Yeni Üyelik
2.
Bölüm

-Okul-

@elifnisaaltun

Selamünaleyküm herkese 😊

Dokunmadıkça Sevgi'nin ikinci bölümü ile beraberiz

Bakalım beğenebilecek misiniz?

Hepinize iyi okumalar 🤗


Sabah erkenden uyanıp hazırlanmaya başladım. Önceliğim lavaboya geçmek oldu. Rutin işlerimi halledip geri odama döndüm ve kıyafet dolabımdan ne giyebileceğime bir göz attım.

Yeşil eteğim ile çiçek desenleri olan beyaz gömleğimi gözüme kestirdim. Başıma da kıyafetlerime uygun bir şal seçtim. Saçlarımı biraz aşağıdan bağladım ve iki tur tokadan geçirdikten sonra üçüncüsünü yarım geçirdim. Başıma topuz bonesini geçirdim ve ensemden beni rahatsız etmeyecek şekilde sıkıca bağladım. Başıma da önceden seçtiğim, eteğim yakışan bir tonda penye şalımı taktım, boynumun gözükmemesine dikkat ederek. Sanırım artık hazırdım. Son kez kendime aynadan bakıp kendi etrafımda birkaç tur döndüm. Her şeyim hazırdı. Kitaplarımın olduğu çantamı ve kendi kol çantamı alıp odamdan çıktım.

Annem erkenden kalkmıştı. Kahvaltıyı hazırlamış, tezgahta domates doğuruyordu. Babam ise sofraya dalmış derin düşünseler içerisine girmişti. Sandalyeye oturup kahvaltımı yapmaya başladım. Babamın bakışları bana döndü. Yüzünde mutlu olduğuna dair bir ifadeyle bana bakıp tebessüm etti. Bende ona tebessüm ettim ve kahvaltım devam ettim. Annemde sofraya oturunca hepimiz yemek masasına oturmuş olduk. Bir zamanlar abimde otururdu bu sofraya. Ama evlenince çok fazla gelmez oldu. Onunda işleri güçleri vardır elbet. Ailesini geçindiriyor. Yakın bir zamanda evlerine bebek sesi de eşlik edecek hayırlısıyla.

Annem ise bu sefer bana talip aramaya başladı. Allah biliyor, gönlüm yok kimsede. Kimsenin de bende gönlü oldun istemem. O kimseyi kırmadan nasıl istemediğimi söyleyeceğimi bilmiyorum. Allah'ın rahmetinden ümit kesilmez lakin ben evlenmek istemiyordum. Tek başıma, sessiz sakin, Allah'ın yolunda geçinip gitmek istiyordum. Üniversiteden beridir çok arkadaşım yoktu. Lise de herkes kendisini bozmaya başlar. Zaten kendini bozmaya başladığım evre sekizinci sınıftan başlar, on ikinci sınıfın sonuna kadar. Hayat böyledir.

Daha fazla yiyemeyeceğime kanaat getirdim ve annemle babama veda edip çantalarımı aldım ve evden çıktım. Ayakkabılarımı giymekte biraz zorlanmıştım. Nihayet ayaklarım ayakkabının içinde yerini aldığında eğildiğim yerden doğruldum ve istemsizce de olsa şalımı düzeltme ihtiyacı duydum. Yere koyduğum çantalarımı koluma geçirip yavaş ve sessiz adımlarla merdivenlerden aşağıya inmeye başladım. Apartmandan dışarı çıktığımda otobüs durağına doğru adımlarımı atmaya başladım. Düne göre yüzüm daha az şişti. Ama dikkatlice de bakınca belli oluyordu.

İki günde olsa miniklerimi özlemiştim. Allah'ın izniyle bu sene de bittikten sonra ortaokulda çalışmak istiyordum. Oradaki öğrencilere Allah'ın yolunu daha iyi anlatmak, göstermek istiyordum. Durağa geldiğimde sabırla otobüsümün gelmesini bekledim.

