kapıyı açtığında ikisi içeri girdi. Buğra ise kapıda diğerlerini bekledi.

Barın Alp arabadan inip Elfida’nın olduğu tarafa yürüyüp kapıyı açtı. Elini Elfida’nın başına koyup saçlarını okşadı. “Elfida,” dedi. Uyanmayacağını anlayınca kucağına almak için elini beline ve bacaklarına doladı.

Hiç zorlamadan kucağına alıp bahçeye girdi. Buğra evin kapısını sonuna kadar açıp ikisi girdikten sonra kapıyı kapattı. “Elfida uyuyor mu?”

Büge şaşkınlıkla oturduğu yerden kalkıp Barın Alp'in karşısında durdu. “Evet,”

“İyide, Elfida geceleri bile zor uyur. Nasıl uyudu?” Barın Alp bilmiyorum der gibi başını sallayıp merdivenlere yönelip ilk adımı attığı sırada Elfida’nın dudaklarından fısıltıyla bir kelime döküldü.

“Baba,”

Tek bir kelime, kiminin en derin sevgisi, kiminin acısı, kiminin yokluğu kiminin de tek varlığıydı.

Sustu herkes, hiçbir şey söylemedi. Barın Alp ise boğazındaki yumruyla merdivenleri çıktı.

Elfida’nın odasına girip çift kişilik yatağa yaklaştı. Sanki kucağında anında kırılacak bir şey varmış gibi usulca yatağa bıraktı, Elfida’yı. Daha sonra yatağın kenarına oturdu.

“Yıllarca karşına çıkmadığım için özür dilerim.” Dedi. Elini Elfida’nın saçlarına attı.

Bir süre öylece izledi.

Elini çekip bekledi. Elfida yavaş yavaş kıpırdanmaya başladığında uyanacağını anladı. Ayağa kalkıp kapıya yürüdü.

“Babamda duymayacağım özürleri söyleyip saçlarımı okşadıktan sonra gitmiştir değil mi?”

Kapının eşiğinde bekledi Barın Alp. “Belki de çok sevdiği içindir.”

“Her seven gider mi, komutanım?”

Barın Alp yavaşça arkasını döndü. “Mecbursa gider,”

Elfida yataktan kalkıp kapıya yöneldi. Eliyle gözlerinin altını silip kapıdan çıktı. “Büge, yaralanmıştı. Bakmam lazım.” Adımlarını sağa çevirip koridorda yürüdü. “Kendi yaraların kabuk bile bağlayamazken başkalarının yarasını sarma, yorulursun.”

Duydu. Yürümeye devam edip aşağı kata indi. Ardından da Barın Alp geldi.

“Büge, gel yarana bakayım.”

Büge olduğu yerden kalkıp salonun diğer köşesindeki koltuğa oturdu. Elfida da dolaptan aldığı ilk yardım malzemeleri ile yanına oturdu. Malzeme kutusunu yanına koyup Büge'nin üzerindeki gözleği çıkarması için yardım etti.

Yarasına bakıp koyduğu kutuyu açtı. İçinden tentürdiyot ve pamuk çıkardı. “Sadece temizleyip saracağım, dikiş lazım gibi duruyor ama sakat kalmaman için benim atmamam lazım.”

Kutudan temizleyecek bir şey bulup pamukla yarayı temizledi. “Buğra, gelebilir misin?” diye yarayla ilgilenirken konuştu.

“Geldim, elf’im.”

Buğra yürüyüp gelirken Barın Alp kenara oturmuş onları izliyordu. Tim’in geri kalanı ise koltuklara kendini atmıştı.

“Dikiş atabilir misin?” Buğra başını salladı. “Bunu sende yapabilirsin, niye benden istiyorsun ki?” Elfida ise yüzündeki ifadesizliğini koruyarak yarayı temizlerken “Ellerim titriyor, yoksa bende yaparım.”

Buğra gözlerini Elfida’nın ellerine dikti. Sabit tutmasına rağmen fazlasıyla titriyordu. “Sen otur, ben yaparım.”

Elfida geri çekilip kutudan pamuk ve birkaç sargı bezi aldı. Salonda oturan Barın Alp'e doğru yürüyüp karşısına oturdu. “Yaralandın mı?” diye soru soran Barın Alp'e ters bir bakış attı. “Özel kuvvete girenlerin hafızasının iyi olması gerekmiyor mu?”

