Yeni Üyelik
1.
Bölüm

1. Bölüm

@eliptikbisiklet

Hatımdaki tek sorun elbisemin desenindeki çiçekle ayakkabımın renginin uyumsuzluğuymuş gibi durmadan telefonda bana bir şeyler anlatan Mercan'ı aslında fena durmadığına ikna etmeye çalışıyordum. Havalimanı'nın bu yoğunluğuna rağmen onunla görüntülü konuşuyor olmama şükretmediği gibi durmadan Nur Yerlitaş edasıyla eleştirilerine devam ediyordu. Oflayıp telefonu iyice burnumun dibine çektim. "Mercan gelince o dilini kopartmak şart oldu. Zaten ya dilini kopartacağım ya o saçlarını eline vereceğim."


Sanki üzerinde uygulayacağım fantezilerimden bahsetmiyordum da ona olan sevgimden bahsediyormuşum gibi yayıla yayıla güldü. Etraftaki gözlerin bana döndüğünü görünce telefonumun sesini kıstım. "Çiçeğim sen niye gerginsin bu kadar? Gevşe yavrum biraz."


Demesi kolaydı tabi. Hiç düzenimi alt üst etmemiş gibi gevşe yavrum diyordu bir de. "Mercan gerçekten bıktım senden. Sen benim elbisemin çiçeğini bırak da evi ne yaptın? Beni böyle alelacele çağırıyorsun da evim hazır mı?"


Konuşmanın başından beri yaptığı gibi milyonuncu kez saçlarını tepesinde topladı. O topladıkça alttan çıkan kısa saçlara sinir olduğundan çözüp yeniden topluyordu. Keşke biraz daha aşağı taraftan toplayarak bu işe bir son verseydi. Zira aynı saçı defalarca toplamasından bana gına gelmişti.


Telefonu masanın üstüne koyup sandalyesinde geriye doğru yaslandı. Kızıyordum ama o benim bu hayattaki vazgeçemeyeceğim tek insandı.


Saçlarını bırakıp bu defa da yüzüne krem sürmeye başladı. Kendisiyle uğraşmadan duramıyordu ki.


"Bebeğim sen hiç merak etme. Annemle yaladık resmen. Sen rahat ol. Ama bugün annem bırakmaz seni haberin olsun. Sabahtan beri haldır haldır hazırlanıyor sen geleceksin diye." Ne desem Asiye sultanı ikna edemezdim zaten. Tuttu mu tutuyordu inadı. Yenilecek diyorsa o yemek yenilecekti.


Mercanla vedalaşıp kapattık telefonu.


Yanımda götürebileceğim bir tek valizim vardı o da yanımdaydı işte. Bir büyük boy valize sığdırmıştım bütün varlığımı. Ne arkamdan hayır dua edecek bir babam ne de benim için göz yaşı dökecek bir annem yoktu. 26yıl önce daha el kadar bir bebekken atılmıştım bir çöp konteynırının kenarına. Vicdanları varmış da içine atmamışlar işte. Kediye köpeğe yedirmemişler beni canına yandıklarım. Mahalleli fark edene kadar taş üstünde yatmışım. Bulununca da çöp konteynırından karakola oradan da yuvaya gönderilmişim.


Kendimle ilgili hatırladığım ilk anım bir kırmızı elbise uğruna döktüğüm göz yaşları. Bir bayram sabahı bana değil de başka bir kıza verildi diye az ağlamamıştım o elbisenin arkasından. Şimdi hâlâ kırmızı rengindeki elbiselere uzanmıyordu elim.


Hiç açlıkla yoklukla terbiye oldum diyemem yuvadaki hatıralarım için. Ama sevgisizlik ilgisizlik ruhumu aç bırakmıştı. Bu açlık da yıllar içinde şimdiki olduğum kadına çevirmişti beni.


