@eliose._
|
Defilenin başlangıcına yaklaşırken, gözlerim Ali Asaf’ı arıyordu. Her köşeyi, her kalabalığı taradım ama karşımda olan tek şey, müzik ve müşteri kargaşasıydı. Bir şeyler ters gidiyordu. Bu, sadece birkaç saniye süren bir his değil, içimde yankılanan bir endişeydi. Ali Asaf’ın ortada olmaması, benim için sadece bir aksaklık değil, planın temel taşlarından birinin eksikliği demekti. Ne yapmalıyım? Planımı devam ettirmek zorundayım ama nasıl? Derin bir nefes alıp, kalabalık arasında kaybolmaya karar verdim.
Hızla alışveriş merkezinin büyük alanlarına geçtim. Defilenin yapılacağı bölgeyi iyice inceledim ama Ali Asaf’ı göremedim. Ne olduğunu çözemedim. Aklımda bir kaçış planı yoktu, sadece bulmam gereken kişi vardı. Etrafı tararken, içimdeki huzursuzluk giderek büyüyordu. Belki de bir şeyler yanlış gitmişti; belki de Ali Asaf, herhangi bir yerde gizleniyordu. Bir an için, Ali Asaf’ın benden kaçıyor olabileceğini düşündüm. Gizli bir yerde olabileceğini tahmin ettim, ama bu beni daha da sinirlendiriyordu. Karar vermem gerekiyordu.
Aşağıya inmeye ve defilenin arka tarafındaki mankenlere sormaya karar verdim. Koşuşturan mankenler ve gürültü içinde, kimse dikkatimi çekmiyordu. Arka tarafa geçtim, etrafı izlerken karmaşa daha da arttı. Her yerden sesler yükseliyordu, bu durum işimi daha da zorlaştırıyordu. Şimdi bir an önce doğru kişiyi bulmam gerekiyordu.
Arka tarafa geçtiğimde, ilk karşına çıkan kişiyi durdurdum. “Ali Asaf’ı görmediniz mi?” diye sordum, sesimdeki soğukkanlılık yerini endişeye bıraktı. Ancak bana sadece boş gözlerle baktılar. “Bilmiyorum,” dedi kadın, yüzünde bir tereddüt ifadesiyle.
Bir diğerine daha sordum, aynı cevabı aldım. Bu durumda ne yapacağımı bilemedim. İçimdeki telaş artıyordu, planın çökmesinden korkuyordum. Derken, önümde dikkatimi çekmeyen bir kız, elindeki kahve bardağını üzerime döktü. Sarı saçları omuzlarından sarkıyordu ve kısa boylu görünüyordu. “Özür dilerim!” dedi, panik içinde.
Kızın üzerinde kahve lekeleri varken, birkaç kişi hemen yardım etmeye başladı. Üzerimi temizlerken, onlarla konuşmaya başladım. “Sorun değil,” dedim, üzerimi silen kişilere teşekkür ettim. Ancak, içimdeki güven duygusu tamamen sarsıldı. Bu kadar dikkat çekmişken, birisi benim kimliğimi fark etmiş olabilir miydi?
Ardından, yardım eden kişiler arasında bazı konuşmalara kulak misafiri oldum. “Ali Asaf’ın arka planda ne yaptığını hiç görmedim,” diyen birkaç kişi vardı. Hızla düşünmeye başladım; belki de Ali Asaf’ın nerede olduğunu öğrenmek için başka bir yol bulmalıyım. Bir an için, kimliğimin ifşa olup olmadığını düşündüm. Planlarımın ve tüm hazırlıklarımın suya düştüğünü düşündüm. Kimliğim ortaya çıkmış olabilir miydi? Bunu öğrenmem gerekiyordu.
Çabuk düşünmeliydim. Alışveriş merkezinin dükkanlarına girdim ve bir elbise çaldım. Hızla kıyafetlerimi değiştirdim. Yeni elbisem, dikkat çekmeme yardım edecekti. İçimdeki panik ve korku, görevimi tamamlamak için gereken soğukkanlılığı korumamı zorlaştırıyordu. Şimdi bir an önce planımı tamamlamalıydım ama ilk önce Ali Asaf’ın nerede olduğunu öğrenmeliydim.
Gözlerim, etrafı taramaya devam etti. Her an, her şeyin son bir hamleyle değişebileceğini biliyordum. Ali Asaf ortada yoktu ve ben, ona ulaşmanın bir yolunu bulmalıydım. Görevim hâlâ devam ediyordu, ve ne olursa olsun, hedefimden sapmamalıydım.
~
Sabahın erken saatlerinde alışveriş merkezinin arka tarafında, Ali Asaf’ı bulmayı umarak köşeleri tarıyordum. Kalbim hızla çarpıyordu; bu kadar geniş bir mekânda hedefimi bulmak zordu. Sonunda, bir odanın arkasında, gölgelerin arasında, Ali Asaf’ı gördüm. Ancak karşılaştığım manzara, beklediğimden çok farklıydı.
