Yeni Üyelik
9.
Bölüm

8. Bölüm

@eliffbulu

Tesadüf olamazdı. Tarih aynıydı. Babamın şehit düştüğü tarihti. Bu kadar aynı olamazdı.

Telaşla arkama döndüm. Karşımda buğra oturuyordu. Yan tarafımızda da iki daire vardı. Asansörün yanındaki kamera dikkatimi çektiğinde kameraya doğru yürüdüm. Başımı kaldırıp kameraya baktım.

Kimin koyduğunu öğrenebilme umuduyla bine yönetim katına yani giriş katına inmek için tekrar asansöre bindim. Giriş katta durduğunda binanın yöneticisinin kapısını çaldım.

Birkaç dakika sonra kapı açıldığında "Merhaba, rahatsız ediyorum kusura bakmayın. Evime hırsız girdi galiba tabletim ve bir miktar param çalınmış. Acaba kamera görüntülerine bakabilir miyim?" Diye yalandan bir şey söyleyip kameralara bakıp bakamayacağımı sordum.

Yüzüme sahte bir gülümseme takındığımda karşımda kırklı yaşlarında bir kadın duruyordu. "Ah, çok geçmiş olsun tabii ki bakabilirsiniz. Fakat kameralarımız iki gündür çalışmıyor onun öncesince olduysa yardım edebilirim."

Kadının kurduğu cümleyle bozguna uğradım sanki. "Çok güvenlik önlemi almıştık oysa, nasıl oldu ki?"

Planlıydı, düşman çok yakınımdaydı. Yüzümdeki gülümseme sönerken kadının gözlerine baktım. "Yok tamam, ben hallederim. Teşekkür ederim, iyi günler." deyip arkamı döndüm. Halsizlik başını almış gidiyordu. Neredeyse olduğum yere çöküp uyuyacaktım.

Cebimden telefonumu aldım. Ve aklıma gelen ilk kişiyi aradım. Telefon çalarken konuştuğum kadın kapıyı kapatmıştı. Yürüyüp bu kez giriş kapısından dışarı çıktım.

"Alo, başkanım."

"Elfida,"

"Başkanım, çok önemli."

"Bilgisayardan bir şey mi çıktı?" sanki beni görebiliyormuş gibi başımı sağa sola salladım. "Başkanım, babam..."

Sustum. Kalbim acıyordu.

Her olayda duygusuz insanın tekiydim. Ama konu babam olunca 5 yaşındaki halime geri dönüyordum.

"Elfida, bu konuyu birçok kez konuştuk. Bu şekilde devam edersem mesleğini tehlikeye atacaksın."

"Başkanım, kapıma birisi künye ve not bırakmış."

Ses gelmedi. "Nasıl, ne künyesi?" elimdeki künye ve nota baktım. "Babamın şehit olduğu tarih var künyede. Başkanım, künyeye doğum yılı yazılır biliyorum ama bu tesadüf olamaz. Notta da güven falan diyor. Başkanım, bilmediğimiz bir şey var."

Konuşmayı bitirip bekledim. "Elfida, kendine gel. Sen bir istihbaratçısın. Bunun bir oyun olabileceğini çok iyi biliyorsun. Şimdi eve çık ve bana künye ve notun fotoğrafını at."

"Emredersiniz, başkanım."

Telefon kapandıktan sonra kamuflajın cebine telefonumu ve künyeyi attım. Giriş kapısından girip asansörle yukarı çıktım. Evin kapısını açıp içeri girdim geri kapattıktan sonra ayakkabılarımı çıkarıp odama geçtim. Çalışma masama oturup bilgisayarım açtım. Telefonumdan künye ve notun fotoğrafını çekip karargaha gönderdim.

 

Bilgisayara girip apartmanın kameralarıma bağlanmaya çalıştım. Telefonum bir bildirim düştüğünde alıp baktım.

Bulut: Nottan bir şey çıkmaz ama künyeniz çizilen kısmını laboratuvarda incelemeye gönderebiliriz.

Siz: Tamam.

Telefonu kenara bırakıp bilgisayara baktım. Kameraların markalarını bilmediğim için bağlanamıyordum. Ama daha basit bir yolu vardı.

Yaklaşık on dakika kadar uğraştıktan sonra bina sistemine sızdım.

"Zekam ile gurur duyuyorum."

Sırıtıp kamera kayıtlarını incelemeye devam ettim. Kameralardan birinde kapının önü gözüküyordu. Tıklayıp büyük ekrana geçtim şuan kayıttaydı. "İyi de hani bozuktu bu kameralar?"

Görüntüyü geriye sarıp sabah ben evden çıktıktan sonraki görüntüleri izlemeye başladım.