Oradaki görevliler tarafından mağdur edilmemiştik ama akran zorbalığı hat safhadaydı. Benim gibi ailesinin doğurup attığı çocuk sayısı azdı. Genelde istismara maruz kalmış çocuklarla doluydu yuva. Aile içindeki ensest ilişkilerden ortaya çıkan istenmeyen bebekler. Öyle aman aç kaldık susuz kaldık biz bu çocuğa bakamadık deyip bırakılan yok denecek kadar azdı. Tabi bunları yaşım büyüdükçe anlamıştım. Oysa ilk gördüğümde çubuk krakeri sigara gibi içmeye çalışan o küçük çocuk çok da komik gelmişti gözüme. Ya da çaya atalım diye masalara bırakılan toz şekeri burnuyla çekmeye çalışanlar da komikti o yaştaki Çiçek için. Ama bu yaşımda o çocukların ne yapmaya çalıştıklarını biliyordum. Ailelerinden gördüklerini kendilerince deniyorlardı. Kötü bir huy edinebileceğim bir ailem olmayınca ben yurttaki temizlikçi abladan edinmiştim bazı şeyleri. Yerleri sildiğimde kurumadan basana ters ters bakıyordum mesela. Ya da yemeğini bitirmeyenin tabağını kafasında kırar gibi koyuyordum mutfak tezgahına. Hoş Mercan bu davranışlarımın o konuyla alakalı olmadığını savunuyordu ama. Bana göre öyleydi.


Telefonumdan saati kontrol edip daha vaktimin olduğunu görünce lavaboya gitmek için yerimden kalktım. Valizimi de aynı uçağı bekleyen tatlı bir teyzeye emanet ettim. Koştur koştur girdiğim tuvaletten işlerimi halledince yine aynı hızla çıktım. Kapıyı açtığım gibi omzuma vuran adamın beni itmesiyle aynı hızla içeri geri girmiştim. "Ama yuh artık. Kadınlar tuvalet burası kardeşim."


Adam da benim serzenişimle kendine gelip bi etrafı kontrol etti. Baktı ki bir yanlışlık var tam ağzını açıyordu ki bir başkası söylene söylene geldi tuvaletin kapısına. "Ula Hasan insan bi kafasını kaldırıp bakmaz mı bu kapıdaki tabelaya? Bayan tuvaleti ha bura."


"Bayan senin anandır." İşte yuvanın bana kattığı olağan üstü bir özelliğim daha. Bazen şu dilimi kesmek lime lime doğramak istiyordum.


Hasan'ın arkasından söylenerek gelen adam kafasını hırsla çevirip bana bakınca o gözlerindeki ilk anda oluşan öfke aniden kayboldu. Kendiliğinden sarı olan saçlarıma, Mercanla hâlâ kararsız kaldığımız mavi mi yeşil mi olduğu belli olmayan gözlerime baktı. Üstümdeki elbiseyi ayağımdaki ayakkabıyı hatta kolumdaki saati bile inceledi. "Hoşt ulan. Ne inceliyorsun alıcı gibi?"


Sanki ona demiyormuşum gibi yarım ağız güldü dediğime. Yerinde dikleşip ceketinin önündeki düğmeleri ilikledi. Boğazını da temizleyince bir gülesim geldi. Sanki müsamere çocuğu gibi yirmi üç nisan şiiri okuyacak. "Çok özür dileriz hanımefendi. Bu arkadaş da acelemiz olunca fark edemedi buranın kadın tuvaleti olduğunu."


Gözümü devirip yanından geçeceğim vakit bir adım atıp önüme geçti. "Yalnız bana bu şekilde ani hareketler yapmanızı önermiyorum." Yapmacık olduğundan adım kadar emin olduğum bir gülücükle baktım yüzüne. Böyle basit oyunlara gelen kadınlardan olmadığımı anlaması için illa elini kolunu mu kırsaydım yani.


"Abi hiç bölmek istemiyorum ama ben çıksam da yandaki erkek tuvaletine gitsem. Olur mu?" Hasan'ın araya girmesiyle karşımdaki adamı delip deşecekmiş gibi olan bakışlarımı çok kısa bir an ona çevirdim.


Gitme dese gitmeyecekmiş gibi bir hali vardı. Kim abisinden bu kafar çekinirdi ki. Yani aile ilişkileri çok benim alanım değildi ama bir tuhaf gibilerdi. Zaten Hasan bu adama abi diyordu da daha büyük gösteriyordu aslında.


"Geç Hasan geç." Yüzüne bile bakmadan adeta tıslayarak söyledikleriyle Hasan çıktı gitti. Yerimden hareketlenip bende çıkacaktım ki bu defa da elini uzattı önüme.


"Tahir Ulusoy ben."


