Yeni Üyelik
13.
Bölüm

12. Bölüm

@eliffbulu

 

 

Merhaba herkese, nasılsınız?

 

 

11. Bölüm için tekrardan kusura bakmayın, çok kısa oldu.

 

 

Çok uzatmadan bölüme geçmek istiyorum, umarım beğenirsiniz 🤍

 

 

 

İyi okumalar dilerim 🎀

🎀

 

Yedi gün, yalnızca yedi gün olmuştu o Tim’e geleli.

Dizleri yere yaslanmış öylece olduğu yerde bekliyordu. Etrafında kopan kıyametten sıyrılmak istiyordu.

Uzun kirpikleri titriyordu. Aklında ise kendisi değil Narin vardı. Şu halde bile kendisini değil başkasını düşünüyordu, babasının ona hep dediği şeyleri tekrar etti.

“Elfida gibi feda eden, Türkeç gibi yaşatan, kurtaran ol.”

Derin bir nefes aldı.

“Elfida gibi feda eden, Türkeç gibi yaşatan, kurtaran ol.”

Omuzlarına dokunan kollarla başını yukarı kaldırdı. Yüzünde korku olan o adamın gözleriyle birleştirdi gözlerini. Barın Alp yutkunarak yere bir diz kapağını yasladı. “Sakin… sakin ol.”

Elfida’nın korkusu esir düşmesi değildi. Hayalinde, tam karşısında babasını görmesiydi.

“Komutanım,” dedi dudakları titreye titreye.

Barı al başını aşağı yukarı sallayıp ‘söyle’ der gibi baktı. “Ben, ben babamı gördüm.”

Barın Alp Elfida’nın omuzlarındaki ellerini gevşetti. Bozguna uğramış gibi bakıyordu, Elfida’ya.

“Ne demek babamı gördüm?”

Etraftaki tim sara ve vurulan adamı alıp arabaya götürürken Elfida ve Barın Alp'in yanında sadece kere ve Alper vardı.

“Ben bilmiyorum.”

“Elfida, hayal görmüşsün, sakin ol sadece bir hayal.”

Barın Alp onu sakinleştirecek cümleler söylerken, Elfida’nın kalbine bin hançer bin kez girip çıkıyordu.

Elfida karşısındaki komutanının kolundan destek alarak ayağa kalktı. Gözlerini etrafına dikip yerde atan adama baktı. Barın Alp vurmuştu. “Bakma,” diyen ses Barın Alp'e aitti.

Hayatı boyunca binlerce ölüm görmüş çoğu zaman birilerini öldüren kadına bakma dedi. Canı yanmasın, onun canı yanmasın diye.

Elfida komutanını dinleyip önüne döndü. Aklına gelen sahneyle “Narin,” dedi telaşla. “Narin nerede?” Barın Alp ellerini yukarı hafifçe kaldırıp “Çok telaş yapıyorsun, sakin ol. Askersin sen.” Dedi.

“Komutanım, narin nerede?” diye diretti Elfida.

“Bir kere kendini düşünsen şaşırırım.” Diye mırıldandı Barın Alp.

Gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı. Gözlerini açarken aldığı nefesi geri verdi. “Diğerlerinin yanında, güvende.” Dediğinde bu kez askerini kolundan utup geldikleri yöne doğru ardından sürüklemeye başladı.

“Komutan-“ Elfida itiraz ederek konuştuğunda Barın Alp adılarını durdurdu. “Ölüyordun, ben o kurşunu bir salise geç sıksaydım. Ölüyordun.”

“Ama ölmedim.”

“Ölebilirdin!”

“Bu şekilde davranamazsınız bana, ben çocuk değilim. Komutanlar askerlerine baba gibi davranmazlar.” Diye çıkıştı, Elfida. Başını yukarı kaldırıp kendinden emin bir şekilde karşısındaki adama baktı.

“O asker, komutana emanet olunca işler değişiyor, ajan hanım.”

Haklı bir cümleydi, Barın’a göre o istisnaydı. Barın Alp Yıldırım’ın istisnası, Elfida Türkeç’ti.

 

“Ben sizin kendi kafanızda sahip çıktığınız kız çocuğu değilim. Hiçbir zaman yanıma olmadınız, bundan sonra da olmayın!” Elfida ise kendine göre haklıydı. Yıllar boyunca yanında tek bir kişi kalmamış, bundan sonra olması hiçbir işine yaramazdı.

 

“Yoktum, öyle mi?” dedi Barın Alp sert ve bir o kadar yüksek sesiyle.

 

“Öyle.” Diye de cevabını aldı aynı ses tonuyla.

 

“Yıl 2002, doğum günün. Babanı bekliyorsun ama sende biliyorsun. Gelmeyecek.” Diye en acı bıçağını attı ortaya. “Kapına turuncu saçlı bir bez bebek bırakıldı, ben bıraktım. Sen baban sansın, Ajan.”

 

Yutkundu Elfida, öyle olmuştu. kapısına bırakılan turuncu saçlı yeşi gölü bebeği düşündü Elfida. Babası sanmıştı. Elfida babasının ölmesine bile uzun yıllar inanmamıştı. Tam ağzını açıp bir şey diyecekken Barın Alp tekrar girdi araya.