Görüntüde komutanım kapıyı çalıyor, ben kapıyı açtıktan sonra biraz konuşuyorduk. Daha sonra da asansöre binip gidiyorduk. İki asansör vardı. Biz birinden aşağı inerken diğerinden simsiyah giyinmiş yüzü kapalı yalnızca gözleri açık birisi indi. Elini siyah kapüşonlusunun cebine attığı sırada benim kapıma doğru yaklaştı. Ve tam o sırada görüntü kesiliyor. Birkaç saat önceki görüntüler geliyordu. "Nasıl bir oyun lan bu!" Görüntüyü geri alıp tekrar izledim.

Asansörden iniyor, elini cebine atıp kapıya yaklaşıyordu. Defalarca kez izledim o görüntüyü.

Asansörden inip elini cebine atıyordu. Kapıya yaklaşırken görüntü kesiliyordu.

Kaç kez izlediğimi bile sayamıyorum. En son sinirle laptopu kapatıp ayağa kalktım. Dolabıma yaklaşıp üzerime giymek için bir şeyler çıkardım.

Üzerimdeki kamuflajdan kurtulduktan sonra çıkardığım siyah body ve kumaştan bir paraşüt pantolon giydim. Turuncu saçlarımı yukarıdan bir şekilde at kuyruğu yapıp telefonumu elime. Salona geçip oturacakken kapının çalasıyla diğer tarafa yöneldim.

Kapının deliğinden baktığımda birkaç kez bina da gördüğüm muhtemelen bu binada yaşayan benden küçük bir kadın vardı.

Kapıyı açıp baktım. Elinde bir tabak börek vardı.

"Merhaba, Dicle ben. Yan dairenizde oturuyorum. İlk taşındığınızda merhaba diyememiştim." Elindeki tabağı bana uzattı. "Yemek yapacak vaktin olmaz şimdi senin."

Gülümseyip tabağı elinden aldım. "Teşekkür ederim. Elfida bende."

Tatlı birisi gibi görünüyordu. "Başka zaman görüşmek üzere şimdi nöbetim var." Yüzündeki gülümsemeyi bozmadı.

Baştan aşağı süzdüğümde elinde bir sırt çantası ve beyaz bir önlük gördüm. Doktordu.

"Göşüşmek üzere." Dedim kız kapıdan ayrılıp asansöre binerken kapıyı kapattım. Elimdeki tabağı burnuma yaklaştırıp kokusuna baktım. "Fena değilmiş,"

Tabakla birlikte mutfağa ilerledim. Bir dilim börkten büyük bir ısırık alım. Tezgaha koyduğum tabaktan iki dilim börek yedikten sonra kalan böreklerin üzerini bezle örtüp odama geçtim.

Masama oturup çipi yedek bilgisayarıma taktım. Bir dosya vardı.

Dosyanın adı sadece "T" idi.

Dosyayı açıp içerisini incelemeye başladım.

Bu bir patlama planıydı.

"Türkiye'nin kalbinde yüzlerce insanın cesedi yatacak." Yazıyordu. Ve daha bir sürü şey.

Türkiye'nin kalbi, Ankara'ydı.

Telefonumu alıp karargahı aradım. Telefon biraz çaldıktan sonra açıldığında Bulut konuştu. "Alo,"

 

"Alo, bulut. Senden bir patlamanın yerini öğrenmeni istiyorum."

Konuşurken dosyadaki yazılara bakıyordum. "Elfida, ben bir süper kahraman değilim yalnızca analiz yapıyorum."

Gözlerim bilgisayarın ekranında dolaşırken konuştum. "Analiz yap o zaman, Bulut."

"Çipten bir şey mi öğrendik?"

Tepkisiz bir şekilde konuşmaya devam ettim. "Bir patlama planlıyorlar. Türkiye'nin kalbi demişler ama tam bir yer yok."

Bulut gözlerimi evireceğim bir cümle kurdu. "Ankara da olacak yani."

"Bulut, Türkiye'nin kalbi Ankara onu bende biliyorum. Sana dosyayı göndereceğim onu İlkay ile birlikte incele."

Telefonu kapatıp bilgisayara döndüm çipteki tek dosyayı karargâh yolladım. Bilgisayarla başka işim olmadığını düşünüp bilgisayarı da kapattım. Masada duran künyeyi alıp ayağa kalktım.

"Tesadüf müsün yoksa oyun mu?"

Derin bir nefes alıp etrafıma bakındım. Başımın ağrıdığını hissettiğimde yatağıma doğru bakıp yürüdüm. Üzerimdekileri değiştirmeden yatağa uzandım. Başımdaki ağrı git gide artarken yavaşça uykuya kendimi bıraktım.