Kulağımdaki kulaklıklardan gelen ilahi sesi ruhumu daha bi' ferahlatırken gönlüm huzurla dolmuştu. Kısa bir sürenin ardından otobüsüm görüş alanıma girdi. Henüz vaktim olduğu için mutlu olmuştum. Tam yola bir adım atmışken omzuma dokunan bir şey hissettim. Yavaşça arkamı döndüğümde bana hiçte yabancı olmayan bir sima gördüm fakat kim olduğunu çıkaramamıştım. Gözlerimi hemen başka bir yöne çektim.


''Sahra? Uzun zaman oldu. Kapalılık çok yakışmış sana,'' dedi yüzünde mutlu olduğuna dair, tebessümü eksik olmayan bir ifadeyle. İçten içe mutlu oldum, lakin bu karşımdaki kişiyi bir türlü hatırlayamamak huzursuzlukla dolduruyordu içimi.

''Allah razı olsun da çıkaramadım. Kimsiniz?'' dediğimde gözlerim tekrardan yüzüne ilişti. Gözlerinin içindeki hayal kırıklığını görmüştüm. Gözlerinin içi başka bir tarafa dönünce karşımdaki kişiyi üzecek bir şey söylediğimi fark ettim lakin Allah biliyordu, ki ben çıkaramamıştım.

"İlkokulda yanında otururdum ya Sahra. Hatırlamadın mı beni? Yusuf ben. Durakta seni de görünce selam vermek istedim," dediğinde zihnime doluşmaya başlamıştı görüntüler. Hatırlamıştım. İçten bir tebessüm ettim.

Otobüs durağa gelince binmek mecburiyetinde kalıp Yusuf'a veda ettim ve kartımı okutup boş bir yere geçtim. Yol boyu ilahiler dinleyerek geçirmiştim. İneceğim durak yaklaştığında oturduğum yerden kalkıp kırmızı tuşa bastım ve kapıların açılmasını bekledim. Kulaklığımı kulağımdan indirdim. Otobüste herkesten fazla sesi gelen bir yer dikkatimi çekti. İstemsizce başım o tarafa dönünce gözlerim on yedi, on sekiz yaşlarında iki tane erkek gence ilişti. Onlar da bana bakıyordu.

Başımı hemen önüme döndürüp aracın açılan kapısından aşağıya indim. Kısa bir yürüyüşün ardından okula varmıştım. Kol saatime baktığımda dersin başlamasına on dakika kaldığını gördüm. Hızlı adımlarla okulun içine giriş yapıp öğretmenler odasına vardım. Yanıma aldığım karton bardaktan bir tanesini elime alıp su doldurdum ve koltuğa oturup üç yudumda bitirdim. Geri çantama koyup ders kitabını aldım ve programıma baktım.

İlk iki saatim tek vardı bugünlük. Sadece bir sınıfa girecektim ve işim bitecekti. Zilin çaldığını duyar duymaz elimde, hazır olda beklediğim kitabımla sınıfıma doğru yol aldım. Gireceğim sınıf 4/D sınıfıydı. Akıllı, uslu ve bir o kadar da yaramaz bir sınıftı. Ama ben yine de seviyordum çocuklarımı.

Kapıyı açar açmaz herkes yerine geçmeye başladı. Herkes ayakta saygı duruşunda beklerken bir kez daha bu hâllerine maşallah dedim içimden. Kitaplarımı öğretmenler masasına bırakıp sınıfın ortasında durdum ve "Selamünaleyküm," dedim. Hepsi birlikte "Aleykümselam," dediğinde elimle işaret verdim oturmaları için.

"Nasılsınız bakalım bugün?" diye bir soru yönelttim çocuklarıma.

"İyiyiz, siz nasılsınız?" diye hep birlikte söyleyince bir kez daha gülümsedim.

"Teşekkür ederim canlarım, bende iyiyim," dediğimde kitabımın sayfasını açtım. Bugün yeni üniteye geçiyorduk.

