Yeni Üyelik
12.
Bölüm

11. Bölüm

@eliffbulu

2017 – 18 Kasım Ankara

Soğuk bir ölüm, kimsesizliğin içindeki soğuk ölüm. Böyle tasvir ederdi Elfida, kimsesizliği. Onun sadece vatanı vardı.

Berlin’deki gizli görevinden yeni dönmüş, başkanının ona “Sana ölmeyi emrediyorum.” Cümlesini düşünüyordu. Kabul ederse ölecekti.

Ankara her zamanki gibiydi, soğuk ve acımasız. Atakule’nin en tepesinde şehrin ışıklarını izliyordu.

“Bir vatan uğrun ya Rab,” diye mırıldandı. “Ne güneşler batıyor.”

Üzerinde kat kat giysiler vardı. Severdi böyle giyinmeyi. Çizgili kazalar, soluk renk süveterler, her şeyin üzerine giydiği siyah kabanı…

Uzun bakır ile turuncunun karışımındaki saçlarına elini attı. Beline kadar gelirdi saçları. Babası öldükten sonra sadece uçlarındaki kırıkları almak için azıcık kesmişti. Elinde zift gibi koy bir kahve vardı. Sütten nefret ederdi.

Ve o soğuk havada Elfida’yı görmek için Hakkari’den Ankara’ya gelen, Alp.

Barın değildi sevdiklerine karşı, Alp’ti. Babasının yiğit Alp’i, annesinin biricik oğlu Alp’ti. Hakan da ona Alp derdi.

Atakule’nin tepesinde Elfida şehri, Alp Elfida'yı izliyor.

Alp’in gözleri Elfida’nın saçlarına kaydı. Upuzun saçlarına. Gülümsetti bu görüntü onu. Yanındaki kağıda siyah bir kalemle şunları yazdı.

“Saçlarına dokundurmaz, babası seviyor diye.”

Daha sonra kimseye belli etmeden oradan ayrıldı.

🎀

2019- 11- Ocak

Uzun süre sonra kar yağmıştı, Ankara’ya. Az da olsa yağmıştı. Elfida soğuk severdi. Ankara’nın en işlek caddelerinden birinde arabasını bir kaldırımın kenarına park etmiş kahve almak için hep geldiği kafeye girdi. Yine koyu bir kahve alıp kafeden çıktı.

Bugün doğum günüydü.

 

Siyah deri topuklu botları üzerindeki siyah kazak, kumaş pantolon ve siyah kabanı ile uyumlu duruyordu.

 

Siyahtan farklı olan tek renk saçlarının turunculuğuydu. Bu kez kısa olan saçlarının turunculuğu.

Kulağının hizasında kesilmişti.

 

Alp ise görevinden dönmüş Elfida’yı takip ediyordu.

 

Çok büyük bir riske girdiğinin farkındaydı. Elfida MİT’çiydi. Yaprak kımıldasa haberi olur, adında anlardı.

 

Barın Alp yürümeye başladı. Elfida’nın olduğu yeri bulmaya çalışıyordu. Elfida yavaş adımlarla kaldırımın sonundaki arabasına yürürken Barın Alp’in gözleri sonunda onu buldu.

 

Yutkundu, saçlarına baktı yürüyen kadının. Kıpkısa saçlarına.

 

Elfida yanından, tam dibinden geçen Elfida’nın kokusu ciğerlerine dolmuştu. “Lilyum” dedi kendi kendine.

 

“Lilyum çiçekleri gibi kokuyor.”

 

Elfida iki metre ilerideydi cebinden anahtar çıkarım arabayı açtı. Ama elinden düşen kahve bardağı ile donup kaldı. Bir süre sadece bardağa bakıp yerden bardağı almadan arabaya bindi.

 

Kapıyı kapatıp ağlamaya başladı.

 

Ellerini yüzüne siper ediyor göğsü hızlı nefes almaktan inip kalkacak kadar şiddetli ağlıyordu.

 

Kahvesi düştüğü için ağlıyordu ama aslında kahvesi düştüğü için değil.

 

Barın Alp bir süre arabanın ön camından onu izledi. Kalbine derin bir sızı saplandı. Yeşil gözlüsünün gözlerinden akan yaşları ilk kez görüyordu. Bekledi bekledi, yanına gidip sarılmak istedi. Sıkı sıkı sarılmak. Ağlama demek istedi. Ağlama, buradayım demek. Her şeyden çok istedi.

Daha sonra bir yıl önce Atakule’nin tepesindeyken yazdığı sonra telefon kılıfının arkasına koyduğu kağıdı çıkarıp cebinden kalem aldı. Ve şunları yazdı;

Saçlarını kulaklarının hizasında kesmiş, babası yok diye.”

Kısa saçlarıyla gördüğü kadını, bir daha görmeye gelmedi.

🎀

2023 - 5 Kasım

Ne yapmamı ya da ne dememi bekliyordu şuan?