🎀

Koltukta dağınıklığın arasında uyuyakalmıştı. Art arda zile basan biri yüzünden söverek ayağa kalktı, Barın Alp. Salondan çıkıp evin kapısına ilerledi. Kapı deliğinden kimin geldiğine bakmadan kapıyı açtı. "Ne var lan alacaklı gibi basıyorsun zile?"

Karşısında Yasin'i görünce siniri iki katına çıktı. "Bak oğlum, eğer boş bir şey için geldiysen kimse alamaz seni elimden." Diye tekrar konuşup Yasin'e baktı. Yasin elindeki poşeti havaya kaldırıp "Aga ne kadar nefret ediyormuşsun sen benden. Gören altı yıldır arkadaş değil de düşman olduğumuzu sanır."

Yasin karşısındaki adamı takmayıp içeri girdi. Barın Alp sabır çekerek kapıyı kapattıktan sonra salona, Yasin'in yanına, gitti.

"Aynen, Yasin. Boş yapma da niye geldin onu söyle" Yasin elindeki poşeti uzattı. Barın Alp poşeti alıp içine baktı. Yiyecek bir şeyler almıştı. Koltuğu gösterip oturmasını işaret etti. Yasin kendini koltuğa bırakıp konuştu. "Oğlum, evi bok götürüyor. Sen nasıl yaşıyorsun burada?"

Biraz daha konuşmaya devam ederse HZ. Yusuf filmindeki sahneyi çekecekti.

Barın Alp poşetten bir poğaça alıp koltuğa oturdu. "Yaşıyorum işte, mis gibi ev nesi var?"

Yasin poşete uzanıp bir poğaça da kendisine aldı. "Ne yok ki amına koyayım," poğaçadan bir ısırık alıp azı doluyken konuşmaya devam etti. "Zorlasam elimi attığım yerden donların çıkabilir."

Barın Alp yanındaki yastığı çekip hücum yapar gibi Yasin'e fırlattı. "Sus lan, çok toplu işte. Bir iki parça kıyafet birkaç tane de belge var." Yasin etrafı oturduğu yerden güzelce süzdü. "Kardeşim sen evlensene ya,"

Barın Alp hareketlerini yavaşlatıp donup kaldı. Sonra başını kaldırıp Yasin'e baktı. "Niye lan?" Yasin işaret parmağıyla evin içini gösterdi. "Bak bir evin işini sadece kadının yapmasına çok karşıyım," ortada duran şişe sulardan birisini açıp içti. "Ama senin gibi düzensizliği olan bir hayvan olunca işler değişiyor. " Suyu tekrar masaya bakıp gözünün ucuyla Barın Alp'e baktı. "Gerçi senin gibi bir manyağın karısı da manyak olur. Kesin gider asker falan bulursun sen."

Barın Alp elini saçlarına geçirip dağıttı. "Yok kardeşim, sağ ol. Ben evlenmeyi düşünmüyorum. Şu Akgün itinin işini bir an önce bitirip şehit olmak nasip olursa dünyanın en mutlu erkeği ben olacağım."

Yasin kaşlarını kaldırıp karşısında üstü çıplak altında kamuflaj pantolonu olan adama baktı. "Oğlum, sen beni ayartmaya mı çalışıyorsun? Niye çıplaksın lan sen?"

Barın Alp başını eğerek üstüne baktı. Çıplak tenini görünce Yasin'e baktı. "Sik sik konuşma, aramadan sormadan gelen sensin." Diye sinirle konuşup elindeki poğaçanın son lokmasını ağzına attı.

"Sustum." Deyip ağzındaki hayali fermuarı çekti Yasin. "Şu bilgisayardan bir şey çıkmış mı?"

"Valla Elfida ile konuşmadım ama iyi oldu hatırlattığın, arayayım ben." Barın Alp kaşlarını çattı "Sende numarası ne geziyor lan?"

Yasin cebinden telefonunu çıkarırken Barın Alp'in sorduğu soruya sırıttı. "Bilmem," Barın Alp ters ters bakıp ayağa kalktı. Koltuğun etrafından salonun girişine doğru yürüdü. Salonun çaprazındaki kendi odasına girdi. "Nereye?" Yasin içeriden seslenince "Üstümü giymeye, malum birilerini ayartmıyorum ya ben." Dedi

Odasındaki gardıroptan üzerine siyah polo yaka bir t-shirt onun altına ise siyah bol bir eşofman aldı. Bir çırpıda üzerine geçirip aynanın karşısında saçına baktı. Elini saçlarına atıp düzelttikten sonra çıkardığı kıyafetleri hiç umursamadan salona geri geçti.

Salona girer girmez Yasin'in telefona konuştuğunu duyunca eski oturduğu yere tekrar oturdu.

