Yeni Üyelik
10.
Bölüm

9. Bölüm

@eliffbulu

1999 Ankara

 

Serin bir Ankara akşamı. Küçük Elfida evde koşturup duruyor babasını bekliyordu. Ne kadar gecikirse geciksin biliyordu, babası hep gelirdi. Babasına çok düşkün bir kız çocuğuydu. Hep babasıyla olmak isterdi. Ama bilmiyordu bir sabah gidip bir daha gelmeyeceğini.

“Anneciğim, koşturma bak düşeceksin.” Dedi Feyza.

“Hayıy anne, düşmem. Hem babam gelşin oyun oynayalım.” Feyza salonda koltukta oturuyor bilgisayarından bir şeylerle uğraşıyordu.

Elfida paytak adımlarla annesin koştu. Koltuğa yetişemediği için ellerini koltuğun oturma kısmına koyup annesine baktı. “Anne, dışayı çıkabiliymiyim?”

Küçüktü daha doğru dürüst konuşamıyordu bile.

“Ama babanı beleyecektin kuzum.”

“Dışarıda beklesem babam kızar mı?”

Gülümsedi Feyza, elindeki bilgisayarı dizinden kaldırıp koltuğa bıraktı. Kızının kendisi gibi turuncu saçlarını okşadı. “Baban sana kızma ki güzelim.” Dedi.

Elfida şımarık bir şekilde gülümsedi. “O zaman çıkıyoyum anne,” dedi. Feyza başını sallayınca Elfida koltuğun etrafından dolanıp evin kapısına çıktı. Askeri lojmanın bahçesine inip bahçe kaldırımına oturdu. Üzerince saçlarına yakın bir turuncu renkte elbise vardı. Çok severdi babası geleceği zaman süslenmeyi.

Yeşil gözlerini bahçe kapısına dikti. Bir an bile ayırmadan izledi kapıyı. Bir süre sonra siyah iki araba bahçeye giriş yaptı. Elfida oturduğu yerden kalkıp arabanın lojmana girmesini bekledi. Araba bir süre sonra içeride durduğunda arabadan dev cüssesi üzerince takım elbisesi ile Hakan indi.

Babasını gördüğü anda yüzüne bir gülümseme yerleşti. Küçük bacakları ile her zamanki gibi koşup arabanın önünce duran babasına yaklaştı. Hakan kızının ona doğru geldiğini görünce yere eğilip kollarını iki yana açtı “Baba!”

Elfida babasının kucağına atlayıp kollarını boynuna sardı. Hakan kızının başına bir öpücük kondurup “Oh, mis kokulu kızım benim.”

Elfida babasının kirli sakallarından huylanıp kıkırdadı. “Baba,” bir aydır kızına hasret kalmış sürekli öpüp kokluyordu. “Söyle birtanem.”

“Bak senin aldığın elbiseyi giydim, olmuş mu?” hakan gülümseyip kızının turuncu saçlarına baktı. “Çok yakışmış güzel kızım benim.” Elfida tam bir şey daha söyleyecekken arabadan dokuz yaşlarında bir erkek çocuğu indi. Askerlerden birisi Hakan’a yaklaşıp “Efendim söylediğiniz belgeleri getirdik, müsaitseniz buyurun.” Hakan Elfida’yı yavaşça yere bıraktı. “Elfida, babacığım ben birazdan geleceğim tamam mı? Sen eve git istersen.” Dedi.

Elfida başını sağa sola sallayıp “Hayır baba, bekleyim ben.” Dedi. Hakan başını sallayıp askerle beraber lojmanın girişindeki arabaya yürüdü. Elfida ise fırsatını bulup arabadan inen erkek çocuğuna yaklaştı. “Sen kimsin?” diye sordu. Boyu çocuğun boyundan kısaydı. Başını kaldırıp çocuğun gözlerine baktı. “Ohaa,” dedi şaşırmış bir ses tonuyla. “Gözlerin deniz gibi, mavi.”

Çocuk hiçbir teki vermedi. Öylece karşısındaki kıza baktı. Elfida ise gururlu bir şekilde işaret parmağı ile babasını gösterdi. “Bak o benim babam, seni tanıyor mu babam?” çocuk başını salladı. Tek bir kelime söyledi. “Evet.” Dedi.

Elfida ise sıkıntıyla ofladı. “Neden konuşmuyorsun ki?” sonra gözlerini çocuğun deniz mavisi gözlerinden çekip boynundaki kolyeye indirdi. “Bu ne? Pikachu’nun kuyruğuna benziyor.”

Çocuk gülümsedi. “Yıldırım sembolü o.” Dedi.

Elfida kocaman gözlerini kolyeden ayırmadan “Yıldırım mı?” dedi.

“Hıhı,”

Elfida bu kez çok ciddi bir şekilde elini çocuğa uzattı. “Benim ismim Elfida, senin ismin ne yıldırım çocuk?”

Karşısındaki çocuk Elfida’nın uzattığı eline baktı. “Elfida…” diye mırıldandı. Ama kendi ismini söylemedi. Arkadan gelen sesle ikisi de oraya döndü. “Hadi gidiyoruz.”

Çocuk büyük bir adım atıp Hakan’ın olduğu yere yürüdü.

“Bari adını söyleseydin!” diye bağırdı Elfida arkasından.

Çocuk ise duymamış gibi arabaya yürüdü.

