@eliffbulu
|
Feda etmek, herkes yapamazdı. Birileri yaşasın diye, birileri rahat uyusun diye feda etmeyi... Babam hep, kalp acı kadardır, acı çektikçe kalbini hissedersin, derdi. Ben acımı sayamıyordum artık, kalbim ne kadar var baba? Ben kalbimi hissedemiyorum. Bedenim buz gibiydi sanki, soğuk olduğunu hissediyordum. Yumuşak bir yerde uzandığımı başımı kıpırdamaya çalıştığımda anladım. Gözlerim yavaşça aralandı. En son neredeydim? Barın Alp'in kollarında. Etrafına şaşkınlık içinde bakarken bir hışırtı sesi geldi. Sağıma döndüğümde Barın'ın yanımda olduğunu fark ettim. "Elfida," dedi. Sesi en son duyduğum gibi kaygılıydı. "Ben," dedim dudaklarımı hareket ettirmeye çalışarak. Kulaklarıma kendi sesim doldu, bağırış çağırışlarım, baba diye yalvarışım ve en son Barın'ın kollarına yığılışım. "Babam," dedim hızla. Dirseklerimden destek alarak oturmaya çalıştığımda Barın omuzlarımdan bana yardımcı olup daha az hareket etmemi sağladı. "Şşh, sakin." Dedi. "Sakin ol." Neye sakin olacaktım? Babamı görmüştüm, gerçek değildi. Babamı görmem değil onun gerçek olmaması sorundu. Delirmiş olabilir miydim? Yıllar önce ölen babamı görecek, ona yalvaracak kadar delirmiş olabilir miydim? Nasıl olmuştu bu? Kafamda sorular dönerken etrafına bakındım, nerede olduğumu anlamaya çalışıyordum. Bir hastane odası olduğunu anladığımda tekrar Barın'a baktım. "Ben, ben babamı gördüm." Dedim. Yutkundu. "Gerçek değildi." Dedim bu sefer. Yatakta benim yanıma, bana bakacak şekilde oturup başını eğdi. "Nasıl oldu?" Diye sordum. Boğazıma bir yumru oturmuş konuşmamı bile engelliyordu. Ondan ses çıkmayınca elimi omzuna dokundurdum. "Cevap ver bana, ben nasıl olmayan birisini gördüm, Barın?" Gözlerimin dolduğunu hissettiğimde çoktan sesimde titremeye başlamıştı. Sesimi fark edip başını kaldırdı. "Halisinasyon," dedi. Bakışlarında çaresizlik vardı, sanki ne yapacağını bilmiyormuş gibi. "Kullandığın ilaçlar, yaşadığın şeyler..." Elini ensesine atıp sinirle saçlarını karıştırdı. "Bilmiyorum, bir çeşit travmaya karşı tepki dedi doktor." Başımı hafifçe yana yatırdım. "Gerçek olmayan birine gitme mi dedim ben?" Diye konuştum fısıldayarak. Sesim fazlasıyla az çıkmıştı. "Elfida," dedi. "Barın," dedim. Sol gözümden bir yaş, gökyüzünde bir yıldızın kayıp gitmesi gibi usulca süzülürken devam ettim konuşmaya. "Sikeyim, başladım yine." Dedim. Elimi hızlıca yanağıma atıp göz yaşımı sildim. Yenisi eklendi. "Ağla," demesiyle bakışlarım onu buldu. "Şimdi ağlamazsan çok daha kötü olacaksın. Biliyorum." Bu kez sağ gözümden bir yaş damladı, devam etti yaşlar. Ben ise ses çıkarmamak için neredeyse nefes almayı kesecektim. Elini tereddüte kapılarak havaya kaldırdı, yüzümle aynı hizaya getirdi. Yavaşça yanağıma yerleştirdi. Gözümden akan, kurumaya yüz tutmuş bir yaşı sildi. İlk kez, ben değil bir başkası sildi göz yaşımı. Diğer elini de yanağıma koyup yüzümü avuçları arasına aldı. İyice yaklaştı bana, ben sesini çıkarmadım. Olduğu yerden kıpırdanıp bana yaklaştı. Alnını alnıma yasladı. "Ağla artık, bu kadar güçlü olma." Cümleleri ile birkaç saniye durdum, daha sonra kendiliğinden geldi hıçkırıklarım. İçi gider gibi baktı yüzüme, yüzünü çekip sıkıca sarıldı. Ellerimi sırtına dolarken, o sanki göğsünden içerisine beni sokmak istermiş gibi sıkı sarılıyordu. Kırılacakmışım gibi değil, kırılmayayım diye sarılıyordu. Ağlama seslerim odayı doldururken yüzünü boynuma gömdü, biz bir tabutun kapağının kapandığı andık. Hem birbirimizi tamamlıyorduk, hemde sonumuz ölümdü. "Barın," dedim, içimi çeke çeke ağlıyordum. "Söyle, Elfida. Söyle susma, konuş." Kendimi ona yasladım iyice, artık aramızda mesafe yoktu. "Çıkmaza girdim, her şey birbirine karıştı ne yapacağım?" Dedim. Kurduğum cümle ile ağlamam şiddetli hâl aldı. "Ne yapacağım ben?" Çaresizliğin dibiydim, daha zavallı bir halim yoktu. "Ben varım," dedi. Ellerini saçlarımda hissettim. "Ben varım, Elfida. Hep vardım. Beraber yaparız ne yapacaksak. Ben olurum çaren. Ben olurum yarana merhem." Yeter miydi bu kadar acı? Her şeyi geçtim, komutanım olan bir adamın kollarında ağlamam ne kadar doğruydu. O senin sadece komutanın değil, Elf. Artık sende biliyorsun. O senin geçmişin, şimdin ve geleceğin. İç ses, haklıydı. Yani sanırım. Kendimi yavaş yavaş geriye çekerken ondan ayrılmak istemediğimi biliyordum. Beni ona çeken, onu bana çeken bir şeyler olmalıydı, vardı. Ağlamalarım durmaya