“Seni hatırlıyorum, o yeter.”

Elindekileri kucağına bırakıp pamuk çıkardı. “Yaralı olan sizsiniz.”

Kucağındakilerle birlikte kalkıp Barın Alp'in yanına oturdu. “Omzunuzu açın.”

Barın Alp üzerindeki gömleğin düğmelerini tamamen açıp üzerinden çıkardı. “Komutanım biz çıkalım isterseniz,”

Barın Alp'in konuşmasına izin vermeden Elfida Yasin’e baktı. “Yasin, zevzeklik yapma. Sus.”

Elfida Barın Alp’in omzundaki sargıyı çıkarıp eline eni bir sargı aldı. Dikkatlice omzuna koyup koluna sargıyı sabitledi. “Suyla temas ettirmeyin.” Deyip olduğu yerden kalktı. Eski sargıyı ve pamukları alıp çöp poşetine koydu.

“Saat kaç?”

“İki buçuk.”

“Sabaha kadar dinlenin sabah karargah ve karakolla iletişime geçeriz.” Barın Alp Elfida’nın ardından kalkıp onunla birlikte üst kata çıktı.

“Sizin odanız alt katta,” Elfida odasına girerken Barın Alp içeri girdi. “Konuşmamız lazım.”

Elfida yatağının üzerine battaniye ve yastık koydu. “Konuşacak bir şey yok, siz bana geldiğimden beri yalan söylediniz.”

Elfida yatağın ucuna oturup Barın Alp'in yüzüne bile bakmadan topuklu ayakkabılarını çıkardı. Barın Alp ise yatağın ucundaki koltuğa oturdu. “Elfida, dinle.”

Elfida ayakkabılarını kenara koyu başını kaldırdı. “Sizden bana yakın davranmamanızı rica ediyorum. İki kez yaptığınız o hatayı tekrar yapmayın.” Tam Barın Alp konuşacakken elini kaldırıp susmasını sağladı. “Tamam, yıllar geçmiş bir kez tanışmışız ama bu şuan bu kadar yakın olmamızı sağlamaz. Siz bir komutansınız ve bende istihbaratçı. Bizim aramızda yakın bir ilişkiyi geçtim arkadaşlık ilişkisi bile olamaz. ” Bir nefes alıp konuşmasına devam etti.

“Babamı ne kadar tanıyorsunuz bilmiyorum, muhtemelen kısa bir süreyi birlikte geçirdiniz çünkü babam siz benimle o lojmanda tanıştıktan bir yıl sonra öldü. Babamla olan tanışıklığınızı da merak etmiyorum.”

Ayağa kalkıp eliyle kapıyı gösterdi. “Ve şimdi çıkarsanız üzerimi giyip uyuyacağım.” Dedikten sonra elini indirip lafını bitirip sustu.

Barın Alp ise yavaşça ayağa kalkıp karşısında dokunsalar ağlayacak gibi duran kadına baktı. “Baban, hep emindi böyle bir kadın olacağından. Hırçın, sinirli. Sınırlarını koruyan.”

Bakışları ile baştan aşağı süzdü Elfida’yı. İşaret parmağını ileri uzatıp Elfida’nın kalbine koydu.

“Kalbinde izi kalacak şeyleri elinin tersiyle itme, Türkeç. Bize eğitimlerde sevmeyi de öğrettiler.”

Elini indirip kapıya yürüdü.

“Bana eğitimlerde kalbimin olmadığını öğretiler, hayatta kalmak için. Seversek ölürüz.”

O gece ikisinin hafızasına kazındı. Uykuyla geçer diyen Barın Alp içindeki sızıyı dindiremedi. Çalışırsam geçer diyen Elfida sabaha kadar çalışmasına rağmen içindeki acıyı dindiremedi.

 

🎀

 

Sabah – 10. 30

Gram uyku uyumadan gece ikiden beri dosya inceleyip saldırı üzerine araştırma yapıyordum. Salonun ortası tamamen dağılıp bir yanda soğuk çay bardakları bir yanda belgeler bir yanda bilgisayarım vardı. Üzerimi değiştirmiştim. Eşofman tişört giymiş rahat etmeye çalışıyordum. Başımı ellerimin arasına atıp ağrıdan patlayacak gibi olan başımı ovaladım.

Saçlarımı geriye attım. Dün maşa yapıldığı için dünkü kadar olmasa da dalgalıydı. Acilen duş almalıydım.

