Yeni Üyelik
10.
Bölüm

10. Bölüm

@eliptikbisiklet

Hayat ince bir çizgide yürüdüğümüz yolculuktur. Yaşam ve ölüm arasındaki o ince çizgide olduğumuzu günlük koşturmacada çoğu zaman unuturuz. Ben mesleğe başladığım günden bu yana ölümün her an ensemizde olduğunu kabul etmiştim. Yıllar önce trafik kazası sonucu oğlunu yoğun bakıma aldığımız bir teyzenin geçirdiği kalp krizi sebebiyle oğlunu beklerken vefat etmesine çok üzülmüştüm. Oysa bir hafta sonra oğlunu sağlıklı bir şekilde servise çıkarmıştık. Ya da tansiyonu düşünce bayılma anında kafasını kaldırıma vurup beyin kanaması sonucu hayatını kaybeden bir hastamızda da ölümün çok ani gelebileceğini görmüştüm. O kadına da ani mi gelmişti bilinmez ama artık hayatta değildi. Hesap sorabileceğim yalnızca bir mezar taşı bırakmıştı bana arkasında. O mezar taşını bile görmek arkasından bir dua okumak çok uzaktı.


Kabristana bile yıllar evvel okuldan bir arkadaşımızın annesi vefat ettiğinden gitmiştim. Orada gördüğüm bir mezar taşı beni inanılmaz etkilemişti. Günlerce rüyamda görmüştüm kendi mezarımı. Klasiktir ya herkesin baba adı ya da anne adı yazar mezar taşında. O gördüğüm mezar taşında yurt çocuğu Ahmet Kurt yazıyordu. Ölüm tarihi çok eskiydi. Belki o sebepten öyle yazılmıştı. Ama hayat bu kadar acımasızdı işte. Kimsesizliğimiz mezarda bile yakamızı bırakmıyordu. Bir gün öldüğümde mezar taşımda Süha kızı Çiçek yazmasını istediğimi hiç sanmıyorum. Yurt çocuğu bile yazabilirlerdi Süha Bey'in ismini yazacaklarına.


Süha bey anlatıyordu. Ben tepkisizce dinliyordum yalnızca. Anlattıkları doğru muydu ya da ne kadarı doğruydu onu bile teyit edebileceğim bir seçeneğim yoktu.


"Çiçeğim iyi misin?" Donuk bakışlarım Mirsat abiyi tedirgin etmişti sanırım. İyi diye tanımlayamazdım ruh halimi. Kötü hissediyordum yalnızca. Bir ölüm haberi almıştım. Beni bilinçsizce bu dünyaya getirmiş sonra da çöp gibi atmış bir kadının haberi olsa da kabul ediyorum ki dağılmıştım.


"Daha iyi günlerim olmuştu." Ruhsuz gülüşüme takıldı bakışları. Elini saçlarıma uzatıp beni göğsüne çekti. Acımı paylaşıyordu. Paylaşırsak daha mı az hissederdim.


"Seni üzmek istemem Çiçek." Süha beyin sesini duyunca başımı kaldırdım sığındığım yerden.


"Siz beni üzemezsiniz Süha bey. Sizin bana hissettirebileceğiniz herhangi bir duygu olduğunu sanmıyorum."


"Peki kızım."


Beni gerçekten kızı olarak kabul ettiği için böyle seslendiğini düşünmek istemedim. Onun bana baba olamayacağı gibi bende onun kızı olamazdım artık.


Derin bir nefes alıp arkama yaslandım. Mirsat abinin kolu hala omzumdaydı. İçten içe de oradan çekmemesi için yalvarıyordum. Salak gibi bir de buraya yalnız gelmek için diretmiştim. İyi ki beni dinlememişti.