"Evet, herkes 4. üniteyi açsın bakalım. Bugün peygamber efendimizin hayatını işleyeceğiz."

Çocuklarım da kitabın sayfasını açtıktan sonra büyük bir dikkatle beni dinlemeye başladılar.

"Evet çocuklar, sizce peygamber efendimiz kimdir? Neden bu kadar önemlidir? Ya da neden hayatını benimsememiz veya bilmemiz gerekir?" diye sorduğumda anında parmaklar kalkmıştı.

"Sırayla başlayalım. Mertcan mı? Sence neden peygamber efendimiz bizim için bu kadar önemli?"

"Öğretmenim, çünkü o İslam'ı yaymak için çok çalışmış. Bir de Kur'an-ı Kerim'i bizlere getirmek için çok uğraşmış," dediğinde elimi omzuna koydum 'aferin' dermişçesine.

"Sen Leyla?" diye sorduğumda dikkatle onu dinlemeye başladım.

"Peygamber efendimiz, bizim son peygamberimizdir,'' dediğinde gülümsedim.

"Evet, Mercan?"

"Peygamber efendimizin zamanında yaşanan kötülükler, savaşlar ve İslam dinini yaymak çok zordu. Sünnetleri vardı. Farz olan şeyler de vardı. En basitinden mesela; o hep Kur'an-ı Kerim okurdu. Annem demişti ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?"

Zümer/9

Geride kalan birkaç öğrencime de söz hakkı verdikten sonra ben konuşmaya başladım.

"Çoğu kişinin söyledikleri doğru çocuklar. Peygamber efendimiz, bizlere en güzel örnektir. Her bakımdan. Bunlardan bazıları: temizlik, fıtrat, ilim ve en önemlisi de güvenilirlik Okulun en başında söylemiştim. Peygamber efendimiz ne diye anılırdı?"

"el-Emin," dediler hep bir ağızdan.

Güvenilir Muhammet

"Peki öğretmenim, niye peygamber efendimize öyle demişler?" diye sordu Cihat.

"Çünkü o kimseye yalan söylemezdi. Herkes onu dürüstlüğü ile bilirdi. Müşrikler, Yahudiler ve Hristiyanlar bile onlara emanetlerini bırakırdı. Peygamber efendimiz de onlara sağ salim bakar, vakti geldiğinde onlara emanetlerini teslim ederdi."

"O yüzden mi 'emanete hıyanet edilmez' diyorlar öğretmenim?" dedi Sinem.

"Evet Sinem'ciğim."

Zil sesini duyduğumda "Çıkabilirsiniz, ders başladığında; hepiniz sıranızda, beni beklemenizi istiyorum. Anlaştık mı?"

"Anlaştık," dediler aynı anda.

"Sinem, benimle gelir misin?" dediğimde koşa koşa yanıma geldi.

Sandalyeme oturup sınıf defterini açtım ve "Ben sana isimleri sayacağım. Sen bana kimin gelip gelmediğini söyleyebilir misin?" dedim. O da mutlu olmuşçasına başını salladı.

Sınıftaki herkesin ismini saydım. Sadece iki kişinin gelmediğini gördüm ve numaralarını yazdım deftere. Daha sonra Sinem'e teşekkür edip teneffüse çıkmasına izin verdim. Sınıfta yapacak pek bir şey kalmayınca öğretmenler odasına doğru yol aldım. Çoğu öğretmen arkadaşlarım da buradaydı. Açık tesettürlü fark etmez, herkesle iyi anlaşan biriydim. Sıcakkanlı olmam bir nevi iyi bir şeydi.

Çantamdan kartın bardağımı alıp çayın yanına geldim ve karton bardağıma çayı doldurmaya başladım. Sıcak sıcak içimi ısıtırdı şimdi. Tabii Filistin'deki çocukların içi kan ağlasa da oraya gidebilme gibi bir imkanımız yoktu. Duyduğum kadarıyla Filistin'e giriş-çıkışlar kapatılmıştı. Benim elimden de dua etmek geliyordu.

