Yeni Üyelik
3.
Bölüm

BÖLÜM 2: RUH ÇARESİZLİĞİ

@elifkacmaz

Kapının kolunu kavradım. Tıklatmaya gerek duymamıştım. Zaten çok yorgundum, elimi kaldıracak halim yoktu. Kendimi salsam, her an yere düşebilirdim. İçeriye girdim. Kapının sesiyle irkildiğini düşündüğüm Feza, ifadesiz bir suratla bana bakıyordu. Çenesiyle oturmamı işaret etti. Oturmak için koltuğa yöneldim.

"Hoşgeldin, Lavin. Seni buraya çağırmamın bir sebebi olduğunu biliyorsun zaten."

Gözlerim artık uykusuzluktan yanıyordu. Birkaç saniyeliğine gözlerim pencereye kaydı. Şafak vaktiydi. Oluşturduğu mükemmel görüntü beni büyülemişti. İçeriye giren ışık yüzümü aydınlatıyor, solgun tenime renk getiriyordu. Kurumuş olan dudaklarımı ıslattım. Yüzümü Feza'ya çevirdim.

"Biliyorum. Çok önemli bir şey olduğunu varsayıyorum çünkü daha gün bile doğmadı."

"Akademiye artık girebilirsin. Tüm yer işlerini hallettik." dedi Feza.

Şaşkınlıkla suratına bakmıştım. Bu işlemlerin en az 1 ay süreceğini düşünüyordum ama 2 hafta gibi kısa bir sürede gerçekleştirilmişti. Şaka yaptığını düşünmüştüm ama imkanı yoktu çünkü Feza gerçekten fazlasıyla ciddi bir adamdı. Yüzüme gelen saçlarımı kulağımın arkasına geçirdim ve kaşlarımı çattım. Şimdi ne yapmam gerektiğini merak ettiğimi anlayan Feza, konuşmaya devam etti.

"Kıyafetlerini topla. Saat 11.00 civarı bir araba seni almaya gelecek. İş yerinde artık çalışmayacaksın, zaten akademide büyük ihtimal nefes almak için bile zor vakit bulursun."

Artık çalışmayacaksın demesi gözlerimin irileşmesine yeterli bir sebepti.

"İstifa dilekçeni bugün teslim et. Bugün senin fazlasıyla toplantının olacağını tahmin ediyorum çünkü günlük programın oluşturulacak. Tüm işlerini ne kadar çabuk halledersen o kadar iyi."

Tüm hayatımı değiştirmek üzereydim. Hatta üzere değildim, çoktan hayatım üzerinde planlar kurulmuş ve hayatım değiştiriliyordu. Başımla dediklerini onayladım.

"Dışarda seni arabalardan biri bekliyor. Evine bırakacak." bir gün içerisinde o kadar fazla araba kelimesini duyup arabaya binmiştim ki artık midemi bulandırıyordu.

"Teşekkür ederim." dedim ve boğazıma düğümlenmiş olan kelimeleri yuttum. Kapıyı açıp dışarı çıktım. Beynimde olan tüm düşünceler artık bedenimi kemirmeye başlamıştı. Nasıl olduğunu bilmiyordum ama evin kapısına geldiğimi farketmemiştim bile. Nasıl asansöre bindiğimi, nasıl buraya kadar geldiğimi bile hatırlayamıyordum. Adam arabanın kapısını açtı ve artık arabaya binmek beni hasta etse de teşekkür edip bindim.

 

"Telefonumu açabilir miyim?" Adam gözlerini yoldan çevirip dikiz aynasından bana baktı.

 

"Açabilirsiniz."

 

Gözlerimin parladığına emindim. Telefonu hemen açtım ve uçak modunu da kapattım. Telefona gelen bildirimler yüzünden hiçbir şekilde telefona dokunamıyordum ve bildirimlerin sesi rahatsız edici yükseklikteydi. Utanmış bir şekilde adama baktım ama sadece yolla ilgileniyordu. Karan'dan, Aleda'dan, Alp'ten ve Teyzemden gelen bir sürü mesaj vardı. Zaten tek arkadaşlarım ve ailem onlardı. Başka akrabalarım vardı evet, ama onların varlığı ile yokluğu birdi ve beni aramayıp rahatsız etmedikleri için memnundum.

 

Aleda benim hakkımda hala endişeli olduğuyla alakalı mesajlar yazmıştı. Alp bu mesajın yalan olduğuna inandığını, Karan ise onu aramamı, bana inanmasını istiyorsam sesimi duyması gerektiğini yazmıştı. Teyzem ise "Neredesin?" diye mesaj atmıştı ve öncesinde 5 defa aramıştı ama telefonum kapalı olduğu için büyük ihtimalle 'aradığınız kişiye ulaşılamıyor.' mesajı düşmüştü. Harika, başka işim yokmuş gibi şimdi bir de bunları ikna etmeye uğraşacaktım. En büyük problem ise teyzemdi.

