@elifkacmaz
|
Ben, Lavin Dora. 18 yaşında, boşluğun tam ortasında bir hayat yaşıyordum. Annem ile babamın uzun bir süre önce öldüğünü biliyordum. Buğulu bir şekilde yüzlerini hatırladığım annem ve babam, ben 6 yaşında, en çok onların sevgisine muhtaç olduğum zamanda akademi tarafından birbirimizden ayrılmak zorunda kalmıştık. Ebediyen. Kuzenlerimin, teyzemin evinde kalıyordum. Lisemi bitirmiştim. Ailem çabucak akademiye başlamam için okula erken başlatmıştı beni. Herhangi bir üniversiteye atanmamıştım. 6 yaşına kadar olan tüm hayallerim bugüne ulaşamamıştı. 1 sene boyunca oyalamışlardı beni. "Ailen iş amacıyla 1 sene boyunca bizimle olamayacak. Eğer uslu bir çocuk olursan hem aileni mutlu edersin, hem de bizi. Tamam mı?" Lanet olası bu yalanı seneler boyunca yaşadım. Seneler boyu uzadı bu yalan. Bazen düşünüyorum, belki de hep bu yalanın içinde yaşamalıydım. Masum bir şekilde, içimde kin beslemeden. Gerçeklerin farkına 10 yaşımda varmıştım. Hayatımda sarsılmadığım kadar sarsılmıştım. 4 sene boyunca annem ve babam gelecek ve mutlu bir hayat yaşayacağız diye avutmuştum kendimi. Şimdi ise, o mutlu hayatı rüyalarımda yaşatıyordum. Teyzem bana her zaman destek olmuştu. Beni kendi öz kızından ayırmazdı. Akademi, zorlamıştı. Onlar kendi isteğiyle gitmemişlerdi. Beni çok seven ailem, çocuğunu, beni ardında bırakamazdı. Teyzemin anlattığı kadarıyla onlar çok güçlülerdi. Akademinin yüce insanları olarak anılıyorlardı. Teyzemin anlatış şekli, kalbimin daha fazla özlemle kavrulmasına sebep oluyordu.
Yataktan kalktım. Restoranttaki gece çalışma saatime hazırlanmam gerekiyordu. Uykulu gözlerimle banyoya geçtim. Aynadan kendime bakınca soluk tenim ile şişik gözlerimin birleşince hortlak gibi bir görüntü oluşturduğunu farkettim. Yüzüme soğuk su vurdum. Saçlarımı taradım ve daha sonra orada bulunan alkolik kişilerle 'içeceğimin içinden saç çıktı!' tartışması yapmamak ve onların iğrenç ağız kokusunu çekmemek adına saçlarımı at kuyruğu yaptım. Bol bir bordo tişört, altına ise bol, siyah bir pantolon giydim. Tişörtü pantolonun içine sokmuştum. Gece vardiyasındaydım, çok fazla bir makyaja ihtiyacım yoktu. Sadece mor göz altlarımı kapatmak amacıyla gözlerimin altına kapatıcı sürmüş, uykulu gözlerimin biraz olsun daha iyi gözükmesi için maskara sürmüştüm. Tişörtüme uyacak bir bordo ruj sürmüş, koluma çantamı takıp evden çıkmıştım. Saat gece 01.00'di. Herhangi bir taksinin geçmeyeceğini bildiğimden çareyi teyzemin arabasında bulmuştum. Sadece teyzem tarafından farkedilmemeyi ve azar işitmemeyi diledim. Askılıktan araba anahtarı ile garaj kumandasını aldım ve garaja yürüdüm. Güzel bir beyaz Volkswagen karşımda beni büyülemişti. Arabanın kilidini açıp içine bindim. Garajdan arabayı dışarı çıkarttım ve garajı kumandasıyla kapattım. Arabayı iş yerime doğru sürmeye başladım. Arabayı ehliyetsiz sürüyordum ve araba benim değildi. Eğer bir polis beni çevirirse araba ve teyzemin ehliyetine el konulabilirdi veya para cezası alabilirdim. Kötü düşünceleri zihnimden uzaklaştırırken karanlık yoldan ilerliyordum.