“Deniz gözlü yıldırım çocuk.” Diye söylendi kendi kendine Elfida.

O çocuğu hep öyle bildi. Deniz gözlü yıldırım çocuk.

 

 

 

 

 

1 Eylül 2023 Hatay

 

Yaklaşık on dakikadır kayıt altında sorgudaydık. Said ağzının içinde bilgi veriyor ne biliyorsa biraz biraz anlatıyordu.

En son komutanım odanın köşesindeki sandalyeyi alıp masanın bir kenarına çekti. “Bak Said, biraz daha gevelemeye devam edersen muhtemelen o çeneni bir daha asla toplanmayacak şekilde dağıtırım.”

Said sinirle “Anlattım işte her şeyi!” dedi.

Komutanım ayağa kalkıp Said’in yakasına yapıştı. Bir yumruk vurup bekledi. “Elfida, çık.”

“Komutanım,” dedim itiraz etmek için ama siniri fazlasıyla belli oluyordu. “Elfida çık dedim!”

Oturduğum yerden kalkıp kapıya ilerledim. Dışarı çıkıp kapıyı kapattım. Camın arkasına geçip ne yaptığını izlemeye başladım. Said sadece komutanımın duyabileceği bir cümle kurdu.

Ne söyledi bilmiyorum ama bu onu deliye döndürmüştü. Said’in yanından ayrılmış odanın içinde geziniyordu cama yaklaşıp. “Kaydı kapatın, buradaki hiçbir şeyi görmediniz.” Dedi.

Yasin alelacele kaydı kapattı.

Komutanım odada tam Said’in karşısında durdu. Masanın yanındaki sandalyelerden birini alıp Said’e fırlattı. Sandalye Said’e çarpıp odanın bir köşesine yuvarlanırken Said’in yüzünden kanlar akıyordu.

“Hala konuşmuyor musun?” diye bağırdı. Gür sesi tüm odada yankılanıyordu. Allah’tan duvarlar sesi yutuyordu.

Elini cebine atıp küçük bir anahtar çıkardı. Kelepçenin anahtarıydı diye düşündüm.

Anahtarla masaya yaklaşıp kelepçeyi çıkardı. Sanki hafif bir şey kaldırıyormuş gibi elini Said’in yakasına attı. Ayağa kaldırıp bir yumruk daha vurdu. Said geriye sendeleyip yere düşerken komutanım hiç umursamadan yerde karnına bir tekme attı.

Bir kere daha, bir kere daha derken saymayı bıraktım. Yere eğilip yakasından tutup ada arda yumruklar savurmaya başladı.

Öldürecekti.

Telaşla sağıma döndüm. Elimi Yasin’in koluna koydum “Gir çabuk! Öldürecek!” Yasin hızlıca kapıdan içeri girip komutanımın koluna sarıldı. ”Öldürmek mi istiyorsun bırak!” Ama nafile asla bırakmıyordu. Son çare içeri girip yere diz kapaklarımın üzerine çöktüm.

“komutanım, yeter.”

Durdu.

Yasin bağırınca durmayan adam benim tek bir cümlem için durdu.

Said kendini yere bıraktı. Kendinde değildi.

Yasin bana baktı. Kaşlarımı atı bende ona baktım. Yasin yavaşça ayağa kalktığında yerine ben geçtim. Komutanımda ise hiçbir tepki yoktu.

“Komutanım, iyi misiniz?”

Başını ağır ağır salladı. Ayağa kalktığı sırada bende kalktım.

“Sen onu dışarı çıkar, burası bende.” Başımı salladım.

Elimi koluna koyup yüzüne baktım. “Komutanım, buyurun dışarı çıkalım.” Yürüyüp sorgu odasından çıktı.

Karakolun bahçesine indiğimizde banklardan birine oturduk. Aklımdaki soruyu sormamak için içimde üçüncü dünya savaşı verirken o kollarını dizine yaslayıp yüzünü elleri arasına aldı.

Öfkeli miydi?

“Komutanım, iyi misiniz?” diye mırıldandım. Başını ovalamaya başladı. “Evet.” Dedi sadece. “Komutanım, Said size ne söyledi de bu kadar sinirlendiniz?”

Çenem tutulsun, bir şeyi de merak etmesem ölürdüm galiba.

“Bir insan yaşarken nasıl ölebilir, Türkeç?”

Sorduğu soru ile afalladım. “Mesleğim için mi soruyorsunuz?” derin bir nefes aldı. “Hayır, boş ver.” Ellerini yüzünden çekip geriye yaslandı. “Komutanım,” dedim.

“He, Elfida, he?”

Gözlerim karakolun merdiveninden inen yeşil t-shirt siyah pantolonlu Yasin’e takıldı. Hızlı adımlarla yanımıza gelip. “Said konuştu,” dedi. Ayağa kalkıp “Operasyon hakkında mı?” diye sordu. Bu esnada komutanım da ayaktaydı.

“Valla komutanım, harbi işe yaradı sizin ölüm raddesine getirme işi. Adam korkudan ne varsa döküp indirdi. Operasyon, yani toplantı üç ekim akşamı örgüt üyelerinden birkaç kişi ve önemli iş adamı adı altında uyuşturucu, kimyasal silah kaçakçılığı yapan adamlar olacak. Birde balo olarak gözükmesi içinin davetli insanlar.”