 

Telefonuma odaklanmıştım. Araba evimin önünde durmuştu. Kapının kolunu kavrayıp dışarı çıktım. Kapıyı arkamdan sertçe kapattım. Kusmama ramak kalmıştı. Karnımı tutuyordum. Evimizin önünde kusmayı hiç istemiyordum. Sadece teyzemin uyuduğunu ve biraz oksijenin bana iyi gelmesini umdum. Dışarıda hava almak çok iyi gelmişti. Biraz yürümeye başladım. Cebime elimi attığım zaman elime gelen sigara kutusu yüzüme bir gülümseme yaymıştı. Kutunun içinde bir tane sigarayla bir çakmak bulunuyordu. Sigarayı iki parmağımın arasına aldım ve çakmağı yaktım. Kutuyla beraber çakmağı geri cebime attım. Sigara, tüm dertlerimi öldürmüyordu ama dertlerimi birkaç dakikalığına köşeye atabiliyordu. Telefonumu elime aldım. Saat çoktan sabah 08.30 olmuştu. Sigaranın bitmesini bekledim. Havaya doğru çıkan büyük dumanı izlemeye başladım tekrardan. Sigara bitince hemen yanımda bulunan çöp kutusunun üzerinde söndürüp çöpe attım. Eve doğru yürümeye koyuldum. Teyzeme akademiye gideceğimi nasıl söyleyeceğimi düşünüyordum. Ayaklarım evin önünde durduğumda geri geri gitmek istedi ama yapmadım. Çantamdan anahtarları çıkardım ve kapıyı açtım. Görmek istediğim koltukta oturup beni içeriye girerken izleyen teyzem değildi. Benim içeri girdiğimi görünce tek kaşını kaldırdı. Yapmacık bir gülümseme sundum ama galiba çok da işe yaramamıştı. Garip, yapmacık gülümsemelerde profesyonelleştiğimi sanıyordum.

 

"Neredeydin? Aramalarıma da cevap vermedin."

 

"İşlerim çıktı, vardiyam uzadı." dedim.

 

Odama geçip eşyalarımı toplamam gerekiyordu. Odama doğru yürüdüm ve dolabımın içinde bulunan bavulu çıkardım. Arkamdan gelen teyzemin ayak seslerini duyuyordum. Bu işi ne kadar hızlı bitirirsem o kadar iyiydi. Kıyafetlerimden ne kadarı bavula sığacaksa o kadar koydum. Daha sonra gelip geri kalanını alırdım büyük ihtimal.

 

"Ne yapıyorsun sen?" dedi teyzem. Bileğimi tutup beni kendine çevirdi.

 

"Bir şeyler olduğunu anlamıştım. Söyle Lavin, ne işler çeviriyorsun!"

 

Alt dudağımı dişlemiştim. Boğazımı acıtacak kadar sert bir şekilde yutkundum. Ne kadar susarsam, kelimeler o kadar büyüyordu gözümde.

 

"Akademiye gidiyorum, teyze."

 

Teyzem şaşırmış bir biçimde kaşlarını çattı. Duruşunu iyice dikleştirdi.

 

"Sebebin var, değil mi? Lavin, seni çok iyi tanıyorum. Kim, ne dedi sana?"

 

"Teyze, vaktim yok. Annem ve babam için gidiyorum oraya. Lütfen, sana her şeyi anlatacağım."

 

Başını hafif yana eğdi. Bavulu toplamaya devam ettim. Gerçekten neredeyse hiç vaktim kalmamıştı çünkü eve yürürken oyalanmıştım. Teyzemle yüzleşmekten korkmuştum. Teyzeme sarıldım ve yanağından öptüm.

 

"Seni arayacağım. Söz veriyorum."

 

"Dikkat et kendine. Lütfen."

 

Teyzemin titreyen sesiyle afallamıştım. Gözyaşlarını zor tutuyordu.

"Edeceğim. Seni çok seviyorum." Dışarı çıktım. Gözlerimden süzülen yaşları elimin tersiyle sildim. Dışarıda Feza'nın dediği gibi beni bir araba bekliyordu. Arkamdan beni izleyen gözleri dolu teyzeme el salladım. Teyzem de el sallamakla yetindi. Arabaya bindim. Yüzümü ellerimin arasına aldım. Teyzem bana bağırıp çağırmış olsa daha rahat olacaktım ama ağlayan teyzem? Hayır, bu bana bile fazlaydı. Bazen hıçkırıklarla ağlıyordum ve bu beni deli ediyordu. Ağladığımı herkese ilan ediyormuşum gibi hissetiriyordu.

 

Akademiye doğru yol alıyorduk.

"İstifa işlemlerini sizin yerinize Feza Bey halletti. Doğrudan akademiye geçiş yapacağız."

"Tamam." Sesim, yüzüm hala ellerimin arasında olduğu için boğuk çıkmıştı. Saçlarımı geriye doğru savurdum. Ağladığım için zaten bunalmıştım, beni iyice bunaltıyordu saçlarım. Ellerimi yüzümden ayırmış, cama bakmaya başlamıştım. Ciddi bir şekilde oksijene ihtiyacım vardı. Adam, ön koltuktan bana mendil uzattı. Gözlerimi camdan ona doğru çevirdim.