"Ben 26 yaşındayım. Ömrümün neredeyse üçte ikisini yuvada geçirdim. Yuvada bizimle ilgilenen kadınlara oradaki arkadaşlarım anne derdi. Ben o küçük yaşımda bile annenin bir mesaisi olmadığını bir süre bakıp sonra evine giden bir varlık olmadığını anlamıştım. Annemiz olsalar bizi de götürürlerdi sonuçta. Bu sebepten hiç kimseye anne demedim. Hatta olağanüstü bir kadın var hayatımda. Anne kelimesinin TDK'daki karşılığı da odur bana göre. Ama ona bile anne demedim."


Mirsat abi kimden bahsettiğimi adı gibi bildiği için sıkıca sardı omzumu. Bu sarış biraz daha yaklaştırdı beni ona. Doğan beyin de Süha beyin de ara ara bakışları Mirsat abinin omzumdaki eline kayıyordu farkediyordum. Rahatsız mı oluyorlardı olabilirlerdi.


"Bir de onu hep el üstünde tutan bütün evlatlarına olduğu gibi bana da kol kanat geren bir kocası var. Üç çocukları var ama kim sorsa dört derler. Yani anlayacağınız benim kendi tırnaklarımla kazıyarak geldiğim bu hayatta bir ailem var."


Süha bey oturduğu yerde yerin dibine girmeyi başaracaktı sanırım. Söylediklerim canını yakıyordu. Bunda beni ilgilendiren bir durum göremedim.


"İleri gidiyorsun Çiçek." Sesini ilk defa duyduğumuz Doğan bey babası bir şey söylemeyince kendisi araya girme ihtiyacı hissetti sanırım. Benim onunla da başa çıkabileceğimden haberi yoktu tabi.


"Pardon?! Siz kim olarak bunu söylüyorsunuz?"


"Abin olarak."


Kendimden bile beklemediğim bir kahkahayla cevap verdim ona. Delirmişim gibi bakıyorlardı bana. Delirmiş de olabilirdim. Hoş göreceklerdi artık.


"Aynı babanın spermiyle dünyaya geldik diye bu sizi abim yapmaz yalnız."


"Öyle de bir yapar ki aklın şaşar."


Mirsat abinin gerginliğinden kolumda nasibini alacaktı sanırım. Bana olan saygısından susuyordu. Ben konuşup kendimi ifade edebileceğim için bana bırakıyordu. Ama az kalmıştı Kutay'ın anlaşma yöntemini kullanmasına.


"Doğan bey siz sanırım algıda seçicisiniz. Ben sizi ailem olarak görmüyorum. Babanız benim babam değil. Siz de benim abim değilsiniz. Biyolojik bir katkısı var diye benim üzerimde söz sahibi olamaz babanız. Siz de öyle."


Süha bey elini Doğan beyin koluna atınca söyleyecekleri bizim kulaklarımıza ulaşamamıştı. Öyle susmazsa böyle susardı işte.


Yeniden Süha beye döndüm. Onu anlamam belki de bir şans vermem için yalvarıyordu bakışları. Bende kimseye fazladan gösterilecek sabır yoktu. Bunu anlayamıyorlardı.


"Ben buraya sizinle bir bağ kurmak için gelmedim. İnsan doğası gereği merak ediyor işte. Siz ne düşünüyorsunuz bilemiyorum. Yaşadığınız acılara, evlat kaybınıza, eşinizin atlattıklarına hepsine insan olduğum için çok üzüldüm. Üç evladım var demiştiniz Allah sağlık versin hepsine. Siz bir kızınız daha olmadan devam edeceksiniz yolunuza. Benim anne ve babaya sahip olmadan devam edeceğim gibi."


"Tek kızımsın."


"Anlamadım."


"Benim tek kızım sensin Çiçek. Kızgınsın kırgınsın biliyorum. Sana istediğin süreyi tanırım. Bana kusmak istediğin bütün nefreti kus. Ama benim senden vazgeçmek gibi bir niyetim yok."


O böyle konuştu diye etkilenip boynuna atlamamı bekliyorsa daha çok beklerdi. Duygu sömürüsüne karnım toktu çok şükür. Ben sağırdım ama kapımı çalanlar da kördü sanırım. Kapının açılmadığını anlamıyorlardı.