Komutanıma baktım. “İçeri sızalım.” Dedik aynı anda. Üçümüz içeri girdik. “Yarbayımla konuşu bilgilendireceğim” komutanım yarbayla konuşup tekrar yanımıza geldi. “Toplantı düzenliyorlar, karargah ile birlikte olacakmışız.” Üçümüz beklemeye başladığımız sırada karakola sırayla tim’in geri kalanı girdi.

Başta Asya vardı. Arkasından ise Akın, Emre, Kerem, Ömer, Yaltı, Buğra ve Alper girdi.

“Hoş geldiniz arkadaşlar.” Dedi komutanım. “Sağ ol, komutanım.” Dediler hep bir ağızdan.

Herkes bir köşeye oturup toplantının başlamasını bekledi. Mide bulantısı hissediyordu. Ve baş ağrısı. Derin bir nefes alıp bulantının geçmesini bekledim ama nafile git gide artıyordu.

Yanımda oturan Kerem’in bana seslendiğini muhtemelen beşinci söyleyişinde anlamıştım. Tüm tim bana bakmaya başladığında Komutanım Kerem’e bakıp “Yanından kalk kızın, hava alsın. Hasta.” Dedi. Kerem ayağa kalkarken gözlerim onu buldu. “Neyin var senin?”

“İyiyim, bir şeyim yok.”

Gözlerini devirip bana yaklaştı. Dizlerini bükerek karşımda yere çöktü. Elini çenemin altına koyup başımı yukarı kaldırdı.

Teması bile şaşırıp sessizce bekledim. “Göz bebekleri küçülmüş, terliyorsun ve daha da kötüsü mide bulantısı var değil mi?” ağır ağır başımı salladım.

Mavileri yeşillerimle buluştuğunda artık beni ona iten bir şeyler olduğuna emindim. O baruttu ben ise ateş. Bizim birlikte olduğumuz her yer cayır cayır yanacaktı.

“Toplantıdan sonra hastaneye gidelim, bekleyebilir misin?”

“Komutanım, hastaneye gerek yok.”

Ayağa kalkıp yukarıdan bana baktı. “Nah gerek yok, bıraksam şu kenara bayılırsın. Adam gibi bekle hastaneye gidelim.”

Odaların birinden çıkan yarbayım konuşmayı son buldurduğunda hepimiz ayağa kalktık. “Toplantı odasına gençler.” Önde yarbayımız arkada isimsizler timi toplantı odasına çıktık.

Ortada duran dikdörtgen masanın etrafındaki sandalyelere otururken yarbayım en uç köşeye geçti.

“Hoş geldiniz arkadaşlar,”

“Sağ ol komutanım.” Dedik hep bir ağızdan.

“Yapılacak toplantı hakkında bilgi edindim. Elfida sayın başkanımı bağla kızım,” başımı sallayıp masadaki bilgisayarı karşıdaki ekrana bağladım. Başkanımı görüntü olarak bağladım.

“Durum ne Sinan?” başkanımın yönelttiği soru ile hepimiz ekrana döndük. Yabayım ise konuşmaya başladı.

“Said Sam’ın sorgusuna Elfida ve Barın girdi. Çıkarılan sonca göre üç eylül tarihinde gece yarısına yakın bir saatte balo adı altında bir toplantı düzenlenecek. Toplantıda kimyasal silahlar ve örgütün bizden aldığını düşündüğü silah yapım projeleri ortaya çıkacak.”

Dikkatim dağıldığında önüme baktım. Karşımda oturan komutanım bana bakıyordu. Mavi gözleri odanın ışıklandırmasının toplantıya göre ayarlandığı için karanlık olmasına rağmen belli oluyordu.

Hasta olduğumu düşündüğü için mi bakıyordu? Daha fazla dikkat çekmemek için tekrar duvardaki ekrana döndüm.

“Elfida ve Buğra, içeri sızıp o toplantıda ne konuşuldu, kimler konuştu, başları kim. Her şeyi öğrenmenizi istiyorum.” Başkanım bir emir verdiğinde “Emredersiniz, başkanım.” Dedim.

Devam etti. “Elfida,” dedi. “Buyurun başkanım,”

“karargahtaki ekibinden iki kişi gönderiyorum. İçeri girerken kalabalık olmanız daha iyi olur. Demir ve Büğe seninle olacak. Eskisi gibi ekip yöneticisi sen olacaksın. İçeri girmek için güzel yöntemlerini kullanacağından şüphem yok, başarılar dilerim.” Dedi.

“Sağ olun, başkanım.”

“İyi günler dilerim arkadaşlar. Unutmayın Türk istihbaratı olarak özel kuvvetlerimizin her daim yanındayız.”

Yarbayım teşekkürlerini ilettikten sonra konuşmayı kapattım. “Komutanım, izninizle planı anlatmak istiyorum.” Yarbayım başını salladıktan sonra ayağa kalkıp ekranın başına gittim masadaki bilgisayardan baş şüphelimiz olan Maram Farah’ın fotoğrafını yansıttım.

“Baş şüphelimiz Maram Farah, kendisi uzun yıllar Akgün’ün diğer ülkedeki uyuşturucu baronları ile iletişimini sağlamış. Almanya doğumlu fakat doğduktan kısa bir süre sonra ailesi Türkiye’ye getiriyor.”

Fotoğrafı kaydırıp adamın uzaktan çekilen bir fotoğrafını açtım.