 

"Teşekkür ederim."

 

"Sarp diyebilirsin. Sadece Sarp."

 

"Teşekkür ederim Sarp."

 

Yüzümü gülümsemeye zorladım. Gözümün önüne hala ağlayan teyzem geliyordu ve bu beni ruhen çok yoruyordu. Sadece birkaç saat içinde psikolojim çökmüştü. Araba sert bir fren yapınca koltuğumdan savruldum, kafamı cama yakın oturduğum için camın yanında bulunan plastiğe sert bir şekilde vurdum.

 

Kafamı tuttum.

"Ne oluyor?"

 

"Akademiye geldik ama önümüze silahlı birkaç aptal insanın aniden çıkmasını beklemiyordum."

 

Sarp, camı açtı. Camın önüne güvenliklerden biri gelmişti. Gölgeler'den, Ruhsuz'lardan, Evrimleşmiş'lerin bulunduğu akademiye silahlı birkaç insanoğlu mu konulmuştu? Mükemmel.

Adamların dedikleri hiçbir şeyi dinlemedim, dinleme ihtiyacı duymadım. Araba tekrardan harekete geçti.

 

"Gölgelerin, Ruhsuzların bulunduğu bir akademiye güvenlik olarak insan mı koymuşlar? En azından Evrimleşmiş'lerden koysalardı."

 

Sarp dudağının kenarıyla gülümsedi.

 

"Akademide Gölgelerin bulunduğunu nereden biliyorsun?"

 

Dediğiyle şaşırmıştım.

 

"Ne yani, Gölge yok mu?"

 

"Akademiye giden ilk Gölge sizsiniz. Gölgeler rastgele insanların olabileceği şey değil. Size türleri daha iyi açıklamamı ister misiniz?"

Başımla onayladım.

 

"Evrimleşmiş olanlar, insanlar aslında ama çok daha güçlüler. Yaklaşık 1.000 yıl öncesine dayanıyor. İlk tür, insanlardı. İnsanlar üzerinde bilim insanları tarafından yeni türler ortaya çıkarmak adına deneyler uygulanmaya, laboratuvarda oluşturulan virüsler enjekte edilmeye başlandı. Deneylerden biri olumlu sonuç gösterdi ve Evrimleşmiş olanlar ortaya çıktı. Evrimleşmişler, insanlardan kat kat daha güçlü. Öldürmeye daha çok eğilimliler ama sakin olan türleri de var. Evrimleşmiş isminin konulma amacı, aynı insanın üzerinde bir sürü virüs denenmiş olması. Virüs, insan kanında evrimleşerek Evrimleşmiş insan türünü ortaya çıkarıyor.

 

Birkaç yıl boyu virüs üzerinde daha çok uygulanmalar yapılıyor, ve ruhsuzlar ortaya çıkıyor. Ruhsuzlar, herhangi bir duygu gösteremez. Buz gibi kan akışları vardır. Ruhsuzların ortaya çıkmasından sonra bazı Ruhsuzların kanlarında bozukluklar, virüs sebebiyle evrimleşmeler başladı. Ruhsuzların o türlerine Kanı Bozuk Olanlar da deniliyor.

 

Kanı Bozuk Olanlar, kanlarındaki problemlerden dolayı kan ihtiyacını insanlardan gidermeye başladı. Olumsuz deney diyebilirsin. Bir nevi vampir gibi. Ama hiç kimse Bir Kanı Bozuğun, Evrimleşmiş'i öldürecek kadar ileriye gideceğini düşünmüyordu."

 

"Kanı Bozuklar, Ruhsuzların türü olduğundan Evrimleşmişler ile Ruhsuzlar bir savaş içine girdi. Ruhsuzlar, Evrimleşmişlerden daha güçlüdür. Sana Ruhsuzlar'ın kanı hakkında buz gibi olduklarını söylemiştim. Bir Evrimleşmiş, Ruhsuzların onlardan daha güçlü olduğunu bilerek güçlerini kazanmak adına Ruhsuz öldürmeyi başarıyor. Güçlerin ona geçmesi için kanını içiyor. Bilirsin, virüsler kanlarda bulunduğu için güç geçişi mümkün. Evrimleşmiş kanı içtikten sonra yeni bir tür ortaya çıktı. Soylular. Hatta ben, Feza Bey Soylulardanız. Olumlu sonuç."

 

"Soylular, hem Ruhsuzlar hem de Evrimleşmişlerden çok daha güçlüdür. Soylulardan bazılarının kanı soğuk, bazılarının ise kanı sıcaktır."

 

"Peki, Gölgeler nasıl ortaya çıktı?"