“Elfida, sakın bana söylemeyi düşünmediğini söyleme.” Başımı büyük bir ciddiyetle sallayıp kollarımı önümde birleştirdim. “Evet aynen öyle yapacaktım, komutanım.” Çenesinin kasıldığını görebiliyordum. “Babanın ölüm tarihi.” Gözlerimi kırptım. “Sana böyle bir künye veriliyor, üstüne birde bu notla.” Deyip yatağın ucunda duran kağıt parçasını alıp tekrar bana döndü. “Ve sen bana söylemiyorsun, öyle mi?”

 

Kollarımı açıp ileri yürüdüm havaya kaldırdığı notu elinden çektim. “Bir ailem yok, kendi kararlarımı verebileceğim yaşı çoktan geçtim –ki bu kararları vermeyi babam beş yaşımda öldüğünde almaya başladım- o yüzden söyleme gereksinimi duymadım.” Dedim.

 

“Bu kadar mı yok saydın sen beni?”

 

“Evet, ne yapmamı bekliyordunuz?Sizde beni yok sayarsanız sevinirim.”

 

Elini ensesine atıp sinirle saçlarını karıştırdı. Dilini damağına vurup küçük bir cık sesi çıkardı. “Ben seni yok saymıyorum, kızım. Oldu mu? Yok falan saymıyorum. Attığın her adımda aldığın her nefeste yanında olacağım oldu mu?” elindeki künyeyi yatağa fırlatıp kapıya ilerledi. Kapıyı kapatıp karşımda durdu. Ellerini omuzlarıma koydu.

 

“Yirmi üç yıl, Elfida.” Dedi. “Yirmi üç yıl boyunca yediğin her boktan, girdiğin her operasyondan, konuştuğun her insandan haberim vardı.” Gözleri yüzümde gezinip en sonunda gözlerimi buldu. “Sen bana babanın emanetisin.”

 

Ve bum, Elfida donup kalır.

 

“Ne?” dediğim sırada titreyen bir nefes verdi. “Baban, ölmeden önce seni bana emanet etti.”

 

Babam söylerdi bana, söylerdi…

 

“Babam…”

 

“Evet.”

 

Ellerimi saçlarıma getirip geriye doğru attım. Odanın camından içeri ışık giriyordu. Etraf dağınıktı.

 

“Anlatacak mısın yoksa ben kendi yöntemlerimle öğreneyim mi?”

 

Anlatırsam, bu işin peşini bırakmazdı ama söylemezsem de bırakmazdı. Gecesinde hayatının laflarını edip sabah kavga ettiğim komutanıma şimdi bunu mu anlatacaktım?

 

“Tamam, anlatacağım ama bir şartım var.” Ne diyeceğimi merak eden bir ses tonuyla “Nedir?” dedi. Mavi gözlerine baktım, deniz mavisi gözlerinin tam içine.

 

“Bu olaydan kimsenin haberi olmayacak.”

 

Adem elması yavaşça hareket ettiğinde yutkunduğunu anladım. Bekledi bir süre daha sonra konuşmaya başladı.

 

“Tamam, kabulüm. Ama,” dedi. “Ama?”

 

“Sana zarar geleceğini anladığım anda tüm TSK duyar bu olayı. Bunu gönderen kimse yaşatmam.”

 

Kalbim titredi sanki, sesinde olan netlik yüzünden kalbim titredi. “Tamam,” dedim. “Bende kabulüm.”

 

“Operasyondan döndüğümüz sabah,” anlatmaya başladığımda yatağı işaret edip yatağın ucunda duran koltuğa oturdu. Bende yatağın ucuna oturdum. “Kapımda bu künye ve not asılıydı.”

 

“Kameralar?” dediğinde başımı sağa sola salladım. “Kamera sistemine sızdım fakat görüntüler adamın birisinin asansörden inip benim kapıma yaklaştığı anda kesiliyor.” Sıkıntılı bir nefes alıp verdi. “Şüphelendiğin birisi var mı?”

 

Birkaç saniye bekledim. “Hayır, yok.”

 

Var.

 

“Elfida, yalan söyleme bana anlarım.” Gözlerimi devirdim. “Yok diyorum, komutanım.”

 

Yüzümü birkaç saniye izledikten sonra başını salladı. “Tamam, birazdan yola çıkıyoruz. Bir an bile yanımdan ayrılmıyorsun. Anlaşıldı mı?”

 

“Anlaşıldı komutanım ama…” lafımı kesip konuşmaya başladı. “Ne kadar güçlü ve zeki olduğunu biliyorum. Yine de yanımdan ayrılma, insan bulunduğu durumu içinden çıktıktan sonra anlar.”

 

“Tamamdır, komutanım.”

 

Abi sen beni iki kez öptün, yirmi üç yıl koruyup kolladın, babam seni yetiştirmiş onu da geçtim hala beni korumaya çalışıyorsun. Ben sana niye komutanım demeye devam ediyorum.