başladığında birkaç kez burnumu çektim. Aramızdaki mesafeyi açıp ikimizinde birbirimize bakmamızı sağladım. Elleri sırtımdan ayrıldı, bu kez sağ eli saçlarıma gitti. Açık olan saçlarımdan bir tutam alıp kulağımın arkasına sıkıştırdı. "Ne yaşayacak olursan ol," dedi. Bakışları saçlarımda, daha sonra yüzümde gezindi. "Hep yanında olacağım, hep seni koruyacağım." Başımı hafifçe yere eğip küçük bir gülme sesi çıkardım. Tekrar başımı kaldırıp "Kendimi koruyabilecek yaşta olduğumu söylemiştim." Dedim, günler önce söylediğim şeyi hatırlatarak. Diğer elini yatağa yaslayıp başını omzuna doğru eğdi. Saçlarımın uçlarıyla oynamaya devam ediyordu. "Bende inadına devam etmiştim, şimdiki gibi." Titrek bir nefes verdim. Tedirgin olduğumu belli ediyordu. "Neyin doğru neyin yanlış olduğunu ayıramadığını, artık yorulduğunu biliyorum." Dedi sakince. "Eğer şuan ikimizin arasında olan şeyin yanlış olduğunu düşünüyorsan," hafifçe başımı salladım. "Bunun yanlış olmadığında, aksine doğru olduğuna yemin ederim, sen bana emanetsin. Ve ben o emanete hep sahip çıkacağım." Kalbim tekledi, her duygumun, her hücremin sonu onun tek çıkışım olduğunu söylüyordu. Kucağımda duran ellerimin üzerine elini koydu. "Gerekirse canımı veririm, yine de seni korurum. Sen yeterki bana izin ver." Babamız verdi izni, bir bildiği varmış demekki. Dedi iç sesim. Babam izin verdiyse yıllar önce, şuanı görmüş hissetmiş olmalıydı. Bekledim birkaç saniye, o da benimle beraber bekledi. "Cevabı şimdi vermene gerek yok, sadece her zaman yanında olduğumu bil." Gözlerimi olumlu bir şekilde kırptım. Elimi omzundan aşağı inen saçıma götürdüğümde istemsiz tekrar babam geldi aklıma. Sonra ise süreli Barın'ın saçlarımla oynaması. Ne kadar fark etmediğimi sansa da, ben uyurken, uykuya dalarken, sarılırken, kavga ederken... Kısaca her fırsatta saçlarımla oynuyordu. O gece beni yatağa bıraktığında saçlarımla oynadığını çok net hatırlıyordum. Babası olmadığı için saçlarını kısacık kesen Elf, şimdi saçlarını onu seven birisi için uzatacak, asla kesmeyecekti. 🔗 18.50 Nöbetş bitmişti Dicle'nin. Dicle genelde gece saatlerinde dönerdi, nöbetlerden. Bugün 48 saatlik nöbeti bittiği için akşam üstü çıkmıştı. Hava kararmaya yüz tutmuştu. Kış olduğu için erkenden kararıyordu. Arabasını sanayiye bırakması gerekmiş, bu yüzden de yolu otobüsle gelmişti. Şimdi ise eve on dakikalık bir mesafeyi yürümek zorundaydı. İki yol vardı, birisi ıssız ama daha yakın. Diğeri ise o yola göre daha aydınlık ama daha uzak. İkinci yola girerek kaldırımda yürümeye devam etti. Üzerine giydiği beyaz üniformasını bile çıkaracak vakti olmamıştı. Formanın üzerine montunu geçirmiş, saçlarını yukarıdan dağınık bir topuz yapmıştı. Kolunda ise çantasını taşıyordu. Ara ara arkasına bakıyor, tekrar önüne dönüyordu. Kaldırımın köşesinden sağa saparak yürüdü. Elinde olsa şuan olduğu yere uyuyabilirdi. Aklında bin türlü soru vardı, babası kim bilir ne haldeydi, kardeşi ne yapıyordu, annesinin durumu nasıldı? Derin bir nefes alarak aklındaki düşünceleri geriye atmaya çalıştı. Fakat o düşünceleri aklından çeken şey, aldığı nefes değil ardından gelen bir erkek sesiydi.
"Şöyle doktorumuz olsa da, her gün hasta olsak." Dicle, tedirgin olarak adımlarını hızlandırdı. Tek istediği şuan eve gitmekti. Hangi kadının tek isteği sapa sağlam eve dönmek değildi ki? Hangi kadın ardından onu takip eden bir psikopat varken, eve sağ sağlim dönmek istemedi? Hangi kadın koynunda beslediği pisliğin, kendi katili olmasını isterdi? Basit ve tek bir cevap; Hiçbir kadın. Buna rağmen hala anlaşılmıyordu. "Aa, güzelim nereye? Daha eğlenecektik biz." Dedi arkadan farklı bir erkek sesi. Sonrasında ise iğrenç birkaç kahkaha. Dicle telefonunu çıkardı cebinden. Kilidi açıp rehberine girerken, arkasındaki adamların ona yaklaştığını anlamıştı. Bu kez koşmaya başladı. Önüne doğru dürüst bakmadan sadece koşuyordu. Arama kaydında en üstte olan numarayı hiç düşünmeden aradı. Yasin aranıyor... "Alo? Efendim Dicle?" Dicle peşinden gelen adamların korkusundan kekeleye kekeleye konuşmaya çalıştı. Gözleri ise dolmuş korkudan bağırıp çığlık atmak üzereydi. "Be-Ben dışarıdayım, evin oradaki alt sokakta." Dedi titreyen sesiyle. "Dicle, peşinde birisi mi var?" "Yardım et, yaklaşıyorlar." Dedi Dicle sessiz olmaya çalışarak. "Sakın kapatma!" Dedi Yasin uyarısını yaparak. Dicle telefonu kapatmadı, Yasin'in geleceğinden