 

"Soylulardan. Soylular'da hem Evrimleşmiş kanı, hem de Ruhsuz kanı bulunabilir. İki kan türü de bulunan iki Soylu laboratuvara getiriliyor. Soyluların kan türleri vücutta, laboratuvarda dengeleniyor. İnsan kanı üzerinde virüs oluşturuluyor. Yaşadığımız dünya virüsler sayesinde ayakta zaten. Bu virüsün olumsuz sonuç vereceği düşünülüyor ve sadece iki tüp oluşturuluyor. İki Soyluya da enjekte ediliyor. Ortaya çok güçlü bir tür ortaya çıkıyor, Gölgeler. Zihin manipülasyonu yapabiliyorlar. Soylulardan çok daha güçlüler. En güçlü türler. Oluşan Gölgelerin zihin manipülasyonu yapabildiği öğrenildiği için imha edilmesi planlanıyor ama ileride oluşabilecek saldırılara karşın çok büyük yardımları olacağı düşünüldüğü için yapılmıyor. Bir süre sonra bu Gölgeler bilim insanlarının zihniyle oynayıp laboratuvardan kaçıyor ve yeni bir devrim başlıyor."

 

Sarp bana döndü.

"Ve şuan istesen beni öldürme potansiyelin var ama farkında değilsin."

 

Omurgamdan aşağı bir titreme hissettim. Akademinin önüne varmıştık. Gergindim. Ailemin ölümüne sebep olan aptallarla dolu bir akademi. Düşünceler benim boğazımı iyice sarmalayıp nefesimi keserken, bundan sonrasını düşünmeye başladım. Bilgileri sızdırmalı, derslere girmeli, ve daha bir ton iş yapmalıydım.

 

"Önden buyurun, Bayan Dora."

 

İçeriye girdim. Arkamdan birden fazla koruma geliyordu. Akademiye girdikten sonra önüme kumral saçları ve siyaha yakın koyu kahve gözleri olan bir kadın çıktı. Sarp, birkaç adımla önüme çıkıp kadının önünde kibarca eğildi.

 

"Merhaba Kumsal Hanım."

"Merhaba Sarp. Fazla resmiyete gerek yok. Feza'nın buraya getirttiği kız bu mu?"

Siyah olduğunu düşündüğüm gözlerini bana çevirdi. Tatlı bir surat ifadesiyle gülümsedi. İçimden bir ses, kadının bir şeyleri anladığını söylüyordu.

 

"Evet Kumsal. Kendisi Evrimleşmişlerden. Babası Feza Bey ile arkadaştı. Vefat edince, babasının son dileği; kızını akademiye götürme dileğini yerine getirdi. İsmi Lavin Verda."

Kurgu hoşuma gitmişti. Aynı zamanda soyadım sahte olarak verilmişti anlaşılmaması için.

 

"Bakalım sende ne işler varmış."

Gözlerini kısarak beni süzdü. Profesyonelce olan sahte gülüşlerimden birini ona altın tepside sundum.

 

"Lavin, bu Özgür. Sana yardımcı olacak."

 

Kahverengi, ama kızıla kayan saçları olan, mavi gözleri gökyüzünü anımsatan bir çocuk girdi içeri. Benden ya bir, ya iki yaş büyük gözüküyordu. Siyah tişörtü vardı ve siyah kot pantolon giyiyordu. Kolları dövmelerle doluydu.

"Selam."

Gülümsedim.

"Selam."

Burada bulunan hiç kimseye gram güvenim yoktu. Gerekirse arkalarından bıçaklayacaktım ama hiç kimseye güvenmemem gerekiyordu.

"Gel, adamlar senin odana eşyalarını yerleştirirken etrafı göstereyim."

"Sevinirim. Ama önce şu kıyafetlerden kurtulmam gerekiyor."

"Tabii, beklerim seni."

Odama doğru yürümeye başladık. Yürürken etrafı süzüyordum.

 

"Odana yerleşince biraz etrafı gezeriz. Sonra toplantıya girmek zorundasın, günlük programın hazırlanacak."

 

Başımla onayladım. Bilmem gerekenleri Feza'yla konuşurken öğrenmiştim zaten.

 

"Burası odan. Ben dışarıda olacağım."

 

Odama girdim. Akademi güvenlik açısından biraz ormanlık yerde bulunuyordu ve yüksek güvenlik taşıyordu. Demir kapıda bir sürü güvenlik bulunuyor, her katta güvenlik bulunuyordu. Ruhsuzlar gibi tehlikeli türler bu akademide bulunurken, güvenlikleri insan koymaları ne kadar aptal olduklarının bir kanıtıydı.

Bavulu açtım. O anlık ruh halimle ne kadar kıyafet aldım hiç bir fikrim yoktu ama olanlarla yetinecektim. Siyah, dizlerime kadar uzanan ve kollarımı kapayan bir elbise ve siyah, yüksek tabanlı spor ayakkabılarımı aldım. Giyinme amacıyla banyoya geçtim. Yakın zamanda duş almak istiyordum ama dışarda biri beni beklerken alamazdım. Elbiseyi giydim. Belimin kıvrımlarına çok iyi bir biçimde oturmuştu. Siyah spor ayakkabıları ayağıma geçirdim. Makyajım akmaya başlamıştı. Yüzümü yıkadım ve gözlerimin altını kapatıp, maskara sürdüm. Eyeliner çektim ve koyu bir kırmızı ruj sürdüm. Kulaklarıma minik siyah küpelerimden taktım. Saçlarımı basit bir at kuyruğu yapıp, perçem çıkardım. Telefonuma gelen bildirim sesiyle telefonu elime aldım.