Arkamdan birinin omzuma dokunmasıyla yerimden sıçradım ve karton bardaktaki çayı elime döktüm. Sıcak çay derimi haşlarken ağzımdan ufak bir inilti kaçmıştı. Hemen elimi soğuk suyun altına getirdim ve musluğu açıp soğuk suyun elime gelmesine izin verdim. Bütün öğretmen arkadaşlarım başıma toplanırken ben bana kimin dokunduğunu merak etmiştim. Arakamı döndüğümde kalabalığın arkasından onu görmüştüm. Esra'yı. Bilerek mi yapmıştı yoksa istemeyerek mi? Yüzünde pişman olduğuna dair bir ifade gördüm ama aynı zamanda 'Oh, iyi ki yapmışım' der gibi bir yüz.

Geri önüme dönüp musluğu kapattım. Öğretmen arkadaşlarıma dönüp konuşmaya başladım.

''Fazla bir şey yok. Teşekkür ederim, endişelendiniz o kadar.''

''Olur mu Sahra öyle? O şimdi su toplar. Sen bence yine de bir açile git baktır. Merhem versinler,'' dedi Asuman öğretmen. Kendisi orta yaşlı, tatlı ve samimi bir kadındı. İki kız çocuğu vardı. Maşallah. Beraber kaldığımızda bana kızım diye de hitap ediyordu. Seviyordum ben Asuman ablayı.

''Hiç gerek yok acile falan. Biraz buz koyarım geçer bence.''

Yani geçer bence. Bende biraz da sakarlık olduğu için küçüklüğümden beridir ne tabaklar, yumurtalar kırmadım, çaylar dökmedim.

''Olmaz öyle dediysem olmaz! Lafımı ikiletme de git işte!'' diye kızınca mecbur gitmek zorunda kaldım.

''Ama bir dersim daha vardı benim. Çocuklar ne olacak?'' dedim Asuman ablaya.

''Sen merak etme, ben idareyle konuşurum. Hadi, zaman kaybetmeden git sen.''

Başımı salladım ve eşyalarımı alıp çıktım öğretmenler odasından. Elime dikkat ederek kendi sınıfıma gittim tekrardan. Herkes yerine geçip ayağa kalktı.

''Oturun çocuklar. Şimdi benim gitmem gerekiyor, önemli bir işim çıktı. Sizinle başka bir öğretmen ilgilenecek.''

''Ama öğretmenim, niye gidiyorsunuz? Sizin dersiniz en eğlenceli olanı. Gitmeyin,'' dedi Miraç.

''Merak etmeyin çocuklar, haftaya tekrardan geleceğim zaten. Hadi, Allah'a emanet olun. Haftaya görüşmek üzere.''

Hep birlikte ''Sizde Allah'a emanet olun'' dediler. Bu hâllerine tebessüm edip çıktım sınıftan. Hızlı adımlarla merdivenlerden inip çıkış kapısına yöneldim. Elime kısa bir bakış attığımda hafiften su topladığını fark ettim. Başımı kaldırıp önüme bakacağım esnada birine çarptım. Bakışlarım çarptığım kişiye kayınca içten içe burada bir an önce kurtulmak istedim. Allah biliyor ya, daha fazla burada kalmak istemedim.

''Geçmiş olsun Sahra, hastaneye mi gidiyordun?'' dediğinde içimden sabır çekmeye başladım. Allah'ım, bana dayanma gücü ver.

''Evet, hastaneye gidiyorum. Elimi yaktığın için özür dilersin sanıyordum Esra.''

''Kusura bakma Sahra! Ama sen beni öğrencilerimin gözü önünde küçük düşürdüğün için artık neredeyse kimse benimle konuşmak istemiyor. Ayrıca bilerek yapmadım. Bu yüzden de özür dileyecek değilim.''