İş yerime sonunda ulaşmıştım. Arabayı park edip arabadan çıktım ve arabayı kilitledim. Restoranta ilerleyip aşağı katta bulunan bara indim. Önlüğümü taktım ve tezgâh kısmına geçtim. Evet, bir barmendim. Alp benden 1 saat sonra gelmişti. Onu esnerken görmüştüm ve bu beni gülümsetmişti. Yanına ilerledim. "Biraz fazla uykuluyuz sanki?" Alp benim sesimi duyunca bana dikkat kesildi. Kaşlarını çattı. "Sen sanki yataktan kalkıp gelmedin buralara." Gülümsedim. Gülümsemem onun yüzünde bir tebessüm oluşturmuştu. 18 yaşındaydı. Kızıl saçları cidden çok güzeldi ve bazen saçlarına dokunmak istememe sebep oluyordu. Gözleri benimki gibi yeşildi. Bronz teninin bir açık tonu bir teni vardı. Kızıl saçları dağınıktı ve dağınık olmasına rağmen mükemmeldi. Gelen siparişleri, yani genellikle sipariş edilen biraları ayarlıyordum. Saate baktığımda 02:30 olduğunu gördüm. Vardiyam saat 03.00'da bitiyordu. 30 dakika kalmıştı. Tanrım, şuan kesinlikle bir sigara ve kahve ikilisine ihtiyacım vardı. Alp beni bu müzikte duyamayacağı için kulağına doğru bağırdım. "İki dakika yukarıya çıkıp geliyorum, sigara içeceğim. Burada bekle!" Alp başıyla onaylayınca Restorant katına çıktım. "Aleda, bana bir kahve ayarlar mısın? Şuan ihtiyacım var. Sütsüz olsun, teşekkür ederim." Dışarıya çıktım. Soğuk rüzgar tenimi yalayıp geçiyordu. Cebimden sigara paketini çıkardım ve soğuktan titreyen elimle çakmağı yaktım. Yüzüme vuran sıcaklık kusursuzdu. Sigaranın ucunu yaktım ve ağzıma götürdüm. Çıkan dumanı izlemeye koyuldum. Ben sigarayı içerken Aleda gelip kahvemi gülümseyen yüzüyle bana verdi. Karşılık olarak gülümsedim ve sıcak kahveyi avucumun içine aldım. Arkadan gelen ayak sesleri ile bir an irkildim. Arkama dönmeme gerek kalmadan yanıma gelenin Alp olduğunu gördüm. Alp Çetin. "Ver bakayım bana da bir dal." Dudağının kenarının kıvrıldığını gördüm. Sigarayı ona uzattım. O sigarayı içerken kahvemden büyük bir yudum aldım. Boğazımdan geçen sıcak kahve, tüm vücudumu ısıtmama yetmişti. "Barı sana emanet etmiştim, birisi var mı aşağıda?" "Karan gelmiş. Ona bırakıp çıktım hemen." Sigaramı bana geri uzattı. Bir kaç defa daha sigarayı üfledikten sonra yere atıp söndürdüm. Yerden alıp çöpe attım. "Direkt çöpte söndürebilirdin, herşeyin zor halini seçiyorsun." "Canım öyle istedi." Gülümsedi. "Çok üşüdüm, hadi içeri geçelim artık." Aleda'ya başımla selam verdim. 17 yaşındaydı. Kahverengi saçları açık bir tondu ve kısaydı. Bronz bir teni vardı. Kahverengi ve kocaman gözleriyle gülümseyerek bana el salladı. Merdivenlere yöneldim. Barın merdivenlerinde bulunan korumalar bizi görünce kenara çekildi. Tezgâha tekrar geçtim ve çoktan eğlenceye ayak uydurmuş Karan'a baktım. Müşterinin istediği Tekila'yı ayarlarken müziğin ritmine göre kafa sallıyordu. Gülen yüzle sarhoş olan kadına içkiyi uzattı. Kadın ona göz kırpıp içkisiyle uzaklaştı. Karan beni görünce gülümsedi. En azından buradaki personellerle anlaşabiliyordum. "N'aber?" "İyidir, senden?" "Benden de, çoktan çekici auranla birilerini kendine aşık etmiş gibisin." 