 

05** *** ****: Lavin, benim Feza.

05** *** ****: Bu numarayı kaydet. Lazım olacak. Odaya yerleştiğini varsayıyorum. Gelişmelerden haberdar et.

 

Mesajları okuduğumda kaşlarım havaya kalktı. Numarayı kaydettim. Telefonumda görüldü attığım diğer mesajlara baktım. Karan'dan bir sürü mesaj gelmişti. Görüldü attığım ve aramadığım için sinirlendiğini biliyordum. Ama şuan yapacağım şey yüzleşmekten kaçınmaktı. Telefonu kapatıp elime aldım ve dışarı çıktım. Kapının yanında bulunan duvara kafasını yaslanmış, kollarını birbirine bağlamış ve bir bacağını kırmış bir şekilde Özgür'ü buldum. Gözlerini kapı sesinden dolayı olmalı ki, ben odadan çıkınca kısık bir şekilde açtı ve yandan bana baktı.

 

"Hazır mısın?"

 

"Hazırım."

 

Özgür, yerinden doğruldu. O sırada ise telefonu çalmaya başladı. Dişlerinin arasından bir küfür mırıldandı.

 

"Lavin, toplantıya yarım saat var. Sana toplantı odasını göstereyim, sen kendin gez. Olur mu?"

 

"Olur. Sıkıntı yok benim için."

Özgür, dudağının yan tarafıyla gülümsedi ve bileğimden kavradı. Toplantı odasına doğru ilerliyorduk. İlerlerken telefonunu açtı ve bana uzattı.

 

"Ne yapmam gerekiyor, numaramı yazmam falan mı?"

 

"Tam da üstüne bastın."

İstemsizce gülümsedim ve numaramı arayıp arama geçmişine kaydetmiş oldum. Telefonu kapatıp geri uzattım.

Toplantı odasının önüne gelmiştik.

"Burası. Şimdi acilen gitmem gerekiyor, görüşür müyüz?"

"Numaramı aldığına göre evet, görüşürüz."

Gülümsedi. Karşılık olarak el salladım ve hızlı adımlarla asansöre doğru yürüdü. Dışarıya çıktım. Etrafta kimse yoktu. Anladığım kadarıyla herkes odasındaydı. İzleniyormuş gibi hissediyordum ve bu beni rahatsız ediyordu. Sadece rastgele bir his olduğunu düşünerek kafaya takmadım.

 

Telefonumu açtım. Şarjım bitmek üzereydi. Yarım saatimi istemeden geldiğim bu akademide gezerek geçirmektense, telefonuma odaklanıp bir şeylerle ilgilenmeyi tercih ederdim. Teyzeme yazmaya yüzüm yoktu. Karan'la, Aleda'yla, Alp'le yazışmak istemiyordum. Sonunun ne olacağını bilmediğim bu çukura kimseyi çekmek istemiyordum.

 

Yavaştan toplantı salonunun bulunduğu yere doğru yürümeye başlamıştım. Birkaç dakika erken girsem sorun olmazdı, yapacak daha çok işim vardı. Salona kapı tıklatıp girdim. İçeride Kumsal, Sarp, bilmediğim 2 adam ve bilmediğim bir kadın vardı.

"Hoşgeldin Lavin. Otur lütfen."

Bir sandalye çektim ve oturdum. Sarp, tanımadığım kişileri bana tanıtmaya başladı.

"Bunlar Evren ve Tolga. Yöneticilerdenler. Bu Ülkü. Programında sana yardımcı olacak."

 

"Memnun oldum, ben de Lavin-" dedim ve dudaklarımı birbirine bastırdım. Soyadımı söylememe çok az kalmıştı. Dudaklarımı yalayıp boğazımı yakacak derecede sertçe yutkundum.

 

"Lavin Verda."

Sarp bana uyarıcı bir bakış attı. Tüm planları altüst etmek üzereydim. Bir süre boyu aramızdaki sessizlik devam ederken Sarp konuyu değiştirdi.

 

"Lavin'e sıkı bir program ayarlamamız gerektiğini düşünüyorum. Feza Bey'in emri."

 

"Lavin daha yeni geldi. Ne yapmamızı bekliyorsun, Belis Dora'ya hazırladığımız programdan mı hazırlayalım? Kızı hemen yorma."

 

"Ne diyorsun sen-"

Sarp benim konuşmamı bastırmak için daha sesli konuşmaya başladı.

"Kumsal, bunları konuşmuştuk. Özel şeyleri yeni gelenlerin yanında konuşma."

 

Çenem kitlenmişti. Tırnaklarımı elime bastırabildiğim kadar bastırıyordum ve hiç acı hissetmiyordum. Kumsal, karşımda muzipçe Sarp'a bakarken gülümsüyordu.

 

"Ne olacak? Belis Dora ve Yakut Dora'yı bilmeyen mi kaldı? Ne kadar sıkı bir program hazırlamamızı istiyorsun, Gölgelerinkinden mi? Neden Evrimleşmişlerin programlarından hazırlamıyoruz?"