 

“Yıl 2008,Ajan. Yüksek ateşle hastaneye kaldırıldığın gün. Annen romatizma hastası olduğu için evde değil, hastanede. Senin yanında hastanede kalacak kimse yok.”

 

Hastaneye giderken ki hali canlandı Elfida’nın gözlerinde. Evde kimse olmadığı için lojmandaki askerlerden birisinden yardım istemiş, alelacele hastaneye kaldırılmıştı. "Ben vardım, sen uyanana kadar, yanında ben vardım."

 

barın alp kendini bildi bileli o hep vardı. barın alp'i hyatının tamamı Elfida ile geçmiti, geçmeye e devam edeceki.

 

“Yıl 2015 ajan, annen seninle birlikte olduğu araba kazasında seninle kavga ederken ölüyor. Senin-“

 

Bir elinin işaret parmağıyla Barın Alp'e işaret etti, Elfida. “Sakın!” dedi. “Sakın bir daha o kaz hakkında tek kelime edersen…”

 

“Bunlar gerçekler, Elfida. Bir gerçek daha var o da benim senin her zaman ardında olmam. Her adımında arkandan gelmem.”

 

Elini bıkkınlıkla indirdi, Elfida. İçli bir nefes aldı. Kasımın soğukluğu tenini yakıyor, ruhunu esir alıyordu. Gözlerini gözlerine diktiğinde zihninde yılların acısı doldu.

 

“Yanımda olmak varken mi, komutan Yıldırım?”

 

Gözleri tekrar buluştu, gökyüzü ve yeryüzünün ufuk çizgisinde buluştuğu gibi tekrar buluştu gözleri. “Hiçbir zaman anlamayacaksın değil mi? Anlama da istemeyeceksin.”

 

İstemeyecekti, anlamayacaktı.

 

Hiçbir cevap vermedi, Elfida. Sessizce durdu. Daha sonra adımlarını devam ettirdi geldikleri yöne doğru. Ardında, Barın Alp'i bırakıp öylece çekip gitti.

 

Tıpkı Barın Alp'in lojmanda yaptığı gibi.

 

Elfida sağa dönüp diğerlerinin yanına giderken kerem hızlı bir şekilde koşuyordu. Nefes nefese komutanının karşısında durdu. “Komutanım!”

 

Barın Alp bakışlarını boş yoldan çekip Kerem’e döndü. “Söyle, asker.”

 

Kerem elindeki zinciri uzattı komutanına. Avucunu açtığında ise bir künye duruyordu.

 

“Siktir,” diye bir küfür savurdu Barın Alp ağzının içinde.

 

“Komutanım, isim yok yalnızca tarih var.”

 

Barın Alp sinirle elini ensesine götürüp saçlarını çekiştirdi. Delirmek üzereydi. Kerem’in uzattığı künyeyi alarak üstüne baktı.

2000 Hatay

Askerin isminin yazıldığı yer çizili.

Aynı tarih, farklı duygu. Birinde hayat başladı birinde bitti. Elfida Türkeç, o tarihte hem ölüp hemde yeniden doğdu.

“Kim erdi bunu sana?” diye sonunda en mantıklı soruyu sordu, Barın Alp.

 

“Sara.”

 

Tek bir kelime, onu tüm dünyayı yakacak kadar öfkelendirmeye yetmişti.

 

“Sara’nın yanında geberttiğin iti al. Sara’yı bana bırak.”

 

Kargaşayı yaşadıkları yere ikisi de döndü. Kerem yerde duran adamı kollarından sürükleye sürükleye götürürken, Barın Alp saranın kolları ve ayakları bağlı şekilde oturduğu yere geldi. Eline silahını alıp sakin bir şekilde bir dizini büküp yere çöktü.

 

“Ne oldu, Yıldırım? Künye korkuttu mu seni?”

 

Barın Alp bir saniye düşünmeden silahın kabzasını Sara’nın yüzüne geçirdi sara bundan memnunmuş gibi bir kahkaha atarken Barın Alp Sara’nın yakasına yapıştı. “Ne iş çeviriyorsunuz lan siz!” diye resmen kükredi.

 

Sara ise hâlâ pislik gibi gülmeye devam ediyordu.

 

“Bana bak Sara mısın ne sikimsen.” Diye başladı cümleye.

 

“Dinliyorum komutancığım.”

 

“İş birliği yapacaksın benimle.”

 

Sara küçümser bir bakı attı. “Senden beklenmeyecek hareketler, Yıldırım. Şu çul parçası kız için mi?”

 

Hiç beklemeden yüzüne bir yumruk daha yedi, Sara.

 

“O dilini keserim sonrada sana yuttururum!”

 

Ağzı yüzü kan içindeydi. “O biricik baban şuan benim elimde olduğunu ve o pislik işlerini bana anlattığını öğrense neler olurdu, Sara?” diye tehditkâr bir sesle konuştu, Barın Alp. Ellerini saranın yakasından çekip kolunu büktüğü dizine yasladı.

 

Sara yünündeki gizlemeye çalıştığı korkak bir ifade ile konuştu. “Saçmalıyorsun, yok öyle bir şey.” Dedi başını sağa sola sallarken.