18 yaşındaydı o da. Açık ten rengi vardı. Sarışın saç ve mavi gözleriyle kesinlikle ideal bir tipti. Şansıma bakın ki, buradaki neredeyse tüm arkadaşlarım benim yaşımdaydı. "Klasik günlük rutin." dedi gülümseyerek. Bu şekilde kendisine aşık olanlarla alay etmesine biraz dudak büzsem de komik olmadığını söyleyemezdim. Vardiyamın bitmesine az kalmıştı ve geri kalan herkes dans pistinde eğlendiği için sipariş vermiyordu. Bense Karan ve Alp ile konuşuyordum. Alp'i bir süre sonra biri aradı ve dışarıya çıktı. Dans pistindekileri izliyordum. "Lavin," dedi Karan. Tüm dikkatimi benim ismimi müzik sebebinden bağırmasıyla ona verdim. "Tanrım, buraya yatağımızdan kalkıp para için gelip çalışıyoruz ama eğlenemiyoruz. Şuan sipariş veren de yok zaten. Biraz eğlenip kafamızı dağıtmaya ne dersin?" İlk başta kafamla reddedecek gibi oldum ama teklifi onayladım. Biraz eğlenceden kimseye zarar gelmezdi. Karan beni bileğimden dans pistine sürüklerken yüzümde durduramadığım bir gülümseme oluştu. Müzik enerjik bir türdü. Karan beyaz gömleğinin üstüne siyah bir kravat giymiş, üstüne siyah bir ceket geçirmişti. Altında ise benimkisine benzer bol bir pantolon vardı. Onun yanında dans ederken ne kadar vasatın bile altında durduğumu farketmiştim. O, gece çalıştığı iş yerine bile güzel giyinerek gelen biriydi. Gülümsemesiyle benim de yüzüme bir tebessüm açtırmıştı. Beni döndürüyor, ilginç dans hareketleri yapıyordu. "Tezgâh boş kaldı, biri sipariş etmeye gelirse ne yapacağız?" "Alp gelir şimdi, esnemekten başka yaptığı bir şey yok, ilgilensin bir zahmet." Dediğine sesli bir şekilde güldüm. Alp ile Karan iyi anlaşamıyordu, o yüzden çok fazla üstünde durmamıştım. Saat kaç olmuştu bilmiyordum, gece vardiyamın çoktan bittiğimi varsayıyordum. Dansa ve müziğe o kadar odaklanmıştım ki, tezgahın orda bizi izleyen Alp'i görmemiştim. Bize barı emanet ettiği için pişman görünüyordu. Gülümsemekle yetindim. Yaklaşık bir kaç dakika daha dans ettikten sonra barın merdivenlerinde bir gürültü kopmuştu. Dikkatimi oraya verdim. Alp de oraya bakıyordu. Etrafıma baktığımda herkes içkinin etkisi altında olduğu için aldırmamıştı sese. Korumaların sesini duyabiliyordum. Karan'ın kollarından kendimi çektim. "Karan, merdivenlerde bir şey oluyor, bakıp geleceğim." Karan başıyla onayladı. Tezgâhın oradan geçerken Alp'a seslendim. "Müziğin sesini yükselt, müşteriler şüphelenmesin." "Tamamdır." Merdivenlerde yürüdüm. Korumaların Siyah giyinimli ve siyah gözlüklü 6 kişiyle konuştuklarını gördüm. Olayı anlamaya çalışırken Aleda beni kendisine çekti. "Dışarda 3 tane siyah araba var, mafya gibi bir şeyler galiba." "Mafyalar bizim restorantımıza girip korumalarla kavga mı edecek?" dedim gülerek. O da kıkırdadı. Korumaların bir tanesinin gözü benim üzerime kaydı. Çatık kaşlarla onları izliyordum. "Bayan Dora, Feza Laçin sizi istiyor." dedi siyah giyinimli adamlardan biri. 