 

Kaşlarımı çattım. Gözlerim irileşmişti. Kadına dalmama saniyeler kalmıştı. Hem ölümüne sebep oluyor, hem de utanmadan onlardan bağımsız bir konuda onların isimlerini ağzına mı alıyordu?

 

"Evet, Gölgelerinkinden. Lavin, sen de dışarı çık, özel konuşmamız gerekiyor."

 

Dişlerimin arasından duymayacakları şekilde seni öldüreceğim diye tısladım. Gerçekten yapacaktım. Kendimi geliştirdiğim ilk vakit yapacağım şey zihnini ele geçirip silahı kafasına sıkmasını sağlamak olacaktı. Sandalyemden hızlıca kalkıp kapıyı çarptım. Gözlerimin dolmasını engellemem mümkündü, ancak sadece odama gidene kadar. Derin nefes aldım. Nutkum tutulmuştu. Annemin ve babamın adını ağzına aldığı andan itibaren, kafamın içinde diyaloglar başlamıştı. 'Belis Dora'ya hazırladığımız programdan mı hazırlayalım?' Derken ne kastetmişti?

 

Ailemle alakalı düşünceler beynimin ağrımasına sebep olurken, odamın önüne gelmiştim. Hemen kapısını açtım. Elbise ve ayakkabılar üstüme yükmüş gibi geliyordu. Sıcak bir duşa ihtiyacım vardı. Elbiseyi ve ayakkabıyı üzerimden atıp sıcak duşa girdim.

 

Gelen rahatlık hissi tarifsizdi. Gözlerimi kapadım ve kafamı küvete yasladım. Düşünceler zihnimin karanlık köşelerinde boğuşurken, kendim ölmemek için imtihan veriyordum. Belki de çoktan ruhen ölmüştüm, bedenim ölse çok bir şey farketmeyecekti. Kirpiklerimin altından süzülen yaşları serbest bıraktım. Yaşlar yanaklarımı yakıyor, ama bir yandan ise rahatlamama yardımcı oluyordu.

 

Yağlanmış saçlarımı iyice yıkadım. Küvetten çıktım ve bir havlu doladım. Saçımı havluya dolama gereksinimi duymadım. Kıyafetlerimi giydim. Beyaz bir sweat, altına rastgele siyah bir eşofman giymiştim. Saçlarımı kurutmak için ayaklanmıştım fakat görüşüm bulanıklaştı. Sert bir şekilde komodine çarptım ve bugün koyduğum bardak ile teyzemin fotoğrafına çarpıp yere düşmesine ve tuzla buz olmasına sebep oldum. Bir süre sonra ise gözlerime ağırlık çöktü ve etraf karanlıklaştı.

 

***

 

"Lavin!"

Duyduğum bu buğulu ses bana tanıdık geliyordu. Gözlerimi aralamaya çalıştım ama yapamadım.

 

"Özgür?"

 

"Evet benim, ne oldu sana?"

 

Cevap vermek için dudaklarımı kımıldatmak istedim, yapamadım. Ellerimi hissetmiyordum, her tarafım uyuşuktu ama bir süre sonra ayaklarımın yerden kesildiğini hissetmiştim.

Yatağıma yatırıldığımı hissediyordum.

 

"Lavin, söyle n'oldu?"

 

Üşüyordum ve gözlerimi açmakta zorlanıyordum. Cidden, ne olmuştu? Bayılmış mıydım?

 

"Duştan çıktığımda..."

Kuruyan boğazımı yumuşatmak amacıyla yutkundum ve dudaklarımı ıslattım.

"...Görüşüm bulanıklaştı. Devamı karanlık, hiç bir şey hatırlamıyorum."

 

Beni yatağıma götürürken görmüş olacak ki, kafamın yanını kontrol etmeye başladı.

 

"Lavin, kafanın yanında açık yara var. Sıcak küvete mi girdin bu halde?"

 

Arabada kafamı vurduğumu anımsadım.

 

"Doğru ya, kafamı vurmuştum..."

 

"Tamam, zorlama kendini. Ben sana su getireyim."

 

Gözlerimi açmayı başarmıştım. Açık ışıklar gözlerimi kamaştırmıştı. Olduğum yerde doğruldum.

Elinde bulunan bandajla ve pamukla pansuman yapmaya başladı.

 

"Odanda ilk yardım çantası var. Tekrar böyle bir şey yaşadığında yanında olmayabilirim."

 

Sessiz kaldım.

 

"İyi misin biraz daha?"

"Evet, içeriye nasıl girdin?"

"Anahtarını dışarıda unutmuşsun. Nasıl bir sinirle girdiğini bilmiyorum ama amacım girip sana vermekti. Bayıldığını görmeyi bende beklemiyordum."

 

Gülümsedim. Bir süre aramızdaki sessizliği koruduk.

 

"Sende ne olduğunu bilmediğim hoş bir şeyler var Lavin Verda, ve ben bunu öğrenmek için can atıyorum." dedi fısıldamaya benzer bir ses tonunda.

 

"Öyle miymiş?" dedim gülümseyerek.