emin olarak koşmaya devam etti. "Dicle," dedi Yasin telefondan. "Dicle, geldim güzelim. Geldim korkma." Birkaç dakika boyunca peşindeki adamların gitmesini bekledi. Telefonundan Yasin'in sürekli sakin ol cümleleri geliyor, telefonu kapatmaması gerektiğini söylüyordu. En son hızlı bir fren sesi geldi. "Koşuyorum!" Dedi Dicle korkulu sesiyle. Ardına dönüp kontrol etti. Kimseyi göremeyince önüne döndü. Bir bedene çarptığını hissettiğinde ağzından bir çığlık koptu. "Sakin!" Dedi çarptığı kişi. "Sakin ol, benim." Dicle, olayın şokuyla gözleri fal taşı gibi açık kalbi küt küt atıyordu. Yasin iki elini Dicle'nin kollarına yerleştirdi. Dikkatlice yüzünü inceledi. "Bir yerinde bir şey var mı? Bir şey yaptılar mı? Neredeler?" Dicle birkaç saniye cevap vermeyince Yasin tedirgince konuştu. "Dicle, cevap ver, güzelim. Korkutma beni." "Ben, iyiyim. Koştum sadece. Caddeye çıkınca peşimi bıraktılar." Dicle konuştuğunda, kendisine çekip sıkıca sarıldı, Yasin. Derin bir nefes aldı. Kollarının arasındaki kadının boynuna gömülüp kokusunu içine çekti. Yasin Aksel, ilk kez ciddi kaldı. Yasin Aksel, hayatında ilk kez birini kaybetmekten korktu. "Bu kez kurtuldum." Tek bir cümle, üç kelime, on dört harf. Ve sayısız kalp kırıklığı. Bu kez kurtuldum. Soramadı, Yasin. Daha önce kurtulamadı mı? Diyemedi. Dili bağlandı, sadece sarıldı Dicle'ye. "Korktum," diye fısıldadı Yasin. "Hayatımda ilk kez bu kadar korktum ben." Elini Dicle'nin başının arkasına koyup saçlarını okşadı. "Bekle şimdi," Geri çekilip hala aramada olan teledonu kapattı. Daha sonra rehberde olan telefonundan bir numarayı aradı. "Alo, Şevket." Dicle elleri titrerken Yasin'i izledi. "Ben çıkarken bıraktığım konumda arama başlatın. Kamera kayıtları dahil her şeyi istiyorum. Hemen." Telefonu kapattıktan sonra üzerindeki ceketin cebine attı. Alelacele çıkmış üzerine mont bile almamıştı. Ellerinde, operasyona giderken taktığı yarım parmak eldivenleri vardı, siyah düz eldivenler.
Dicle'nin ellerine baktı, korkudan ve soğuktan titreyen ellerine. Eldivenlerini çıkardı, Dicle'nin ellerini tuttu. "Takalım bunu." Eldiveni ilk sağ sonra sol eline taktı. Sonra Dicle'nin kolunda asılı olan çantayı aldı. Elini Dicle'nin eline sarıp, yürümeye başladı. "Yasin," dedi Dicle yavaşça yürürken. "Teşekkür ederim." Yasin yanındaki kadına baktı. "Bu kez izin vermediğin için." 🔗 "Hastamız da uyandığına göre, artık çıkış yapabilirsiniz." Dedi odaya giren doktor. Barın ayakta Elfida'nın yattığı yatağın yanındaydı. Doktorun odaya girmesiyle, sanki doktordan bile ona zarar gelecekmiş gibi daha da yanına yaklaştı Elfida'nın. "Nasıl yapalım, Elfida hanım? Dilerseniz hemen çıkabilirsiniz." Elfida ilk önce yanında duran Barın'a baktı. "Çıkmak istiyorum." Barın sıkıntılı bir nefes verip, neyin daha iyi olacağını düşündü. "Sen nasıl istersen." Doktor başını sallayıp elindeki dosyayı Barın'a uzattı. Üzerinde duran kalemle birlikte Barın dosyayı aldı. "Hasta yakını olarak kayda geçiriyorum. Eşiniz sanırım." Dedi doktor Elfida'ya bakıp. Barın alt dudağını dişleyip dosyaya imza atarken sırtıttı. "Şimdilik değilim." Elfida bacaklarına örtülen battaniyeyi çekip bacaklarını yataktan sarkıtırken gözlerini devirdi. "Şimdilik değilmişmiş." Diye mırıldandı sinirle. Barın imzaladığı dosyayı kalemle birlikte doktora teslim edip Elfida yataktan kalkarken kollarına destek verdi. Elfida ayağa kalktığı gibi "Ölümden dönmedim, bayıldım. Ayağa kalkabiliyorum, Barın Komutan." Dedi. Barın onun bu halinden zevk alıyormuş gibi daha çok uğraşmaya başladı. "Olur, bir dahakine yardım etmem." Dedi. Doktor odadan çıkıp kapıyı kapattı. Elfida odadaki dolaba ilerledi, kapağı açıp içinden kıyafetlerini aldı. Arkasını döndüğü anda kıyafetlerine bakakaldı. Bunlar bayıldığında giydiği kıyafetlerdi. Başını hafifçe eğip üzerine baktı, mavi bir tişört altında siyah bir eşofman vardı. Bu kıyafetler onun değildi. Mavi tişört sanki Elfida'dan 3 tane daha sığacak kadar boldu. Altındaki eşofmanın beli içeri katlanmış, yetmemiş lastiği sıkılmıştı. Başını kaldırdığında yutkundu. "Sen sormadan söyleyeyim, Ajan." Dedi Barın. "Üzerindeki kıyafetler, benim ama merak etme. Üzerini ben değiştirmedim." Elfida elindeki kendi kıyafetlerden olan kafuflaj pantolonu alıp Barın'a savurdu. "Allah'ım ne ile sınanıyorum?" "Daha demin omzumda sıkı sıkı sarılıp her dediğime süt dökmüş kedi gibi bakarken böyle 