'Feza Laçin' ismi kulağıma 2 hafta sonra tekrar çalınıyordu. Olayı şimdi anlamıştım. Anlaşma yaptığım adam. Siyah giyinimli adamlardan biri bileğimi kavradı. Birisi omuzlarımdan beni tutup geriye çekti. Arkamı dönüp baktığımda arkamda Karan duruyordu. "Lavin, bu p*çler seni rahatsız mı ediyor?" Merdivenden aşağı baktığımda Alp'in de buraya çatık kaşlarla baktığını gördüm. Tezgahta bir tek o olduğu için gelemediğini düşünürken o da buraya gelmişti. "Hayır, etmiyorlar. Aksine benim onlarla bir işim var." "Seninle gelmemi ister misin?" Dedi Alp. Kendi kendimi koruyabilirdim. "Endişelenme, kendim halledebilirim. Size yazarım." dedim. Aleda telaşlanmış görünüyordu benim için. Aleda'ya dönüp "Merak etme, haberleşiriz." dedim yapmacık gülümsememle. Olayları yatıştırmaya çalışıyordum. Aleda ve Alp her ne kadar rahatlamış gözükse de, Karan hala şüpheli gözlerle beni izliyordu. Herkes dağılırken, Karan merdivenlerden aşağı inerken kulağıma fısıldadı. "Konum at, eğer sabaha kadar bana yazmazsan polise haber veririm." Başımla onayladım ve siyah giyinimli adamların bir tanesi benim bileğimi tekrar kavradı. "Sürüklemene gerek yok, kendim gidebilirim." Bileğimi adamın elinden kurtardım. Dışarıda bulunan 3 tane Limuzin beni şaşırtmıştı."2. Arabaya siz binebilirsiniz, arkadan biz herhangi bir tehlikeye karşı takip edeceğiz. Öndeki araba ise size yol gösterecek." dedi donuk bir sesle adamlardan biri. İtiraz etmeden arabaya bindim. Bu anlaşmanın içinde ben de vardım, itiraz etmeye hakkım yoktu. Telefonumu Alp, Aleda, Karan'a yazmak için açmıştım ancak şöfor koltuğunda oturan adam telefonumu elimden aldı. "Telefonun adresinden bizi takip etme ihtimalleri yüksek, Bayan Dora. Telefonunuzu ya kapatın, ya da kırmak zorunda kalacağım." dedi adam. Şaşırmıştım. Kaşlarımı çattım. Donuk bir suratla tehditkâr cümlelerini normal bir şekilde söylemesi sinirimi bozmuştu. "Lanet olsun, tamam. Telefonumu parçalamaya gerek yok, kapalı ve uçak modunda tutacağım." Adam hiç birşey olmamışçasına telefonu bana uzattı. Korkutucu gelmeye başlamıştı. Zaten karanlık yollardan gidiyorduk, telefonumu uçak moduna alıp kapatmam gerekiyordu bir de üstüne onlar çıkmıştı. Sahiden, "Telefonun adresinden bizi takip etme ihtimalleri yüksek." derken ne kastetmişti? Akademi olabilir miydi? Aklıma Karan'ın sözleri gelmişti. "Konum at, eğer sabaha kadar bana yazmazsan polise haber veririm." Karan'ın çok ciddi olduğunu biliyordum. Adama döndüm. "Arkadaşım eğer ona yazmazsam polisi arayacağını söyledi. Kendisini çok iyi tanıyorum ve gayet ciddiydi. Yazmazsam polise haber verir ve tüm anlaşma suya düşer. Bir mesajdan zarar gelmez, birkaç dakika sürecek." Adam bir anlık tereddütle dudağını dişledi ama yazmama izin vermezse ne olacağını biliyordu. Polisin araya girmesi çok büyük sıkıntı ve önümüze bir engeldi. "Sadece 2 dakikan var. Çabuk ol." Anında telefonu açtım ve mesajlar kısmına girdim. "Karan, ben iyiyim. Polisi aramaya kalkışma, tamam mı?" yazıp gönderdim. Alp ve Aleda'ya da aynı mesajları gönderdim. Telefonu kapatmamıştım çünkü konum atsam mı atmasam mı diye düşünüyordum. Konum atarsam sıkıntıydı, Karan değil ama Alp kesinlikle peşimize düşebilirdi. 