 

Gülümsedi.

 

"Benim şimdi gitmem gerek. Daha iyi hissettiğine göre, kendine iyi bakarsın değil mi? Bir sorun olursa ara. Anahtarı buraya bırakıyorum."

 

"Tamamdır." biraz duraksadım. Kapının önüne doğru ilerledi. Kapı kolunu kavradığı an dudaklarımı araladım.

 

"Teşekkür ederim." diye fısıldadım. Mavi gözlerini bana doğru çevirdi.

"Rica ederim."

Kapı kapanma sesini duyduğumda kafamı geriye doğru attım. Gözlerimi kapattım. Kafamın yanında ciddi bir şekilde ağrı vardı. Elimdeki bir bardak suyu kafama dikip komodine bıraktım. Biraz uyumam gerekiyordu çünkü başım çok ağrıyordu. Yatağa yavaşça uzandım.

 

Karanlıkta koşuyordum. Arkamdan ne geldiğini bilmiyordum ama sadece canım pahasınaymışcasına koşuyordum. Nereye gittiğimi bilmiyordum. Arkama baktığımda hiç kimse yoktu. Boşluğun ortasındaydım. Etrafıma bakındım. Bir ses dikkatimi çekmişti.

"Lavin!"

Hiç kimseyi göremiyordum.

"Lavin! Arkana bak!"

Arkama baktığımda uzun sarı saçlarıyla ve mükemmel denizi andıran mavi tonu gözleriyle bana bakan bir kız gördüm.

"Lavin, beni hatırlıyor musun?"

"Hayır..."

"Ben Nera. Beni hatırlayacaksın ama şuan değil. Şuan hatırlayamacaksın. Akademiden kurtulman gerekiyor."

 

Etrafımdan gelen sesler Nera'nın sesiydi ve rahatsız edici şekilde bu sesler yankı yapıyordu. Her bir tarafımdan artık kavrayamadığım buğulu sesler duyuyordum. Başıma keskin bir ağrı saplandı. İki yumruğumu başımın iki tarafına, kulaklarımı kapatacak şekilde koydum. Önümde duran kız endişeli ve irileşmiş gözlerle bana bakıyordu.

 

"Çok vaktim yok. Lütfen, hiç kimseye inanma. Kimseye güvenme."

 

Kaşlarımı çattım. Göz kapaklarım ağırlaşıyordu. Bir süre sonra etraf karanlıklaştı ve yere yığıldım.

 

Uyandığımda ağrı ikiye katlanmıştı. Ayağa kalktım. Başımdaki ağrı bir nebze geçmemişti. Ağrı kesici almalıydım. Başka bir ağrı ile savaşacak halim kalmamıştı. Kapının çalma sesiyle irkildim. Kapıyı açtım. Karşımda Sarp vardı.

 

"Geç."

 

Odaya doğru yürüdü. Sarp ben mutfağa geçerken peşimden geliyordu. Elindeki fotokopi kağıdını bana doğru salladı.

 

"Hallettim. Gölgelerin programlarından."

 

"Harika."

 

"Ve unuttuğumu sanma. Az kalsın bizi ifşa etmek üzereydin. Daha ilk günün burada."

 

"Onun benim annem ve babamın ismini ağzına almaya bile hakkı yok, farkında mısın? Bu akademide bulunan hiç kimsenin isimlerini ağızlarına almaya hakkı yok."

 

Ağrı kesiciyi ağzıma attığım gibi suyu kafama diktim. Sarp dudaklarını araladı, ama diyeceği şeyden vazgeçip geri kapattı.

 

"Söylesene Sarp, annem ve babamın bu kadınla ne ilgisi var?"

 

"Her şeyi öğreneceğin bir vakit var, Lavin. Ama o vakit şuan değil."

 

Derin bir nefes aldım.

 

"Programı verir misin?"

Programı elime uzattı. Kaşlarımı çattım.

 

"Saat sabah 6'da mı? İyiymiş."

"İtiraz etmeni bekliyordum."

"Ben gece vardiyasında çalışıyorum, şaşırmadım."

Gözlerimi ona çevirdim.

"Ha pardon, çalışıyordum."

Sarp göz devirdi.

 

"Bir anlaşma yaptınız ve bu anlaşmanın içinde ben de varım. Ben de ne sana ve seni biricik işinden ayırmaya meraklı değilim."

 

"Sarp sabah arabada dediklerin hala aklımda dönüyor, kışkırtma beni."

 

Sarp ellerini teslim olurmuşcasına havaya kaldırdı.

"Tamam, teslim oluyorum." diyerek gülümsedi.

 

Sarp, benden biraz uzun, siyah saçları olan, siyaha kayan gözleri ve gamzeleri olan biriydi. Benden 2 yaş büyük olduğunu varsayıyordum. Benim tenimden bir ton daha koyu, esmer diyebileceğimiz biriydi.

 

"Kahve ister misin?"

 

"Güzel olur."

 

Göremeyeceği şekilde göz devirdim. Kahveleri ayarlıyordum. Ağrı kesici içmeme rağmen başımın yanındaki ağrı bir nebze dahi geçmemişti. Elimi kafamın yanına götürdüm. Özgür'ün yaptığı pansuman bandajının çoktan kanla dolu olduğunu hissettim.