 

Barın Alp etrafını sakin bir şekilde süzdü. “Kim inanır sana Sara?” dedi. “Annen mi?” Sara Barın Alp'e karşı bir hamle yapmak için elini kaldırdığında Barın Alp elini havada yakaladı.

 

“Babanın kurbanısın. O seni yalnızca işleri için kullandı.”

 

“Yalancısın sen, aynı devletin gibisin1” diye nefretini kusmaya başladı Sara. Barın Alp ayağa kalkıp silahının emniyetini açtı. Tetiği çekip mermiyi taş atar gibi bir rahatlıkla Sara’nın koluna sıktı. “Alaca ufak bir intikamım vardı, aldım. Sıra daha büyük olanlarda.” Derken, Elfida’nın kolunu bahsediyordu.

 

Sara acıyla bir çığlık attı. “Gebereceksiniz!”

 

Barın Alp kadını kolundan tutup çuval gibi ayağa kaldırdı. Elini havaya diktiğinde Sara’nın gözü yukarıdan ışık hızıyla geçen hava kuvvetlerini ve SİHA’ları buldu. “Karış karış her yer benim sara, bunu aklına sok.”

 

Kolundan tuttuğu kadını sürükleyerek askerlerin toplandığı yere yürümeye başladı. Alından bin türlü şey geçiyordu. Künyeyi Elfida’ya söylemeyecekti.

 

Sağa döndüğünde geride boş bir yol bırakarak Timi’nin yanına yaklaştı. “Al şu iti, lazım bize.” Diyerek Yasin'e Sara’yı gösterdi. Yasin komutanın emrine uyarak “Emredersiniz komutanım.” Dedikten sonra Sara’yı kolundan tutup geldikleri araca bindirdi. Aracın kapılarını kilitleyip komutanının karşısındaki askerlere geri döndü.

 

Hepsi ellerinde silahları ile hazırda bekliyordu

 

Birisi hariç, Kerem.

 

Narin ile yerde oturmuş tatlı tatlı konuşuyordu. Narin ise aynı şekilde ona bir şeyler anlatıyordu.

 

Barın Alp gözlerini onlardan çekip timine baktı. Alt dudağını dişleyip ne yapacağını düşünmeye başladı.

 

Kime ne anlatacaktı? Anlatsa neler olacaktı?

 

Delirmek üzereydi.

 

Elini çenesine atıp kirli sakallarını sertçe sıvazladı. Derin bir nefes alıp elini yüzünden çekti. Askerlerinin arasından Buğra'yı bulup "Buğra," dedi.

 

Buğra bir adım öne çıkıp komutanının karşısında bekledi. "Emredin komutanım." Dedi.

 

"Bana bu Sara hakkında bulabildiğin kadar bilgi bul. Nerede doğdu, kiminle yaşadı, babasının işlerini nereden yürüttü. En ufak bilgileri bile istiyorum." Diye emrini verdi. Buğra başını bir kez sallayıp "Ne zaman komutanım?" Dedi.

 

"Hemen."

 

Buğra "Emredersiniz komutanım." Diyerek bir adım attığı yerden geriye geçti.

 

Elfida ise tüm askerlerin arasında diğerlerine göre kısa kalan boyu ile herkesin aksine dik bakışları, keskin yüz hatları ile duruyordu. Ellerini arkada birleştirmiş, rahat pozisyonu almıştı.

 

Bu onun özgüvenini ve cesaretini kanıtlamaktan başka bir şey değildi.

 

Barın Alp'in bakışları kısa bir süre Elfida'ya dokundu. Yeşil gözleri koyulaşmıştı. Bakışlarında duygu kırıntısı dahi yoktu.

 

"Toparlanın, çıkıyoruz." Diye seslenip kendini topladı. Aracın etrafından dolanıp elindeki anahtarla kilidi açtı. Araca geçip ön koltuğun sürücü kısmına geçti.

 

Tek tek diğerleri de binerken herkese arkada Yasin ise sağ koltukta onun yanındaydı.

 

Araba hareket edip hızla bulunduğu yerden ayrılırken Yasin başını komutanına çevirdi. "Komutanım," dedi.

 

"Söyle, nişancı."

 

Buğra dikiz aynasından diğerlerini kontrol ettikten sonra konuştu. "İyi misin oğlum sen?" Diye sordu sessizce.

 

Barın Alp ise sıfır tepki ile "Evet," dedi.

 

"Aynen kardeşim, kesinlikle kendini yiyip bitirmiyorsun. Neredeyse on yıldır tanıyorum lan ben seni. Anlamaz mıyım ne düşündüğünü?"

 

"Yasin, edebiyat sevmezdin sen ne oldu bir anda?" Diye sakin bir alaylı cümleyi Barın Alp ortaya attı. "Eve beraber gidelim. Olmaz bu iş böyle."

 

"Niye kardeşim? Götümdeki don musun sen benim? Her yere beraber mi gideceğiz?" Diye direksiyonu sağa kırarken konuştu Barın Alp. Yasin ise yolu izlemeye başlayıp cevap verdi.

"Merak etme, senin donun olmak tercihim değil ama ikimizin götle don gibi olduğunu kabul etmen gerekiyor."