5 dakikadır telefon açıktı ve arabanın aynasından adam bana bakıyordu. Hemen telefonu uçak moduna aldım ve kapadım. Adam ben kapayınca yola geri döndü. Yola devam ederken etrafı izliyordum fakat herhangi bir şey göremiyordum. Ani hızla koltuğa savruldum. Gözlerim irileşti. Bunca zamana kadar normal hızla giderken bir anda hızın arttırılması bir şeyler olduğunun habercisiydi. Arkama döndüm. Arkamızda normalde bizi takip etmek amacıyla siyah bir limuzin daha olması lazımdı. Arkamızda beyaz 3 tane üstü açık araba olmaması gerekiyordu.
Adamın sürekli arkama bakması düşüncelerimi doğruluyordu. Adam kulağında bulunan tekli kulaklığa dokundu. "Arkamızdan gelen Limuzin şuan yok. Ekip yönlendirin, önümüzdeki araba biraz daha hızlı ilerlesin. Gazlayıp izimizi kaybetmemiz gerekiyor. Saldırıya hazırlıklı olun."
Duyduğum kurşun sesleri neden acele ettiğimiz anlamama yardımcı olmuştu. Gözlerim irileşmişti.
Adam hızlandı. Korku omurgamı sarsıyordu. Bacaklarım titriyordu. Bir süre sonra havaya sıkılan kurşun sesleri kesildi. Arkama baktığımda izimizi kaybettirdiğimizin farkına vardım. Gelen rahatlık, her şeye bedeldi. "İyi misiniz?" "Tanrım, evet. Siz iyi misiniz?" "Sevindim. Patronum size bir zarar gelseydi beni öldürürdü." Donuk bir ifadeyle bunu söylemesi cümleyi daha da korkutucu kılmıştı. Demek ki 'öldürürdü' kelimesi mecazen söylenmemişti. "Patron derken, Feza Laçin'den mi bahsediyorsunuz?" "Evet efendim." Adam bir süre duraksadı. Konuşmaya devam etti. "Silahlı saldırı beklemiyorduk. Büyük ihtimal insanlar tarafından saldırıya uğradık. Akademi tarafından değil." Yeterince şoktaydım. Üzerinde fazla durmak istemedim, kim bilir daha neler öğrenecektim. Bana zarar gelmesi ihtimalinde birilerinin ölmesi benim ne kadar önemli tutulduğumun kanıtıydı. Kendine gel, dedim kendi kendime. Sen zihin manipülasyonu yapabiliyorsun. Ailen ise bu gücü sana miras bıraktı ve en önemli kişilerdenlerdi. Akademiyi kapanmaya kadar sürükleyecek kişi sensin. Herkes senin peşinden koşuyor ve bu gayet normal. diye düşündüm. Düşüncelerimin boşluğunda savrulurken araba ani frenle durdu. Tanrım, kim vermişti bu adama ehliyet? Büyük bir villanın önünde durmuştuk. Arabadan çıktım. Adamlardan biri koluma girdi ve anladığım kadarıyla beni Feza'nın yanına götürüyorlardı. Bana dokunan elleri rahatsızlığın etkisiyle, omurgamdan başlayıp diz kapağıma ulaşan bir titreme oluşturdu. Elimi bir anlık çekmeyi düşündüm ama hiçbir şey yapmadım. Adam benimle malikanenin içine kadar eşlik etti.