 

Çünküoseninkomutanıngerizekalıelfida.

 

İç sesimi birisinin durdurması gerek.

 

Etrafa göz gezdirip yerdeki kırık cam ve makyaj malzemelerine baktı. Başını kaldırıp bana bakmadan ayağa kalkıp kapıya ilerledi. “Önemli eşyalarını al, gerisini bırak. Toplama.” Edikten sonra kapıdan çıkıp gitti.

 

Değişik birisiydi. Bazen hiç tanımadığım birisi olurken bazen iliklerime kadar onu tanıdığımı hissediyordum.

 

Oturduğum yerden kalkıp yatağın üzerindeki eşyalarımı çantama doldurdum. Yerde duran birkaç kıyafetimi de çantama atıp telefonumla birlikte odadan çıktım.

 

İlk kata indiğimde çoğu hazırlık yapmış eşyalarını almıştı. Sadece Asya, Akın ve Komutan yoktu.

 

Üzerimde ceket yoktu. Siyah kabanımı aldığımı düşünüyordum. Koltuklara göz atıp kabanımı aradım ama yoktu. “Büge, siyah kabanımı gördün mü?” diye sorup Büge’ ye baktım.

 

Büge başını sağa sola sallayıp “Hayır, aşkım. Görmedim.” Dedikten sonra yüzündeki tatlı gülümsemeyle birlikte “Benim ceketim var vereyim mi?” dedi. Onun gülümsemesine karşılık olarak ende gülümseyip “Ha, yok güzelim. Ben yukarıda unuttum galiba.” Dedim. Olumlu bir şekilde mırıldandı.

 

Çantamı kenara bırakıp yukarı kata çıktım. Odama gireceğim sırada gelen fısır fısır seslerle olduğum yerde kalıp sırtımı duvara yasladım.

 

“Barın, onu hâlâ nasıl timde tutabiliyorsun? Yaptıklarına bir bakar mısın?”

 

“Asya! Kendine gel burada komutan benim. Kimi gönderip kimi göndermeyeceğime ben karar veririm. Buna karışmaya hakkın yok.”

 

Benim odamda benim hakkımda konuşuyorlardı.

 

“Asya biraz abartmadın mı sence de? Kız sadece tim için uğraşıyor.” Akın da oradaydı. Komutanımın sinirle savurduğu sessiz küfürleri duyabiliyordum. “Asıl abartan o.“ dedi Asya daha sonra devam etti. “Komutanım, kızı Allah bilir kim böyle şımarttı. Baksanıza haline. Onun gibi bir kızın bizim timde yeri-”

 

Asya’nın sözlerini komutanımın düz sesi kesti. “Asya kes sesini! Şımarık dediğin kadın çıktığımız iki operasyonda neler yaptı. Onun gösterdiği çabayı dikkate al ondan sonra benimle konuş.” Bir süre bekledi.

 

“Benim Elfida’dan hiç şüphem yok, olan varsa askeriyeye istifasını verebilir, bu kadar net.”

 

Odadan çıkacaklarını hissettiğim sırada gelen ayak sesleri ile odanın kapısından içeri girdim. Kapıda Asya ile burun buruna geldiğimizde Asya tedirgin bir şekilde bana bakıyordu.

 

Oluşan sessizliği bozup yatağımın kenarında duran siyah kabanımı elimle gösterdim. “Kabanı kalmış onun için geldim.” Biraz geri çekilip bekledim. Asya yüzündeki tedirginliği gizleyemiyordu. Akın Asya’nın koluna girip “Hadi, Asya komutanım. Biz gidelim artık.” Dedi. Asya’yı odadan çıkarıp gittiğinde önümde duran komutanıma baktım. “Duydun değil mi?”

 

Duydum, komutan.

 

Kaşlarımı çatıp “Neyi?” dedim. Dudağının kenarı hafifçe yukarı kıvrıldı. “Tamam.” Dedi. Omzumu silkip yatağımın yanından kabanımı aldım. Arkamı döndüğümde hala kapının eşiğinde bekliyordu. Kalçamı kapatan biraz daha uzun olan kabanı üzerime geçirdim. Önde ben arkamda o merdivenlerden indiğimiz sırada Asya bana bakıyordu. Yere bıraktığım çantamı alıp tek koluma taktım. “Hadi, dışarı.” Komutanımın emri ile o önde biz arkada dışarı çıktık. Bizi bekleyen büyük arabaya bindiğimizde, Büge yanımda oturuyordu.

 

Yolculuk ne kadar sürdü tam olarak bilmiyorum, sadece künyeyi düşünüyordum. Derin bir nefes alıp başımı kaldırdım. İlk çıktığımız operasyondaki gibi karşımda komutanım vardı.

 

Bazı şeylerin bu şekilde olması saçma geliyordu, bu kadar hızlı tanışmamız, beni öpmesi, yıllar sonra babamı tanıyan biri olduğunu söylemesi… daha birçok şey.