 

"Te Allah'ım, benzetmeye bak."

 

Yasin yarım bir gülüşle bekledi.

 

Arabanın arkasında olan İsimsizler ise yorgun haldelerdi. Kısa bir operasyon olmasına rağmen yaşanan kargaşa yüzünden hepsi tedirgindi. Narin Elfida'nın kucağında başını Elfida'nın göğsüne yaslanmış bir şekilde uyuyordu. Elfida ise yanağını Narin'in başına yaslamış saçlarını okşuyordu.

 

Kerem sakince onları izliyor büyülenmiş gibi bakıyordu.

 

Asya ise saçma dikkatsizliği yüzünden ortaya çıkan kargaşayı düşünüyor, muhtemelen rütbe düşmesi ya da uzaklaştırma alacağını bekliyordu. Sorsam mı sormasam mı ikileminde kalarak başını yukarı kaldırıp "Elfida," dedi. Elfida başını Narin'in başından kaldırıp "Efendim, komutanım." Dedi.

 

"İyi misin? Bir şeyin var mı?"

 

Elfida'yı şaşırttı cümlesi. Beklemiyordu. "İyiyim, komutanım." Dedi sadece.

 

***

 

Türkiye - Hatay Reyhanlı İl Komutanlığı (18.00)

Elfida Türkeç

Türkiye'ye döneli bir saat kadar olmuştu. Karakolda bekliyor Asya'nın sorgudan çıkmasını bekliyorduk.

Evet, Sara değil. Asya.

Yaptığı dikkatsizlikten dolayı yarbay ve albaylardan azar yemiş onlar yetmiyormuş gibi birde Kurmay başkanını Mustafa Özmen'in azarını yemişti. Kurtuluşu biraz zor gibi duruyordu. Aslında pek bir suçu yoktu, sadece o an yanındakileri korumak istemişti. Bir anda hata yapmıştı.

Sorgu odasınım kapısındaydık ve sesler oldukça net geliyordu. "Komutanım, üniformam üzerine yemin ederim ki. Bilmeden olan bir şeydi bir anda ne olduğunu anlamadım, hataydı." Diye çokta fazla gelmeyen Asya'nın sesinden sonra sorgusuna giren Mustafa komutanın sesi geldi.

"Senin hata yapmak gibi bir lüksün yok! Biz seni üst rütbeye taşıyalım dedikçe neler yapıyorsun sen, Asya!?"

Elimi enseme attım, cidden gericiydi.

"Bir ceza verirler mi?" Diye sordum kapının önündeki koltuklardan birinde oturup başımı duvara yaslarken. Yasin karşıma oturmuştu. Koridorda Yasin ben ve Akın'dan başka kimse yoktu. "Belki tamamen görevden uzaklaştırma belkide tim içinde görev dışı edilme. En iyi ihtimalle uzaklaştırma alır." Diye konuştu Yasin.

En iyi ihtimal.

Bir askere yapılacak en büyük eziyet ondan üniformasını almaktı. Bir asker kimse için üniformasından vazgeçmezdi.

"Yok ben dayanamıyorum." Diye gelen Akın'ın sesinden sonra Akın aniden ayağa kalkıp kapıya yürüdü.

"Akın!" Yasin de hızlıca ayağa kalkıp önünde yürüyen Akın'ın kolunu tuttu. "Sakın," dedi. "Mesleğini tehlikeye atamazsın.

"Eğer mesele onun meselesiyse atarım,"

Aralarında ne vardı bilmiyorum, belki de yalnızca Buğra ve ben gibi arkadaşlardı. Belkide fazlası.

 

"Akın, akıllı çocuksun oğlum sen. Saçmalama kaç yaşında adamsın, Asya bulur çaresini." Diye Akın'ı yatıştırmaya çalıştı Yasin.

 

Onlar konuşurken içerideki sesler kesilmişti. Kapı bir anda açıldığında Asya ve Kurmay başkanı odadan çıktı.

 

Kurmay başkanının elinde, Asya'nın silahı vardı.

 

Üçümüzde onlara döndüğümüzde Asya cebinden içinde kara harp armalı rozeti olan cüzdanını çıkardı. Cüzdanı açıp içine baktı. Ben ayağa kalkıp yanıma giderken parmakları rozetin üzerinde gezindi.

 

Burnunu çekip cüzdanı kapattı. Daha sonra yanında duran Mustafa komutana uzattı. Komutan hiçbir tereddüte kapılmadan cüzdanı alıp cebine koydu.

 

Asya başını kaldırıp bize döndü, bakışları ilk önce benee sonra Yasin'de gezindi. En son Akın'dan durdu.

"Görevden uzaklaştırıldım, dikkatsizliğim ve gösterdiğim umursamaz tavırlardan dolayı süresi belli olmayan bir uzaklaştırma aldım." Dedi.

 

Çenesinin kasıldığını görebiliyordum. "Üniformamı koğuşa bırakırım, bana ayrılan süre bu kadarmış. Allah'a emanet olun, Komutanıma selamlarımı iletin."

 

Adımları koridorun sonuna ilerlemeue başladığında Akın karşısında duran Mustafa komutana baktı. "Baba,"

 

Babası mıydı? Harbiden yuh.