 

"İlk yardım çantası nerede?

 

"Koridorda. Neden?"

 

"Kafamın yanı yara olmuş. Önemli bir şey değil."

 

"Lavin, kendi sağlığına bu kadar umursamamazlık yapma. Bekle, alıp geliyorum."

 

Omuz silktim. Mutfağa doğru yürüdüm. Kahveleri hazırladım. İçeride bulunan yuvarlak sehpanın üzerine iki kupayı da koydum. Üzerimdeki sweatin el kısımlarını avucuma çekiştirerek kupayı aldım ve büyük bir yudum içtim. Boğazımdan ciğerlerime kadar yakan bu sıcak hissi özlemiştim. Sarp gelmişti.

 

"Burada revir falan mı var?"

 

"-1.katta. Derslerde oluşabilecek silah yaralarına karşın, evet var."

 

"Revir koymayı akıl etmişler en azından."

Verdiğim cevaba yanıt olarak minik bir sırıtışla yetindi.

 

"Banyoya geç, yapıştırayım. Senin yapıştırabileceğini zannetmiyorum."

 

Başımla onayladım ve bir şey deme gereksiniminde bulunmadım. Banyoya doğru yol aldım.

 

"Tanrım, bunu nasıl becerdin?"

 

"Arabada kafamı vurdum."

 

"Umarım ciddi bir şey olmaz. Tamam, sinirini anlıyorum ama anlaşma için kendine biraz daha dikkat et. Akademinin sonunu getiren sen olacaksın, bir başkası değil."

 

Anlaşma için kendine dikkat et.

Akademinin sonunu getirecek kişi sensin.

 

Dedikleri doğruydu. Haklıydı. Daha Akademinin ilk günüydü ve işleri çoktan mahvetmek üzereydim.

 

"Odada acil yardım için ilaç, krem kutusu bulunuyor. Orada ağrı kesici merhem olması gerek, almama izin ver."

 

"Tamam."

Birkaç saniyenin ardından elinde krem ile yanıma geldi. Yaranın üzerinde soğuk elleriyle merhemi yayarken konuşmaya başladı.

 

"Bayıldığını söyledin. Biri sana müdahale etti mi?"

 

"Sinirlenerek odaya girmiştim. Anahtarı kapıda unutmuşum. Özgür de bana vermek için odaya girmiş ve beni baygın bulmuş."

 

"Anladım. Daha iyi misin?"

 

"Evet. Teşekkür ederim."

 

Merhemi yaydıktan sonra yara bandını yaranın üzerine yapıştırdı.

 

"5 gün boyunca eski yara bandını çıkarıp bu merhemi sür ve yenisini yapıştır. Ağrısı geçene kadar."

 

"Tekrardan teşekkür ederim."

 

"Rica ederim. Sana program hakkında söylemem gereken birkaç şey daha var. Otur, kahveleri içelim."

 

Sandalyeyi çekip oturdum. Kupanın dışı artık soğumuştu.

 

"Silah atış derslerini ayarladım. Normalde silah atış dersleri ek ders olarak verilir. İstersen alırsın istersen almazsın. Silah ve atış derslerinle Afşin ilgilenecek. Savunma derslerinle Özgür ilgilenecek. Kendisi 2.kademe olduğu için derslere girebiliyor. Zihin manipülasyon güçlerin için ders ayarlayamayız. O yüzden sen ile ben gizli olarak çalışacağız."

 

"Gizli olarak nasıl çalışacağız? Zihnine girmeye mi çalışacağım?"

 

"Evet."

 

"Zihnini yanlışlıkla patlatırsam?" dedim alaycı bir ses tonuyla.

 

Gözlerini kapatıp sırıttı. Gözlerini açtığında az önce suratında bulunan sıcak ifade kaybolmuştu. Derin bir nefes verdi. Ellerini masanın üzerinde kenetledi ve gözlerini kısarak bana baktı.

 

"Lavin, sabırsız biriyimdir ve bazen çok sinirimi bozuyorsun."

 

"Annem ve babam bu çukura düşmemiş olsaydı ikimiz de birbirimizi tanımayacaktık zaten. Bu durumdan çok hoşnut olduğumu sanma."

 

"Tamam, ikimizin de bir amacı var. Sen akademinin sonu için buradasın, ben seni Feza için koruyorum. İkimiz de sınırları zorlamayalım bence, ne dersin?"

 

"Nesiniz, yakın arkadaş falan mı?" dedim camdan gecenin sisiyle süslediği puslu ormana bakarken.

 

Sarp gülümsedi.

 

"Evet."

 

"İyiymiş. Neyse, dikkat et de ders esnasında yanlışlıkla zihnini patlatmayayım."

 

Kafasını alaycı ifadeyle içten bir gamzeli gülümsemesiyle sallarken istem dışı bende gülümsedim.

 

"Lavin, başkasına bu sözleri söyleme de sonunu getirmesin."

 

 

Loading...
0%