“Nasıl bir şey düşünüyorsun, asker?”

Yarbayımın sorduğu soru ile gülümsedim. “Toplantıya gireceğim.”

Herkesten farklı bir ses çıkarken planımı anlatmaya devam ettim. “Birkaçınız mekanın etrafında bekleyin. Davetli girişi kapandığı sırada dışarıdaki korumaları etkisiz hale getirip içeri girin. En dikkat çekmeyecek halde.”

Derin bir nefes alıp devam ettim. “Bende bu sırada toplantıya girebileceğim ya da konuşanları kayıt altına alabileceğim bir konumda olacağım. Mekandaki garsonlar ise karargahtan gelen arkadaşlarımız olacak. “

Lafımı bitirip sustum. Ama o cümleyi beklemiyordum.

“Unut sen toplantıya girme işini ortada fol yok yumurta yok.”

Gözlerimi komutanımın üzerine diktim. “Benim mesleğim bu, komutanım. Ortada bir şey olmasını beklemem, ortaya bir şey çıkarırım.”

Reisin yüzünde vatan gülüşü.

“O zaman bekleyeceksin Türkeç, çünkü komutanın daha bir şey söylemedi.”

Ben lafına karşılık verecekken yarbayım araya girdi. “Elfida haklı, Barın. Bunu yapmaktan başka çaremiz yok. Ayrıca ben operasyonda bir sakınca göremiyorum. Elfida çok iyi bir istihbaratçı.”

Sana kırmızı çok yakışıyor komutan Yıldırım.

“Sağ olun, komutanım.”

“Said toplantının kaçta başlayacağını söyledi. Fakat girerken kullandıkları bir davetiye varmış. Onu da yarın öğle saatlerinde birisi getirecekmiş.” Yasin olay özetleyip geriye yaslandı. “Said’i götürün, adamla buluşturun. Elfida yanına birisini al. Gerisi sizde.”

Yarbayım ayağa kalktığında timdeki diğerleri de ayağa kalktı.

“Dağılabilirsiniz arkadaşlar.”

Yarbayım önde çıkınca tim olarak dışarı çıktık. Çıkışa yürüdüğüm sırada arkadan ismimle seslenildi “Elfida,” adımlarımı durdurup arkama döndüm. “Emredin, komutanım.”

Komutanım birkaç adımda karşıma geldiğinde “Hadi, hastaneye.” Dedi. Kaşlarımı çatıp “Af buyur?”

“Sende anlamayla ilgili sorunlar olabilir mi?”

Allah’ım ne günah işledim de şu adamı benim başıma verdin…

“Sağ olun ama hastaneye gitmeyi akıl edebilecek yaştayım.” Gülümseyip tekrar yürümeye devam ettim. Merdivenleri indiğim sırada “O yüzden mi gitmedin, Türkeç?”

ADAM, BENİ BİR SAL!

Merdivenleri bitirip karakol bahçesindeki askerlerde birinin yanına gittim. Teşkilat girişinde ‘özel’ ajanlık görevini kabul ettiğim için verilen beyaz kartı çıkarı askere gösterdim. “Geçenlerde ormanın girişinde arabam kalmıştı, getirdiler mi duruyor mu?”

Asker kartı görür görmez kendini topladı. Buna gerek yoktu. Vatan için görev yapan insanların ayrımı olmazdı. “Getirdiler Elfida hanım, otoparkta. “ samimi bir şekilde gülümsedim. “Teşekkür ederim, sağ olun.”

Şimdi asıl soru otopark derken hangi otoparktan bahsediyor.

Soru soracağım sırada asker konuştu. “Elfida hanım, arabanız evinizin otoparkında.”

Kaldık mı Buğra beylere.

“Tamamdır, teşekkür ederim. Kolay gelsin.”

“Sağ olun, Elfida hanım.”

Arkamı dönüp timin dağıldığı yere yürüdüm ama tam karşımda arabasının yanında bekleyen komutanımı beklemiyordum. “Hala değişmedi mi fikrin?”

Gözlerimi devirip yanına yaklaştım. Aramızda bir metre kadar mesafe vardı. “Arkada değiliz komutanım, bana bu şekilde yaklaşamazsınız.”

Yavaşça bana doğru birkaç adım attı. “Emin ol kadın askerlerimden yalnızca Asya’ya bu kadar yakın davranıyorum ama o senin gibi çok bilmiş değil.”

Bana laf mı vurdu o?

“Kırk yıl düşünsen başkanım dışındaki birisinin bana emir vereceği üstüne birde bana emir veren insanın bana çok bilmiş diyeceği aklıma gelmezdi.”

Duyabileceğim şekilde nefes alıp arabasına döndü. Kapıyı açtı. “Atla, hastaneye gitmeyeceksin onu anladım. Eve bırakayım.”

Şimdi binsem mi binmesem mi?

Etrafıma bakıp Buğra’nın arabasını aradı. O ise çoktan kendi arabasına binmişti.

“Boşuna arama onlar gitti.”

Son çare biniyor muyuz şuan?

Arabanın sağ koltuğuna ilerleyip bindim. Araba hareket edip karakolun bahçesinden çıktı.

“Operasyon için kıyafet ve makyaj malzemelerine ihtiyacım olacak.”

“Hallederiz, ne gerekiyorsa sen onu al.”