'Allah'ım ne ile sınanıyorum.' demiyordun." Dedi barın Elfida'ya taklit edip üzerine gelen kamuflajı yanına bırakırken. "Ayrıca kızım bu nasıl pantolon? Bir şey yemiyor musun diyeceğim, yiyorsun da. Nasıl bu kadar küçüksün anlamadım ki ben." Elfida ilerleyip elindeki diğer kıyafetleri yatağa bıraktı. "Sus ve odadan çık, Barın." Barın ayağa kalkıp yataktaki kıyafetleri aldı. "Giymiyorsun bunları, eve gideceğiz şimdi. Orada değişirsin üzerini." Elindeki kıyafetleri yerdeki çantasına tıkıltırdı. "Versene şunları ya, giyeceğim işte." Dedi Elfida çantayı çekip eline alırken. "Kızım dursana, eve gideceğiz orada değiş üzerini diyorum." Elfida inatla çekiştirdi çantayı. Barın ise ona inat çantanın fermuarını kapattı fakat Elfida'nın önüne düşen saçların fermuar sıkışacağını hesaba katmadı. Elfida saçlarından bir tutamın sıkıştığını görmeden çantayı çekti. Çantayla beraber saçlarını da çektiğinde inledi. "Elfida, dursana bir. Sabır ver Allahım." Barın tuttuğu çantayı bıraktığında fermuarı açmaya çalıştı. "Ya çekmesene saçımı, canım acıyor." Dedi Elfida. "Te Allah'ım, dağda bayırda teröristlere kök söktürür, bize burada ufacık şeyden canım acıyor diyor." Elfida alttan, dik dik Barın'a bakmaya başladığında, Barın sakince fermuarlı açtı. "Aferin, adam ol." "Vur dedikte, öldürme, Elfida. Çabuk alıştın sen bu arkadaşlık mevzusuna." Dedi Barın ters ters. Barın Elfida'nın saçlarını kurtarır kurtarmaz uçlarına baktı. Kopmadığını anlayınca bakışlarını Elfida'nın saçından çekip çantayı kenara bıraktı. Yatağın yanındaki koltuktan telefonunu alıp kamuflajının cebine attı. "Komutanım demeye devam edeyim, ister misin?" Arkasını döner dönmez Elfida ile dip dibe geldi. Bir süre gözlerine baktı. Bakışları yavaşça aşağı kayıp dudaklarını buldu. "Ben sana komutanım desem daha iyi olacak gibi geliyor, yakıp yıkıyorsun haberin yok be, Ajan." Barın, bir süre dudaklarına baktı Elfida'nın. Elfida Barın'ın dudaklarına baktığını fark ettiği anda yutkundu, diliyle dudaklarını ıslatıp geri çekildi. "Romantiklik tavan, hadi yeter ben evime gitmek istiyorum." Dedi geçiştirip olayı kapatmaya çalışırken.
Elfida hızlıca kenardaki ayakkabılarını giydi, üzerine askılıktan haki yeşili montunu alıp giydi. Kapıyı açıp Barın ile birlikte çıktı.
Kordidorda yürürken Elfida'nın bakışları kapılarda gezindi. Hiçbir yerde çıt ses gelmiyordu. Merdivenlerin başına geldiklerinde iki koruma merdiven başında bekliyordu. Korumaların ikisi de Barın' baş selamı verdi. Barın selama karşılık "Kolay gelsin gençler, biz çıkış yapıyoruz. Elfida hanım ile benim evime geçeceğiz. Diğerleri ile beraber evin etrafında olun."
"Emredersiniz, Komutanım." Dedi ikisi de aynı anda.
İkisi yan yana merdivenlerden inerken, Elfida anlamayarak etrafa bakıyor, Barın ise bir elini Elfida'nın koluna sarmıştı. Merdivenlerin bitirdiklerinde Elfida "Ne oluyor? Hastane de neden kimse yok?" Diye sordu.
"Milli İstihbarat Teşkilatı'nın kıdemli ajanını buraya getirip herkesin ortasına koyacak kadar aptalca bir hareket yapamazdım."
Hastane çıkışına geldiklerinden hemen kapıda duran arabaya ilerlediler. Barın hızlıca arabanın ön sağ kapsını açıp Elfida'nın oturmasını bekledi. Elfida hızlıca oturduğunda kapıyı kapatıp diğer tarafa dolandı. Kendi tarafındaki kapıyı da kapatıp arabayı çalıştırdı. Kucağındaki eşyaları arkaya doğru bıraktı. Araba hastanenin önünden giderken, barın avcunun içi ile direksiyonu sertçe çevirdi. Bir eli bacağında, bir eli direksiyondaydı.
Elfida onun araba kullanışını izlerken, bir şeyler anlatmak istiyordu. Sorması gerekenler vardı. Barın dikiz aynasından Elfida'ya baktı. Gözlerindeki sönen bir ışığı gördüğünde sakince konuştu. "Aklındaki soruları sor. Tek başına düşünme, başın ağrıyor sonra."
O Elfida hakkında her şeyi bilirdi.
Elfida üzerindeki montunun cebine ellerini soktu. Hava fazlasıyla soğuktu. Ankara kadar değildi. Montu tamamen sarıp, üşümesini engelledi.
"Ben neden babamı gördüm? Bu birinci soru." Dedi Elfida. Başını geriye yaslayıp hareket eden arabanın içinde dışarıyı izledi. Arabanın içi ısıtma sisteminden dolayı yavaş yavaş ısınıyordu.
Barın sıkıntı ile tuttuğu nefesi verdi. Bu soruya cevap vermesi, ya da vermemesi. Ne olacaktı bilmiyordu. İkisi de delirmenin kıyısında, bir uçurumun kenarındaydı.
"Babanı neden gördüğünü bilmiyorum," diye konuştu. Arabanın hızı aynı şekilde devam etti. "Psikolojik bir şey sadece."