Bakışlarımı kısa bir süreliğine yere indirip tekrardan gözlerine sabitledim.

''Allah sana hidayet versin Esra. Ben başka hiçbir şey demiyorum sana,'' deyip ayrıldım yanından. Sabah sabah sinirlerim gerilmişti. Elim bu hâldeyken yazı bile yazamazdım.

Hızlı adımlarla durağa geldiğimde hastaneye giden otobüsüm gelmişti. Şükür ki beklemek zorunda kalmadım. Kartımı okutup boş bir yere oturdum ve yolu seyretmeye başladım. Yaklaşık altı yedi durak sonra hastaneye gelebilmiştim. Otobüsten inip hastanenin yolunu tuttum. Hastanenin içine girdiğimde danışmanın yanına geldim. Hastanelik bir durum olduğunda sürekli annemle geldiğim için, şimdi kime gideceğimi bilemedim.

''Pardon, acaba müsait bir doktor var mı?''

''Ne için?'' diye sorduğunda elimi gösterdim. Çayın döküldüğü yer hem kırmızının en koyu rengine bürünmüş, hemde ayrı ayrı yerlerde su toplamıştı.

''Elimi yaktım da.''

''Şöyle geçin, ben hemen haber veriyorum,'' dedi danışmadaki kadın. Samimi birine benziyordu.

Dediği yere geçip beklemeye başladım. Bu durumdan annemin sonradan haberi olmaması için çantamdan telefonumu çıkarmaya çalıştım sağ elime dikkat ederek. Telefonun ekranını açıp annemin numarasını buldum ve arama tuşuna bastım. Sol elime aldığım telefonu şalımın üstünden kulağıma dayadım ve annemin cevap vermesini bekledim.

''Efendim kızım?'' dedi annem telefonun diğer ucundan.

''Annem ben hastaneye geldim de bugün biraz geç gelebilirim. Haberin olsun diye aradım.''

''Ne?! Hastane mi?! Kızım ne oldu? İyi misin? Bekle hemen yanına geliyorum. Hangi hastanedesin?''

Peş peşe sıraladığı soruların hangisine cevap vereceğimi bilemedim. Annem evde yaygarayı koparmışken bir tek babamın eksik kalmış olduğu aklıma geldi. İnşallah babam evde değildir.

''Ahmet efendi! Sen anca haberini izle! Bizim kız hastanelik olmuş! Kalk hemen, kalk!''

"Ne diyorsun hanım? Ne hastanesi? Kalk çabuk!" diyen sesini duydum babamın.

Evde kopan yaygarayı iliklerime kadar hissetmiştim. Annem ve babam bir abime haber vermemişti. Umarım onu da yapmazlardı.

"Annem, bir dinle. Elimi yaktım sadece. O yüzden geldim. Telaş yapacak bir durum yok."

Telefonun diğer ucundan annemin sakinleştiğine dair nefes seslerini duymuştum. Normal bir hızda ilerlemeye başlamıştı.

"Kızım o zaman niye bizi telaşa veriyorsun? Kalbim yerinden çıkacaktı vallahi."

"E anneciğim, açıklamaya çalıştım, dinlemedin," dedim isyankâr sesimle.

Biraz daha annemle konuştuktan sonra doktorun uzaktan bana doğru gelmesiyle anneme veda edip telefonu kapattım. Telefonu, elime dikkat ederek çantama koyduktan sonra başımı kaldırdım ve kaldırmamla şaşırmam eş zamanlı oldu.

Onunda gözleri benim gözlerimle kesişince bakışlarımı kaçırdım. Uzun süre bakamadım.

"Sahra? Senin ne işin var burada? Bir şey mi oldu? İyi misin?" dediğinde benim için bu kadar telaş yapmasına bir anlam veremedim. Üstünde çok düşünmemeyi tercih ederek elimi gösterdim ona.

"Elimi yaktım da, o yüzden geldim."