Başımı sallayıp geriye yaslandım. “Eğer özel değil ise bir şey sormak istiyorum.” Dediğinde şaşırarak ona baktım “Tabii, sorabilirsiniz.” Dedim

“Geçen gün seni arabayla bıraktığımda arabayı yavaş kullanmam gerektiğini söyledin, sebebi kaza yapmamak mıydı?”

Bu adamı ilk gördüğümde kimseyle bu kadar konuşmuyordu.

“On beş yaşında annemle birlikte bir kaza geçirdim. Annem o sırada bu istihbarat olayları için benimle kavga ediyordu zaten hastaydı o kurtulamadı.”

Hayatım hakkında bu kadar bilgi vermem ne kadar doğruydu?

“Devamını anlatmak istersen dinlerim,” o dikkatle arabayı sürerken başımı sola çevirip ona baktım. “Acılarından beslenmiyorum merak etme, annem psikiyatristti. O yüzden soruyorum her detayı.”

Güldüm.

“Dışarıdan fazla soğuk duruyorsun, tanışınca duvarlarını kırıyor gibisin.”

Kaşlarımı çattım. “Herkese karşı sıcak olma derdi babam. Mesafeyi koru merhamet her insana yaramaz, derdi.” Dedikten sonra ekledim. “Ayrıca komutanım, benden aşağı kalır yanınız yok, dışardan bakınca insan merhaba demeye çekinir.

“Öyle mi düşünmüştün?”

“Nasıl yani?”

Başını bana çevirdi. “Beni ilk gördüğünde böyle mi düşündün?” diye sordu. kırmızı ışık yandığında fren yapıp arabayı durdurdu.

“Öyle mi düşünmüştün?”

“Nasıl yani?”

Başını bana çevirdi. “Beni ilk gördüğünde böyle mi düşündün?” diye sordu.

Mavi gözleri yavaşça batan güneşin ışığı ile parlıyordu.

Birkaç saniye boyunca sustuk. Bakışları dudaklarıma kaydığında yutkundum.

“Belki de…”

Birkaç saniye boyunca gözlerime baktı. Uzak mı durmalıydım? Gerçekten ona doğru çekiliyor muydum? Arkadan gelen korna sesiyle o hızla önüne dönüp gaza bastı. Bende yol izlemeye başladım.

Bir haftadır bile tanışmıyorduk, neyin nesiydi bu yakınlık bu kadar didişme?

Delireceğim cidden.

Ve bunca şeyin arasında iğrenç bulantılar ve baş ağrısı vardı. İki gün sonra operasyona çıkacaktım, bunun olması iyi değildi.

Mide bulantım artmaya başladığında arabanın camını açtım. İçeri dolan havayı içime çektim.

“İyi misin?”

Başımı salladım. “Evet,”

“Yalan söylemeyi beceremiyorsun,” gülümsedim burukça. “Aksine, çok güzel yalan söylerim.”

“Yani iyi değilsin,” Anlamayıp ona döndüm “Pardon, o nereden çıktı şimdi? İyiyim dedim ya.”

Güldü, sesli bir şekilde hem de. “Boş ver.” Dedi.

Araba bir süre sonra evimin önünde durduğunda emniyet kemerini açtım.

"Bıraktığınız için teşekkür ederim, komutanım." Dedim. Arabadan inecekken "Bekle," dedi.

Başımı ona çevirdiğimde bana yaklaşıp elini saçıma attı. Dikkatli bir şekilde saçlarıma bakarken geri çekildi. "Bir şey kalmış, o yüzden." Diye mırıldandı.

"Anladım, teşekkür ederim." Arabadan indim.

"İyi akşamlar, Türkeç." Gülümsedim. "Size de, komutanım."

Kapıyı kapatıp bina girişine ilerlemeye başladım. Cebimden telefonumu çıkarıp saate baktım.

20.08

Telefonumu tekrar cebime koyduğum sırada arabanın bahçe dışına doğru ilerlediğini duyabiliyordum.

Binanın içine girip asansöre bindim. 4 kata basıp bekledim. Asansör 4. Katta durduğunda inip cebimden anahtarımı çıkardım. Kapıyı açıp içeri girdikten sonra kapattım.

"Kusacağım yemin ederim." Diye söylendim kendi kendime.

Duş alsam iyi olacaktı. Odama ilerleyip dolaptan iç çamaşırı çıkardım daha sonra kapağı açıp üzerime askılı bir t-shirt altıma da kısa bir şort çıkardım.

Hatay'ın sıcağından bahsetmiş miydim?

 

Kıyafetlerimi yatağımın üzerine bırakıp odamdaki banyoya girdim suyu ayarlayıp şampuanımı falan yanıma aldım.

Ilık suyun altına girdiğimde şimdiden rahatlamış hissediyordum. Uzun bir duştan sonra üzerime bornozumu geçirip banyodan çıktım. Yatağımın üzerindeki iç çamaşırlarımı üzerime hızlıca geçirip şortumu giydim. Üstümde siyah bir sütyen vardı. Yataktaki askılıyı da üzerime girip bornozumu banyoya bıraktım.

Çekmecemden kurutma makinası ve tarağımı aldım.

Saçlarım ince olduğu için çabucak tarayıp kurutma makinesini elime aldım. Makinayı alırken aklımda her zaman olduğu gibi bir anı canlandı.