Yasin tatlı tatlı telefonda konuşuyordu. Barın Alp telefonu işaret ederek "Kim?" diye sordu. Yasin ağzının içinde "Elfida," dedi.

"Kusura bakma Elfida, seni de uyandırdım."

Yasin birkaç saniye sonra gülümsemeye başlayınca Barın Alp her zamanki ters bakışını yaptı. Pür dikkat onu izliyordu. "Şey soracaktım ben sana bilgisayardan veya çipten bir şey çıktı mı?"

Yasin kaşlarını çattığında Barın Alp oturduğu yerden kalkıp Yasin'e yaklaştı. "Anladım, zaten bir toplantı düzenlerler. Teşekkür ederim." Yasin karşı taraf telefonu kapatacakken "Elfida," dedi.

"Yanlış anlama ama sesin biraz kötü geliyor, sabah operasyon dönüşü de dikkatimi çekti, bir sorun mu var?" Barın Alp telefona yaklaşıp Elfida'nın kurduğu cümleyi dinledi.

"Halsizim sadece, ondandır."

Barın Alp olduğu yere geri çekilip sırtını yasladı. Yasin sırıtarak telefonu hoparlöre aldığında Barın Al olduğu yerde kalıp Elfida'yı dinledi.

"Bir yerde toplansak veya diğerleri de olmayabilir, üç dört kişi şu operasyonu incelesek olur mu?"

"Tabi tabi, buluşalım. Ama sen hastaymışsın gelemezsin buraya. Ev müsait mi?"

"Müsait, hem daha iyi olur her şey burada."

"tamamdır, bana konumu at sen."

Tam o sırada Yasin'in Barın Alp'e bakacağı o şeyi söyledi Elfida,

"Komutanım yanında değil mi? O biliyor."

"Ah, evet. Yanımda. "

Görüşürüz faslı bittikten sonra Yasin bir kahkaha patlattı. Sonra yüzü düşük bir şekilde Barın Alp'e baktı. "Kız hastaymış koçum." dedikten sonra Barın Alp'i oturduğu yerden süzüp "Da, bu kızın evini nereden biliyorsun sen?" Barın Alp sabır çeke çeke ayağa kalktı.

"Aynı evde yaşıyoruz, ondandır." Daha sonra Yasin'in konuşmasına müsaade etmeden "Sen mal mısın?" dedi.

"Kalk hadi, gidelim." Yasin yerinden kalkıp Barın Alp ile birlikte evin girişine yürüdü. Barın Alp vestiyerden üzerine ince bir kapüşonlu alıp evin kapsını açtı.

İkisi de kapıdan çıktıktan sonra Barın Alp kapıyı kapattı. Apartmanın otoparkına inip arabaya yürüdükleri sırada Barın Alp "Giderken ilaç milaç bir şey mi alsak?" diye sordu. Nihayet arabayı bulduklarında Barın Alp elindeki anahtarla arabayı açtı. Yasin sağ koltuğuna geçtiğinde o da şoför koltuğuna oturdu.

"Alsak alsak ağrı kesici alırız, onu da kendisi düşünmüştür. O yüzden yiyecek bir şey alalım." Barın Alp arabayı çalıştırıp otoparkın çıkışına sürdü. Araba otoparktan çıkarken Yasin fikrini ortaya attı. "Şu köşeyi dönünce pastane var, felaket fındıklı çikolataları var. Onlardan alalım."

"Fındığa alerjisi var." Dedi.

"Ne?"

Yasin anlamayarak bir soru sorduğunda Barın Alp aynı cümleyi tekrarladı. "Fındığa alerjisi var işte."

Araba binadan yavaş yavaş uzaklaşıyordu. Barın Alp arabayı Elfida'nın evinin yoluna çevirip gaza bastı. "Sen..." Yasin donup kalmış Barın Alp'in bunu nereden bildiğini anlamaya çalışıyordu.

Barın Alp'te ise hiçbir mimik yoktu. Sadece önündeki yol odaklanmış pür dikkat arabayı sürüyordu. "Araştırdım," dedi en sonunda. "Abi ben sana bir şey söyleyeceğim ama kızma." Barın Alp ne diyeceğini anlamış gibi "Susmazsan dalağını keserim. Yok öyle bir şey, kes sesini." Dedi.

"Tamam abi, sustum. Ama demedi deme." Yasin tüm ciddiyetiyle konuştuktan sonra Barın Alp direksiyonu sol eliyle çevirerek Yasin'in bahsettiği pastanenin önünde durdu. "Demem, Yasin mümkünse sende deme." Deyip arabadan indi. Yasin kısa süreceğini düşündüğü için arabadan inmedi. Oturup sessizce Barın Alp'in pastaneye girişini izledi. "Ulan oğlum, nasıl bir adamsın sen, anlayamadım ki."