Masada hiç kimsenin dokunmadığı dört çay buz gibi olmuştu. Zaten hiç birimiz de buraya çay içip sohbet etmeye gelmemiştik. Ortamdaki derin sessizlikte Süha bey öylece beni inceliyordu. Kendisi esmer tenli kır saçlıydı. Gözleri de asla renkli değildi. Hiç bir fiziksel özelliğim onunla uyum sağlamıyordu. Belki o da bir yalanın içindeydi. Belki de gerçekten biyolojik bir bağımız da yoktu.


"İstersen DNA testi yaptırırız Çiçek. Eğer bu içini rahatlatacaksa-"


"Siz beni anlayamıyorsunuz Süha bey. Benim sizinle bağ kurmak gibi bir derdim yok. Sonuç her ne çıkarsa çıksın. Siz benim için yabancısınız. Öyle de kalacaksınız."


Sert tavrım yine dumur etmişti ikisini. Doğan bey öfkeleniyordu ama o da babasından sebep bir şey diyemiyor söyleyeceklerini yutmak zorunda kalıyordu.


"Fiziksel olarak annene benziyorsun. Ama bu keskin tavırların aynı ben." Bu agresif halimin ona benzemesi keyiflendirmişti Süha beyi. Benim ona ya da kafasına göre beni dünyaya getiren kadına benzemek gibi bir isteğim yoktu.


Ellerimi saçlarıma daldırıp yolarcasına taradım parmaklarımla. Bileğimdeki lastik tokayı gelişi güzel geçirip saçlarımı kafamın tepesinde topladım. Buraya kadardı tahammülüm. Benim toplanıp gitmeye hazırlandığımı bir Mirsat abi anlamıştı. Ben kendimi toparlarken o da cüzdanından çıkardığı yüz lirayı masaya bıraktı. Aynı anda kalktık sandalyelerimizden haberleşmiş gibi. Senkronumuz mükemmeldi.


"Size kendimi anlatamamış olmam üzdü beni. Burada oturup sizinle kime benziyorum muhabbeti yapamayacağım. Kusura bakmayın lütfen. Siz belki farkında değilsiniz ama ben sizin bu hayattaki en büyük hatanızım. Siz hatalarınızla yüzleştiniz ben gerçeklerle. Fazlasına hiç gerek yok. Hoşçakalın."


Arkamı döndüğümde buraya gelirken neler düşündüğümü tarttım kafamda. Bu yüzleşmeden sonra kuş gibi rahatlayacağımı düşünmüştüm. Rahatlamak şöyle dursun omzuma taşıyabileceğimden fazlası yüklenmişti. Ağır adımlarla geldiğim bu yerden utanmasam koşarak uzaklaşacaktım. Belki böylece kafamın içindeki her şeyi silip atardım.


Çay bahçesinin kapısından çıktığımda arabasının kaputuna yaslanıp sigara içen bir Kutay görmeyi beklemediğimden yine ağırlaştı adımlarım. Ben onu burada görmeyi beklemiyordum. O beni bu halde bulmayı beklemiyordu. İkinizde anın şaşkınlığıyla bakıyorduk birbirimize.


Yine aynı his baş göstermişti içimde. Vücudumdaki yaraları tek tek göstermek istediğim o gece gibi şimdi de açıp ruhumu göstermek istiyordum ona.


"Yapma. Akıtma sakın onları."Gözlerime hücum eden yaşları savuşturmakta geç kalmıştım. Birer birer süzülüp gittiklerinde Kutay'ın bakışları değişti. O pamuklara saracak gibi bakan adam kademeli olarak öfkeleniyordu.


Sert adımları yeri döverek yaklaştı bana. Günlerdir nerede olduğunun hesabını sormak istiyordum. Vakitli vakitsiz her an karşıma çıkan adamın günlerdir nasıl beni aramadığının halimi hatrımı sormadığının acısını çıkarmak istiyordum. Bunun yerine içimdeki kanguruyla yarışırcasına koşup kollarına attım kendimi.