"Baba, bak banyo yaptım ben." Diyordum babama. Babam gülerek bakıyor küçük tarağımla saçlarımı incitmeden tarıyordu. "Baba! Baba! Baba!" Arka arkaya ismini söylediğimde kesin bir şey isteyeceğini anlıyordu. "Babam!" Derdi hemen.

"Elfida söylee," Babam hiç itiraz etmeden yorgun da olsa başlıyordu güzel sesiyle söylemeye.

"Yüzün geçmişten kalan, aşka tarif yazdıran.

Bir alaturka hüzün, hüzün kıyıma vuran." Uzun bir süre şarkıyı söylerdi ama ben yalnızca bir kısmı için dikkatlice dinlerdim babamı.

"Elfida bir belalı başımsın,

Elfida, beni fark etme sakın.

Omzumda iz bırakma,

yüküm dünyaya yakın.

Elfida hep aklımda kalacaksın..."

Makinayı kenara bırakıp kurutmayı es geçtim.

Sol gözümden bir yaş usulca akıp giderken neye ağladığımı bilmiyordum. Uzun süredir babamın mezarına bile gitmiyordum. Nasıl bir evlattım ben?

Yatağa oturup dizlerimi kendime çektim.

"Saçmalama Elfida, ağlamanın sırası mı şimdi?" Diye kendime kızarken yaşlar bir birini takip ediyordu.

Kendi sessizliğimde boğulacaktım, sessizce ağlardım. Çünkü bana göre hıçkırıklara boğularak ağlamak güçsüzlüktü.

"Baba," dedim kendimi ağlamamak için sıkarken. "Rüyalarıma da girmiyorsun artık..."

Yatağımın kenarına olan cama baktım. Gökyüzü çoktan kararmıştı. Gözlerimi havaya diktim. "Küstün mü bana? Gelmiyorum diye mi?" Elimin tersiyle gözümdeki yaşları sildim. "Kızın büyüdü baba, sen hep derdin, çok güzel bir kadın olacak benim kızım, diye." Yutkundum, boğazıma bir yumru oturdu sanki.

"Sen yoksun, ben dünyanın en çirkin kadını oldum."

Bir süre camdan gökyüzünü izleyip yataktan ayrılmadım.

Kapının çalma sesiyle odamın kapısına döndüm. Hızlıca gözlerimdeki yaşları silip solondan evin kapısına gittim. Kimin geldiğine bakmadan kapıyı açtım.

Onu beklemiyordum.

"İyi görünmüyordun..." Diye mırıldandı.

 

"Komutanım?"

Elindeki poşeti bana uzattı. "Kumpir sever misin?"

Beynim durmuş gibi hissediyorum şu an.

"Şey gerek yoktu." Poşeti alıp elimde içeriyi gösterdim. "Buyurun," dedim. O içeri geçince kapıyı kapatıp salona yürüdük.

"Hastaneye gitmemekte hala ısrarcı mısın?" Koltuğa oturup arkasına yaslandı bende aynı koltuğun bir ucuna oturup arkama yaslandım. "ısrarcı demeyelim, gitmeme gerek yok diyelim." Dediğimde başını yavaşça yere eğerek güldü.

Gülüşü içinde bir şeylerin kopup gittiğini hatırlatıyordu. Başını kaldırıp bana baktı. "Uyuyacak mıydın?" Diye sordu

Başımı sağa sola salladım. "hayır," dedim sadece.

"Saçların ıslak."

"Evet."

"Neden kurutmadın?"

"Birisini bekledim,"

Tam gözlerime baktı. Biraz bekledikten sonra konuştu.

"Geldi mi?"

"Hayır, gelemez."

Anlamıştı, biliyordum. Uzun bir süre sessizlik olduktan sonra konuyu dağıtmak için konuştu. Ortadaki masaya uzanıp poşetten kumpir çıkardı. Birini bana uzattı. “Tatlı da aldım birisi fıstıklı, yerken söyle ben diğerini vereyim.” Deyip kaşığını kumpire daldırdı. Bende uzattığı kumpiri aldım.

“Neden?”

Alerjimi biliyor olamazdı herhalde.

“Alerjin var ya,”

Şok üzerine şok yaşıyorum harbiden.

“Siz, bunu nereden biliyorsunuz?” diye sorduğumda elimdeki kumpirden yemeye başladım. “Dosyanı detaylı inceledim diyelim.”

“Öyle olsun,”

Ortam tekrardan sessizleşti. İkimizde anlamıştık, sessizlikten başka çaremiz yoktu. Yaklaşık beş dakika sonra ortaya bir soru attı.

“O toplantıya girecek misin?”

Yanımda oturan ona baktım. “Evet, görevini ajan her istihbaratçı gibi bende görevimi yapacağım.” Dedim. “Anladım,” dedi.

“Geç oldu, ben kalkayım artık, sende uyu hemen yorgunsun.” Ayağa kalkınca bende kalktım. “27 yaşındayım komutanım, kendime bakabiliyorum.” Komutanım kapıya doğru giderken konuştu. “Operasyon saatlerinde ve karakolda olduğumuz saatler dışında komutanım demeye devam edecek misin?”

“Evet, neden, komutanım?”

“Özel kuvvet askeriyim ya ben.”

Kapıyı açıp çıkmasını bekledim. “Tamam, komutanım.” Komutanım kısmını bastırarak söylediğimde gülümsedi.

“İyi geceler, görüşürüz, Türkeç.”