Kısa bir süre içinde Barın Alp pastaneden çıkıp arabaya yaklaştı. Kapısını açıp elindeki poşetleri Yasin'e verdi. Arabayı tekrar çalıştırıp tekrardan yola girdi. Sabah Elfida'yı aldığı kapıya arabasını park edip arabayı durdurdu. Yasin arabadan inince kendisi de indi.

Birlikte binanın girişine yürüyüp içeri girdiler. Yasin elindeki poşetleri gözleriyle gösterip asansörü işaret etti. Barın Alp asansörün düğmesine basıp geri çekildi. Asansör giriş kata inip durduğunda ikisi de bindi. Barın Alp kat düğmelerden dört numaraya bastı. Asansör dördüncü katta durduğunda ikisi de yürüyüp kapının önüne geldi.

Barın Alp zile basıp Yasin'e baktı. "Katı da biliyor, şerefsiz." Yasin mırıldanarak çok belli olmayacak şekilde konuştu. "Ağzına sıçtırtma, adam akıllı işimizi halledip gideceğiz işte." Tam o sırada kapı açıldığında Elfida sabahkinden çok çok daha iyi bir halde gülümsedi. "Hoş geldin," deyip Yasin'e sonra da Barın Alp'e baktı. "Sizde hoş geldiniz, komutanım." Dedi.

Kapıdan geri çekilip eliyle içeriyi işaret etti. İkisi de arda arda içeri girdiğinde Elfida kapıyı kapattı. "Buyur, gelirken boş gelmeyelim diye aldık." Yasin elindeki poşetleri Elfida'ya uzattı, "Teşekkürler, buyurun böyle geçin."

Elfida poşetleri alıp salona yürüdü. Arkasından ikisi de yürüyüp salona girdi. İki adet koltuğun arasında geniş ama yüksekliği az olan bir masa vardı. Barın Alp sanki babasının evi gibi üstündeki kapüşonluyu çıkarıp koltuğun kenarına koydu. Daha sonra kendini koltuğa bırakıp oturdu. Yasin de uslu çocuk rolüne girerek sakince yürüyüp bir köşeye oturdu.

 

"Ben içecek bir şeyler getireyim, ne istersiniz komutanım?"

 

"Zahmet etme hastaymışsın zaten," Barın Alp hemen kendini toplayıp dikkatini Elfida'ya verdi. "Yok komutanım, estağfurullah. En azından bir kahve yapayım. İçmez misiniz?" Elfida bir Barın Alp'e birde Yasin'e baktı. Yasin dayanamayıp "Elfida, sen sadece çay getir arkadaş biraz hayvan da," Elfida başını sallayıp salonla birleşik olan Amerikan mutfağa girdi. Mutfağa girer girmez masanın üzerindeki dijital saat dikkatini çekti.

13.17

Saatten gözünü çekip ocakta zaten kaynayan çaydanlığı tezgahın üzerine aldı. Dolaptan üç kupa çıkarıp çayları doldurup tepsiye koydu. Küçük bir kasedeki toz şekeri de tepsiye koyduktan sonra Yasin'in verdiği poşetten çikolatalı kurabiye ve ekler çıkardı onları da iki tabağa ayrı koyup tezgaha bıraktı. Başını kaldırıp salona baktığında gördüğü ilk kişi Yasin'di. Telefonla uğraşıyordu.

Başını çevirdiğinde ise yeşil gözlerin sahibi ile göz göze geldi. Birkaç saniye sadece bakıp sonra başını tezgahtaki tepsiye çevirdi. Tepsiyi eline alacağı sırada duyduğu adım sesleri ile arkasına döndü. "Yardım lazım m-" arka taraftan gelen Barın Alp'in cümlesi Elfida ile burun buruna gelince kesildi. Nefesleri birbirine çarpıyordu.

Elfida'nın turuncu saçlarına baktı, yukarıdan sıkıca bağlanmış saçlarına. Elfida kesik bir nefes verip geri çekildi. Barın Alp ise hiçbir tepki göstermeden olduğu yerde kaldı "Şey, tabaklar." Dedi sadece.

Elfida hızlıca arkasına bakıp sonra Barın Alp'e tekrar döndü. "Evet, tabalar alırsan, alırsanız çok iyi olur." Deyip eline tepsiyi alıp salona yürüdü.

Barın Alp yüzünde aptal bir sırıtışla salona yürüyen Elfida'yı izledi. Gözleri Elfida'yı takip ederken Yasin'le göz göze geldi.

Yasin kıkırdayıp önüne döndüğünde Barın Alp tezgahtaki iki tabağı ellerine alıp tezgâhın etrafından yürüyerek salona yürüdü. Tabakları ortadaki masaya bıraktı.