"İyi yapmışsın. Bakalım hemen. Nasıl yaktın elini?" dediğinde aklıma tekrardan Esra'nın elime çay döktüğü aklıma geldi. Yanlışlıkla yaptığını söylemişti. Ama yine de özür dilemeyip daha da üste çıkması öfkemi açığa çıkarmıştı. Allah-u Teala yardım etti de bana, öfkemi kontrol altına alabildim.

"Çay döküldü. Su toplayınca bende direk soluğu hastanede aldım."

Eldiven taktığı ellerini elimle buluşturdu. Dikkatlice inceledi ve elimi nazikçe yanıma bıraktı. Elindeki eldivenleri çıkarıp yanındaki çöp kutusuna attı ve tekrardan bana döndü. Burada çalışıyor olması beni şaşırtmıştı. Hatta hiç beklemediğim bir şeydi. Allah ona hayırlısını ve işlerinde kolaylık nasip etsin inşallah. İçimden 'Amin' dedim. Bakışlarımı sürekli gözlerinde tutuyordum. Yanlışla oluyordu. Allah biliyor, şahidim ki farkında olmadan, düşüncelere dalarken bakıvermişim.

Bakışlarımı geri önüme döndürdüm.

"İyi yapmışsın. Cildin hassas olduğu için fazlasıyla kızarmış ve elinin üstünde küçük küçük su kabarcıkları oluşmuş. Ben sana bir reçete yazayım. Bir de sağ elinle yazı yazmamalısın. En azından elinin iyileşmesi için bu gerekli.''

Anlayışla başımı salladım ve oturduğum yataktan aşağı indim. O önde ben arkada olacak şekilde ilerlemeye başladık. Onun odasına geldiğimizde kapısının kilidini açıp eliyle geçmem için işaret verdi. Her zamanki gibi nazikliği üzerindeydi. İçeriye geçtiğimde arkamdan o da geldi ve kapıyı kapattı. Hemen koltuğuna oturup bilgisayarından bir şeyler yazdı.

''Kimliğini alabilir miyim?'' dediğinde sağ elime dikkat ederek çantamdan kimliğimi çıkardım ve ona uzattım. Allah'ım, sen bana sağlıklı bir yaşam ver.

Tekrardan bilgisayarında bir şeyler yazıp konuşmaya başladı.

''Elin için iki tane merhem yazıyorum. Birini sabah akşam, diğerini de sadece akşam süreceksin. Eğer herhangi bir yan etkisi olursa mutlaka gel.''

Tebessüm edip anlayışla başımı salladım.

''Allah razı olsun, teşekkür ederim.''

O da bu söylediklerime karşılık tebessüm etti ve kimliğim ile birlikte reçeteyi bana uzattı. Elinden alıp çantamın içine koydum dikkatlice. Tekrardan teşekkür edip çıktım odadan. Hastane kokusu beni boğmaya başlamıştı. Bir an önce bu binadan çıksam hem bedenim, hemde ruhum için iyi olacaktı. Adımlarımı hızlandırdım. Hastaneden çıkmadan önce başıma bakma gereksinimi hissettim. Katın sonuna doğru ilerleyip lavaboya girdim ve kapıyı kapattım. Sağ elimi hâlâ kullanamadığım için sol elimle zar zor başımı düzeltebilmişim.

Ellerimi yıkayıp lavabodan çıktım. Sağ elime suyun değmesi herhangi bir ya etkiye sebebiyet vermezdi bence. Henüz kremleri sürmedim ne de olsa.

Hastaneden çıkış yapıp otobüs durağına doğru yönlendirdim adımlarımı. Zaten evimizin hemen yanında Eczacı Mehtap abla vardı. Ondan alabilirdim kremlerimi. Mehtap abla ile de iyi anlaşırdık. Annemle ara sıra yanına giderdik yanına. Ve tabii konu hep bana geliyordu. Mehtap abla bile evliliğimden bahsedip duruyordu. Bizim mahallede, benim yaşımda olan hemen hemen herkes evlenip yuvasını kurmuştu.