"Psikolojik, ha?" Elfida yarım ama buruk bir gülüşle düşündü. Sadece bir psikolojik tepki, babasını görmesi için yetmişti. "Babam, şimdi burada olsaydı. Kızar mıydı bana?" Barın soruya cevap vermek istemediğini belli etmeden "Bu ikinci soru muydu?" Dedi. Elfida ağır ağır başını salladı. "Evet." "Kızmazdı, baban sana hiç kızmazdı." Bir küçüklük anısı canlandı, Elfida'nın gözlerinde. Annesine soruyordu. "Dışarıda beklersem babam kızar mı, anne?" Feyza hızla cevap veriyor, kızının kızıl, turuncu saçlarını okşuyordu. "Baban sana hiç kızmaz ki, güzel kızım." Sessizlik, kimsesizlik. Şimdi ne Feyza, ne de Hakan vardı. İkisi de biricik kızlarını bırakıp gitmişlerdi. Küçük Elf, artık kimin kollarında ağlayacaktı? Ya da eve gelen market poşetlerinde çokomel bulamadığı için kime trip atacaktı? Elf, ailesi öldükten sonra yaşayabilmiş miydi? "Narin hakkında," diye mırıldandı Elfida. Kararlıydı, onu yanına alacaktı. "Narin'i şimdilik verdiğimiz yurt ile konuştum. Narin'i istediğimiz zaman alabiliriz." Elfida şaşırarak yanına döndüğünde, Barın gözlerini ayırmadan yola bakıyordu. "Nasıl? Hani evli olmadığım için vermezlerdi?" Diye sordu merakla. Barın kırmızı ışığı görür görmez arabayı durdurdu. "Bazen kimliğin işe yarıyor, Ajan." Dedi. "MİT'e çalıştığım için mi verildi, Narin bana?" Dedi Elfida içindeki küçük bir mutluluk kırıntısı ile. "Sayılır," dedi Barın. "Araya Arif başkan girince halloldu." Elfida yüzüne istemsiz bir gülümseme takınırken, Barın yanına dönüp Elfida'ya baktı. "Elfida," dedi. Elfida 'ne oldu' der gibi başını sağa sola salladı. "Narin'e bakabilecek misin?" Elfida'nın yüzündeki gülümseme kaybolurken, Barın elini ensesine atıp sıkıntıyla saçlarını karıştırdı. "Bak, ne kadar kötü olduğunu anlaman gerek. Kalbinin olduğuna inanmak gerek. Dersen, ben o kıza kendi kızım gibi bakarım, kabulüm. Narin'i kızım sayarım. Yeterki sen iyi hissetmeye çalış." Işık yeşile döndüğünde, Barın ayağını gaza bastırıp arabayı sürdü. "Ben, Narin'i yanıma almak istediğimi söylemiştim. Hâlâ da istiyorum." Elfida tüm kararlılığı ile konuşup, Narin'i yanına almak istediğini belirtti. Küçük bir kız çocuğuna sahip çıkacaktı, içinde büyütemediği küçük kız yerine, Narin'i büyütecekti. "Narin'in anne babası, araştırılmasını istemiştim. Onlardan haber var mı?" Diye sordu Elfida aklındaki bir diğer soruyu da. Barın başını sallayarak "Anne ve babası örgütün saldırılarına kurban gitmiş, zaten çok büyük bir akraba soyları yokmuş. Kısaca yalnız başına kalmış. Birde, sen sekiz yaşlarında diye düşünmüştün ama beş yaşındaymış." Dedi. "Bir yıldır, Akgün'ün elindeymiş." Bir yıl, bir çocuğun hayatı bir yıl boyunca kararmıştı. Kim bilir neler yaşamıştı? Bu kız 4 yaşında bir örgütün eline düşmüştü. Elfida aklıma takılan son soruyu da sormak için dudaklarını araladı. "Saat kaç?" Barın arabanın içindeki ekrana bakıp cevap verdi. "Yediyi çeyrek geçiyor." Öğle saatlerinden beri hastanedelerdi. Barın bir an bile yanından ayrılmamış, Elfida hastaneye ilk geldiğinde bakmaya gelen tim askerlerini, MIT mensuplarını bile "Ben yanındayım, merak etmeyin." Diyerek geri göndermişti. Barın, farklı birisiydi. Susardı, suskunluğu onun sesi olurdu bazen. 24 yıl önce annesi, doğmamış kardeşi, babası bir yangında kül olup gittikten sonra birilerini korumak zorunda hissediyordu kendisini. Vatanını, toprağını, ülkesindeki insanları, Elfida'yı. Zorunda kaldı, zorunda bırakıldı. Hava tamamen olmasa da kararmıştı. Lacivert gökyüzünde en yukarıda Ay, Hilal şeklini almış, birkaç yıldız ile beraber parlıyordu. Araba bir sokağın girişinde, 6 katlı bir binanın önünde durdu. Elfida'nın değil, Barın Alp'in evinin önünde. Barın arabanın kapısını açıp indi, ondan sonra da Elfida indi. Barın arka koltuğun kapısını açıp çantayı ve bir poşeti aldı. Arabayı tamamen kilitleyip Elfida ile beraber binanın merdivenlerine yürüdü. Giriş kapısındaki şifreyi girip kapıdan içeri girdi. Asansörün düğmesine basıp açtı, binince de 5. Katı tuşlayıp bekledi. "Kendi evime ne zaman gideceğim?" "Güvenliğinden emin olduğum zaman." Asansör durdu. Kapısı açıldığında ikisi inip köşedeki daireye yürüdüler. Barın zile bastı. Elfida zile basmasını anlamayın Barın'a döndü. "Evde birisi mi var?" Barın yüzünde muzip bir gülümseme ile "Birazdan görürsün." Dedi. Elfida kapının açılma sesi ile kapıya baktı. Kapı ardına kadar açıldığında içeride bekleyen küçük kızı görmeyi beklemiyordu. "Elfida abla!" Narin. Elfida mutluluk ile karışık şaşkınlığı ile içeriye girmeden yere çöktü. Narin hızlıca Elfida'nın kollarına atlarken. Elfida, kıza sıkıca sarıldı. Dizlerini büktüğü için aynı boya geldiği kızın boynuna hasret dolu bir öpücük bıraktı. "Oh, mis kokulum benim."
Barın içeriye bir adım atıp elindeki çantaları bırakmadan iki kıza baktı.
İki küçük kız çocuğuna.
Birisi içindeki çocuğu saklamak zorunda kalmış, birisi ise hâlâ çocuktu.
"Ee," dedi Barın. "İçeriye geçmiyor musunuz?"
Başkasının yanında gülmezdi böyle. Bir Elfida'nın yanıda.
Narin Elfida'dan ayrılıp konuştu. "Hadi içeri gidelim." Elfida başını salladı. Ayağa kalkıp ayakkabılarını çıkardı. Narin'i kucağına alıp içeriye girdi.