Ee ne var der gibi alık alık baktım suratına. Baktı ki elini sıkmaya yeltenmiyorum kaldırdığı gibi indirdi. Bakışlarımdan ne demek istediğimi anladığını umut ederek çıktım oradan. Arkamdan hâlâ bir şeyler söylüyordu ama biraz bile muhattap olsam yapışıp kalacaktı yakama.


Valizimin emanetçisini bıraktığım yerde bulunca şükürler ettim içimden. Bu devirde kimin ne yapacağı da hiç belli olmuyordu çünkü. Teşekkür edip valizimi çeke çeke eski yerime oturdum. Telefonumu açıp bir kaç yer baktım Trabzon'dan. Madem göçebe hayatımın yeni durağı orasıydı biraz fikir edinmek fena olmazdı.


Mercan Trabzonlu olunca bir kaç kez gezmeye gelmiştim onunla ama gezmekle yaşamak bir olmazdı ki. Hem ben gezerken hiç alıcı gözle bakmamıştım bile. Tamam doğası harikaydı ama yağmurları sürekli bulutlu fırtınalı hali beni geriyordu biraz. Ben İzmirliydim bu havalar bana göre bile değildi. Ama Mercan'ın yıllardır beklediği ataması Trabzon'a çıkınca beni de sürüyordu yanında. Biz İzmir Ege üniversitesinde hemşirelik okumuştuk birlikte. Taban tabana zıt karakterlerimiz olmasına rağmen hiç ayrılmadık okul boyunca Mercan'la. Ben yuvadaki sürem dolduğu sene deliler gibi çalışıp kazanmıştım okulu. Yurtlar burslar derken kendim de okul sonrası yaptığım ek işlerle gayet de güzel geçinmiştim. Zaten sosyal hayatı olmayan bir insanın kitap alacak parasının olması yeterli oluyordu sanırım. Bu düşüncelerim Mercan'a kadardı elbette. O üniversite hayatını deliler gibi eğlenmemiz gereken bir kurum olarak görüyordu. Ailesinin durumu da oldukça iyi olunca benim gibi hayat kaygıları yoktu. Onun arkasında duran belki hiç mesleğini yapmasa bile ona gık demeden bakacak bir ailesi vardı ama benim bir an önce okulu bitirip çalışma hayatına atılmam gerekiyordu. Bu sebepten ki son senemde girdiğim KPSS sınavından yüksek bir puan alıp yine İzmir'de kalmayı tercih etmiştim. Mercan ders çalışmaya aykırı düşünceleri sebebiyle dört yıl beklemenin sonunda kendi memleketine atanmıştı. Ben İzmir'de çalıştığım süre boyunca o da ailesinin yanında onların parasını yemek yerine benimle İzmir'de kalıp özel hastanelerde sürünmeyi tercih etmişti. Sırf bu sebepten bile gel dediğinde bir an olsun düşünmemiştim. Söyleniyordum şikayet ediyordum ama Mercan bilmiyordu ki dudaklarını büze büze çiçeğim sende gel dediği gecenin sabahında vermiştim tayin dilekçemi. Şans eseri tam da tayin isteyebildiğimiz bir dönemdi. Olur mu olmaz mı belli değildi ama Allah yüzüme güldü de tayinim istediğim gibi Trabzona çıkmıştı.


Ben geçen yılları düşünürken uçağımın anons edilmesi ile koştur koştur girdim kontrol noktasına. Valizimi teslim edip adım adım yaklaştım uçağa doğru. Tek başıma bindiğim ilk uçak yolculuğum olduğundan gergindim de biraz.


Koltuğuma yerleşince gözlerimi kapatıp Asiye teyzenin zor bela öğrettiği bütün duaları okumaya başladım. Elim koltuğun kolçağını öyle sıkıyordu ki parmak uçlarımın sızladığını hissettim bir an. Yan koltuktaki hareketliliği fark edince tek gözümü açıp baktım. Lavabodaki adam olduğunu görünce diğer gözümü de ışık hızında açıp şok içinde baktım. O da beni gördüğüne şaşırmıştı ama çabuk toparladı kendini. Sanki yer varmış gibi biraz daha kendimi kenara doğru çektim. Yarım ağız da gülüyordu halime. Başıyla selam verip yerine oturdu. Parasızlığın gözü kör olsun ekonomi sınıfında uçuyordum. Siz zaten fakirsiniz alışıksınızdır bu dip dibeliğe diyerek mi bu koltuklar bu kadar birbirine yakın düzenlenmişti?