Elfida koltuğa oturmuş eline de çayını almıştı. Barın Alp masadan bir çay da kendine alıp Elfida'nın oturduğu koltuğa araya biraz mesafe koyarak oturdu. Elfida boğazını temizler gibi yaparak ayağa kalktı "Ben bilgisayarı getireyim, dosyalara bakalım." Dedi.

Barın Alp'in önünden geçip odasına ilerledi. Elfida odaya girip uğraşırken Yasin oturduğu yerden kalkıp dedikoducu teyzeler gibi Barın Alp'in yanına oturdu. "Neydi lan sizin daha deminki haliniz?"

Barın Alp soluna bakıp "Oğlum bak çok fazla soru soruyorsun, adamı dellendirme." Dedi.

"Ulan var ya eğer sen bu kadından azıcıkta olsa hoşlanmıyorsan..." Yasin cümlenin devamını getirmeyince Barın Alp bacağını büküp tamamen soluna döndü. "Ne hoşlanmıyorsam ne?" diye sordu.

"Cümle alem sıçsın ağzıma,"

Barın Alp yalancı bir gülsemeyle konuştu. "Aç lan ağzını o zaman."

Yasin gözlerini iyice dikip konuştu "Ne kadar pislik bir insan oldun, ayıp." Barın Alp gözlerini devirip önüne döndü.

 

Elfida ise elinde bilgisayarı ve onun üstündeki iki dosya ile odaya girdi. "Ben size çipten bulduğum bilgileri anlatayım, ondan sonra ne yapacağımıza karar verelim." Elindekileri masaya bırakıp Yasin ve Barın Alp'in oturduğu koltuğun karşısındaki koltuğa oturdu.

 

"Çipte tek bir dosya vardı," bilgisayardaki dosyayı açıp ekranı onlara çevirdi. "Ankara'da yapılacak bir patlamadan bahsediyor. Belki de bir tür oyun. Ama tahminlerim şu anlık üç gün sonra yapılacak olan operasyonda." Diye açıklayıp ikisine baktı.

Barın Alp bilgisayarı kendine doğru yaklaştırdı. "Üç gün mü?" diye sordu bilgisayarla ilgilenirken. "Evet, komutanım. Dosyayı karargaha gönderdim ama bizim Said'i konuşturmamız gerek." Diye bir cevap aldı.

Barın Alp başını kaldırıp ilk önce Yasin'e sonra Elfida'ya baktı. "karargahtan haber bekleyip Said'in sorgusuna girelim. Ben söyleyeyim sorguyu ertelesinler." Elfida başını sallayıp bilgisayar ile beraber getirdiği dosyalardan birini açıp Barın Alp'e uzattı. "

"Said'e dair ne kadar bilgi varsa burada, komutanım. rdiği karanlık işler, gizlice yürüttüğü operasyonlar, Akgün ile olan bağlantılı işlere dair ne varsa bunun içinde." Barın Alp dosyayı alıp ilk sayfayı açtı.

İsim: Said Sam

Yaş: 44

Akgün Liyan ile bağlantılı operasyon sayısı: 3

Aile durumu: Bir kızı bir oğlu var. Sara Liyan ve Ahmet Liyan. Eşi Hafsa Liyan, ürk İstihbaratının nokta operasyonunda etkisiz hale gelerek öldü.

 

Son yapılan patlamada öldürdüğü vatandaş sayısı: 23

 

"23 kişi, bu pislik en son yapılan patlamada 23 kardeşimizi öldürdü. Bunların dördü evli, altı tanesi üniversite kazanmış okuyor, yedi tanesi kendi halinde işleriyle uğraşıyordu." Elfida konuşmasına bir yudum su içip devam etti. "Kalanlar daha küçücük çocuklardı."

Barın Alp dosyanın diğer sayfalarına göz gezdirirken gelen telefon sesiyle masadan telefonunu aldı. Telefonu açıp kulağına dayadı.

"Alo, yüzbaşı Barın Alp Yıldırım. Said Sam'ın sorgusu için beni bekleyin. Bizzat kendim gireceğim sorguya." Birkaç kez daha ağzında bir şeyler mırıldanıp telefonu kapattı.

"Tamamdır, sorgu saat beşte yapılacak. Bizi bekliyorlar. Tam üç saatimiz var." Yasin başını sallayıp "Peki bu çipten ne çıktı?" dedi.

Elfida'nın yediği ekler boğazında kalırken öksürmeye başladı. Barın Alp ayağa telaşla kalkıp masadaki suyu aldı. Elfida'ya uzatıp "Al iç sakin ol." Dedi. Elfida sudan birkaç yudum aldıktan sonra başını kaldırıp Barın Alp'e baktı. "Sağ olun, komutanım."