 

"Bana öyle bakma, Akın. Vatan ne evlat ne de aşk tanımaz." Dedi Mustafa komutan. "Böylesi onun için iyi olacak. Merak etme." Diye ekledikten sonra diğer yöne dönüp yürüdü.

 

Akın sinirle tekmeyi önündeki sandalyeye geçirdiğinde sandalye bir tarafa savruldu. "Hay sikeyim ben böyle işi, hay sikeyim ben kızı koruyamayan kafamı!" Diye bağırdı. Sesi tüm koridorda yankılandı.

 

Yanına gitmem gerekiyor gibi hissediyordum. Koridorda onun gittiği yeri izleyip daha fazla zaman kaybetmemek adını hızlıca koşmaya başladım. Koridorun sonuna geldiğimde sola döndüm.

 

Yoktu.

 

Nerede olabilirdi?

 

Ben görevden alınsaydım nereye giderdim? Babama. Hayır başka bir şey olmalı.

 

Odasına.

 

Döndüğüm tarafta duran danışmaya ilerledim. "Kıdemli üsteğmen Asya Akbulut, bana odasını söyler misiniz?"

 

Kadın yüzüme sadece baktı.

 

Mal Elfida, sence herkese söylerler mi?

 

Aklım başıma gelince hızlıca cüzdanımdan kimlik kartımı ve onun yanında MİT özel görev kartını çıkardım.

 

"Elfida Türkeç," dedim. "Bana odayı tarif edin."

 

Kadın kartı görür görmez ayağa kalktı. "kusura bakmayın, efendim. İkinci katta merdivenin karşısındaki oda." Dedi.

 

Başımı sallayıp merdivenlere koştum. Şuan ilk kattaydık. Merdivenleri çıkmayı bitirdiğimde tam karşıda kapısı kapalı olan odaya baktım. İlerleyip kapıyı dan diye açtım.

 

İçeride yere çökmüş, sırtını duvara yaslamış bir şekilde oturuyordu.

 

"Komutanım," diye fısıldadım.

 

Onu ilk kez bu kadar bitik görüyordum.

 

Kapıyı kapatıp oturduğu yere yürüdüm. Adımlarım yavaş ve bir o kadar da tereddütlüydü. Bir şey demeden bende onun gibi duvara yaslandım, kendimi yere doğru bırakıp yere oturdum. Yan yana duruyorduk.

 

"Bu hayattaki en büyük başarın nedir, Elfida?" Gelen soruyla afalladığımda başım ona döndü. "Neden?" Dedim. "Görevim sanırım," diye ekledim. Bu kez o konuştu.

 

"Benim, neydi biliyor musun?" Burun çekme sesini duydum. "Yetimhanede geceleri petekler kapatılırdı, odalar buz gibi olurdu. Üzerimize de sadece bir çarşaf verirlerdi." Diye anlatmaya başladığında dikkatle onu dinledim. "Akınla tanıştım, iki yıl boyunca tek çarşafla yatarken. Onunla tanıştıktan, on sekiz yaşıma gelene kadar iki çarşafla uyudum." Ağlayacak gibi duruyordu. Belki de ağlamalıydı

 

"Ben kulelide Akın, Yasin ve Barın ile okurken de hiç üşümedim," dedi. Omuzları kalkıp indi yavaşça. Titrek nefeslerini duyduğumda ağlayacağını anladım. Üşümekten kastının ne olduğunu biliyordum. "Elfida, ben Tim'de görev yaparken de hiç üşümedim."

 

Bir hıçkırık sesi geldi.

 

"Benim tek başarım İsimsizler Timi'ydi."

 

Art arda gelen hıçkırık sesleri ve ağlama sesi.

 

Sağıma dönüp hiç düşünmeden sarıldım boynuna. Sıkı sıkı sardım. Onun kolları sırtıma dolanırken hâlâ ağlıyordu. "Var mı öyle çekip gitmek, Mermi?" Dedim. Gözlerim dolmaya başladığında birkaç kez kırpıştırıp gözlerimi havaya dikip gözyaşlarını geri gönderdim. "Daha can borcun var bana, onu öde. Bana borcu olanları sevmem ben." Dedim.

 

"Fazla iyi kalplisin." Dedi, ağlaması yavaş yavaş dururken. "İyi kalpli olduğumu söyleyen ilk insansınız, Komutan Hanım." Diye cevap verip sırtını sıvazladım. Geriye çekilip yerde otururken ona baktım. "Birkaç gün önce, sana söylediklerim. Alp ile-" deyip toparlamak adına konuşmaya devam etti. "Barın ile kavga ettiğinde sana söylediklerim, herkesin affedeceği şeyler değildi."

 

"Babam hep derdi ki, affetmek büyüklükten gelir. Ama inanın yaşının değil. Kalbinin büyüklüğünden, o insana kalbinin ne kadar büyük olduğundan gelir." Gülümsedim. "Sevdim ben seni, Komutan."

 

Yaşlar akan gözleri hafifçe kısıldı. İlk önce sadece gülümsedi. Daha sonra küçük bir kahkaha attı. "anlatırsın artık, neredeyse 9 yıldır görev yapıyor, ilk kez ağlıyor, diye."