"Kucağına alma şimdi," dedi Barın. "Narinciğim, abla biraz hasta. Sen gel bakalım buraya." Kollarını uzatıp Elfida'nın kucağından Narin'i aldı.
Elfida ağırlığın üzerinden kalkmasıyla rahatlatıp kapıyı kapattı. Barın içeri geçip ilk kapıdan girdi.
Geniş bir oturma odası vardı, duvarlar açık gri renkteydi. Dekorasyon ise aynen Barın'ın yapacağı bir iş gibi sade bırakılmış, sadece koltuk takımları, televizyon ünitesi ve sehpalar vardı.
Barın kucağındaki Narin'i yere bırakıp koltuğu gösterdi. "Koş otur bakalım, oyuncaklarını getireyim ben." Elfida ayakta öylece dikilip ne yapacağını bilemeyerek bir Barın'a bir de Narin'e baktı. "Narin, Elfida ablaya evi gezdirmek ister misin?" Dedi Barın kararını değiştirerek.
Narin ellerini birbirine vurdu heyecanla. "Evet!"
Oturduğu yerden kalkıp Elfida'nın yanına geldi, elini tutup salondan hızlı adımlarla çıktı. Oturma odasının karşısındaki kapıyı açıp içeri girdiler.
İçerisi oturma odasının aksine tamamen tatlı bir dekorasyona sahipti. Tam bir kız çocuğu için düzenlenmiş gibiydi. Duvarlar bembeyazdı, pembe çarşaflı bir yatak odanın köşesinde duruyordu. Bir köşede oyuncaklar yığılmıştı. Küçük bir masa ve sandalye vardı. Üzeride ise kitaplar.
"Bak burası benim odam." Dedi Narin, daha yeni yeni oturmaya başlayan konuşma şekli ile. R harflerini hâlâ çıkarmakta zorlanıyordu.
"Senin odan mı?" Dedi Elfida yüzündeki gülümsemeye engel olamayarak. Sırf o istediği için kendi evine bile Narin için oda mı yaptırmıştı?
"Nasıl bir adamsın sen ya," diye fısıldaı Elfida. "Taş kalpli sandığım adama bak."
İstemsiz güldü, Narin yerdeki oyuncak bebekleri sen iki tanesini hızlıca alıp Elfida'ya koştu. İki bez bebek vardı ellerinde. İki bebeğe de bakıp inceledi. Sonra sol elindeki turuncu saçlı bebeği yukarı kaldırıp Elfida'ya uzattı.
"Bak bu sana benziyo, tuyuncu saçlı."
Elfida ellerini Narin'in uzattığı bebeğe dokundurup aldı. Bu bebek yıllar önce doğum gününde kapısına bırakılan bebekle aynı bebekti. Elfida o bebeği, babasının bıraktığına aylarca inanmıştı. Yere çöktü, Narin ile birlikte oturdu. Bebeğin turuncu ipten yapılan saçlarına dokundu. Yeşil gözlere baktı. "23 sene," dedi. "23 sene nasıl bekledin ki sen beni?" Narin çocuk aklıyla anlamayın sadece melül melül bebeklere bakıyordu. "Sabır gerektirir bu işler, dedi baban. Bende yolun sonunda sen varsın diye dayandım." (Buradan sonrasında Nazende sevgilim açabilirsiniz, ballarım.) Elfida oturduğu yerde başını yana çevirip kapıya baktı. Barın omzunu kapının girişine dayamış, başını da duvara yaslamış ikisini izliyordu. "Barın," dedi Elfida. Başını hafif omzuna eğip baktı. Barın durduğu yerden ayrılıp iki kızın yanına geldi. Tam yanlarına oturdu. Elini yavaşça Elfida'nın elindeki bebeğe attı. Bebeği elinden aldı. "Küçük Elf, bunu çok beğenmişti." Dedi. Narin elindeki bebeği bırakıp Barın'ın elindekini aldı. "Benim bebeğim!" Dedi küçük siniri ile. Elfida elini Narin'in kahverengi saçlarına atıp okşadı. "Senin bebeğin, güzelim." Dedi. Sesinde anne şefkati vardı. "Barın ben ne söylesem eksik kalacak." Dedi elini Narin'in saçlarından çekerken. "Ne söylesem yetersiz, sen beni nasıl mutlu ettiğini tahmin bile edemezsin." "Senin için." Diye kısa cevabını verdi, Barın. "Hep senin içindi." Şanı ile ün salan kockoca bir komutan. Dağlarda adını duyuran, yüzünü bile görmeyenlerin korktuğu o adam. Ve o adamı kendine platonik eden, Elfida Türkeç. Kalbiyle, bir adamı yakıp yıkan, tüm gücünü alan bir kadın. Saatler geçti, dakikalar birbirini kovaladı. Elfida, Barın ve Narin sadece oyun oynadı. Narin istedi diye saatlerce Pepe izlediler. Yıllar önce Hakan, Feyza ve Elfida'nın yaptığı gibi. "Elfida," dedi Narin uykulu sesiyle. Yatağının üzerinde pembe battaniyelerin arasından konuştu. Elfida ve Barın yatağın kenarına çökmüş, Narin'in uyumasını bekliyordu. Elfida, Narin'in sesi ile ona baktı. "Söyle kuzum." "Annem gibi kokuyorsun, biliyoy musun?" Dedi Narin, masum masum. "Annem de çiçek gibi kokaydı." Elfida sertçe yutkundu. "Bu seni üzmez mi? Annenin yerine beni koymana gerek yok güzelim." Narin gözleri kapalı bir şekilde başını salladı. "Hıhım." Diye bir mırıltı çıkardı. Ortam sessizleşirken, Narin kendini tamamen uykuya bırakmadan önce konuştu. "Annem beni izliyor." 