Barın Alp başını sallayıp geri yerine oturdu. Yasin ise direterek "Çip diyorduk, ne çıktı?"

Elfida başını sağa sola sallayıp "Anlattığım şeyler çipten çıktı, bilgisayarı karargah inceleyecek." Dedi.

"Bu arada nasıl oldun? Hala solgun duruyorsun?" Yasin ortaya bir soru atıp masadaki kurabiyeye uzandı. "İyiyim, sabah mide bulantısı fala vardı. Hava değişimindendir."

"Ankara havasıyla büyüyüp burada görev yapmak zordur." Bu kez Barın Alp konuştuğunda Elfida bakışlarını ona çekti. "Öyle, farklı yerlerde de görev yaptım tabii ama burada böyle oldu. " deyip gülümsedi.

"Ankara'da mı doğdun?" diye bir soru gelince Elfida bir cevap verdi.

 

"Sayılır, uçak Ankara'ya inmeden önce doğmuşum." Konu Yasin'in ilgisini çekmiş olacak ki oturduğu yerden doğrulup merakla bir soru sordu.

 

"Harbiden uçakta mı doğdun?" Elfida önündeki çaydan içip başımı evet anlamında salladı. "Evet." Dedi.

 

Araya Barın Alp'in soğuk sesi girdi. "Geyik yapmayın, işinize odaklanın." Dedi. Elfida ve Yasin birbirine bakıp sırıttığında herkes elindeki işe odaklandı aradan uzun bir zaman geçtikten sonra Yasin elindeki kağıdı Barın Alp'e uzattı.

 

"Barın, bu kim anıyor muyuz?" Barın Alp eline kağıdı aldığı ile başka bir dosyanın arasından bir kağıt çıkarması bir oldu. "Maram Rafah," başını kaldırıp Yasin'e baktı. Elfida ise isme olan aşinalığında dolayı "Maram Rafah, uyuşturucudan yıllar önce cezaevine girdi. Hem de ağır suçlar cezaevine."

 

Ortam birkaç saniye sessiz kaldığında kapı zilinin sesi ile herkes salonun kapısına döndü. Elfida ayağa kalktığı sırada Barın Alp "Yasin bakar, sen otur hastasın." Dedi. Elfida ilk önce anlamayıp öylece ayakta dikildi. "Seninle işim var harbi," Barın Alp gözlerini devirdi. "Yasin kapıya bak." Yasin salondan çıkıp evin kapısına ilerlerken Elfida yerine oturdu. Kapı açılma sesinden sonra bir kadın sesi geldi. "Elfida yok mu?"

 

Adım seslerinden sonra odaya Yasin ve Dicle girdi. Dicle'nin elinde küçük kare bir borcamda tatlı vardı. "Şey ben geldim ama müsait değilmişsiniz." Diye mahcup bir ses tonuyla konuştu. Elfida ayağa kalktığı sırada Yasin yavşaklık iç güdüsü ile Dicle hanıma bakıp konuştu. "Estağfurullah, sizin gibi güzel bir hanımefendiye ben her zaman müsait olurum." Dedi.

 

Elfida Dicle'ye yaklaşıp elinden borcamı aldı. "Zahmet etmişsin ya, keşke otur diyebilseydim ama birkaç işim var. Akşam gel oturalım." Dicle tatlı bir şekilde gülümseyip "Yok sorun değil bende nöbeti devrettim, izin alıp geldim zaten. Başka zaman görüşürüz." Dedi.

Ortada birkaç konuşma geçtikten sonra Elfida elindeki tatlıyı mutfak tezgâhına bıraktı. Salona geri döndüğünde Barın Alp elindeki dosyaları kapatıp masaya bırakmış hala koltukta oturuyor Yasin ve Dicle de ayakta konuşuyorlardı. Dicle Elfida'yı görünce "Ben gideyim artık. " dedi. "Bende seni geçireyim," ikisi beraber kapıya doğru yürürken Yasin Dicle'nin ardından bakakaldı.

"Sabır, oğlum bir kıza da yürüme be." Barın Alp sabır çeke ayağa kalkarken Elfida kapıyı kapatıp içeri girdi. "Saat kaç?"

Yasin elindeki telefonun ekranına iki kez tıklayıp Elfida'ya gösterdi.

16. 21

"Bir dakika geliyorum, şu tatlıyı dolaba koyayım." Deyip mutfağa girdi. Tezgaha bıraktığı tatlıya baktı. "Bir kaşık alayım lan güzel duruyor." Çekmeceden bir kaşık çıkarıp tatlıdan yedi. Birkaç kaşıktan sonra kaşığı tezgaha bırakıp tatlıyı buz dolabına koydu.