Kıyamayan dokunuşları saçlarımda yerini almıştı hemen. Tokanın izin verdiği kadar dokunmaya çalıştı her teline.


"Nasıl kıydın yine bahar dallarıma?"


"Sus."


"Baharı müjdeleyen gözlerine bunca yağmuru nasıl sığdırdın be Çiçek."


"Sus."


Ciğerimi çıkarmak ister gibi sardı beni. Dokunmaktan korkan hali buhar olup uçmuştu. Onun yerine kollarında olduğumu hissetmeye çalışan tam da buna muhtaçmış gibi davranan bir adam vardı karşımda.


Sakin başlayan ağlayışlarım hıçkırıklara döndü o böyle yapınca. Günlerdir tuttuğum ne varsa döktüm birer birer Kutay'ın göğsüne. Teninden gömleğine gömleğinden de burnuma süzülen kokusuyla hepten koyvermiştim kendimi.


Sırtımı sıvazlayan eli olmasa bu kadar yüzsüzce ağlayamazdım belki de. Mercandan sonra ilk defa birisine böyle yıkıldığımı gösteriyordum.


"Eğer ağlamaya devam edersen ileride işimin düşeceğini unutup şu karşımdaki ikilinin façasını bozacağım Çiçek." Ne işi ne façası diyor diye düşündüm. Yine beynimi yakan şeyler söylüyordu bana. Hangi ikiliden bahsediyor diye kendimi hiç düşünmeden attığım göğsünden ayırdım. Gözlerimin altını kurulayıp arkamı döndüğümde Süha bey ve oğlunun pür dikkat bizi izlediğini gördüm. Biraz ilerilerinde de Mirsat abi şok olmuş gibi bize bakıyordu.


Ne yaptığımın farkına da o an varmıştım. Bu adam benim dengemi bozuyordu kesinlikle. Hep zarardı bana. Hep.


Mirsat abiye bir kaç adım atmıştım ki Kutay'ın eli yeri oraymış gibi koluma dolandı yine. Canımı yakmıyordu ama o istemediği sürece kurtulamayacağım şekilde tutuyordu kolumu.


"Mirsat bizim Çiçekle bir işimiz var kardeşim. Bir kaç saate eve bırakırım."


Daha ben yok diyemeden de arabaya sürüklemeye başlamıştı beni.


"Kutay delirdin mi? Ne bu böyle adam kaçırır gibi?"


Hiç serzenişte bulunmuyormuşum gibi görünenin aksine büyük bir naiflik ile kapımı açıp oturttu beni. Kendi tarafına geçtiğinde de kaşıyla gözüyle kemerimi işaret etti. Her zamanki halimiz buymuş gibi arkama yaslanıp bağladım kemerimi. Az önce hüngür şakır ağlayan brn değilmişim gibi elimde olmadan gülümsüyordum şimdi de. Kutay değişik bir kafa yaşıyordu. Aynı kafayı bana yaşatmaktan da vazgeçmiyordu.


Kimseciklerin olmadığı bir yere geldiğimizde arabayı durdurdu. Arabadan inip onu çay bahçesinin önünde bulduğum gibi yine kaputa yaslandı. Hiç arkasına bakmadan eliyle yanına vurduğunda bende indim arabadan. Yanına yaklaştığımda aniden bana dönüp belimden tuttuğu gibi arabanın kaputuna oturttu.


"Böyle daha iyi." Boyumla dalga mı geçiyordu bu şimdi? Devede de boy vardı ama işte.


Yanımdaki yerini alıp paketinden bir sigara çıkardı. Kutay sessizce sigarasını içti ben kendimi dinledim. Karman çormandım. Ne yalan söyleyeyim uzaklaşmak iyi gelmişti.


"Biraz nefes al istedim Çiçek."


Bana bir kez bile bakmadan sigarasını içti. Benim kafamın içindeki tilkilerin kuyruğu birbirine değmiyordu. Kutay'ın da benden bir farkı yok gibiydi. Beni böyle sabırla bekliyordu ama içten içe bir şeyleri açıklamamı istediğini de biliyordum.