Villa, siyah ve beyaz bir temeli olan, 4 katlı ve estetik yapısıyla insanı büyülüyordu. Krem renginde parkeleri vardı. Duvarlarda asılı olan resimlerden anladığım kadar Feza, sanatsal bir kişiliğe sahipti. Ünlü ressamların çizimleri duvarda asılıydı. Kapının tam karşısında şömineyle bir yer vardı. Siyah renk L koltuklar şöminenin etrafında çember oluşturmuş gibiydi. Şöminenin üstünde devasa bir resim vardı. Evle mükemmel bir uyum oluşturmuş, insanı o köşeye çekiyordu. O şömine çemberinin sol yanında merdiven vardı. İlk 3 kata merdivenle çıkılıyordu ancak 4. Kata asansör diye düşündüğüm bir yerle çıkıyordunuz. Asansöre biraz daha yaklaştığınızda o asansöre binmek için bir karta ihtiyaç duyduğunuzu gördüm. Özel bir kart. Adam beni asansörün önüne getirdiğinde boynunda asılı olan şeffaf kartı karizmatik bir hareketle dokunmatik gibi olan yere dokundurdu. Kolunu benim kolumdan çekti. Asansöre benimle geleceğini düşünmüştüm ama asansöre beni bıraktıktan sonra gülümseyip başını hafif sağa eğdi. Anlamıştım ki en son kat özel bir kattı ve giriş izinleri yoktu. Demek ki bundan sonra tek başımaydım. Kahverengi bir şekilde dizayn edilmiş kapıların arasında simsiyah bir kapı ve üzerinde altın sarısı şekiller olan kapının üzerinde altın bir dikdörtgen, üzerinde ise siyah bir şekilde FEZA LAÇİN yazıyordu. Uzayda sarsılıyormuş gibi boşlukta hissediyordum. Vücudum dengesiz, en azından aklım yerindeydi. Gözlerim her an kapanabilirdi ve bayılabilirdim. O yaşadığım saldırı ilk saldırıydı. Büyük ihtimal de alışmam gerekiyordu. Kapının kolunu yavaşça kavradım.
"Bazen kendini rüzgarda sallanan, ağacından kopmuş ve rüzgarın yönüyle ilerleyen yaprak gibi hisseder insan. Ağacından, yani evinden kopmuş, insanların onu sürüklediği doğrultuda karşı koyamayacağı şekilde ilerlemektedir öyle hisseden insan. Yaprağın rüzgarın hissedilemeyen gücünün büyüklüğü onu boşlukta sürükler de sürükler. Kendini bir hiçmiş gibi yaşatır ancak tüm yaşamı rüzgarın elinde değil, kendi elindedir. Bir süre sonra rüzgardan kurtulup kendi istediği doğrultuda ilerleyebilir. Belki başka bir doğru rüzgarla ilerler. Güvenmediği rüzgarın doğrultusunda ilerlerse bir süre sonra rüzgarın onun hayatından uçup gideceğini, onu yerde yalnız bırakacağını bilmelidir. Rüzgar gidince yaprak yere düşer, yalnız kalır, solar ve ölür. Güvenmediği rüzgardan farklı, güvenilir ve doğru olan rüzgarın doğrultusunda giderse kendine yeni bir ağaç bulabilir. Yaprak ağaca düşer, yalnız kalmaz, solar ve ölür ancak kendi ayaklarının üstünde durmuş olup, başkalarının peşinden sürüklenmemiş olur..."
|
0% |