Tekrar salona girdiğinde "Hadi kalkın sorguya gidiyoruz," Barın Alp ayağa kalkıp Yasin'in ayakta durduğu yerde durdu. "Tamam komutanım."

🎀

Dakikalardır sorguya girmeyi bekliyorduk. Komutanım bir köşede oturmuş hiçbir şey söylemeden öylece duruyordu. En son karakolun sorgu odasından çıkan jandarmalardan birisi komutanımın karşısında durup asker selamı verdi.

Biraz konuştuktan sonra komutanım ayağa kalktı. "Türkeç, sen benimle geliyorsun. Yasin de sorguyu camın arkasından izleyecek."

Başımı sallayıp bende ayağa kalktım. "Emredersiniz, komutanım."

Önden ben daha sonra komutanım sorgu odasına girdi. Camın arkasında durup Said'e baktım. Komutanım içerideki diğer kapıyı açıp içeri girdi, bende arkasından girip kapıyı kapattım.

"Özledin mi beni, Said?"

Komutanım ortadaki masada duran sandayleyi çekip bana baktı. "Otur bakalım, Türkeç."

Bir şey demeden çektiği sandalyeye Said'in karşısına oturdum.

"Ee böyle susacak mısın?" Diye sordu komutanım. Daha sorma kendi kendine gülüp "Avukat falan mı isteyeceksin?"

Bende söylediği şeye gülüp ellerimi masaya koydum.

Yüzümdeki gülümsemeyi silip Said'e baktım. "Konuş bakalım, o evde ne işin vardı?"

Said bir saniye bile beklemeden o cevabı yapıştırdı. "Hiçbir şey bilmiyorum."

Komutanıma baktım. "İzin var mı komutanım?"

Başını sallayıp "Sahne senin Türkeç, Konuşmazsa sık kafasına, geberip gitsin bize eğlence çıkar."

Önüme dönüp masadaki kalemi aldım. "Bir insanın ölmesinin en kötü yolu nedir Said?" Dedim. Elimdeki kalemi alıp masada kelepçeli duran eline dokundurdum.

"İşkence çekmek." Dedim. Elimdeki kalemi yavaş ama gittikçe sert olacak bir şekilde eline bastırdım. "Tırnaklarını teker teker çekersem bana, seni öldürmem için kaçıncı dakikada yalvarırsın?" Bakışlarımı gözlerine diktim. "Ya da saniye mi demeliydim."

Korkuyla masaya kelepçeli olan ellerini çekmeye çalıştı. Ve ben bundan keyif alıyordum. Oturduğum sandalyeye yaslandım. "Dökül," dedim. "anlattığın her bir bilgi için bir parmağın kurtulur."

Komutanımdan net bir ses geldi. "İşte benim askerim."

Bunu ondan birkaç defa daha duymuştum yalan yoktu hoşuma gidiyordu.

Rahat bir şekilde onu dinlerken başıma saplanan ağrı ile elimi başıma götürdüm. Oturduğum yerde başımın döndüğünü hissediyordum. Gözlerimi sıkıca kapatıp açtım. Said karşımda halinden çok memnun bir şekilde duruyordu. "Ne oldu asker? Başın mı ağrıyor? Mide bulantısı da var mı?"

Sinirlenmeye başladığım sırada ayağa kalktım, tek amacım ona bir yumruk vurup tehtit etmekti.

Baş ağrım dayanılabilecek raddedeydi elimi sıkıca yumruk yapıp yüzüne bir tane vurdum. "Konuşmazsan sonuçlarının sorumlusu ben değilim!"

Burundan kan damlamaya başladığında komutanım kolumu tutup beni çekti. "Hala hasta mısın sen?" Başımı çevirip ona baktım. "Şu an bunu konuşmanın sırası değil."

İlk önce Said'e daha sonda camın arkasındaki Yasin'e baktım. İşaret parmağımla Yasin'i gösterdim.

"Şu adamı görüyor musun? Seni diri diri yakar küllerini de toprağa saçar. Beni daha fazla uğraştırma, konuş."

Tekrar yerime oturdum.

Said boş bir şekilde yüzüme baktı.

Konuşmadığını görünce cama dönüp Yasin'e seslendim. "Bir tane çekiç ve pense getir."

Said korkuyla yerinde kıpırdandı. Tabii böyle yapacaktı. Çünkü bunun gibi piçlerin yaptığı tek şey buydu.

"Tamam! Tamam dur konuşacağım."

Gülerek komutanıma baktım.

"Akgün, Akgün yürütüyor her şeyi. Şirket var. Patlama diye bahsettikleri şey kimyasal bir silah."

"Detay vererek anlat, Yasin sende kayıt almaya başla."

Asıl şimdi başlıyordu. Bu adamı konuşturup istediğimi alacaktım. Alacaktık.

🎀

Loading...
0%