 

Belki de sadece ben öyle hissediyordum.

 

Araba yavaşladığında filmli camlardan dışarı baktım. Karakoldaydık. Herkes teker teker dışarı çıkmaya başladı. Bizi Sinan yarbayım ve adını bilmediğim bir albay karşıladı.

 

“Hoş geldiniz arkadaşlar.”

 

Yan yana dizildiğimizde hep bir ağızdan “Sağ ol, komutanım!” dedik.

 

“Barın Alp Yıldırım, “ Albay konuştuğunda komutanım gür sesiyle “Yüzbaşı Barın Alp Yıldırım, Ankara. Emret komutanım!”

 

“Tim’inle gurur duyuyoruz asker.”

 

Şuan mutlu olduğuna yemin edebilirdim.

 

“Sağ ol, komutanım.”

 

Yarbayım ve albayım gülümseyerek bize baktıktan sonra yarbayım “Komuta sende yüzbaşı.” Dedi.

 

Biraz sonra yarbay ve albay giderken komutanım karşımıza geçip “Askeriyeye, şimdilik dağılabilirsiniz arkadaşlar.”

 

Buradan askeriyeye geçecektik galiba. “Asya, Elfida’yı koğuşa götür.”

 

Bana düşman olan kıza verdiği emire bak. Sabır Allah’ım…

 

Asya bana baktığında bir şey demeden yürümeye başladı, bende arkasından yürüdüm. Tam komutanımın yanından geçerken “Sabahki tartışmayı unut, sadece fazla sinirliydik.” Dedi.

 

“Rütbelerimiz olmasa benden özür dilediğinizi falan düşüneceğim, komutanım.” Dedim adımlarımı yavaşlatıp ona bakarken

 

“Rütbeleri umursadığım falan yok, Türkeç. Özür dilemem gereken kişi sensen, ne rütbe ne gurur. Umurumda olmaz.”

 

Gözleri gözlerimi buldu, boyu gerçekten çok uzundu. Başımı tamamen kaldırmam gerekiyordu ona bakmam için. Gözlerinin deniz mavisi renginin etrafını çerçeveleyen koyu renk hareleri, gözlerini daha da belli ediyordu. Küçükken hatırladığım rengi biraz silikleşmiş daha grimsi bir renk almıştı. Dudaklarında zar zor belli olan bir gülümseme vardı.

 

Yakınımızdan gelen bir öksürme sesi ile geriye çekildim.

 

“Haydi, Elfida. Benim daha işim var.” Dedi Asya. Başımı sallayıp yanına yürüdüm. Bir süre yürüdükten sonra karakolun yanında bulunan binaya girdik. “Askeriyeler daha farklı olmaz mıydı?” dedim kapıdan kimliklerimizle beraber girerken.

 

“Depremden dolayı buraya aldılar, ayrıca özel kuvvet olduğumuz için sınıra daha yakın olmamız gerek.”

 

Hiçbir şey demeden onu takip etmeye devam ettim. Bir kapıyı açtığında içeri girdik. En fazla on yatak vardı. “Rahat ol burada, şu camın kenarındaki üst ranza senin. Altta Asena adında bir üsteğmen yatıyor. Şuan Ankara’da bir görevde.”

 

“Tamam, sağ ol.” Dedikten sonra yürüyüp camın kenarındaki ranzaya yaklaştım. Çantamı yukarı atıp kenardaki demirlere basarak üste çıktım. Çantamı açıp içinden küçük defterimi çıkardığım sırada Asya’dan bir ses geldi.

 

“Merak etme, istihbaratçısın diye en fazla iki gün kalırsın burada. Sonra yok şundan bilgi al yok bunu araştır diye evine gönderirler.”

 

Başımı kaldırdığımda yanımdaki ranzanın üstünde uzandığını gördüm. “Burada olmamdan şikayetçi değilim, Asya komutanım. Ben de sizi gibi vatanım için çalışıyorum. Aynı şartlar altında.”

 

Derin bir nefes alıp elimdeki defterin kenarındaki ipi açtım. En son kaldığım sayada siyah tükenmez kalemim vardı. Kalemi alıp kenara bıraktım.

 

“Aynı şartlar öyle mi?”

 

Gözlerimi devirdim. Şuan ne yapmaya çalışıyordu bilmiyorum ama benden nefret ettiği konusunda hiçbir endişen yoktu.

 

İlk geldiğim sıralarda böyle değildi.

 

“Ne söylemek istiyorsunuz, komutanım?”

 

Rütbeler, ne kadar sevsek de sevmesek de o rütbeler için saygılı olmamız gerekiyordu.

 

“Baban seni sevmiş, anlatılanlara göre fazlasıyla sevmiş. Aile durumuna bakılırsa annenle babanın mutlu bir ilişkisi falanda vardır senin. İyi anne iyi baba. Seni seven onda insan var. Üstelik askeriyeye girmek içinde götünü yırtmamışsındır. Kısaca aynı şartlar altında falan değiliz. Sen rahat bir yaşam sürdün, ben bırak rahatı, bir yaşam bile süremedim.”