"O adam benim biyolojik babam olduğunu söylüyor Kutay. Korkunç şeyler anlattı bana. Kimsenin yaşamasını istemeyeceğim kadar korkunç şeyler."


Konuşmaya başladım diye sessizce dinliyordu beni. Yüzünde tek bir mimik oynamamıştı. Günler öncesinde duyduklarındandı belkide bu sessizliği.


"Öyle masalsı bir aşkın meyvesi değilim ben. Para karşılığında birlikte olan bir kadınla duygusal boşluktaki sarhoş bir adamın evlilik dışı peydahladığı bir piç-"


Korkunç bir ifadeyle bana döndü bakışları.


"Sakın Çiçek! Sakın bir daha o kelimeyi kullanma. Bu sakinliğimi koruyamam yoksa."


Yalnızca bir damla süzülüp indi yanağımdan. Diğerlerini daha gözlerimden inemeden yakaladı parmak uçları. Büyü gibiydi bana yaptıkları. Dokunuşu bakışı konuşması hepsi birer büyüydü kesinlikle.


"Beni istediğini söylüyor. O kadın yalan söylemiş beni ona vermemek için. Belki de doğru ama inanamıyorum Kutay. Yolunu çiçeklerin üzerinde değil de ateşte yürümüş bu kadına anlatamaz asla. İnandıramaz beni."


Yeniden önüne dönüp bir sigara daha yaktı. Bu sigarayı benim için içiyordu sanırım. Nefesi ciğerlerine o çekti benim içim yandı.


"O kadın." Dinlerken bu kadar zorlanmamıştım. Birilerine söylemek ya da kendi sesimden duymak beni daha çok zorluyordu. "O kadın artık hayatta değilmiş."


Bunu duymayı Kutay da beklemiyordu ki yenilmişti dik duruşu. Acıyla kapattı bu defa göz kapaklarını. O tepkisiz dinleyen ifade yoktu artık yüzünde. Benim yerime de kahroluyordu.


"Herkese anlatabilirim bunu. Ama şu içimde her şeyi gözü yaşlı dinleyen kız çocuğuna anlatamıyorum. Hâlâ istenmeyen bir bebek olduğunu kabul edemiyor. Sen söyle. Sen hep açık konuşursun o yüzden sen söyle. Ben istenmeyecek bir bebek olabilir miyim?"


Sigarasını daha bitirmemişti bile. Nasıl yaptığını anlayamadığım bir şekilde ucunu elinde söndürüp sigarasını yere fırlattı. Ben eline uzandım yanmış olabileceğinden korktuğum için. O saçımdaki tokaya uzandı. Bir seferde çıkarıp fırlattı tokayı. Yüksekte bir yerlerde olmamızdan sanırım rüzgarla dağıldı saçlarım.


"Sen istersen bebeğim ol istersen Çiçeğim. Ben seni istiyorum. Hiç kimseyi hiç bir şeyi istemediğim kadar çok istiyorum Çiçek."


"Ay Kutay elin yandı."


"Ulan yüreğim yanmış. Dumanım Madur dağından görünüyor. Sen daha elin diyorsun kızım ya."


Beni alabora ettiği bu duygularda kaptan olmak istiyordu Kutay. E bende artık dümeni ona bırakacak gibiydim.


Rüzgarda dağılan saçlarımı düzeltti. İnatla ikimizin arasında uçuşan her bir teli kulağımın arkasına sıkıştırdı.


"Bahar dalı narin olur be Çiçek. Bırak da ehil eller sevsin olmaz mı?"


"Olur."


Emir Can İğrek beyefendinin de dediği gibi. Biraz yaramız var ama geçecek bu gidişle. ❤


Kavuştuk 🌼❤


Bu kadar kısa sürede bölüm atmışım. Çok rica ediyorum beğeniverin yahu. ❤


Loading...
0%