🔗 Sabah Bel ağrısı, üzerine eklenen baş ağrısı ve mide bulantısı. Gözlerim yavaş yavaş açıldığında karşımda Barın duruyor, başını yatağın kenarına yaslamış uyuyordu. Başımı kaldırıp oturduğum yerden ikisine baktım. Boynum fena tutulmuştu. Elimi boynuma atıp kısık bir sesle inledim. "Niye burada uyuyakaldık ki biz." Dedim kendi kendime. Elimi boynumdan çekip Barın'ı uyandırmak için koluna yaklaştırıyordum ki elim havada durdu. Bir süre yüzünü izledim. Kapalı olmasına rağmen ezbere bildiğim göz rengi. Gözlerim kulağının altındaki yarasına değdi. Elimi ise bilerek boynuna yaklaştırdım. Hafifçe dokundum. Bir yara izi bile daha karizmatik edemezdi bir insanı. Derin bir nefes alıp verdim. Bir yanda babam, bir yanda saçma sapan hastalıklarım, bir yanda Narin ve bir yanda Barın. "Ne yapacağım ben seninle?" Diye sessizce konuştum. Elimi tamamen boynundan çektiğimde beklemediğim anda konuştu. "Yara izlerimi seveceğini sanmazdım." "Sevmedim zaten." Dedim. "Dokundun?" Dedi sorar gibi. Sevdin gerizekalı Elf, hemde fazlasıyla. "Hıhı," dedim mızmız sesimle. "Kesinlikle." Gözlerini açtığında başını yataktan kaldırdı. Hareketlerine bakılırsa hiç boynu tutulmuş gibi durmuyordu. İlk önce Narin'e baktı. Onu kontrol edince bakışları bende durdu. "Boynun tutuldu, değil mi? Keşke kaldırsaydım seni." Başımı salladım, ayağa yavaşça kalkıp Narin'in açılan üzerini kapattım. Hâlâ mışıl mışıl uyuyordu. "Erken daha, kahvaltı yapalım ben karakola geçeceğim." Cümlesiyle durup ona baktım. "Pardon? Ben ne iş yapacağım bu sırada? Bende geleceğim." Dedim. Tabiki gelecektim. "Sen bir süre evde kalacaksın, Ajan hanım." Sabır çeke çeke kapıya ilerledim. "Aklından bunu geçirmen ne kadar saçma düşündüğünü belli ediyor." Kapıyı açtığım anda dışarı çıktım. Kapının tekrar açılıp kapanma sesi geldi. La ben mutfağı bile bilmiyorum. "Sağa dön, ikinci kapı mutfak. Kahvaltı falan hazırlama. Ben hallederim." Dediğinde tarif ettiği gibi ikinci kapıya girip mutfağa geçtim. "Dolapta su var mı?" Diye seslendim, koridordaki Barın'a. "Sence sana bu soğukta soğuk su içirir miyim ben?" Diye gittikçe yakınlaşan sesi geldi. Ben burada tek bir gün duramam. Adam içtiğimiz suya da karışıyor. Ateş ve Barut cidden yan yana gelemezdi. Musluğun hemen üzerindeki dolabı açıp bardakların orda olabileceğini düşündüm. Yok, değilmiş. Bir yanındakini açtım. Burada da tabak var. Bu nasıl düzen? "Çekmecede bardaklar." Dedi. Buz dolabını açıp birkaç bir ley kucağına aldı. Sonda aldıklarını tezgaha yanıma bıraktı. Dediği gibi çekmeceyi açıp bardaklardan rastgele birisini aldım. Musluktan doldurduğum suyu içip sabahın köründe mide bulantısını başlamasını sağlamış oldum. Aferin Elfida. Ehe.
Bir zil sesi ile etrafa bakındım, benim telefonum değildi. Barın arka cebinden telefonunu çıkardığında zil sesini değiştirdiğini fark ettim. "Alo?" Dedi. Birkaç saniye sonra "Tamam, geliyoruz." Deyip telefonu kapattı. Bana döndüğünde "Ne oldu?" Diye sordum. "Sara konuşmuş." Başımı salladım. "Ne söylediğini biliyor musun?" Dedim. "Babasının kara paralarını nerede tuttuğunu ve siber saldırıyı kimin yaptığını anlatmış." Gözlerim şokla büyürken "Ne?" Dedim. Yuh bu kadar şeyi anlatmış mı gerçekten? "Bu seferlik benimle geleceksin. Yarın karakola gelmek falan yok." Aynen, aynen. Der gibi başımı sallayıp yüzümü buruşturdum. "Hemen mi gidiyoruz? Narin tek kalamaz." "Henüz kayıtları yurtta olduğu için yurda bırakıp tekrar akşam alacağız. Zaten akşama kadar kayıt işleri biter. Narin tamamen seninle olur." Başımı sallayıp mutfaktan çıktım. İlk olarak üzerimdeki kıyafetlerden kurtulmam gerekiyordu. Narin'in odasına girip uyanıp uyanmadığını konrtol ettim. Uyanmadığını anlayınca biraz daha uyuması için Barın'ın kenara koyduğu çantayı aldım. Kapıyı kilitleyip üzerimdekş kıyafetleri çıkardım, çantadaki kamuflaj takımı alıp ilk önce pantolonu sonra kazağı onun üzerinde de bol kamuflaj ceketi giydim. Kapının kilidini açıp çıkardığım kıyafetleri katladım. Yürüyüp Narin'in uzandığı yatağın yanına oturdum. Elimi hafifçe koluna değdirdim. "Narin," dedim. Korkmaması için sessizce konuşuyordum. "Hadi bebeğim, uyan." Yavaş yavaş kıpırdanmaya başladığında ellerini gözlerine götürdü. Kısa bir süre ovalayıp gözlerini açtı. "Kalk bakalım, uykucu." Dedim gülümseyerek. Narin yattığı yerde doğrulup küçük bedeni ile yatakta oturdu. "Gidiyoy musun?" Dedi yeni uyandığı için çatallaşan sesiyle. Başımı salladım. "Sadece ben değil, Barın abin de gidiyor. Seni burada tek bırakamam." Dediğinde muhtemelen benimle beraber geleceğini düşündüğü için gözleri parladı. "Bakma öyle," dedim. "Seni sadece akşama kadar yurda bırakmam gerek." Dudaklarını büzüp kollarını önünde birleştirdi Bu haline gülerek "ama sana çok güzel bir haberim var." Dedim. Merak ettiğini belli etmemeye çalışarak "Neymiş?" Diye sordu. "Akşama kadar yurtta kalacaksın ama sonrasında sadece benim yanımda olacaksın. Benimle birlikte yaşayacaksın."