 

Sesi çok rahattı ne yaşadı bilmiyorum ama mutlu aile tablosu olsa da olmasa da ailen yaşıyorsa şükür etmen gerekirdi. Tabii bazı istisnalar hariç.

 

“Rahat bir hayatım oldu, bunu inkar edemem. Aile derseniz annemin mezarına gidip geliyorum. Babamın mezarına ise onlarca koruma ile birlikte.” Elimdeki defteri açık bir şekilde yatağa bıraktım.

 

“Askeriyeye girmek için uğraşmadım; istihbarata girmek için canımı bile vermeye hazırdım. Ergenliğimden önce bile intikam istiyordum. Liseye başlar başlamaz da eğitim almaya başladım. Asıl can yakan neydi biliyor musunuz?” hiçbir cevap vermeyince sorduğum soruya yanıt verdim.

 

“Bunlar olurken ne yanımda sevdiğim bir insan ne de arkamda duran bir ailem. MİT’e girdim, babamın mezarına girdim. Dövüş sanatları birincisi Elfida Türkeç. Ben neredeydim? annemin mezarında.?” Demirlerden destek almadan ranzadan aşağı atladım.

 

“Sidik yarıştırır gibi acı yarıştırmanın alemi yok, kalbin kadar acı çekersin derdi babam. Ben istihbarat eğitimlerinde kalbimin olmadığını öğrendim. Size iyi günler komutanım.”

 

Sözümü bitirip koğuşun gri kapısından dışarı çıktım, kamuflajlarım çantamdaydı. Bahçeye çıktığım sırada yürümenin iyi olacağını düşünüp binanın arka tarafına doğru yürümeye başladım.

 

Baba, baba, baba… kızının kalbi var mıymış, acısı kadar mıymış? cevap versene bana.

 

Hava serindi, neredeyse kış gelmişti.

 

Arka bahçenin duvarından dolandığım sırada bir grup asker oturuyor, şen kahkahalar atarak eğleniyorlardı.

 

“Oğlum, piçin yüz ifadesini görmeniz lazım! Bir sıktı Özgür komutanım mermiyi.”

 

Gülümsedim bu hallerine, belki de kısa süre içinde eksileceklerdi.

 

Kısa bir ıslık sesi ile arkama döndüm. “Nasıl gidiyor, Elfida hanım?”

 

Kerem.

 

Gülerek onun yanına doğru yürüdüm. Elini uzattığında ses çıkacak şekilde ellerimizi birleştirip tokalaştık.

 

“Ne olsun be, Kerem. Aynı işte.” Dedim.

 

İlerideki bankı diğer eliyle gösterdiğinde elimi elinden çekip yürümeye başladım. O da yanımda geldi. Sırtımı yaslayarak oturdum.

 

“Sabahki kavga da biraz üzerine gittiler sanırım?” başımı ona çevirdiğimde kısık gözlerle bana bakıyordu. “Yok be,” dedim dalga geçer gibi. “Asya komutanım güzel kızdı he,” diye devam etiğimde küçük bir kahkaha attı. “Ulan var ya, sen bu time gelmeden önce iki yıl falan diyeyim ben sana. Kadın eziyetin anasını ağlatıyordu.” Boğazını temizler gibi yapıp “Yalan yok, korkuyordum.” Bu kez ben güldüm. “O kadar mı ya?” başını salladı.

 

“Komutanım koşu cezası verdi mi sana?” aklıma gelen şeyi sorduğunda yüzü şakasına düştü. Kaşlarını hafifçe çatarak cevap verdi. “Elli tur demişti,” dedi. Sonra bakılarını karşıya çekip “Yüz elli tur koşturdu.” Dedi. Kendimi tutamayarak gülmeye başladım “Yüz elli ne lan?” benim gülüşüme bakarak o da güldü.

 

“Valla kısa sürede tanımak zordur komutanımı ama zamanla anlarsın. Psikopatın önde gideni.” Dedi.

 

Başımı salladım. “Eminim öyledir.”

 

Gözlerim büyük binanın etrafında gezindi.

 

Tek başına bir banka oturmuş, bacağını büküp diğer bacağının üzerine atmış. Elinde sigarasını içen birisi. Komutan yıldırım.

 

Bir süre izledim. Gözlerimi ondan ayırmadan Kerem'e konuştum. “Komutanımla ilgili, bir şey biliyor musun?” diye sordum. “Ne gibi ve neden?” diye soru yönelttiğinde gözlerim hala üzerinde kamuflajı olan komutanımdaydı.

 

“İstihbaratçıyım ya, genelde merak ederim.” Dedim.

 

Kerem anlatmaya başladığında geriye tamamen yaslanıp kollarımı önümde birleştirdim.