Ali Asaf orada duruyordu ama bedeni değişmişti. Yüzü tanıdık bir gülümseme ile bezenmişti, gözleri, her zamanki soğuk ifadeyi koruyordu, ama vücut hatları biraz farklıydı. Sanki başka biri olmuştu. İçimdeki huzursuzluk derinleşti. "Ali Asaf, nihayet seni buldum," dedim, soğuk bir tonla.
O, sadece gülümsedi. “Beni arıyordun, öyle mi?” dedi. Sesi, tuhaf bir şekilde, tüylerimi ürpertti. Sakinliği, işimi daha da karmaşık hale getiriyordu. “Beni burada bulman işini bitirdi mi? Yoksa daha yapacak bir şeyin mi var?” diye sordu.
Bir anlık şaşkınlığın ardından, planımı devreye soktum. Bir bıçak belimde, yanımda hazır bekliyordu. “Evet, seni burada bitireceğim,” dedim. Hızla yaklaştım ve bıçağı çıkarıp doğruca onun yönüne doğru savurdum. Bıçak, Ali Asaf’ın göğsüne saplandı, ancak o hiçbir tepki vermedi. Sadece o korkunç, soğuk gülümsemesini koruyordu.
Yüzündeki gülümseme, bıçak darbesinin etkisini bir nebze olsun hafiflettiği için, içimde garip bir rahatsızlık doğdu. Ali Asaf’ın üzerindeki kan lekeleri gözlerimin önünde dans ederken, acı ve öfkeyle karışan bir duygu yaşadım. “Bunu hak ediyorsun,” dedim. Gözlerim, onun donuk bakışlarına kilitlenmişti. O an, onun bana zarar vermediğini fark ettim ve bu düşünce beni bir adım daha geri çekilmem gerektiğine ikna etti.
“Yapabileceğin bir şey yok,” dedim, soğuk bir ses tonuyla. Onu ölüme terk edip alışveriş merkezinden çıkmak için yola koyuldum.
Merdivenlerden hızla aşağı iniyordum, alışveriş merkezinin karmaşasında kaybolmuş, hedefim Ali Asaf’ı bırakmıştım. Kafamda birçok şey dönüyordu; planımı uygulamanın verdiği tatminin yanı sıra, ani bir tehlike hissi de vardı. O an, bir elin silahı üzerime doğrulttuğunu ve tetiğe basıldığını fark ettim. Kurşun, sırtımı delip geçti. Keskin bir acı, aniden sırtıma yayıldı, bıçak gibi bir ağrı…
“Yoksa… Bu da mı?” diye düşündüm, hızla merdivenlerin kenarına tutundum. Kalabalığın içinde kaçarak kendimi korumaya çalışırken, silah seslerinin yankıları etrafımda çığlık atıyordu. Her şeyin ne kadar kaotik hale geldiğini gördüm. Bir an gözlerim, merdivenlerden yukarıya, bana ateş eden kişiye doğru kaydı. Yüzü net bir şekilde seçilemiyordu ama silahının parıltısı gözlerimi kör ediyordu.
Sırtımdan gelen yoğun acı, her adımda daha da derinleşiyordu. Birkaç adımda, alışveriş merkezinin karışıklığında kaçış yolunu arıyordum. Hızla yere düşen kan damlaları, adımlarımı yavaşlatıyordu. Kalbim, çılgınca atıyor, nefes almak her geçen saniyede zorlaşıyordu.
Gözlerim, acının getirdiği karanlığa bürünüyordu. Bir umutla, alışveriş merkezinin arka tarafındaki tuvaletlere doğru koştum. Kapıyı hızla açtım, içeri girdim ve kendimi yere bıraktım. Soğuk zemin vücuduma değdiğinde, acıyı biraz olsun dindirebilecek bir şey aradım ama derin yaralarım vücuduma daha fazla ağrı getiriyordu.
“Yine de kaçmalıyım,” diye düşündüm, ama vücudumun her köşesi sanki bana ihanet ediyordu. İçimden bir şeyler koptu, ellerim kanla kaplandı. Tuvaletin soğuk, kirli zemininde, yaşadığım acıyı daha da derinden hissettim. Kan, yavaşça zemine yayıldı ve gözlerimden yaşlar süzülüyordu. Sırtımdaki acı, derinleşmiş ve her geçen saniyede daha da dayanılmaz hale gelmişti.
Başımı ellerimin arasına alarak, derin derin nefes almaya çalıştım. Kalbim, acının etkisiyle çırpınıyordu, her atışı bir öncekinden daha güçsüzdü. “Neden böyle oldu?” diye sordum kendi kendime. Acı içinde kıvranırken, her şeyin nasıl bu kadar hızlı değiştiğini ve hayatımın nasıl böyle sona yaklaştığını düşündüm.
Gözlerim kapanırken, son bir umutla sessizlik içinde kaldım. Çevremdeki her şey, yavaşça uzaklaşıyor, karanlık her şeyi yutuyordu. Acının her dalgası, bedenimi sarhoş ediyordu ve tuvalet zeminindeki soğuk, son kalıntı olan bilinçli düşüncelerimi de yavaşça yok ediyordu. |
0% |