 

Onun bu haline karşı bende güldüm. "Pankart asacağım," dedim. Ellerini havaya kaldırıp hayali bir kağıt tutuyor gibi yaptım. "Kıdemli üsteğmen Asya Akbulut, odasında hüngür hüngür ağladı."

 

İkimiz delirmiş gibi yerde oturup gülerken kapı açıldı. "Asya!" Diyen ses Akın'ındı.

 

Asya yüzündeki gülümseme ile kapıya baktı. Bende o tarafa döndüğümde Akın yerde duran ikimize baktı. Altında kamuflaj pantolon vardı ama üzerine siyah bir t-shirt giymişti. Esmer tenliydi.

 

(Tamam bu kadar ayrıntı aşık olmanıza yeter.)

 

"Asya?" Diye kaşlarını çattıp Asya'ya baktı. "Sen ağladın mı?" Asya ağır ağır başını sağa sola salladı. "Hayır," dedi.

 

Akın bana döndüğünde ne yapacağımı anlayıp gözlerimi kırptım. Ayağa kalkıp "Bana müsaade, siz konuşun." Dedim. Gülümseyip kapıya ilerledim. Çıkınca kapıyı kapatıp koridordan yavaşça ayrıldım.

 

"Ne desem az be," dedim yürümeye devam ederken.

 

***

 

Akın yavaşça Asya'nın oturduğu yere oturdu. Karşısında durup kucağında duran elini avuçlarının arasına aldı.

 

"Asya," dedi. Asya ise odaklanmış gözlerine bakıyordu. "Güzelim," dedi Akın bu kez avucundaki Asya'nın ellerinden, avuç içlerinden öptü. "Gök bakışlım, Asena'm."

 

Bulundukları ilişkiyi kimse bilmiyordu, ne tim komutanı ne kurmay başkanı ne de diğerleri.

 

"Akın," dedi Asya. "Harbiden gerçek miydi olanlar?" Diye ekledi titreyen sesiyle. "Özür dilerim," Akın suçluluk duygusu ile konuşup Asya'nın mavi gözlerine baktı. "Aldılar mı benim üniformamı?"

 

Akın sıktı kendini, bir şey yapmamak için. Daha sonra Asya'nın ellerini bırakıp onu göğsüne çekti. "Elimden gelen her şeyi yapacağım, o formayı sen asla kaybetmedin. Askerlik senin ruhun, Asya. Onu senden yalnızca rabbim alabilir." Dedi saçları ile oynarken.

 

"Üşümeye başladım, Akın." Diye konuştu Asya, başı Akın'ın göğsünde yaslı bir şekilde.

"Isıtırım, her zaman ısıttım. Hiçbir zaman üşümene izin vermedim. Yine vermeyeceğim." Dedi Akın. Yutkunup konuştu. "Gerekirse kenimi yakarım, yine de üşümene izin vermem, Asya."

Yakar mıydı kendini? Yakardı. Yıllar önce nasıl yaptıysa, Asya bir sokağın ortasında öldüresiye dövülmüş, etrafında tefeciler varken. Onlarca insanın arasına girip Asya için yaralanan Akın'dı. Asya için kendini yakan Akın'dı.

***

 

 

İki Saat sonra

Elfida Türkeç

Karakoldan çoktan çıkmıştım, karakola bıraktıkları arabamı almış Hatay'ın yarık yollarından geçip merkeze geçiyordum. Yola fazlasıyla dalmış radyoda çalan bir şarkıyı mırıldandığımı fark etmemiştim.

 

"Uzun uzun kamışlar,

ucunu budamışlar.

Uzun uzun kamışlar,

ucunu budamışlar.

Benim ela gözlümü,

gurbete yollamışlar."

 

Bir istihbaratçısın çalma listesi böyle olurdu.

 

Yoldan evime giden tarafa dönüp arabayı evin bahçesine park ettim. İlerleyip girişe yürüdüm. Kapı şifresini girer girmez ardımdan gelen adım ve konuşma seslerini duydum.

 

"Anne yeni çıktım hastaneden, merak etme. Uzun sürdü hastanın ameliyatı." Diyordu.

 

Dicle'nin sesine benziyordu.

 

Kapıyı açıp onunda geçmesi için içeri girip ardını döndüm.

 

E, Dicle'ymiş zaten.

 

Dicle beni görür görmez gülümseyip kolunda beyaz önlüğü, üzerinde mavi kazağı ve siyah dar pantolonu iler yürüdü.

 

Onun tatlı gülüşüne karşılık verip o kapıdan geçince kapıyı bıraktım.

 

"Anneciğim, eve geçiyorum şimdi. Sen söylediğim ilaçları benim adımı vererek al eczaneden. Görüşürüz annem, öptüm." Diyip telefonu kulağından uzaklaştırdı.

 

"İyi akşamlar," dedi. Başımla küçük bir selam verip "İyi akşamlar, nasılsın?" Dedim. Yürümeye başladığımda benimle beraber yürüyüp asansörlerin olduğu kısma geldi. "İyi dersem yalan olur, sekiz saat boyunca ameliyattaydım. Beynim öldü sanırım."

 

Güldüğümde asansör düğmesine bastı. "Sen ne iş yapıyorsun bu arada?" Diye bir soru sorduğunda "Polisim," dedim.