 

“Çok küçük yaşta kaybetmiş babasını ve annesini. Ona bakacak bir akrabası falan da yokmuş. Söylenilenlere göre uzun bir süre yetimhanede kalmış. Bu sıralarda adını bile bilmediğimiz bir adam tarafından yetiştirilmiş. İntikam istiyormuş, girdiği her operasyon bölgesinin duvarına kocaman harflerle “SIRA SİZE DE GELECEK” yazıyormuş.”

 

Sıra size de gelecek…

 

Aklıma takılan bir şeyi söyledim. “Neden intikam istiyormuş ki?”

 

“Babasının çok yakın bir arkadaşı MİT’çiymiş. Tabii adamın düşmanları falanda var. Neyse işte babası profesör doktormuş. Seminer mi ne düzenliyormuş İtalya’da.” Derin bir nefes aldı. “Annesi, babası ve annesinin karnındaki kız kardeşiyle beraber evi yakmışlar. Evden sadece o kurtulmuş. Annesi bir süre hastanede kalmış ama kadıncağız dayanamamış.”

 

Dudaklarımı dilimle ıslattım. Titrek bir nefes aldım. Boğazıma bir yumru oturdu sanki. Yakmışlar, ailesini diri diri yakmışlar. Kim bilir ne kadar acı çekiyordu. Kim bilir öfkesini ne kadar belli etmemeye çalışıyordu.

 

“Birde lakabı var,” dediğinde nihayet gözlerimi komutanımdan çekip kereme baktım. “Neymiş?”

 

“Yıldırım,” dedi. “Soy adından olsa gerek diye düşünüyordum da, değilmiş. Teröristlerin her planına yıldırım gibi düşüp işi bozduğu için tüm örgütt üyeleri tarafından Yıldırım diye biliniyormuş.”

 

Vayy, komutana bak sen.

 

“Teşekkür ederim anlattığın için.” Deyip ayağa kalktım. O da benimle birlikte kalktı. “Lafı bile olmaz Elfida hanım.”

 

Güldüm. “Sadece ismimle hitap edebilirsin.” Dedim. Başını salladı “Sağ olun. Ben hanımdan devam edeyim. Sizin gibi bir hanımefendiye bu yakışır.” Elimi omzuna atıp birkaç kez hafifçe vurdum “Dikkat et, ben gideyim artık.” Arkamı dönüp yürümeye devam ettim. Karargahı, evimi özlemiştim. Derin bir nefes alı koğuşa geri döndüm.

 

&

 

Üç gün sonra

 

“Askerler, içtima alanına!” verilen duyuru ile üniformamızı giyerek tüm askeriye içtima alanına yürüdük. Timler ayrıldığında isimsizler timi olarak sıralandık. “Hepinize merhaba arkadaşlar, şimdi diyorsunuz neden buradayız diye.”

 

“Evet, komutanım. Neden buradayız?” diye bir ses yükseldi kalabalığın arasından.

 

“Hm bir kontrol, hem de bir haber için” dedi Albay yüksek sesle. “Sayımdan başlayalım, sağ baştan say asker!”

 

“BİR!” dedi bizim timden komutanım. “İKİ1” diye gür sesi ile Asya ses verdi.

 

“ÜÇ! DÖRT!... YETMİŞ!”

 

Tüm sayım bittiğinde albayım herkesin üzerinde gözlerini gezdirdi. “Sınırda hareketlilik var,”

 

“Hareketsiz bırakalım komutanım!”

 

“Bırakırsın, yüzbaşı.”

 

Tüm ciddiyetimizle bir süre albayı dinledik diğer timler dağılırken albay tam karşımızda durdu. “Göreviniz var, İsimsizler.”

“Görevimiz namusumuzdur, komutanım. Vatanımız istesin, canımızı verelim.” Dedi komutanım. Albay başını salladı. “SSınıra çıkıyorsunuz, hemen şimdi. Görevinizin detayları komutanınıza verildi.” Dedi ve ekledi. “Şehitlerimiz için!”

 

“Şehitlerimiz için!”

 

“Allah yardımcınız olsun arkadaşlar.” Dedi albay. Bir süre sonra bizde toplandık. “Silahlarınızı hazırlayın.”

 

Geniş bir silah odasında silahlarımızı temizleyip yeni silahlar aldık. “Yasin, senin silahtan iki tane al.” Yasin komutanıma aktıktan sonra iki adet büyük nişancı silahı alıp komutanıma birisini uzattı.

 

Her şey tamamlandığında dışarıya çıkıp operasyona gideceğimiz araca bindik.

 

“mikrofonlarınızı takın.” Diye emir geldiğinde herkes kulağına kulaklığı yakasına mikrofonları yerleştirdi.

 

“Komutanım,” diye geldiğimden beri duymadığım kalın bir erkek sesi geldi. “Söyle, Yaltı.”

 

“Sınırda Akgün mü var?” araba harekete ediyordu. “Akgün’ün kızı var. Sınırdan geçmeye çalışmış beyinlerini siktiklerim.”