Ama bir kız vardı. Evlendiği kocası ona şiddet uygulamaya başlamıştı. Daha sonra ne oldu ne bitti bilmiyorum ama boşanmışlardı. Neyse ki bir çocukları yoktu. Yoksa hem anne baba açısından hem de psikolojik açıdan etkilenecekti. Bu onun için çok kötü olurdu.

Bu yüzden istemiyorum aslında. İleri de evleneceğim kişi bana da öyle şiddet uygular diye korkuyordum. Allah biliyor ya, namazı niyazı yerinde olan, Allah'ın haram kıldıklarından uzak durup, helal kıldıklarına önem veren birini istiyordum. Sadece İslam dini ile bütünleşmiş birisini...

Allah'ım, sen gönlüme göre birini nasip et bana. Eğer senin haram kıldıklarından uzak durmuyorsa o kişiyi benden uzak tut.

Daldığım düşüncelerden uzaklaşıp durakta beklemeye başladım. Otobüs gelmeden önce öğretmen kartımı çıkartıp bakışlarımı tekrardan otobüsü geliş yönüne çevirdim. Çok değil, sadece beş dakikanın ardından evime giden otobüs gelmişti. Biner binmez kartımı okutup boş bir yere oturdum.

Cam kenarı olması benim açımdan iyiydi. Bu duraktan benim evime yakın olan durak arasında çok fazla mesafe vardı. Düşüncelere dalabilirdim. Filistin'deki Müslüman kardeşlerimizi düşünebilirdim. Orada şehit olan her bir kimse için Allah'ıma dua edebilirdim. Fiziksel olarak yapamasam da ruhen yapabilirdim.

Şu sıralar Allah'tan çokça istediğim bir dua vardı. O da Filistin'deki insanların yaşadığı mücadeleyi fizikten yasayamasam da rüyamda görmek istiyordum. Orada yaşanan her bir acıyı, gözyaşını, üzüntüyü... Her bir duyguyu rüyamda görürken bedenimde hissetmek istiyordum. Nedenini bende bilmiyordum. Sadece istiyordum. Onlar orada acı çekerken, bizim burada elimiz kolumuz bağlı durmamalıydık.

Dualarımızın karşılığını alabiliyorduk.

Gazze Şeridi'nde eşek arıları tarafından saldırıya uğrayan on iki İsrail askeri hastanelik oldu mesela. Allah-u Teala orada bulunan her bir şehidi cennet makamında değerlendirsin inşallah. Orada bulunan her bir İsrail askeri hiç acımadan orada, beş yaşındaki çocukları öldürebilme cesaretinde bulunabiliyor ve orada öldürdüğü çocuğu, kendi çocuğu gibi göremiyorsa, Allah onlara merhametinde bulunmasın.

Hiçbir kimse başkası tarafından öldürülmeyi hak etmez! Bu kişi Yahudi de, Müslüman da olsa hiç kimse birbirini öldüremez! Allah istemedikçe kimse kimsenin canını alamaz!

İşte bundan dolayı İsrâiloğulları için şu hükmü koyduk: "Bir cana kıymanın veya yeryüzünde bozgunculuk çıkarmanın cezası olmaksızın kim bir kimseyi öldürürse sanki bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de bir canı kurtarırsa sanki bütün insanların hayatını kurtarmış gibi olur." Şüphesiz peygamberlerimiz onlara apaçık deliller, mûcizeler getirdiler. Ne var ki, bütün bunlardan sonra onların pek çoğu hâlâ yeryüzünde taşkınlık yapıp durmaktadırlar. (Maide/32)

İsrailoğulları geçmişte de inanmadılar, şimdi de inanmıyorlar. Ama bilmiyorlar ki, onlara çok büyük bir azap var.


Bölüm sonuuu

Nasıldı bölüm sizce?

Allah'a emanet olun :)

Sağlıcakla kalın 🤍


Loading...
0%