 

Üzerimi değiştirdim, tabiki.

 

Şaşırmış gibi kaşları havalandı. "hiç polis gibi durmuyorsun, model gibisin."

 

Üstü kapalı iltifatına karşı bende kaşlarımı çattım. "Teşekkür ederim, ama sen daha güzelsin. Esmersin bir kere." Dedim.

 

Hemcinslerimin güzelliği harbiden şaka mıdır?

 

"Hatay il emniyet müdürlüğünde misin?" Sorusuyla aynı anda açılan asansöre binip o da binince düğmeye bastım. "Evet." Dedim. "Neden merkezde değilsin?" Diye sordu.

 

Biraz fazla soru soruyordu sanırım.

 

"Lojmanlar vardı sadece, bende daha önemli aileler var diye oraya gitmedim."

 

Yalandan bir şeyler anlattım işte, teşkilatta bana öğretilen "Sen bir polissin, Reyhanlı'da yaşıyorsun." Yalanını ezberledim sadece.

 

Asansör durup ben indiğimde Dicle sanki bir şey soracak da çekiniyor gibi duruyordu. "Bir sorun mu var?" Dedim.

Dicle utanarak başını yere eğdi. "Şey diyecektim, Yasin Bey nerede acaba? Göremedim bayadır."

 

Yüzüme saçma bir sırıtış yer edindiğinde kendime gelerek cevap verdim. "Bugün gelecekler, sende gelsene?"

 

Yoo, dedi iç sesim. Gelmeyecekler ki.

 

Hassiktir, gelmeyecekler ki. Ben niye dedim öyle bir şeyi?

 

"Olur mu ki, öyle?"

 

Başımı salladım. "Neden olmasın. Şöyle yapalım sen geç eve eşyalarını bırak bende o sırada eve geçeyim haber veririm." Dicle kızarmış yanakları ile başını salladı. "Tamam!" Dedi heyecanlı bir şekilde.

 

Dicle eve geçerken bende hızlıca kapımı açıp içeri girdim. Kapıyı kapatıp elimdeki çantamı bir yere bıraktım.

 

Cebimden telefonumu çıkarıp en son aradığım kişiyi aradım.

 

Yasin kişisi aranıyor...

 

"Alo?" Diye Yasin'in sesi geldi telefondan

 

"Yasin, hemen bana gel."

 

Oldu gerizekalı, birde ev boş de tam olsun!

 

Elimi alnıma vurup kendi kafama acıdım. "Dicle burada da, seni sordu. Bende niye dediğimi bilmiyorum ama gelecek dedim."

 

Telefondan gülüşme sesleri geldiğinde Yasin konuştu. "Hadi lan oradan! Essahtam beni mi sordu?"

 

Yasin nerelisin koçum sen?

 

İçsesAllahbelanıversinamaartık.

 

"Of hadi oğlum, hızlı ol. Gelirken bir şeyler de al. Elin boş gelme. Kız belli hoşlanmış senden."

 

Yasin geleceğini söyleyip uzun süre evden çıkana kadar "Yemin et," deyip durdu. En son telefonu kapattığında bende hızlıca odama geçip üzerimi değiştirmek için dolabımı açtım.

 

Üzerime beyaz bir polo yaka t-shirt, altıma siyah kumaş pantolon alıp giydim. Topuz yaptığım saçlarımı açıp yukarıdan sıkıca at kuyruğu yaptım. Alnım küçük olduğu için güzel duruyordu. Perçemlerimi düzeltip aynanın önünden çekildim. Yatağın üzerine çıkardığım siyah body'i bırakıp paraşüt pantolonumu kirli sepetine bıraktım.

 

Kapı zilinin sesi geldiğinde koridordan yürüyüp kapıyı açtım. İkisi de yan yana kapıda bekliyordu.

 

Aynı anda mı gelmişler?

 

İç sesim random atıyordu şuan buna.

 

"İkiniz de aynı anda mı geldiniz?" Diye elimi kaldırıp işaret parmağım ile ikisini gösterdim.

 

Yasin ise "Yoo," dedi geniş geniş. "İki kişi değiliz."

 

Yasin bunu söyler söylemez adım sesleriyle beraber ikisinin ortasına birisi geçti.

 

Beyaz polo yaka t-shirt, siyah pantolonu, gümüş rengi saati ile birisi geçti.

 

Bismillahirrahmanirrahim, bu ne böyle?

 

Komutan Barın Alp Yıldırım, iç ses.

 

Yutkunup yüzüne baktım.

 

"Hoş geldin-" yanlış söylediğimi farkedince "Yani hoş geldiniz," dedim.

 

Komutanım içeri bir adım atıp elindeki poşeti bana uzattı. "Yemek var mı?"

 

Ne dedi o? Yemek var mı, mı dedi?

 

"Yani, yok ama yapabilirim bir şeyler." Dedim. Başını sakladığı da uzattığı poşeti aldım. Dicle ve Yasin'e hoş geldiniz dedikten sonra içeri aldım. Onlar salonda koltukta otururken bende ayakta salonun ortasında durdum.

 

"Komutanım, ne seversiniz? Ne yapayım?"