Giriş kattaki odalardan birisi açıldığında o tarafa hiç bakmayım elime geceden beri aklımı karıştıran belgeyi aldım.

“Erkenciyiz bakıyorum.” Diyen keremin sesini duyduğumda başımı salladım. “Kaçta uyandın?”

Oturduğum koltuğun karşısındaki koltuğa oturdu.

“Uyumadım.”

Gözlerim sadece belgelerdeydi. Anlık gelen mide bulantısıyla yutkunup elimi ağzıma götürdüm. Ayağa fırlayıp banyoya koştuğumda banyonun yanındaki odadan komutanım çıktı.

Kapıyı açıp içeri girince ışık hızıyla geri kapattım. Klozete eğilip kusmaya çalıştım ama nafile mide bulantısı artmasına rağmen kusamıyordum.

İçim dışıma çıkacak gibi hissediyordum.

Kapı tıklandığında tanıdık bir ses yükseldi. ”Elfida iyi misin?”

Buğra.

“İyiyim,”

Eğildiğim yerden kalkıp lavaboya yaklaştım. Aynadan kendime baktığımda gözlerimin altı hafifçe morarmış, saçlarım dağılmıştı. Gece yapılan makyajı tamamen temizlemeye üşendiğim için hala gözlerimin altında göz kaleminin siyah rengi duruyordu.

Kısaca iğrenç görünüyordum.

“Kapıyı açar mısın? İyi değilsin.” Buğra kapıyı zorlamaya başladığında suyu açıp yüzüme birkaç kez su vurdum. Kenarda duran havluyla ellerimi ve yüzümü sildikten sonra kapının kilidini açıp kapıyı açtım.

Büge, Asya, buğra, Kerem ve Demir kapının önünde bekliyorlardı.

“Kerem, Elfida’nın ceketini getir hastaneye gidelim.”

Kerem arkasını dönüp yürüyecekken “Gerek yok, işimiz var” deyip banyonun önünden çıktım. Salona yürüyüp incelediğim tüm belgeleri üst üste koydum.

“Arkadaşını dinle, asker. “ başımı kaldırıp karşımda duran komutana baktım. “Buna ben karar veririm, sizi ilgilendirmeyen meselelere karışmayın.”

“Karşında komutanın var, bu şekilde konuşamazsın.”

Kaşlarımı çatıp sinirle konuştum. “En azından ben sizi operasyonu bahane ederek iki kez öpmedim, komutanım.”

Komutanım kelimesini bastıra bastıra söylediğimde siniri çok net belli oluyordu. “Öyle mi? Bahane miymiş?” dediğinde ileri bir adım atıp bağırdım. “Evet, bahane!”

“Haddini bil, bana sesini yükseltemezsin!”

Herkesin şuan pür dikkat bizi izlediğine emindim.

“Ben sizin alt rütbenizde olup bağırıp çağırabileceğiniz bir asker değilim, özel bir görev personeliyim. Asıl siz benimle doğru konuşun.” Fazlaya kaçıyorduk, bir gecede bu kadar düşman olmamız çokta iyiydi. Ama biraz daha bağırırsam muhtemelen tim içinde görev dışı edilirdim.

Araya diğerleri girip beni geriye onu geriye çektiğinde Yasin aradan bağırdı. “Barın, saçmalıyorsunuz şuan.”

“Benim saçmaladığım falan yok. Arkadaşınız kendini çok bilmişlik yapıyor.”

Öyle mi der gibi başımı salladım. “Ben miyim saçmalayan? Ben miyim çok bilmiş?”

“Yeter!”

Asya var gücüyle bağırdığında hepimiz ona döndük. “Cidden yeter içinde olduğumuz duruma bir bakın.” Daha sonra bana bakıp “Elfida abartma istersen, bu şekilde buradaki hiçbir askerle konuşmazsın.” dedi. Yanımda durup kolumu tutan Büge'den ayrılıp ikisine de ters ters bakıp yukarı çıktım.

Odamın kapısını sertçe vurup kapattım.

“Çok bilmişmiş!” makyaj masasının üzerinde ne var ne yoksa yere savururken bağırmaya devam ediyordum. “Lan sen kendini sakladın benden!”

Yere bulduğum ne varsa atıyor kırılacak bir şey varsa tuzla buz oluyordu. “Yıllar sonra gelmiş ben seni tanıyorum diyor bana!”