Önünde bağladığı kollarını çözüp büzdüğü dudağını düzeltti. "Gerçekten mi?"
Başımı salladım. "Gerçekten."
"O zaman ben hemen yurda gideyim. Hemencik akşam olsun."
Ayağa kalkıp onunda yataktan inmesini bekledim. İndiğinde hızlıca dolabına ilerleyip Barın'ın onun için aldığı kıyafetlerden birini çıkardım. Yeşil Kazak, siyah bir eşofman ve siyah montunu giydirdim. Koyu kahve saçlarını da iki yandan at kuyruğu yapıp tokalarını taktım.
"Barın." Diye içeriye seslendim. Kapı birkaç saniye sonra açıldı. "Prenses hazır mı?"
Narin başını sağa sola salladı. "Hayıy."
Neyi hazır değildi? Üzerine bakıp bir şeyi giydirip giydirmediğimi kontrol ettim. O ise beni umursamadan ayağa kalkıp masaya ilerledi. Masa tam onun boyuna göre yapılmış olduğu için masanın üzerinden hızlıca bir kağıdı çekti. Daha sonra da dün geceki turuncu saçlı bebeği.
Yavaşça koşarak yanıma geldi. Elindeki kağıdı bana çevirdiğinde onun bir fotoğraf olduğunu anlamıştım. Fotoğrafta orta yaşlarda, kapalı bir kadın vardı. Tıpkı Narin gibi esmerdi. Kucağında ise bir bebek vardı. Bu bebek, Narin'di. "Bu sefer hazıyım." Dedi. Uzanıp elimi tuttu. "Hadi gidelim." Ben şok olmuş gibi Barın'a bakarken o güven verir bir şekilde gözlerini kırptı. Narin'in elinden tutarak odanın dışına çıktım. Hep beraber evin kapısından çıkıp kapıyı kapattık. Asansörle aşağı indikten sonra arabanın yanına yaklaştık. Arabanın arka kapısını açıp Narin'i bindirdim. Kemerini sıkıca bağlayıp kapıyı kapattım. Bunları yaparken Narin ne elindeki fotoğrafı ne de bebeği bırakıyordu. Bende ön sağ koltuğa oturup kemerimi taktım. Barın arabayı çalıştırırken cebimden telefonumu çıkarıp saate baktım. 09.21 Telefonun ekranını kapatıp araba hareket ederken Barın'a bakıp konuştum. "Barın, bu çocuk bir şey yemedi." Dedim. "Saat kaç?" "Dokuz yirmi." "Yurttaki kahvaltıya yetişir. Bugünlük böyle olsun. Barın abisi o eve gelince çok güzel kahvaltılar hazırlayacak." Dikiz aynasından Narin'e baktım. Tepkisiz sadece elindeki fotoğrafa bakıp duruyordu. Çekip alabilsem keşke seni o hayattan, Narin. Keşke yaşadıklarını geri alabilsem. Kısa bir sürede geniş bir binanın önünde durduk. Barın arabadan inip Narin'i de indirdi. "Görüşürüz de, Ablaya." Dedi Barın kucağındaki Narin ile bana bakarken. Elimi kaldırıp salladım. "Görüşürüz, balım." Dedim. "Göyüşüyüz Elfida." 🔗 İki saat sonra Narin'i yurda bırakmış, karakolda silah odasında silahlarımızı temizliyorduk. Midemin bulandığını alttan alttan hissetsem de bir şey belli etmedim. Silah odasından birkaç asker çıktığında ben ve Barın tek kaldık. Silahımım şarjörünü yeniledikten sonra tek hamlede yerine taktım. Emniyetini kontrol ettikten sonra önümde duran masaya silahımı koydum. Montunu belimden hafifçe kaldırıp diğer silahımı da aldım. Şarjörü zaten doluydu. Ben silahla ilgilenirken ellerimin üzerine başka bir el koyuldu. Başımı kaldırıp ellerim sahibine baktım. "Ellerin soğuk." Dedi, Barın. Onaylamak için başımı salladım. Normal bir şeydi benim için. "Ellerim hep soğuk." Diye cevabımı verdiğimde elimdeki silahı alıp masadaki diğer silahın yanına bıraktı. "Bundan sonra soğuk olmasın, ben ısıtırım." Ellerimi birleştirip avuçları arasına aldı, ısıtmak için birbirine sürttü. Ben onu izlerken dudaklarını ellerime yaklaştırıp sıcak nefesini üfledi. Ellerimin bu kadar soğuk olduğunu onun nefesiyle fark etmiştim. Dudakları tam avuçlarımın arasında durdu, bir öpücük bırakıp geri çekildi. "İnsan sevdiğinin kalbinden öpemeyince, avuçlarını öpermiş. "Kalbinden öpüyorum." Anlamına gelirmiş, bir yerde okumuştum." Sevdiğinin kalbi, Benim kalbimdi. "Barın-" diye konuşacağım sırada sözümü telefonumun zil sesi kesti. Bir kere romantik bir şey söyleyeceğim, onda da evren bölüyor her şeyi. Sinirle elimi onun elinden çekip cebime attım. telefonumun ekranına baktım. İlkay arıyor... Aramayı kabul edip telefonu kulağıma yaklaştırdım. "Alo? Efendim İlkay?" Birkaç tuş sesinden sonra İlkay'ın sesi geldi. "Elfida, benim bunu söylemem ne kadar doğru bilmiyorum ama," İlkay'ın sesindeki tedirginlik ile bende tedirgin oldum. "Ne diyorsun İlkay? Söyle işte düzgünce." Diye yükseldim. Telefon kulağımda elim cebimde odada bir oraya bir buraya yürürken İlkay'ın cümleleri ile olduğum yerde kaldım. "Elfida, künyenin raporları çıktı." Dedi. Merakla beklediğimde konuştu. "Elfida, künyenin üzerinde Hakan Türkeç yazıyor. Bunu zaten biliyorsun ama daha önemli bir şey var." "Nedir?" "İsimsizler Timi yeni kurulmadı. İsimsizler Timi'ni 24 yıl önce baban kurdu Elfida." |
0% |