@eliose._
|
Sabahın ilk ışıkları ormanın karanlık örtüsünü yavaşça kaldırırken, Beyaz her zamanki gibi erkenden uyanmıştı. Saat tam beşti. Zihni, her zamanki gibi, keskin bir bıçak kadar berrak ve odaklıydı. Uyandığı an, düşünceleri hızla günün görevine doğru kaydı. Bu gün, Ali Asaf’ın son günü olacaktı.
Yatakta bir an bile oyalanmadan kalktı. Yatağının hemen yanında duran küçük masadan çelik gibi soğuk bir bıçak aldı. İnce, uzun parmakları, bu ölümcül aracı bir süre incelerken, mavi gözlerinde bir kararlılık belirdi. Bu bıçak, Ali Asaf’ın sonunu getirecek olan araç olabilirdi, ama önce planını kusursuzlaştırması gerekiyordu.
Sessizce odasından çıkıp koridorda ilerledi. Villanın soğuk taş duvarları arasında yankılanan adımları, sabahın erken saatinde bile bir tür huzur ve güven veriyordu ona. Her köşe, her taş, Beyaz’a ait olan bu karanlık evde, güvenli bir sığınak gibiydi. Ama buradaki huzur bile, dışarıda onu bekleyen tehlikelerin gölgesinde sönük kalıyordu.
Gizli odasının önüne geldiğinde, kapının önünde bir an durakladı. Bu oda, onun dünyasının merkeziydi; kimsenin bilmediği, kimsenin cesaret edip giremediği bir yer. Parmaklarını kapıya uzatıp, yüzünü okutarak giriş işlemlerini başlattı. Her zamanki gibi, teknoloji ve güvenlik bu odanın temel taşlarıydı. Yüz taramasını tamamladıktan sonra parmak izini doğruladı ve nihayet dört haneli şifresini girdi: “6190”. Kapı, mekanik bir tıslamayla açılırken, içeri girdi ve kapı hızla arkasından kapandı.
Odanın içine girdiği an, bir tür karanlık huzur onu karşıladı. Bu oda, Beyaz’ın her şeyiydi. Karanlıkta parlayan büyük bir bilgisayar ekranı, ona her türlü bilgiyi sağlıyordu. Bir zamanlar bu tür teknolojilerin onun için birer araçtan ibaret olduğunu düşünürdü. Ama şimdi, bu ekran, onun için bir dost gibiydi, sessiz ama sadık. Ekranın karşısında durup, defileyle ilgili tüm bilgileri gözden geçirmeye başladı. Ali Asaf ve onun çirkin sırları hakkında elde ettiği her bilgi, bu ekranda bir sıradan fazlasıydı; hepsi bir ölüm fermanıydı.
Defileye gelecek olan kişiler, güvenlik düzenlemeleri, zaman çizelgesi… Her şey kusursuz bir şekilde sıralanmıştı. Beyaz, bu bilgileri hafızasına kazırken, hiçbir ayrıntıyı gözden kaçırmamaya özen gösterdi. Defile saat 19:00’da başlayacak, 22:00 civarında sona erecekti. Ali Asaf, bu süre zarfında her zamanki gibi podyuma çıkacak modelleri izlerken, o karanlık yüzünü gösterecekti. O, sadece bir moda tasarımcısı değil, aynı zamanda bir canavardı. Kadınları uyuşturucu ile zorlayarak onların hayatlarını karartıyordu. Ama bugün, Beyaz’ın adaleti onun için gelmişti.
Defileye çıkacak kişilerin isimleri, yüzleri, boyları, kiloları… Beyaz bunların hepsini tek tek ezberledi. Hiçbir modelin masum yüzü, bu karanlık oyunun bir parçası olmamalıydı. Onlar, sadece birer piyondu. Hedef, her zaman olduğu gibi, biriydi: Ali Asaf.