Başımı salladım. “iyi geceler,” gitmesini beklerken kurduğu cümle ile donup kaldım. “Üzerine bir şey giy, başka birisi de gelebilirdi.” Göz kırpıp giderken arkasından öylece bakakaldım.

&

 

3 Eylül – 19.00

 

“Mikrofonları son kez kontrol edin.” Elfida operasyonu organize ediyor herkese yardım etmeye çalışıyordu. “Kıyafetler için bekleyelim, gece yarısına çok var.”

Şu an Tim için hazırlanan evde isimsizler timi olarak bekliyorduk.

“Karargah bağlantı bekliyor, herkes toplansın.”

Elfida elinde bilgisayarı ile koltuğun ortasına oturup bilgisayarı karşısındaki masaya bıraktı. Bir yanına Asya oturduğunda diğer yanına da ben oturdum.

Diğerleri de yanımıza dizildiğinde Elfida bağlantıyı başlattı.

“Başkanım,”

“Hazırlıklar tamam mı?” Elfida başını salladı. “Evet, efendim. Her şey en iyi halde hazır, arkadaşlar sağ olsun.”

Pür dikkat başkanı dinliyorduk.

“Tamamdır, arkadaşlar. Unutmayın, eğer bu operasyon başarı ile sonuçlanır ise, Akgün’ elimize daha kolay geçecektir.”

Buğra ve Elfida aynı anda “Emredin, başkanım. Elimizden gelenden daha fazlasını yapacağız.” Dedi. Bağlantı kapandıktan sonra Elfida ayağa kalktı. “Büge, gelir misin benimle makyaj işini halledelim.” Büğe, Elfida’nın karargahtaki eski ekibinde olan istihbaratçıydı.

Büğe ayağa kalktıktan sonra Elfida, Asya ve Büge yukarı kata çıktı

Ayağa kalkıp “Kameralar ne durumda?” diye sordum. Akın elindeki minik düğmeyi bana uzattığında elime aldım.

Asla belli olmuyordu. Başımı salladım. Uzun bir süre sonra Elfida aşağı indi. “Hazırlanmaya başlayabilirsiniz, komutanım.”

“Hadi, gençler.”

Bizim olduğumuz kattaki odalara dağıldık. Girdiğim odada yatağın üzerine bırakılan siyah takımı elime aldım. Fazlasıyla şık görünüyordu. Üzerimdeki kamuflajdan kurtulup takımın beyaz gömleğini üzerime giyip altıma da siyah kumaş pantolonu giydim. Aynanın karşısına geçip üzerime baktım. Saçlarımı da düzelttikten sonra kendi parfümümü alıp üzerime birkaç fıs sıktım.

Son olarak yataktan takımın ceketini alıp koluma astım. Oadadan çıktığımda Elfida hariç herkes aşağıdaydı.

“Ooo, komutanım. Maşallahınız var.”

“Komutanım, jilet olmuşsunuz ha.”

İlerleyip ortalarına geçerken Yasin yine saçmalamaya başladı. “Komutanım, boş musunuz?”

“Ben seni bir dolduracağım şimdi.” Diye sinirle konuşup yukarı kata çıkan merdivenlere sırtımı döndüm. “Elfida nerede?” diye sordum.

“İşte, geliyor.”

Merdivenlerden topuklu ayakkabı sesi ile herkesin bakışları arkama döndüğünde bende yavaşça arkama döndüm.

Mavi saten bir elbise giymiş, elbise tüm vücudunu sarıp sarmalamıştı. Bedeninin her bir milimi kusursuz görünüyordu. Gözlerine yaptığı makyaj gözlerinin rengini daha da belli ediyordu. Turuncu saçlarına maşa yapılmış kıvır kıvırdı. Yavaşça merdivenleri indikten sonra karşımda dikildi. Bu kadar güzel olması adil değildi.

Nefes kesiyordu, her bir noktası insanı kendine çekiyordu.

“Yuh,” diye bir ses geldiğinde ikizimizde oraya döndük. “Acunun bir sözü vardır bilir misiniz, Elfida hanım?”

Kerem yavşaklık seansına başladığında “Sesinizi kesin, yavşaklık yapmayın. Gidiyoruz.”

“Büge, Demir, Akın ve Buğra siz önden gidin, mekanın garsonları sizsiniz.”

Lider olarak davranması ve zekası güzelliğinden daha da büyülüyordu.

Dördü önden giderken Ömer’e baktım “Sende bizi bırak,”

“Emredersiniz, komutanım.”

Elfida ile beraber evin çıkış kapısına yürüdük. Ömer önden gidip arabayı çalıştırdı. Bahçe merdivenlerine geldiğimizde kolumu uzattım. Tutup tutmamakta tereddüt ettiğinde “Düşmemen için,” dedim. En son koluma girip merdivenlerden çıktık.

İkimizde arabaya bindik. Araba bir süre yolda ilerledikten sonra araba yüksek bir binanın önünde durdu. Bir tür otele benziyordu. Arabanın durduğu yerde iki kişi arabaya yaklaşıp kapıyı açtı. Birisi Elfida’nın elinden nazikçe tutup arabadan indirdi. Bende ardından inip elimi Elfida’nın beline koydum.

İkimiz mekanın girişine ilerlediğimizde diğer Elfida çantasından kartı çıkardı. Bu Said’in buluşacağı adamdan aldığımız karttı. Ve iki gün içinde almıştık.