“SENDEN HOŞLANAN KAFAMI SİKEYİM BEN!”

Olduğum yerde kaldım. Bunu söylemeyi planlamamıştım. İtiraf etmeyi de.

Yerdeki çantamı alıp yatağa oturdum sinirden titreyen ellerimle çantanın fermuarını açıp içinde ne var ne yoksa yatağa döktüm. Nihayet ilacımı bulduğumda yatağımın yanındaki su bardağına uzandım. İlacı ağzıma atıp sudan birkaç yudum aldım.

Bardağı aldığım yere geri bırakıp sakinleşmeye çalıştım.

Allah’ım yaratırken doğuştan sinir yetme deyip sinir hastalığı da vermiş.

Bir süre ne aşağıdakilerden ne de benden ses çıkmadı. Mide bulantım da geçmişti.

Oturduğum yerden kalkıp bavulumdan iç çamaşırı ve beyaz body altına ise siyah kumaş pantolon aldım. Odamdaki banyoya girip üzerimdeki kıyafet ve kolyeyi çıkardım. Sıcak suyun altında kısa bir duş alıp üzerime bornozumu geçirdim. Odama geri girip kapımı kilitledim.

Yatağa bıraktığım iç çamaşırlarımdan sonra kıyafetlerimi giyip ilacımı almak için boşalttığım eşyaların arasından arağımı alıp saçlarımı taradım. Hep yaptığımı yapıp kurutmadım.

Aşağı indiğimde salonla birleşik olan mutfakta Büge ve Demir hariç kahvaltı yapıyorlardı. Birkaç saniye onları izlediğimde komutanımla göz göze geldik. Pek kahvaltı ediyor gibi bir hali yoktu.

Gözlerimi kaçırıp salonda sabah oturduğum yere oturup bilgisayarı açtım. Mesaj kutusuna tıklayıp Bulut’a mesaj attım.

Siz: Bulut, görüntü ile bağlanıp toplantı yapmamız gerek. Hızlı olalım.

Çok geçmeden geri mesaj geldi.

Bulut: bağlıyorum, başkanım da burada.

Siz: tamam.

Mesaj kutusundan çıkıp konuştum. “Karargah bağlanıyor, toplanın.”

Birkaç çatal sesinden sonra yanıma Büge diğer yanıma da demir oturdu. Gelen aramayı kabul edip ellerimi dizime koydum.

“Arkadaşlar,”

“Merhaba, başkanım.”

Görüntüde Bulut ve İlkay siber işleri hallettikleri bölümde koltuklarında oturuyor başkanım ise ayakta duruyordu.

“Elfida, haberleri aldım kızım. Saldırıyı Maram’ın yaptırdığından şüpheleniyoruz. Senin bir fikrin var mı?”

Başımı sallayıp söze başladım. “Sabaha kadar araştırma yaptım, Maram’ın iletişime geçtiği numara ve mail adreslerini inceledim. En son konuşması Sara ile,”

“Sara?”

“Akgün’ün öz kızı.”

Büge “Yani sadece Akgün değil ailesi de bu işin içinde.” Onaylayan bir ses çıkardıktan sonra uzun bir süre sadece Akgün ve kızı hakkında konuşuldu.

Konuşma kapatılmadan önce başkanım “Elfida, durgun gibisin kızım. Diğerleri de aynı şekilde.”

Kavga ettik diyemeyeceğim için “Yorucuydu dün geç geldik başkanım ondan dolayı.”

Başkanım başını salladıktan sonra konuşmayı kapattım. “Dağılabilirsiniz” diye mırıldandıktan sonra ayağa kalktım.

Yanımdakiler ayağa kalkıp salonda yürürken karşımdaki kişiyle donup kaldım. Başım olduğum yerde deli gibi dönüyor ellerimin titrediğini hissediyordum. Bu kadar hastalığın bir açıklaması olmalıydı.

Banyoya girip içimi hallettikten sonra yukarı çıktım odamın kapısı açıktı. İçeride ise o vardı. Komutanım.

Elinde zincir vardı.

O zincirin ucunda ise künye.

Kapıma asılan künye.

“Bunu ne zaman anlatmayı düşünüyordun?”

Cevap vermedim ama cevap zaten belliydi.

Hiçbir zaman.

🎀

 

Loading...
0%