Beyaz, ekranın karşısında sessizce otururken, zihnindeki plan şekillenmeye başladı. İlk olarak, defile alanına sızacaktı. Güvenlik kameralarının ve muhafızların yerlerini belirledikten sonra, araya karışmak onun için zor olmayacaktı. Her adımı planlıydı; her hareketi hesaplı. Yüzünde bir maske gibi donuk bir ifade vardı, ama içi kaynıyordu. Bu iş, onun yeteneklerinin sınırlarını zorlamayacak, ama yine de dikkatli olması gereken bir görevdi.
Planını kafasında netleştirdikten sonra, odadaki masaya yöneldi. Masanın üzerindeki kağıtları düzenlerken, bugüne kadar işlediği tüm cinayetleri, onların ayrıntılarını ve kendi duygularını kaydettiği kitapları düşündü. Bu kitaplar, onun karanlık tarihinin birer tanığıydı. Her satır, her kelime, Beyaz’ın karanlık yolculuğunda attığı adımları belgeliyordu.
Son olarak, bu gece işlediği cinayeti, en ince ayrıntısına kadar kağıda döktü. Kalemi, sayfa üzerinde ilerlerken, her harf, her kelime, onun zihnindeki soğuk gerçeği yansıtıyordu. Ali Asaf, sadece bir isimdi; onun için hiçbir duygusal anlamı yoktu. O, sadece bir görevdi. Ama Pietro… Onun adı, kağıda dökülmemişti. Çünkü Pietro, Beyaz’ın dünyasındaki tek gerçekti, tek zaafı.
Yazma işini bitirdikten sonra, kağıtları düzenledi ve odadan çıktı. Koridorda ilerlerken, kardeşinin odasının önünde durdu. Kapıyı sessizce açıp, içeriye bir göz attı. Pietro, hala derin bir uykudaydı. Yüzünde huzurlu bir ifade vardı, ama Beyaz’ın içinde fırtınalar kopuyordu. Kardeşine doğru eğilip, onun alnına hafif bir öpücük kondurdu. Sessizce “Özür dilerim,” diye fısıldadı, “Ben böyle olmak zorundaydım.”
~
Sabahın serinliği yavaş yavaş yerini güneşin ilk ışıklarına bırakırken, Beyaz odadan çıktı ve kolundaki saatin ekranına bir göz attı. Kaptan tarafından özel olarak tasarlanan bu ileri teknoloji saati, sadece zamanı göstermekle kalmıyor, aynı zamanda görevler ve planlamalar için de çeşitli fonksiyonlar sunuyordu. Saat tam altı buçuktu. Vakit, her zamanki gibi daralıyordu. Hızla merdivenlerden aşağı indi ve geniş, modern tasarımlı mutfağa doğru yöneldi. Burada vakit kaybetmemeliydi; Pietro için mükemmel bir kahvaltı hazırlaması gerekiyordu.
Mutfağa adım attığında, beyaz granit tezgahın üzerindeki malzemelere bir an göz gezdirdi. Pietro’nun en sevdiği yiyecekler; taze meyveler, kruvasanlar, ve çikolatalı pankekler. Pietro’nun bu kahvaltıyı ne kadar sevdiğini bilirdi; belki de bu, Beyaz’ın kardeşi için yapabileceği nadir şeylerden biriydi. Düşüncelerini bir kenara bırakıp hızlıca kahvaltıyı hazırlamaya başladı. Her hareketi planlı ve hızlıydı. Bir katil olarak sahip olduğu bu mükemmel disiplin, şimdi Pietro için hazırladığı sofraya yansıyordu. Kahvaltıyı hazırlarken, zihninde bir yandan da yaklaşan görev için stratejiler üretmeye devam etti.