Adamın kolu koluma değdikçe uçağı bulandan bana bu koltuğu alan Mercan'a kadar her şeye sövüyordum içimden. Bu da inadına yapar gibi durmadan kıpırdanıp duruyordu. "Tahsin bey rica ediyorum bir durun artık."


Başını bana çevirip ona mı diyorum diye baktı. Hayır etrafta kaç tane Tahsin olabilirdi ki. "Tahir"


"Anlamadım." Gerçekten anlamamıştım. Alık bakan suratıma bir daha gülüp vücudunu da bana doğru döndürüp elini uzattı tekrar. "Adım Tahsin değil Tahir."


Bir eline bir yüzüne baktım. Hayır ben insanlara boka bakar gibi bakardım. Ki Mercan bu sebepten çok kızardı bana. Eminim ki ona da boka bakar gibi bakıyordum ama buna rağmen neydi bu ilgi alaka.


"Daha ne kadar beklerim?"


Başıyla da elini işaret edince elini sıkmamı ve adımı söylememi beklediğini anladım. Yani şimdi elimin tersiyle eline bi tane vurup güzel bir küfür savurmak vardı ama tuttum kendimi. Bunun yerine elimi uzatıp beklenen tokalaşmayı gerçekleştirdim.


"Çiçek."


Beni onaylıyormuş gibi başını salayıp Çiçek diye mırıldandı. Yani böyle çarpışınca kitapları etrafa saçılan göz göze gelince de aşık olunacak bir ortam olsun mu istiyordu bilmiyorum ama o bırakmayınca elimi anında çektim kendime. Zaten ben onunla değil Hasanla çarpışmıştım. O nerdeydi acaba abisi burda ama kendisi yoktu. 


Başımı da camdan dışarıya çevirip yanımdaki adamı unutmaya çalıştım. Zor değildi benim için çok çabuk yok sayardım karşımdakini. O bile şaşırırdı düştüğü duruma. Mercan böyle zamanlarda sende laz olabilir misin yani yoksa bu inadının başka bir açıklaması yok gibi diyordu. Mercanı düşününce yine yüzümde istemsiz bir gülümseme oldu.


Canım Mercan..


Kollarımı göğsümde bağlayıp temasımızı da tamamen kestim. Sonrasında o da hiç konuşma gereksiniminde bulunmadı. Belki halimden tavrımdan anladı bunu belki de boka bakar gibi bakan bakışlarım rahatsız etti onu. Uçaktan inerken de yalnızca bir baş selamı verip ayrıldık. Bu iyiydi gereksiz ısrar beni bambaşka bir insan yapıyordu çünkü.


Valizimi beklerken bir yandan da telefonumun açılmasını bekliyordum. Yani umut ediyorum ki Mercan buraya da geç kalmamıştı. Telefonum kendine gelemeden valizim geldi. Valizime uzandığım anda benimle birlikte bir el daha uzandı. Diğer el benden hızlı çıkınca valizi o kaptı. Acaba yanlış valize mi saldırdım diye düşündüm ama yok karışmasın diye kenarına bağladığım fular yerli yerinde duruyordu.


Başımı çevirip bakınca Tahir beyi gördüm. Bu adam da böyle yırtık dondan çıkar gibi her yerden çıkacaksa işimiz işti yani. "Ben hallederdim."


Bir başka valize daha uzandı ağzını açamadan. Kendi valizini de kaldırıp yanına koydu. "Halledemeyeceğini düşünmedim Çiçek. Nezaket diyorlar bunun adına."


Bir de bana ders vermeye çalışır gibi hali olunca valizimi hırsla aldım elime. Ateş saçıyordu şu an gözlerim eminim. Benimde boyum kısa olduğundan sanırım çabuk yükseliyordum.


"Çiçek değil Tahir bey. Çiçek hanım." Altı çizilen yerleri anlamayacak kadar salak değildi. Ne demek istediğimi gayet net bir şekilde anlamıştı.


E konu ders vermek olunca benim verecek çok dersim vardı. Hayat okulundan alnımın akıyla çıkmıştım sonuçta.