 

Nefreti ve siniri her şekilde belli oluyordu.

 

Kısa süren bir yoldan sonra araçtan hepimiz indik. Dağlık bir yerdi.

 

“Dağılıyor muyuz?” diye sorduğumda komutanım bana baktı. “Üçe ayrılın.” Dedi. “Yasin, Elfida siz benimle.” Dediğinde Yasin ile beraber yürüyüp komutanımın iki tarafına geçtik. “Her zamanki kod isimleri. Kurt 1 benim.” Dedikten sonra Asya’ya eliyle işaret edip “Akın, ve Yaltı. Siz Asya’yla beraber.” En son kalan Ömer, Emre ve Alper2i de kendi arasında kurt 3 diye adlandırıp dağılmamızı sağladı.

 

Yasin ve ben arkada komutanım önde yürürken Yasin konuştu. “Komutanım,” dedi.

 

“Yasin, önemli bir şey değilse söyleme başım ağrıyor koçum.”

 

Kıkırdadığım sırada gelen sesle başımı çevirdim. Silahı her an sıkacakmış gibi tutup etrafıma baktım. “Sınır dışındayız, her adımınızı çok dikkatli atın.” Dediği sırada kopan bir çığlıkla hepimiz ileriye hızlı adımlarla gitmeye başladık.

 

“ASYA!” komutanım avazı çıktığı kadar bağırdığında karşımıza geçen bir esmer kadın ve birkaç adamla beraber küçük bir kız çocuğu duruyordu.

 

“Komutan Yıldırım sensin demek” dedi kadın.

 

Küçük olan kız başına silah dayanmış bir şekilde ağlayan gözlerle bize bakıyordu.

 

“Benim,” dedi komutanım. “Nihayet yüzünü görebildik, Yıldırım.”

 

Gel de belasını sikme şimdi.

 

“Benim yüzümü gören ölüyor, Sara. Öğrenendiniz mi hala?”

 

Yasin silahını karşıya tuttuğunda kadın elini kaldırdı. “Sakın, sakın bir şey yapmaya kalkışma. Çocuk ölür.”

 

Dişlerimi sıktığım sırada arkadan gelen ayak sesleriyle bizimkilerin devamı olduğunu gördüm. “Nasıl becerdiniz lan siz bu işi?” Yasin sinirle bildiğin diğerlerine kükrediğine Asya karşılı verdi.

 

“Sus Yasin! Oldu işte. Amına koyduklarım pusu kurmuş.”

 

Tekrar önüme dönüp kıza baktım, kara gözlü karakaşlı küçücük bir kızdı. Taş çatlasın on yaşındaydı. “Abiciğim,” dedi Yasin kıza bakarak. “Korkma tamam mı? alacağız seni.”

 

Kız başını salladığında gülümsedim. “Silahları hazırlayın, üçe kadar saydığımda bu hanım efendiye mermileri boşaltıyoruz.” Dedi komutanım.

 

O kızı oradan almam lazımdı, bir şekilde bunu yapmam gerekiyordu.

 

Aklıma gelen şeyle silahımı indirdim. “Kızı bırak, beni al, Sara.” Yutkunduğum sırada komutanım bir adım geri atıp yanımda durdu. “Saçmalıyorsun şuan, sakın yapma öyle bir şey.” Başımı sağa sola olumsuz şekilde salladım.

 

“Bana güveniyor musunuz?”

 

“Bayrağıma güvendiğim kadar güveniyorum.”

 

İndirdiğim silahı belime koyduğum sırada konuştum. “Duygulandım, o zaman şansınıza küsün be komutanım.”

 

İleri yavaşa birkaç adım attım. Sara silahını bana doğrulttuğunda ise olduğum yerde kaldım. Ellerimi havaya kaldırdım. “Tamam, sadece yanınıza geleceğim, sizde kızı bu tarafa göndereceksiniz.”

 

Hiç güven vermiyordu ama yapmam gerekiyordu. “Eğer bir yanlış yaparsan, ölürsün Sara.” Diye komutanımın sert sesi geldi kulağıma. Gülümsedim.

 

İleri yürümeye devam ettim, küçük kızla göz göze geldiğimde yüzündeki korkuyu çok net görebiliyordum. “Canım, ben oraya gelince asker abinin yanına koş, tamam mı?”

 

“Tamam,” dedi. “Adın ne senin?” bir andan yavaş adımlar atıyor bir yandan da kızla konuşuyordum.

 

“Narin,” sesi titriyordu, kıyamam ben sana…

 

“Narin, ne güzel adın varmış.” Dediğimde sadece korkuyla bakıyor ve beni izliyordu.

 

Başımı kaldırıp karşı tarafımdakilere baktım. “Sara, kızı bırak. O tarafa geçsin.” Dediğimde sara bir yanındaki adama bir de bana baktı. Ne düşündü bilmiyorum ama benim bir şey yapacağımdan şüphelendiği kesindi.