Kartı girişteki korumalara gösterdiğinde kapı bizim için açıldı. Beraber içeri girdiğimizde içerisi çok fazla olmasa da kalabalıktı. “Toplantı nerede olacak acaba?” diye sadece benim duyabileceğim bir şekilde konuştu. “Toplantıya daha bir saat var, ilk fırsatta etrafa bakalım.” Dedim bende. Başını salladı.

Muhtemelen üst katlardan birinde olacaktı.

İçeride bulunan masalardan birine yaklaştığımızda yanımıza elinde içki tepsisi ile Büge geldi. “Ne içersiniz efendim?” diye gülümseyerek tepsiyi bize uzattı. Ben içkilerden birini alırken Elfida “İçki ile aram yok, teşekkür ederim.” Dedi.

Harbiden içmez miydi acaba?

Aradan birkaç dakika geçtiğinde Elfida “Ben bir üst kata çıkmaya çalışacağım, sizde buralara bakın isterseniz.” Başımı salladım o giderken bende olduğumuz katta gezinmeye başladım.

Dikkat çeken bir şey yoktu, en azından şimdilik.

İnsanlara içecek dağıtan demiri gördüğümde gözlerimi üzerine diktim. Beni görüp yanıma yürüdü. “Dikkat çeken bir şey var mı?” diye sordum. Başını sağa sola salladı. “Yok, galiba üst kattalar.”

İçime bir sıkıntı çöktüğünde demir yanımdan uzaklaşıp diğer tarafa gitti. Geniş bir yerdi. Giriş kapısının karşısında gösterişli bir merdiven vardı. Merdivenlerden yukarı çıktım. İkinci katta gezinmeye başladım. Bu katta kimse yoktu. Sadece birkaç lavabo vardı. Elimi kulağımdaki kulaklığa götürüp aktif hale getirdim.

“Elfida, neredesin?” kısa süren bir cızırtıdan sonra Elfida “Üçüncü kattayım, toplantı burada yapılacak.”

“Tamam, dikkatli ol.”

“Komutanım,” kulaklığı kapatıyordum ki Elfida seslendi. “Söyle,” dedim. “Odaya farklı bir kartla giriş yapılıyor.”

Derin bir nefes aldım. Bir bu eksikti. “Çabuk ikinci kata in, şu Said’in kartı aldığı adam buralardadır. Onu da alalım.”

“Tamamdır, komutanım.” Hızlıca yukarı çıkan merdivenlerin başına geldim. Elfida’nın gelişini izleyip merdivenlerden inince “Asya’ya haber verelim.” Dedim. Başını sallayıp telefonunu çıkarıp Asya’yı aradı. Ona durumu anlattıktan sonra telefonu kapattı. “Adamı girerken görmüşler birazdan kartı alacaklar.”

Aşağı doğru inerken “Nasıl bu kadar eminsin?” diye sordum. “neyden?”

“Her şeyi yapabileceklerine ya da yapabileceğine,” gülümsediğini görebiliyordum. “Türküm ben, özgüven ve asalet ruhumda var, komutanım.”

Hem zeki hem de güzeldi.

Aşağı indiğimizde ortam iyice kalabalıklaşmıştı. Ortamdan bunaldığımı hissettiğimde gömleğimin bir düğmesini açtım. Kravatı da hafifçe genişlettim. Elfida etrafa göz gezdiriyordu.

Ne kadar büyük olsa da bakışları hala o küçük kız çocuğu gibiydi.

Telefona bir bildirim düştüğünde Elfida açıp baktı. “Kartı almışlar,” dedi. “Ben alıp geliyorum, sen burada bekle.” Dedim.

Giriş kapısına geldiğimde dışarı çıktım. Korumaların görmediği bir yere yürüdüm. Buğra elinde küçük bir kart ile bekliyordu. Kartı elime alıp geri döndüm. İçeri girip kenarda bekleyen Elfida’nın yanına yürüdüm. Yanına geldiğimde bana baktı. Kartı uzattım kartı çeki çantasına attı. Başını tekrar kaldırdığında gözlerinin boynumda olduğunu gördüm. Hiçbir şey söylemeden yalnızca boynuma bakıyordu.

Siktir, boynuma değil kolyene bakıyordu.

Bakışları gözlerime çıktığında kalbimin küt küt attığını hissediyordum.

Elfida’nın arkasında uzakta duran korumaların bize baktığını gördüğümde elimi beline koyup bedenini bedenime yasladım.

“Kolyen,” dedi. Elini kolyeme koydu. “Yıldırım çocuk..” diye mırıldandı. Yıllar önce o lojmanda söylediği gibi.

“Deniz gözlü yıldırım çocuk.”

Aramızda birkaç santim ancak vardı. Üzerine eğilmeye başladığımda geri çekilmedi. Aramızdaki mesafeyi tamamen kapattım. Bundan önce arabada öpüp çekildiğim gibi değildi öpüşüm. Dudaklarımı hareket ettirerek öpmeye başladım. Gözleri yavaşça kapandı.

Onu sadece bir haftadır tanıdığımı düşünüyordu şimdiye kadar.

Ben seni yirmi iki senedir tanıyorum, ajan.

Ateşimle yanmaya hazır ol, komutan yıldırım her seferinde yanında olacak ve her yer yanacak..

 

🎀

 

 

Instagram: eliffbulu

 

Loading...
0%