Aramızda yeni bir diyalog geçemeden elimdeki telefon titremeye başladı. Başımı eğip bakınca Mercan'ın aradığını gördüm. Konuşmaya devam edecek bir şey olmayınca arkamı dönüp valizimi de sürüklemeye başladım.


"Geldin mi?"


Kıkır kıkır güldü bana. "Sana da merhaba çiçeğim. Evet geldik."


Geldim değil de geldik. Kiminle geldiğini de söylemeden kapattı suratıma telefonu. Hızlı hızlı çıkışa doğru yürüdüm. Bugün de bütün insanoğlu Trabzon'a gelmişti sanırım. Sadece yağmuru değil insanı da sel gibiydi mübarek. Kimseye dokunmayayım diye kenardan köşeden yürüdüm. Kapıdan çıktığım gibi çığlık çığlığa adımı bağıran Mercan'ı gördüm. Sanki yıllardır görüşmüyormuşuz gibi tepiniyordu yerinde. Daha iki ay anca olmuştu birbirimizden ayrılalı. Her gün de görüntülü görüştüğümüzü var sayarsak biraz şovdu bu hali bence.


Ben ona doğru yürüyünce o da kollarını açıp koştu bana. Birbirimize yaklaştığımızda elimdeki valizi bırakıp bende ona açtım kollarımı. Bugüne kadar bi ona açmıştım zaten. Sıkı sıkı sarılıp Mercan'ın bizi olduğumuz yerde sallamasına izin verdim. Yeterince sarıldığımızı dülünmüş olacak ki kollarımdan tutup ayrıldı benden. "Hoşgeldin Çiçeğim."


Gülümseyip salladım başımı. E bende özlemiştim bu deli fişeği. Laz olmanın ona verdiği yetkiyle kanı kaynıyordu. "Hoşbuldum Mero."


Benim Merom.


Yanındaki adamı da Mercan ona doğru dönünce fark ettim ama abisi Mirsat abi değildi bu. Uzundu çok uzun. Ben baya boynumu kaldırıp bakıyordum adama. Saçları da gözleri de koyu renkti. Sert duruşunu nerde görsem karadenizli kesin bu derdim. Hani karadeniz adamı biraz fevridir çabuk yükselir her an hazırdır kavgaya da. Heh işte bu adam da bu tanımın vücut bulmuş hali gibiydi.


"Abimin işi çıktı son dakika o yüzden Kutay abiyle geldik. Kutay abi bu da hiç dilimden düşmeyen gönlümün baharı Çiçek."


Böyle bir tanıştırmaya da ne gerek varsa artık. Gönülünün baharıymış. O zaman karar verirdi ilk bahar mı son bahar mı. Belli belirsiz başını salladı Kutay da sadece. Sanki ben çok meraklıydım onunla tanışmaya. Bende başımı sallayıp valizime uzandım ama müsade isteyip Kutay devraldı valizi sürüme işini. Tam önüne dönüp gideceği vakit dikildi kaldı yerinde. Nereye bakıyor diye bizde dönüp bakınca Tahir'i gördüm. O da kilitlenmiş gibi bize bakıyordu. Gözleri bir bana bir yanımızdaki adama kayıyordu. Ne oluyor diye dönüp Mercan'a baktım. Sebebini anlamadığım bir telaş vardı onun bakışlarında. Tahir ve Kutay arasında mekik dokuyordu bakışları. Kutay'ın koluna dokunup abi diye seslendi varla yok arası bir sesle. Kutay çenesini sıkmaktan dişlerini kıracaktı sanki. Valizimim kulpunu tutan eli de olduğu yeri sıkmaktan bembeyaz olmuştu. Ne olduğuyla ilgili hiç bir fikrim yoktu. Yeniden dönüp Tahir'e bakınca onun bakışları da bana döndü anında. Başını önüne eğip selam verdi bana.


Bana selam verdi.


Yalnızca bana.


Yanımdaki adamın bakışlarını da yüzümde hissediyordum ama içimden bir ses dönüp bakma diyordu. En çok kendime güvendiğimden bende onu dinledim.


Bakışları yüzümden çekilip gidince elindeki valizi asılıp yürüdü.


"Hayde."


Herkese merhaba🌼


Sıfırdan başlıyoruz.


Çiçeğe merhaba diyelim 🌼


Loading...
0%