 

"Fark etmez, sen yap yeter."

 

Şimdi bu iki anlama geliyor, ya senin yapman yeterli ya da yemek olsun yeter.

 

Sus ve ikinci anlamı anla iç ses.

 

"Patatesli yumurta?" Dedim. "Yapayım mı?"

 

Bakışları yüzümde gezindi. Neden olduğunu anlamadım ama yüzünde buruk bir ifade vardı.

 

"Yap, bakalım annem kadar güzel yapabiliyor musun?"

 

Annesi yapıyormuş, gerizekalının tekiyim! Başka yemek mi kalmadı? Aptal Elfida aptal Elfida.

 

Yutkunup başımı salladım. "Ben yapayım o zaman." Dedim. "Yardım edeyim?" Diye sorduğunda elimi enseme atıp kaşıdım. "Gerek yok, hallederim." Dedim.

 

Başını sağa büküp Koltukta yan yana oturmuş ergen liseli aşıkları gibi birbirine bakan Yasin ve Dicle'yi gösterdi.

 

"Ha olur, tamam komutanım." Diye toparladım.

 

Komutanım ayağa kalkıp mutfağa yürüdü. Bende ardından gidip mutfak tezgahının olduğu kısma girdim.

 

"Patates ver iki tane, bir doğrayayım." Başımı sallayıp çekmeceyi açtım iki tane patatesi çıkarıp çekmeceyi kapattım. Patatesleri uzatıp soyması için bir de bıçak verdim.

 

Onları alıp patatesleri soydu. Bende bu sırada ocağı açıp yağın altını yaktım.

 

Buzdolabını açıp içine baktım. Bir şey yoktu zaten, birkaç su ve paketli gıdalar.

 

Dört tane yumurta çıkarıp tezgaha bıraktım. Mutfak dolabını açıp parmaklarımın ucunda yükseldim. Rastgele bir kaseye uzandığımda ardımda durup aynı kaseye uzanan birisi daha vardı.

 

Elimi anında çekip bekledim. "Al kır buna yumurtaları." Dedi kaseyi tezgaha bırakırken.

 

Yumurtaları kırıp çırparken yan yana duruyorduk. O patatesler kızmış yapa atıp kızarmasını bekledi. Bende farklı bir tava çıkarıp ocağa bıraktım.

 

Bir süre sonra patatesleri çıkarıp tavaya koydum. "Dikkat et, yakma elini." Dedi. "Yok, beceriksiz değilim." Dedim.

Gülme sesini duyduğumda tezgahtaki kasede duran yumurtaları patateslerin üzerine döktüm.

"Barın," diye içeriden Yasin'in sesi geldiğinde Komutanım içeri seslendi. "Ne oldu?"

"Biz dışarı çıkıyoruz, bahçedeyiz. Hemen döneriz merak etmeyin."

Kaşlarımı çatıp kaşıkla tavadaki yumurtayı karıştırırken arkamı döndüm. "Tamam," dedi komutanım.

 

Elimde bir sıcaklık hissettiğimde sıcaklığın yerini ince bir sızı aldı. Aniden yanma hissi ile elimi kendime çektim. Ocaktan bir adım geri atıp parmağımın acısıyla musluğa koştum. "İyi misin?' diye gelen endişeli sesine karşı "Evet," diye cevap verdim. Suyun altında eliminin sızısının geçmesini bekliyordum.

"Dur bakayım," diye yanıma yaklaşıp suya tuttuğum elimi suyun altından çekti. Parmağımın kenarına parmağının ucuyla dokunduğunda hala yandığını hissedebiliyordum.

Demir kapının kapanma sesi geldiğinde Yasin ve Dicle'nin çıktığını anlamıştım.

"Çok mu acıdı?" Diye sordu. Bakışları parmağından çekilmiyordu.

"Biraz" dedim.

"Çok yandı," dedi. "Canın çok yandı. Sadece yağ sıçrayıp yaktığı için." Başı yavaşça yukarı kalkıp bende durdu. "Annemle babam nasıl dayanmıştır, Elfida?"

Gözlerim bir sağ birde sol gözüne baktı.

Yapacak mıydım? Aklımdakini yapacak mıydım?

Seçim benimdi yine, bekledim sadece.

Bu kez sen, Elfida. Birisinin yarasını kapatmak zorundasın.

O yarayı kapatmayı seçtim. Karşımda duran komutanımın boynuna kollarımı sardım. Sıkı sıkı, yıllarca sarılmamış kollarımda sarıldım.

"Dayanmıştır," dedim. "Dayanmışlardır, komutan."

Kollarının belime dolandığını hissetmeye başladım. Karnıma ağrılar giriyor, kalbim sıkışıyordu.

"Yıllarca yapamadığımı, bir anda nasıl yaptın, Türkeç. Nasıl sıkı sıkı sarıldın bana?"

 

***

Ay ben duygulandımm

SELAMLAR AY PARÇALARIM

Nasılsınız? Umarım iyisinizdir.

Bölümleri yazmakta zorlandığımı söylemek istiyorum, boşlukta gibiyim ama hallediyorum! 🤍

Umarım beğenmişsinizdir, oy vermeyi unutmayınn

Öpüyorum 💋

 

Loading...
0%