 

Aramızda yalnızca bir iki adım vardı.

 

“Narin! Karşıya geç!”

 

Bana ne kadar güvendi bilmiyorum ama bağırmamla beraber başına dayanan silahı umursamadan karşıya koşmaya başladı. Narin görüş açımdan kaybolduğunda belimdeki silaha doğru elimi attım. Çıkardığım silahın tetiğini bile çekemeden boynuma dolanan bir elle başıma silah dayandı.

 

Gözlerim karşımdaki İsimsizlerde gezindi.

 

“Elfida!” komutanım elindeki silahı daha sıkı kavrayıp ilk kez duyduğum kaygılı sesiyle konuştu.

 

Elimi boğazıma sarılan kola attım. Bunun olacağını biliyordum.

 

“Ne kadarda temiz kalpli, gereksiz bir kız için kendini feda etti.”

 

Güldüm. Hem de sesli bir şekilde kahkaha atarak. “SARA ANNENİ ÖZLÜYOR MUSUN?” diye bağırdım.

 

“Psikopat mı lan bu?” diye Alper konuştuğunda başımı sallamaya çalıştım.

 

“Kes sesini!” Sara diz kapağımın arkasına bir tekme atıp yere diz kaklarımı yaslamama neden oldu. Darbesi damarıma denk geldiği için yüzümü buruşturdum.

 

“Orospu çocuğu!” diye kükredi komutanım. “O tepme attığın bacağını söküp götüne sokmazsam bana da Yıldırım demesinler!”

 

Narin’i aradı gözlerim. Kerem kucağına almış, üzerini kontrol ediyordu.

 

Başım yavaş yavaş dönmeye başladığında gözlerimi sıkıca kapattım, her başım ağrıdığına bunu yapardım. Gözlerimi açtığımda ise komutanımın yanında birisi vardı.

 

Hayal görüyordum, hayaldi.

 

Hızlı hızlı nefesler almaya başladım. Kulaklarım çınlıyordu. Komutanım bir şeyler söylüyordu ama tam olarak duyamıyordum. Sağımda bir sıcaklık hissettiğimde Sara’nın yanıma eğildiğini anladım.

 

“Her gün o hayalleri göreceksin, için içini yiyecek, Elfida. Ölmek için yalvaracak kadar acı çekeceksin.” Fısıldayarak konuştuğu sırada başımı sağa çevirdim.

 

Kafama dayanan bir silah varken bu orospuya kafa atarsam muhtemelen şehit olurdum.

 

Nedir benim bu kafaya silah dayanmasından çektiğim…

 

Önüme bakıp komutanımla göz göze geldim. Başını sağa sola salladı. Minik bir gülümsemeden sonra gözlerimi normalden daha uzun süre kırpıp ona aklındakini yapmasını işaret etmeye çalıştım.

 

Yanımda eğilen Sara’ya bakıp “Yaklaşsana bir,” dedim. Sara’nın yüzünde gerizekalı bir sırıtış vardı. Bana doğru yüzünü yaklaştırdığında ellerimi yakasında birleştirip yüzüne kafamı vurdum. inşallah burnu kırılmıştır.

 

O geriye düşerken yüksek sesle bir silah patladı.

 

"ELFİDA!"

 

“Baba, benim adım neden Elfida?” babam kucağındaki benim sırtımı sıvazlayarak benimle beraber çizgi film izliyordu. “Niye soruyorsun, babacığım?” dediğinde yarı uykulu bir şekilde “Annem dedi ki, insanlar isimlerinin anlamlarını taşır.” Diyordum.

 

“Annen senin isminin anlamını da söyledi mi?” hafifçe başımı sallayıp cevap veriyordum. “Hayır, dedi ki; senin adını baban koydu, ondan öğrenmen daha iyi olur.”

 

Babam saçlarıma elini atıp okşamaya başlıyordu. “Elfida feda etmek demek babacığım.”

 

“Feda etmek mi?”

 

“Evet feda etmek, çok sevdiğin bir şey için kendini harcamak demek, kendinden vazgeçmek demek.”

 

Başımı kaldırıp babama baktım. “Senin gibi mi yani? Ülken için kendinden vazgeçmek gibi mi?”

Babam gururla yüzüme bakıp “Aynen öyle benim yavru kurdum.” Diyordu.

 

🎀

 

tekrar merhabaa

 

Umarım beğenmişsinizdirr

 

Kısa bir bilgilendirme yapayım bölümden artık iki haftada bir gelecek.

 

Tiktok: elifleyasam

İg: eliffbulu

 

İNSTGARM HESABINDA

SORU CEVAP YAPIYORUM, KATILIK BÖLÜMLER VE İLERİ BÖLÜMLER HAKKINDA İSTEDİĞİNİZ HER ŞEYİ SORABİLIRSİNİZ

Bir sonraki bölümde görüşmek üzere 🤍

 

Loading...
0%