Tam yediye yaklaşırken, Pietro’nun uyanma vaktinin geldiğini biliyordu. Onun sabah ritüelleri hiç şaşmazdı; her zaman tam saatinde kalkar, önce yüzünü yıkar, sonra da mutfağa inerdi. Beyaz, son kez hazırladığı sofraya bir göz attı ve Pietro’nun bu kahvaltıya nasıl bir tepki vereceğini düşünmeden edemedi. Kardeşi için yaptığı bu küçük jestin ne kadar önemli olduğunu biliyordu, ama Pietro bunu asla fark etmeyecekti. Çünkü Beyaz, kardeşine her zaman bir yabancı gibi görünüyordu; bir abla değil, belki de bir tehdit. Bu düşünce Beyaz’ın zihninde kısa bir süre dolanırken, hızla mutfaktan çıktı ve evin arka kapısından dışarıya adım attı.
Güneş yeni doğuyordu ve Beyaz, etrafı çevreleyen ormanın içinde hızla yürürken zihnindeki odak tek bir şeye yöneldi: suikast. Bir saati kalmıştı ve her şeyin kusursuz olması gerekiyordu. Hızla kendine ait olan, defile alanına yakın konumlanmış gizli evine doğru ilerledi. Bu ev, Beyaz’ın bir başka sığınağıydı; kimsenin bilmediği, kimsenin şüphelenmediği bir yer. Evin içine adım attığında, her şey hazırdı. Beyaz, odadaki aynanın karşısına geçti ve dönüşümüne başladı.
Bugün Beyaz, kimse için var olmayacaktı. Sahneye çıkacak olan kişi, Faylinn Edna adında biri olacaktı. Beyaz’ın içindeki zeka ve soğukkanlılık, bu tür kimlik değişimlerini her zaman bir sanat eseri gibi kusursuz yapmasını sağlıyordu. Saçlarına taktığı kırmızı peruk, mavi gözlerinin yerine taktığı kahverengi lensler, ve vücudunun çeşitli yerlerine yerleştirdiği geçici dövmeler… Bütün bunlar, onu tanınmaz hale getirdi. Aynadaki yansımasına baktığında, Beyaz değil, zengin ve yüzeysel bir moda tutkunu olan İsabelleyi gördü. Bu görüntü, onun için her zamanki gibi yabancıydı, ama gerekliydi. Görevin kusursuz olması için, İsabelle rolüne bürünmesi gerekiyordu.
Kıyafetini ve makyajını tamamladıktan sonra, Beyaz saatin kaç olduğuna bir kez daha baktı. Sadece yarım saat kalmıştı. Hızla evden çıkıp defilenin yapılacağı alışveriş merkezine doğru yola koyuldu. Alışveriş merkezi, sabahın bu erken saatlerinde kapalı olmalıydı, ancak yaklaştıkça, merkezin kapılarının açık olduğunu gördü. İçinde bir şeylerin ters gittiğine dair bir his belirdi, ama bunu bastırdı. Soğukkanlılığını korumalıydı. Bu, basit bir hata olabilirdi.
Merkeze girdiğinde, defileye gelen diğer insanları gördü. Birkaç dakika içinde onların arasına karıştı, herhangi biri gibi davranmaya başladı. Onları izlerken, zihninde her türlü olasılığı tarttı; hiçbir şey onu şaşırtamazdı. Beyaz, dikkatli ve soğukkanlıydı. Defileye gelen diğer konuklarla birlikte sıradan bir izleyici gibi davranırken, gözleri sürekli etrafı tarıyordu.
Defile, düşündüğünden daha kolay bir görev olacaktı. Ali Asaf’ın yapması gerekenler, güvenlik önlemleri, kaçış yolları... Hepsi, Beyaz’ın zihninde net bir şekilde yerini bulmuştu. İçindeki soğukkanlılık, onu her zamanki gibi zafere götürecekti. Plan, tahmin ettiğinden bile daha kolay ilerliyordu. Beyaz, İsabel kimliğiyle orada sessizce dururken, içinde büyüyen soğuk nehir, onu sonuca doğru taşıyordu. Ali Asaf’ın ölümünün çok yakın olduğunu biliyordu, ve bu düşünce, onun dudaklarına hafif bir gülümseme getirdi. |
0% |